Leyla
Gözlerimi açtığımda aldığım her nefes ciğerlerime batıyordu. Paniklemedim, yaşadığım acıya paralel orantıda hissizdim de. Haftalarca dört duvar arasında bırakılmış, karanlığa terk edilmiş, aç bırakılmış ve dövülmüştüm. Ölmek daha mı farklı bir duyguydu, artık bilemiyordum. Ölümden sonrasına inancım yoktu ama tüm bu yaşadıklarımdan sonra yaşayacak olduklarıma da hevesim kalmamıştı. Öyleyse neden bir sonraki günü görecektim ki?
Üzerimde kablolar, kollarımda serumlar takılıydı. Kendime hiç acımadan hepsinden yavaş yavaş kurtuldum. Dokunulabilir her yerim acıyordu ama hiç biri çektiğim azap kadar canımı da yakmıyordu. Hiç olmayı isterdim. Belki de hiç var olmamış olmayı, emin değildim. Yataktan çıkarken defalarca dengemi kaybetsem de bir şekilde olduğum yerden kalktım ve kapıya doğru adımlamaya başladım. Başım dönüyordu ama sorun değildi, bulduğum her uzantıya tutunup, ilerlemeye devam ettim. Başımı loş ışıkların sardığı koridora doğru uzattım. Aşağıdan uğultular geliyordu. Tam olarak nerede ve kiminle olduğumu bilmiyordum. En son hatırladığım beni, Aslan’ın babası bir yere bıraktı. Yere yığıldım ve sonrasını hatırlamıyordum. Beni o odadan çıkaran Aslan’ın babası değil, tanımadığım bir simaydı. Aslında önemli değildi. Sonuçta kurtulmuştum. Fakat ya daha kötüsü ile henüz karşı karşıya kalmadıysam? İşte bu konuda en ufak bir fikrim yoktu.
Merdivenin başına doğru sarsılarak ilerlemeye devam ettim. Öylesine yorgundum ki ayakta durmakta bile zorlanıyordum. Bulunduğum yerden geri dönmeye gücüm yetmeyecekti. O nedenle merdivenlerden inmeyi tercih ettim. Her adımımda kulağıma çalınan uğultu, belirgin kelimelere dönüşmeye başladı. Aşağıdan gelen kadın sesinin Aysema olduğunu hatırladım. Kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Gözlerim doldu, yanaklarım ıslandı. Sanki bir merdivenden evin salonuna değil de kurtuluşuma doğru adım atıyormuşum gibi heyecanlanmıştım. Yaşadığım bu muhtaçlık duygusu kalbimi dağlasa da başka çarem olmadığından ilerlemeye devam ettim.
Son basamağa adım attıktan sonra merdivenin korkuluğuna sıkı sıkıya tutundum. Kısaca etrafa bakındım. Dolu bakışlarımın arkasından yanan şömineyi, koyu renkteki koltukları, bana neredeyse arkası dönük şekilde oturan Aslan’ı, gözle görülür şekilde titreyen Aysema’yı ve yanlarında bulunan, tanımadığım kadını gördüm. Benim burada olduğumun farkında değildiler.
Aysema, titrerken ağlamaya başladı hatta kısa bir an sonra hıçkırıklara boğuldu ve dudaklarından dökülen cümle omuzlarıma yük gibi oturdu.
“Dedem, tüm bunları dedem planlamış!” diye haykırdı.
Kimse hareket etmedi. Tanımadığım kadının gözleri sonuna kadar açıldı. Tepki veremedi ama yüzündeki ifadeyi de saklayamadı. Aslan’ın omuzları daha da çöktü. Başını yere doğru eğdi. Dişlerini sıkıyordu, çenesi gözle görülür şekilde kaskatı kesilmişti.
Tam olarak ne yaşadıklarını, bunları neden yaşadığımı, bunların onlara da neden yaşatıldığını bilmiyordum ama bilmeleri gereken tek birşey vardı. Beni, kendi ailemden daha doğrusu sözde ailemden kurtaran onların babasıydı.
