Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Hera

@ben1deniz

O günden sonra her şey daha da karmaşık hale gelmeye başladı. Ares’in söylediklerini kabullenmeye çalışıyordum, ama içimdeki parçalanmışlık hissi hâlâ beni kontrol ediyordu. Tedaviye başladım, ilaçlar almaya zorlandım. Ares, her seferinde yanımdaydı; bana ilaçlarımı hatırlatıyor, tedavi sürecini destekliyordu. Ama bu içimdeki boşluğu doldurmuyordu.

 

Her gün, ailemi ve Alex’i kaybettiğim düşüncesiyle uyanıyordum. Gerçek olup olmadığından emin olamadığım rüyalar beni uykularımdan çalarken, onların hayal değil, gerçek olduğunu kendime tekrar tekrar söylüyordum. Ares ise, her defasında bana gerçekleri hatırlatmaya çalışıyordu.

 

Bir gün, öğleden sonra, ilaçları almayı reddettim. Ares'in sabrı tükeniyor gibiydi. Odaya girip sert bir ifadeyle, "Hera, bunları içmelisin. Tedaviye devam etmeden iyileşemezsin," dedi.

 

"Ben iyiyim," dedim. "Zaten gerçeklik de ne ki? Beni kontrol etmeye çalışıyorsunuz, bana doğru olmayan şeyler söylüyorsunuz."

 

Ares, derin bir nefes alıp gözlerimin içine baktı. "Gerçek, burada ve şimdi, Hera. İyileşmenin tek yolu bu."

 

Ama ben kabul etmiyordum. İçimde bir direnç vardı, beni gerçeklikten koparan bir şey. Ares’in beni kontrol etmeye çalıştığını düşünüyordum, her ne kadar bunun yanlış olduğunu bilsem de.

 

Bir sabah, tam Ares’in evde olmadığı bir anda, kapının tokmağı yavaşça döndü. Kapı açıldı ve Alex’i karşımda buldum. Uzun zamandır görmediğim o tanıdık yüz... Gözlerim doldu.

 

"Alex!" diye haykırdım ve ona doğru koştum.

 

Ama ona dokunduğumda bir anlığına her şey durdu. Ares’in bana söyledikleri aklımda yankılandı. "Onlar artık yok…"

 

Geri çekildim. Alex bana bakarken, yüzünde derin bir acı vardı. “Hera, beni neden terk ettin?” dedi, sesi donuk ve uzak.

 

Gözlerimi ona diktim, ellerim titremeye başladı. "Seni terk etmedim. Hâlâ buradayım."

 

"Gerçekle yüzleşmen gerekiyor," diye mırıldandı. "Bu seni daha fazla acıtıyor."

 

Ares’in söyledikleri tekrar kafamda yankılandı. Gerçek, ya da gerçeklikten kaçış… İçimde bir fırtına kopuyordu. Alex’in varlığı bile artık sorgulanacak kadar bulanık hale gelmişti. "Bunların hepsi bir oyun mu? Neden böyle hissediyorum?" diye fısıldadım.

 

Tam o sırada Ares kapıdan içeri girdi. Yüzünde büyük bir şok ve endişe vardı. "Hera, ne yapıyorsun?" dedi, sesi titriyordu.

 

Alex’e döndüm, ama o anda… yok olmuştu. Odaya bir sessizlik çöktü. Sanki hiç gelmemiş gibiydi.

 

Ares, yanıma yaklaşıp omzuma hafifçe dokundu. "Görüyor musun?" dedi. "Onlar sadece zihninin yarattığı birer gölge. Gerçek değil. Onları kaybettin, Hera."

 

Gözlerimden yaşlar süzüldü. "Hayır, gerçekti… Hissettim onu… Gördüm…" Sesim giderek titrekleşti. Bir yandan Ares'e inanmak istiyor, diğer yandan Alex'in gerçek olduğuna dair içimde derin bir inanç taşıyordum.

 

Ares, gözlerimdeki korkuyu gördü ve daha yumuşak bir tonla konuştu. "Bu savaş senin, Hera. Ama ben buradayım. Her an seninle olacağım. Yalnız değilsin."

 

Kafamı eğip ellerimle yüzümü kapadım. Gerçekleri kabul etmek, her şeyin bir ilüzyon olduğunu anlamak, ağır ve korkutucuydu. "Peki ya ben… bu hayal dünyasından hiç çıkamazsam?"

 

Ares, "Çıkacaksın," dedi. "Zamanla, sabırla ve sevgiyle."

 

O an, içimde bir kırılma noktası olduğunu hissettim. Artık kaçmak bir seçenek değildi. Gerçekle yüzleşmenin zamanı gelmişti, ama bunun beni daha ne kadar zorlayacağını bilmiyordum. Tek bildiğim, Ares’in desteğiyle bu karanlık yolda yalnız yürümeyeceğimdi.

 

O andan sonra her şey bulanıklaşmaya başladı. Ares’in söylediklerine inanmak istiyordum, ama aklım sürekli beni yanıltıyor, başka bir gerçekliğe sürüklüyordu. O kadar derin bir kuşkuya kapılmıştım ki, gördüğüm her şeyden emin olamaz hale gelmiştim. Beni asıl korkutan, gerçeklik ile hayal arasında gidip gelmekti.

 

Bir gün, ilaçları içtikten sonra odama çekildim. Ares, bana biraz alan bırakmak istemişti. Gözlerimi kapattığımda sanki etrafımdaki dünya yavaşça kayboluyor, başka bir yere geçiş yapıyordum. Sesler duymaya başladım — annemin sesi, babamın sesi, Karmen’in neşeli kahkahası...

 

Gözlerimi açtığımda karşımda onları gördüm. Annem, Yasemen, mutfakta bana yemek hazırlıyor, babam, William, gazeteyi okuyor, Karmen ise bana oyunbaz bir şekilde bakıyordu.

 

"Nasılsın, canım?" diye sordu annem, gülümseyerek.

