Yeni Üyelik
3.
Bölüm

HERA

@ben1deniz

Sabah uyandığımda, Ares’in yanında olmanın verdiği huzur hâlâ içimdeydi. Ancak uyanır uyanmaz aklıma ilk gelen düşünce yine Alex oldu. Onun yüzündeki gülümseme, içimdeki boşlukla birleştiğinde canımı acıtıyordu. Ares’in yanında geçirdiğim zaman bana bir nebze olsun huzur veriyordu ama Alex’e olan bağlılığımı da sorgulatıyordu.

 

Ares, kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçmişti. O sırada, kendimi biraz daha toparlamak için banyoya yöneldim. Aynada kendime baktım; gözlerimdeki yorgunluk, içimdeki karmaşayı daha da belirgin hale getiriyordu. Birkaç derin nefes aldım ve kendime telkinlerde bulundum. "Günün tadını çıkar," dedim sessizce, ama bu sözler içimdeki suçluluğu bastırmaya yetmedi.

 

Kahvaltıda, Ares’in neşeli sesi evin içinde yankılanıyordu. "Bugün biraz dışarı çıkalım, hava çok güzel. Bir yürüyüş yapmak sana iyi gelebilir," dedi. Bu öneri karşısında içimde bir umut kıpırtısı belirdi. Belki de biraz havayı solumak, düşüncelerimi toplamak için iyi bir fırsat olabilirdi.

 

Ares’in yanına oturdum ve “Evet, dışarı çıkmak güzel olabilir,” dedim. Onun gülümsemesi, içimdeki karanlığın biraz daha azalmasına neden oldu. Yavaş yavaş kahvaltımızı bitirip hazırlanmak için odama yöneldim. Ares, mutfakta hazırlık yaparken, ben üzerimdeki kıyafetleri seçmeye başladım.

 

Dışarı çıkarken, içimdeki gerginlik bir nebze azalmıştı. Ares’le birlikte yürüyüş yapmanın beni rahatlatacağını umuyordum. Güneşin ışıkları yüzüme vururken, Ares’in yanımda yürüyüş yapması kendimi güvende hissettiriyordu. Ama her adımda, Alex’in yüzü aklıma geliyordu. Onun sıcak gülümsemesi ve gözlerindeki sevgi dolu bakışlar, içimdeki huzuru bulmamı zorlaştırıyordu.

 

Parkta yürürken Ares, “Hera, bir şey sorabilir miyim?” dedi. Yüzümdeki donuk ifadeyi görünce, hemen ekledi, “Duyguların hakkında konuşmak istemiyor musun?”

 

O an duraksadım. Duygularım hakkında konuşmak zorundaydım ama hangi yönüyle? Alex, Ares, bu iki adamın hayatımda kapladığı yerin ağırlığı beni boğuyordu. “Bazen, kendimi kaybolmuş gibi hissediyorum,” dedim. “Açıkça konuşmak zor olsa da, içimde bir yerde bir şeyler var. Ama ne olduğunu bilemiyorum.”

 

Ares, beni dinleyerek gülümsedi. “Hissettiğin her şey önemli. Kendini kaybolmuş hissettiğin anlarda bile hislerinin değerli olduğunu unutma. Hayatında iki farklı yol var ve bunu kabullenmek, kendini bulmana yardımcı olacak,” dedi. Bu sözler, içimde bir şeylerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı oldu.

 

Bir süre yürüdükten sonra bir bankta oturduk. Gözlerim parktaki çocuklara, ailelere, hayatın tadını çıkaran insanlara kaydı. Onlar kadar basit bir mutluluğa ulaşmanın zor olduğunu düşündüm. Ama Ares’in yanındaki huzurum, bu karmaşık duygularla başa çıkmak için bir şanstı. “Ares, Alex’le olan ilişkim beni çok yıpratıyor. Ama seni de tanıdıkça aramızda bir şeyler gelişiyor. Bu benim için karmaşık bir durum,” dedim.

 

Ares, yanımda otururken omuzumu nazikçe sıktı. “Hera, yaşadıkların karmaşık ama bu, duygularını anlamana engel olmamalı. Kendi kalbine ve duygularına güvenmeyi öğrenmelisin,” dedi.

 

O an, içimdeki karmaşanın nasıl bir hale geldiğini düşündüm. Ares’in yanımda olması, kendimi güvende hissettiriyordu ama Alex’e karşı olan bağlılığımın, hislerimi ne kadar etkilediğini anlamak zorundaydım. Birlikte geçirdiğim her an, hislerimi daha da belirgin hale getiriyordu.

 

Eve dönerken, içimde bir karar vermem gerektiğini biliyordum. Duygularımın beni yönlendirmesine izin vermek, belki de benim için en iyi yol olacaktı. Ama Alex’in düşüncelerinden kaçamayacağım gerçeğiyle yüzleşmek zorundaydım.

 

Evde, Ares ile birlikte oturduğumuzda, ona döndüm ve “Ares, benim için gerçekten çok önemli birisin. Ama bu durumu daha da zorlaştırıyor. Kendime karşı dürüst olmalıyım,” dedim.

 

Ares, “Duygularınla yüzleşmek zorundasın, bu seni güçlü kılacak. İkimiz arasındaki bu bağın anlamı var ama öncelikle kendinle barışmalısın,” dedi. Onun sözleri, beni daha fazla düşünmeye teşvik etti. İçimdeki karmaşayı çözmek, belki de en büyük zorluk olacaktı. Ama Ares’in desteği, bu yolculuğu daha anlamlı hale getiriyordu.

 

Yavaş yavaş içimdeki karanlığa dair bir şeylerin aydınlanmaya başladığını hissediyordum. Her gün biraz daha iyiye gitmek, belki de içsel huzuru bulmak için bir başlangıç olabilirdi. Ama Alex’i unutmak, bu zor yolculukta bana nasıl bir çıkış yolu sunacaktı?

 

Geceleri, Ares’in yanında daha fazla zaman geçirdim. Her anımız, içimde bir şeyleri değiştirmeye başladı. Ama Alex’in yüzü, kalbimdeki yerini koruyordu. Her iki dünyayı da anlama çabam, belki de beni daha da derin bir çıkmaza sokuyordu. Ama Ares’in yanındaki huzur, içimdeki karanlığı biraz daha aydınlatıyordu.

 

Bir gün, sabah kahvaltısında Ares’in yanındaydım, ama aklımda yalnızca Alex vardı. İlişkimdeki bu karmaşa ve belirsizlik içimdeki huzuru yavaş yavaş yok ediyordu. Her an, Alex’in beni düşündüğü ve belki de benimle yüzleşmek üzere geldiği düşüncesi kafamda dönüp duruyordu.