Bir adım daha attım ve sesimin güçlü çıkmasını umarak, “Aysema,” dedim. Sesim neredeyse fısıltı gibi çıkmıştı ama beni ilk duyan Aslan oldu. Aniden başını benim olduğum tarafa çevirdi. Çatılmış kaşları yumuşadı, alnı gerildi. Çene çizgisi yine hareketlendi. Omzunu dikleştirdi ve gözleri büyüdü. Yüzündeki şaşkınlık mıydı? Belki. Emin değildim. O gün masa da ifadesinden ne düşündüğünü anlayamamıştım. Onun da beni anlayabildiğinden emin değildim.
Derin bir nefes almayı denedim sesimin daha güçlü çıkması için. Ciğerlerim daha da ağrıdı ama umrumda olmadı. Merdivenin başlığına daha da sıkı tutundum. Omuzlarım yediğim dayaklardan çok gerilmekten ağrımıştı. Dizlerimin bağının çözülmesine de ramak kalmıştı, hissediyordum.
“Aysema!” Bu defa haykırdım. Aysema beni duydu. Bir anda gözlerimiz buluştu. Gözyaşlarının arasında beni gerçekten görebiliyor muydu bilmiyordum. Bir kaç defa gözlerini kırpıştırdı. İnanamayarak bana bakmaya devam ederken; onlara doğru bir kaç adım attım. Sendeliyordum ama dengede de kalabiliyordum. Başımın dönmesini umursamadım. Onlarla konuşmam gerekiyordu, hepimiz tehlikedeydik.
Yanlarına ulaşmama iki adım kala kapının çaldığını daha doğrusu yumruklandığını duydum. Olduğum yerde sıçradım. Zihnim birden bulandı, o oda gözlerimin önüne geldi. Murat Gürsoy, her seferinde kapıma gelip, kapıyı yumruklayarak hakaretler ve tehditler yağdırıp gidiyordu. Tabii bu iyi zamanlarımdı. Sonra odaya girmeye ve bana şiddet uygulamaya da başlamıştı. Bu huzursuz düşünceyi başımdan atmak istercesine başımı iki yana savurdum. Bu bir hataydı. Zaten koruyamadığım dengem iyice bozuldu. Aslan, çevik bir hareketle sanki bir adımda yanıma geldi. Beni kolunun altına alıp, tüm ağırlığımı üstüne doğru çekti. İtiraz edecek durumda değildim. Eğer beni tutmamış olsaydı çoktan yere düşmüştüm. Ancak başımın dönmesi durmadı. Oda, gözlerimin önünde sağa sola savruluyor, görüşüm bulanıklaşıyordu. Tüm sesler, uğultuya dönüşmeye başladığında yine bayılacağımı anladım. Yeniden gözlerimi açtığımda nerede uyanacağımı bilememenin çaresizliği titrememe neden oldu. Daha fazla direnemedim.
Zemin ayaklarımın altında titredi ve birden tüy gibi hafifledim. Bedenim Aslan’ın kollarında asılı kalırken son gücümle; “Baban, bana yardım etti,” diye fısıldadım. Umarım bu bana zihnimin bir oyunu değildi. Aslan’a sesimi duyurduğumu bile umut edemeden gözlerime perde indi.
Bir Kaç Saat Sonra…
Gözlerimi açtığımda yine aynı odadaydım. Bu defa hiç bir yerimde acı veya ağrı hissetmiyordum ama sersem gibiydim. Dakikalarca kendime gelmeye denedim ama başarılı olamadım. Sol tarafımdan sarı bir ışık gözüme çarpıyordu. Rahatsız etmiyordu ama etrafımı görebileceğim kadar da parlak değildi. Yeniden gözlerimi kapattım ve bir kaç dakika daha kendimi toparlamaya çalıştım. Yavaş yavaş ellerimi ve ayaklarımı oynatmayı denedim. Tüm uzuvlarımda his vardı. Ama acı yoktu. Acı gitmişti. Zihnime anılar doluşmaya başladığında alnımın ortasında bir ağrı peydah oldu. Buradan kalkmıştım, aşağıya inmiştim. Aysema buradaydı. Ben hala aynı odada mıydım? Öyle olmasını umarak gözlerimi yeniden açtım. Alacakaranlığın içinde odaya göz gezdirdim. Bir süre sonra görüşüm düzeldi. Tamamen iyi göremiyordum ama gördüklerimi algılayabilecek kadar görebiliyordum en azından.
