@ben1deniz
|
Miran kotan
Uzandığım koltukta doğrulup başımda duran adama baktım. Sinirle soluk alıp verirken ellerini sırtına koymuş hesap sorar tavırda bakıyordu. "Şu son bir aydır bütün tavırların değişti be adam!" Son bir ay... Son bir aydır hayatımda bir kadın vardı, çok sevdiğim bir kadın...
"Anlatmıyorsun! Gece eve geç geliyorsun. Korumasız geziyorsun! Başını şu telefondan çıkarmıyorsun! Ve işin garibi halinden memnunsun!" Lal karşımda ki koltukta oturmuş, Mert'in söylediklerini haklı çıkaracak şekilde başını sallamıştı.
Halimden memnundum tabii, aşıktım çünkü. "Sen aşık mı oldun lan yoksa!" Yüzümde istemsizce bir sırıtış belli olurken Mert şoklar içersinde Lal'e döndü. "Gülüyor! Kesin aşık olmuş bu hıyar!"
"O hıyarı alır senin bi'tarafına..." Lal için susmuş lafımı tamamlamamıştım. "Aşıksam da aşığım var mı bir diyeceğin! Kendini annemmiş gibi görmesen mi artık Mert! 30 yaşında adamım, ne yapıp yapmayacağıma karar verebilirim."
"Öyle mi!?"
"Öyle." Sinirle Lal'in yanına oturduğunda kırlenti alıp kucağına koydu. "Kim?" Diye sorduğunda peşini bırakmayacağını biliyordum.
''Bize söyle abi, kim?" Lal de ona destek çıktığında kendimi düzeltmek zorunda kaldığımı hissettim. "Sakın bana o Nemrud suratlı Pelin deme, vallahi yığılır kalırım şu ortaya!"
"Şirkette eskort gibi dolanan Pelin mi?" Lal'e ağzım açık kalırken Mert birden kalbini tuttu. "Hay sikeyim senin kalbini! Başka kimse mi kalmadı da ona aşık oldun!"
"Kesin lan, Ne Pelin'i!?"
"Kim lan o zaman, söylesene!"
"Deniz! Denize aşık oldum!"
"Ne!" İkisi de şokla ellerini dudaklarına bastırdığında birbirlerine şaşkınca bakmaya başladılar. "Bir dakika ya, Deniz kim?" Lal sahte şaşkınlığını üzerinden atıp bana döndüğünde ellerini izlemek durumunda kalmıştım.
"Yaralandığı gün onu eve getiren kadın mı?"benden çok Mert'e sorduğu soruyu ben yanıtladım. "Evet." Mert hâlâ şaşkınca bana bakarken birden elindeki kırlenti bana fırlattı. "Hani görüşmüyordunız lan siz! Ne ara aşık oldunuz oğlum, ne ara oldu tüm bunlar."
"Oturup size her şeyi başa sarıp anlatmayacağım herhalde." Lal ayağa kalkıp yanıma geldi. "Fotoğrafı var mı merak ettim gerçekten." Gözlerime yavru kedi bakışlarını atarken telefonumu uzattım. Kilit ekranını kaydırdığı gibi gördüğü duvar kağıdına şaşırıp kaldı. Otelin asansöründe çektiğimiz bir fotoğrafımız vardı.
Zaten beraber ilk fotoğrafımızdı.
Aynaya sırtımı dönmüş ve kolumu karnına sarmıştım. Kendisi de aynaya dönük bir şekilde fotoğrafımızı çekmişti.
Lal telefonu Mert'e çevirdiğinde Mert ayaklandı. "Ben evlenip çocuk yapın dediğimde ciddi değildim lan! Ne diye böyle bir şok yaşatıyorsunuz bana!" Gözleri tekrar telefonu bulundu. "Birde fotoğraf çekmişler! Nerenin asansörü lan bu!"
"Sana ne lan!" Telefonu Lal'in elinden alıp ayağa kalktım. "Benim de bir hayatım var! Benim de duygularım var, aşık olmak bi'size mi farz!" Arkamı dönüp evden çıkmak için kapıya ilerlemeye başladım. "Bıra!" Mert'in çağırmasını duymamazlıktan gelip evden çıktım.
Hızla arkamdan geldiğini duyuyordum fakat durmak istemiyordum. "Miran, tamam oğlum dur bi'bekle."
Kolumdan tutup beni durdurduğunda ellerini teslim olurcasına açıp havaya kaldırdı.
"Kastettiğim o değildi, yanlış anladın beni."
"Git başımdan Mert!" Gidecekken tekrar beni durdurdu. "Sende aşık olabilirsin ona bir şey demiyoruz, sadece iki günde gördüğün bir kadına aşık olmak," dudaklarını büzdü. "Garip. Ya da benim için garip bilemiyorum."
"Ne demek istiyorsun Mert! Açık konuş!" Soluğunu verip gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Kadın sana anlık olarak çekici falan gelmiş olabilir. Bir daha düşün, belki de aranızda ki aşk değildir." Sinirden gözüm seyirirken Mert'i dövmemek için kendimi tutarak yutkundum. "Mert, kaybol gözümün önünden!"
"Tamam, tamam bak gidiyorum. Ama dediklerimi düşün. Öylesine karşına çıkmış bir kadına aşık olman normal değil."
"Nesi normal değil lan! Nesi normal değil! Seviyorum ulan kadını!" Yakasından tutup kendime çektim. "Bunu bana sadece bir kere gördüğü kadını 2 yıldır aşık aşık arayan adam mı söylüyor lan!" Gözlerini kaçırıp elimden kurtuldu. "Lal mi söyledi." Yakasını düzeltip yüzüme baktı. "Defol git Mert! Benim kararlarımı sorgulama!" Başını salladı. "Haklısın." Diyebildi sadece. Yanımdan hızla uzaklaşarak eve gittiğinde kalbini kırdığımı anlamıştım. Böyle olsun istemezdim, çok üzerime gelmişti.
