@ben1deniz
|
Soğuk bir gecenin ardından üzerime giydiğim kürke iyice sarıldım. Topuklularım üzerinde adeta manken gibi yürürken sigaramdan çektiğimü dumanları soğuk havaya bırakıyordum. Önünde durduğum binanın kapı şifresini girdiğimde açılan kapıyla koridara adımladım ve asansöre binerek üçüncü kata çıktım. Duran asansör beni başka bir koridora bırakırken gözlerime kestirdiğim kapıya gelerek elimde bulunan ince kartı kapının dil kısmına geçirdim ve anahtarsız da rahatça açılan kapıyla eve girdim. Yavaş ve sakin adımlarla karanlıkta yürürken mutfağa girdim ve davlumbaz ışıklarını aştım. Bulduğum kadehi kırmızı şarapla doldururken aynı kırmızılığa boyanmış dudaklarıma yaslayarak onun mayhoş tadının güzelliğine vardım. Kadehi de alıp parmak uçlarımda yatak odasına doğru yürüdüm ve sallanan sandalyeye oturarak kadehimi yudumladım. Artık bana ağır gelen silahımı baldırlarımın arasından çıkarırken kolumu sandalyenin koluna yaslayarak hedefimi nişan aldım.
"Uyan uykucu, uyan prenses!" Yatağında mışıl mışıl uyuyan adam uyndığında ki yüz ifadesini merak etmeden duramıyordum.
Gözlerim karanlıkta sabırlı izlerken, her şeyin ne kadar kolay olduğunu fark ettim, O an, her şeyin benim kontrolümde olduğunu hissediyordum, ne kadar basit olduğunu... Kadehimi bıraktım, parmaklarım silahın metalini hissediyordu, soğukluğu derime geçiyor, içimde bir gülümseme beliriyordu. O, hala uyanmadı, ama ben onun yüzündeki o şaşkınlığı bekliyorudum, o korkuyu... Zihnimde bir anlık zaferin keyfi vardı, her şeyin sonunda benim olduğu duygusu.
"Uyan," diyorum sessizce, sanki bu, bir emir gibi. Gözlerim odaklanmış, her şeyin bir an içinde değişeceğini biliyorum, ama o, o kadar da farkında değildi. Uyandığında neyle karşılaşacağına dair hiçbir fikri yoktu, ama ne olursa olsun, ben hazırlıklıyım. Bekliyorudum.
Sonunda uyanmaya başlayan herif önce sağına döndü, ardından hafifçe açılan gözleri beni görünce "hassiktir!" Diyerek yerinde doğruldu. "Siktir!" Dedi tekrar. Ama ben kadehimi yudumlamaya devam ettim. Aldığım yudumun ardından büyük bir gülümseme yüzüme peydahlandı. "Merhaba, tatlım! Aaovv, sanırım beni gördüğüne pek sevinmedin?" Korkuyla yatak başlığına yaslanırken gözleri bir bana bir de silaha kayıyordu. "N-ne istiyorsun benden! Kimsin! Nasıl girdin içeri!"
İçimden yükselen kahkahayı durduramayarak dışıma vırduğumda onun garip bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. "Ah, canım. Nasıl hatırlamazsın beni?" Yavaşça ayağa kalkarak yanına ilerledim. "Halbuki beni bir gören bir daha unutmaz-dı!" Üzerine doğru eğildiğimde saçlarım bana eşlik ediyordu. "Ne istiyorsun benden."
"Hmm, hiç seyir zevki vermiyorsun bana!" Doğrularak geri eski yerime gelip oturdum. Siyah eldivenlerimi saran dantellerde gezdirdiğim gözlerim bir süre sonra yine onun üzerine çıktı.
"Hatırlıyor musun? Beraber bir soygun yaptık." Dedim fısıldarcasına. Sanki bir sır veriyor gibiydim. "Beni arkanızda bırakarak gittiniz, ne olduğumu, ne olacağımı bile sormayarak siktir olup gittiniz!"
Gözleri korkuyla büyüyordu ama bu benim için bir şey ifade etmiyordu. "E-elimizde olan bir şey değildi, bir anlık gelişti her şey, geri dönecek-"
"Kes be!" Sesini duymak istemiyordum. "Pislik, şempanze!" Ettiğim hakarete layık bile değildi. "Geri dönecekmiş sevgili Zephyr kane'cik!" İntikam ile yanıp tutuşan bu bedenim artık sabırsızca tetiği çekmek istiyordu.
