Telefonumun çalma sesi ile irkilerek uyandım. Baş ucumda duran komodine doğru uzanıp, çalan telefonu, kimin aradığına bakmadan yanıtladım.
"Kimsin?" diye yanıtladım arayanı. Uykumdan uyandırılmaktan hoşlanmazdım.
"Kapıdayım," dedi Baran, telefonun diğer ucundan.
Telefonu yastığa bırakıp, yataktan çıktım. Kapıyı açtığımda Baran tam karşımda, uykusuz gözlerle yüzüme bakıyordu.
"Saat daha altı bile değil," diye söylenirken, içeriye giren Baran'ın ardından kapıyı kapattım.
Tam arkamı dönecekken, elleri belime doğru sarılıp, beni kendine doğru çekti. Boynuma doğru bir öpücük kondurduktan sonra beni kendine doğru çevirdi ve dudakları dudaklarımı buldu. Hafifçe karşılık verdikten sonra başımı omzuna doğru gömdüm. Sadece dört gündür birbirimizi görmemiştik ama onu özlediğimi hissettim.
"Bu sabah yine çok sevimlisin," dedi fısıltıyla. Onun aksine ben sabahları enerji dolu ve pozitif uyanmazdım.
Kıkırdadım. "Beni bu saatte uyandırmaman gerekiyordu," diye hayıflandım. Kendimi geriye doğru çekip, yüzüne baktığımda gülümsüyordu.
Astığım suratımla, arkamı dönüp, yatak odama gittim. Arkamdan geldiğini duysam da gözlerimi açmadım. Yastığıma sarılıp, uyumaya devam etmek istiyordum. Kısa bir süre sonra yatağın diğer tarafında bir hareketlilik oldu, hemen ardından Baran'ın duş jelinin kokusu burnuma doldu. Arkamdan sarıldı ve beni kendine doğru çekti. Neredeyse sonbaharın sonundaydık. Sıcak vücudu derin uykum için zemin olurken, huzurla iç çektim.
"Bence uyumamalıyız," dedi kulağımın hemen arkasından.
Cevap vermedim, uyumak istiyordum. Hemen sonra belime sarılan eli, kalçama doğru uzandı. Şu anda bunu yapmak yerine uyumayı tercih ederdim. Yine tepki vermedim. Baran'ın kıkırdadığını duydum.
Kalçamdaki eli yeniden belimi bulduğunda, tekrar kulağıma doğru eğildi, "Dua et kıyamıyorum," diye fısıldadı. Dudağımın kenarı hafifçe yukarıya doğru kıvrılırken, kendimi Baran'ın kollarında, yeniden uykuya teslim ettim.
***
Aynı gecenin sabahı uyandığımda saat neredeyse ondu. Baran'ın derin uykusunu bölmeden yataktan çıkıp, duş aldım. Hemen ardından kendime kahve yapıp, Baran için ise çay koydum. Baran benim aksime uyanır uyanmaz kahvaltı etmeyi seviyordu. Kahvaltı masasını hazırladıktan sonra kahvemi alıp salona geçtim. Geniş koltuklardan birine uzanıp, televizyondan haber kanalını açtım. Gündemi takip etmek benim işimden sayılırdı. Bir kaç basit kaza haberi, bir hastane yangını haberinin ardından sıkılıp, kanalları gezmeye başladım.
"Beni neden uyandırmadın?" Baran, salonun kapısına yaslanmış bana bakıyordu.
Olduğum yerde doğrulup, kahvemden bir yudum daha aldım. "Zaten daha uyuyalı kaç saat oldu ki?"
Gelip yanıma oturdu, kahvemden bir yudum da o aldı. "Kıyamadın yani?" Muzipçe gülümsedi.
Yanağına ufak bir öpücük kondurup, yanından kalktım. Kahvaltı masasına doğru ilerlerken, "Acıkmışsındır, hadi gel," dedim.
"Omleti yapıp geliyorum."
