Kendi evimizin yetimhanesinde büyümüştüm ben, sağıra kendimi duyurmaya çalışmıyordum artık. Köre görünmek için çabalamıyordum. Dilsize konuşması için sabretmiyordum.
Olacakları kestiremiyordum artık. Çok zaman geçti, ama benden de çok geçti.
Gülsüm anneme kaydı bakışlarım. Koltuğun kenarına tutunmuş, eline kalbine yaslamıştı. Albay hissiz bir şekilde bana bakarken içimde kopan fırtınadan habersizdi.
"Anlamadım." Dediğimde Elvan'a döndüm. "Ne diyorsun sen,"
"İlhan senin gerçek baban! Ömer'den önce o vardı! Sana hamile kaldığımı öğrendiğinde beni terk etti! Ömer aşıktı bana, evlendik. Sonra köpek gibi peşimize takıldı. Seni baştan beri biliyordu! Ömer gittikten sonra, seni almayı kabul etti, İlhan senin gerçek baban!"
Onun tek nefeste söylediği cümle benim ciğerlerime ulaşmayan nefesimi kesti.
Gülsüm teyze, koltuğa usulca oturdu. Gözlerinden akan yaşların hatti hesabı yoktu. Albaya bir an olsun bakmıyordu. Gözleri sadece yere değiyordu. Sinirden olsa gerek beni bi'gülme tutunca elimdeki çiçekleri vestiyere indirdim.
İkisi de bana şaşkınca bakarken gülmemi durduramıyordum. Elvan'ı itip kapıdan çıktım. "Allah sizi bildiği gibi yapsın, ay, hiç bu kadar güleceğim aklıma gelmezdi." Arabama bindim. Gülmekten gözlerim dolarken çalıştırıp bahçeden ayrıldım.
"Ya hasbinallah," dediğimde tutan gülme krizimi durdurmaya çalışıyordum. Birden firar eden hıçkırıkla gülmem ağlamaya dönünce ne yapacağımı bilmeyerek elimi dudaklarıma yasladım.
Hıçkıra hıçkıra ağlarken arabayı her zaman ki gibi uçuruma sürüyordum. Tek dert ortağım adımı aldığım denizdi. Suydu, dalgalarıydı.
Arabayı durdurdum. Uçurumun ucuna gelene kadar yürüdüm ve durdum. Atlamak istiyordum. Artık bitsin istiyordum. Sonsuza dek bitsin istiyordum.
Bu Bir bitmişlik hikayesiydi ne bi heves ne de bir neşe kalmıştı.
Miran geldi arkamdan. Ufak bir sürtüşmeden sonra benim ruh hastası olduğuma kanaat getirdi. Sonrası malum. Uçurumdan aşağı düştükçe hafifleyen bedenim suyla buluştu. Çok değil tam bilincimi kaybettim derken son hatırladığım vücuduma sarılan ellerdi.
🦋
Onun evindeydik, şartına kabul dövüştük. Yenmiştim onu, hiç de şikayetçi değildi halinden. Gitmek istiyordum, bırakmadı. Ofis odasına geçtiğimizde kitapların arasında bir fotoğraf bulmuştum. Bu fotoğraf hem çok tanıdık hemde çok yabancı geliyordu bana. Elimden alıp, bana kızdı. En sonunda beni evime bırakacağını söyleyerek evden ayrıldık. Ona söylememem gereken bir şey söyledim ve asker olduğumu öğrendi. Şaşırdı, normaldi. Parmağım titriyordu içinde ki cihazdan dolayı. Dinleniyordum. Umursamadım. Madem ki bu yol bensiz yürünmüyordu, o zaman benim kurallarım geçerli olacaktı.
Beni, arabamın olduğu yere getirdi, onun arabasından sessizce indim ve kendi arabama geçtim. Sürmeye başladığımda arkamdan geldiğini görmüştüm.
Evime gelmiştim. Arkama baktığımda onun arabasını görmüştüm. Bahçeye girdiğime emin olduğunda arabasının uzaklaştığını gördüm. Kontağı kapattım ama arabadan inmedim. Başımı koltuğun başlığına yaslayıp derin bir nefes verdim.
İçimde farklı duygular vardı. Ama en çok korku vardı. Neyden korkuyordum bilinmezdi, ama bu yolun sonunda bir harabeyle kaşılaşacağımı biliyordum.
Arabanın kapısı açıldı. Birinin bindiğini duyuyordum, kapı tekrar kapandı. Gözlerim dikiz aynasından arkaya baktığında, onu gördüm.
"Albay?" Dedim kupkuru sesle. Başını aşağı yukarı salladı. "Aferin yüzbaşı. İyi gidiyorsun."
Gözlerim acıyla kapandı. İçimde ki korku gittikçe büyüdü.
"Yapmak istediğime emin değilim-"
"Size söylenilen bir emirdir yüzbaşı! Unutmayın, tek hatanız hayatınıza mahal olur."
Çıktı gitti arabadan. Beni yalnız bıraktı sırtladığım dertlerimle, sanki az derdim varmış gibi.
Soluğum çıkmıyor gibiydi. Tekrar açıldı kapı, bu sefer gelen Gülsüm anneydi. Elini yanağımda hissettim. "Ben nasıl dayanırım anne..." Sesim titredi. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Kendisi de ağlıyordu. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Her Zaman yaptığı gibi.
