Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Final

@ben1deniz

Düşüş anı, Hera için zamanın durduğu bir an gibi hissettirdi. Ancak bu his, daha sonra gerçeğin acımasızlığıyla karşılaştığında bir kabusa dönüşecekti. Hera ve Karmen, yere doğru hızla yaklaşırken, içlerindeki korku ve karanlık düşünceler yavaşça silinmiş gibiydi. O anda, her şeyin sona erdiğini düşünüyordu.

 

Gözleri kapalıydı ve havanın serinliğini hissetti. Ama ardından, sert bir darbe ile yere çarpmanın acısı geldi. O an, tüm dünya sanki durdu. Gözlerini açmaya çalıştı ama etrafındaki karanlık her şeyi kaplamıştı. Karmen, onun kollarında, bir kuş gibi düşmüştü. “Anne…” diye fısıldadı, ama sesi bir yankı gibi kayboldu.

 

Her şeyin sona erdiğini düşündüğü an, bir çığlık koptu. O ses, Ares’in sesiydi. Hera’nın aklında kaybolmuş anılar bir araya gelmeye başladı. Ares, onların düştüğünü gördüğünde, korkuyla dolmuştu. “Hera! Karmen!” diye bağırdı.

 

Zihnindeki acı ve korku, onu sarıp sarmalamıştı. Gözleri, Hera ve Karmen’in yerde hareketsiz yattığını gördüğünde, kalbi duracak gibi oldu. Koşarak yanlarına geldi ama bu sırada zaman sanki onun için durmuştu. İkisini de yerden kaldırmaya çalıştı ama vücutları cansızdı.

 

Ares, gözyaşlarını tutamadan, “Hera, lütfen! Uyan!” diye haykırdı. Ama yanıt alamadı. Karmen’in küçük bedeni annesinin kollarında yatan bir bebek gibi görünüyordu. Ares, o an, hayatında hiç hissetmediği bir acıyı deneyimledi.

 

Zaman durdu, kalbi ağır bir yükle doldu. “Bunu nasıl kaldırabilirim?” diye düşündü. İçinde bir boşluk, tarifsiz bir acı vardı. İkisini de kaybetmenin getirdiği çaresizlikle başa çıkamayacağını hissetti.

 

Polis ve ambulansın sirenleri duyulmaya başladı ama Ares’in aklında yalnızca iki kayıp vardı. “Lütfen, geri dön!” diye haykırdı. Ama ses, rüzgarla birlikte kayboldu. Her şeyin sona erdiğini, hayatta kalmanın artık bir anlamı olmadığını düşündü.

 

Hera ve Karmen’in cansız bedenleri, hayatının en karanlık anına tanıklık ediyordu. O an, Ares, hayatının hiçbir anında hissetmediği bir boşluk ve kaybetme korkusuyla yüzleşmek zorunda kaldı.

 

Zaman geçtikçe, her şey daha da karanlıklaştı. Ares, hayatta kalan tek kişi olarak o acıyı taşımanın ne kadar zor olduğunu düşündü. Her şeyin sona erdiği o an, hiçbir zaman unutamayacağı bir anı olarak aklında kalacaktı.

 

Hera ve Karmen’in kaybı, Ares’in ruhunda derin bir yara açmıştı. İçinde taşıdığı bu acı, onu asla bırakmayacak, her anında onları hatırlatacak bir yük olacaktı. Ve o an, Ares’in hayatında hiçbir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını anladı.

 

Ares, mezarlığın karanlık köşesine oturmuştu. Gözleri, toprak altındaki hayatların kaybolmuş anılarına dalmışken, zihninde geçmişin acı dolu yankıları çınlıyordu. Her anı, Hera ve Karmen ile geçirdiği mutlu günlerin gölgesinde kaybolmuştu.

 

Mezarlıkta yapayalnızdı. Hava, serin ve içe işleyen bir sessizlikle doluydu. Herhangi bir ses, ruhunu daha da saran boşluğun derinliğini hissettiriyordu. Hayatındaki neşenin yok olması, onu derin bir karanlığa sürüklemişti. O gün, her şeyin sona erdiği anı sürekli aklında tekrarlıyordu. “Nasıl böyle oldu?” diye düşündü. “Onları nasıl kaybettim?”

 

Hera'nın mezarının başında, gözyaşları yanaklarından süzülürken, içindeki çaresizlik daha da yoğunlaştı. “Neden böyle bir şey yapma gereği hissettin, Hera?” diye fısıldadı. “Kızımı neden yalnız bıraktın?” Gözleri, mezarın üzerinde açılmış olan küçük çiçeklere takıldı. Her biri, hayatın güzelliğini simgeliyordu ama o an, bu güzellikler Ares’in gözünde sadece acı veriyordu.

