@ben1deniz
|
Beğenip yorum yapmayı unutmayın Canım okurlarım🦋
Miran kotan...
Uyuyan kadından bakışlarımı çekmek zorunda kalarak telefonuma döndüm.
Mert -abi hemen gelmen lazım.
Mesajı görmüş ve ayaklanmıştım. Gitmem gerekiyordu ama beni burada tutmak isteyen bu hissi de anlamıyordum.
Yatağın yanına yaklaştım. Çok derin bir uykuda olduğu belliydi ve açıkçası uyurken ki güzelliği başkaydı. Yüzüne düşmüş saçlarını parmağımla geriye ittim.
Öylece izleyebilirdim görüntüsünü ve bu hiç benlik bir hareket değildi. Telefonum tekrar titrediğinde artık gitmem gerektiğini anlamıştım. Derin bir iç çekip odadan ayrıldım. Hızlı adımlarla otelden ayrılıp bir taksiye bindim. Mert'in attığı son mesajda gideceğim yerin konumunu açtığımda taksiciye söyledim.
Yarım saatin ardından araba bizim depoda durduğunda indim ve parasını vermesi için çocuklardan birine işaret verdim. "Mert abi içerde seni bekliyor." Yusuf'a başımı sallayarak depoya girdim.
Sandalyeye bağlanmış yüzü gözü kan içinde kalmış herife doğru adımlarım yönelirken hızlıca depoyu yokladım.
"Konuştu mu?" Mert başını iki yana salladı. "Konuşmadı, ama konuşacak!" Yüzüne sert bir yumruk indirdiği herifin başı omzuna düşerek bayılmıştı.
Kim olduğunu bilmiyordum ama beni bıçaklayan herifti bu. Saçlarından tutup yüzüne baktığımda yanağına uyanması için tokat attım. "Uyan lan! Uyan!" Çocukların getirdiği sıcak su kovasını ellerinden alıp doğruca başından aşağı döktüm.
"Ahh! Yandım! Yandım!"
Acıyla haykırarak uyandı. "Kimsin lan sen! Kime çalışıyorsun! Kimin adamısın lan!" Yüzüne bir yumruk daha attığım da canhıraş bir sesle inledi.
"Bırakın beni. Konuşmayacağım!" Başımı 'öyle mi' der gibi salladım. "Niye, dilin kira mı istiyor? Ne diye konuşmayacaksın?" Başını iki yana salladı. Mert sinirle sert bir tokat attığında dudaklarım şaşkınlıkla açıldı. "Kardeşim sakin ol." Kolundan tutup geriye çektiğimde sinirden kızarmış gözleri beni buldu. "Nasıl sakin olayım lan! Öldürebilirdi seni! Ölebilirdin!" Söylediklerine inanmak istemiyor gibi parmaklarını saçlarına geçirip sağa sola gitmeye başladı. "Bunu yapanı bulsam var ya!"salladığı Parmağını bu sefer bağlı olan herife çevirdi. "Ecdadını sikeceğim ecdadını!"
Kenarda duran sandalyeyi çekip karşısına oturdum. "Bak, bize sadece kime çalıştığını söyle seni bırakalım." Ağzından akan kanı yere tükürüp bakışlarını yüzüme kaldırdı. "Söyleyemem!" Mert hıncını alamamış gibi arkasına geçip omuzlarından sıkmaya başladı.
"Bana bak lan piç! Eğer biraz daha konuşmazsan, gerçekten öldürürüm Seni! Duydun mu lan!"
"Mert bırak!" Eğer biraz daha bırakmasaydı adam acıdan bayılacaktı ve bu bizim işimize asla gelmezdi. "Mert! Bırak tamam!" Bir hışımla bırakıp geriye gittiğinde sinirli soluklarını duyabiliyordum.
"konuşamam, öldürürler beni." Yaralı halinden ve düştüğü durumdan dolayı ona acıyarak bakıyordum, yazıktı. "Kim öldürür seni? Sen isim ver ben de seni koruyayım. Sözüm söz olsun seni korurum." Başını iki yana salladı. "Siz beni koruyamazsınız. Bırakın beni, konuşmayacağım!"
"Seni koruyamam belki ama konuşmazsan buradan da sağ çıkamazsın!" Ben gelene kadar Mert gerçekten kötü bir şekilde hırpalamıştı. Yüzünün her yeri morarmış ve kanıyordu. Buna rağmen konuşmadığına göre arkasında ki kişi ve ya kişilerden gerçekten korkuyordu.