Herkesi her an bize ihanet edecekmiş gibi zanettmesinden yorulmuştum. Ne kadar haklı olsa da ben Deniz'i seviyordum ve ona olan sevgimi sorgulamak ona kalmamıştı.
Olduğum yerde yere oturup bir sigara yaktım. İçime derin bir nefes çekip bıraktığımda başımda ki seslerin bir an olsun sustuğunu hissedebiliyordum.
Onu seviyordum, duygularımdan emindim. Onun yanında iken gülen yüzüm yetmez miydi aşık olduğumu anlamama...
İlk defa sigarayı azaltmıştım. Onun yanında iken sigara bile aklıma gelmiyordu. Dizlerine uzandığımda saçlarımın arasına karışan parmaklarının bedenimde bıraktığı etki yetmez miydi aşık olduğumu anlamama...
Kokusunu soluduğumda içine dolan huzur yetmez miydi aşık olduğumu anlamama?
Telefonum gelen mesajla titredi. Mesajı atanı gördüğümde benim içim titredi.
Karım
"Ne yapıyorsun, buluşalım mı?"
Parmaklarım ona yazmak için sabırsız davranırken "olur." Yazmıştım.
Hemen ayağa kalkıp arabama ilerledim. Biner binmez sürmeye başladığım arabayı doğruca kaldığı otele sürdüm.
Anlattığına göre ciddi bir tartışma yaşamıştı ailesiyle, ondan dolayı otelde kalmaya devam ediyordu. Kendine ev arasa da istediği bir zevkte ev bulamamıştı.
Kendisine bana yerleşmesi için teklif etsem de kabul etmemişti. Keşke etseydi.
Otele varıp doğruca odasına çıktığımda kapısını tıklattım. Bu hızımı Usain Bolt görse ayakta alkışlardı.
Kapı açıldığı gibi boynuma atlayan kadını doğruca kucağıma aldığımda ayaklarını sırtıma doladı. Odaya girip kapıyı ardımdan kapattım.
"Çok mu özledin?" Yanağıma içimi eritecek türeden bir öpücük bıraktığında başını geriye çekti. "Özlemek mi? Ne münasebet?"
Kaşlarım havalandı. "Ne yani? Bu senin özlememiş halin mi?" Onu kucağımdan indirmeden salona ilerledim. "Hmmm." Biraz düşünür gibi oldu. Koltuğa oturduğumda ayaklarını açıp dizlerime oturdu. "Yani," iki parmağının arasını bir miktar açarak "şu kadarcık özlemiş olabilirim." Dedi.
Elini tutup dudaklarıma bastırdım. "Halbuki ben seni çok özledim." Gözlerini utanarak kaçırdığında alnını omzuma yasladı. Parmaklarım bu anı bekliyormuş gibi hemen saçlarına karıştığında içime derin bir nefes çektim.
"Kokun," saçlarını öptüm. "Beni öldürüyor." yüzünü yüzümün hizasına getirdi. "Ölme." Dediğinde ki sesi titremişti. "Ben senin ölümünü kaldıramam ki," sıkıca sarıldı. "Beni bırakma, ben seninle iyi oluyorum. Beni bırakma."
"Şşhh." Ölüm diyen dilime sokayım! "Niye öyle diyorsun şimdi? Kokunu seviyorum anlamında söylemiştim ben."
"Söyleme, ölümü söyleme."
"Söylemem. Özür dilerim." Boynuma sulu bir öpücük bıraktığında tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. "Seni bir yere götürmek istiyorum." Gözleri merakla gözlerimi buldu. "Nereye?"
"Annemin yanına." Kaşları havalandı. "Annenle mi tanıştıracaksın beni?" Heyecanla kucağımdan kalktı. "Haberi var mı ki benden?"
Saçlarını arkasına atıp üzerinde giymiş olduğu tişörtünü düzeltti. "Ne giyeyim? Annen nasıl bir kadın? Benimle tanışmayı kabul eder mi ki?" Heyecanını bastırmak istemediğim için ona gerçeği söylemek istemedim. "Çok iyi bir kadındır. Seni giydiklerinle yargılamaz."
"Hmmm, o zaman ben hemen giyinip geliyorum." Bir an duruldu.
"Ya benimle tanışmak istemez ise?" Başımı iki yana sallayarak onu red ettim. "Merak etme, eminim ki o da seninle tanışmak ister."
Elini tutup kendime çektim. "Acele etme, bekliyorum seni." Dudağına tüy kadar hafif bir öpücük bıraktığımda gülümseyerek, giyinmek için yanımdan uzaklaştı. Heyecanına içim buruk bir şekilde ortak olmuştum.
Ah Minel kotan ah, keşke yaşasaydın.
Çok geçmeden üzerinde kahverengi bir takım ile karşıma çıkmıştı. Yüksek bel, bol bir pantolon ve aynı renkte bel hizasında biten bir ceket giymişti. Altına siyah bir crop giymiş çok şık duruyordu.

Saçlarını topuz yapmış yüzünde hafif bir makyaj vardı. Ayağa kalkıp karşısına geçtim. "Çok güzel olmuşsun," yanağından öptüm. "Güzelim benim." Utanarak gözlerini kaçırdı. "Teşekkür ederim."