Baran, tüm tabağını doldururken, ben sadece bir parça peyniri didikliyordum. Daha on dakika geçmemişken, Baran'ın tabağı bomboş kalmıştı bile.
"Uyanır uyanmaz nasıl bu kadar iştahlı olabiliyorsun, hayret ediyorum," dedim. Her kahvaltıda bunu söylemeden geçemiyordum.
Baran, televizyondaki kanalı değiştirirken, umarsızca gülümsedi. "Sen gibi besleniyor olsaydım çoktan işsiz kalırdım."
"Abart istersen," derken gözlerimi devirdim.
"Bebeğim, sağlığına hiç dikkat etmiyorsun. Bence bir doktora görünelim, sana bir beslenme programı oluşturalım." Söylediklerine mi yoksa bunları söylerken ne kadar ciddi olduğuna mı gülmeliyim, karar veremedim.
"Kahvaltı yapmadığım için konu nerelere geldi," dedim kinayeyle.
Baran, elindeki kumandayı masaya bıraktıktan sonra kahve fincanın üzerinde duran elimi avuçları arasına aldı. "Çok sağlıklı beslendiğini söyleyemeyiz değil mi?" Gözleri, yüzümde gezinirken, bir kez daha gülümsedim.
"Kahvaltı dışında diğer öğünlerimde gayet iyi besleniyorum, benim için endişelenme." Elimi öptükten sonra, boş tabağını alıp, mutfak tezgahına bıraktı. "Çalışma odasında olacağım, bir kaç işim var."
"Akşam yemeğe mi gitsek?" diye sordum salonun kapısından çıkarken. Omzunun üzerinden bana dönüp, "Olur," dedikten sonra çalışma odasının kapanma sesini duydum.
Kahvaltı masasını kaldırırken, kapının zili çaldı. Gelen Ayça'ydı. Evime yardımcım olarak geliyordu ancak aynı zamanda beni asiste ediyordu.
"Geciktim biraz," derken, telaşla topuklu ayakkabılarından kurtulmaya çalışıyordu.
"Baran geldi zaten, bizde geç kalktık," dedim salona yürürken. Kahvaltı masasını toplamaya devam ederken Ayça da bana yardım etmeye başladı.
"Bildiğim kadarı ile Baran Bey önümüzdeki hafta gelecekti."
"Öyle miydi?" diye sordum merakla. Baran kolay kolay programını değiştirmezdi. Ayça da benim Baran'la zaman geçirebilmem için Baran'ın asistanı ile ortak planlama yapardı her zaman.
Başıyla onayladı, kahvaltılıkları buzdolabına koyarken. "Hatta bir de Amerika seyahati olması lazımdı ama bilemedim."
Son bulaşığı da makineye koyarken, Ayça'nın söylediğine aklım takıldı. Uyku sersemi neden geldiğini de sormak aklıma gelmemişti. Bulaşık makinesini kapatıp, tekrar salona geçtim. Berjere oturduktan sonra da Ayça üçlü koltuğa oturdu. Tabletinden bir şeylere bakıyordu.
"Baran'ın programını bir açsana Ayça," dedim merakla.
"Tabii," dedikten kısa süre sonra; "Normalde bugün İzmir'de olması gerekiyordu. İki gün sonra Ankara, aynı gün tekrar İzmir, daha sonra ise Amerika'ya gidecekmiş. Uçak biletlerini almış Esra." Esra da Baran'ın asistanıydı.
"Esra'yı bir arar mısın? Programın değiştiğinden haberi var mı?"
Ayça, hemen Esra'yı aradı. Kısa bir telefon görüşmesinin ardından telefonu kapattı. "Esra, Baran Bey'in burada olduğunu bilmiyor," dedi şaşkınlıkla. Bu işte bir terslik vardı.
"Sen otur, ben geliyorum birazdan," dedikten sonra çalışma odasına gittim. Kapıyı çalmadan içeri girmemle, Baran omzunun üzerinden bana baktı ve tekrar önüne döndü.