"Ne olduğunu bilmi-"
"Biliyorum!" Kadehimden son yudumu da aldığımda ayaklarımın yanına fırlattım. Kırılmadı ama rahatsız bir ses çıkararak durdu. "Sen kardeşinin intikamını aldın ve sonra da siktir olup gittin!" Yerimden kalkarak onun ayak ucuna oturdum ve gerilmesini zevkle izledim. Silahımu yorganın üstünden onun bacaklarına sürterek yavaşça yukarı doğru sıyırıyordum. "Bana böyle bir sikikliği neden yaptığını söyler misin Kane! Hani biz bir ekiptik, hani biz beraberdik!"
"Be-" konuşmasına tahammül bile edemeyerek yüzüne silahın kabzasıyla vurdum ve inlemelerini umursamayarak susturucunun takılı olduğu namluyu cinsel organına bastırdım. İnlemeleri artarken tabii ki de intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordum.
"Ben sizin ardınızda bırakabileceğiniz bir çöp torbası değildim! Sizin yüzünüzden neler yaşadım biliyor musunuz siz! Madem o boku yediniz, o zaman cezasını da çekeceksiniz!"
"Hayır, hayır, hayır yapma! Ne olursun yapma, ben- ben böyle olsun istemezdim, gerçekten yapma!"
"Niye yapmayayım mesela? Bana bir neden sunabilirmisin?"
"Yapma, ne istersen yaparım, lütfen yapma!" Kısa bir kahkaha attım. "Ne isteyeceğim lan senden! Sen kimsin ha, kimsin! Kapıma köpek diye bağlamam lan seni!"
"Yapma, lütfen yapma. Ölmek istemiyorum!" Dilimi damağıma vurarak cık cıkladım. "Yazık, koca adam nasılda ağlamaya başladı."
Yalvarıcasına sayıklarken silahı geri çekerek sıkı bir nefes verdim. "Peki, tamam. Şimdi öldürmeyeceğim seni." Yataktan kalkarak odasından ayrıldım. "Ne istersem yapacaksın madem, önce güzel bir patlamış mısır patlat bana! Dizimin devamı vardı, onu izleyeceğim."
Salonda koltuğa otururken televiyonu açmıştım. Arkamdan geldiğini görebiliyordum. Mutfağa geçti, ışığı yaktığında bütün evi loş bir aydınlık aldı. "İçine biraz tuzu fazla at, ben tuzlu seviyorum." Dediğimde nihayet dizimi açmıştım.
"Aaoovv, aşkım benim. Nasılda yakışıklı olmuş bu bölümde." Ana karaktere içim gider gibi izlerken bir süre sonra patlamış mısırlar önüme geldi. "Şarap." Dediğimde bir süre sonra şarap dolu kadehi elime aldım. "Hmmm, geç karşıma otur şimdi." Silahımı bir an olsun indirmiyordum. Karşıma geçip oturduğunda diziye döndüm. "Görüyor musun, erkek yaratıkları hep aynı!" Sesimde sinir hakimdi. "Ne var yani ilişkisine sadık çıksa, ölür müsünüz! Lânet herifler!" Ekranda değişen görüntüler uykumu getiriyordu artık. "B-bana ne yap-"
"Sus bak, senin yüzünden ne dediğini anlamadım!" Sesi kaldırırken korku dolu gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. "Ah, işte hayatın gerçekleri bu biliyor musun Kane, ihanet aşkın doğasında var." Biten dizinin ardından ekranı kapattım.
"Lânet herifler, neden bir kadınla mutlu olmuyorsunuz da bizi de kendinizle üzüyorsunuz!" Ayaklarımı sehpaya uzattım ve üst üste attım.
"Keşke erkek olsaydım, gerçekten öyle sadık bir erkek olurdum ki, bütün ilişkiler bizi kıskanırdı." Derin bir iç çektim. "Sen," gözleri büyüdü. "Hiç hayatında ki kadını aldattın mı?" Sorumla gerilirken hızla başını sağa sola salladı. "H-hayır aldatmadım."
"Nedense senden o vibeyi almadım. Orospu çocuğu tipi var sende. Kesin aldatmışsındır."