"Ailen ile mi tehdit ediliyorsun?" Korkak bakışlarını kaçırdı. "Ailem yok benim. Yetimhanede büyüdüm. Kimsem yok." İstemeden de olsa yüzüm buruştu. "Neden konuşmuyorsun o zaman? Ne ile tehdit ediliyorsun?" Sorularımı yanıtsız bırakıyordu ve bu kendi için hiç iyi değildi. "Bırakın beni ne olursunuz, ben sadece bana söyleneni yaptım."
"Tamam işte, bak bizde senden bunu sana kimin yaptırdığını söylemeni istiyoruz. Söylemediğin her zaman diliminde işkence göreceksin, değer mi buna? Sakladığın isimler senin canından önemli mi?"
"Sevdiğim kız ellerinde, söylersem yaşatmazlar onu!" Karın ağrısını öğrenmiştik neyse ki. Ama yine de ne kadar sağlıklı bir düşünceyi tartışılırdı.
"Kimin ellerinde sevgilin? Konuşursan sana yardımcı oluruz, sevgilini de seni de korurum. Hatta yurt dışına gönderirim sizi." Kendisine bir çok alternatif sunuyordum ama inatla susuyor, konuşmuyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Bak şuan sadece zaman kaybı yaşatıyorsun bize, ya konuşursun, ya da seni ben öldürürüm anlıyor musun beni!"
İnatla başını sağa sola sallayıp sustu. Mert tekrar dövmek için yanına yaklaştığında onu durdurdum. "Bırakın gitsin." Anlık aldığım kararla Dediğime Mert şoke oldu. "Ne! İyi de abi-"
"Bırakın gitsin Mert!" Dedim tekrar kararımın arkasında durarak. Ayağa kalkıp iplerin çözülmesi için korumalara işaret verdim. "Neden böyle yapıyorsun!" Karşıma geçmiş bana hesap soruyordu. Omzunu tutup sakin olması için bekledim. "Takip ettir, bizi sahiplerine götürecektir. İllaki bir açık verir. Elimizde ki tek şüpheli bu. Öldürürsek elimize bir şey geçmez." Bana hak verir gibi gözlerini yumdu. "Nasıl istersen." Demişti ama yinede biliyordum ki sinirden içi içini yiyordu.
İplerden kurtulur kurtulmaz koşmaya başlayan adamın arkasından baktım. Depodan çıktı ve ormana doğru koşmaya başladı.
"Ya yanılıyorsan? Bize istediğimizi vermezse o zaman ne yapacağız?"
"Bilmiyorum Mert. Çocuklara söyle gözden kaçırmasınlar. Sevgilisi ellerindeyse, ona ulaşırlar mutlaka."
"Tamam hallederim." Dedi zoraki bir sesle. "Sen neredeydin? Dün gece çıktın gittin yine. İlla başına bir şey mi gelsin! Korumasız gezme abicim! Ölmek mi istiyorsun!" Arabalardan birine ilerlerken Mert'i duymamazlıktan geliyordum. Arka koltuğa bindiğimde kendisi de yanıma binmişti.
Korumalardan biri arabayı sürmeye başladığında yorgunca arkama yaslandım.
Deniz'i öylece otelde bırakmıştım.
"Bıra , iyi misin?" Ailesiyle arası iyi değildi ve ondan dolayı otele yerleşmişti sanırsam. "Bıra?" Annesini suçlamıştı. Babasının kendisini kullandığını söylemişti. Canı yanıyordu, bu açıkça belliydi. "Miran!" Mert'in bağırmasıyla bakışlarım yüzüne döndüğünde ne var anlamında başımı salladım. "Niye bağırıyorsun kulağımın dibinde?" Gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Ulan kaç defa seslendim duymuyor musun beni?!" Hâlâ bağırıyordu ve artık sinirlerim bozuluyordu. "Duymamışım Mert, bağırma!" Gözlerini devirerek arkasına yaslandı. "Yok ya! Ben gideyim şu sahipsiz hayvanlara dost olayım, onları koruyayım! Keza bu yanımda ki hayvan beni hak etmiyor!" Sinirle verdiğim soluktan anlamış olacak ki arkasına yaslanıp telefonunu çıkardı. "Durdur arabayı." Koruma dediğimi yaptığında Mert'e döndüm. "İn." Sanki kendisine öl demişim gibi hayretle bakmaya başladı. "Şaka mı yapıyorsun?!" Kaşlarım havalandı. "Mert, in ve diğer arabalardan biriyle gel." Kesin ve net tavrıma gittikçe hayretleniyordu. "Öleyim ben öleyim!" Kapıyı açıp indi. "Sende rahatla bende rahatlayayım! Manyak herif!" Kapıyı sert bir şekilde kapatmıştı ama hala söylenerek konuşuyordu.