 

O gün, Ares ile parka gitmeyi planlamıştık, ancak birden kapının çaldığını duydum. Kalbim hızla atmaya başladı. Ares, kapıyı açtığında, karşısında Alex’i görünce içimde bir sıkışma hissettim. Alex, her zamanki gibi soğukkanlı duruyordu ama gözlerinde bir şeyler vardı; belki de bir yüzleşme ihtimali.

 

“Merhaba, Hera,” dedi Alex, sesindeki derinlik içimi ürpertti. “Seninle konuşmamız gerekiyor.”

 

Ares, odanın arka tarafına geçerek bizi yalnız bırakmak istedi. “Ben dışarıda biraz hava alacağım. İhtiyacın olduğunda buradayım,” dedi. O an, Ares’in yanımda olmaması beni daha da tedirgin etti. Alex’in karşısında yalnız kalmak, içimdeki endişeyi artırıyordu.

 

“Ne hakkında konuşmak istiyorsun?” dedim, sesim titrerken.

 

“Biliyorum, Hera. Beni aldatıyorsun. Ares ile bir şeyler yaşıyorsunuz,” dedi. Kelimeleri, bir bıçak gibi kalbime saplandı. İkimizin arasında bir engel oluşmuştu; bu, yıllardır süren bir ilişkiye son vermek için bir ilk adımdı.

 

“Alex, öyle bir şey yok. Ares sadece benim için bir destek. Benimle ilgileniyor ama...,” dedim, ama sözlerim yetersiz kaldı.

 

“Beni bu şekilde kandırma! Seninle birlikteyken başkasını sevdiğinizi biliyorum,” dedi. Gözleri dolmuştu. “Benim için çok şey ifade ediyordun ama şimdi bu hisleri kaybettiğini biliyorum.”

 

Sözcükler, içimdeki suçluluğu daha da artırdı. Ares ile aramızdaki bağın derinleşmesi, Alex’in yüzleşmesine neden olmuştu. “Seni seviyorum, ama...,” dedim. Ama cümlemi tamamlayamadım. Aklımdaki karmaşa, kalbimdeki duyguları boğuyordu.

 

“Ama, başka birine aşık oldun değil mi?” diye sordu Alex. “Artık ben senin için önemli değilim. Beni aldattığını düşünmek istemiyorum ama bu durumu kabullenmek zorundayım.”

 

Alex’in sesi, içimde bir şeyleri kırıyordu. Gözlerim doldu. “Bunu istemiyorum, Alex. Gerçekten istemiyorum. Ama Ares ile yaşadığım şeyler beni sarhoş gibi hissettiriyor,” dedim.

 

“Bu sadece bir kaçış. Kendini bulmaya çalışıyorsun, ama bu beni yok saymak değil mi?” dedi. Onun bu sözleri, içimdeki karmaşayı daha da derinleştirdi.

 

Ağlamaya başladım. “Bunu yapmak istemiyorum, seni kaybetmek istemiyorum. Ama Ares ile olan bu durum, içimdeki karanlığı biraz daha aydınlatıyor. Yalnızca kendi içimde savaş veriyorum,” dedim.

 

Alex, bir süre sessiz kaldı. Gözleri, içindeki acıyı gizlemekte zorlanıyordu. “Senin için en iyisini istemiştim, ama şimdi yanımda olmayan birisini sevdiğini biliyorum. Bunu kabul etmem zor ama... belki de ikimiz için de en iyisi bu,” dedi.

 

O an, gözlerimden yaşlar boşanırken, içimdeki boşluk daha da büyüdü. “Alex, seni seviyorum. Ama seni kaybetmekten korkuyorum. Bu durumdan nasıl çıkacağımı bilemiyorum,” dedim.

 

“Zamanı geldiğinde karar vermelisin, Hera. Bu acı verici ama doğru bir yol bulmalısın. Benimle olmanın yükünü taşımak istemiyorum,” dedi.

 

Alex, adımını geri attı ve kapıya doğru yöneldi. O an, içimde bir şeyler kırılmakta, kaybolmakta olan bir ilişkide son noktayı koymak üzereydik. “Seni seviyorum, Alex,” dedim, ama artık hiçbir şeyin anlamı kalmamış gibiydi.

 

Kapı kapandıktan sonra, Ares odadan döndü. “Neler oldu?” diye sordu.

 

“Her şey bitti,” dedim, gözlerim dolu dolu. “Kendimle ve Alex ile yüzleşmek zorundaydım. Ama bunu yapmak çok acı verici,” dedim.

 

Ares, yanımda oturarak omzuma dokundu. “Bu zor bir süreç, biliyorum. Ama şimdi kendin için neyin en iyisi olduğunu düşünmek zorundasın,” dedi.

 

O an, Ares’in yanında olmak, içimdeki karanlığın bir nebze olsun hafiflemesine neden oldu. Ama içimdeki suçluluk duygusu ve kaybolmuşluk hissi, bu karmaşayı daha da derinleştirmişti.

 

Alex’in sözleri, içimde bir yankı gibi çınlıyordu. Belki de hayatımda bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. Ares’le olan bağımın ne kadar derinleşeceğini bilmiyordum, ama içimdeki duyguların karmaşasıyla başa çıkabilmek için bir yol bulmalıyım.

 

Alex’in gitmesinden sonra odanın sessizliği beni boğuyordu. Ares yanımdaydı, ama içimdeki karmaşa ve suçluluk her şeyden daha ağır basıyordu. Alex’e ihanet etmiştim, bu gerçeği artık inkâr edemiyordum. Ares’in varlığı bana huzur veriyordu, ama bu huzur aynı zamanda beni kendi duygularımın esiri yapıyordu. İki insan arasında sıkışıp kalmıştım ve bu baskı beni her geçen gün daha da zayıflatıyordu.

 

Ares’in sesi odayı doldurdu. “Kendini bu kadar suçlama, Hera. İçinde yaşadığın bu savaş seni daha fazla yıpratacak. Kendine karşı dürüst olmalısın.”

 

Ona baktım, gözlerinde şefkat vardı. Ama bu, suçluluk duygumu hafifletmiyordu. “Alex’i seviyorum, ama ona karşı dürüst olamadım. Şu an bile içimde bir şeyler eksik gibi hissediyorum,” dedim. Sesim titriyordu. “Ares, ben gerçekten nereye ait olduğumu bilmiyorum.”

 

Ares’in yanımda kalması, beni bir yandan rahatlatırken, diğer yandan daha da derin bir ikilemin içine sürüklüyordu. Onunla geçirdiğim her an, duygularımın karmaşıklığını daha belirgin hale getiriyordu. Ares bana yardım etmek için buradaydı, ama aynı zamanda ona olan yakınlığım, Alex’le olan ilişkimi yok etmişti.

 

Ares sessizce bana baktı, sanki zihnimdeki karmaşayı okur gibi. “Hera, kendini bu kadar hırpalamak zorunda değilsin. Bu süreç zor olabilir, ama zamanla her şey netleşecek,” dedi.