Kane şaşkınlıkla bakarken titreyen dudakları konuşmak istiyor gibiydi, ama korkudan sesi çıkmıyordu. Silahımı hafifçe indirdim, ama tam da yere koymadım. Gözlerinin içine bakarak devam ettim. "Aldatmamışsın ha? O zaman neden bu kadar geriliyorsun? Suçlu değilsen neden terliyorsun Kane?"
Sanki her söylediğim cümle, onu biraz daha köşeye sıkıştırıyordu. Kane yutkunarak birkaç adım geri çekildi, sonra kekeleyerek yanıt verdi, "B-ben yemin ederim, hiçbir kadını aldatmadım. Ben... Ben öyle biri değilim."
Gülerek kafamı iki yana salladım, "İnanmadım. Yalan söyledikçe daha da batıyorsun, farkında mısın?" dedim. Onun panik dolu yüzüne bakarken içimden ona acımak geçti, ama öfkem çok daha ağır basıyordu. "Ne olmuştu peki Kane? Bir kadın seni terk mi etti? O yüzden mi bu kadar zayıfsın? Yalanlarının içinde kaybolmuşsun ve kendini kandırıyorsun."
Kane bir anda yere çöktü ve ellerini başının arasına aldı. "Lütfen," dedi, sesi neredeyse duyulmaz bir fısıltıya dönmüştü. "Bana ne yapacaksan yap ama lütfen beni dinle. Anlatabilirim, her şeyi anlatabilirim. Ama yalvarırım, korktuğumdan değil, sana gerçeği söylemek istediğimden."
Bir an duraksadım. Kane'in çaresiz haline bakarken, anlattığı bir hikâyenin başlamak üzere olduğunu hissettim. "Peki," dedim ve silahı dizimin üzerine koydum, ama yine de gözümü ondan ayırmadım. "Dinliyorum Kane, anlat bakalım. Hangi yalanı yaşamışsın da bu hale gelmişsin?"
Derin bir nefes aldı, ellerini yavaşça indirip bana baktı. "Sevdiğim kadını kaybettim," diye başladı, sesi kırılmıştı. "Onu kaybettiğimde, bütün dünyam yıkıldı. Ve ondan sonra... Hiçbir kadını gerçekten sevemedim. Aldatmadım, ama onlara da sevgi veremedim. Bu yüzden bütün ilişkilerim mahvoldu. Ben, ben sadece kendimi kaybettim."
Gözlerim kısıldı, onu tartmaya çalışıyordum. "Bu da bir bahane işte, değil mi Kane? Kendi acını başkalarına yüklemek. Onları sevgisiz bırakmak. Acı çektiğin için başkalarına da acı çektirmek. Bu seni daha iyi bir insan yapmıyor."
Gözleri yaşlarla dolmuştu. "Biliyorum," dedi sessizce. "Ama başka bir yolu bilmiyorum. Sadece acımı dindirecek bir şey aradım, bulamadım."
Bir an için sessizlik çöktü. Kane’in içindeki boşluğu hissedebiliyordum. Kendi acılarım da o sessizliğin içinde yankılandı. İçimde bir şey kırıldı ama belli etmedim. Derin bir nefes alıp kanepeye geri yaslandım.
"Acınla yüzleşemediğin için buradasın Kane," dedim soğuk bir sesle. "Ama artık kaçamazsın. Şimdi, gerçeklerle yüzleşmenin zamanı."
"L-lütfen beni öldürme, ne istersen yaparım, ne istersen veririm ama beni öldürme."
"Cık." Dilimi damağıma vurdum. "Öldürmezsem öldürdüklerimin hatrı kalır, öleceksin."
Kane'in gözleri büyüdü, yüzündeki korku daha da derinleşti. Artık yalvarmaktan başka çaresi kalmadığını anlamış gibiydi. "Lütfen," dedi yeniden, sesi titriyordu. "Ben... Ben yanlış bir şey yaptım, farkındayım. Ama telafi edebilirim, söz veriyorum. Bana bir şans daha ver. Öylece öldürmene izin veremem."
"İzin mi istiyorum sanki senden mal herif!" Silahımı sıkıca tutarken yerimden kalktım. Üzerine doğru yürürken namluyu ona doğrulttum. Titrek bir nefes aldı, gözlerindeki korku adeta somut bir şeye dönüşmüştü. "Son sözlerin mi var?" diye sordum, parmağım tetiğin üzerine hafifçe baskı yaparken.
