Bahar’ın anlattıklarını dinledikten sonra değil kapıyı kırmak, parmağımı oynatacak halim kalmamıştım. Öfkem beni olduğum yere öylesine zincirlemişti ki; sanki felç geçirmiştim. Şuurum tamamen bulanık, zihnim darmadağındı. Ne kadar süre bu hiçliğin içinde sıkışıp kaldığımı bilmiyordum ama Bahar hala aynı yerinde oturuyordu. Meraklı gözlerle yüzüme bakıyor, duygularımı okumaya çalışıyordu. Şu anda önemsediğim bu değildi. Şu anda neyi önemsediğim de önemli değildi. Ben parçalanmış bir ailenin içinde zerreydim sadece. Çürümüş bir sevginin tam ortasındaydım belki de. Bunca zaman hayatımda en saygı duyduğum adamın ihaneti, çirkinlikleri, hainlikleri içerisinde boğuluyordum.
Bu saatten sonra o geri dönülemez yoldaydım. Artık kendimden bir adım gerisi yoktu ama benden bir adım ilerisinden çok daha fazlası vardı. Buz kesmiştim. Yaşadığım hayal kırıklığının tavanı yoktu. Hissettiğim duygular ise cehennemin dibiydi.
“Aslan, tüm bu olanları öğrenmek zorunda kaldığın için çok üzgünüm,” derken, sesi samimiyetten çok uzaktı.
Her kelimesi kulağıma yılan tıslaması gibi çalınıyordu. Yaşadığım yıkımı göz ardı ederek, kendimi toparladım. “Bahar, tüm bunları bilmemi istemen kendi çıkarların ile doğru orantıda değil mi?” Öyleydi. O da bir Gürsoy’du. İnsanları kullanmayı seviyordu.
Dudağının kenarı kıvrılırken, göz bebeklerine küstah bir bakış oturdu. “Bu işin sonunda ikimizde kazanacağız.”
Histerik bir kahkaha attım. Anlam veremeyerek geriye doğru çekildi. Bir hışımla olduğum yerden kalktım ve sandalyesine doğru yaklaştım. İri gövdemin onu ürkütmesini umursamayarak üzerine doğru eğildim ve bir elimde çenesini tuttum. Gözlerindeki küstahlık silinirken yerine korku oturdu. Korkmalıydı.Haklıydı.
“Beni iyi dinle,” diye tısladım yüzüne doğru. Çenesini sıkmıyordum ama bırakmıyordum da. Güçsüz ellerini, çenesini tuttuğum elimin üzerine sardı. Aptal çabası gülüncüme gitmişti ama konumuz bu değildi.
“O zavallı ailen ve sen umrumda değilsiniz. Hiç bir zaman da olmayacaksınız. Beni o ailede ilgilendiren tek bir isim vardı. O da yine senin ailen yüzünden toprak altında kaldı.” Tüm çenem gerildi, Leyla’nın ölümü beni darmadağın etmişti. “Seninle hiçbir iş birliğim olmayacak. Bu seviyesiz ve aptal oyuna da dahil olmayacağım. Şimdi kalkıyorsun ve ofisimden siktir olup gidiyorsun!” diye bağırırken, dişlerimi sıkmaya devam ediyordum.
Göz bebekleri büyüdü, alt dudağı titremeye başladı. Geri çekildim, terasımın camının önüne doğru yürüdüm ve bulutlanan gökyüzüne doğru baktım. Bir daha dünyaya sığamayacakmışım gibi hissediyordum.
Bahar’ın topuk seslerini duydum. Tam arkamdaydı. “Çok pişman olacaksın,” derken, sakinlikle konuşuyordu.
Ellerimi pantolonumun ceplerine soktum. Gerilmiş omzumun üzerinden Bahar’a baktım. O da en az benim kadar gergindi. “Siktir git!”
“Bir gün sen bana geleceksin, bunu sakın unutma.”