 

O an, içimde bir boşluk hissettim. Bu sözler, duygularımı anlamama yardımcı olmuyordu. Tam tersine, her şey daha da karmaşıklaşıyordu. Ares’e karşı hissettiğim bu çekim, içimdeki boşluğu dolduruyordu ama aynı zamanda beni daha da derin bir yalnızlığa sürüklüyordu.

 

Bir süre sessiz kaldık. İçimdeki karmaşa, dış dünyayı unutturdu. Ares’in sıcak bakışları arasında kaybolmak istiyordum, ama bunu yaparsam Alex’e olan sadakatimi tamamen kaybedeceğimi biliyordum. Kendimi bu duygusal uçurumdan kurtarmak istiyordum, ama nereye adım atacağımı bilmiyordum.

 

Sonunda derin bir nefes aldım ve Ares’e döndüm. “Belki de Alex’le olan her şeyi bitirmem en doğrusu. Ama bunu yaparsam, kendime nasıl ihanet etmemiş olurum? Ona karşı hala hislerim var, ama seninle geçirdiğim zaman bana başka şeyler hissettiriyor,” dedim.

 

Ares, sessizce başını salladı. “Her şeyin bir zamanı var. Alex’le olan ilişkinin bir parçası olabilirim, ama asıl olan sensin, Hera. Kendi hislerini anlamak zorundasın. Acele etmeden, ne istediğini bulacaksın.”

 

O an, Ares’in bana sunduğu sabır ve anlayış, içimde bir umut kırıntısı oluşturdu. Belki de zamanla ne yapmam gerektiğini daha net görecektim. Ama şimdilik, sadece bu anın içinde kalmak istiyordum.

 

Gecenin karanlığı çökerken, düşüncelerim hala kafamda dönüp duruyordu. Yatağa uzandığımda, Ares’in yanımda olduğunu bilmek bir nebze olsun rahatlık veriyordu. Ama içimdeki savaş, uykunun beni bulmasına engel oluyordu.

 

Ares, sabah yanımdan sessizce kalktı. Gözlerimi açtığımda, kahvaltı hazırlığı yapıyordu. Yüzündeki sakin ifade, her şeyin yoluna gireceği inancını taşıyordu sanki. Ama benim içimde, bir şeyler hala eksikti.

 

Yavaşça yatağımdan kalktım ve mutfağa yöneldim. Ares, kahvemi hazırlamış, bana dönüp gülümsüyordu. Ama o sırada aklımda yine Alex’in sesi yankılandı: “Beni aldattın.” O an içimdeki suçluluk dalgası beni tamamen esir aldı.

 

Ares’in kahvaltı masasındaki varlığı, bu duygularımı bastırmak için yeterli olmayacaktı.

 

Kahvaltı masasında otururken, Ares’in yanında olmanın verdiği güven, içimdeki karmaşayı hafifletmeye yetmiyordu. Ares’in gülümsemesi, bana hayatın hala güzel olduğunu hatırlatmaya çalışsa da, kafamdaki sesler giderek yükselmeye başladı. Ne kadar gayret etsem de, o seslerin etkisini azaltamıyordum.

 

Ares kahvaltı masasına birkaç tabak yerleştirdiğinde, gözümün ucuyla dışarıda bir hareket gördüm. Gözlerimi kırpıştırdım, ama dışarıdaki görüntü netleşmedi. Sanki bir gölge, hızlıca geçip gitti. İçimde bir ürperti hissettim. “Ares, sen de bunu gördün mü?” dedim, sesim titrek bir şekilde çıkarken.

 

Ares, bana döndü ve gözlerini benim gözlerime kilitledi. “Gördüğün neydi, Hera?” diye sordu, ama ben hiçbir şey söyleyemedim. Hangi kelimelerin doğru olacağını bilemiyordum. “Bir şey yok,” dedim, ama içimdeki korku büyümeye devam etti.

 

Kahvaltı sırasında Ares, benimle sohbet etmeye çalıştı, ama her kelime, zihnimdeki karışıklığı daha da derinleştiriyordu. Her seferinde, duyduğum sesler daha da belirginleşiyor, sanki beni izleyen gözler varmış gibi hissettiriyordu. Kahvaltıyı tamamladığımızda, Ares’in yüzündeki endişeyi fark ettim.

 

“Seninle konuşmak istiyorum,” dedi. “Bunu yapmanın zamanıdır. İçinde ne olduğunu biliyorum, ama bu durumda tek başına kalmamalısın.”

 

İçimde bir huzursuzluk hissettim. “Ben iyiyim,” dedim, ama kelimelerim içten gelmiyordu. İçimden bir ses, her şeyin kötüye gittiğini ve bunun sonuçları olacağını söylüyordu. Ares’in gözlerine baktım ve ona yalan söylediğimi biliyordum.

 

Ares, gözlerindeki şefkatle bana yaklaştı. “Biliyor musun, bazen yalnızca güçlü olmak yeterli değildir. Kendini açmak, hislerini paylaşmak önemlidir,” dedi. Ama onun sesi, kulaklarımda yankılanan diğer seslerle birleşti. “Beni görmüyorsun, Hera,” diyen başka bir ses, kafamda giderek daha da belirginleşiyordu.

 

O anda, masada durmakta olan tabaklar, gözümde dalgalanmaya başladı. Sanki her şeyin etrafında bir sis bulutu varmış gibi hissediyordum. “Ares, ben… ben…,” dedim ama kelimelerim birbirine karıştı.

 

“Ares! Beni bırak!” diye haykırdım, panik içinde masadan fırlayıp odadan çıkmaya çalıştım. Ares hemen arkamdan geldi, “Hera, dur! Nereye gidiyorsun?” diye seslendi. Ama içimdeki sesler, onu duymazdan gelmeme neden oluyordu. Sanki orada değildi, sadece zihnimin bir parçasıydı.

 

Odanın kapısını açıp, dışarı fırladım. Hava, yüzüme çarpınca biraz serinledim ama içimdeki kaos dinmiyordu. Yolda yürüdüm, sanki tüm dünya benden kaçıyordu. Gözlerim, her köşede gördüğüm gölgeleri takip ediyordu. “Kimse beni sevmiyor,” dedim, içimdeki boşlukla baş başa kalmıştım.

 

Ares’in peşime düştüğünü duydum. “Hera, dur! Lütfen!” diye seslendi. Ama o an, kendi içimde kaybolmuşum gibi hissediyordum. Bir yere doğru koşmaya başladım, ama adımlarım beni nereye götüreceğini bilmiyordu. Zihnim, karanlık bir tünele girmiş gibiydi.

 

Bir anda gözümün önünde yine o gölge belirdi. “Beni izliyorlar,” diye düşündüm. “Beni görmek istiyorlar.” Panik içinde etrafa bakınırken, Ares’in sesi tekrar yankılandı. “Hera, lütfen beni dinle! Buradayım!”