"Birazdan yanına geleceğim," dedi. Üç büyük ekranda kodlar vardı. Klavye sesi tüm odayı dolduruyordu.
"Programına göre burada olmaman gerekirdi, neden buradasın?" diye sordum. Ses tonum hesap sormaya çok yakındı. Baran, durdu ve sandalyesinin üzerinde bana doğru döndü.
Çatılmış kaşlarından, rahatsız olduğu belliydi. "Seninle bunu konuşacağım ama birazdan. İzin verir misin?"
"Neler oluyor?"
Sıkıntı ile iç çekti. "Salona geçelim."
"Hoşgeldiniz Baran Bey," derken Ayça, salondan içeriye giriyorduk. Ayça'nın yanına oturdum. Baran, tam karşımda duran berjere oturdu.
"Ayça, bize biraz izin verir misin?" Ayça, hiç bir şey söylemeden salondan çıktı.
"Seni dinliyorum," dedim hemen ardından. Arkama yaslanıp, bacak bacak üzerine attım.
Baran'da aynı şekilde arkasına yaslanırken, kendisine bir sigara yaktı. "Annen ile ilgili bazı gelişmeler oldu ve seni aramaktansa yüz yüze konuşmayı tercih ettim."
Annemden söz ettiği an kalbim tekledi. Annem neredeyse dört senedir kayıptı. Baran, iki yıldır hayatımdaydı ve neredeyse iki yıldır annemi bulabilmem için bana yardım ediyordu.
"Ne gelişmesi Baran! Bana bunu nasıl söylemezsin?" Öne doğru eğilerek, bağırdım. Konu annem olunca kendimi kontrol edemiyordum.
"Biraz sakin olur musun?" Tam bu sırada kapının zilini duydum. Hemen ardından salon kapısından içeri Eren girdi. Eren, Baran'ın en yakın arkadaşı, aynı zamanda ortağıydı.
"Hoş geldin" dedi Baran, Eren koltuğa otururken. Eren, Baran için bana annemi bulmamda yardım ediyordu. Tam olarak ne yaptığını bilmiyordum ama Eren'in dünyanın her yerinde bağlantısı vardı. Benim gibi.
"Hoş geldin diyemedim, kusura bakma," derken, tekrar arkama yaslandım.
O sırada Ayça elinde viski bardağı ile girdi ve Eren'e uzattı. Eren, sürekli alkol kullanıyordu. Eren'i bir yıldır tanıyordum ama bugüne kadar bu kadar içmesine rağmen onu hiç sarhoş görmemiştim.
"Ayça, sende gel," dedim. Ayça hiç bir şey söylemeden yanıma oturdu. "Artık anlatacak mısın?" Her geçen dakika öfkeleniyordum.
"Anlat kardeşim anlat. Anlat da o da bilsin nasıl bir takasa gireceğini," dedi Eren bıkkınlıkla, araya girerek.
Baran'ın kemikli yüzüne baktım. Sert bakışları Eren'in üzerinde gezindikten sonra yeniden benimle göz göze geldi. Biten sigarasını söndürüp, sehpanın üzerindeki kahvesini alıp yudumladı. "Duyduklarından hoşlanmayacaksın ama bilmen gerekiyor," diye başladı sözlerine. "Bazı bağlantılarımız ile biri bana ulaştı. Adını ya da kim olduğunu bilmediğimiz biri," derken Eren'le kısa süreli bakıştılar. "Anneni aradığımızı bildiğini ve annenin nerede olduğunu bildiğini iletmiş. Bize yerini söyleyeceğini, annen ile bir süredir de görüştüğünü söylemiş."
"Yani annem hayatta," derken sesim titredi. Gözlerimin dolduğunun farkında değildim.
"Haberi getiren sağlam biri de haberi gönderenin kim olduğunu bulamıyoruz," diye söze girdi Eren. Viski bardağı çoktan boşalmıştı.