Daha sonra kapının kilidinin açılma sesi, sonra kapının açılma sesi ve hemen sonra kapının şiddetle çarpılma sesini duydum.
Birkaç dakika sonra kapının tıklandığı duydum. Yanıt vermedim. İçeriye girenin Gül olduğunu sanıyordum.
“Konuşmalıyız.” Aysema’nın endişe dolu sesini duyar duymaz ona döndüm. Titriyordu, şok içindeydi, dokunsam ağlayacaktı. Hemen ona doğru adımladım.
“Hiç iyi görünmüyorsun?”
“Duyduklarımdan, gördüklerimden sonra bir daha nasıl iyi olabilirim bilmiyorum!” Sesi, panik doluydu.
Onu sandalyeye oturtup, karşısındaki sandalyeye de ben oturdum. Uzanıp ellerini tuttum. Hala titriyordu.
“Aysema, biraz sakin olur musun?” Göz göze gelmeye çalışıyordum ama o sadece yere bakıyordu. Delirmiş gibiydi. “Endişeleniyorum,” dedim sakince. Beni duymasını umuyordum.
“Senden başka kimseye gidemezdim!” Hıçkırarak ağlamaya başladı. Öyle aceleci öyle ani hareketler yapıyordu ki anlam veremez gözlerle onu izliyor, sakinleşmesini ummak dışında hiçbir şey yapamıyordum.
Dakikalarca hıçkırıklarının dinmesini bekledim. Birden ağlamayı kesti. Bakışları dondu, gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama sanki sadece bedeniydi karşımda duran.
Bakışlarımız buluştuğunda, gözlerini panik bürüdü. “Gitmeliyiz!” diyerek ayağa fırladı. “Hemen gitmeliyiz. Allah kahretsin! Hadi hemen gitmeliyiz!” Odanın içinde çıldırmış gibi çırpınıyordu. Kollarından tutup onu sakinleştirmeye çalışıyordum ama biraz daha kuvvet uygularsam incinecekti.
“Aysema yeter!” diye bağırdığım an durdu. Şok olmuş halde yüzüme baktı.
Sonra da dudaklarından o lanetli kelimeler döküldü. Kurduğu hiçbir cümlenin izahı ve geri dönüşü olmadığını bilmiyordum.
“Leyla… Aşağıda, otoparkta. Arabamda yatıyor. Acele etmeliyiz çünkü durumu çok ağır.” Her kelimesinde ses tonu azaldıkça azaldı. “Çok ağır” derken sesi ağırlaştı, havada asılı kaldı.
“İi.. İyi misiniz?” Gül’ün endişe dolu sesini duydum uğultuların arasından. “Aysema Hanım, Aslan Bey, iyi misiniz?”
Başımı çevirip, Gül’e baktım. Endişeyle büyümüş gözleri bir bana bir Aysema’ya bakıyordu. Bir eli kapının kolundaydı ama öylesine gergindi ki kapı kolunu tutan eli, beyazlamıştı.
“Gitmeliyiz!” Aysema, haykırdı.
“Gül, hemen çantanı al, aşağıya koş!” diye emrettikten sonra hızla Aysema ile odadan çıktık.
Sanki göz açıp kapatıncaya kadar otoparka inmiştik. Aysema, arabasını en dip köşeye park etmişti. Arabasına doğru koşarken defalarca sendeledi ama bu onu durdurmadı. Hemen yanındaydım. Aysema’nın arabasına doğru koşuyordum ama tenim alev alev yanıyordu. Aysema, arabanın arka kapısını açtı. Hemen arkasından geçip, arka koltukta yatan kadına baktım.
Onu en son gördüğüm halinden eser yoktu. Bileklerinin açık kısımları morarmış, boynunun görünür yerleri çiziklerle doluydu. Kaşının bir kenarından akan sıvının kan olmamasını dilemekte benim iyimserliğimdi. Hırparlanmış, şiddet görmüş ve anladığım kadarı ile bir yerlerde zorla tutulmuştu.