Solumda, ışığın hemen çaprazında büyük bir pencere vardı. Camın hemen arkasında ağaçların gölgesi oynuyordu. İlk bakışta ürkütücü gelse de bir yandan da huzur verici gelmişti. O odadan sonra her yer bana cennet gelebilirdi gerçi.
Ne kadar süre bu şekilde oyalandığımdan emin değildim. Zaman kavramımı bir süre sonra kaybetmiştim. Gece ve gündüz ayrımı bile yapamaz durumdaydım ama pencerenin perdeleri açık olduğundan gecenin ilerleyen saatleri olduğunu ancak algılayabilmiştim.
Sonra kapının önünden bir kaç adım sesi geldi. Bazı fısıltılar da duydum ama duyduğum bir şey olduğuna da emin olmakta zorlanıyordum.
Kapı açıldı ve içeri bir silüet girdi. Önce ürperdim. Sakin adımlarla bana doğru yaklaştıkça o tanıdık simayı gördüm. Köşeli çenesi yine gergindi. Kaşları çatılmış, alnı kırışmıştı. Ama duruşunun aksine bakışları yumuşaktı. Sarı ışık gözlerine hale gibi yansıyordu. Aslan, bana doğru yavaşça yaklaştı ve yatağımın kenarına oturdu. Onu bakışlarımla takip etmeye devam ettim. Eli ile onun tarafındaki elimi avucunun içine aldı. Soğuk elleri önce ürpertti ama sorun etmedim. Yüzüne yansıyan sarı ışık sayesinde yüzündeki ifadeyi okumaya, anlamaya çalışıyordum.
“Nasıl hissediyorsun?” diye sordu, sakince.
Hafifçe boğazımı temizledim. Boğazım bu hamlemden sonra yandı ama önemsemedim. “Canım yanmıyor,” dedim, beni duyabilmesini umarak.
Gülümsedi. Dudağının kenarındaki çizgi derinleşti. Yüzüne bir sakinlik oturdu. Rahatlamış gibiydi.
“Sana bunun için özel bir ilaç verdik.”
“Teşekkür ederim,” dedim minnetle.
Derin bir nefes aldı. Alnı yeniden kırıştı, yüzüne yine aynı karamsar ifade oturdu. Dudakları tek çizgi olurken, omuzları dikleşti. “Leyla, biraz daha dinlen.” Söyleyeceği bu değildi. Vazgeçmişti.
“Konuş benimle,” diyebildim.
Yine gülümsedi ama bu defa yüzünde acı vardı. “Biraz daha iyi ol sonra zaten konuşacağımız çok şey var.”
“Yastığımı biraz yükseltir misin?” diye sordum.
Hemen ayaklandı. Önce üzerime doğru eğildi, kolu yanağımı okşadı. Kokusu burnuma doldu. Boynu tam yüzümün üzerindeydi. Balıkçı yaka bir kazak giymişti ama sarı ışık yüzünün tam sağ tarafını iyice aydınlattı. Son bir kaç gündür traş olmamıştı. Buna rağmen bakımsız görünmüyordu. Arkamdaki yastığı hafifçe yukarıya doğru çekti. Ellerini başımın altına doğru soktu ve yastığımı omzumun üzerine doğru çekiştirdi. Şimdi daha net yüzünü görebiliyordum. Yeniden yatağımın ucuna oturdu ama bu defa elimi tutmadı.
“Şimdi çok daha rahatım, teşekkür ederim.”
Anlayışla gülümsedi yeniden. “
“Biraz böyle kal sonra seni yeniden yatıralım.”
“Önce konuşmamız gerektiğini düşünüyorum,” dedim beklenti ile.
Bakışlarını devirdi. Bu bıkkınlık değildi, kaçıyordu. İç çekti. Yüzünü yine keder kapladı. İçinde her ne yaşıyorsa bu onu darmadağın ediyordu. Benden önce kendi ile konuştuğuna emindim. Ona, düşünebilmesi için zaman verdim.
“Leyla, tüm bu olanların hatta daha fazlasının nedeni benim ailem.” Her kelimesi bir önceki kelimesinden daha kısık sesle devam etti. Çenesi yine gerildi. Bakışları derinleşti. Gözlerini, gözlerime sabitledi. Sanki kendini bir yüzleşmeye zorunlu tutarcasına aklınca kendine meydan okuyordu. “Dedem olacak o adam sana bunları yaşatmış. Meğer o gün…” durdu. Kısık bir kahkaha attı. Sinirleri iyice bozulmuştu. “O gün aslında tüm plan çok başkaymış. Ama bilmiyordum. Hesap edemedim. Gelecek olanı göremedim.” Kendine kızgındı.