 

Ama zihnimdeki sesler, onun kelimelerini boğuyordu. Yürümeye devam ettim. İçimdeki korku, beni daha da ileriye sürüklüyordu. Bir yere kadar koştuğumu fark ettim; yalnızdım, çaresizdim. Gözlerim dolmuştu ve kendimi yorgun hissediyordum.

 

Sonunda bir parka vardım ve bir bankın üzerine oturdum. Derin bir nefes aldım, ama içimdeki ağırlık hala beni boğuyordu. Gözlerim, bankta oturan insanların üzerine kaydı. Hepsi sanki birer figür gibiydi; gözlerinde hiç bir şey yoktu, sadece boşluk. O an içimden bir ses daha yükseldi: “Hera, kaç! Onlar seni istiyor!”

 

Kendimi kaybetmiş gibi hissettiğim anlarda, Ares’in yanıma geldiğini fark ettim. “Hera,” dedi, “ben buradayım. Seni bırakmayacağım.” Ama o ses bile içimdeki karmaşayı durduramıyordu.

 

“Beni bırak,” dedim, gözlerim dolmuştu. “Beni yalnız bırak. Bu savaşı tek başıma vermek zorundayım.”

 

Ares’in bakışları içimi yaraladı. “Ama bu savaşı sen tek başına veremezsin. Ben buradayım, seni desteklemek için geldim,” dedi.

 

O an, içimdeki sesler daha da yükselmeye başladı. “Bunu yapamazsın! Onlar seni görmek istiyor, kaç!”

 

Kendimi kaybetmiş bir halde, gözlerimi Ares’ten kaçırdım. “Gidiyorum,” dedim. “Beni bırak, Ares.”

 

Ama Ares, yanıma oturdu ve elini omzuma koydu. “Hayır, Hera. Ben buradayım. Seni bırakmam. Bu seni yalnız bırakmak demek değil.”

 

O an, içimdeki boşluğun biraz daha dolduğunu hissettim, ama kafamın içindeki sesler hâlâ vardı. Ares’in yanında olmak bir nebze huzur verse de, tüm bu olanların benimle ilgili olmadığını biliyordum. Kendimle yüzleşmeliydim.

 

Ares’in yanımda oturması, zihnimdeki karmaşayı biraz hafifletmiş olsa da, içimdeki savaş devam ediyordu. O an bile, Ares’in sıcak bakışları, kafamdaki seslerin yankılarını kesemiyordu. “Beni bırak,” diye fısıldadım, ama gözlerim doluydu. Sanki gerçeklikle olan bağım giderek zayıflıyordu.

 

Ares, yanımdaki bankta oturmaya devam ederken, endişeyle yüzüme bakıyordu. “Hera, senin için buradayım. Beni dinle, ne olduğunu bana anlatabilirsin,” dedi. Ama kelimeleri kafamda yankılandı; sanki her biri farklı bir ses tarafından tekrar ediliyordu. “Kimse beni dinlemek istemiyor,” diye düşündüm. “Onlar beni görmek istiyor, beni alacaklar.”

 

“Gözlerini kapa,” dedi Ares, sesinde bir rahatlama arayışı vardı. “Beni dinle. İçinde ne olduğunu hissedebilirsin. Geçmişe gitme, sadece burada ol. Ben buradayım.”

 

Gözlerimi kapattım, ama gözlerimin arkasında karanlık bir alan belirmeye başladı. Kafamın içindeki sesler yükselirken, onları bastırmak için kulaklarımı kapattım. “Onlar burada, beni izliyorlar,” dedim, titrek bir sesle. “Görüyorlar beni.”

 

Ares’in sesi, kulağımda yumuşak bir melodi gibi yankılandı. “Hera, kimse seni izlemiyor. Ben buradayım. Sadece kendine odaklan. Seninle birlikteyim,” dedi. Ama her kelimesi, içimdeki boşluğu daha da büyütüyordu.

 

Bir an için derin bir nefes aldım. Dışarıda rüzgarın sesi, kafamdaki karmaşayı biraz olsun hafifletti. Ancak o an, yeniden bir ses duydum. “Kaç! Burası güvenli değil!” İçimdeki korku, beni yeniden sarhoş etmişti. “Gidelim, buradan çıkmalıyız!”

 

Gözlerimi açtığımda, Ares’in yüzündeki endişeyi gördüm. “Nereye gideceksin?” diye sordu. Ama onu duymuyordum. Yavaşça arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Parktan çıkarken, kafamdaki sesler daha da yükseldi. “Beni durdurmalısın!”

 

Sokakta yürürken, geçmekte olan arabaların gürültüsü zihnimi daha da karıştırıyordu. Her geçen saniyede, kendimi daha da kaybolmuş hissediyordum. Ares’in sesi arkamdan geldi: “Hera, dur! Lütfen!” Ama onun çağrısı, içimdeki sesleri boğamadı.

 

Bir köşeyi döndüğümde, gölgeler yine belirmeye başladı. “Onlar buradalar!” dedim, içimdeki korku doruk noktasına ulaştı. Yavaşça geri geri adım atmaya başladım, ama arkamda Ares vardı. “Hera, beni dinle! Ben buradayım!” dedi ama o an, gözümdeki her şey bulanıklaşmaya başladı.

 

Bir yere çarptım ve yere düştüm. Bağırmak istedim ama sesim çıkmadı. “Kurtulmalıyım!” diye düşündüm. Etrafa bakınırken, tüm yüzlerin sadece karanlığa dönüştüğünü gördüm. “Kendimi kaybettim,” dedim içimden.

 

O anda, Ares yanımda belirdi. “Hera, buradayım,” dedi. Ama onun sesi, o an kaybolmuştu. Yavaşça başımı kaldırdım, ama gördüğüm şey beni dehşete düşürdü. İnsanların gözleri boş, bakışları donuktu. Hepsi birer gölge gibiydi, benimle hiçbir ilgisi olmayan varlıklar.

 

“Beni izliyorlar, Ares,” diye fısıldadım, korkuyla. “Beni alacaklar!”

 

Ares, bana yaklaşmaya çalıştı ama içimdeki panik onu uzaklaştırdı. “Hera, onları göremiyorsun. Seninle ilgilenen ben varım,” dedi. Ama ben o an başka bir gerçeklikte kaybolmuş durumdaydım.

 

İçimdeki sesler giderek yükselirken, yavaşça geri çekildim. “Beni bırak, Ares!” diye bağırdım. “Beni yalnız bırak! Burada güvende değilim!”

 

O an, Ares’in gözlerindeki korkuyu gördüm. “Beni yalnız bırakma, Hera,” dedi, ama ben içimdeki savaşla baş edemiyordum. Sadece, o karanlık boşluktan kaçmak istiyordum.