Tekrar korumaya döndüğümde sürmesi için başımla işaret verdim. Mert'i severdim. Kardeşim gibiydi. Beraber büyümüş, yediğimiz içtiğimiz bir gitmişti ama şuan hiç onun bu triplerini çekemezdim. Benim için endişeleniyordu ve elinden geldiğince beni korumaya çalışıyordu. Bunu görmezden gelemezdim tabii, ama bir yere kadardı.
Deniz şuan ne yapıyordu merak etmiştim. Uyanmış mıydı? Canı da acıyordu belki de şuan. Kurşun yarasını bilirdim. Acısını çok kere tatmıştım.
Yutkundum.
Babam sağolsun... Diye mırıldandım. Kendisi bana çok güzel bir hayat bırakmıştı(!) Rahmetli yaşasaydı da pek güzel bir hayat yaşatmazdı aslında ama yine de insan içinde olduğu durumu kabullenemiyordu.
Tekrar yutkundum.
Deniz'i görmek istiyordum. Ne yaptığını bilmek istiyordum ama numarası dahi yoktu bende. Onu bu kadar görmek istemem normal miydi? Gözlerim ellerime takıldı. Saçlarını okşamıştım bu ellerle. Onu düşünmek içimde bir takım duyguların harekete geçmesini sağlıyordu ama bu normal değildi.
Derin bir nefes verdim.
"İyi misin abi?" Dikiz aynasından bakan korumayla göz göze geldim. "İyiyim, koçum iyiyim." Telefonumu çıkarıp biraz kafamı dağıtmak istedim. Sosyal medya pek dikkatimi çekmezdi ama yine de arada giriyordum.
Araba durduğunda başımı kaldırdım ve eve geldiğimizi fark etmiştim. Şuan evde olmak istemiyordum. Sadece Deniz'in yanına gitmek istiyordum.
"Arabayı gra**** oteline sür koçum." Koruma tekrar başını sallayıp arabayı çalıştırdığında içime birden bir huzur doldu. Bu huzur onu göreceğimin huzuruydu. Daha önce hissetmediğim duyguların bu denli ortaya çıkması karnımı ağrıtıyordu. Hayatımda çok kadın olmuştu, çok kadınlar görmüştüm ama onun verdiği hissiyat çok farklıydı, çok başkaydı. Onun yanında kendimi kendim gibi hissediyordum.
Koruma, arabayı dar ve taşlı yollardan ustalıkla sürerken, başımı pencereye yaslayıp dışarıdaki manzaraya bakıyordum. Ancak ne gördüğüm dağların ihtişamı ne de ufukta batan güneş beni etkiliyordu. Düşüncelerim tamamen ona odaklanmıştı. Hayatım boyunca birçok duygu tatmıştım, sevinçler, öfkeler, hayal kırıklıkları... Ama bu başka bir şeydi. Tarif edemediğim bir çekim, bir bağlılık hissi.
Ona yaklaştıkça kalbimin atışı hızlanıyordu. Daha önce hiç böyle olmamıştı. Bu, basit bir heyecan ya da merak değildi. Adını koyamadığım bir his, içimde büyüyordu. Gözlerimi kapatıp onun gülüşünü hayal ettim. O an fark ettim ki, yalnızca onun gülüşü bile hayatımın tüm karanlık noktalarını aydınlatmaya yetiyordu. İnsanın kendini bu kadar savunmasız hissetmesi korkutucuydu. Ama aynı zamanda güzel. Çünkü o, benim zırhlarımı delip geçen tek kişi olacaktı, bunu görebiliyordum.
Radyoda şarkı çalınmaya başladığında sese kulak verdim.