Boğazım yanıyordu. Nefes alabiliyordum ama nasıl aldığımı bir ben bir Allah biliyordu. Leyla’nın bu halini göreceğime beni diri diri yakmalarını yeğlerdim. Çektiği her acının ve ızdırabının izleri tüm bedenine kazınmıştı. Öyle çaresiz hissediyordum ki; dudaklarımdan tüm zamanların en çaresiz cümlesi döküldü. “Keşke ölmüş olsaydın…”
Ertesi Gün
Leyla’nın dört kaburgasında kırık vardı. Vücudunun her yerinde ezikler, kesikler vardı. Haftalarca darp edilmiş, haftalarca işkenceye uğramıştı. Eve getirdiğim doktor Gül’ün yeğeniydi. Gül, dünden beri bizimle birlikteydi. Aysema ile o ilgileniyordu. Ben, Leyla’nın başından ayrılamıyordum. Gül, kendi evime gitmemem gerektiğini hatırlatmıştı yol üzerinde. Yaşadığım şok yüzünden hiçbir şeyi hesap edememiştim zaten. Gül’ün geçen sene tesadüfen bulduğu bir dağ evini satın almıştım. Hatta bu evi ailemden de gizlemiştim. Zaman zaman kafa dinlemek için buraya geliyordum. Bu eve Sıla’yı da hiç getirmemiştim. Sıla ile bir süredir görüşmeme kararı almıştık. Hayatına devam etmesini söylemiştim. Birkaç gün beni zorlasa da sonradan ellerini üzerimden çekmişti. Sıla, iyi bir kadındı. Benden daha iyilerini hak ettiğine inanıyordum. Ben, onun kalemi değildim.
Üst katta üç ayrı yatak odası vardı. Birine Leyla’yı yatırmıştık. Bugün sabah saatlerinde doktorun önerdiği herşeyi buraya taşıtmıştım. Herşey Leyla’nın en acısız şekilde sağlığına kavuşması için planlanmıştı. Hala bazı eksikler vardı ama hayati değildi. Şu anda tek isteğim, Leyla’nın sağlığına kavuşmasıydı.
Tabii bir de Aysema’m vardı. Başına neler geldiğini, Leyla’yı nerede bulduğunu, ne yaşadığını hala bilmiyordum. Dün gece ona ağır sakinleştiriciler verildi. Doktor neredeyse birgün boyunca uyuyacağını söyledi. Şu anda böyle olması daha iyiydi. Çünkü ne Aysema’yı yalnız bırakmak ne de Leyla’nın başından ayrılmak istemiyordum.
Bir kaç saat sonra Gül, odanın kapısını çalarak içeri girdi. “Gelmemde sakınca var mı, Aslan Bey?”
Leyla’nın yan tarafındaki koltuğa uzanmıştım. Toparlanıp, oturdum. Gömleğimin bir düğmesini daha açtım. Çok yorgun hissediyordum. “Gel, Gül,” diyebildim, bakışlarımı Gül’ün üzerinde tutmaya çabalayarak.
“İşleri organize ettim ve bizi şu anda yurt dışında, seyahatte biliyorlar. Uçak bileti ve otel gibi detayları da hallettiğimden emin oldum.” Gül, çok akıllı bir kadındı. “ Eve mutfak alışverişi yaptırdım ve herkese yetecek kadar kıyafet getirttim. Döneceğimizden şüphe edilmesin diye bir kaç da toplantı organize ettim. İki firma ile de maliyeti bizi yormayacak şekilde anlaşma sağladım. Yani şirkette her şey olağan akışında.”
“Gül, minnettarım,” diyebildim sadece. Sesim de en az benim kadar yorgundu.
“Sizden ricam önce bir duş alın. Aşağıda size hazırladığım yemekleri yiyin. Masaya bir kaç tane de vitamin bıraktım. Lütfen onları da için. Bu sırada size burada yatak hazırlayacağım. Daha sonra da biraz dinlenin lütfen, olur mu?”