 

Şok içinde olduğum yerde donakaldım. "Siz… burada olamazsınız. Ares bana…"

 

Annem, tezgâhtan bir tabak alarak bana doğru yürüdü. “Ares de kim? Biz hep buradayız, Hera. Yanında olmamızı istemiyor musun?”

 

Sözleri zihnime batıyor, beynim karışıyordu. Babam gözlerini gazeteden kaldırdı, ağır ve ciddi bir tonla konuştu. "Hera, neden bu kadar kaybolmuş gibisin? Biz seni hiç bırakmadık."

 

Karmen ise bana doğru yaklaşıp omzuma hafifçe dokundu. “Her şey yolunda, abla. Hepimiz buradayız. Neden bizi görmezden geliyorsun?”

 

Ellerim titremeye başladı. Karmen’in dokunuşunu hissediyordum, annemin sesini duyuyordum, babamın ciddiyeti gözlerimin önündeydi… Ama içimde bir ses, bunun doğru olmadığını söylüyordu.

 

"Ares bana… sizleri kaybettiğimi söyledi…" diye mırıldandım.

 

O anda babam gazetesini katlayıp sert bir şekilde masaya bıraktı. "Ares senin kafanı karıştırıyor, Hera. Biz buradayız, bunu kabul etmelisin."

 

Geri çekildim, ellerimle başımı tutarak kendimi toparlamaya çalıştım. Gözlerimi kapatıp açtım, ama onlar hâlâ oradaydı. Gerçek bu muydu? Yoksa Ares’in söylediği gibi bir halüsinasyonun içinde miydim?

 

O sırada kapı tekrar çaldı. Bir anlığına duraksadım ve sonra kapıya doğru yürüdüm. Ares'ti. Gözlerindeki endişeyi görebiliyordum. “Hera, ne oldu? İyi misin?” diye sordu, sesi titriyordu.

 

“Onlar burada…” dedim, başımı çevirerek salona baktım. “Annem, babam, Karmen… Hepsi burada, Ares. Senin söylediklerin yanlış. Beni kandırmaya mı çalışıyorsun?”

 

Ares içeri adım attığında boş salona baktı. Orada kimse yoktu. Gözleri acıyla doldu, bana doğru yaklaştı. "Hera, burada kimse yok. Bu zihninin sana oynadığı bir oyun."

 

Gözlerimi kocaman açtım, nefesim kesiliyordu. "Hayır, buradalar! Sen onları görmüyorsun. Neden göremiyorsun?" Sesim panikle yükseldi, ellerimle saçlarımı çekmeye başladım.

 

Ares, yavaşça yanıma yaklaştı, ellerimi tuttu. "Hera, lütfen… Bu halüsinasyonların seni ele geçirmesine izin verme. Ben buradayım. Seninle bu savaşı birlikte vereceğiz."

 

Ama onların yüzlerini görmek, seslerini duymak o kadar gerçekti ki… Annemin gülümseyen yüzü, babamın ciddiyeti, Karmen’in bana neşeyle sarılmak isteyişi... Hepsi o kadar gerçekti ki içimde bir parçalanma hissi vardı.

 

Ares’in sesine tutunmak zordu. Gördüklerim ve hissettiklerim arasında sıkışıp kalmıştım. Gerçekler mi? Yoksa bu güzel yanılsamalar mı? Gözlerimde yaşlar süzülmeye başladı. “Neden beni yalnız bırakmıyorlar, Ares? Neden beni bulup duruyorlar?”

 

Ares, ellerimi sımsıkı tuttu. "Çünkü acı çekiyorsun, Hera. Bu acıyı bırakmadıkça zihnin seni kandırmaya devam edecek. Ama ben buradayım, seni bırakmayacağım. Bu savaşı birlikte kazanacağız."

 

Ama içimdeki sesler susmuyor, gözlerim gördüklerimi inkar etmiyordu. Ailem hâlâ oradaydı… ve beni bekliyorlardı.

 

Ares’in sesini duydum, sanki zihnimde yankılanıyordu. "Hera, her şey senin kafanın içinde. Bu gördüklerin, hissettiklerin… hepsi gerçek değil. Seni kaybettiğin kişilerle avutan bir yanılsama."

 

Gözlerimi ona dikerek inanmaya çalıştım ama başaramıyordum. Annem hâlâ oradaydı, babam gözlerini benden ayırmıyor, Karmen ise kahkahalar atarak odanın içinde dolanıyordu. Nasıl olur da bu kadar gerçek görünen bir şeyin kafamın içinde olduğuna inanabilirdim?

 

"Hayır, hayır… onları görebiliyorum! Seslerini duyuyorum. Onlar buradalar!" Sesim yükseldi, içimdeki panik artıyordu. Neden Ares bunu anlamıyordu? Ailem beni terk etmemişti, burada, yanımdaydılar. Neden bu kadar inat ediyordu?

 

Ares derin bir nefes aldı, yüzündeki ifadeden ne kadar çaresiz olduğunu görebiliyordum. "Hera, lütfen. Gözlerini kapat ve sadece benim sesimi dinle. Zihnin sana oyun oynuyor, seni kaybettiklerinle teselli etmeye çalışıyor. Ama gerçek bu değil."

 

Ellerimi başıma götürdüm, kendimi bu karmaşadan çıkarmaya çalışıyordum. "Onlar gerçek, Ares. Neden bunu göremiyorsun? Annem mutfakta yemek yapıyor, babam orada, Karmen yanımda. Hepsi burada. Onlar yaşıyor!"

 

Ares, bana doğru yaklaşıp ellerimi tuttu. "Hera, bu dünyadan kopmuş durumdasın. Kendi yarattığın bir illüzyonda yaşıyorsun. Kaybettiklerini geri getiremezsin, ne kadar gerçek gibi görünürlerse görünsün. Zihnin, seni bu acıyla başa çıkmaya zorluyor."

