Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@ben1deniz

 

Bir süre hareketsiz kaldıktan sonra derin bir nefes aldım ve düşüncelerimi dağıtmak için mutfağa doğru yöneldim. Kendime bir kahve yapmaya karar verdim; belki bir fincan kahveyle zihnimi toparlayabilirdim. Kahve makinesinden gelen düzenli sesler beni biraz sakinleştirdi.

 

Aklımda hâlâ Ares’in söyledikleri dolanıyordu. Yardım almam gerektiği konusundaki ısrarı beni rahatsız etmişti, ama aynı zamanda söylediklerinde bir gerçeklik de vardı. Yalnız kalmanın bana pek iyi gelmediğini kabul etmek zorundaydım. Ancak, bu gerçeklik bile yalnızlık isteğimi bastırmaya yetmiyordu. Kendimi hala dünyadan soyutlamış hissetmek istiyordum.

 

Kahvemi alıp salona geri döndüm, koltuğa oturdum ve fincanı ellerimde tutarken pencereden dışarıya baktım. Dışarıda güneş parlıyordu, ama benim içimde sanki bir sis perdesi vardı. Günler, birbirinin aynısıymış gibi hissediyordum; hiçbir şey değişmiyordu. Ailem tatildeydi, Alex gitmişti, Ares ise yeniden gelecekti. Bu döngüden nasıl çıkacağımı bilmiyordum.

 

Bir süre düşüncelere daldım, ne kadar zaman geçtiğinden emin değildim. Zaman, bu boşlukta akıp gidiyor gibiydi. Kapının bir kez daha çalınmasıyla irkildim. İçimde bir rahatsızlık dalgası yükseldi, çünkü kimin geldiğini tahmin edebiliyordum.

 

Ağır adımlarla kapıya doğru gittim. Kapıyı açtığımda tahmin ettiğim gibi yine Ares karşımdaydı. Bu sefer daha ciddi bir ifadeyle bana baktı. “Merhaba, Hera,” dedi sakin bir sesle. “Yine geldim. Sana yardımcı olmak istiyorum.”

 

Onun gözlerinde bir kararlılık gördüm. İçimdeki bir parça ona izin vermem gerektiğini söylerken, diğer yanım hâlâ direniyordu. Dudaklarımı büzüp bir an düşündüm, ama içimdeki soğukluğu kıramadım.

 

“Ares,” dedim, sesim biraz daha yumuşak, ama kararlı. “Gerçekten istemiyorum. Kendimle kalmak, düşüncelerimle baş başa olmak zorundayım. Bana bu alanı vermelisin.”

 

Ares, bu sefer hemen yanıt vermedi. Gözlerini yere indirdi, bir an duraksadı, sonra tekrar bana baktı. “Anlıyorum, Hera. Sana bu alanı vermek istiyorum, ama bir şeyin farkında olman gerek. Bazen kendimizle baş başa kalmak, düşündüğümüz kadar iyileştirici olmayabilir. Yalnızlık, bizi daha da içine çeker.”

 

Derin bir nefes aldım. Onun bu inatçılığı beni yoruyordu, ama aynı zamanda söylediklerinde bir anlam buluyordum. “Tamam,” dedim en sonunda, biraz teslimiyetle. “Ama şu an değil. Zamanla belki konuşabiliriz.”

 

Ares, bu cevabı kabul eder gibi başını salladı. “Tamam,” dedi, sesi daha yumuşaktı. “O zaman gitmem daha iyi olacak. Ama biliyorsun, kapını her zaman çalabilirim.”

 

Bir süre daha sessizlik içinde kapının önünde durduk. Sonra Ares arkasını döndü ve yavaşça uzaklaştı. Kapıyı kapatırken derin bir iç çekişle içeri döndüm. Bu günlerin bir sonu gelecek miydi?

 

Ares’in arkasını dönüp gitmesini beklerken, bir an için kararını değiştirdiğini fark ettim. Kapının eşiğinde durdu, tereddüt etti ve tekrar bana döndü. Gözlerinde bu sefer farklı bir şey vardı, daha derin bir kararlılık. İçimde bir direnç yükselse de, Ares’in duruşu, bana olan ilgisi beni yerimde durdurdu.

 

“Gitmeyeceğim,” dedi, yumuşak ama kesin bir sesle. “Seninle kalmam gerektiğini hissediyorum. Beni reddedebilirsin, ama yalnız kalmanı istemiyorum. Bu, senin için iyi bir yol değil, Hera.”

 

Derin bir nefes alarak ona baktım. İçimdeki yalnızlıkla başa çıkmak isterken, şimdi bir yabancıyla baş başa kalma fikri beni hem rahatsız ediyor hem de garip bir şekilde rahatlatıyordu. Belki de gerçekten konuşmak ya da en azından birinin varlığını hissetmek iyi gelebilirdi. Ama aynı zamanda buna direnmek istiyordum. Kendimle kalmak istiyordum, bir başkasıyla değil.

 

“Bilmiyorum,” diye fısıldadım. Sanki duygularım bir duvarın ardında gizlenmiş gibiydi, onları ifade etmek zorlaşıyordu. “Belki de haklısın. Ama şu an ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyorum.”

 

Ares, yüzünde sakin bir ifadeyle bir adım daha yaklaştı. “Ne yapman gerektiğini bilmen gerekmiyor,” dedi. “Sadece burada olman, şu an hissettiklerini kabul etmen yeterli. Zamanla daha net düşüneceksin, ama bunun için önce kendine bir şans vermen lazım.”

 

Ona baktım. Sözleri bir yandan anlamlı geliyordu, bir yandan da içimdeki karanlık o sözleri yutmaya çalışıyordu. Ama yine de, onun burada kalmasına engel olacak bir şey bulamadım. “Tamam,” dedim, neredeyse pes edercesine. “Kalabilirsin.”

 

Ares, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Teşekkür ederim. Seninle burada olmak benim için de önemli, Hera. Sana yardım etmek istiyorum, ama bunun zor olduğunu da anlıyorum.”

 

Oturma odasına doğru yürüdüm ve koltuğa oturdum. Ares de beni takip etti ve karşımdaki koltuğa yerleşti. Odadaki sessizlik, onun varlığıyla biraz yumuşamış gibiydi. İlk kez kendimi bu kadar çaresiz hissetmiyordum. Belki de bu sessiz sohbet bile bir tür ilerlemeydi.

 

Ares, bir süre hiçbir şey söylemeden oturdu. Ona alışmamı bekliyor gibiydi. Sonunda sessizliği bozarak, “Bu aralar kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu. Sesinde yargılayıcı bir ton yoktu, sadece samimi bir merak vardı.

 

Bir an duraksadım. Sorusu basit görünüyordu ama cevabı vermek zordu. “Boş hissediyorum,” dedim en sonunda. “Her şeyden uzaklaşmış gibiyim. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Sadece... ağır bir boşluk var.”

 

Ares başını hafifçe salladı. “Bu, bazen yaşadığımız en zor duygulardan biridir. Boşluk, insanı tüketir. Ama o boşluğun arkasında bir şeyler olduğunu bilmelisin. Hissettiğin şeyler, senin gerçek duyguların. Onları kabul etmek zor olabilir, ama bu süreçte ilerlemene yardımcı olabilir.”