Bedenimde ki yorgunluğu atmak ister gibi sarıldım bedenine. "Sen hep böyle kal, ben sana teşekkür edeyim." Saçlarından öptüm.
🦋
Yola çıkmış mezarlığa doğru sürüyordum arabayı. Deniz bir bana bir yola bakıyor göz göze geldiğimizde ise utanarak önüne dönüyordu. Eline uzanıp parmaklarımı parmaklarının arasına geçirdim. "Niye durgunsun?"
"Yoo, iyiyim." Emin olmak ister gibi gözlerine baktım. "İyiyim gerçekten." Avuç içini öptüm. "pekâlâ, sen öyle diyorsan öyle olsun."
Mezarlığın yoluna girdiğimde içimi bir ürperti almıştı. Deniz'in gözleri etrafta dolanınca yutkunarak bana döndü. "Miran..." Diye bilmişti sadece. Onca mezarlığın içinden bulmuştu gözlerim annemin mezarını, burnumun direği sızlamış, boğazıma bir yumru oturmuştu. Arabayı durdurup kemerimi açtım. "Miran?" Gözlerim kahvenin açık tonları olan gözleri buldu. "Hadi in bebeğim. Annem bizi bekliyor."
"Yapma..." Dediğinde sesi oldukça alçak çıkmıştı. Arabadan inip annemin mezarına doğru ilerledim. Deniz'in arabadan inip kapıyı kapattığını duymuştum.
Birinci mezarı geçtiğimde içimin titrediğini hissettim.
İkinci mezarı geçtiğimde artık bedenim de titriyordu.
Ve üçüncü mezar, annemin uyuduğu mezarın başına geldiğimde bacaklarımın bile titrediğini hissediyordum.
"Annem." Dedim özlemle, hasretle. "Ben geldim." Gözlerim çok yavaş adımlarla yanıma gelen Deniz'e kaydı. "Biz geldik." Dedim bu sefer.
Elim, isminin yazdığı mermere kaydığında üzerindeki tozu sildim ve sanki yanağından öpüyor muşum gibi soğuk taşı öptüm.
"Seninle tanışmaya geldi," gözleri dolu bir şekilde mezara bakarken adımları durmuş, teni beyazlamıştı. Bunu beklemiyordu. "Durma orda yavrum, yanıma gel hadi."
Boğazı hareketlendi, yutkunmuştu.
"Neden söylemedin?" Kısık sesinden anca anlayabilmiştim ne dediğini. "Çok heveslendin, hevesini kırmak istemedim." İçine derin bir nefes çekti. "Neden?" Dedi tekrar, gerçekten şok olmuş, bunu beklemediğini belli ediyordu.
"Ölümü söyleme dedin. Ölüm nasıl söylenir ki başka? Annemi yıllar önce kaybettik. Kanserden." Söylediğim cümle ok misali fırlayıp göğsüme saplandı. Yetim, öksüz Miran'dım ben. Annesiz, babasız büyüyen, babasının yapmadığı babalığı kız kardeşine yapmaya çalışan Miran'dım ben.
"Minel kotan." mezarın üzerinde ki Hercai çiçeklerine baktım. Özenle ekilmiş ve her gün bakım yapıldığı belli olur şekilde canlılardı. "Cennetteki inci tanesi imiş anlamı," gözlerim durgunca toprağa bakan gözlere kaydı. "Allah onu erken aldı bizden, dedim herhalde cennette bir inci tanesi eksikliğini doldurması için erken aldı." İstemsizce güldüm. "Tabii çocuk aklımla söylediğim şeydi." İki adım daha yaklaşıp elbiselerinin kirlenmesini umursamadan toprağa oturdu. Ayaklarını kendine çekip kollarını dizlerine doladı.
"Şimdi ise diyorum ki iyi ki hayatta değil." Söylediğim çok acımasızca bir sözdü ve Deniz,gözlerime acımasızsın der gibi bakmıştı. "Bu dünya yaşanılacak kadar temiz bir dünya değil. Benim dünyam ise hiç temiz değil. Annem bu hayat için fazla iyi bir kadındı. Fazla merhametli, fazla cömertti." Toprağından avucuma aldığımda parmaklarımın arasından dökülmesine izin verdim. "Evde anne olmayınca orası ev olmuyormuş." Deniz'in alayla güldüğünü işittim ama kendisine dönmedim. "Ben o eve her ayak bastığımda, her gün ölmeyi diledim."
"Miran..."
"Kız kardeşim olmasa belki de çoktan ben de öl..."
"Miran..." Göz göze geldik. Göz yaşları yanağını ıslatıyordu. "Sen neden ağlıyorsun ki?"
Ağladığını yeni fark etmiş gibi hemen yanaklarını sildi. "Senin, annen baban yaşıyor."
"Sus." Başımı sağa sola sallayarak onu red ettim. "Onlar senin ailen, neden-"
"Sus Miran, bir şey bildiğin yok." Gülümsedim. "Anlatmıyorsun ki bana bir şey. Kendini sır gibi saklıyorsun benden. Yanına geldiğimde konu sana gelmesin diye elinden geleni yapıyorsun." Öfkeli değildim. Onu anlamak istiyordum. Sessiz kaldı. En iyi yaptığı şeydi zaten.
"Özlüyorum annemi." Kalbime bir ağırlık çökmüştü. Anne özlenmez miydi? "İlk başlarda bu acıyı nasıl kaldırırım diye merak ediyordum ama insan alışıyormuş."