“Tamam,” diye kabul ettim. İtiraz etmeye halim yoktu zaten. Açtım, yorgundum ve pislik içindeydim. Gömleğimin yakasında Leyla’yı taşırken bulaşmış olan dudağından sızan kanın lekesi vardı.
Gü’ün söylediklerini yapmak için olduğum yerden kalktım ve odadan çıktım. Önce duş aldım, üzerimi giyindikten sonra saçlarımı kurutmadan aşağıya indim. Gül’ün hazırladığı yemeklerden atıştırdıktan sonra koyduğu vitaminleri içtim. Gücümü toplamalıydım. Daha henüz ne ile karşı karşıya olduğumu bilmezken kendimi bırakamazdım. Şöminenin olduğu salona geçtim. Üçlü koltuğa uzandım. Biraz sakinleşmeye ve düşünmeye ihtiyacım vardı. Herşey öyle hızlı kontrolden çıkmıştı ki delirmek üzereydim. Tüm bunların içinde en güzel olanı Leyla’nın hayatta olmasıydı. Otoparkta kurduğum son cümleme rağmen.
Doktor, onu gözümün önünde soyup muayene etti. Bitkin düşmüş bedeni gözümün önüne geldi. Ciğerime bir ateş oturdu. Ona dokunmuşlardı, ona işkence etmişler, onu dövmüşlerdi. Üstelik belki de bunu haftalarca yapmışlardı. Çıldıracak gibi oldum. Uzandığım yerden kalkıp, koşarak yukarıya çıktım. Önce Aysema’nın odasına uğradım. Dün gördüğümün aksine öyle huzurla uyuyordu ki, imrendim. Saçlarının arasına bir öpücük kondurdum. Aysema iyi olacaktı. Aysema, bu dünyadaki en değerli hazinemdi.
Daha sonra Leyla’nın odasına geçtim. Gül, söylediği gibi yatağın yanındaki koltuğa çarşaf sermiş, benim için yatak hazırlamıştı. Leyla’ya doğru baktım. Solgun teninin üzerindeki morluklar yeşile dönüyordu. Aldığı ilaçlar ve serumlar ona iyi geliyordu. Dudakları hala renksizdi. Uzun, ince parmaklarının her yanına kablolar dolanmıştı. Doktora acıyı duyup, duymayacağını sormuştum. Kesinlikle acıyı hissetmediğini, derin bir uykuda olduğuna dair bana garanti vermişti. Bu akşam yine gelecek, bu gece burada kalacaktı. Aysema ve Leyla’nın doktora ihtiyacı olacaktı bir süreliğine.
Gül, odadan çıkmadan hemen önce bana doğru yaklaştı ve bir elini omzuma koyduktan sonra bakışlarını Leyla’ya çevirdi. “Ne kadar canının yandığını görebiliyorum,” derken aradaki resmiyeti kaldırmış olması beni rahatsız etmedi. Aksine şu anda halimden anlayan birinin olması beni rahatlatmıştı. “İnan bana ikisi de iyi olacak. Sende iyi olacaksın. Önce şu sağlık sorunlarını ortadan kaldıralım sonrası daha da kolay olacak. Güven bana,” dedi. “Asistanınım evet ama ablan sayılırım. Beni böyle gördüğünü biliyorum. Yanındayım.”
Gözlerim nemlendi. Gül’e doğru baktım. Bir anda ona sarılırken buldum kendimi. Ellerini saçlarımın arasında gezdirip, sırtımı sıvazladı. Geriye doğru çekildiğinde ağlıyordu. “Kadın olmak çok zor ama görüyorum ki senin gibi güzel adamların olduğunu bilmek umut veriyor.”
Tepki veremedim. Haklıydı. Ama en çok hangi konuda haklı olduğunu tüm dünya biliyordu.
“Teşekkür ederim Gül abla, herşey için.”
Gözyaşlarının arasından gülümsedi. “Bu akşam Akif geldiğinde, Leyla’yı temizleyeceğiz. Ona iyi bakacağız, Aysema’ya da. Sakın üzülme. Biz senin yanındayız.”