"Karıştırma oralarını şimdi," dedi Baran, Eren'e doğru bakarak.
"Ne demek karıştırma? Sen nasıl bir deliliğin kenarında olduğumuzu da anlatacak mısın Nisan'a?"
"Anlamıyorum," dedim titreyen sesimle. Ayça hafifçe omzuma dokundu.
"Ben sana anlatayım," derken Eren, öne doğru eğilip, ellerini dizlerinin üstünde birleştirdi. "Bu adam her kimse annene karşılık bizden projemizi istiyor. Yedi yıldır üzerinde çalıştığımız, tüm dünyayı değiştirecek olduğumuz projemizi. Üstelik bu projeye de senin kuryelik etmeni istiyor. Nasıl ama? Güzel fıkra değil mi?"
"Projenizi nerden biliyor olabilir ki?" diye sordum inanamayarak. Projeyi bilen çok az kişiydik. Hepsi de yıllardır içimizden olan insanlardı.
"Oraları düşünmeye gerek yok şimdi. Şu anda nasıl hareket edeceğimizi planlamalıyız sadece."
"Sen ne dediğinin farkında mısın? Yıllarımı verdim ben o projeye yıllarımı! Daha kaynağını bile bilmediğimiz bir konu için feda etmene izin veremem!" Eren'in ses tonu her kelimede daha da yükselirken, konuşulanları anlamaya çalışıyordum.
"O projenin yaratıcısı benim lan! Sana ne oluyor?" Baran'ın yükselen sesi Eren'in sesini bastırsa da Eren pek susacak gibi görünmüyordu.
"Nisan için bunu da feda etmene izin vermeyeceğim," dedi ve sonra bana doğru baktı. Öfkesinden çoktan ayağa kalkmıştı bile. "Sen buna razı olabilecek misin? Yıllarımızı verdik biz bu projeye. Yıllarca gece nedir gündüz nedir bilmedik. Şimdi bu adam gelmiş bana, senin için bu projeyi çöpe atacağını söylüyor. Sen söyle bana Nisan, ben buna nasıl razı olurum?"
Haklıydı. Söyledikleri değil de annemi bulamama endişesi omuzlarıma yük olarak çöktü. Gözlerim yanıyordu ama başımı eğmedim. Eren, tüm söylediklerinde haklıydı.
"Ben bu kararı alırken sana sormadım!" diye kükredi Baran. İrkilerek, Baran'a baktım. O da ayağa kalkmış, Eren'in karşısında duruyordu.
"Buna izin vermeyeceğim, Baran. Bunu böyle bil." Eren, kapıyı çarpıp evden çıktı.
Şaşkınlıkla bir Baran'a bir Ayça'ya bakıyordum. Bir şey söylemeye gücüm yoktu, sanki tükenmiştim.
"Ben su getireyim," dedikten sonra Ayça ayaklandı. "Baran Bey, sizde oturun lütfen. Hepimizin sakin olması gerekiyor."
Ayça'nın getirdiği sudan bir yudum alana kadar boğazımın bu kadar kuruduğunun farkında bile değildim. Baran, aynı yerine oturmuş, merakla yüzümü inceliyordu. Bakışlarının ardında çok daha fazlası olduğu belliydi ama konuşmuyor, öylece bana bakıyordu.
Bir süre sonra; "Merak etme, her şeyi yoluna koyacağım," dedi Baran.
"Senden bunu isteyemem, bu çok fazla. " Bunu tüm samimiyetimle söylemiştim.
Zaten Baran'a bir hayat borçluydum.
Baran, benim için bir çok şey yapmıştı. Bunlardan en önemlisi ise beni üvey babamın elinden kurtarmıştı. Beni neden kurtardığını her sorduğumda hiç yanıt almamıştım. Ama kısa sürede Baran hayatımın birçok yerine nüfuz etmişti. Aramızdaki aşktan öte bir şeydi. Baran, beni koruyan, kollayan bir adamdı. Bu, hayatımda ilk defa tattığım bir duygu olduğundan olsa gerek bir anda her şeyim olmuştu. Baran'dan gizli olarak bende bağlantılarımı kullanarak, Baran'ın beni nereden bulduğunu ve neden kurtardığını araştırıyordum. Bunu o bilmiyordu ama ben bir gün bunu da öğrenecektim. Sonucu ne olursa olsun hem bunu öğrenecek hem de annemi bulacaktım.