'Ax û eman Êş û derdê vê dinyayê.' kürttüm ben, Mardinli Harun kotan'ın oğlu Miran kotan. 'Çendî ez kuştim Çendî ez kirime vê belayê Ax û eman Êş û derdê vê dinyayê Çendî ez kuştim Çendî ez kirime vê belayê' ne dünyanın yüklediği dertler bitti, ne de benim kendime olan öfkem... 'Çi dinyake pûç û vala
'Çi dinyake pûç û vala Hemû şerê hemû mala…'
Şarkının sözleri, içimdeki kırgınlıkları bir bir yüzeye çıkarıyordu. Kendimi bildim bileli bu toprakların yükünü sırtımda taşımıştım. Ne ailemden devraldığım kanlı hesaplar bitmişti, ne de kendi içimde verdiğim savaş. İnsan bir gün kendine bile düşman olabiliyordu. Ben de kendime düşmandım. Her şeyim vardı belki; para, itibar, gücüm. Ama bir parçam hep eksikti. Bir şeylerin yerini dolduramadığım o boşluk, her gece rüyalarımı zehir eden sessizlik...
Radyodan yankılanan şarkı, babamın ağır bakışlarını hatırlattı bana. Harun Kotan’ın oğlu olmak ne demekti, biliyor muydunuz? Omzundaki yük hiçbir zaman hafiflemeyen bir mirası taşımak. İnsanlara korku salarken, kendi içinde bir huzur kırıntısına bile sahip olmamak.
Koruma, dikiz aynasından bana bir bakış attı. Gözlerindeki sorgulamayı fark etmemiş gibi davrandım. Kimse anlamazdı bu hisleri. Kimse benim yaşadıklarımı bilemezdi. Bir tek o… Onun gözlerinde kendimi bulmuştum. Dünyanın tüm kargaşası, tüm yükü onun yanında bir anlığına bile olsa unutuluyordu. Ama o, bana huzur veren o kadın… Bana gerçekten ne hissettiğini biliyor muydu?
Radyodaki şarkı sona erdiğinde derin bir nefes aldım. Şimdi onunla yüzleşecektim. Kendi karanlığım ve geçmişimle birlikte, onun ışığını söndürmeden bu hayatı yaşayabilecek miydim? Boğazıma bir yumru oturdu. Ben hiç aşık olmamıştım ki.
Seni görmek kederimdir... Karşıma çıkması kader miydi bilmiyorum ama, şikayetçi değildim. Onu tanımak güzeldi...
Umutluyum gönlümü kendinle götüreceksin. Yorumlayamadım. Kendimi bu döngünün içinde görmeyi beklemiyordum. Gönlümü gönlüne eş eder miydi?
Deki gel, işte sana ilaç. ah aman, aman aman. Bir aşk, bin hawar derlerdi... Öyle miydi? Öyle miydi sahiden... Aşk için atılan nidalar, 'hawar' mıydı?
"Hewiyamı jî xûdêýê" umudum Allah'tan dı, kulla ihtiyaç yoktu...
Otelin önünde duran arabadan inerken, adımlarımı ağırdan aldım. Gecenin serin rüzgarı yüzüme çarpıyordu, ama bu soğuk bile içimdeki garip huzursuzluğu bastıramıyordu. Lobiye girdiğimde resepsiyonun arkasındaki kadına yaklaştım, sesim biraz daha sert çıkmış olabilir.
"Deniz Yekta. Odasında mı?"
Kadın, yüzünde profesyonel bir gülümsemeyle ekrana baktı, ardından gözlerini bana çevirdi. "Hayır, efendim. Şu anda disko bar kısmında. Sizi beklediğini de söylemişti."
Kaşlarımı çatıp bir an duraksadım. "Beni mi bekliyordu?" dedim daha çok kendime. Geleceğimi nasıl öğrenmişti?
Kadına kısa bir teşekkür ettim ve lobi boyunca ilerledim. Dediği yere gitmek için asansöre binerken içimde bir şeyler kıpırdanıyordu. Kendime hakim olmalıydım.
Asansörün aynasında kendime baktım. Gömleğimin kollarını biraz daha düzgün bir şekilde kıvırdım, saçlarımı geriye doğru düzelttim ve sakallarımı ellerimle taradım. Aynadaki yansıma yeterince güçlü görünüyor muydu? Belki de bu sadece onun yanındayken hissettiğim zayıflığı bastırmaya çalışmaktı.
Asansör yavaşça durdu ve kapı açıldı. Loş ışıklar, hafif bir müzik ve bir miktar gürültü karşıladı beni. Disko barın enerjisi hissediliyordu, ama ben sadece onu arıyordum. Gözlerim kalabalığın arasında gezindi. Ve işte oradaydı.