“Bu seninle ilgili değil ki…” diye savunmaya geçecektim ki sözümü kesti.
“Bu benimle ilgili değil ama ailemle ilgili. Dolayısı ile benimle de ilgili. Leyla,” derken, gözlerini tüm vücudumda gezdirerek, “Şu haline bir baksana!” dedi. Kendini suçluyordu.
“Aysema, sen yani sizin sayenizde hatta babanın sayesinde hayattayım ve iyiyim,” diyebildim.
Gözlerinden belli belirsiz bir kaç duygu gelip geçti. Belki bir kısmı şüpheydi, bilemiyordum. “Bir de o mesele var,” dedi bıkkınlıkla.
“Babanın başı dertte mi?” Endişelenmiştim. Babası bana yardım etmişti. O adamı önemsiyordum.
“Onu koruyacağım ve annemi de. Aysema’yı ve seni de.” Ses tonu kararlıydı.
“Biraz daha iyileştikten sonra başımın çaresine bakacağım.” Bende en az onun kadar kararlı bir ses tonu ile konuşmuştum.
Kaşları hafifçe yukarıya doğru kalktı. Sonra yüzüne sıcak bir gülümseme yerleşti. Gözlerinde daha çok merhamet vardı. “Elbette bakabilirsin ama bu süreçte sana destek olmak istiyorum.”
Başımı hafifçe sağa doğru eğdim. İçim burkuldu. Uzun zamandır kimse beni destekleyen cümleler kurmamıştı. Burnumun ucu hafifçe sızladı. “Teşekkür ederim, kendim halledeceğim,” diyebildim.
Yine elimi avucuna aldı. Bana her an kırılabilirmişim gibi dokunuyordu. “Leyla, bir süreliğine yolumuz bir gibi görünüyor. Artık istesen de seni yalnız bırakamam.”
“Neden?” diye sordum ama merakımdan da değildi.
“Bazı şeyleri yaşamana dolaylı yoldan da olsa ben sebep oldum. Zaten tüm bunlar olmadan önce de sana gelmeyi, sana yardım etmeyi hatta sana burada veya çok daha uzaklarda yeni bir hayat kurmayı planlamıştım.”
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. “Nasıl yani?”
“Aysema bana hayatından bahsetti. Ancak bir çoğunun aslında yalan olduğunu anlamamız zaman aldı. Ancak bu süreçte ben senin için yeni bir hayat planlamaya başlamıştım. Babanı, abini hatta sanırım kuzenlerini falan hastanelik ettim. Yani…”
“O adam benim babam değil,” diye itiraf ettim. O adam derken bile tiksindiğimden midem bulandı.
Aslan’ın bakışları ciddileşti, alnı kırıştı. “Murat Gürsoy’dan mı söz ediyoruz?”
Başımla onayladım.
“Bu da mı yalandı?” Bana soru sormaktan çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. “Murat Gürsoy baban değilse, Bahar da kuzenin değil o halde.” Çenesini sıvazladı.
Bahar’ın adını duyduğum an ürperdim. Olduğum yerde huzursuzca kıpırdadım ve bu Aslan’ın gözünden kaçmadı. “Bahar’ı tanıyorsun?” Aslında soru sormamıştı.
“Tanıyorum,” derken sesim çatladı.
“Leyla, Bahar’la alakan nedir?”
Mideme kramp girdi. Boğazım yanmaya, başım dönmeye başladı. Nereden başlayacağımı ya da Aslan’ın ne kadarını bilmesi gerektiğini bilmiyordum. Şeffaf olmak zorundaydım. Bahar ile Aslan tanıştıysa, Aslan da en az benim kadar tehlikede demekti. Bahar, yılanın tekiydi.
“Bahar, onunla evlenmemi istedi.”
Şok geçirmiş bir ifadeyle yüzüne bakakaldım. Şaşkınlığımı gizleyemezdim.
Konuşmaya devam etti. “Benimle anlaşma yapmak istedi. Evlenmemizi ve Murat Gürsoy’u bitirmemi istedi. Bana güven vermedi. Elbette kabul etmedim ama bana yeniden ulaşmak isteyeceğinden eminim.”