 

Koşmaya devam ettim. Kalbim hızla çarpıyordu, ama nereye gittiğimi bilmiyordum. İçimdeki karmaşayı durdurmak için yalnızca uzaklaşmak gerekiyordu. Ama nereye? Zihnimdeki seslerin baskısı altında, hiçliğe doğru koşuyordum.

Hızla ilerlerken, bir duvara çarptım ve kendimi yere attım. O an, her şey dumanlı bir hale geldi. “Beni bırakma!” diye haykırdım. Ama Ares’in sesi artık uzaktan geliyordu. “Hera, lütfen!”

 

Kafamın içinde yine gölgeler belirmeye başladı. “Beni almak için buradalar,” diye düşündüm, içimdeki boşluk her geçen saniyede büyüyordu. Kendimi kaybolmuş hissettim, ama o an sadece bir şey istiyordum: Kaçmak.

 

Aklımdaki sesler yükselirken, bir an için duraksadım. Etrafımdaki dünya bulanıklaşmıştı; sokaktaki sesler, kalabalığın gürültüsü, rüzgarın uğultusu bile birbirine karışıyordu. Kendimi bir labirentin içinde kaybolmuş gibi hissettim. Adımlarım, sanki beni doğru yola değil, derin bir karanlığa sürüklüyordu.

 

Bir köşeyi dönerken, karşıma çıkan bir grup insanın dikkatini çektim. Onların gözlerinde derin bir boşluk vardı. Her biri, beni izliyormuş gibi hissediyordum. İçimdeki panik, adeta beni ele geçiriyordu. “Gidin!” diye haykırdım, ama sesim yalnızca kendi içime yankılandı. “Beni bırakın!”

 

Koşmaya devam ettim, ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Ares’in sesi, uzaklardan fısıldıyordu. “Hera, lütfen dur!” Ama onu duymuyordum. Zihnimdeki sesler daha da artıyordu. “Kaçmalısın! Onlar seni istiyor!”

 

Bir ara bir bankın kenarına çarptım ve yere düştüm. Kafamın içindeki sesler, adeta beni boğuyordu. “Neden buradayım? Neden kaçıyorum?” Kendimi kaybetmiş halde, ellerimle başımı tutmaya çalıştım. Kalbim hızla atıyor, gözlerim doluyordu. “Beni yalnız bırak!”

 

Tam o anda, Ares yanımda belirdi. “Hera, ben buradayım,” dedi. Yüzündeki endişe, içimdeki karamsarlığı biraz olsun yatıştırdı. Ama hâlâ o korkutucu sesler kafamda yankılanıyordu.

 

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. “Beni izliyorlar,” dedim, titrek bir sesle. “Beni almak için buradalar.” Ares, bana doğru eğildi. “Hayır, kimse seni izlemiyor. Beni dinle, lütfen. Sadece bana odaklan.”

 

Ama kafamdaki sesler, onun kelimelerini boğuyordu. “Onları görmüyor musun? Buradalar!” dedim, panikle. O an, yanımdaki gölgelerin daha da belirginleştiğini hissettim. “Görmüyor musun?”

 

Ares, gözlerindeki ciddiyetle bana baktı. “Hayır, Hera. Kimse burada değil. Sadece sen varsın ve ben buradayım,” dedi. Ama o an bile, sesler artmaya devam ediyordu. “Kaç! Burası güvenli değil!”

 

Gözlerimi açtım ve kendimi kontrol etmeye çalıştım. “Beni bırak, Ares!” dedim, sesim titrekti. “Beni yalnız bırak!”

 

Ama o, benim yanımda kalmaya kararlıydı. “Hera, seni bırakmam. Burada olmak zorundayım. Senin için buradayım,” dedi. Ancak o an, kafamdaki sesler daha da yükselmeye başladı. “Seni istiyorlar! Kaçmalısın!”

 

Sonunda, kendimi kaybetmiş bir halde bankın üzerine oturdum. Ares yanımda oturuyordu, ama onun varlığı bile içimdeki korkuyu dindirmiyordu. “Ares, ne yapacağım?” dedim, gözlerim dolmuştu. “Beni içimden kimse kurtaramaz.”

 

Ares’in gözlerindeki derinlik, içimdeki karamsarlığı hafifletmeye çalışıyordu. “Hera, hissettiğin her şey gerçek. Ama seni yalnız bırakmayacağım. Beraber aşacağız bunu,” dedi. Ama kafamdaki sesler, o an bile devam ediyordu. “Onlar burada! Beni almak istiyorlar!”

 

O anda, bir anlık bir halüsinasyon yaşadım. Gözlerimin önünde, insanların yüzleri belirdi. Onlar, bana doğru yaklaşıyorlardı. “Hera, bizi unutma!” dediler. Korku içinde geri çekildim. “Hayır! Beni bırakın!”

 

Ares, hemen yanımda belirdi. “Beni dinle, Hera. Kimse burada değil. Ben buradayım. Sadece benimle ol,” dedi. Ama içimdeki sesler dinmek bilmiyordu.

 

Kalbim hızla çarpıyor, içimdeki karanlık beni yutmak için fırsat kolluyordu. “Yalnızım!” dedim. “Hiç kimse benim için burada değil.”

 

O an, Ares’in yüzünde bir hüzün belirdi. “Hayır, seni yalnız bırakmam. Her zaman yanında olacağım,” dedi. Ama ben içimdeki seslere karşı koymakta zorlanıyordum. “Beni bırakma,” dedim ama içimdeki boşluk büyümeye devam etti.

 

Gözlerim kapanmaya başladı ve kendimi kaybediyordum. “Beni yalnız bırakma,” dedim, ama o an içimde bir çatışma yaşandı. “Seninle olmak istiyorum, Ares,” diye fısıldadım. Ama zihnimdeki sesler, ona karşı duyduğum hisleri boğmaya çalışıyordu.

 

Daha fazla dayanamadım. Kendimi kaybetmiş bir halde, Ares’e doğru yöneldim. “Beni bırakma, lütfen,” dedim. Ama kafamdaki sesler daha da yükseldi. “Seni almak için buradalar! Kaçmalısın!”

 

Ve o an, zihnimdeki savaş patlak verdi. Her şey bulanıklaştı. “Hayır! Beni almayın!” diye haykırdım. Ares’in sesi, bu karmaşanın içinde kaybolmuştu. “Hera!” dedi ama ben yalnızdım, tamamen yalnız.

 

Kendimi kaybetmiş bir halde, kaçtım. Bilmiyorum, nereye gittim. Sadece içimdeki seslere karşı durmaya çalışıyordum. Ama sesler giderek artıyordu. “Hera, seni alacağız!”

 

O an, her şey tamamen karanlığa dönüştü. Dışarıdaki dünya kayboldu, sadece karanlık içinde kaybolmuştum.

 

“Atlayabilirim,” diye fısıldadım. İçimdeki boşluk ve karamsarlık, beni bu karara itiyordu.