 

Kendimi daha da çaresiz hissettim, ama kafamdaki sesler susmuyordu. Ailemin varlığı, onların sıcaklığı ve hayat dolu halleri… Bunlar nasıl bir yanılsama olabilirdi? "Neden benimle dalga geçiyorsun, Ares? Neden bana bunu yapıyorsun?"

 

Ares gözlerimin içine bakarak, son bir umutla fısıldadı. "Çünkü seni kaybetmek istemiyorum. Gerçeklerden kaçarsan, kendini tamamen kaybedebilirsin."

 

O anda içimde bir şeyler çatladı, ama yine de Ares’in söylediklerine inanamıyordum. Ailemin gözleri, Karmen’in gülümsemesi… Zihnimin oyunu olamazlardı, değil mi?

 

İçimdeki çatlak büyüyordu, gerçeklik ve yanılsama arasında bir uçuruma sürükleniyordum. Annemin sesi, bana doğru adım atan babamın ciddiyeti, Karmen’in kahkahaları… Hepsi hâlâ çok yakındı. Ama Ares’in o boğuk, endişeli sesi her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu.

 

"Gerçeklerden kaçarsan," dedi Ares, gözlerinde derin bir hüzünle, "kendini tamamen kaybedeceksin, Hera. Lütfen buna izin verme. Beni dinle. Onlar burada değiller. Artık yoklar."

 

Ares’in sesi sanki zihnime bir bıçak gibi saplanıyordu. Her kelimesi, annemin yüzündeki gülümsemeyi biraz daha silikleştiriyor, Karmen’in kahkahalarını uzaktan bir yankıya dönüştürüyordu. İçimde bir boşluk açıldı, ama direnmek istiyordum.

 

“Onlar burada! Sen göremiyorsun, Ares!” diye bağırdım, kontrolsüz bir şekilde. "Nasıl bana bunu yaparsın? Onlar beni terk etmedi, hep yanımdaydılar!"

 

Ares ellerimi daha sıkı tuttu, sanki beni bu hayaletlerden çekip almak istercesine. "Hera, sana yardım etmeme izin ver. Bu gördüklerin gerçek değil. Her şey senin kafanın içinde."

 

O an gözlerimi sımsıkı kapattım, içimde bir savaş yaşanıyordu. İkna olmak istemiyordum. Onları kaybettiğimi kabul edemiyordum. "Hayır! Onlar yaşıyor! Bana yalan söylüyorsun, Ares. Her zaman buradaydılar, beni yalnız bırakmadılar."

 

Ares, derin bir nefes alarak sabırlı bir şekilde konuştu. "Onları kaybettin, Hera. Aileni ve Alex’i bir kazada kaybettin. Gerçek bu, ama kabullenmek zorundasın. Gördüğün her şey zihninin seni koruma çabası."

 

Söyledikleri bana bir tokat gibi çarptı. Kazadan bahsettiğinde, zihnimde bir dizi görüntü patladı — ambulans sesleri, yağmurlu bir yol, kaza anı, kırılmış camlar, çığlıklar... O görüntüler, içime işleyen acıyla birlikte geri dönüyordu.

 

Ama annem hâlâ oradaydı. Bana bakıyordu, gülümsüyordu, "Hera, her şey yolunda, canım," diyordu.

 

İçimdeki parçalanma, kontrol edemediğim bir çığlıkla dışarı çıktı. Gözlerimi kapadım, başımı iki elimle sıktım. Gerçek neydi? Hangisi doğruydu? Ares’in sesine mi güvenmeliydim, yoksa gördüğüm yüzlere mi?

 

"Sen beni kandırıyorsun!" dedim, gözlerim dolmuştu. “Neden bana bunu yapıyorsun? Onlar yaşıyor! Neden beni bu kadar acı çekmeye zorluyorsun?”

 

Ares’in elleri bir an gevşedi, ama hemen toparlandı. "Seni bu yanılsamadan kurtarmaya çalışıyorum, Hera. Gerçeklerle yüzleşmek zorundasın. Ailen ve Alex bu dünyada değil artık."

 

O an dayanamayacak gibi hissettim. Gerçekler, yanılsamalar, acı… Hepsi birbirine karışmıştı. Kaçacak bir yer yoktu. Ares'in söyledikleri doğru olamazdı. Gözlerimdeki yaşları sildim, derin bir nefes aldım. "Onlar yaşıyor, Ares. Sen yanılıyorsun. Ben de onları bırakmayacağım."

 

Ares’in gözlerinde acı, derin bir umutsuzlukla büyüyordu. Yavaşça ellerimi bırakıp birkaç adım geri çekildi, ama sesinde hâlâ bir tutam sabır ve merhamet vardı. "Hera, seni kaybetmek istemiyorum," diye fısıldadı. "Bu acı sana daha fazla zarar vermesin diye buradayım. Ama kendinle savaşmayı bırakmazsan, sana yardım edemem."

 

Fakat içimde başka bir gerçek vardı, onları bırakmak istemediğim bir gerçek. Ares’in söyledikleri, zihnimin duvarlarına çarpıp paramparça olurken, salondaki hayalî figürler daha da belirginleşti. Annem mutfağın içinde rahatça dolanıyordu, babam gazeteyi tekrar katlayıp dikkatini bana yöneltmişti. Karmen, oturduğu sandalyede bana alaycı bir gülüşle bakıyordu. Gözlerindeki neşeyi görmezden gelmek imkânsızdı.

 

"Onları bırakmayacağım, Ares," dedim, gözlerimle salondaki bu sahneyi işaret ederek. "Sen bunu göremiyorsun ama ben hissediyorum. Yaşıyorlar. Hep buradaydılar."

 

Ares ellerini saçlarının arasına geçirdi, derin bir nefes alıp tekrar yanıma geldi. "Eğer bu illüzyonların peşinden gidersen, kendini tamamen kaybedeceksin. Gerçekten onları geri getiremezsin, Hera. Onlar seninle değil. Kazada hepsini kaybettin, ama kendini de kaybetmek zorunda değilsin."