"Gitmek istiyorum." Gözlerini gözlerime sabitlemiş, yalvarırcasına inlemişti. "İlk defa bir kız arkadaşıma ailemden bahsediyorum." Elim, annemin mezarına iki adım uzakta olan diğer mezarı buldu. "Bu da babam." Deniz sarsılmış bir şekilde mezarlara bakarken boğazımı temizleyip devam ettim. "İntihar etti." Anılar gözümde canlanıyordu. "O bizi terk etmeyi seçti. Babama çok kızgınım."
"Neden?"
"Bilmem." Kuruyan dudaklarımda dilimi gezdirip devam ettim. "Belki de bıraktığı sorumluluklar ağır geldiği içindir." Tekrar annemin mezarına döndüm. "Çok kötü zamanlar geçirdik. Bunu inkar edemem. Ama intihar çare değildi! O kaçmayı tercih etti."
"Belki de çaresizliği kendine çare etti, nerden biliyorsun?" Ağır ağır başımı salladım. "Tabii, kendince haklı bir şey yapmış olabilir. Ama ölüm çare değildir, kaçıştır. O kaçmayı seçti. Bizi terk etmeyi seçti. Kardeşim ve beni, intihar ederek ölüme terk etti." Babamı çok seviyor olsam da onu affetmeyecektim. "Öfken babana mı? Yoksa babanın intihar etmesine neden olan yaşadıklarınız mı?"
Sustum. Bir öfke vardı, nedeni vardı, sonucu vardı. Ama öfkemin sonu yoktu. Lal'in başına gelenler onun suçu değildi elbette. Babamın da suçu değildi. Suçlular dışarda dolaşıyordu. Ve ben onların sonu olarak bu sorunun cevabını bulacaktım.
"Bilmem." Dediğimde gözlerim sinirden seyiriyordu. "Bu sorunun cevabı henüz cevaplanmadı."
"İzleniyoruz." Dediğine kaşlarım havalandı. ayağa kalkmaya yeltendim. "Otur, belli etme." Dediğini yaparak istifimi bozmamaya çalıştım. "Nerede?"
"Sakin kal, belli etmemeye çalış. Üç kişi, biri tam arkanda çalılıkların arkasında. Diğeri bana göre sağ tarafta büyük siyah mezarlığın arkasında."
Dediği yerlere bakmamaya çalışarak başımı salladım. "Diğeri nerede? Üç kişi dedin."
"Bana göre sol taraftaki bekçi kulübesinin çatısında, keskin nişancı." Şaşkınca yüzüne bakarken nasıl olurda bu kadar kesin bir şekilde olduğu yerleri görmüştü anlayabilmiş değildim. "Ne yapacağız?" Dediğimde omuz silkip oturuşunu bile bozmadan çenesini dizine yasladı. "Bekleyeceğiz."
"Neyi Deniz? Etrafımız sarılmış durumda. Nasıl rahat davranalım bu halde."
"Daha iyi bir planın var mı? Sen silahını çıkarmaya kalkışana kadar nişancı senin çoktan işini bitirmiş olur."
"Silahım yanımda bile değil!"
Korkmuyordum ama savunmasızdım. Ne silahım ne de bir korumam yanımdaydı.
Deniz ayağa kalkıp etrafına bile bakmadan doğruca yanıma gelip boynuma sarıldı. "Ne yapıyorsun Deniz?" Yanaklarıma ellerini yerleştirip yüzümü kendi hizasına getirdi. "Hedef sensin Miran. Ben olmadığıma göre kimse bana zarar veremez."
"Yani? Ne yapalım." Ellerimi sırtına yerleştirdim. Dudağı hafif kıvrılırken bu durumda bile bundan hoşlandığını anlamıştım. "Arabada silahların var mı?" Başımı ağır ağır salladım. "Beni kucağına alıp arabaya doğru sakin bir şekilde yürü."
"Burada mı?" Şaşkınca ona bakarken şaşkınlığıma göz devirdi. "Miran, yapmadığımız şey mi hayatım?"
"Bana hayatım demen için etrafımızın silahlı adamlarla çevrilmesi mi gerek?" Şuan konumuz hiç bir şekilde bu değildi. "Miran!" Bacaklarından tutup ayağa kalktığımda kucağıma yerleşmiş, ve bu durumdan memnunmuş gibi hafifçe gülümsemişti. Kollarını boynuma sardığında ellerini başımın etrafına siper etmiş başımdan vurulmamam için başını omzuma taraf eğmişti.
"Çok büyük bir risk alıyoruz, vazgeçelim."
"Kes sesini Miran! Arabaya ilerle hemen. Arkadaki adam telefonla konuşmaya başladı." Sakince yürümeye başladım ama Deniz'i kendime siper ettiğim için çok pişmandım. "Keşke seni dinlemeseydim! Ya benim yüzümden vurulursan!" Sıcak dudaklarını kullağımın hemen dibinde hissetmemle tüylerimin diken diken olması bir olmuştu. "bir şey olmayacak arabaya bin ve sür, gerisini ben hallederim."
"Ayarlarımla oynamasan binicem de," arabanın kapısını açtığımda kucağımdan indirmeden arabaya binmeye çalıştım. Kafasını eğip ayaklarını çözdü ve hızlıca bindiğimizde kucağımda oturur pozisyona gelmişti.
Aşırı bir sıcaklık basmış, yutkunmaya çalışmıştım. "Şuan çatışmanın ortasında kalsaydık daha az zorlanırdım." Çapkınca gülümseyip yan koltuğa oturmak için üzerimden kayarak çekildi. "Ne yapıyorsun Deniz, öldürecek misin beni?" İnanılmaz derecede etkilenmiştim. "Arabayı sür Miran! Görmüyor musun hareketlendiler."