Barın ucunda oturmuş, elinde kadehiyle hafif bir şekilde bardağa vuruyordu. Sırtı bana dönüktü, ama bu bile tavrını ele vermeye yetiyordu. Kendine güveni, rahatlığı, ama en çok da beni kışkırtan o inatçılığı.
Adımlarım yavaşladı, onun dikkatini çekmeden biraz daha yaklaştım. "Deniz…" dedim, hafif bir alayla, sesimi biraz yükselterek. Döndüğünde gözlerindeki bakışı görmek için sabırsızlanıyordum. Ama o dönmeden önce bile farkındaydım… kaybedeceğim bir savaşın içine giriyordum!
Göz göze geldik.
Kalbim tekledi.
Birden oluşan bu duygu yoğunluğunu azaltmak için boğazımı temizlemek zorunda kaldım. Sırtını kaplayan saçlarını parmaklarıyla dağıtıyordu ve önündeki içki bardağını yudumluyordu. Hemen yanında ki tabureye oturdum. Bana yan gözle bakıp alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Geleceğini tahmin etmiştim," dedi, müziğin gürültüsünü bastırmak için sesini yükselterek. Elindeki bardağı tek bir yudumda bitirdi ve tamamen bana döndü. "Beni yanıltmadığın için teşekkür ederim!"
Kaşlarımı hafifçe kaldırarak sordum, "Nereden biliyordun geleceğimi?" Omuzlarını rahat bir tavırla kaldırıp indirdi. "İçgüdülerim diyelim." "Öyle mi dersin?" dedim, hafif bir gülümseme ile, gözlerimi onun yüzünden ayıramayarak.
"Evet!" dedi kendinden emin bir şekilde. Gülümsediğimde, bakışlarının yüzümde uzun bir süre gezindiğini fark ettim. Bu dikkat beni şaşırtmıştı ama konuşmadan durdum. Sonra, aniden duraksadı ve gözlerini doğrudan gözlerime kilitledi.
"Senin gamzen mi var?!" dedi şaşkınlıkla, parmağını kaldırıp yanağıma doğru bastırırken.
Gamze? Bir an afallamıştım. "Ne?" diye sorabildim sadece. Yanağıma dokunduğu anda içimde garip bir elektriklenme hissettim. Teni tenime değdiğinde, tüylerim diken diken olmuştu. Sanki daha önce hiçbir kadının bana böyle dokunmadığı bir andı.
"Bir gülsene!" dedi, sesindeki hevesle. "Çok mu beğendin?" dedim ukalaca, hafif bir alayla. Ama o, kahkaha atarak başını salladı.
Kahkahası, barın loş ışıkları altında bile beni tamamen etkisi altına aldı. Bir an için sadece ona bakmak istedim. O kahkaha, o ışıldayan bakışlar… Fazlasıyla güzeldi. Hayranlık duymamak imkansızdı.
"Hadi ya! Gül biraz daha. Gamzeni görmek istiyorum," dedi ve taburesinden kalkarak bana daha da yaklaştı.
Artık fazlasıyla yakındı. Sanki nefesi yüzüme değiyordu ve bu beni hiç olmadığım kadar huzursuz ediyordu. Bu kadar yakınlık, bu kadar yoğunluk… Derin bir nefes alarak dediğini yaptım ve hafifçe gülümsedim. Gözleri gamzeme kaydı, sonra yeniden yüzüme. Kendisi de gülümsedi, ama bu seferki gülüş bir başka anlam taşıyordu.
"Ben sarhoşum ya şu an. Ondan tam göremiyorum," dedi bir anda, ve elini çantasına atıp telefonunu çıkardı. Hiç tereddüt etmeden fotoğrafımı çekti.
"Ne yapıyorsun?" dedim şaşkınlıkla. "Bir de ayıkken bakacağım. Çok beğendim malumunuz, gamzenizi," dedi, rahat bir şekilde. Geri dönüp taburesine oturdu, ama benim kalbim artık yerinde değildi. Bir şey söylemek istedim, ama kelimelerim boğazıma düğümlendi. Onun rahatlığına karşın, ben tamamen afallamıştım.
"Bize iki bira!" dedi Deniz, sesinde hafif bir meydan okuma vardı. Barmen hemen isteğini yerine getirip iki kadehi önümüze itti. Kadehi elime aldım ve tek yudumda bitirdim. Deniz kaşlarını kaldırıp bana baktı, dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi.