 

Sözleri bir bıçak gibi ruhuma saplanıyor, kalbimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Kendi içimde bir uçurumda asılı kalmış gibiydim. Gözlerimdeki yaşlar süzülürken başımı iki elimle tuttum, sanki kaçmak istiyormuş gibi hissettim.

 

"Ares, bana bunu yapma!" diye bağırdım, içimdeki tüm çaresizliği dışarı vurarak. "Onlar burada, neden görmek istemiyorsun? Senin söylediklerine inanmıyorum, Ares. Kafamın içinde değiller! Onlar yaşıyor!"

 

Ares yavaşça yanıma yaklaştı, sesindeki merhamet bir bıçak kadar keskindi. "Hera, ben seni bu acıdan kurtarmak için buradayım. Ama kendi yarattığın bu illüzyona ne kadar sıkı sarılırsan, gerçeklerden o kadar uzaklaşacaksın."

 

Gerçeklerden kaçmak mı? İçimdeki acıyla mücadele ederken, onun bu sözü zihnimi bıçak gibi kesip geçti. Kendimi korumak için inandığım bu dünya mıydı, yoksa gerçekten yalnız mıydım?

 

Tam o sırada Karmen’in sesi yankılandı. "Bırak bu adamı, Hera," dedi gülümseyerek, "biz senin aileniz. Bizimle kal."

 

Başım döndü, salonun içi iyice bulanıklaştı. Ares’in ellerini hissediyordum, ama aynı anda Karmen’in sıcacık gülümsemesiyle de karşı karşıyaydım.

 

Kendimi bu gerçeklikten tamamen çekip almak ister gibi Ares’e baktım. "Beni neden yalnız bırakmıyorlar? Neden buradalar?"

 

Ares gözlerimin içine bakarak yavaşça cevap verdi. "Çünkü sen onları bırakmadıkça, bu illüzyon seni bırakmayacak, Hera. Kendi zihnin seni tutsak ediyor. Lütfen, bana güven."

 

Ama ben ne yapacağımı bilmiyordum. Gözlerimi kapatıp onların sesini, Ares'in sesini dinledim. Hangisi gerçekti?

 

Gerçek ile yanılsama arasında sıkışıp kalmıştım ve onun yanında, bu kaotik dünyada tek tutunacak dalım gibi hissediyordum. Ailesini, sevdiği herkesi kaybetmiş bir insanın boşluğu, Ares’in varlığıyla dolmaya başlamıştı. Ona sarılma isteğim içimde büyüdü, sanki bu karmaşadan sadece o beni kurtarabilirmiş gibi.

 

Gözlerim onun gözlerine takıldı. Yorgunluk ve çaresizlikle karışık bir şefkatle bakıyordu bana. Bir şey söylemek istiyormuş gibi, ama kelimeler yetersiz kalıyormuş gibi duruyordu. İçimde bir sıcaklık dalgası yükseldi, onu yanıma çekip gerçek olup olmadığını anlamak istedim. O an başka bir gerçekliğe tutunmak zorundaydım, ve bu Ares’ti.

 

Aramızdaki sessizlik daha da yoğunlaştı, nefes alıp verişlerimiz birbirine karışıyordu. Sonunda kontrolümü kaybedip ona doğru bir adım attım, sanki varlığına sığınmak istiyormuş gibi. Onun da bana doğru eğildiğini hissettim, ve dudaklarımızın birbiriyle buluştuğu o an her şey, tüm kaos, tüm yanılsamalar bir anlığına kaybolmuş gibiydi. Öpücük yavaşça derinleşti, dudaklarının sıcaklığı beni gerçekliğe çekiyor gibiydi.

 

Bir an boyunca, tüm korkular, şüpheler yok olmuştu. Ares’in varlığı, hayatımın geri kalanındaki tüm acıları, boşlukları dolduracak gibi hissettiriyordu. Zihnimdeki o karmaşa aniden sustu, sadece o anda, onunla kalmak istedim.

 

Ama öpücüğün ardından gerçek dünya tekrar üzerime çökmeye başladı. Gözlerimi açtığımda, zihnimdeki sesler geri dönmeye başladı, ama bu sefer daha derinden bir suçlulukla doluydum. Alex… nişanlım… Ona ihanet etmiştim. Kendi kendime bile açıklayamayacağım bir karmaşaya sürükleniyordum.

 

Öpücüğün ardından her şey darmadağın oldu. Ares’in sıcaklığı, o an içimdeki boşluğu doldurmuştu, ama hemen ardından gelen suçluluk duygusu beni adeta bir girdabın içine çekti. Alex’in yüzü, nişanlımın gözleri bir an zihnimin içinde belirdi. Ona ihanet ettiğimi düşündüğüm o an, içimdeki her şey paramparça oldu.

 

Ares’e baktım, ama yüzü giderek uzaklaşıyor, bulanıklaşıyordu. Bir adım geri attım, odanın duvarları üzerime doğru daralıyordu sanki. Nefes almakta zorlanıyordum, içimdeki çığlık boğazıma düğümlenmişti. Her şey bir anda daha da karışık hâle geldi. Ares’in yüzü ve Alex’in hayalî sureti zihnimde birbirine karışıyordu. Kalbim hızla çarpıyor, kontrolü kaybediyordum.

 

"Hayır… hayır…" diye fısıldadım, ellerimi başımın arasına alarak. "Bu gerçek değil... Sen gerçek değilsin!" diye Ares’e bağırdım. Oysa tam az önce onu öpmüştüm, ona sığınmıştım. Ama şimdi her şey başka bir boyuta taşınıyordu. Ares’in gözlerinde endişe vardı, ama ben daha fazla duramazdım.

 

Gözlerimin önüne birbiriyle yarışan görüntüler geliyordu. Annem, babam, Karmen, Alex... Hepsi burada, sanki her şey normalmiş gibi oturmuş bana bakıyorlardı. Gözyaşlarım kontrolsüzce akarken Ares’in sesini arka planda duymaya başladım.