 

Sözleri kulağa basit geliyordu, ama onların arkasında bir gerçeklik vardı. Onu dinlerken, içimde hafif bir rahatlama hissettim. Ares’in burada olması, sadece varlığı bile, içimdeki bu karanlıkla tek başıma savaşmam gerektiği fikrini hafifletmişti.

 

Belki de yalnız kalmak her zaman en iyi çözüm değildi.

 

Ares’in varlığı içimdeki huzursuzluğu bir nebze de olsa hafifletmişti, ama bir yandan da tuhaf bir şeyler hissetmeye başlamıştım. İçimde, tarif edemediğim bir karmaşa vardı. Boşluk hissi yerini garip bir huzursuzluğa bırakıyordu; sanki içimde bir şey kıpırdanıyordu, ama ne olduğunu anlayamıyordum.

 

Ares konuşmaya devam ederken bir an için dikkatim dağıldı. Gözlerim onun yüzüne sabitlendi ama söylediklerine tam olarak odaklanamıyordum. Kelimeler bir uğultu gibi kulağıma çarpıyordu, ama anlamları zihnime ulaşmıyordu. Gözüm odanın bir köşesine takıldı. Gölgeler, bir an için daha yoğun görünmeye başlamıştı. Perdenin kenarında dalgalanan bir karaltı gördüğümü sandım. Gözlerimi kırptım, ama görüntü kayboldu.

 

Kendimi toparlamaya çalışarak tekrar Ares’e döndüm. Konuşmaya devam ediyordu, ama odaklanmakta zorlanıyordum. İçimdeki bu garip his büyüyordu. Yüzünde bir şeylerin değiştiğini düşündüm, ama ne olduğunu tam olarak anlayamadım. Bir an, Ares’in gözleri farklı renkteymiş gibi göründü—parlak bir mavi, daha önce görmediğim bir ton. Ama hemen sonra, bunun sadece bir yanılsama olduğunu düşündüm.

 

"İyi misin, Hera?" diye sordu Ares, yüzündeki endişeyle. Sesini net bir şekilde duydum, ama kelimeleri anlamakta zorlanıyordum.

 

“Evet... sanırım,” dedim, ama sesim tuhaf bir şekilde çıkmıştı. Kendi sesimi bile yabancı hissettim. O an, her şeyin normalden farklı olduğunu fark etmeye başladım. Kendi bedenimde bile rahat hissetmiyordum; bir yabancıymışım gibi. İçimdeki boşluk artık sadece bir his değil, gerçek bir varlıkmış gibi hissediliyordu.

 

Duvardaki bir gölge hareket etti. Bu sefer daha net gördüm. Gözlerim sabitlenmişti, gölgenin kıpırdandığını, karanlığın içinde bir şeyin belirdiğini gördüm. Ama Ares orada hiçbir şey yokmuş gibi görünüyordu. Onun yüzünde bir rahatlık vardı, sanki her şey normalmiş gibi davranıyordu. İçimde yükselen bir panik dalgası, bu görüntülerin gerçeğin parçası olmadığını fısıldıyordu. Ama aynı zamanda, gördüklerim çok gerçek görünüyordu.

 

"Ares," dedim, sesim çatallaştı. "Orada bir şey var... bir gölge... görüyor musun?"

 

Ares kaşlarını kaldırdı, ama sakinliğini korudu. "Hera, orada hiçbir şey yok. Sadece senin zihninin sana oynadığı bir oyun olabilir. Bazen zihnimiz, bize gerçek olmayan şeyler gösterir."

 

O an, bir an için nefesim kesildi. Aklımdan bir şey geçti: Ya gerçekten de her şey yolunda değilse? Ya zihnim bana oyunlar oynuyorsa? Gölgeler, karanlıkta gördüğüm o tuhaf şekiller, Ares’in gözlerinde gördüğüm o renk değişimi… bunlar gerçek miydi, yoksa sadece benim kafamın içinde mi vardı?

 

Düşüncelerim bir girdaba dönüştü. Ne zaman başladığını fark etmediğim bu huzursuzluk, şimdi tüm bedenimi sarmıştı. Kendi düşüncelerime bile güvenemez hale geldiğimi hissettim. Ares hâlâ karşımda oturuyordu, ama bir an için onun da varlığını sorgulamaya başladım. Ya o da sadece bir yanılsamaysa? Ya gerçekten burada değilse?

 

Ellerim titremeye başladı. “Ares… ben… ne oluyor bana?” Sesim bir fısıltıya dönüşmüştü.

 

Ares, yüzünde derin bir ciddiyetle bana baktı. “Hera, zihnin şu an seninle oyun oynuyor olabilir. Bu tür şeyler bazen olur. Şizofreni gibi durumlarda, insanlar gerçeği ve yanılsamayı ayırt etmekte zorlanabilir. Şu anda senin de bu tür belirtiler göstermeye başladığını fark ediyorum.”

 

Şizofreni… Bu kelime, içimde bir yankı gibi tekrarlandı. Olamazdı. Ben deli değildim, sadece biraz karamsardım, biraz yalnızdım. Ama bu, zihnimde yaşanan şeyleri açıklayamazdı. Panik içimde büyüdü, ama Ares’in sakinliği beni bir nebze olsun durdurdu. Bu duyguların gerçek olabileceğini kabul etmekten başka bir seçeneğim kalmamıştı.

 

Dudaklarım titredi, gözlerimde biriken yaşları geri tutmaya çalışarak, “Ne yapmalıyım?” diye sordum.

 

Ares, yavaşça bana yaklaştı, elini omzuma koydu. “İlk adım, kabul etmek. Bu gördüklerin gerçek değil, Hera. Ama onların üstesinden gelmen mümkün. Ben buradayım, sana yardım edebilirim. Sadece kendine zaman tanı ve yardım almayı kabul et.”

 

Başımı salladım, ama içimde hâlâ büyük bir savaş vardı. Gerçekliğin ne olduğunu anlamaya çalışmak, en zor mücadelem olmuştu.

 

Ares, omzuma elini koyduktan sonra geri çekilmedi. Gözlerindeki kararlılık ve sakinlik beni bir an için toparladı. Artık gitmeye niyeti yoktu, bunu hissediyordum. Kendimle baş başa kalma isteğim her zamankinden daha güçlü olsa da, zihnimin karmaşasında kaybolmaktan korkuyordum. Ares’in varlığı, en azından bu an için beni sakinleştirebilecek tek şeydi.

 

“Kalacağım, Hera,” dedi yumuşak ama net bir sesle. “Sana yalnız kalman için alan vereceğim, ama yanımda olduğumu bilmelisin. Bu süreçte yalnız başına olmamalısın.”

 

Başımı ağır bir şekilde salladım. İçimde bir yerler direniyordu, ama başka bir yanım ona tutunmak istiyordu. Zihnimde yankılanan şüphe ve korku bir süreliğine geri çekildi. Belki de onun burada olması, gerçeği daha iyi kavramama yardımcı olabilirdi. Ares, koltuğa geri otururken gözlerimi tekrar ona çevirdim.