"Hızlısın!" dedi, gözlerini yüzüme dikerek.
Başımı salladım. "Bu zamanda böyle olması gerek."
"Tabii," dedi, omuz silkerek. Şarkıya hafifçe eşlik ediyor, arada kadehini yudumluyordu. Onu izlerken kendimi garip bir huzursuzluk içinde buldum. Yavaşça kalktım. "Ben hemen geliyorum," dedim.
Omuzlarını silkip kadehini içmeye devam etti. Beni bir saniye bile umursamamış gibi görünmesi içimde garip bir gerginlik yarattı. Lavaboya doğru hızlı adımlarla ilerledim, yüzümdeki rahatsız ifadeyi aynada görmek istemiyordum ama görmek zorunda kaldım.
Musluğu açtım, soğuk suyu yüzüme çarparken kendi kendime söylenmeye başladım. "Siktir, siktir, siktir!" dedim, sesim lavabonun serin duvarlarında yankılanırken. Deniz’in etkisi altındaydım. Bu gerçek, her şeyden daha netti. Ellerimle lavabonun kenarına sıkıca tutunup başımı eğdim.
"Kocaman adamsın lan! Neyin kafasını yaşıyorsun?" dedim, sesim yükseldi. Kendimi tokatladım. "Altı üstü bir kadın! Abartma bu kadar!" dedim sert bir şekilde. Ama içimden bir ses hemen karşılık verdi: Altı da üstü de benim olmasını istediğim bir kadın.
Derin bir nefes aldım. "Bir de bayıl istersen, Feriha!" dedim kendime. Peçeteyle yüzümü sildim, bir kez daha aynada kendime baktım ve tekrar bara doğru ilerledim.
Ama eski yerime döndüğümde gördüğüm manzara, beni yerimde dondurdu. Deniz... başka bir adamla dans ediyordu.
Kalbim bir an durmuş gibiydi, ardından boynumdan sırtıma doğru yayılan soğuk bir titreme hissettim. Yumruklarımı sıkarken gözlerim o adamın ellerine kaydı. Bu görüntü, içimde bir yerleri yakıp kül ediyordu.
Kendimi tutamayarak hızlıca yanlarına gittim. Deniz'in kolundan tuttum, sert ama ona zarar vermemeye dikkat ederek. "Hop! Ne yapıyorsun birader?" dedim, sesim kontrolsüz bir şekilde alçak ve tehditkârdı.
Adam beni tepeden tırnağa süzdü. "Sana ne lan?" dedi, alaycı bir gülümsemeyle.
Deniz birden kolunu benimkinden çekti ve beklenmedik bir hareketle bana yaslandı. Kalbim ne olduğunu anlayamadan yerinden fırladı. Saçlarından gelen o tanıdık, tatlı koku sinirlerimi gevşetirken, bu yakınlık tüm bedenimi alt üst ediyordu.
Deniz, gözlerini adamdan ayırmadan bağırmaya başladı. "Görmüyor musun? Burada biz dans ediyoruz! Ne diye karışıyorsun, hayvan herif!"
Adam, şaşkınlıkla ellerini kaldırdı. "Deli midir nedir, çattık resmen!" dedi ve hızla yanımızdan uzaklaştı.
Onun gitmesini izlerken ağzımı açıp tek kelime bile edemedim. Sessizliğim, Deniz’in varlığının beni tamamen ele geçirdiğinin bir kanıtıydı. Bana döndüğünde yüzünde hâlâ sarhoş bir gülümseme vardı.
"Bak, gördün mü? İşte böyle savunurum kendimi," dedi, hafif bir kahkahayla.
Ama ben hâlâ onun bana yaslanışını, saçlarının kokusunu ve üzerimde bıraktığı etkiyi düşünüyordum. Her şeyi söylemek istedim, ama o an sessizlik bile yetti. Çünkü Deniz’in yanında, her şey zaten fazlasıyla fazlaydı.
"Deniz ne yapıyorsun?" Başını geriye itip çenesini göğsüme bastırdı. Alttan alttan bakarken çok tatlı görünüyordu. "Bilmem, ne yapıyorum?" Kollarını çözüp geri çekildi. "Dans etsene lan benimle!" Lan mı?