 

Mezarı başında, elleriyle toprağı kazmak istedi ama toprak sert ve dayanıklıydı. “Hera, seni geri getiremiyorum ama seni unutmam mümkün değil,” dedi. Sesindeki kırılganlık, kalbindeki derin yarayı daha da açıyordu. İçindeki boşluk, onu daha da karamsar bir yalnızlığa sürüklüyordu.

 

Gözlerini kapattı ve hafızasında Hera’nın gülümsemesi belirdi. “Seninle yaşamak için her şeyi göze almıştım,” diye mırıldandı. “Ama sen beni bıraktın.” Derin bir nefes aldı ama aklındaki karanlık düşünceler onu bırakmıyordu. “Karmen de... O daha çok küçüktü. Neden onu da aldın?”

 

Bir an için, yere düşen yaprakların sesi dışında hiçbir şey duymadı. Sonra aniden, gözyaşları içinde haykırmaya başladı. “Neden? Neden ben? Bunu hak etmiyordum!” Kendini kaybetmiş bir halde, orada oturmuş, hayatının anlamını yitirmiş gibi hissediyordu. Gözyaşları, başına ağrılar saplarken, ona karşı duyduğu öfke, içindeki boşluğu daha da derinleştiriyordu.

 

Hera’nın anısına bir dua okudu ama kelimeler boğazında düğümlendi. Kızını kaybetmenin verdiği acıyla, içindeki öfkeyi ve çaresizliği bir araya getirerek haykırmaya devam etti. “Seni bulacağım, Hera! Bir gün, seni bulup bu acıyı sona erdireceğim!”

 

Ama o an, gerçeklikle yüzleşmek zorundaydı. Hayatının en karanlık köşesinde kaybolmuş, kendini bulamayan bir adamdı. Hüzün ve keder, Ares’in ruhunu kemirirken, her şeyin sonuna geldiğini düşündü. Yalnızca bu mezarda, kaybettiklerinin anısına haykırarak, son bir umutsuzlukla hayatına son vermek istedi.

 

İçindeki karanlık daha da derinleşirken, Ares, hayatında bir daha asla huzur bulamayacağını anladı. Mezarlığın sessizliği, onun acısını daha da artırıyor, içinde bir boşluk yaratıyordu. Kayıp bir hayatın izinde kaybolmuş, acıyla yoğrulmuş bir adam olarak, mezar taşının önünde hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşmek zorundaydı.

 

Ares, mezar taşına yaslanmış halde, dünyadan tamamen kopmuş gibiydi. Gözyaşları toprağa karışmış, nefesi düzensiz ve ağırdı. İçinde büyüyen keder, dayanılmaz bir hale gelmişti. Zaman durmuş gibiydi. Aklında bir an olsun Hera’nın ve Karmen’in yokluğu yok olmadı. Onlar olmadan hayat anlamsız geliyordu; adeta dünya, etrafında dönmeyi bırakmıştı.

 

Mezar taşına sıkıca sarıldı. Toprak, soğuktu ama Ares’in içinde yanan acı, soğuğu bile hissetmesini engelliyordu. "Sizi kaybettim… Hepinizi kaybettim," diye fısıldadı. Kelimeleri, mezarlığın sessizliği içinde yankılandı. Sanki sesinin yankısı, bu acı verici gerçeği daha da derinleştiriyordu.

 

Bir anda, başını ellerinin arasına aldı ve yere doğru çökerek dizlerinin üstüne yığıldı. Sanki tüm dünya omuzlarına binmişti. "Ben… sizi kurtaramadım," dedi hıçkırarak. İçindeki suçluluk, öfkeden daha ağır geliyordu. "Ben… nasıl dayanacağım?"

 

O sırada, mezarlıkta rüzgar hafifçe esmeye başladı. Çevresindeki sessizlik, daha da derinleşti. Ares, çevresine bakındı, sanki bir işaret ararcasına. Ama ne bir işaret, ne de bir umut kırıntısı bulabildi. Aklında yankılanan tek şey, Hera ve Karmen’in gülüşleri ve onların hayal dünyasında kaybolan anılarıydı.

 

"Keşke zaman geri alınabilseydi," diye düşündü. "Keşke o gün… onları durdurabilseydim." Ama gerçeğin soğuk yüzü, onu yeniden sert bir şekilde vurdu. Onları kaybetmişti. Geri getirmek mümkün değildi. Ve bu acıyla nasıl yaşayacağını bilmiyordu.