“Aslan, Bahar’dan uzak durmalısın,” dedim aceleyle. Gerilme sırası bendeydi.
“Bana zarar veremez, endişelenme,” diye beni telkin etmek istedi ama izin vermedim.
“Bahar’ın eli kolu çok uzun Aslan. Onunla başa çıkamazsın. Onunla evlenemezsin. Onunla bir daha görüşemezsin! Ondan uzak durmalısın!” Hiddetlenmiştim ama bu Aslan’ı durdurmadı.
“Bahar bana yeniden ulaşacak ve ona istediğini vereceğim, Leyla. Bu süreçte sen zaten bu ülkenin sınırları içerisinde bile olmayacaksın. O nedenle kendi adına endişelenme.” Sesindeki kararlılık canımı sıktı.
“Ben senin malın değilim.”
Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Ancak anlayıştan uzaktı. “Böyle hissettirmek istemedim.”
“Her neyse,” diyerek konuyu kapattım. Tabii Aslan buna izin vermedi.
“Bana tüm olanları anlatır mısın? Özellikle dedem ile ilgili olan kısımları bilmeye ihtiyacım var.” Çaresizlik boğazına takılmışcasına yutkundu.
“Anlatacak çok şey var ama bunları bilmen sana birşey kazandırmayacak.”
“Buna ben karar veririm,” dedi sertçe.
“Herşeye sen karar veremezsin,” diye çıkıştım.
Bana doğru eğildi. Yüzü, yüzüme çok yakındı. Hafifçe geri çekilmeyi denedim ama arkamda duran yastık izin vermedi. Sıkışmışlık hissi ile yüzüne bakmaya devam ettim. Gözünü bile kırpmıyordu.
“Birden hayatıma girdin,” dedi sakince. “Tüm hayatım alt üst olurken de senin bu hayatın altında kaldığından haberim yoktu. Öldüğünü söylediklerinde…” Duraksadı, kısa bir an gözlerini kapatıp yeniden açtı. Bakışları derinleşti, göz rengi koyulaştı. “Öldüğünü öğrendiğimde ne kadar çaresiz hissettiğimi bilmiyorsun. Bahar’dan öğrendiklerimden sonra babamdan öğrendiklerimden sonra ne kadar yıkıma uğradığımı bilmiyorsun. En kötüsü de…” Tüm yüzü kederlendi. Dişlerini sıkarak; “Seni o koltukta paramparça halde baygın gördüğümde… Ölmeni dileyecek kadar çaresiz hissettiğimi bilmiyorsun,” dedi.
Geriye doğru çekildi. Çenesindeki tüm kaslar seyiriyordu. Ölmemi mi dilemişti? Keşke diye geçirdim içimden. Bakışlarımı önüme doğru eğdim. Bende çok çaresizdim ama o da bunu bilmiyordu.
“Benim iyileşmem için senin iyi olduğunu, güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım var,” diye mırıldandı. Yine benimle değil sanki kendi ile konuşuyordu. Bakışları üzerimde gezindi. Sağ bileğimin üzerindeki kesiklere takıldı gözü. Gözlerini kıstı, alnı yine düşünceli bir şekilde kırıştı.
“Sana bunları kim, kimler yaptı?” diye sordu, boğularak.
Gözlerim nemlendi. O odada geçirdiğim anıların her biri zihnimi ele geçirdi. Tüm bedenim ürperirken, titremeye başladım. Çektiğim tüm eziyetler, bedenimin her yanını sarmaladı. Tüm acılarım tazelendi. Sanki yeniden işkencelere maruz kalmıştım. Sanki yeniden saatlerce dayak yemiştim… Dayanamayıp, ağlamaya başladım. Aslan, tedirgin bir yüz ifadesi ile aramızdaki mesafeyi kapattı, bana doğru yaklaştı. İki eli ile ıslanan yanaklarımı sildi. Yüzümü avucunun arasına aldı ve ona doğru bakmamı sağlamak için başımı hafifçe yukarıya doğru kaldırdı. Yaş dolan gözlerimle gözlerine baktım.
Tebessüm ediyordu ama gözleri alev alevdi.