Elimi tutup saçlarını savurarak kendi etrafında döndü. Çalan şarkıya uyum sağlarken çok güzel görünüyordu. "Durma Miran kütük gibi! Kıvırsana!"
Bana kütük demişti. "Sarhoşsun Deniz, gel gidelim buradan." Dediğimi duymamış gibi dans ediyordu. Elimi bırakmadan beni de oynamam için sallıyordu. "Deniz, düşeceksin şimdi." Giydiği topuklularda nasıl dengesini sağlıyordu anlamıyordum. En sonunda dayanamayarak eğilip bacaklarından tuttum ve bedenini kucaklayıp omzuma aldım. tiz bir çığlık atmıştı ama bu beni durdurmaya yetmemişti. Bardan çıkıp asansöre bindim. "Bırak beni Miran! Yürüyebilirim!"
"Yürüyebilirsin tabii de, şuan sarhoşsun küçük hanım-" lafımı tamamlayamadan kalçama bir tokat yemiştim. "Bana küçük deme!"
"Tamam, tamam özür dilerim. Bir daha demeyeceğim." Asansör onun odasının olduğu katta durduğunda indim ve odasına ilerledim. "Kusacağım Miran!" Kapının önünde kendisini indirdiğimde dengesini sağlamak için kollarıma tutundu. "Alt üst ettin bünyemi, çok sağol!" Bunu kendisi istemişti, ben gidelim dediğimde cevap verseydi böyle olmazdı. "Ne diye elin herifiyle dans ediyorsun ki sen!?" Kapıyı açıp odaya girdi. Kısa bir kahkaha atıp kendini koltuğa bıraktı. "Sen beni mi kıskandın, hayırdır?"
"Aynen bak, kıskanmaktan kıskaçlarım çıktı" gerginlikle yanına oturdum. Bakışları üzerimde gezerken birden kahkahası odanın içinde yankılandı. "Gülme Deniz, sarhoşsun diye bir şey demiyorum ama-" yüzünü yüzüme yaklaştırması susmama neden oldu. "Desene," bedenini tamamen bana döndürüp ayaklarının üstüne oturdu. "Ne diyeceksin bak merak ettim." Ne diyeceğimi bende bilmiyordum. Şuan dilimi yutmuş gibiydim.
Ne oluyordu bana?
Başını koltuğa yaslayıp yüzümü izlemeye başladı. "İlk öpüşmemdi sabah, ondan öyle tepki verdim. Daha doğrusu ..." Ben şaşırmış, gözlerine baka kalmıştım. "Vücudum neden öyle bir tepki verdi anlamadım. Kronik olarak kalp hastasıyım ama daha önce hiç böyle olmamıştı. İlaçlarımı düzenli kullanıyorum yani."
"Ne?" Diyebildim sadece. Hasta olması beni ayrıyetten üzerken, ilk öpüşmesi olduğunu bilmek beni şaşırtmıştı.
"N-nasıl yani daha önce hiç öpüşmedin mi?" Gözlerini devirdi. "Hayır beyefendi, senin gibi daldan dala konmadım, kendimi ilerdeki eşime sakladım."
"Yani, kendini bana sakladın." Dediğime daha kendim bile inanamamışken Deniz şakınca bana bakmaya başladı. "Hem benim daldan dala konduğumu da nereden çıkardın? Bir kere ben de daha önce hiç..." Keskin bakışları karşısında susmak durumunda kalmıştım. Yoksa yalan söyleyecektim. "Daha önce öpüşmüş olabilirim, ama daha önce hiç aşık olmadım."
Gülümser gibi oldu ama hemen ifadesini düzeltti. Öylece susarak bakışmaya başladık.
Gözleri çok güzeldi.
Kirpikleri çok güzeldi.
Dudakları çok güzeldi.
Deniz çok güzeldi. Ve ben bu güzelliğine kapılmıştım. Kayarak dibime sokuldu. Çok yakındık. Çok sıcaktı.
"Bana aşıksın?" Dediğinde o an bir gerçekle yüzleşme durumunda kaldım. Boğazıma oturan yumruyu gidermek adına yutkundum. Daha kendime bile itiraf edememişken onun, bunu söylemesi yüzüme tokat gibi çarpmıştı.
Göğsümün genişlediğini hissettim, içimdeki ateşin fokurdadığını, kalbimin olduğunu hissettim.