"Görmüyorum! Şuan bütün algılarımı, ayarlarımı bozdun!" Arabayı çalıştırıp mezarlıktan çıkarken gülme kıkırdamalarını duyuyordum. Torpidoyu açıp silahımı aldı ve atik bir şekilde kurşunları kontrol edip arabanın tavan sunroofunu açtı. "Ne diye korumalarını yanında gezdirmiyorsun ki? Madem yanında tutmayacaksın ne diye o kadar herife para ödüyorsun!?"
"Mert sen misin?" Dediğime gözlerini devirdi. Şu yaptığı hareketi sevmiyordum ve ısrarla aynı şeyi yapıyordu. Koltuğunu geri çekip arka camdan bakmaya başladı. "Üç araba," daha dikkatli bakarak "üçünün de aynı plakası var." Dedi. Gözlerini kısarak baksa da görmek istediğini görememiş telefonunu çıkarmıştı. Kameraya girip yakınlaştırma yaparak plakanın üzerinde ki yazıyı okumaya çalıştı. "Alaz...Alaz kurt." Bana döndü. "İsim sana tanıdık geldi mi? Tanıyor musun?"
Başımı ağır ağır salladım.
"Neden senin peşinde, ne yapmaya çalışıyor?" Koltuğa yerleşti. Arabalar gittikçe yaklaşıyordu ve ben son hızda otoban yoluna çıkmıştım. "Miran, ne istiyor senden?"
"Babasını öldürdüm." Büyük bir soğuk kanlılıkla söylediğim şeyden tabii ki gurur duymuyordum. "Ne!"
"Şuan bunun sırası değil Deniz!"
"Sıra mı bıraktın! Herifin babasını niye öldürdün manyak!"
Arabanın sağ aynası gelen kurşunla paramparça olurken direksiyonu sola kırdım. "Eğil Deniz, eğil!"
Koltukta dizlerinin üzerine yükselip silahı camdan çıkardı. "Deniz eğil dedim sana!"
"Kes sesini de arabayı hızlı sür!"
"Allah'ın manyağı! Vurulacaksın diye korkuyorum!" Beni dinlemeden dışarı doğru yükseldi ve aynı anda iki el kurşun sesi arabanın içini doldurdu. Dışarıda büyük bir gürültü koparken, aynam parçalandığı için arkama bakamamıştım. Başımı camdan dışarıya çevirdiğimde peşimizde ki arabalardan biri takla atıp arkasındaki diğer arabanın üzerine düştüğünü görmüştüm. "Hassiktir! Nasıl yaptın onu!"
Karşılıklı çatışmaya girdiklerinde Deniz hiç tereddüt bile etmeden sıkıyordu. "Kurşun bitti!" Hızla eğilip torpidodan yedek şarjörü aldı ve ustalıkla değiştirip bana hınzır bir gülüş attı. "Moral öpücüğü vermek ister misin?"
"Sen delisin!"
"Vermezsen verme, sen bilirsin." Tekrar yükselip camdan başını çıkardı ama ateş etmedi. Biraz bekledikten sonra"Bunlar senin adamların mı?" Dediğinde Başını tekrar içeri soktu ve bu sefer ben başımı dışarı doğru çevirdim. Mert ve diğer adamlarımın olduğu arabalar, bize saldıran arabayı ortalarına almış, çember oluşturmuşlardı. "Evet, evet benim adamlarım." Nasıl yetişmişlerdi bilmiyordum ama asla sorgulamayacaktım.
"İyi." Diyerek yerine oturdu ve bana sinirli bir bakış attı. Arabanın hızını düşürdüm ve sakin bir şekilde güzel sevgilime döndüm. "Canına mı susadın sen! Kurşuna karşı gelmek de ne! Öldürmek mi istiyorsun kendini!"
"Bağırma lan bana! Hayatını kurtardım, böyle mi teşekkür ediyorsun!" Arabayı sağa çekip durdurdum "manyak mısın Deniz! Kendini tehlikeye atmanı istemiyorum anlamıyor musun!" Sinirle arabadan indi. Hemen ardından bende indim.
"Hem git herifin babasını öldür kendine düşman et! Üstüne herif sana suikast düzenlesin, seni öldürmeye çalışsın! Tek başına olsaydın ne olurdu! Söylesene bana tek başına olsan ne olurdu o zaman!"
"Ne olursa olsun kendi canından önemli değildi! Bunun eğitimini almış olsan da benim yanımda kendini riske atamazsın!"
"Ne yapmamı bekliyorsun! Adamlar bizi kurşuna dizerken elim kolum bağlı otursamıydım!"
"Evet!"
"Sizi bölüyorum ama..." Mert'in sesi kulağıma girmişti ama şuan tüm odağım Deniz'di
"Kes sesini saçma sapan konuşma Miran! Çocuk değilim kendimi koruyabilirim ben!"
Yanına yaklaşmak istedim ama geriye adımladı. "Kendini koruyabileceğini biliyorum ama sana bir şey olur diye korkuyorum." Sakin olmaya çalıştım.
"İlk defa kurşunların arasında kalmıyorum! Korkmana gerek yok. Ben zaten bu işin erhapıyım."
"Ölümü ne sanıyorsun sen ha!" Kendimi tutamayıp bağırdığımda bunu beklemiyor olacaktı ki afalladı.
"Kendini düşünmüyorsan arkanda kalacak olan insanları düşün! Beni düşün! Bizi düşün! Her tehlikeye kendini atamazsın. Bana bunu yapmana hakkın yok!" Yutkundu.
Affallamış bir şekilde gözlerime bakarken Yanına gitmek istedim ama eliyle beni durdurdu. "Bebeğim."