Minnetle gülümsedim. Aslında gülümsememin ardı ızdırap doluydu. Gül, odadan çıktıktan sonra koltuğa serilmiş çarşafın üzerine uzandım. Tam pencere kenarındaydım. Gökyüzüne baktım. Neredeyse sağanak başlayacaktı. Gökyüzü, yağmur topluyordu.
“Aysema?” Leyla’nın sesinden Aysema’nın adını duyar duymaz olduğum yerde sıçradım. Koşarak Leyla’nın başucuna gittim. Gözleri açık değildi. Rüya mı görüyordu? Uyanık mıydı? Paniklemiştim. Canı yanıyor muydu?
“Leyla, buradayım güzelim. Beni duyuyor musun?” Çaresizce saçlarını okşadım. Parmaklarımı tüy gibi gezindirmeye dikkat ettim. Başında da dikişleri vardı. Azap içinde kaldım. Yine.
Ela gözlerini araladı. Saniyelerce göz kapaklarını açık tutabilmek için çabaladı. Çatlamış dudaklarını zaman zaman hareket ettirmeyi deniyordu. Acı içinde çaresizliği beni perişan etti, yüreğimi dağladı. Bir süre sonra bakışları, endişeli bakışlarımı buldu. Yorgun bakışlarından bir sürü duygu geçti.
Yatağının yanına doğru oturup, serum takılı olan elini, her an kırılacakmış gibi tuttum. Sıcak tenini hissedince ürperdim. Öldüğünü duyduğum ve yasını tuttuğum kadının elini tutmak çok başka bir histi.
Bakışlarını üzerimde gezdirdi. “Adını bilmiyorum,” diye fısıldadı. Yutkundu, yutkunurken yüzünü buruşturdu. Yine canı yanmıştı. “Ama kim olduğunu biliyorum.”
“Güvendesin, inan bana güvendesin.” Sakince konuşmaya özen gösterdim. Onu ürkütmek istemiyordum.
Cılız parmakları hafifçe elimi kavradı. “Sana gelmek istemiştim,” dedi.
Tüm zihnim çözüldü. Her hücrem sanki evrenin dört bir yanına savruldu. Gözlerimin üzerine bir karanlık oturdu. Kör değildim ama artık göremiyordum. Tüm renkler cümbüş ederken ben sanki zifirinin tam ortasında seyir ediyordum. Dilime doğru kan tadı geldi. Dişlerimi öylesine sıkmıştım ki ağzımın içinde bir yeri parçalamıştım ama acıyı duymuyordum.
Ellerimin üzerini kavrayan ellerine doğru baktım. Bakışlarım buğulandı ama ağlamayacaktım. “İyi ki geldin,” diyebildim, neredeyse inleyerek.
Bakışlarımı yine yüzüne çevirdim. Yanakları pembeleşmişti. Bu beni gülümsetti. Gördüğüm en güzel renkti yanaklarındaki.
“Herşeyi anlatacağım ama tüm bunlar için özür dilerim.” Bu cümleyi tamamlaması saniyelerini almıştı. Yorgundu.
Başımı iki yana salladım. “Tüm bunlar geride kaldı,” diyebildim sadece.
Gülümsedi. Dudağının kenarını sadece bir milimetre kadar yukarı doğru kıvırabilmişti ama gülümsemişti işte! Çektiği bunca acının içinde gülümsemişti. Daha önce kimseden böyle kudretli birşey öğrenmemiştim.
“Biraz dinlen, ben buradayım.” Göz kapaklarını bir kaç saniye kadar kapalı tutup, yeniden açtı. Beni onaylıyordu. Yavaşta, elimi parmaklarının arasından çektim. Yavaşça gözlerini kapattı. Çok kısa bir süre sonra çoktan derin bir uykuya dalmıştı bile.