 

"Hera, kendine gel. Lütfen, buna diren. Gerçeklerden kaçamazsın," diyordu ama sesi boğulmuş gibiydi, sanki çok uzaktan geliyordu. Onun sesi içimdeki kaosu susturmak yerine daha da alevlendiriyordu. Her şey çığrından çıkmıştı.

 

"Neden bana bunu yapıyorsunuz?" diye bağırdım, kafamın içinde yankılanan seslere. "Neden burada değilsiniz, ama yine de buradasınız?" Zihnimdeki her şey bir karmaşaya dönüştü, gerçek ve yanılsama arasındaki sınır tamamen eriyip gitmişti. Annem, Karmen, Alex… Hepsi bana bir şeyler söylüyor, bir yandan da Ares’in sesi yankılanıyordu.

 

"Neden beni bırakmıyorsunuz!" diye çığlık attım, nefesim kesiliyordu. Kendi etrafımda dönmeye başladım, sanki bir çıkış yolu arıyormuş gibi. Zihnimdeki görüntüler gitgide daha gerçek, ama aynı zamanda dayanılmaz bir hâl alıyordu.

 

Ares yanımdaydı, ellerimi tutmaya çalıştı, ama ben onu da ittim. "Git! Git buradan! Sen de onlardansın! Beni kandırıyorsunuz!" diye haykırdım. İçimde bir şeyler kırılıyordu, kontrolüm tamamen kaybolmuştu.

 

Kendi sesim, kafamdaki karmaşayla birleşiyor, beni daha derin bir uçuruma sürüklüyordu. Kendi zihnimin içinde hapsolmuş gibiydim, çıkış yolu yoktu.

 

Ares, kontrolümü tamamen kaybettiğimi gördüğünde bir an tereddüt etti, sonra çantasından bir şişe çıkardı. "Hera, sakinleşmelisin," dedi titreyen bir sesle. "Bunun böyle gitmesine izin veremem. Sana yardım etmek zorundayım."

 

Ben ise hâlâ kendi içimdeki kargaşayla boğuşuyordum, Ares’in yaklaşmasına bile dayanamaz hâle gelmiştim. "Beni yalnız bırak!" diye bağırdım, ama nefesim kesik kesikti, kelimelerim anlamını yitirmişti.

 

Ares bir an daha bana bakıp, ardından şişeden bir miktar ilacı küçük bir bardağa döktü. "Bu seni sakinleştirecek. Daha fazla acı çekmene izin vermeyeceğim," dedi. Kollarımın arasına aldığımdaki haliyle yavaşça yanıma yaklaştı.

 

İlk başta ona direnmek istedim, ama zihnimdeki çığlıklar o kadar yüksekti ki başka bir çıkış yolu kalmamıştı. Ares bardağı dudaklarıma doğru kaldırdı. "Lütfen, sadece bunu iç. Rahatlayacaksın," diye fısıldadı.

 

Gözlerimdeki yaşlar birbiri ardına dökülürken, çaresizce bardağı aldım ve içtim. İlacın tadı boğazımdan geçerken içimde garip bir uyuşma hissi yayıldı. Birkaç dakika içinde etrafımdaki her şey bulanıklaşmaya başladı. Ares, beni yavaşça yatağa götürdü ve üzerime bir battaniye örttü.

 

Gözlerim ağırlaşırken, Ares’in son sözlerini duyar gibi oldum. "Seni burada yalnız bırakmayacağım, Hera. İyileşeceksin, ben senin yanındayım." Ama o an her şey karanlığa doğru çekiliyordu, ve ben artık hiçbir şeyi net bir şekilde göremiyordum.

 

Zihnimdeki sesler bile gittikçe uzaklaştı, derin bir uykunun karanlığına gömülüyordum.

 

Karanlık bir sis gibi uykunun içine çekildim. Zihnim yavaşça bulanıklaştı ve kargaşanın yerini sessizlik aldı. Ama bu huzurlu değildi—derinlerde bir yerde, her şeyin yanlış olduğunu biliyordum. O an bile, içimde bir şeylerin tamamen kopmak üzere olduğunu hissettim.

 

Uykunun içinde bile görüntüler gözümün önünden geçiyordu. Annem, babam, Karmen... Hepsi gülüyor, bana el sallıyorlardı. Alex’in yüzü yeniden beliriyordu öfkeli ve kırgın. "Beni neden bıraktın, Hera?" diye soruyordu, sesindeki acı neredeyse elle tutulacak kadar gerçekti.

 

İçimde ağır bir suçluluk hissi dolarken, her şey yeniden şekillenmeye başladı. Bir odadaydım, ama bu odanın tavanı sonsuz yükseklikteydi. Sesler her yerden yankılanıyor, her biri başka bir gerçeği anlatıyordu. Her şey parça parça ama bir bütünün içinde gibi geliyordu.

 

Birdenbire Ares’in sesi geldi, sanki uykunun içinden bana ulaşıyormuş gibiydi. "Hera… Her şey senin zihninde. Gerçeklikten kaçamazsın."

 

Uyanmak istedim ama bedenim uyuşmuş gibiydi. Ares’in sesini daha net duydukça, zihnimdeki karmaşa yeniden yükselmeye başladı. Kendimi karanlık bir uçuruma doğru düşerken buldum. O anda kimin haklı olduğunu, neyin gerçek olduğunu tamamen kaybetmiştim.

 

Uyandığımda oda karanlıktı, ama garip bir şekilde rahatlamış hissediyordum. İlacın etkisi mi yoksa uykunun getirdiği boşluk mu, bilmiyordum. Gözlerim yavaşça açıldığında Ares’in yanımda oturduğunu fark ettim. Kolları kavuşturulmuş, gözleri bana dikkatle bakıyordu.

 

"İyi misin?" diye sordu sessizce. Sesinde hâlâ o derin merhamet vardı, ama aynı zamanda bir yorgunluk da seziliyordu.