 

“Beni anladığını sanmıyorum,” dedim, sesim kırılgan ve tedirgin. “Bu gördüklerim… ya gerçekse? Ya sadece benim görebildiğim bir şey varsa? Ya… kafamdaki şeylerden daha fazlası varsa?”

 

Ares bir süre sessiz kaldı, gözlerini benden ayırmadan, dikkatle dinliyordu. Sonra, yavaşça konuşmaya başladı. “Hera, bazen zihnimiz bize oynadığı oyunlar o kadar gerçek görünür ki, onları sorgulamak imkânsız gibi gelir. Ama şunu unutmamalısın: Görüntüler, sesler, hisler, bunlar senin gerçeğin gibi görünse de, çoğu zaman zihnin yarattığı yanılsamalardır. Şu anda hissettiklerin de bunun bir parçası olabilir. Ama bu senin hatan değil, zihinsel sağlığınla ilgili bir durum.”

 

Sözleri bir nebze mantıklı geliyordu, ama içimdeki boşluğu tam anlamıyla dolduramıyordu. “Zihnim bana ihanet ediyormuş gibi hissediyorum,” diye itiraf ettim. “Kontrolü kaybediyormuşum gibi… bir boşluğun içine düşüyorum ve çıkamıyorum.”

 

Ares, derin bir nefes aldı ve biraz daha yaklaştı. “Bu hissettiğin çok normal, özellikle senin gibi genç ve karmaşık bir süreçten geçen biri için. Ancak, yardım alman önemli. Bu, sadece ilaçlar ya da terapiyle çözülecek bir şey değil, aynı zamanda kendi iç dünyanı anlamanla da ilgili.”

 

Sessizce düşündüm. Zihnim, gerçek ile yanılsama arasında bir savaşa tutulmuş gibiydi. Ama Ares’in varlığı, bu karmaşada bir yol bulabileceğim umudunu doğuruyordu. Onunla kalmasına izin vermek belki de en mantıklı seçenekti. Aklımda hâlâ bir savaş vardı, ama bu savaşı tek başıma kazanamayacağımı da anlamaya başlamıştım.

 

“Peki,” dedim yavaşça. “Kalmana izin veriyorum. Ama… lütfen bana zaman tanı. Her şey birdenbire çözülemeyecek.”

 

Ares, başını onaylarcasına salladı. “Tabii ki, Hera. Zaman senin, ben sadece yanında olacağım. Bu süreci senin hızında ilerleteceğiz.”

 

O günden sonra, Ares gerçekten de yanımda kalmaya devam etti. Geceleri uykum kaçtığında ya da yalnızlık içimi kemirdiğinde, sessizce yanı başımda oturuyor, herhangi bir şey söylemeden sadece varlığıyla beni rahatlatıyordu. Zamanla, içimdeki korkularla yüzleşmek için daha fazla cesaret bulmaya başladım. Ares’in söylediği gibi, bu yolculuk zordu, ama en azından artık yalnız değildim.

 

Günler geçtikçe, her şey daha da ağırlaşıyordu. Ares’in varlığı başta bana huzur verse de, şimdi içimdeki karanlıkla başa çıkmama yetmiyordu. Gölgeler daha yoğun, sesler daha yüksek ve görüntüler daha belirgin hale gelmeye başlamıştı. Ares her ne kadar yanımda kalsa da, zihnimin içinde kontrol edemediğim bir savaş vardı. Gerçeklik sürekli benden uzaklaşıyordu, ve artık neyin gerçek, neyin yanılsama olduğunu ayırt edemez hale gelmiştim.

 

Bir gece, odanın içinde yalnızdım. Duvarda karanlık gölgeler hareket ediyor, perdenin ardından bana fısıldayan sesler geliyordu. Duygularım karmakarışık olmuştu; bir yandan Ares’e tutunmaya çalışırken, diğer yandan onu uzaklaştırma isteği içimi kemiriyordu. Gözlerimi kapatıp, sadece bu seslerden ve görüntülerden kaçmaya çalışıyordum.

 

Tam o sırada, cama bir taş sesi geldi. Gözlerimi açtım, cama bir daha baktım, bu defa bir siluet gördüm. O an zihnim bir oyun oynuyorsa bile, gelenin kim olduğunu biliyordum.

 

Alex.

 

Kalbim hızla çarpmaya başladı. Gözlerim cama kilitlenmişti. Hemen cama yöneldim ve pencereyi açtım. Gözlerim ona odaklandığında, zihnimdeki tüm o karmaşa bir an için silinmiş gibi oldu. Alex’in varlığı, içimdeki karmaşayı bir nebze olsun dindirdi.

 

“Ne yapıyorsun burada?” diye fısıldadım.

 

Alex, endişeli bakışlarla bana baktı. “Seni merak ettim, Hera. Uzun zamandır senden haber alamadım ve iyi olmadığını hissettim.” Sesi sıcak ve bir o kadar da kaygılıydı. “İçeri gelebilir miyim?”

 

Tereddüt ettim. Ares içerideydi, ama şu an onunla yüzleşmek istemiyordum. Zihnimin oyunlarından, garip gölgelerden, sürekli fısıldayan seslerden kaçmak istiyordum. Ve Alex’in burada olması, bana bir anlık da olsa huzur verebilirdi.

 

“Hadi,” dedim ve pencereyi biraz daha açarak ona yer açtım. Alex içeri süzüldü, sessizce odanın içinde ilerledi. Odaya girdiğinde ona sarıldım. Bir an için tüm bu karanlıktan uzaklaşıp sadece onun sıcaklığında kaybolmak istedim.

 

Alex, bana sımsıkı sarıldıktan sonra, yüzüme dikkatle baktı. “Hera, neler oluyor? İyi değilsin, bunu görebiliyorum.”

 

“Bilmiyorum,” diye itiraf ettim. “Zihnim... benden kopuyor gibi hissediyorum. Ne gerçek ne değil, artık ayırt edemiyorum.”

 

Alex kaşlarını çattı ve endişeyle etrafına bakındı. “Ares burada mı? O adam sana gerçekten yardım ediyor mu?”

 

Bir an duraksadım. Ares burada, ama yardım ediyor mu? Zihnimin içinde dolaşan sorular ve belirsizlik, Alex’in sorularıyla daha da ağırlaştı. “O burada, ama… bilmiyorum Alex. Hiçbir şey iyiye gitmiyor gibi. Hatta... her şey daha da kötüleşiyor.”

 

Alex, bana bir an baktı, sonra elimi tuttu. “Hera, belki de farklı bir yol bulmalıyız. Bu adam seni daha da kötüleştiriyorsa, neden burada kalmasına izin veriyorsun?”

 

Tam o anda kapıdan bir ses geldi. Gözlerimi oraya çevirdim. Ares, kapının eşiğinde duruyordu. Odaya sessizce girdi ve Alex'e baktı. “Merhaba Alex,” dedi, ama sesinde bir gerginlik vardı.

 

Alex de ona bakarak dikeldi. “Merhaba. Sanırım Hera'nın senden daha fazlasına ihtiyacı var. Durumu kötüye gidiyor, farkında değil misin?”