 

Ares, gözlerini mezara dikti. "Belki de yanınıza gelmeliyim," dedi titrek bir sesle. "Belki de… bu acıyı sonlandırmanın tek yolu bu."

 

Ayağa kalkmaya çalıştı, ama bacakları güçsüzdü, bir türlü toparlanamıyordu. Yine de, bir şekilde ayağa kalkmayı başardı. Mezardan birkaç adım geri çekildi ve etrafına baktı. Mezarlığın derin sessizliği, içindeki boşluğu daha da büyütüyordu. Kalbi hızlı atıyor, kafasında düşünceler dönüyordu. O an, hayatı boyunca verdiği en zor kararı düşündü.

 

Ancak bir anda, Hera’nın yüzünü hatırladı. Karmen’in küçük ellerini… Onların gülüşlerini ve umutlarını düşündü. "Hera bunu istemezdi," dedi içinden. "Karmen bunu istemezdi."

 

Derin bir nefes aldı, ama o nefes ciğerlerini doldurmaktan çok, acısını hafifletmeyen bir sıkışıklık yaratıyordu. Yine de, kendini biraz olsun toparlamaya çalıştı. "Ama nasıl devam edeceğim?" diye düşündü.

 

Ares, mezar taşına son bir kez dokundu. "Sizi her zaman seveceğim," diye fısıldadı. "Her zaman." Gözleri dolmuştu, ama bu kez gözyaşları, içindeki karanlık boşluğu doldurmuyordu. Sadece, onları kaybetmenin verdiği tarifsiz bir acıyı daha da derinleştiriyordu.

 

Mezarlıktan ayrılırken, her adımı daha ağır geliyordu. Sanki her adımda, onları bir kez daha kaybediyormuş gibi hissediyordu. Ares, bu karanlık dünyanın içinde yalnız kalmıştı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, ama yine de, hayatın bir şekilde devam ettiğini biliyordu. Ne kadar acı verici olsa da, bu acıyla yaşamaya alışmak zorundaydı.

 

Yalnızca o an, Ares, hayatının geri kalanında, hep eksik ve yarım kalacağını hissetti. Hera ve Karmen’in anılarıyla, o mezarda bıraktığı kocaman bir boşlukla yaşamaya devam edecekti.

 

Aylar geçti. Ares için zamanın anlamı çoktan kaybolmuştu. Günler, geceler birbirine karışıyor; hayatı, sanki bir sis perdesinin ardında yaşanıyordu. Kafasının içindeki sessizlik, her geçen gün daha da büyüyordu. Ama o sessizliğin içinde, bir ses yankılanıyordu: Hera’nın sesi.

 

Ares, evde yalnız başına otururken, zihninde beliren görüntüler giderek daha gerçekçi olmaya başladı. Bir an için, sanki Hera’yı mutfakta gördü. Kızları Karmen’i kucaklamış, ona gülümsüyordu. Ares, gözlerini ovuşturdu, ama görüntü kaybolmadı. "Hera?" diye mırıldandı. Ayağa kalkıp ona doğru yürüdü, ama adım attıkça görüntü uzaklaşıyor gibiydi. Kalbi hızla atmaya başladı. "Hera, dur! Bekle!"

 

O an, aklında bir şeyler ters gitmeye başladığını hissetti, ama kendini durduramıyordu. Karmen'in kahkahası evi doldurdu. Ares, sesin geldiği yöne doğru dönüp salona baktığında, kızını oyuncaklarıyla oynarken gördü. Küçük elleriyle oyuncak bebeğini sallıyor, Hera da ona eşlik ediyordu.

 

Ares’in nefesi kesildi. "Bu... bu gerçek değil," diye fısıldadı kendine. Ama görüntüler çok canlıydı. Sanki gerçekten oradaydılar. Hera ona baktı ve tatlı bir gülümsemeyle, "Ares, neden bize katılmıyorsun?" diye sordu. Sesi, tıpkı eski günlerdeki gibiydi, sıcak ve yumuşak.

 

"Hayır... hayır, siz... siz artık yoksunuz," dedi Ares, ama ayakları ona ihanet edercesine ileri adım attı. Onlara doğru yürümeye başladı. Zihni, gerçeği ve yanılsamayı ayırt edemiyordu artık. "Ama buradasınız, öyle değil mi? Buradasınız!"

 

Hera ve Karmen, ona doğru el salladılar. "Gel Ares, hep birlikte olalım," dedi Hera. Ares’in gözleri doldu. "Sizi çok özledim," diye fısıldadı. "O kadar çok özledim ki..."