"Her şeyi bir kenara bırakalım," diye devam etti Baran. "Şimdi bu her kimse bu projenin kodlarını senin taşımanı istiyor. Ben veya Eren olmadan sadece seninle iletişime geçip, seni annene götüreceğini iletmiş. Benim tek onaylamadığım kısım bu." Ses tonu çok ciddiydi. Zaten Baran işimden de hiç hoşlanmıyordu ama ben bu işten ibarettim. Bu saatten sonra bir mağaza açıp, çanta satamazdım.
"Benim aklım çok karıştı, Baran," diye itiraf ettim.
"Haklısın, benim de öyle. Ancak bir şansımız var ise bunu kullanmamız aptallık olur. Fakat şu senin kurye olman meselesini çözmemiz gerek."
"Kurye olmam değil de senin projeni teslim etmene göz yumamam. Eren, söylediği her şeyde haklı."
Derin bir nefes aldıktan sonra yerine tekrar oturdu Baran. "Bir defa yaptık, yine yapabiliriz. Bu defa yedi yıldan daha kısa sürecektir. Endişelenme."
Gözlerine baktım. Benim için böyle bir fedakarlıkta bulunmasını kabul etmem söz konusu değildi. Baran'dan bunu beklemem büyük bir bencillik olurdu. O aracı her kimse ona ulaşmam gerekiyordu.
"Aklından geçenleri tahmin edebiliyorum ama nafile." Baran, kafamın içindeki sesleri sustururken, şakaklarımı ovdum. Migrenim tutacaktı. "Projeyi vermemi istemiyorsun, bunu anlarım ama aracıya ulaşmak istemeni anlayamam. Bu çok tehlikeli, senin için bile."
Baran, beni iyi tanıyordu.
"Eğer istersem onu bulurum, Baran. Biliyorsun."
Başıyla onayladı. "Biliyorum ama bunu sürdürmene izin vermem." Sesindeki kararlılıktan hoşlanmamıştım.
"Buna sen karar veremezsin." Tek kararlı olan o değildi.
"Anneni bulacağım, sadece bana zaman ver," derken ses tonu yumuşadı. Güven vermeye çalışıyordu.
"Bu konu burada kapanmadı." Kendimden emin bir şekilde söylemiştim bunu ve çok ciddiydim. Gerçekten de bu konu burada kapanmamıştı. Her zaman her şeyin bir yolu olurdu. Bu yollardan bana en uzak olanı, Baran'ın benim için bir fedakarlık daha yapacak olmasıydı.
Baran, tekrar çalışma odasına döndükten sonra Ayça'dan türk kahvesi istedim. Migrenim tutmak üzereydi. Kendimi iyi hissetmiyordum. Kahvemi yudumlarken, tabletimi alıp bir kaç küçük araştırma yaptım. Bazı bağlantım olan insanlarla görüşmem gerekiyordu. Sanırım bir süre de işlerime ara vermek durumunda kalacaktım ama bu önemli değildi. Şu anda önceğilim yine annem olmuştu.
"Telefonunuza mesaj geldi," derken Ayça telefonumu bana uzattı. Ekranda bilmediğim bir numara vardı.
Mesajı açtım; Seni annene götüreceğim, yarın 14:00'da Town Plaza 27. kat, 99 numara.
Ekranı kilitledim. Mesajın kimden geldiğini bilmiyordum. Önemi de yoktu. Bu bir tuzak bile olsa beni anneme bir adım daha yaklaştıracak basamak olmaktan kurtulamazdı...
Devam Edecek...
İG : begibooks