 

Ares’in yüzündeki ifadeyi çözmeye çalıştım. Kararlılığını hâlâ koruyordu, ama bu sefer Alex’in varlığı onu rahatsız ediyordu, bunu hissedebiliyordum. “Farkındayım,” dedi Ares sakin ama sert bir tonla. “Ama bu süreç uzun ve zor bir süreç. Hera'nın yardıma ihtiyacı var ve ben ona bu yardımı sağlıyorum.”

 

Alex ise öne çıkarak bana döndü. “Hera, bu işin böyle gitmesine izin vermemelisin. Kendini daha fazla kaybetmeden, sana gerçek anlamda yardım edebilecek birine ihtiyacın var.”

 

O an ne yapacağımı bilemedim. Zihnimde dönen kargaşa, iki farklı sesin arasında sıkışıp kalmış gibiydi. Bir yanda Alex’in güven veren varlığı, diğer yanda Ares’in bana gösterdiği sabır ve anlayış. Kendimi daha da yalnız hissettim; zihnimdeki boşluk giderek derinleşiyordu, ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordum.

 

Gözlerim doldu ve başımı öne eğdim. “Ne yapacağımı bilmiyorum,” diye fısıldadım.

 

O an sessizlik öylesine ağırlaştı ki nefes almak bile zorlaştı. Ne Alex’in varlığı ne de Ares’in sakinliği beni bu içsel fırtınadan çekip çıkarabilecek gibiydi. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Kendimi kaybetmekten korkuyordum, ama aynı zamanda kendimi çoktan kaybetmiş gibiydim.

 

Alex, ellerimi avuçlarının içine aldı, gözlerimde bir umut kırıntısı arıyormuş gibi baktı. “Hera, bunu çözebiliriz. Seni kaybetmeme izin verme.”

 

Sözleri kalbime dokundu, ama zihnim, bu samimiyetin ötesinde bir kaos içindeydi. Ares ise sessizce bizi izliyordu, bakışlarında bir tür sabır ve anlayış. Bana yardım etmek için burada olduğunu biliyordum, ama yardım edemiyorsa neden hâlâ buradaydı?

 

“Alex,” dedim yorgun bir sesle, “her şey öyle karışık ki... Sanki ne yaparsam yapayım bir çıkış yolu bulamıyorum. Hiçbir şeyin çözümü yokmuş gibi geliyor.”

 

Alex bir an sustu, sonra tekrar Ares’e döndü. “Ona sadece burada oturup izleyerek mi yardım ediyorsun? Bu mu senin çözümün?” Sesinde öfke vardı, ve Ares'in tepkisini ölçmeye çalışıyordu.

 

Ares ise sakinliğini bozmadı. “Hera'nın şu anda en çok ihtiyacı olan şey, zaman ve sabır. Şizofreninin erken belirtileri üzerinde çalışıyoruz. Bu süreç bir günde düzelmez, ama her küçük adım onun için önemli.”

 

Alex ise sabırsızca iç çekti. “Ama onun daha fazla kötüleşmesine izin veriyorsun. Daha fazla kaybolmasını izlemek zorunda değiliz.”

 

O an derin bir nefes aldım. Başım dönüyordu, düşüncelerim ağırlaşıyordu. “Yeter…” dedim, gözlerimi kapatarak. “Bu tartışmanın bana faydası yok. İkiniz de gitmelisiniz.”

 

Her iki erkek de bana bir süre sessizce baktı. Ares’in bakışlarında bir anlayış vardı, ama Alex daha fazla direnmek ister gibiydi. Ona sırtımı döndüm ve odanın köşesine yürüdüm. Kendimi yalnız hissetmek istiyordum, tüm bu karmaşadan uzaklaşmak. Seslerin gittikçe daha belirgin hale geldiğini hissedebiliyordum. Duvardaki gölgeler daha da büyümüştü, etrafımdaki hava ağırlaşıyordu. Kendimi kapatmak, hiçbir şey düşünmemek istiyordum.

 

Alex, derin bir nefes aldı ve ardından yavaşça seslendi. “Tamam, Hera. Ama lütfen... kendine dikkat et. Sana yardım etmek için buradayım. Ne zaman istersen…”

 

Daha fazla konuşmadan odadan çıktı. O an bir huzursuzluk içime çöktü, ama aynı zamanda bir rahatlama da hissettim. Alex gitmişti, ama yine de ona karşı bir özlem duyuyordum.

 

Ares ise odanın içinde sessizce kalmıştı. “Beni de gönderecek misin?” diye sordu, sesi yumuşaktı, ama dikkatlice seçilmiş kelimeler içeriyordu.

 

Bir süre düşündüm. Onu göndermek istiyor muydum? Zihnimin derinliklerinde bir yerlerde, Ares’in burada kalmasının bana iyi geleceğini biliyordum. Ama aynı zamanda her şeyden uzaklaşmak istiyordum. “Kalabilirsin,” dedim sonunda. “Ama bana alan ver. Bir süre yalnız kalmak istiyorum.”

 

Ares başını salladı. “Tabii ki. Ben buradayım, Hera. Ne zaman konuşmak istersen…”

 

Sessizce odadan çıktı, beni kendi karmaşamla baş başa bıraktı. Ama ne kadar yalnız kalmaya çalışsam da, zihnimdeki sesler beni rahat bırakmıyordu. Gözlerimi kapattığımda bile görüntüler zihnimin içinde dans ediyordu, fısıldayan sesler bana sürekli bir şeyler söylüyordu. Artık bu karanlıktan kaçmanın mümkün olmadığını hissediyordum.

 

Gecenin karanlığına gömüldüm. O an Ares’in kalmasının gerçekten de faydası olup olmadığını sorgulamaya başladım. Gerçekliğin sınırlarında kaybolurken, şüphelerim giderek büyüyordu.

 

Sabah olduğunda gözlerimi açtığımda odadaki ışık bana ağır geldi. Göz kapaklarım yorgunluktan birbirine yapışmış gibiydi. Uyandığımda etraf sessizdi; içimdeki kaos bir an için durmuş gibiydi. Ama zihnimin derinliklerinde fısıldayan seslerin yankıları hâlâ duruyordu.

 

Ares, sessizce köşede oturuyordu. Gözleri bana çevrildiğinde, yüzündeki ifadede değişmeyen bir kararlılık gördüm. Uzun zamandır bekliyor olmalıydı, hiç gitmemişti. Yanıma geldiğinde, elindeki suyu bana uzattı. “İyi uyudun mu?” diye sordu, sesinde o tanıdık yumuşaklık.

 

İçimden gelen bir dürtüyle suyu alıp içtim. Ama iyi uyumamıştım. Gecenin büyük kısmını kâbuslarla geçirmiştim. Sanki gerçek ve hayal arasında sıkışıp kalmıştım. Duvarda beliren gölgeler, kafamda yankılanan sesler… Hepsi bir anlığına da olsa gerçeği unutturmuştu bana.

 

“Pek sayılmaz,” dedim kısık bir sesle. “Her şey daha da kötüye gidiyor.”