 

Ama bir an sonra, görüntüler bulanıklaşmaya başladı. Karmen’in kahkahası giderek silindi, Hera’nın gülümsemesi buğulandı. "Gitmeyin!" diye bağırdı Ares, ama artık çok geçti. Gerçek, bir kez daha onu içine çekiyordu. Gözlerini kapatıp yere çöktü. "Lütfen gitmeyin…"

 

Ares, başını ellerinin arasına aldı, zihni gerçeklikle savaşırken, acısı daha da derinleşiyordu. Artık sadece onların hayaletiyle yaşıyordu. Onlar olmadan var olamıyordu. Her gün, onlarla yeniden yüzleşiyor, ama sonunda hep yalnız kalıyordu. Zihni, gerçeği kaldıramıyordu.

 

Artık şizofreni, Ares’in de peşine düşmüştü. Zihninde Hera ve Karmen, her gün yeniden canlanıyor, ama her seferinde yok oluyorlardı. Ve Ares, bu gerçekle bir daha yüzleşemeyecek kadar kaybolmuştu. Geriye sadece acı ve sonsuz bir boşluk kalmıştı.

 

Ares, mezarlığın soğuk taşları arasında aylarca her gün aynı bankta oturdu. Zihnindeki görüntüler daha da yoğunlaşırken, gerçekle hayal arasındaki sınır tamamen silinmişti. Artık Hera ve Karmen, ona sadece hatıralardan değil, sanki yaşamın içindeymiş gibi her an eşlik ediyordu. Zihninde konuşuyor, gülüyorlardı; Ares onların sesini tüm gerçekliğiyle duyabiliyordu. Fakat her günün sonunda, mezar taşlarının sessizliğiyle yüzleşmek zorunda kalıyordu.

 

Bir gün, yine aynı yerde, mezarın başında otururken kendini kaybetti. "Hera, Karmen... neden beni burada yalnız bıraktınız?" diye fısıldadı. Kalbindeki boşluk o kadar büyüktü ki nefes almakta zorlanıyordu. Gözleri boşluğa bakarken, sanki mezar taşlarının arasında Hera’nın silüetini gördü. Ona doğru eğilmiş, gözlerinde şefkatle bakıyordu. Ares’in içi hem umutla hem de korkuyla doldu.

 

"Yanındayım, Ares," dedi Hera’nın sesi. "Biz hep buradayız."

 

Ares, mezar taşına sıkıca tutundu, gözyaşları istemsizce dökülüyordu. "Ama siz gerçek değilsiniz... Biliyorum, siz sadece kafamın içindesiniz."

 

O an, zihninde bir ses yankılandı, önce kısık, sonra giderek yükselen bir fısıltı gibi: "Biz gerçeğiz, Ares... sadece senin göremediğin bir dünyada varız."

 

Karmen’in kahkahası, mezarlığın sessizliğini delip geçti. Küçük kız, babasına doğru koşuyor, elini tutmak için uzanıyordu. Ares, kolunu kaldırdı, kızına dokunmak için parmaklarını uzattı, ama havayı kavradı. Karmen’in görüntüsü bir an için parladı, sonra yine kayboldu.

 

Ares, yüreğinin ağırlığıyla yere çöktü. Başını mezarın soğuk toprağına yasladı, yüzünü taşlara bastırdı. Kendi kendine fısıldadı, "Beni yalnız bırakmayın... lütfen."

 

Ama sesler, görüntüler, hepsi yavaş yavaş silindi. Mezarlıkta yine yalnızdı. Zihni bu gerçekle baş edemez hale gelmişti, her geçen gün deliliğin sınırlarında daha fazla kayboluyordu. Son bir kez mezar taşlarına baktı, ardından gözlerini kapattı.

 

Bu sefer, her şey sona ermiş gibi hissediyordu. Zihninde yankılanan son kelimeler sadece acının derinliklerinde kaybolan bir fısıltıydı: "Ben de geliyorum..."

 

Ares, mezarlıkta geçirdiği o uzun, sessiz anlardan sonra eve döndüğünde her şeyin anlamsızlaştığını hissediyordu. Ev artık bir mezar gibiydi. Her köşe, Hera ve Karmen’in hatıralarıyla doluydu, fakat onların sıcaklığı yerini derin bir boşluğa bırakmıştı. Evin içinde yankılanan sessizlik, onun aklını yiyip bitiriyordu. Adımları ağırlaşmış, nefesi sıklaşmıştı. İçindeki acı dayanılmaz bir hale geldi.