Deniz, suskunluğumu fark edip parmaklarını sakallarıma daldırdı. Hareketi hem dokunaklı hem de kışkırtıcıydı, ama en çok kalbimin ritmini alt üst eden bir yankı gibiydi. "Hadi itiraf et," dedi yumuşak ama bir o kadar da meydan okuyan bir sesle. "Sende rahatla, bende rahatlayayım."
Dizlerinin üzerine hafifçe yükselip yüzüme daha da yaklaştı, ellerini yanağıma koydu. O an, başka hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi hissettim.
"Bozuldun mu? Ne oldu? Konuşsana," diye ekledi. Gözleri, benim gözlerimin derinliklerine bakıyordu; sadece bir bakış değil, sanki ruhuma dokunan bir keşif gibiydi.
Adımı fısıldadı: "Miran?"
Ve o an, içimde patlamak üzere olan duygular artık dizginlenemezdi. "Sana aşığım," dedim bir nefeste, tüm ağırlığı omuzlarımdan kaldıran bir itiraf gibi.
Sözlerim boşluğa düşmedi, aksine bir anlam kazandı. İçimde yıllardır eksik olan bir şeyin tamamlandığını hissettim. Deniz’in dudaklarının kenarına tatlı bir gülümseme yerleşti, bakışlarıyla adeta kalbime dokundu.
Ellerini kendi ellerimin arasına aldım, o an yalnızca ikimizin var olduğu bir dünyada gibiydik. "Sana aşık oldum, Deniz," diye tekrarladım, her kelimenin altını çizerek.
Deniz, bir anlık sessizliğin ardından hafifçe gülümsedi. Yanağımdaki dokunuşları daha da sıcak, daha da yakın oldu. "Biliyordum," dedi fısıldarcasına, gözlerini benden ayırmadan.
Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. "Biliyordun?"
"Tabii ki biliyordum," dedi, gülüşü şimdi daha genişti, ama sesi hâlâ aynı yumuşaklıkta. "Ama bunu senden duymak, işte bu çok başka."
Deniz, yavaşça ellerini geri çekmeden önce bir anlığına parmak uçlarını yanağımda gezdirdi. "İtiraf ettin ya… Şimdi ikimiz de rahatladık," dedi, biraz alaycı ama bir o kadar samimi bir şekilde.
Ve ben, sadece ona baktım. Gözlerindeki derinlik, dudaklarındaki gülümseme, saçlarından yayılan o tanıdık koku… Bu kadın, benim için çok fazlaydı, yanımda dururken, hayat ilk kez gerçekten yaşanabilir gibi hissettiriyordu.
Sıkıca sarıldım narin bedenine. Üzerime çekip dizlerime oturttum ve saçlarını derince kokladım. "Nerden çıktın karşıma? Bütün benliğimi alt üst ettin." Kollarını boynuma dolayıp yanağımı öpmüştü.
Yaşadığımı anladım. Karanlık bir odadan cıvıl cıvıl bir bahçeye çıkmışım gibi ferahlamıştı içim. Kucağımdan inmeden geri çekildi. "Ben çok açım biliyor musun? Sabahtan beri hiç bir şey yemedim. Odaya bir şeyler söyleyelim mi?" Konu çok şaşırtıc bir şekilde değişirken aldırmadım.
"Sen nasıl istersen." Dedim artık iplerin onun elinde olduğunu hissettirmeye çalışarak.
"Ohooo, sen şimdiden hanımcı oldun." Hanımcı?
"Hanımcı nasıl oluyor? Kötü bir şey mi?" Gülümseyerek dudağıma çok kısa bir öpücük bıraktı ve kalktı. "Hayır, çok güzel bir şey."
Dudağımı öpmüştü. Yerimden kalkamadım. Şaşkınlıktan dilimi yutacaktım. Ben niye böyle iradesiz olmuştum? İçimin eridiğini hissettim. Eline aldığı telefonuyla yanıma gelip dizlerime oturdu. "Miran, niye ölecekmişsin gibi bakıyorsun?"
"Öldürüyorsun çünkü beni?" Elinden telefonu alıp dudaklarına yapıştım. Hayvan gibi hemde.
Anında karşılık verdiğinde sırtını koltuğa yasladım ve onu altıma aldım. İçimde patlayan bu duygular artık boşuna değildi.
Onu seviyordum.
Ben aşık olmuştum.
Takip edin yorum yapın arkadaşlar lütfen 🌹
Beğenirseniz çok mutlu olurum🙏🤍
|
0% |