Arkasına dönüp giderken eliyle bana git işareti yapmıştı. "Deniz!" Arkasından yetişmeye çalıştım. "Siktir git Miran! Senin yapacağın romantizme soksunlar! Getirdin bizi mezarlığa! Bir de çok güzel miş gibi götüne tanımadığım herifler takılıp bizi tuzağa düşür-" kolundan tutup kendime çevirdiğimde beklemediğim bir şekilde yanağıma yumruk yedim. "Oha!" Mert'in sesiydi bu ve eminim ki bunu hiçbirimiz beklemiyorduk!
Yanağımda ince bir acı baş gösterirken hayretle Deniz'e baktım. "Ne yapıyorsun?" Kendisi de yaptığını yeni idrak edebilmiş olacak ki kendisine şaşırır durumda kalmıştı. "Sen birden kolumu tutunca şey oldu,"
"Ne oldu?"
"Refleks olarak yani özür dilerim." Eli vurduğu yanağıma gitti. "Çok acıdı mı, özür dilerim böyle yapmak istememiştim."
"Yok hiç acımadı, dişlerim yerinden oynadı sadece." Dediğime tekrar göz devirirken sinirle kolunu elimin arasından çekti. "Ne halin varsa gör, manyak herif!" Hızlıca yanımdan ayrılıp arabaya doğru gitti ve kapıyı sert bir şekilde kapatıp tribini de atmıştı.
"Siz ne yaşıyorsunuz ağlum, iki dakika önce kurşunların arasında kaldınız şimdi de bir şey olmamış gibi neyi tartışıyorsunuz?!" Mert yanı başımda durduğunda gözleri bir arabaya bir de bana kayıyordu. "Biraz sinirlendi galiba."dedim.
"Gerçekten mi?" Dedi Mert. "Oysa ki hiç belli olmuyordu nasıl anladın sinirlendiğini, sana attığı yumruktan falan mı?"
"Mert!" Sinirle sert bir soluk verip sabır çektim. Bu gidişle daha çok sabır çekecektim. "Bana o şerefsizi bulun Mert! O adi herife bu yaptığının hesabını soracağım! Onun yüzünden Deniz'e bir şey olsaydı..." Devamını getiremediğim lafımın ağırlığı kalbimde kendini belli etti.
Başını salladı ama gözlerini yanağımdan çekmiyordu. "Buz tut üzerine istersen. Kızarmış, eli sağlam kadınmış. Benim yapmak istediğimi o yaptı, helal olsun valla, sevdim kadını."
"Sana şimdi bi koyacağım göreceksin Mert!"
"Oh oldu, vallahi canıma minnet. İçimin yağları eridi. Utanmasam gidip kadının elini öpeceğim, o derece!" Yanımdan çekip giderken neden böyle dediğini anlamıştım o yüzden sesimi çıkaramadım.
Sabah tartışmamızdan dolayı kalbini kırmıştım ve özür dilememiş gönlünü almamıştım.
"Mert." Çağırmama kulak asmamış doğruca arabasına binmişti. Korumam olan Yusuf, yakaladığı herifin ellerini arkada bağlamış arabaya oturmuştu. "Eve götürün bu iti!" Yusuf emri alır almaz hareketlendiğinde ben kendi arabama bindim. Deniz başını cama yaslamış kollarını göğsünde bağlamıştı. "Bebeğim." Kapımı kapatıp eline uzandım. "Güzelim." Dediklerimi duymuyormuş gibiydi. Elinden tutup kendime çevirdiğimde hissiz bakışları gözlerime tırmandı. "Anla beni." Dediğimde elinin üzerine kısa bir öpücük bıraktım. "Sana zarar gelmesinden korkuyorum. Benim için değerlisin, sana bir şey olursa dayanamam." Gözlerini kırpıştırdı. Yanağına uzanıp derin bir öpücük bıraktım. Teninin sıcaklığı beni mest ediyordu. Bir ömür teninde can bulabilirdim.
"Deniz'im." Dediğimde kısa bir mırıltı ile cevap vermişti. "Seni seviyorum." Bana baktığında gözlerinde ki parıltıları görebiliyordum. "Sıcak oldu, biraz geri çekil."
Dediğine göz devirme sırası bendeydi. Geri çekilip gülerek arabayı çalıştırdım. "Sıcak oldu demek." Klimayı açıp yönünü denize çevirdim. "Serinlersin şimdi, malum sen sıcakta eridiğin için... Ayarların bozulsun istemiyorum."
"Gıcık herif."
"Gıcık ha," arabayı sürmeye başladığımda arkamda hazır olda bekleyen arabalar da hareketlendi. "Gıcığın sevgilisi." Dediğimde kendini tutamayıp gülmüştü.
Acı ve tatlı nasıl aynı anda oluşurdu bilmedim ama aşk ve korku hep ya yanaydı. Bundan emindim.
🦋
Eve gelmiş arabaları park edip inmiştik. Deniz benimle gelmeyi kabul etmiş, sesini çıkarmamıştı.
Salonda koltuklara oturduğumuz da Lal bize soğuk su ikram edip Deniz'le selamlaşmıştı. "Nereden geliyorsunuz?" Lal bana işaret diliyle sorduğu soruyu Deniz yanıtladı. "Aksiyondan geliyoruz, abinin hayranları ile fotoğraf falan çekindik. Kurşun şerbeti falan içtik." Lal anlamamış bir şekilde bana dönerken ben Deniz'in işaret dili bilmesine takılmıştım. "Sen işaret dilini biliyor musun?"
"Evet." Bunda ne var der gibi başını salladı. Kaşlarım havalandı. "İşim gereği öğrenmek durumunda kalmıştım." Dediğinde daha çok kendini açıklamak ister gibiydi.