Ona doğru uzanıp, alnından öpmek istedim. Ama bunu yapmayacaktım. Onun isteği dışında yeterince dokunulmuştu zaten. Arzularımla yanıp, tutuşsam, kül olacağımı da bilsem ona izni olmadan asla dokunmayacaktım.
Bir gün canının yandığı her zerresini hem öperek hem severek ona unutturmaya söz verdim, kendi kendime. Tabii o izin verdiği, istediği sürece.
Bir saate yakın baş ucunda bekledikten sonra kalktım yanından. Bir daha gözünü açar da beni yanında göremez diye endişeleniyordum. Yalnız hissetmesini, korkmasını istemiyordum.
Kapı tıklandı. Aysema, üzerinde benim hırkam ile odaya girdi. Önce yatakta yatan Leyla’ya baktı ve gözlerinden yaşlar süzüldü. Hemen ardından ona doğru yürüdüm. Onu kollarımın arasına alıp, saçlarından öptüm. Küçük hıçkırıklarını duyuyordum ama onu durdurmadım. Sakinleşmesi için ona zaman tanıdım. Bir süre sonra nefes alışverişleri sakinleşti ve geriye doğru çekildi. Saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıp, güzel yüzüne baktım. O da yorgundu. O da en az benim kadar azap içindeydi. Üstelik benden daha fazla bildiği birşeyler vardı ve bildikleri ona ağır geliyordu.
Aysema’yı kolumun altına alıp, odadan çıkardım. Aysema itiraz etmeden, benimle birlikte aşağı doğru yürümeye başladı. Gül, şöminenin yanındaki minderin üzerinde oturuyordu. Geldiğimizi görünce ayaklandı.
“Aysema Hanım!” Koşarak yanımıza geldi. Aysema’nın koluna girip, koltuğa oturttu. Bende Aysema’nın hemen karşısında duran tekli koltuğa oturdum. Uzanıp, Aysema’nın elini tuttum. Yorgun bakışlarını yüzümde gezdiriyordu. Anlatacak çok şeyi vardı ama nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi.
“Ben sizi yalnız bırakayım,” dedi, Gül.
“Lütfen kal, Gül abla. Anlatacaklarımı seninde bilmen gerek.” Aysema, Gül’ü yanına doğru çekti ve diğer eli ile de Gül’ün elini tuttu. Kendini hazırlıyordu.
Zamansızca beklemeye devam ettik. Acelem yoktu. Duyacaklarımı merak ettiğime pişman olacağıma emindim ama bilmem gerekiyordu. Bundan sonra bu evdeki üç kadının da tarafımca korunmaya ihtiyacı olduğunu hissediyordum.
“Leyla’yı o günden sonra alıkoymuşlar,” diye başladı sözlerine. Sesi, güçsüzdü. Titriyordu ama sakinleşmek içinde gözle görülür bir çaba içerisindeydi. “Leyla, bir kaç defa kaçmayı denemiş. Yakalanmış. Hakkında tüm söylenenler de yalanmış.” Kan revan içinde olduğumu Aysema yüzümden okuyamasın diye büyük bir çaba sarf ediyordum. Sırtımdan aşağıya ter süzülüyordu. “Bunları ona yapanlardan biri de dedemizmiş,” dedikten hemen sonra hıçkırıklara boğuldu. Şok içinde Aysema’ya bakakaldım. Son zamanlarda kaçıncı defa darbe alıyordum sayamamıştım.
Gül’ün yüzünde dehşet dolu bir ifade vardı. Hepimiz, benzer hisleri yaşıyorduk.
Aysema, hıçkırıklarının arasından, “Dedem, tüm bunları dedem planlamış!” diye haykırdı. Titreyen omuzlarına sarılmayı denedim ama onu kontrol edemiyordum. Sinir krizi geçiriyordu. Fırsatım olsaydı bende aynı durumda olabilirdim. Hangi duyguyu hani sıra ile yaşayacağımı bilemez haldeydim.