 

Ares, gözlerimin içine bakarak yavaşça başını salladı. “Bu süreç zor olabilir, ama senin yanında olduğumu unutmamalısın. İyiye gideceksin, Hera. Zaman alacak, ama atlatabilirsin.”

 

Sözlerine inanmak istedim, ama gerçeklik benden o kadar uzaklaşmıştı ki. Ares’in gözlerinin içine bakarken bile kendimi gerçek dünyada hissetmiyordum.

 

Kapının çalmasıyla irkildim. Kalbim aniden hızla çarpmaya başladı. Ses, odanın içindeki bu sessizliği bir anda paramparça etmişti. “Kim o?” diye sordum istemsizce, ama cevabı tahmin ediyordum.

 

Ares’in yüzü sertleşti, kapıya doğru ilerledi. Açtığında Alex karşımızdaydı. İçimde garip bir huzursuzluk yayıldı. Alex’in orada olması beni biraz rahatlatıyordu, ama aynı zamanda kafamın içinde yeni bir kargaşa başlatıyordu.

 

“Hera, seninle konuşmam lazım,” dedi Alex, gözlerinde bir endişe parıltısıyla. Bakışları, Ares’in varlığından rahatsızdı. “Bu böyle devam edemez.”

 

Ares, Alex’in sözlerine karşı sessizce durdu, ama yüzündeki ciddiyet belirgindi. Odayı bir anda garip bir gerginlik sardı.

 

Alex yanıma yaklaştı. “Lütfen, Hera. Yardım almamız gerek. Bu iş başa çıkılamaz hale geldi. Bu adamın seninle kalması her şeyi daha kötü hale getiriyor, görmüyor musun?”

 

İçimde bir yerlerde Alex’e inanmak istiyordum. Ama kafamdaki karmaşa öyle büyüktü ki, kime güvenmem gerektiğini bile bilmiyordum. Ares mi? Alex mi? Yoksa kimse mi?

 

“Alex… bilmiyorum,” diye fısıldadım. “Gerçekten bilmiyorum. Her şey öylesine bulanık ki… Ne yapacağımı bilemiyorum.”

 

Alex, derin bir nefes aldı ve elimi tuttu. “Bak, sana yardım edebilecek başka insanlar var. Daha fazla bu halde kalmana izin veremem. Seni kaybedemem.”

 

Ares, Alex’in bu sözlerine karşılık, soğukkanlı bir şekilde araya girdi. “Hera’nın durumu karmaşık, Alex. Bu iş aceleye getirilemez. Ona zaman tanımalısın. Bu süreçte yanında olmak en iyisi.”

 

Alex ise ona sert bir bakış attı. “Ama senin yöntemin onu daha iyi yapmıyor. Gözlerinin önünde her gün biraz daha kötüye gittiğini göremiyor musun?”

 

O an içimdeki çatışma daha da büyüdü. Alex’e karşı bir şeyler hissediyordum, ama aynı zamanda Ares’in bana verdiği sakinlik ve sabır da bir şekilde bana iyi geliyordu. Hangisi doğruydu? Hangisi benim için gerçekti? Zihnim, daha fazla dayanamayacak kadar ağırlaşmıştı.

 

Kendimi onların tartışmalarının ortasında bulmak istemiyordum. O an sadece yalnız kalmak, her şeyden uzaklaşmak istedim. İçimdeki karanlık, onları dinledikçe daha da büyüyordu. Sonunda dayanamayıp patladım. “Yeter!” diye bağırdım, ellerimle başımı tutarak. “Beni yalnız bırakın. Sadece… herkes gitsin.”

 

Odaya bir sessizlik çöktü. İkisi de bana bakıyordu, yüzlerinde farklı bir endişe ifadesiyle. Ama o an gerçekten ne istiyordum? Kendi içimde kaybolmak mı, yoksa yardım bulmak mı?

 

Alex, derin bir nefes aldı ve bir adım geri çekildi. “Tamam, Hera. Sana biraz zaman vereceğim. Ama lütfen… kendine dikkat et.”

 

Ares ise sessizce başını salladı. “Ben buradayım, ne zaman hazırsan.”

 

İkisi de odayı terk ettiklerinde, odanın içindeki sessizlik beni boğuyordu. Zihnimde yankılanan sesler geri dönmüştü, görüntüler yeniden canlanıyordu. Kendimi kaybetmeye daha da yaklaştığımı hissediyordum.

 

Alex ve Ares gittikten sonra odadaki sessizlik o kadar derinleşti ki, kulaklarımda çınlamaya başladı. Zihnim, kendi içsel fırtınasına teslim olmuş gibiydi. Etrafımdaki her şey bulanıklaşıyordu; gerçeklik, rüya ve kabus arasındaki sınır tamamen silinmişti. Sesler yine dönmeye başladı. Fısıltılar, beni çağıran isimler… Duvarlar üzerime doğru kapanıyor gibiydi. Odanın içindeki hava ağırlaştı.

 

Bir an derin bir nefes almak istedim, ama sanki ciğerlerim buna izin vermiyordu. Pencereden dışarı baktım. Ağaçlar, gökyüzü ve sokaktaki arabalar… Hepsi birbirine karışıyordu. Kendimi onlardan ayrı, izole hissediyordum; sanki artık o dünyanın bir parçası değildim.

 

Gözlerimi kapattım. Fısıltılar daha da yükseldi. "Hera... buradayız. Seni duyuyoruz..." Sesler tanıdık ama yabancıydı. Beni çağıran bu sesler, zihnimin derinliklerinden yükseliyordu. Ares ve Alex’in sözleri aklımda dönüp duruyordu. Yardım almalı mıydım? Yoksa bu sonsuz yalnızlıkta kendimi kaybetmeye devam mı etmeliydim?

 

Birden içimde tuhaf bir soğukluk hissettim. Ellerim titremeye başladı. Bedenim, zihnimin ona karşı koymasına rağmen pes etmek üzereydi. Duvarlarda gölgeler oynamaya başladı; karanlık şekiller, odayı ele geçirmiş gibiydi. Gözlerimi sıkıca kapattım, ama bu karanlık zihnimde devam ediyordu.

 

Ares’in sözleri zihnimde yankılandı. “Zaman alacak… ama bunu birlikte atlatacağız.” Ama gerçekten birlikte miydik? O sadece bir gözlemciydi, beni anlamaya çalışıyordu. Ancak ben artık kendimi bile anlayamazken, bir başkası nasıl anlayabilirdi ki?

 

Bir süre bu karanlıkta kaldıktan sonra, odanın kapısının hafifçe tıklatıldığını duydum. Başımı çevirdim ve kapı yavaşça açıldı. Ares, sessizce içeri girdi. Yüzünde her zamanki gibi bir sakinlik vardı, ama gözlerinde bir tedirginlik sezdim. "Hera," dedi yumuşak bir sesle, "iyisin, değil mi?"

 

Ona cevap veremedim. Dilim tutulmuş gibiydi. Gözlerimle ona baktım, ama içimdeki boşluk o kadar büyüktü ki, hiçbir şey söyleyemedim. Sanki kelimeler zihnimde yankılanıyor ama dışarı çıkamıyordu.