 

O an, Ares çatının kenarında belirdi. “Hera, lütfen! Beni dinle!” dedi, sesi endişe doluydu. “Beni bırakma! Burada tehlikedesin!”

 

“Tehlikede miyim?” diye düşündüm. “Benim için tehlike nerede? Hayatımın bir anlamı kalmadı.” Kafamda yankılanan sesler daha da büyüdü. “Onları bırakmak istiyorum!”

 

Ares, benim için doğru olanı söylemeye çalışıyordu. “Hera, seni seviyorum. Ama senin görmediğin bir gerçek var,” dedi. “Aileni ve Alex’i bir kazada kaybettiklerini biliyor musun? Onlar artık yok.”

 

Bu sözler, içimdeki boşluğun derinleşmesine neden oldu. “Hayır, hayır, bu doğru olamaz! Alex burada, onu görüyorum!” dedim. Ares’in yüzündeki acıyı gördüm, ama kafamdaki sesler daha da yükseldi. “Gözlerimle gördüm! Onlar buradalar!”

 

“Hera, gördüklerin gerçek değil,” dedi Ares, sesindeki kararlılığı kaybetmeden. “Senin şizofreni belirtilerin var. Onlar… Onlar aslında tatilde falan değil, öldüler. Ama artık seni izliyorlar.”

 

Kalbim çarptı, ama içimdeki inkar duygusu daha güçlüydü. “Yalnız kalmak istiyorum! Beni bırak!” diye bağırdım. “Sadece biraz huzur arıyorum.”

 

Ares, bana doğru birkaç adım attı ama hemen durdu. “Beni dinle! Bu şekilde devam edemezsin. Hayatına son vermekle kendini kurtaramazsın!”

 

İçimdeki karanlık, her geçen saniye daha da yoğunlaşırken, gözlerimdeki boşluk derinleşiyordu. “Hayatımın bir anlamı yok!” dedim. “Neden burada kalmalıyım?”

 

Ares, gözlerimdeki çaresizliği gördü. “Hera, seni kaybetmek istemiyorum. Ama seni kaybetmek için savaşmalıyım. Hayatını kaybetmeyi seçemezsin!”

 

Aşık olduğu halde, gözlerinde benim için bir umut vardı. Ama ben o umudu göremez hale gelmiştim. “Gerçekleri kabul etmiyorum,” dedim. “Alex burada, annem, babam burada. Hepsi benimle.”

 

“Hayır!” diye haykırdı Ares. “Onlar artık yok! Gerçekten, bir kazada hayatlarını kaybettiler. Gördüğün her şey bir halüsinasyon. Kendine zarar veremezsin! Bu çıkış yolu değil!”

 

Kendimi daha da köşeye sıkışmış hissettim. “Ama burası benim kurtuluşum,” dedim. “Boşluğa atlamaktan daha kötü bir şey olamaz!”

 

Ares, umutsuzca yanımda duruyordu. “Seni seviyorum, Hera! Hayatın çok değerli. Beni dinle, senin için buradayım!”

 

Ama içimdeki karanlık daha da derinleşti. “Hayatımda hiçbir şey kalmadı,” diye fısıldadım. “İstediğim tek şey, bu boşluktan kurtulmak.”

 

O an, Ares’in gözlerindeki acı benimkine karıştı. “Hera, hayatın ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Ama bunu sen de anlamalısın. Atlamamalısın!”

 

Ama içimdeki boşluk, bana sadece bu kararı almam gerektiğini fısıldıyordu. Ares’in sesine karşı koyarak kenara doğru yaklaştım. “Beni bırak! Kimse beni kurtaramaz,” dedim.

 

Ares, son bir kez daha bağırdı. “Hayır! Hera, hayat senin için bir armağan. Onlar seni izliyor! Ama senin hayatta kalmanı istiyorlar!”

 

Ama içimdeki ses, bunu duymuyor gibiydi. “Beni bırak!” dedim, tam anlamıyla kenara adım attım. O an, içimde bir şey kırıldı ve gerçeklik tamamen kayboldu. “Herkes gitti, hiçbir şey kalmadı.”

 

“Lütfen, Hera!” diye haykırdı Ares, ama sesi artık uzaktan geliyordu. Kendimi düşmeye hazırlıyordum. “Bu benim sonum olacak.”

 

Ama o an, bir his beni durdurdu. “Hayatımda sevgi var,” dedim. Ama sesim, fırtınanın içinde kaybolmuştu.

 

“Sevgi, bana hayat verebilir mi?” diye düşündüm. İçimdeki çatışma daha da büyüdü. Ares, hala yanımda duruyordu. “Hera, lütfen!”

 

İçimdeki karanlık ve umutsuzluk, beni sarmalamıştı ama belki de bir umut vardı. Kendimi geri çekmeye başladım. “Belki de yaşamak için bir şansım daha olmalı.”

 

Ares, yanımda durarak, beni hayatın içine çekmeye çalışıyordu. “Hayat, mücadeleyle değerli,” dedi. “Ama seninle birlikte, bu mücadeleyi yapabiliriz.”

 

Kendimi geri çekerek, bir adım daha attım. “Belki de bu savaşta yalnız kalmamalıyım,” diye düşündüm.

 

İçimdeki seslerin yükü hafiflerken, Ares’in bana sunduğu umut ışığını hissettim. “Bir şans daha,” dedim. “Beni bırakma.”

 

Yavaşça adımımı geri çektim, ve o an hayatıma bir umut ışığı düşmüş gibi hissettim.

 

Yüksek apartmanın çatısında, rüzgarın etkisiyle dengesizleşirken, aşağıdaki hayatın neşesi bana ulaşmıyordu. Kafamda yankılanan sesler arasında Ares’in sesi, artık sadece bir fısıldama gibiydi. “Beni dinle, Hera,” dedi. “Hayatını tehlikeye atma!”

 

Ama içimdeki boşluk, karanlık düşüncelerle doluydu. “Onlar burada, biliyorum! Alex, ailem… Hepsi benimle!” dedim, sesim titrek ama kararlıydı. “Neden beni terk etsinler ki? Neden?”

 

Ares, yüzündeki acıyı gizlemeye çalışarak, “Hera, onları kaybettik. Onları bir kazada… kaybettik,” dedi. Ama bu sözler, kafamdaki gerçeklerle çelişiyordu.

 

“Hayır!” dedim, inatla. “Onlar ölmedi. Burada, benimle, her zaman yanımda. Neden bunu anlamıyorsun?”

 

Ares, çaresizce adım attı. “Hayır, Hera. Gerçek değil! Onlar… Onlar gitti. Senin gözlerinin önünde belirmiyorlar çünkü senin zihin oyunların bunlar.”

 

“Peki, sen bu kadar her şeyi nereden biliyorsun?” diye sordum, gözlerimle onu süzerek. “Beni nasıl buldun?”