Gözlerimi kısmış, onun yüzünü inceliyordum. Bu, samimi bir özür müydü, yoksa sadece son bir umut çabası mı? İçimde bir anlık tereddüt hissettim. Ama sonra bu tereddütü hızla bastırdım. İçimde yankılanan bir ses vardı, beni yönlendiren ve doğruluğundan emin olduğum bir his: Adaletin sağlanması gerekiyordu.
Tekrar özür dileyeceğini anladığında konuşmasına izin vermedim. "Tüm o özürler, hiç şeyi geri getirmez," dedim ve tetiği çektim. Sessizliği, sessiz bir silah sesi doldurdu, ardından odada yankılanan boğuk bir çarpma sesi. Kane’in cansız bedeni yere yığılırken gözlerim kapanmıştı.
Bir anlık huzur hissettim, ardından bu huzuru garip bir boşluk takip etti. Kane'in itirafları, yalvarışları, hepsi odanın soğukluğunda kaybolup gitmişti. Gözlerimi açtığımda yerdeki bedene baktım, uzun bir süre öylece durdum. O an fark ettim ki intikam almış olsam da içimdeki boşluk hâlâ oradaydı.
Yavaş adımlarla evden ayrıldım. Soğuk şehrin soğuk havasında yürürken topuklu ayakkabılarımın kaldırım taşlarına vuruşu, gecenin sessizliğini bıçak gibi kesiyordu. Yavaş ama kararlı adımlarla ilerledim. Soğuk hava yüzümü okşarken, içimdeki boşluk bir an olsun dolmamıştı. Kane’den geriye kalan tek şey, ardımda bıraktığım o küçük dairedeki sessizlikti. Şehir ise hiç durmadan akıyordu. Sokak lambalarının ışığı, karanlık gecede titreşirken, yüzümde gölgeler oluşturuyordu.
Bir sigara çıkardım ve dudaklarımın arasına koydum, titreyen ellerimle bir kibrit yaktım. Tütünün acı kokusu genzimi yaktı ama bu yanma, içimdeki boşluğu bir anlığına bastırdı. Derin bir nefes alıp dumanı ciğerlerime çekerken etrafıma bakındım. Bomboş sokaklar, sadece gecenin sessizliğinde yankılanan uzak bir köpek havlaması ve rüzgarın uğultusu...
Adımlarım beni bilmediğim bir yere doğru götürüyordu. Ama nereye gittiğimi de umursamıyordum. Belki de kaçıyordum; yaptıklarımdan, söylediklerimden, hissettiğim acıdan... Ama en çok kendimden kaçıyordum. Kane’in yüzündeki korku hâlâ zihnimin bir köşesinde yankılanıyordu. Gözleri, o son bakışı...
"Bu da bir sondu işte," diye fısıldadım kendi kendime. Belki de nihayet bir şeylerin kapanması gerekiyordu. Yavaşça sigarayı yere attım ve topuğumla ezdim. Bu hareket bile bir vedanın sembolü gibiydi.
Yolun sonunda küçük bir park belirdi. Banklardan birine çöktüm, başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. Gökyüzü, şehrin ışıklarıyla solgunlaşmış yıldızlardan yoksundu. Gözlerimi açtığımda bir çift küçük far, karanlığı yararak önümde durdu. Tanıdık bir araba, tanıdık bir yüz... O an kalbim bir anlığına durdu sanki.
Arabanın kapısı yavaşça açıldı ve içinden uzun boylu, siyah paltolu bir adam indi. Gözleri karanlıkta bile parlak bir şekilde bana bakıyordu. "Bitti mi?" diye sordu, soğuk bir sesle. O sesi tanıyordum, yılların alışkanlığı...
"Hiçbir şey bitmedi," dedim. "Ama ben bitirdim."
Adam birkaç adım yaklaştı, yüzündeki sert ifade yavaşça yumuşadı. "Bu sadece bir başlangıç," diye mırıldandı. "Biliyorsun, değil mi? Bir insanı öldürmekle her şey çözülmez."
Gözlerimi ona diktim, dudaklarım alaycı bir gülümsemeye kıvrıldı. "Belki de çözülmez. Ama içimdeki acıyı bir anlığına da olsa susturdu. Senin aradığın bu değil mi? Sessizlik?"