“Daha erken gelemediğim için özür dilerim,” diye fısıldadı. Nefesi yüzüme çarparken kalp atışlarım hızlandı. Şaşkınlıkla gözlerinin içine bakmaya devam ettim. “Daha erken gelemediğim, daha erken fark edemediğim en önemlisi de o gün o masada yaşadığım tüm tedirginliği anlamama rağmen kalkıp gittiğim için, özür dilerim,” dedi. Her kelimesi yumuşak, ses tonu güven vericiydi.
“Senin suçun değil,” demekle yetindim. Onun suçu değildi. Bu yaşanılanların onunla ilgisi yoktu.
Hafifçe başını iki yana salladı. Gözlerinden yine belli belirsiz düşünceler gelip geçti. “Leyla…” diye fısıldadı önce. Yüzüm hala avuçlarının arasındaydı.
Midem sancıyordu ama rahatsız etmiyordu da…
“Herşeyi yoluna koyacağım ve senin iyi olman için elimden geleni yapacağım,” diye söz verdi.
Gülümsedim. Gülümsememe içtenlikle gülümseyerek yanıt verdi. Bakışlarında huzur vardı. Karamsarlığı yüzünden silinip gitti. Bir süre daha göz göze bakmaya devam ettik. Kaburgamın altından fırlamak isteyen kalbimi görmezden gelmeye çalışıyordum ama çok zordu. Artık kulaklarım da uğulduyordu. İlaçlardan olmasını umuyordum ama gerçeğin bu olmadığını da biliyordum.
Ellerimi, ellerinin üzerine koydum. Elinin içinin aksine üstü soğuktu, yine.
“Ellerin hep soğuk,” dedim birden. Salaktım ben. Gerçekten.
Başını geriye doğru atarak kahkaha attı. Melodik kahkahası beni daha da gülümsetti. Sonra bakışlarını yine gözlerimin üzerine dikti. Sarı ışık gözbebeklerine hale olarak yansıyordu. Midem yine sancıdı ve yine rahatsız etmedi.
Gözlerini önce dudaklarıma sonra yine gözlerime çevirdi. Yanaklarımın kızardığını hissediyordum ama bu sıcaktan değildi. Ama alev alev de yanıyordum. Dizlerim de titriyordu. Bedenimin hiçbir yerini kontrol edemiyordum. Nefes alışverişim hızlandı.
Aslan, sakince yüzünü, yüzüme doğru eğdi ve dudaklarını dudaklarıma doğru bastırdı. Gözlerimi kapattım.
Tüm dünya bir çok renge büründü. Zihnimin ortasında bir fidan yeşerdi. Göğsümde hissettiğim ağırlık yerini hafifliğe bıraktı. Uzun zaman sonra bedenimi korku değil heyecan ele geçirmeye başladı. Her hücremi hisseder, her kalp atışımı kulaklarımda duyar oldum. Ellerimi, Aslan’ın ellerine doğru bastırdım. Büyük bir açlıkla dudaklarımı yüzüne doğru ittim. Benim aksime Aslan, hala bana bir cammışım gibi hassas davranıyordu.
Öpücüğü yıllarca sürmüşcesine nefes nefese kaldığımda geri çekilen Aslan ile yeniden göz göze geldik. Ellerini yüzümden çekmiş, ellerimi avucunun içine almıştı. Ne kadar süre öylece kaldığımızı bilemiyordum.
Aslan, şaşkın bir ifade ile yüzüme bakıyordu. O an zihnimde tedirginlik uyandı. Pişman mı olmuştu?
Derken, Aslan birden yeniden üzerime eğilip, bu defa daha sertçe dudaklarıma dudaklarını bastırdı. Sakallarının yanaklarıma değen kısımlarında ellerimi gezdiriyordum. Gözlerim kapalı halde sadece uyum sağlıyordum. Tutku ikimizi de ateşler içine atmıştı sanki. Tüm bedenim arzuyla sarsılıyordu. Sanki bir anda iyileşmiştim. Sanki bir anda hafızam tüm kötü anılarımı yok etmişti. Korku yoktu. Tedirginlik yoktu. Yalnızlık yoktu. Çaresizlik yoktu.
Sadece Aslan vardı.
Onu tanımıyordum bile. Birbirimiz hakkında en ufak fikrimiz yoktu. Yaşantımız veya yaşadıklarımız hakkında açıkça konuşamamıştık da üstelik. O beni öpene kadar ondan etkilendiğimi bile bilmiyordum. Belki de beni öptükten sonra etkilenmiştim, bunu bile bilmiyordum.