"Sizi anlamıyorum, ne olduğunu anlatır mısınız?" Mert salona girdiğinde doğruca Lal'in yanına oturdu. "Neyi anlamadın bebeğim? Alaz denen herif abinlere tuzak kurmuş! Onu demeye çalışıyor yengen." Deniz, içtiği su boğazında kalıp öksürme başladığında hızla doğrulup sırtına vurmaya çalıştım. "İyi misin!" Eliyle beni durdurup derin bir nefes aldı. "İyi misin?" Dedim tekrar. "İyiyim Miran, iyiyim." Mert'e sert bir bakış atıp önüne dönmüştü.
"Siz iyi misiniz peki, yaralanan falan var mı? Herhangi bir şey oldu mu?" Lal endişeli bir şekilde Mert'e ve bana bakıyordu. "İyiyiz, bir şey olmadı merak etme." Mert ve ben ayağa kalktığımızda iki kadın da nereye der gibi bakmaya başlamıştı.
"Biz garaja kadar gidip geliyoruz, siz kalın burada." İkimiz de bahçeden garaja geçtiğimizde sandalyede bağlı olan herife yöneldim. "Nerede lan senin patronun!" Yüzüne indirdiğim yumrukla yeri boylarken korumalar tekrar eski haline getirdi. "Bilmiyorum!"
"Nasıl bilmiyorsun lan! Ne demek bilmiyorum!" Bir yumruk daha attığımda ağzından kanlar akmıştı. "Bilmiyorum! Bırakın beni n'olursunuz bırakın beni!"
"Bilmediğin bir herife neden çalışıyorsun lan sen!" Karnına yumruk attığım da iki büklüm olmuştu.
Konuşmuyordu, ve konuşmamakta kararlıydı. Ben yorulmuş dinlenmek için geri çekilmiştim ve sırayı Mert almıştı.
Herif yüzüne aldığı yumruklara, bedenine aldığı darbelere inatla konuşmuyor ve bu Mert'i daha da sinirlendiriyordu. Garaj kapısında Deniz ve Lal'i görmemizle durmuştuk.
"Size gelmeyin demiştim." Deniz umursamaz bir tavırla gelip koltuğa oturduğunda ceketini indirdiğini yeni fark etmiştim. "Bize gelmeyin demedin, burda kalın dedin."
Lal kollarını göğsünde birleştirip Deniz'in hemen arkasında durdu. "Burda kalın demişsem buraya gelmeyin anlamında demişimdir Deniz." Tek kaşını kaldırıp bana sert bir şekilde bakmaya başladı. "Sizi işinizden mi alıkoyuyoruz? Devam edin, merak ettim adamı nasıl konuşturacaksınız."
"Ya sabır." Mert pes etmiş bir şekilde koltuğun diğer tarafına oturduğunda alnındaki teri silip başını hayır anlamında salladı. "Bu kadar şiddeti duvara uygulasaydım şimdiye alfabeyi çözmüştü." Yüzü gözü dağılmış herife döndüğümde yarı baygın haldeydi. "Elbette ki konuşacak başka çaresi yok."
Deniz soğuk ve acımasız bir sesle adamın yarı baygın gözlerine bakarak "öldürün." Dediğinde hepimiz şaşkın bakışlarla ona dönmüştük. "Ne bakıyorsunuz bana? Konuşsaydı şimdiye kadar konuşurdu herhalde, öldürün gitsin! Cesedini de canı pahasına koruduğu patronuna hediye olarak yollayın."
"Sorun şurada ki patronunun yerini bilmiyoruz." Dedi Mert.
"Patronunun yerini elbette ki bulursunuz, ha bu herif söylemiş yerini ha başka biri? Ne fark eder. Konuşmuyorsa uzatmayın vurun gitsin." Ayağa kalkıp adamın hemen yanı başında durdu. "Konuşmanı engelleyen bir tehdit altında mısın? Yoksa patronuna çok mu sadıksın?"
"Ne yaparsanız yapın konuşmayacağım!" Deniz, herifin çenesinden tutup gözlerinin içine baktı. "Ailene bir şey olur diye mi korkuyorsun?" Adamın yüzü kasıldı. Konuşmadı ama yutkunarak acıyla inledi. "Bırakın beni!" Deniz adamı bıraktı. "Senin aileni bulmam iki dakikamı, eşine ve çocuğuna selamını götürmem saliselerimi almaz."
"Ailemi bu işe karıştırma!"
"Çok zorluyorsun beni, konuşursan sana da ailene de bir şey olmaz."
"Öldürün beni! Aileme dokunmayın öldürün beni!"
"Ya canım seni öldürmek istemiyorsa o zaman ne yapacaksın?" Ellerini ceplerine yerleştirmiş büyük bir öz güvenle karşısında ki adamın gözlerinin içine bakıyordu. "Bilmiyorum yerini yemin ederim bilmiyorum! Bize başka birinin aracılığıyla işlerini yaptırıyor! Ne olursunuz aileme dokunmayın!"
"Peki o başka biri kim?" Adamın şakır şakır konuşmasıyla Mert'le birbirimize baktık. Bizim saatlerce döverek konuşturamadığımız adamı elini bile sürmeden konuşturmayı başarmıştı.
"Cihan abi, soy adını bilmiyorum yemin ederim bilmiyorum!" Deniz adamın yanından ayrılarak yanıma kadar geldi ve hiç tereddüt etmeden belimde ki silahı aldı.