 

Ona bir şey söylemek istedim, ama dilim kurumuştu, kelimeler çıkmadı. Sadece başımı hafifçe sallayabildim. Ancak içimde hâlâ bir şeylerin ters gittiğini biliyordum. Ares’in söyledikleriyle kendi inandıklarım arasında kalmıştım.

 

"Beni bir daha ilaçla uyutma," dedim sonunda, boğuk bir sesle. "Gerçeği kendi gözlerimle görmek istiyorum."

 

Ares, derin bir iç çekip yanıt verdi, "Gerçekten kaçamazsın, Hera. İlaç sadece seni sakinleştirdi, seni bu durumdan kurtarmayacak. Yüzleşmen gereken şey, içeride sakladığın o gerçek."

 

Bedenimde hafif bir titreme başladı. "Gerçek ne, Ares? Gerçek ne? Annem, babam, Karmen, Alex... Onlar burada değil mi?"

 

Ares gözlerini kısarak, sessizce başını iki yana salladı. "Hayır, Hera. Onlar burada değiller. Hepsi o kazada hayatını kaybetti. Onları görmen, tamamen senin zihninde yarattığın bir yanılsama."

 

Bu sözler içimde derin bir boşluk açtı. O kadar inanmıştım ki onların burada olduğuna, şimdi bu gerçekliği kabullenmek imkânsız gibi geliyordu. Kendimi bir anlığına yine kaybetmiş gibi hissettim, ama bu kez bir çıkış yolu bulmak istiyordum.

 

"Ares, ben ne yapacağım?" diye sordum. "Eğer onlar gerçekten burada değilse, ben bu acıyla nasıl baş edeceğim?"

 

Ares’in bakışları yumuşadı. "Kabul etmek zor, biliyorum. Ama iyileşmen için bu gerçekle yüzleşmen gerekiyor. Acı geçmeyecek belki, ama onunla yaşamayı öğrenebilirsin. Ve ben buradayım, bu süreçte seni yalnız bırakmayacağım."

 

İçimde hâlâ o derin suçluluk ve boşluk vardı, ama Ares’in sözleri bir şekilde bana ulaşmıştı. Beni gerçekten anlamaya çalışan birisi vardı yanımda, ve belki de bu yeterliydi... en azından şu an için.

 

Odada bir sessizlik oluştu, ama bu kez içinde biraz huzur vardı.

 

Ares’in söylediklerinden sonra odada ağır bir sessizlik oldu. İçimde kaybolan fırtına biraz sakinleşmişti, ama derinlerde bir yerlerde hâlâ o acı vardı. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum. Bir süre Ares’in sessizce oturduğu odaya baktım, sonra yavaşça yatağımdan kalktım.

 

“Biraz yalnız kalmak istiyorum,” dedim, sesim hâlâ titrek ve kısık. Ares bir an için tereddüt etti, ama sonra hafif bir baş hareketiyle onayladı.

 

“Tabii, Hera,” dedi yumuşak bir sesle. “Ama lütfen, bir şeye ihtiyacın olursa bana haber ver. Sana yardım etmek için buradayım.”

 

Onu arkada bırakarak odadan çıktım. Ayak seslerim koridorda yankılanırken, evin sessizliği bir kez daha içime çöktü. Ares’in söyledikleri zihnimde yankılanıyordu. Annem, babam, Karmen, Alex… Hepsinin bir kazada öldüğünü söylemişti. Ama bu gerçek olamazdı. Gerçek olduğuna inanmak o kadar zordu ki…

 

Odamın kapısına ulaştığımda içimdeki yalnızlık daha da derinleşti. Kapıyı açtım ve odama adım attım. Duvarlardaki fotoğraflara, masamın üzerindeki anılara baktım. Hepsi geçmişe ait birer izdi, ama artık bana aitmiş gibi hissettirmiyorlardı. İçimde büyük bir boşluk vardı.

 

Pencerenin önüne yürüyüp dışarıya baktım. Güneş hafifçe batmaya başlamış, gökyüzünü altın rengine boyamıştı. O an dünya benden çok uzakmış gibi geldi. Ellerimi soğuk cama dayadım, başımı hafifçe eğip gözlerimi kapattım.

 

Yalnızlık… Bu kez daha derin ve daha keskin bir yalnızlıktı. Ares’in söylediklerini kabul edemiyordum. Nasıl kabul edebilirdim ki? Onlar burada değilse, neden onları bu kadar net görebiliyorum? Onların burada olmaması mümkün değildi.

 

Gözlerimden bir damla yaş daha süzüldü. Onlar hala benimleydi, bunu hissediyordum. Ares’in söyledikleri ne kadar mantıklı olursa olsun, içimde inatla gerçekliği reddeden bir parçam vardı.

 

Bir süre daha pencerenin önünde durdum, sessizlik içinde. Kafamdaki düşünceler ve Ares’in sesi arasında sıkışmıştım.

 

Bir süre odayı yalnızca düşüncelerimle doldurduktan sonra, aklıma aniden Alex geldi. Zihnimde canlanan o anılar, karşılaştığımız her kötü durumun üstesinden geldiğimiz anlar… Ama şimdi, hissettiğim bu acının içinde onu kaybetmiş olmamın ağırlığı vardı.

 

İçimde bir şeyler kırılmaya başlarken, aniden kapı açıldı ve Alex içeri girdi. Gözleri gözlerime kilitlendi ve o tanıdık duygular bir anda yeniden canlandı. Ama bu sefer içimdeki karamsarlıkla birlikte gelen bir huzursuzluk da vardı.

 

“Beni buraya çağırdın,” dedi, sesi karanlık bir gölge gibi odanın içinde yankılandı. “Hera, seni yalnız bırakmayacağım.”

 

Ama yüzündeki ifade, daha derin bir şeyin yaşandığını gösteriyordu. Korku, kaygı… Ne oluyordu? Aklımdan geçeni sanki duymuş gibiydi. “Alex, burada olmamalısın,” dedim, sesimdeki çaresizliği gizlemeye çalışarak. “Beni bırakmalısın.”