Adam bir süre sessizce baktı bana, ardından iç geçirdi. "Kendi sessizliğinle barışana dek böyle devam edeceksin."
Ayağa kalktım, gözlerimi ona dikip sertçe sordum, "Beni mi izliyordun? Yoksa başından beri bunun olacağını mı biliyordun?"
Başını eğdi, bir adım geri çekildi. "Seni koruyordum," dedi sadece. "Her şeyden önce, kendinden."
Kelimeleri içimde yankılandı, ama onlara inanmamıştım. "Koruma," dedim. "Beni bırak. Beni takip etme. Hiç kimse beni kurtaramaz artık, kendimden bile."
Arkamı dönüp hızla yürümeye başladım. Şehrin soğuk rüzgarı saçlarımı savururken, gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Bir damla daha, sonra bir damla daha...
Gözyaşlarımın dudaklarıma değmesiyle fark ettim ki artık gerçekten kaybedecek bir şeyim kalmamıştı. Ve bu, bana şimdiye dek hissetmediğim bir özgürlük sunuyordu.
Adımlarım hızlanırken geriye dönüp bakmadım. O adamın sessiz bakışlarını sırtımda hissetsem de umursamadım. Bu şehrin karanlık köşeleri, geçmişimde kalan anılarla doluydu. Her sokak, her bina, birer hatıra mezarlığı gibi diziliyordu önümde. Ne kadar yürürsem yürüyeyim, geçmişimden kaçamıyordum. Ama bu gece, bir fark vardı. İçimdeki o karanlık boşluk biraz da olsa hafiflemişti. Yine de bana huzur vermeyecek kadar canlıydı.
Bir sokak lambasının altında durdum, ellerimi paltomun ceplerine soktum ve derin bir nefes aldım. Hava soğuk ve keskin, bir bıçak gibi ciğerlerimi yakıyordu. Yanımdan hızla geçen bir taksiye el ettim, ama içeri binmek yerine kapıyı kapalı tutarak şoföre eğildim.
"Şehrin en ucuz barı nerede?" diye sordum. Şoför, sanki böyle bir soruyu bekliyormuş gibi hemen yanıt verdi. "Bir mil aşağıda, köprü altındaki bar. Ama tekin bir yer değildir."
Teşekkür edip yoluma devam ettim. Tekin olmayan yerler artık bana en çok yakışan mekânlardı. Oraya varmam uzun sürmedi. Barın içi duman altı, loş bir ışıkla aydınlatılmış, duvarları eskimiş posterlerle kaplıydı. Kalabalık olmasına rağmen herkes kendi köşesinde suskun, bir şeyleri unutmak istercesine içiyordu.
Tezgaha yaklaştım, barmenin dikkatini çektim. "Bir viski," dedim kısık bir sesle. Barmen başını sallayarak bir şişe uzattı, ardından bardağı doldurdu. Tek bir nefeste içtim, boğazımdan aşağı inerken alkolün yakıcı hissini hissettim. Bir anlığına gözlerimi kapattım, Kane’in o son bakışı aklımda canlandı. Gözlerimi açtığımda barmen, bana dikkatle bakıyordu.
"Zor bir gün mü geçirdin?" diye sordu, neredeyse alaycı bir ifadeyle.
"Hayatımın en zor günü değil," dedim gülümseyerek. "Ama en huzurlu günüm de değil."
Başını salladı, sanki cevabımı zaten tahmin ediyormuş gibi. "Bu bara gelen kimse huzur aramaz zaten," dedi, ardından başka bir müşteriye döndü.
Bir şişe daha doldurmasını bekledim, bu kez yavaşça içtim. Alkol, zihnimi uyuşturuyordu, ama yeterli değildi. İçimde bir savaş vardı, ve bu savaşın galibi ben olmayacaktım. Kane’in gözlerini, söylediği son sözleri bir türlü aklımdan atamıyordum.
Viskiyi bir dikişte bitirdim ve masaya ağır bir şekilde bıraktım. Artık burada kalamazdım. Ayağa kalktım, kararlı bir şekilde dışarı çıktım. Gecenin soğuk havası yüzüme çarptığında, içimde bir şeylerin değişmeye başladığını hissettim. Hâlâ bir sonuca varmamıştım, ama bu gecenin sonunda, kaçamayacağım bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalacaktım.