 

Ares, derin bir nefes alarak, “Seni bulmak için çok çaba sarf ettim. Bir arkadaşım vardı. Onun sayesinde sana ulaştım. Senin için buradayım,” dedi.

 

Gözlerim onun yüzünde, ne kadar kararlı olduğunu görmek için tarandı. “Beni bırakma!” dedim, ama içimdeki ses hâlâ onların burada olduğunu fısıldıyordu. “Alex ve ailem geri dönecek. Hepsi buradalar.”

 

“Hayır, Hera. Onlar dönmeyecek,” dedi Ares, sesindeki ısrar artarak. “Ama seni buradan çekmek için mücadele edebilirim. İnan bana, burası hayatın sonu değil.”

 

Yine de, içimdeki boşluk daha da derinleşiyordu. “Beni nasıl buldun?” sorumun ardında yatan kaygı daha büyük bir anlam taşıyordu. “Onları kaybetmediğimi bilmene neden olan ne?”

 

Ares, gözlerindeki kararlılığı daha da artırarak, “Çünkü hayatın her zaman bir şansı vardır. Ama senin bu durumda kalman imkansız. Gel, birlikte çıkalım buradan. Senin için burada kalmak istemiyorum.”

 

Ama içimdeki ses, karamsarlıkla doluydu. “Bilmiyorum, Ares. Belki de onlardan kurtulmanın tek yolu bu.”

 

“Hayır!” diye bağırdı Ares. “Onlar burada değil! Bunu kabullenmelisin. Ama senin için mücadele edebilirim. İnan bana, bunun sonunda seni kaybetmek istemiyorum.”

 

Aklımdaki karamsar düşünceler, beni kenara doğru iterken, bir yandan Ares’in sözleri de benimle savaşıyordu. “Ama ben onları görebiliyorum!” dedim. “Senin söylediklerin yalan! Onlar benimle!”

 

O an, Ares’in gözlerindeki umut ışığı kaybolmuş gibiydi. Ama hala oradaydı. “Hayatın her zaman bir yolu vardır, Hera. Lütfen benimle gel ve bunu birlikte aşalım.”

 

Fakat, içimdeki sesin yankısı daha da güçlenerek, beni yıkmaya çalışıyordu. “Beni bırakma, Ares. Ama ben, onları kaybetmeyi kabul edemem.”

 

Ares, gözlerinde bir mücadele ile yanıma yaklaştı. “Bunu yaparken, kendini kaybediyorsun. Senin hayatta kalman, ailemizin hatıralarını yaşatmak için çok önemli. Beni dinlemelisin!”

 

Ama ben, içimdeki seslere karşı koyamıyordum. “Hayatımda kimse kalmadı. Onlar burada değil,” dedim. “Beni bırak, Ares. Kurtulmak istiyorum.”

 

Ares’in gözleri dolmuştu ama hâlâ inatla yanımda duruyordu. “Hera, seninle birlikteyim. Ama beni bırakmamalısın.”

 

Kendimi kenara daha da yaklaştırdım, ama içimde bir şey değişmiyordu. Ares’in sesine kulak vermek istemiyor, karamsarlığımın derinliklerine dalmaya devam ediyordum. “Bu sadece bir boşluk,” dedim. “Ama ben bu boşluktan kaçmak istiyorum.”

 

Ve o an, Ares’in yanımda durması, bana bir umut ışığı sunmadı. “Lütfen!” diye haykırdı. “Hayatın anlamı var. Beni bırakma!”

 

Ama içimdeki boşluk, Ares’in sözlerinin üstüne geldi. “Artık onlara inanmak istemiyorum. Onları kaybetmeyi kabul edemem.”

 

O an, kendimi bir adım daha atmaya hazır hissettim. “Ama hayatım sona ererse, belki de huzur bulurum.”

 

Ve Ares, o sırada yine beni durdurmaya çalıştı. “Hera! Gerçekleri kabul etmelisin!”

 

Ama o an, karanlığın içindeki boşluk beni ele geçirmişti. “Sadece bir adım… sadece bir adım…” diyerek kendimi itmeye başladım.

 

Ama içimdeki umut ışığı, beni durdurmaya çalışıyordu. “Beni bırakma!” diye haykırdı Ares. Ama ben, boşluğa doğru ilerliyordum.

 

Boşluğa doğru adımımı attım. O an, dünya yavaşça dönerken, Ares’in sesi arka planda kaybolmuştu. Rüzgarın yüzümdeki etkisi, kalbimdeki ağırlığı hafifletiyordu. Düşerken zaman sanki duruyordu; düşüncelerim karmaşık bir bulmaca gibi etrafımda dönüp duruyordu.

 

Ama düşüşüm yarıda kesildi. Ares, bir hamleyle bileğimi yakaladı ve beni geri çekti. “Hera! Hayır!” diye bağırdı, sesi panik içindeydi. Yürekten gelen bu çığlık, içimdeki karanlığı bir an olsun aydınlattı.

 

Beni gücünle geri çekip, kenara oturttu. Nefes nefese kalmıştım, ama hala korku içimdeydi. “Beni bırakma, Ares. Bunu yapmalıyım,” dedim, içimdeki boşluk hissi derinleşerek beni ezmeye çalışıyordu.

 

“Hera, lütfen!” dedi. “Bunu istemiyorum. Beni dinlemelisin. Hayatın daha değerli! Korkularınla yüzleşmek zorundasın!”

 

Kendimi geri çekmeye çalıştım ama Ares’in elindeki kuvvet beni durduruyordu. “Ama onların gerçek olduğunu kabul etmiyorum,” dedim. “Gözlerimle görebiliyorum. Beni bırak, Ares!”

 

“Hayır!” dedi, sesi kararlıydı. “Senin için buradayım. Ailem de, Alex de seni seviyor, ama onlar artık burada değiller. Bunu kabullenmen gerekiyor.”

 

Sözlerinin ağırlığı, içimde bir boşluk açtı. Ama yine de inkar etmeye devam ediyordum. “Onlar… Onlar burada,” dedim, gözlerimle havada bir şeyler ararken. “Neden bu kadar inat ediyorsun?”

 

Ares, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. “Hera, onlara duyduğun özlem anladım ama kendini yok etmemelisin. Ben seni seviyorum. Ve senin için buradayım!”

 

Gözlerimden yaşlar süzüldü. İçimdeki boşluk, karamsarlıkla birleşerek beni yıkıyordu. “Ama ben yalnızım. Yalnız kalmak istemiyorum,” dedim, sesimdeki çaresizlikle.

 

Ares, yanımda daha da güçlenmiş bir kararlılıkla durarak, “Yalnız değilsin! Seninle birlikteyim. Beraber bu karanlıktan kurtulacağız!” dedi.

 

Ama içimdeki boşluk hâlâ benimleydi. “Belki de yalnız kalmanın tek çözümü bu,” diye düşündüm. “Ama Ares, beni bırakma.”