 

Ama Alex adım attı, yanımda durdu. “Beni bırakmanı istemiyorum, Hera. Senin yanındayım. Ama sana bir şey göstermem gerek.”

 

Birden, elindeki bir ip dikkatimi çekti. İp, karanlık bir düşünceyi çağrıştırıyordu. “Bunu neden getiriyorsun?” diye sordum, sesim titrek bir hale geldi.

 

“Görmek istediğim bir şey var. Hani, benden kaçıyorsun ya, işte onu kabullenmeni istiyorum,” dedi. Gözleri, hâlâ benim içimdeki karanlığı görebilir gibiydi.

 

Ne kadar korkutucu olsa da, bir şeyin içimde yankılandığını hissettim. “Hayır, bunu yapma!” diye haykırdım. “Lütfen, beni bu hale getirme.”

 

Ama Alex, ısrarla devam etti. “Beni dinle, lütfen. Eğer beni seviyorsan, bu ipi duvara asmanı istiyorum. Böylece sen de kendini özgürleşmiş hissedeceksin.”

 

Her bir kelimesi, içimdeki korkunun derinliklerine iniyordu. “Neden bunu yapmalıyım?” dedim. “Neden böyle bir şeyle yüzleşmek zorundayım?”

 

“Çünkü bu korkuların ve zihnindeki karanlıkla yüzleşmen gerek. Beni burada istemiyorsan, bu ipi asmak zorundasın. İnan bana, bu seni özgürleştirecek,” dedi, sesi duygusal bir hal aldı.

 

O anda, içimdeki çatışma patlak verdi. Korkuyordum, ama aynı zamanda Ares’in söylediklerini de unutmuyordum. İkisi arasında kalakalmıştım. Alex’in istediği şeyin ne kadar gerçek olduğuna dair bir mücadele içindeydim.

 

Duvara baktım, kalbim hızla çarparken içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. “Gerçekten beni bırakacak mısın?” diye sordum, içimdeki korkuyla birlikte.

 

“Beni bırakmayı istemiyorsan, bu ipi asmak zorundasın,” dedi Alex, kararlılıkla.

 

O an içimdeki çatışma daha da büyüdü. Alex’in sesine karşı koyamıyordum, ama Ares’in beni uyandırmaya çalıştığı o gerçek de önümde duruyordu. İkisi arasında gidip geliyordum.

 

İçimdeki çatışma büyürken, aniden bir karar vermem gerektiğini hissettim. Alex’in gözleri, benden bir şeyler bekliyordu ve kalbim onunla birlikte çarpıyordu. İçimdeki korkuyla birlikte, ipi alıp duvara astım.

 

Gözlerim ipin ucuna takıldı. Neden böyle bir şey yapmaya karar verdiğimi bilmiyordum; ama o anda zihnimdeki karmaşa, tüm mantıklı düşüncelerimi silip süpürmüştü.

 

“Şimdi ne yapmalıyım?” diye sordum, sesim titrek ve çaresizdi.

 

Alex, boynuma ipi geçirmemi istedi. “Bunu yaptığında, içindeki tüm karanlıktan kurtulmuş olacaksın. Kendini serbest bırakmalısın,” dedi. Ama ben sadece korkuyla titriyordum. Korkum, onun sesinde yankı buluyor gibiydi.

 

İpi boynuma geçirdiğimde her şey durdu. Kalbim göğsümde bir anlığına dursa, her şey bitecek gibi geldi. Gözlerimi kapadım, ama içimdeki karanlık daha da büyüdü. Bir an, Alex'in sesini duyar gibi oldum. "Hera, bunu yapma!" diye bağırmıştı sanki. Ama gözlerimi açtığımda… kimse yoktu.

 

“Alex?” Sesim öyle zayıftı ki, duyulmuyordu bile. Odam birden bomboş kaldı, sanki o hiç burada olmamış gibi. Panik içime çöktü. Nefesim hızlandı. "Nereye gitti?" dedim kendi kendime. Ama cevabı biliyordum. Belki de en başından beri burada değildi.

 

Zihnimde yankılanan bu düşünce beni çıldırtacak gibiydi. O an, neyin gerçek, neyin hayal olduğunu artık bilmiyordum. Zihnim beni bir oyunun içine çekmişti ve bu oyundan çıkmanın tek yolu buydu, değil mi?

 

Ellerim titredi. İpi çıkarmak istedim, ama yapamadım. Bir yandan hayatıma tutunmak istiyordum, diğer yandan o karanlık, kaçmamı imkansız kılıyordu. Belki de her şey böyle son bulmalıydı. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. "Artık bitsin," diye fısıldadım kendi kendime. İçimde bir huzur arayışıyla sandalyeyi ittim ve adımımı attım…

 

Boğazımdaki ip her geçen saniye daha da sıkılaşıyordu. Havadaki ince boşluklar yerini karanlık bir derinliğe bırakmıştı. Nefes alamıyordum, ama bir yandan da zihnimdeki düşünceler garip bir şekilde sakinleşiyordu. Her şeyin sonuna gelmiştim. Bu sonun ne kadar huzur vereceğini hayal etmiştim ama hissettiğim tek şey ağır bir boşluktu.

 

Gözlerim kapanmaya başladığında, bir ses duydum. Zihnimin derinliklerinden, tanıdık bir fısıltı. "Hera..." Sanki tüm bu yaşadıklarım bir yanılsama gibi yankılanıyordu. O ses, Ares’in sesiydi. Bir yerlerden beni çağırıyordu, ama ben onu duymak istemiyordum.