Sadece şu andaydık. Buradaydık. Paramparçaydık ama bir bütündük de.
Aslan, tekrar geri çekildiğinden nefes nefeseydik. Hangi duyguyu daha baskın yaşadığımdan bile emin değildim. Aklım darmadağındı.
“Özür dilerim,” dedi, iyice geriye doğru çekilirken. Yaptığına inanamaz halde yüzüme bakıyordu. Yüzündeki pişmanlık değildi. Suçluluktu.
Konuşmama izin vermeden devam etti. “Özür dilerim, Leyla… Ben, bunu nasıl yaptım bilmiyorum.”
“Pişman mı oldun?”
Sanki küfretmişim gibi baktı yüzüme. “Pişman olmak mı?”
“Özür diledin, Aslan,” derken sesim zayıfladı. Pişmanım demesini istemiyordum.
“Savunmasız bir anında seni öptüğüm için özür diledim,” dedi.
“Hiçbir savunmasız anım beni bu kadar güçlü hissettirmemişti,” diye itiraf ettim. Hemen sonra sanki yanlış bir şey söylemişim gibi alt dudağımı ısırdım.
Aslan’ın gözleri ışıldadı. Sanki sadece bunu bekliyormuşcasına birden yeniden üzerime eğildi ve bir kez daha dudaklarıma kapandı.
Teslimiyet, hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Hiç bir direnişim bu kadar zevkli sonuçlar doğurmamıştı. İçinde sıkışıp kaldığım benliğim daha önce hiç böylesine özgür hissetmemişti. Alev alev yanıyordum ama arzudandı. Ürperiyordum ama bu zevktendi. Güvende hissediyordum ama bu duygularımdandı. Yıllardır hiç bu kadar canlı hissetmemiştim. Ben çok uzun zamandır hiç bu kadar yaşadığımı hissetmemiştim. Damarlarımda akan kan tenimin üzerine sızıyordu belki de. Dudakları, dudaklarımda belki sadece üç veya beş saniye oyalanmıştı ama aylar gibi gelmişti bu bana.
Bu saatten sonra ne olacağını kim bilebilirdi? Kaderimizin kendi elimizde olup olmadığı da tartışılırdı. Hatta bu dakikadan sonra dünyanın düz olduğu bile ispat edilebilirdi. Hayatımın bir önemi yoktu ama ilk defa hayatımdaki birinin benim için önemi olduğunu, biri içinde önemli olduğumu hissediyordum.
Geçirdiğim o son çaresiz geceyi düşündüm kısa bir an. Pencereden gözyüzüne bakarken yıldız kaymıştı ve ben dilek dilemeyecek kadar yaşamaktan vazgeçmiştim. O gecenin sabahı beni Aslan’a getirmişti.
Hayatımda ilk defa şükrettim. Üstelik bu ilk defa yaşadığım bir an içindi.
Aslan’a bakarak gülümsedim. Derin bakışlarına dalmışken Aysema’nın çığlığı söken şafağı yırtarak bize ulaştı. Biz daha ne olduğunu anlayamadan bir çığlık daha duyuldu. Olduğum yerde doğrulamadan olanlar oldu.
Korku ve panik beni ele geçirdi.
Aslan’ın kalkıp gittiğini bile fark etmemiştim. Titreyen dizlerimin üzerinde doğrulup, endişeyle koridora doğru yürüdüm. Merdivenin başında duran gölgeye doğru baktım. Bana doğru bir adım attı hemen ardından silahın patlama sesini duydum. Karşımda duran gölge, dizlerinin üzerine doğru düştü. Sonra yere kapaklandı. Ben daha çığlık bile atamadan, aynı şekilde dizlerimin üzerine düştüm. Hemen ardından yanağımda zeminin soğukluğunu hissettim. Avuç içlerimi aynı soğuk zemine bastırarak doğrulmayı denedim ama hareket bile edemiyordum.
Göz kapaklarım ağırlaştı, yine kulaklarım uğuldamaya başladı. Aşağıdan yukarıya doğru süzülen ışığa doğru baktım. Sadece gölgeler vardı.
Daha fazla direnemedim ve gözlerimi kapattım…
Devam edecek…