 

Ares yanımda durdu ve elini omzuma koydu. "Sana yardım etmek istiyorum. Ama senin de buna inanman gerekiyor. Lütfen, benimle konuş."

 

O an boğazımdaki düğüm çözüldü ve birden gözyaşlarım boşaldı. "Ares, korkuyorum. Bu sesler… bu gölgeler… her şey gerçekmiş gibi geliyor. Ama aynı zamanda çok uzaklar. Deliriyorum, değil mi?"

 

Ares derin bir nefes aldı, elini yavaşça sırtıma koyarak beni teselli etmeye çalıştı. "Delirmiyorsun. Zor bir dönemden geçiyorsun, ama yalnız değilsin. Ben buradayım."

 

İçimdeki fırtına biraz olsun hafiflemiş gibi hissettim, ama bu geçici bir rahatlamaydı. Zihnim, kontrolümden tamamen çıkmış gibiydi. "Peki ya bu hiç geçmezse? Ya hep böyle kalırsam?"

 

Ares bir an sustu, sonra yavaşça cevap verdi. "Bu zaman alabilir, ama daha iyi olacaksın. Birlikte çalışacağız. Her şeyin bir çözümü var."

 

O an Ares’in yanımda olması, içimdeki boşluğu tam anlamıyla doldurmasa da, bana bir nebze güven verdi. Ama aynı zamanda, içimde bir yerlerde, bu sürecin daha da zorlaşacağını hissediyordum. Gerçeklikten tamamen kopmak üzereydim, ve kimsenin beni geri getiremeyeceğine dair derin bir korku vardı içimde.

 

Zihnimdeki karanlık büyürken, Ares’in sessizce yanımda oturması, bu karanlığa karşı küçük bir umut ışığı gibiydi. Ama bu ışık yeterli olacak mıydı? Bunu zaman gösterecekti.

 

İlaç tedavisi başlar başlamaz, her şeyin bir anda değişeceğini düşündüm. İçimdeki o kaosun, seslerin ve gölgelerin ilaçlarla bir şekilde silinip yok olmasını bekliyordum. Fakat her şey bir anda kaybolmadı. Aksine, o sessizlik ve bulanıklık arasında derin bir boşluk oluştu. Kafamın içinde yankılanan sesler azalırken, yerlerini başka bir karmaşaya bırakmışlardı. O karmaşa ise Ares’ti.

 

Onun yanımda oluşu, beni kontrolsüz bir şekilde ona çekiyordu. İlk başta sadece yardım etmek isteyen biriydi. Beni anlamaya, zihnimin derinliklerinde kaybolan parçaları toplamaya çalışan bir profesyoneldi. Ama şimdi… Her şey çok daha karmaşıktı. Ares’in bana yaklaşımı, bakışları, sakinliği, her hareketi beni ona yaklaştırıyordu. İçten içe onun varlığına bağımlı hale geldiğimi hissediyordum.

 

Her gün ilaçları içtikten sonra, Ares’in gözleri üzerimde olurdu. "Nasıl hissediyorsun?" diye sorardı, ama bu soru zamanla sadece zihnimde yankılanan bir söze dönüşmüştü. Çünkü ona sadece hissettiğim şeyi anlatamıyordum. Ona anlatmam gereken şey, içimde oluşan o farklı duyguydu. Fakat bu duyguyu itiraf etmekten de korkuyordum.

 

Günler geçtikçe, Ares ile daha fazla vakit geçirmeye başladık. Onunla her konuştuğumda, her bakışında bir şeylerin değiştiğini fark ettim. O bana bir doktor olarak yaklaşırken, ben onun yanında kendimi farklı hissetmeye başlamıştım. Gözlerindeki kararlılık, bana karşı olan sabrı, sessizce dinlemesi… Bunlar beni giderek ona daha fazla bağlıyordu.

 

Bir sabah, ilaçlarımı alıp odama çekildiğimde, kendimi onun hakkında düşünürken buldum. Kendi içimdeki karanlıktan çok, onun bana karşı olan duruşu zihnimi dolduruyordu. Ne zaman odada yalnız kalsam, onun burada olmasını diliyordum. Ve bu, beni korkutuyordu. Bu duygular, daha önce hiç hissetmediğim türden bir şeydi.

 

Ares’in yanına gitmek, onunla konuşmak istiyordum. Ama bunu nasıl yapabilirdim? O sadece bir doktordu, görevini yerine getiren biri. İçimdeki bu karmaşayı ona açmak, her şeyi daha da zorlaştırmaz mıydı?

 

O an, onunla geçirdiğimiz her anın zihnimde bir film şeridi gibi dönüp durduğunu fark ettim. Ona karşı hissettiğim bu şey aşk mıydı, yoksa sadece bana gösterdiği ilgiye duyduğum ihtiyaç mıydı?

 

Bir akşam, Ares odama geldiğinde, içimdeki bu yoğun duyguları daha fazla bastıramadım. Gözlerimle ona baktım, ama bu kez bambaşka bir anlamla. Onun her zamanki güven verici bakışlarına karşılık, içimde sakladığım her şey yüzüme yansımıştı sanki.

 

"Hera," dedi, sesindeki o tanıdık yumuşaklıkla, "Bugün nasıl hissediyorsun?"

 

"Farklı," diye fısıldadım. "Ama sanırım, bunun nedenini sen de biliyorsun."

 

Ares, yüzündeki hafif şaşkınlıkla bana baktı. Ardından, gözlerini benden ayırmadan oturduğu yerden kalktı ve yanıma yaklaştı. "Bana anlat," dedi, sesi daha da yumuşamıştı.

 

O an cesaretimi topladım ve "Sanırım… sana karşı bir şeyler hissediyorum," diye itiraf ettim.

 

Ares’in gözlerine baktığımda, sözlerimin onu şaşırttığını görebiliyordum. Yüzünde her zamanki sakinlik vardı ama derinlerde bir yerde, bu itirafın ağırlığını hissetmişti. Kalbim o an delicesine çarpmaya başladı. Ona karşı hissettiğim bu yoğun duyguyu dile getirmek, sanki içimde sakladığım bir sırrı serbest bırakmış gibiydi. Ancak o an, bir başka düşünce aklıma doldu: Alex.

 

Alex’i bir an bile düşünmemiş olmam, içimde keskin bir suçluluk duygusu yarattı. Ona ihanet mi ediyordum? Alex yanımda olmaya çalışmış, bana destek olmak istemişti. Ama ben Ares’e olan bu duygularımı engelleyememiştim. İçimdeki karmaşa daha da büyüdü. İki ayrı dünya arasında sıkışıp kalmış gibiydim.

 

Ares’in bakışları, sessizliğiyle beni sararken, suçluluk hissi ağır bir yük gibi omuzlarıma çöktü. Alex, beni her şeye rağmen korumaya çalışmıştı. Zor zamanlarımda hep yanımda olmuştu. Ama şimdi, Ares’e karşı duyduğum bu hisler beni parçalara ayırıyordu.

 

Ares, bir an duraksadı, ardından bana doğru bir adım attı. “Hera, hissettiklerinle başa çıkmak zor olabilir. Ama bu bir süreç. Duygularını anlamak ve çözmek için zamana ihtiyacın var. Şu an kendini suçlu hissetmen normal ama her şeyin bir açıklaması olabilir.”