Tüm hayatım gözlerimin önünden akıp gidiyordu ama önümü bile göremiyordum aslında. Hayatımda ilk defa ölmüş olmayı diledim. Bir insanın hayatı bir günde tepe takla olabilir miydi? Bilinenin aksine ölmek de böyle bir şey miydi? Bunca şeyin ardından yarınları görebilecek miydik gerçekten? Bu sarmalın içinden nasıl çıkacaktık? Ben, tüm bunlarla nasıl baş edecektim? Murat denen o adamın ağzını burnunu dağıtırken de şuurum yerinde değildi. Ama şu anda katil olmama ramak vardı. Tüm dünyanın canı cehennemeydi ! Bunca pisliğin ortasında, hiç olup kalmıştım. Sahip olduğum herşey benden gitmişti, tüm gücüm tükenmiş, dört bir yanımı ızdırap sarmıştı. Hayatım, birilerinin elinde bir mum gibi tutuluyor, ısrarla tüketiliyordu sanki. Kollarımda hıçkırıklara boğulan Aysema’ya baktım.
O da azap içindeydi. Gül ise dehşet. Peki ya ben?
Ben, tam anlamıyla hiçlikteydim. Şiddetle sarsılmış, tüm sokaklarım tarumar edilmişti. Bu dünyada payıma düşeni aileden almıştım işte. Yıllarca büyük yalanların, ihanetlerin arasında yaşamıştım hayatımı bilmeden.
Daha sıra Bahar’dan duyduklarıma gelmemişti. Daha duyduklarımı bile süzememişken Aysema’dan duyduklarım?
Bana, benim hayatımı kim geri verebilecekti?
“Aysema?” Aysema’nın hıçkırıklarının arasından Leyla’nın sesi kurşun gibi kulağımı delip geçti.
Başımı arkama doğru çevirdiğimde Leyla’yı merdiven korkuluğuna tutunurken buldum. “Aysema!” Leyla’nın sesi daha güçlü çıkmıştı.
Aysema, birden sustu. Şok içinde karşısında duran Leyla’ya baktı.
Zaman, yavaşladı. Saniyeler birden saatler oluverdi.
Leyla, yalpalayarak bize doğru yaklaştı. Her adımında acısı katlanıyordu ama bu onu durdurmadı. Aysema’yı koltuğa doğru bırakıp, Leyla’ya doğru koştum.
Hafifçe omuzlarından tutarak, ağırlığını üzerime aldım. Sanki o da bunu bekliyormuş gibi tüm ağırlığını üzerime doğru bıraktı.
Bir eli, omzunu tuttuğum elimin üzerine doğru kapandı. Bakışlarını yüzüme doğru kaldırdı. Sadece bir saniye kadar göz göze kaldık ama sanki yıllarca o halde eskidik, yüzümüz kırıştı. Aysema, bize doğru bir kaç adım attı. Titreyen ellerini Leyla’nın üzerine doğru uzattı. Tam o sırada kapı çaldı.
“Aslan, aç kapıyı. Konuşmamız lazım!”
Babamın sesi, tüm sessizliği böldü. Tüylerim diken diken oldu. Burayı başka kim biliyordu? Gül ile göz göze geldik. Gül, yüzünde aynı şok ifadesi ile bana doğru bakıyordu.
“Baban, bana yardım etti,” diye fısıldadı, Leyla.
İnanamayarak Leyla’ya doğru baktım. Bir anda kollarımın arasından sıyrılıp, yere doğru düştü. Aysema’da aynı anda Leyla’ya doğru eğilerek başını tuttu. Tam o sırada gök gürledi. Gül ve Aysema oldukları yerde sıçradı.
Şöminenin içindeki ateşe doğru baktım. Sadece üç saniye kadar bakmama rağmen sanki günlerce öylece asılı kalmıştım. Sanki o alevlerin içinde yanan bendim. Tüm ruhum, alevler içinde sancıyordu. Bildiklerim de en az bilmediklerim kadar en büyük korkum olmuştu…
Devam edecek…