 

"Her şeyin bittiğini düşünüyorsun, ama bu sadece başlangıç," dediği anda nefes alamadığım gerçeği daha da belirginleşti. Zihnim, bedenimden kopuyor gibiydi. Gözlerimin önüne hayatımdan sahneler düşmeye başladı. Karmen’in kahkahaları, annemin endişeli yüzü, babamın o soğuk ama sevgi dolu bakışı… Hepsi gözlerimin önünden geçiyordu. Ama bunların hepsi birer hayal miydi?

 

Bir an için tekrar nefes almak istedim. Ama yapamadım. İçimdeki son gücü toparlamaya çalıştım, ama çok geçti. Vücudum ağırlaştı, dünyadan koparken her şey bulanıklaştı. Bu karanlık, düşündüğüm gibi bir son değildi. Ares'in sesini duymaya devam ettim. "Gerçeklerden kaçamazsın, Hera. Gerçek seni hep bulacak."

 

O an içimdeki son umut kırıntısı da söndü. Her şeyin sonuna gelmiştim.

 

Boğazımdaki ip her geçen saniye daha da sıkılaşıyordu. Havadaki ince boşluklar yerini karanlık bir derinliğe bırakmıştı. Nefes alamıyordum, ama bir yandan da zihnimdeki düşünceler garip bir şekilde sakinleşiyordu. Her şeyin sonuna gelmiştim. Bu sonun ne kadar huzur vereceğini hayal etmiştim ama hissettiğim tek şey ağır bir boşluktu.

 

Gözlerim kapanmaya başladığında, bir ses duydum. Zihnimin derinliklerinden, tanıdık bir fısıltı. "Hera..." Sanki tüm bu yaşadıklarım bir yanılsama gibi yankılanıyordu. O ses, Ares’in sesiydi. Bir yerlerden beni çağırıyordu, ama ben onu duymak istemiyordum.

 

"Her şeyin bittiğini düşünüyorsun, ama bu sadece başlangıç," dediği anda nefes alamadığım gerçeği daha da belirginleşti. Zihnim, bedenimden kopuyor gibiydi. Gözlerimin önüne hayatımdan sahneler düşmeye başladı. Karmen’in kahkahaları, annemin endişeli yüzü, babamın o soğuk ama sevgi dolu bakışı… Hepsi gözlerimin önünden geçiyordu. Ama bunların hepsi birer hayal miydi?

 

Bir an için tekrar nefes almak istedim. Ama yapamadım. İçimdeki son gücü toparlamaya çalıştım, ama çok geçti. Vücudum ağırlaştı, dünyadan koparken her şey bulanıklaştı. Bu karanlık, düşündüğüm gibi bir son değildi. Ares'in sesini duymaya devam ettim. "Gerçeklerden kaçamazsın, Hera. Gerçek seni hep bulacak."

 

O an içimdeki son umut kırıntısı da söndü. Her şeyin sonuna gelmiştim.

 

Dünyam kararmaya başladığında, içimde derin bir boşluk hissettim. Her şey bitiyordu, ve ben sona doğru kayarken, yalnızca içimdeki çaresizlik yankılanıyordu. Belki de gerçekten böyle olması gerekiyordu. Zihnimdeki fırtına dinmişti; ne acı ne de korku kalmıştı, sadece o sessizlik.

 

Tam her şeyin bittiğini düşündüğüm anda, Ares’in sesi tekrar yankılandı, bu kez daha yakın, daha güçlü. “Hera, lütfen, hayatta kal! Seni kaybetmek istemiyorum!” Sesindeki acı, boğazımdaki daralmayı aşıp derinlerime işledi. "Yaşamak için bir nedenin var, sadece bunu göremiyorsun."

 

Ama neden? Neden hala beni burada tutmaya çalışıyordu? Ben çoktan her şeyi geride bırakmıştım. Gözlerimdeki son ışık kaybolurken, onu duymamak için içimdeki karanlığa daha da gömüldüm. O an, sıcak bir dokunuş hissettim. Bir el, soğuk bedenime dokundu. O kadar gerçekti ki…

 

Zihnimin son çırpınışları arasında Ares’in yüzü beliriverdi. Gözlerinde, derin bir hüzün ve aynı zamanda sönmemiş bir umut vardı. “Hera, bu dünyada hala sevgi var. Bu acıların içinde bile, seni seven insanlar var.” Sesi boğuk ve kısık çıkıyordu ama anlamını kaybetmemişti.

 

Bir an için o sevgiye tutunmak istedim. Ailemi, Karmen’i, Alex’i düşündüm. Gerçek mi yoksa bir yanılsama mı olduklarını bilmiyordum. Ama onları özlemiştim. Onlara bir kez daha sarılmak, bir kez daha kahkahalarını duymak…

 

Gözlerim yaşlarla doldu. Artık tamamen gitmeye hazırdım, ama aynı zamanda kalmak için de bir neden arıyordum. Ares’in sesi zihnimde yankılandı, bir kurtuluş gibi. “Yaşamın kendisi, her şeye rağmen güzel. Bu son olmak zorunda değil, Hera. Sadece buna izin ver.”

 

Son bir gayretle, ellerim ipi gevşetmeye çalıştı. Nefesim yeniden ciğerlerime dolarken, yaşlar gözlerimden süzüldü. Bunu gerçekten yapmak istememiştim. Kalmak istedim. Yaşamak, yeniden sevmek, hissetmek istedim. Ve belki de bir gün, bu karanlıktan çıkabilecektim.

 

Ares’in gözlerinde hafif bir rahatlama gördüm, ama hala o derin hüzün oradaydı. O beni kurtarmıştı, ama acılarımı dindirebilecek miydi? Yavaşça boynumdaki ipi çözdü ve beni yavaşça yere indirdi. Kollarının arasında, artık bitkin ve yıkılmıştım, ama hala hayattaydım.

 

“Beni bırakma…” diye fısıldadım, gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken. O da sessizce başını salladı. "Asla," dedi. Bu Sözlerde, karanlık gecenin ortasında parlayan bir umut ışığı buldum.

 

Her şeyin sonu sandığım bu an, aslında yeni bir başlangıçtı.

 

 

Loading...
0%