 

Onun sözleri, bir nebze rahatlatıcı olsa da içimdeki fırtınayı durdurmaya yetmedi. Kendimi kötü hissetmemin ötesinde, Alex’e ihanet ettiğimi biliyordum. Onun bana olan sevgisini hiçe saymış, Ares’e karşı duyduğum hislere teslim olmuştum.

 

“Alex…” dedim kısık bir sesle. “O bana hep destek oldu. Yanımda kaldı. Ama ben ona karşı bir şey hissetmiyorum artık. Sana olan bu hislerim… onu ne kadar incitir?”

 

Ares’in gözleri bir an ciddileşti. “Hera, duygular karmaşık olabilir. Bu süreçte kimin yanında olmak istediğini anlamak zorundasın. Kendini suçlaman, hissettiğin şeylerin önüne geçmemeli. Alex’i incitmek istemezsin, bu doğru. Ama aynı zamanda kendine de dürüst olmalısın.”

 

Bu sözler kafamı daha da karıştırmıştı. Alex’i incitmek istemiyordum. Ama ona karşı hissettiğim şeyler, Ares’le aynı değildi. Onunla geçirdiğim her an, içimde bir huzur yaratırken, Alex’in varlığı bana sadece bir zorunluluk gibi gelmeye başlamıştı. İlişkimizin bir parçasıydı bu; belki de yavaş yavaş sona eriyordu.

 

Ama o an, Ares’in yanında olmak istediğimi biliyordum. Suçluluk duygusuyla baş etmek zorundaydım, ama kendimi bu hislerden de koparamıyordum.

 

“Ares…” dedim, ona doğru bir adım atarak. “Alex’e karşı dürüst olmalıyım, ama içimde sana karşı hissettiklerimi de göz ardı edemem. Ne yapacağımı bilmiyorum.”

 

Ares derin bir nefes aldı ve bana doğru eğildi. “Hera, bunu aceleye getirmeyeceğiz. Zamanla her şey netleşecek. Ama önce senin kendinle barışman gerekiyor. Alex’e karşı dürüst olmak önemli, ama seni suçlulukla hapsedecek bir karar verme. İkimiz de sadece sana yardım etmek için buradayız. Kendi yolunu bulmalısın.”

 

Onun bu sözleri, bana bir nebze olsun rahatlık verdi, ama içimdeki fırtınayı tam anlamıyla susturamıyordu. Ares’in yanımda olmasını istiyordum, ama aynı zamanda Alex’e duyduğum bağlılık beni bir uçurumun kenarına itiyordu. Ne tarafa adım atacağımı bilmiyordum.

 

Odada derin bir sessizlik oluştu. Ares’in gözlerindeki sabır ve anlayış beni biraz olsun rahatlatıyordu. Ama içimdeki karmaşa, çözülmek için daha uzun bir yolculuğa ihtiyacım olduğunu hissettiriyordu.

 

İçimdeki karmaşa giderek büyürken, Ares’in yanımda duruşu bir tür liman gibiydi. Ama bu limanın sağladığı huzur, Alex’in yüzündeki hayaleti silmeye yetmiyordu. Ona karşı duyduğum sadakatle Ares’e karşı hissettiğim derin çekim arasında bir tür çatışma yaşıyordum. Kalbim, iki farklı yön arasında sıkışmıştı ve bu durum beni daha da çıkmaza sokuyordu.

 

Ares, beni rahatlatmak için elini omuzuma koydu. “Hera, ne düşünüyorsan bunu benimle paylaşabilirsin. Hissettiğin her şey önemli. Ben buradayım,” dedi. Sesi, yine o tanıdık sakinlikle doluydu. Ama bu sefer içimdeki suçluluk duygusunu daha da derinleştiriyordu.

 

“Bilmiyorum… Her şey çok karışık. Seninle olmak istiyorum, ama Alex’i de düşünüyorum. Ona karşı dürüst olmalıyım,” dedim. Ares’in gözleri, anlayışla parladı. Ama içimdeki kaosun gerçeği ondan saklamama izin vermediğini biliyordum.

 

Ares, başını hafifçe eğerek, “Alex ile ilişkiniz üzerine düşünmek zorundasın. Ama öncelikle, duygularını kabullenmelisin. Bu zor bir yolculuk, ama her şey zamanla netleşecektir. Şu anki hislerin geçici değil. Bir şeyler hissediyorsun ve bu duygular, seni daha iyi tanımana yardımcı olacak,” dedi.

 

Bunun üzerine içimde bir kıpırtı hissettim. Belki de Ares, doğruydu. Kendimi bulmam, kendimle barışmam gerekiyordu. Ama o an, Alex’in aklımda dolaşan imgesi yine de beni hırpalıyordu. Onun bana duyduğu sevgiyi, desteklerini ve güvenini düşününce içimdeki suçluluk büyüdü.

 

Bir süre sessiz kaldım. Sonra Ares’in yanına oturup, “Ares, ben... Seninle hissettiğim şeyin gerçek olduğunu biliyorum ama Alex’le olan ilişkim de gerçek. Onun kalbini kırmak istemiyorum,” dedim, sesimdeki sarsıntıyı hissettim.

 

Ares, bana dikkatle bakarak, “Hera, bu zor bir durum. Ama kendi mutluluğunu bulmak da önemli. İkisi arasında seçim yapman gerekecek. Şu anki hislerin, kendini tanımanın bir parçası. Ama unutma, hayat karmaşık. Hislerini anlamak zaman alacak,” dedi.

 

O an, Ares’in sözlerinin etkisini anlamak için düşünmeye başladım. Her iki tarafa da kalbimin bir parçasını bırakmak, beni zor bir ikilemde bırakıyordu. Ancak onunla geçirdiğim zaman, bana kendi iç dünyamı daha iyi anlama fırsatı sunuyordu.

 

Birden gözlerim doldu. “Bilmiyorum, Ares. Gerçekten bilmiyorum. Hem seni hem de Alex’i seviyorum, ama bu durum beni parçalıyor. Onunla olan geçmişim, birlikte geçirdiğimiz anılar... Hepsi şimdi bana yük gibi geliyor.”

 

Ares, bu sefer daha da yaklaştı ve ellerini ellerimle birleştirerek, “Hera, ikisi arasında bir seçim yapmak zorundasın. Ama hangi yolu seçersen seç, ben buradayım. Hislerin karmaşık ama bu, seni daha iyi anlamana yardımcı olacak,” dedi.

 

Ares’in ellerinin sıcaklığı beni bir nebze rahatlattı. Onun bu desteği, içimdeki karanlıkla savaşmamda bir parça güç veriyordu. Ama hala, Alex’in yüzü zihnimde dönmeye devam ediyordu. İlişkimdeki sadakat, Ares’in varlığı karşısında nasıl bir anlam kazanıyordu? Kendimi bu çıkmazdan kurtarmak için ne yapabilirdim?