 

Ares, balkona doğru yöneldi. Dışarıdaki soğuk hava yüzüne çarptığında bile hiçbir şey hissetmedi. Her şey o kadar uzaktaydı ki... Gözlerini kapatıp, bir an için onları yanına çağırdı. “Hera... Karmen... neredesiniz?”

 

Zihninde bir anda canlanan görüntüler, onu gerçeğe bağlayan son ipleri de koparıyordu. Hera’yı yine gördü, balkonda ona doğru yaklaşıyor, kollarını uzatıyordu. Karmen, annesinin yanında duruyor, babasına gülümsüyordu. Gözyaşları, Ares’in yanaklarından süzülürken, kalbinde bir soğukluk hissetti. “Yanınıza geliyorum,” diye fısıldadı kendi kendine. “Bekleyin beni.”

 

Balkonun demirlerine doğru ağır adımlarla ilerledi. Parmaklarını soğuk metale geçirdi, başını yukarı kaldırıp gökyüzüne baktı. Aşağıya doğru baktığında, yeryüzü ona uzak, belirsiz bir dünyaya aitmiş gibi görünüyordu. Gözlerinde hala Karmen ve Hera’nın görüntüsü vardı. Onları o kadar net görüyordu ki, artık gerçeklikten bir farkı kalmamıştı.

 

Bir an tereddüt etti. Belki bir çıkış yolu vardı, belki bir kurtuluş... Ama acısı, zihnini ele geçirmişti. Hera’nın sesini tekrar duydu: "Gel Ares, birlikte olalım."

 

Bu davet, onun için yeterliydi. Son bir kez balkona yaslanıp, gözlerini kapattı. "Geliyorum..." diye fısıldadı.

 

Bir anda boşluğa bıraktı kendini. Hızla düşerken, rüzgarın yüzüne çarpması bile onu durduramadı. Zihninde yalnızca Hera ve Karmen vardı. Son anda onların kollarına doğru uçtuğunu hayal etti.

 

Ama gerçek, çok daha sert ve acı vericiydi. Ares, dünyayı terk ederken, geriye sadece sessizlik kaldı. Birlikte olmak istediği insanlara kavuşmak umuduyla, karanlığın kollarına kendini bıraktı.

 

Ares’in cansız bedeni yere düştüğünde dünya sessizdi. Onunla birlikte gökyüzünden inen soğuk ve kasvetli bir hava, sanki tüm umutları da beraberinde almış gibiydi. Gözleri artık bu dünyada değil, ruhu aradığı huzuru belki de sonunda bulmuştu. Geriye kalan tek şey, ağır bir kederdi—hem dünya için hem de onun peşinden gitmek zorunda kalan ruhu için.

 

Ares’in ölüm haberini ilk duyanlar, onun hayatındaki derin trajediyi bilen birkaç yakın dostu oldu. Sessiz, içine kapanık bir adam olarak tanınırdı. Herkes onun yaşadığı acıyı, ailesini kaybetmenin verdiği tarifsiz yıkımı görmüştü, ama hiç kimse bunun onu böylesine bir sona sürükleyeceğini tahmin edememişti.

 

Cenazesi, Hera ve Karmen’in mezarının hemen yanına gömüldü. Üçü artık bir aradaydı, ama bu dünya için değil, belki başka bir alemde. Küçük bir tören düzenlendi; mezarlık yine o derin sessizliğe büründü. Mezarlığın rüzgarla savrulan yaprakları arasında, zaman sanki durmuştu. Toprağa gömülen sadece bir beden değil, aynı zamanda derin bir aşk, büyük bir trajedi, ve sonsuza dek kaybolmuş umutlardı.

 

Ares’in zihnindeki şizofreni ile harmanlanmış sevgi ve acı, onu hayatının sonuna kadar sürüklemişti. Sevdiği insanları yalnızca zihninde yaşatabilmiş, sonunda da bu acıya daha fazla dayanamayarak onlarla olma umuduyla kendini karanlığın kollarına bırakmıştı.

 

Finalde, mezar taşlarının arasındaki rüzgar, sanki fısıldıyor gibiydi: "Artık huzur içindeler." Bu dünyadan ayrıldılar, ama belki başka bir yerde, başka bir hayatta, birlikte mutluluk bulabilirlerdi. Bu hayatta bulamadıkları barışı, belki sonsuzlukta yakalayacaklardı.

 

Ares, Hera, ve Karmen’in hikayesi burada sona erdi. Sessiz bir veda, acılı bir son ve unutulmayacak bir aşk hikayesi. Üçü de aynı mezarlıkta, bir arada, sonsuz bir uykuya yattılar.

 

Loading...
0%