 

“Beni dinle,” dedi, gözlerindeki kararlılık ışığı yanarak. “Gerçekler acıdır ama seni seviyorum ve bu dünyada kalmanı istiyorum. Bu karanlıktan kurtulabilirsin!”

 

Ve o an, içimdeki karanlık bir çatlak açarak ışık girmeye başladı. Belki de gerçekten bir umut vardı, belki de gerçekleri kabullenmenin bir yolu… Ama bu yolda yalnız yürümemeliydim. Ares, yanımda duruyordu ve bu düşüncelerime karşı çıkıyordu.

 

Ama yine de düşmanın sesleri hâlâ içimdeydi. “Beni bırak, Ares,” dedim. “Kendimi kaybetmek istemiyorum.”

 

“Aşmak zorundasın! Hayatın anlamı var. Senin için burada kalacağım,” diye yanıtladı. “Ama kendini yok etmene izin veremem.”

 

Ve o an, içimdeki boşluk, kaybolmuş hissettiğim anların gerçekliğini ortaya çıkardı. Gözlerim Ares’in gözlerine kilitlenirken, o an anladım ki yalnız kalmamak, birine güvenmek belki de en zor şeydi.

 

“Belki de hayatta kalmanın bir yolu var,” dedim, sesim hafifleyerek. “Ama bu karanlıkla yüzleşmek zorundayım. Beni bırakma, Ares.”

 

O an, karanlığın içinde bir ışık belirdi. Ve o ışık, beni geri çekmekte ve bu boşlukla barışmama yardımcı olmaktaydı. “Birlikte olmalıyız,” dedim, “Ama beni asla bırakma.”

 

Ares, gözleri dolmuş bir şekilde, “Hayır, asla bırakmayacağım,” dedi. Ve o an, birlikte mücadele etmeye başladık. Boşluğu aydınlatmak için birlikte yürüdüğümüz yolda, içimdeki karanlıkla yüzleşmek için bir adım daha atmaya karar verdim.

 

İşte o zaman, hayatın bir anlamı olduğunu kabul ettim. Karanlığın içinde, Ares’in ışığıyla yeniden doğmaya hazırdım. Ve birlikte, bu savaşı kazanmak için yola çıktık.

 

Ares’in elini tuttuğumda, kalbimde bir kıvılcım belirdi. İçimdeki karanlık hâlâ bir gölge gibi peşimdendi, ama Ares’in sıcaklığı bana umut veriyordu. Onun yanımda olduğunu bilmek, korkularımı biraz olsun azaltıyordu. “Bu karanlığı aşacağız,” dedim, ama sesim hâlâ belirsizdi.

 

Ares, yanımda durarak, “Hayatını geri kazanmak için savaşmalısın, Hera. Şizofreni belirtileriyle yüzleşmek zorundasın. Bunu birlikte başaracağız,” dedi. Gözlerinde derin bir kararlılık vardı ve bu, bana cesaret veriyordu.

 

Ellerimi ovuşturarak derin bir nefes aldım. “Ama bu sesler… Hepsi çok gerçek. Ailem, Alex… Hepsini kaybettim,” dedim, gözlerimdeki yaşlar yine süzülmeye başladı. “Bunları kabullenmek, nasıl mümkün olabilir?”

 

“Gerçekler acıtır, ama onları kabullenmen gerekiyor. Sesler, seni yalnızca daha fazla üzmek için var. Onların seni yıpratmasına izin veremezsin,” dedi Ares, gözlerimin içine bakarak.

 

Gözlerim, onun yüzünde beliren kararlılıkla parıldadı. “Benimle kal, Ares. Beni yalnız bırakma,” dedim. “Ama ne olursa olsun, kendimi kaybetmekten korkuyorum.”

 

“Kaybetmeyeceksin,” dedi. “Bütün bu süreçte sana destek olacağım. Şimdi bir adım atmalıyız. Birlikte tedaviye başlayacağız. Bunu yapmaya hazır mısın?”

 

Bunu duyduğumda, içimde bir şeyler kıpırdandı. “Bilmiyorum, Ares. Bu kadar derin bir karanlıkta kaybolmuşken nasıl çıkabilirim?”

 

“İlk adımı atmak zorundasın. İnan bana, bu karanlıkla yüzleşmek zorundasın. Tedavi olmaya ve kendini iyileştirmeye hazır mısın?”

 

Ares’in sesi, bana bir ışık gibi geldi. İçimdeki korkulara rağmen, ona güvenmek istiyordum. “Tamam, deneyeceğim,” dedim. “Ama bu çok zor olacak.”

 

Ares, gülümseyerek başını salladı. “Zor olacak, evet. Ama bunu birlikte başaracağız. Hayatında başka bir yola ihtiyacın var. Birlikte yürümeliyiz.”

 

O an, içimdeki karanlık hâlâ korkutucu görünüyordu ama Ares’in yanında olmak, bana güven veriyordu. “Belki de bu karanlık beni yenecek, ama senin yanımda olmanı istiyorum,” dedim.

 

Ares, gözlerini sımsıkı kapatarak derin bir nefes aldı. “Sana söz veriyorum, seni asla bırakmayacağım. Hayatında yeniden umut bulman için burada olacağım.”

 

Birlikte yavaşça yürümeye başladık. Ares, yavaş ama kararlı adımlarla yanımda yürüyordu. Gözlerim, karanlık gölgelerin arasından bir ışık arıyordu. Ares’in varlığı, karanlıkta parlayan bir yıldız gibiydi.

 

Bir gün, belki bu karanlık anı, aydınlığa çevirebilirim diye düşündüm. “Beni bekle, Ares. Bir gün bu karanlıkla yüzleşeceğim,” dedim.

 

Ares, yanımda yürümeye devam ederken, “Ben buradayım, Hera. Her zaman burada olacağım. Şimdi kendini bulmalısın,” dedi.

 

Yavaş yavaş kendimi yeniden bulmaya başladım. Ares’in desteğiyle, karanlığın derinliklerine adım adım ilerliyordum. Ama bu yolculuk zorlu olacaktı. Kendimle barışmam ve bu boşluğu doldurmam gerekiyordu.

 

Gözlerim, Ares’in gözlerindeki ışığı takip ederek ona odaklandı. “Sana güveniyorum,” dedim. “Ama bu süreç çok zor olacak.”

 

“Bunu biliyorum. Ama yalnız olmadığını asla unutma. Her zaman yanındayım,” dedi Ares, gülümseyerek.

 

Yavaş yavaş, karanlık kaybolmaya başladı. İçimde

ki boşluk, Ares’in varlığıyla dolmaya başladı. Birlikte ilerledikçe, umut dolu bir geleceğin belirdiğini hissedebiliyordum.

 

Bir gün bu karanlıktan çıkacağımı biliyordum. Ve o gün geldiğinde, Ares’in yanında olacağından eminim.

 

Loading...
0%