 

Bir süre düşüncelere dalmışken, Ares’in sesi yeniden yankılandı. “Senin için en iyisini istiyorum, Hera. Ama bunu senin seçmen gerekiyor. Kendine bir zaman tanı. Duygularınla yüzleşmek, seni güçlendirecek,” dedi.

 

Bir an, Ares’in yanımda durması beni güçlü hissettirdi. Ama yine de içimdeki suçluluk duygusu, peşimi bırakmıyordu. Kendi kalbimle başa çıkmaya çalışırken, Alex’e karşı olan bağlılığımı nasıl yöneteceğimi bilmiyordum.

 

O an, Ares’e döndüm ve “Belki de önce kendimi bulmalıyım. Duygularımla yüzleşmek zorundayım,” dedim. Ares, gülümseyerek başını salladı. “Bu doğru. Kendi iç yolculuğuna çıkmalısın. Duygularını keşfetmek, sana bir yön verecek.”

 

Ares’in yanımda olduğunu bilmek, bana bir umut ışığı sundu. Ama içimdeki karmaşa, her geçen gün daha da derinleşiyordu. Kendimi bulmak ve bu duygularla başa çıkmak için daha fazla zamana ihtiyacım vardı. Ve bu yolculukta, Ares’in bana olan desteği çok önemliydi. Ama her an, Alex’in yüzündeki sevgi dolu ifadeyi hatırlamak, beni geri çekiyordu.

 

Bir gün, tüm bu duygularla yüzleşmek zorundaydım. Ve Ares ile olan bu yakınlığımın ne anlama geldiğini anlamak için zamanım vardı. Ama o zamana kadar, içimdeki çelişkilerle yaşamaya devam etmeliydim.

 

Zaman geçtikçe, Ares ile aramızdaki bağ derinleşmeye başladı. Onun yanında kendimi daha iyi hissetmeye, içimdeki karanlıkla daha barışık olmaya çalışıyordum. Ancak bu süreç, aynı zamanda Alex ile olan ilişkimin karmaşıklığını da artırıyordu. İki dünya arasında gidip gelirken, içimdeki suçluluk ve kaygılar bir türlü yok olmuyordu.

 

Her sabah ilaçlarımı alıp, Ares ile geçirdiğim zamanlarda daha fazla huzur buluyordum. Ama her akşam, Alex’in yüzü aklıma geldiğinde içimdeki bu huzur bir anda kayboluyordu. Onun bana duyduğu güveni, sevgisini düşünmek, kalbimdeki yükü ağırlaştırıyordu. Ares’in yanımda olması, içimdeki karmaşayı dindirmiyor, aksine daha da derinleştiriyordu.

 

Bir akşam, Ares benimle kalmaya karar verdiğinde, onun yanında olmak için duyduğum çekim bir kez daha yoğunlaştı. Ares, odanın köşesine oturmuş, not alıyordu. Onun o anki ciddiyeti ve dikkatli yaklaşımı, bana karşı hissettiklerimin daha da belirginleşmesine neden oluyordu. Ama aynı zamanda, Alex’in yüzündeki sevgi dolu ifadeyi de unutamıyordum.

 

Birden, cesaretimi topladım. “Ares, seninle olan bu bağın benim için anlamı çok büyük. Ama Alex’i düşününce kendimi çok kötü hissediyorum. İkimizin arasında olan bu hisleri nasıl yönetebilirim?” dedim.

 

Ares, yazdığı notları bırakıp bana döndü. Gözleri, benimkiyle buluştuğunda, derin bir anlayış gördüm. “Hera, hissettiğin her şey geçerli. Ama bununla yüzleşmek zorundasın. Kendin için neyin doğru olduğunu bulmalısın. Bu süreçte zor zamanlar geçireceksin, ama doğru yolu bulmak için kendine zaman tanımalısın,” dedi.

 

Onun bu sözleri, içimde bir şeyleri hareket ettirmiş gibi hissettirdi. Belki de gerçekten de kendi duygularımla yüzleşmek, bu karmaşayı çözmeme yardımcı olacaktı. Ama Alex’in kalbini kırmak istemediğim gerçeği hala kafamda dönüp duruyordu.

 

O akşam, Ares’in yanında daha fazla vakit geçirmeye başladım. Zihnimdeki karışıklıklar yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Onunla paylaştığım anlar, içimdeki karanlığın azalmasına neden oluyordu. Ama yine de, Alex’in beni düşündüğü anlarda, suçluluk duygusu içimi kemiriyordu.

 

Bir akşam, Ares ile birlikte otururken, ona dönüp “Bir şey daha var. Seninle bu kadar yakınlaşmak, Alex ile olan ilişkimi sorgulamama neden oluyor. Ama onunla olan geçmişim de bir gerçek. Ne yapmalıyım?” dedim.

 

Ares, yanımda durarak düşünmeye başladı. “Bu durum karmaşık, biliyorum. Ama önce kendini tanıman gerekiyor. İkisi arasında bir denge kurmalısın. Kendini ve hislerini anlamadan, bir seçim yapmak zor olabilir,” dedi.

 

Bu sözler, içimdeki düşünceleri daha da derinleştirdi. Duygularımı anlama sürecim devam ediyordu. Ama her geçen gün, Ares’in yanında olmak beni daha fazla çekiyordu. İçimdeki çekim, Alex’i düşündüğümdeki suçluluk duygusuyla birleşince, kendimi bir çıkmazda buluyordum.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Ares ile yan yana otururken, bir an sessiz kaldık. Ares, elini omuzuma koyarak “Kendini kötü hissetme. Duygularınla yüzleşmek zorundasın, bu senin için önemli,” dedi. O an, bir nebze olsun rahatladım. Belki de bu karmaşayı çözmenin yolu, Ares ile olan ilişkim hakkında daha fazla düşünmekti.

 

Bir gece, uykuya dalmadan önce Ares’in yanına oturup, “Ares, sana karşı hissettiklerim beni korkutuyor. Ama seni düşündüğümde içimde bir sıcaklık hissediyorum,” dedim.

 

Ares, gülümseyerek, “Kendine karşı dürüst olmalısın. Duygularını kabullenmek, seni güçlendirecek. Ama unutma, şu an her şey karmaşık. Hislerini anlamaya çalışırken, kendine karşı nazik olmalısın,” dedi.

 

O an, Ares’in sözleri benim için bir umut ışığıydı. İçimdeki karanlıkla başa çıkabilmemin, kendimi bulabilmemin yolu belki de onunla olan ilişkimi daha derinlemesine sorgulamaktan geçiyordu. Ama içimdeki suçluluk ve Alex’e karşı duyduğum bağlılık, her zaman bir gölge gibi üzerimde kalacaktı.

 

Gecenin karanlığında, içimdeki fırtına bir nebze dinmişti ama bu yalnızca geçici bir huzurdu. Çünkü sabah uyandığımda, Alex’in düşünceleri yine aklımı saracak, Ares ile olan ilişkimdeki karmaşalar ise sürmeye devam edecekti. Her gün, içimdeki bu ikilemle başa çıkmak zorunda kalacaktım. Ve Ares’in yanında geçirdiğim zaman, belki de bu zorlu yolculuğumda bana en büyük destek olacaktı.

 

Loading...
0%