"Ne yapıyorsun Deniz?" Gözlerini bana güven dercesine açıp kapattı. "Nasıl biri bu adam?" Herifin gözleri silaha kaydığında korkuyla yerinde kıpırdandı. "U-uzun boylu, uzun saçlı 40-45 yaşlarında biri, çok çıkmaz karşımıza. Telefonla arar işlerini öyle yaptırırlar bize."
"Neden inanayım sana?" Silahın emniyetini açtı ve namlusunu adama doğrulttu. "Doğruyu söylüyorum yemin ederim! Doğruyu söylüyorum!"
"Ara cihanı." Dediğinde bana döndü. "Telefondan haberleşiyorlarsa illa ki aramış olması gerek. Nerede telefon?" Mert hemen ayaklandığında eşyaların üzerinde olduğu masadan herifin telefonunu buldu. "Sessize girmiş. Üç cevapsız çağrı, isim yazmıyor." Şimdiye kadar nasıl aklımıza gelmemişti anlamamıştım. Mert telefonu herifin yüzüne doğru tuttuğunda telefonun kilidi açılmamıştı. "Öyle bir dağılmış ki yüzü, telefon bile tanımıyor!"
"Diğer şifreyi gir."
"Ne lan bunun diğer şifresi!?" Adam korkuyla şifreyi söylediğinde Deniz arkasından yaklaşıp silahı ensesine dayadı. "Şimdi ara patronunu-" demesine kalmadan herifin telefonu tekrar çalmaya başladı.
"Yanlış bir kelimende seni öldürürüm. Ama sadece seni değil aynı zamanda aileni de." Adam korkuyla başını salladığında Mert telefonu açtı.
"C-cihan abi?" Kısa bir hışırtı geldi telefondan. "Hoparlör açık mı?" Diye sorduğunda kısa bir an ses kesildi. "Merhaba orda bulunan Herkese." Bu ses Alaz'ın sesiydi ve bizim burada olduğumuzu biliyordu. Mert'in elinden telefonu aldım. "Öncelikle Miran kardeşime bir şey söylemek istiyorum." Boğazını temizledi. "Adamlarım ben istemediğim sürece benim hakkımda tek bir şey söylemez ve adımı dahi anmazlar." Büyüklük taslar şekilde konuşması sinirlerine dokunmuştu. "Öyle mi?" Dedim sinirle.
"Öyle efendim. Bugün sana asıl patronun kim olduğunu göstermek için bir sürpriz yapmak istedim ama... Yanında ki kadın."
"Onun hakkında tek bir cümle dahi edersen senin dilini ense kökünden söker alırım!" Kıskançlık ve sinir aynı anda bedenime hüküm ederken Deniz koluma dokunup sakin olmam için gözleriyle uyarıda bulundu. "Aaa, olur mu öyle. Harbi kadınmış, sahi o arabayı nasıl iki kurşunla takla attırdı vallahi şaşırdım."
"Kes lan sesini, ne istiyorsun onu söyle!"
"Sevgilin mi? Güzel kadın beğe-"
"Cümleni bitirmek istemezsin Alaz! Ne yapacaksın? Beni yanımda ki kadınla mı tehdit edeceksin! Bu kadar şerefsiz misin lan sen!"
"Yanında ki kadına iyi bak Miran efendi! Senden alacağım bir intikam var! Tabii ki de her yolu deneyeceğim! Babamı öldürdün lan sen! Yanına mı kalacak sanıyorsun!"
"Beni kadınımla tehdit edecek kadar şerefsizsen karşıma çıkarsın lan! Senin derdin benimle! Çevremden birine senin yüzünden bir zarar gelsin! Seni bulunduğun delikte bulup sikmezsem şerefsizim lan!"
Telefon kapandı. "Orospu çocuğu!" Tekrar aramaya bastım fakat çağrı düşmedi. Öfkeyle bağırıp telefonu yere fırlattığımda paramparça bir şekilde etrafta dağıldı. "Onu bulup kendi ellerimle geberteceğim lan!" Birden bir şey oldu. Deniz, Mert ve Lal hızla geri çekildiğinde ben olan biteni anlamaya çalıştım.
Eli kolu bağlı olan adamın kafası bomba gibi patlamıştı. Üzerime kan ve et parçaları sıçrarken derince yutkunu verdim.
Lal sinir krizine girerken Mert onu kucaklayıp buradan çıkardı. "Siktir, siktir, siktir!"
"Miran!" Deniz kolumu tutup beni olduğum yerden çıkarmaya çalışıyordu ama olayın şokuyla neye uğradığımı şaşırmıştım. "Adamın beynine çip koymuşlar! Şerefsizler!"
Gözlerimi etrafa sıçramış et parçalarından çekip Deniz'e baktım. Onun üzerine de kan sıçramıştı ama hiç bir şekilde etkilenmiş gibi görünmüyordu.
"İyi misin Miran?" Garajdan çıkıp havuzun yanına kadar kafam bulanık bir şekilde geldim. "Adamın kafası patladı Deniz!" Dediğime inanamıyor gibiydim. "Tamam sakin ol, Lal iyi değil, sinir krizi geçiriyor. Senin kendini toplayıp onun yanında olman lazım duyuyor musun beni! Kendine gel!"
"Adamın kafası-"
"Kendine gel Miran! Lal için topla kendini! Bana bak!" Etraftan ayırdığım bakışlarımı onun gözlerine sabitledim.
"Kardeşin iyi değil. Lütfen kendini topla." Başımı salladım. Eve doğru adımlarken Lal'in kırdığı eşyaların sesini duyabiliyordum.
Çığlık atmasını çok isterdim.
Bu durumda bile sessiz kalmasını istemiyordum.
Çığlığının kırdığı eşyalar olmamasını çok isterdim.
|
0% |