Ve belki de bu kez, kaçmamayı seçerdim.
Barın içindeki kalabalığa rağmen yalnızdım. Kimse beni fark etmiyor, kimse konuşmuyordu. Tek arkadaşım viski şişesi ve içimde yankılanan düşüncelerdi. Bir süre barda oturup bardağın dibinde kalan birkaç damla viskiyi izledim. Her damla, bir hatıra gibi gözlerimin önünde canlanıyor, geçmişin bir parçasını yansıtıyordu. İçimdeki bu boşluk, alkolle dolacak türden değildi.
Tekrar doldurmasını istemedim barmenden, artık yeterdi. Yavaşça ayağa kalktım, kürkümü omuzlarıma çekip daha sıkı sardım kendime. Barın kapısını itip dışarı çıktım. Soğuk rüzgar yüzüme çarptığında bir an irkildim. Gecenin karanlığı, sokak lambalarının soluk ışığında bile derindi. Şehrin uğultusu, uzaklarda duyulan siren sesi ve rüzgarın hışırtısı vardı sadece.
Adımlarım, beni bilinçsizce başka bir yöne götürdü. Burası şehrin sessiz, unutulmuş bir köşesiydi. Eskimiş binaların arasında yürürken, zihnimde dönen düşünceleri susturmak istedim. Kane’in son bakışı, yüzündeki o korku... Hepsi zihnime kazınmıştı.
Bir ara sokakta durdum. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Soğuk hava ciğerlerimi yakıyordu. İçimde tuhaf bir huzur vardı. Her şey bitmişti. Artık geri dönüş yoktu.
Gözlerimi açtığımda karşımdaki eski bir duvarı fark ettim. Üzerinde solmuş bir yazı vardı, yılların izleriyle silinmeye yüz tutmuş bir cümle: "Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez."
Bu söz, içimde garip bir yankı bıraktı. Ne kadar doğruydu. İntikam, öfke, acı... Hiçbiri sonsuza kadar sürmezdi. Ama bu sonsuzluk bitene kadar, içimizde bıraktıkları izler asla kaybolmazdı.
Duvardan gözlerimi ayırıp ilerlemeye devam ettim. Sokaklar beni tanımadığım bir meydana çıkardı. Burası şehrin sessiz bir köşesiydi; kimsenin uğramadığı, unutulmuş bir alan. Ortasında eski, yıpranmış bir bank vardı. Kim bilir kaç kişi burada oturup düşüncelerine gömülmüştü. Yavaşça yaklaştım ve oturdum.
Başımı ellerimin arasına aldım, bir süre öylece kaldım. Sessizlik ve soğuk gece, beni sarıp sarmalıyordu. Gözlerimi kapattım, etrafımdaki dünyayı bir anlığına unuttum. İçimdeki boşluk, sanki şimdi daha belirginleşmişti. Kane’i öldürmek hiçbir şeyi değiştirmemişti. Sadece bir parça daha koparıp almıştı benden.
Bir damla yaş, istemsizce yanaklarımdan süzüldü. Dudaklarım titredi, ama ses çıkaramadım. İçimde biriken her şey, şimdi dışarı çıkıyor gibiydi. Ama ağlamıyordum. Bu, bir rahatlama değil, sadece kabullenişti.
"Gerçekten bitti mi?" diye fısıldadım kendi kendime. Kimse cevap vermedi. Sadece rüzgar, saçlarımı okşar gibi esiyordu. Bu kez, kimse beni takip etmiyor, kimse bana akıl vermiyordu. İlk defa yalnızdım. Ve bu yalnızlık, bana hayatımda ilk kez gerçek bir huzur gibi gelmişti.
Bir süre daha oturdum, yıldızsız gökyüzüne bakarak. Gecenin karanlığı beni yutarken, içimdeki o karanlık boşluk da aynı şekilde büyüyordu. Ama belki de ilk kez, kaçmadan bu boşluğa bakabiliyordum.
Ayağa kalktım, derin bir nefes aldım ve yavaşça yürümeye başladım. Adımlarım beni nereye götürecekti bilmiyordum. Ama bu sefer, gerçekten bir son bulana kadar yürümeye devam edecektim.
Bu gece bir ilk değildi, ama sonda olmayacaktı...
Hikaye yeni başlıyordu.
|
0% |