Saçlarımdan öptü, şefkatini içime işliyordu. "Geçecek annem, geçecek güzel kızım..." Geçer miydi gerçekten?
Yine bir bilinmezlikle baş başa kalmıştım. "Sen nasıl kabullendin!" Diyerek sorduğumda ağlaması şiddetlendi. "Bilmiyordum." Dedi hıçkırıklarının arasında. "Bende seninle öğrendim."
"Aklım almıyor benim artık! yıllardır öldü diye bildiğim herif bir anda ölmemiş olarak öğreniyorum. Baba dediğim,babamın arkadaşı olarak bildiğim adam benim gerçek babam çıkyor... Bu ne biçim bir girdap!" Kendi ıslanan yanaklarını umursamadan benim yanaklarımı sildi. "Nasıl bir insan bu! Hiç mi beni düşünmedi! Hiç mi ortada yanan bu çocuğa ne olacak demedi!"
"Çok haklısın, çok haklısın ama elimizden bir şey gelmiyor."
"Boşan ondan! Sana yalan söyleyen bir herifle evli kalmayacaksın değil mi!" Başını sağa sola salladığında elini dudaklarına bastırdı. "Yapamam. Onu çok seviyorum, geçmişi-"
"Saçmalık bu!" Dediğimde onu anlamıyordum. "Görmüyor musun beni! Onun geçmişi benim! Her ikisinin de geçmişi benim ve senin karşında duruyorum! Beni her gördüğünde hiç mi miden bulanmayacak! Başkasından çocuğu var! Seni aldatmış, yalan söylemiş! Bana bile yalan söylemiş!"
İnatla başını sağa sola sallıyordu. "Ben ona çocuk veremedim, ona bu hakkı sunamadım..."
"Sana yalan söylemesine müsade edeceksin öyle mi! Bu sana yalan söylemesi için gerekli bir sebep değil!"
Ağlaması şiddetlenirken arabadan indi. Hemen ardından indiğimde albay bizi kapıda izliyordu.
"Anne!" Kolundan tuttum. "bu kadar gursuzluk canını acıtır, yapma." Kolunu elimin arasından çektiğinde çoktan kararını vermişti. "Ben yapamam! Biz evlendikten sonra beni hiçbir zaman aldatmadı! Bizden önce yaşadıkları da umrumda değil!"
Ben artık umrunda değildim. Çünkü evliliğinden önce yaşanmış bir olaydım. Başımı salladım. Geçmesi için önünden çekildim. Hızlı adımlarla albayın yanına ulaştı. İkisine de son bakışlarımı attım. "Siz çoktan kararınızı vermişsiniz. Bir evde yalan varsa o evin içindekiler hiçbir zaman aile olamamıştır. Bir daha sizi görmek istediğimi düşünmüyorum." Tekrar arabama bindim. Tekrar bahçeden ayrıldım. Tekrar geldiğim yerin yolunu tuttum. Askeriyenin siyah minübüsü önümü keserken korgeneral büyük bir sinirle arabadan indi.
"Nasıl asker olduğunu açıklarsın sen!" Arkasından timin geri kalanı inerken umursamaz bir tavırla araban indim. "Kimliğini gizli tutacaksın demedim sana!" Omzuma vurduğunda geriye doğru sendeledim. "Adam senden şüphelenirse ne olacak!" Tekrar omzuma vuracakken kolunu tuttum ve arabaya şiddetle yasladım. "Ben senin askerin değilim Yesari! Git kendi askerlerine bağır böyle!" Elimin altında kurtulmaya çalıştıkça kolunu daha çok kavrıyordum. "Bi'bok bildiğiniz yok! Herif çok zeki! Ne desem şüpheyle yaklaşıyor. Yalan söylesem fark etmeyecek mi sanıyorsunuz!" Sert bir hamleyle yere doğru ittim. "Bir daha benim işime karışacak olursan seni de ifşa ederim haberin olsun!" Göz bebekleri büyürken Asi "ne ifşası?" Diyerek soru sordu.
"Git babana sor!" Dediğimde tabii ki de yalan söyleyecekti kendi kızına. Yoksa ben senin anneni evin hizmetçisiyle aldatıyorum diyecek hali yoktu ya.
"Saçmalıyor, bittin sen!" Diyerek bana parmağını salladı. "Tek bir olumsuz bir şey yap bak o zaman kim kimi bitiriyor, şerefsiz!" Arabama binmeden önce Çağıl, Asaf ve Altay üçlüsünün güçlü bir yuh çektiğini duymuştum.
"Deniz," diyen Asi ile gözlerim onu buldu. "Bu planda kafana yatmayan bir şey vardı ya," dediğinde başımı salladım.
"Bu planın asıl piyonu sensin, albay, Ömer'i kendine çekmek için seni kullanıyor. Az önce öğrendiğin gerçek,'' kulaklıktan duymuşlardı. "Bir taşta iki kuş, misali. Baban mafyanın, mafya da Ömer'in peşinde. Sen ise ikisinin ortak noktası oldun, artık bütün toplar senin elinde." Duyduklarımı hazmetmeye çalışıyordum. "Ortada yanan sen olacaksın." Dediğinde bana arkasını dönmüştü.
"Ömer, elvanın onu aldattığını biliyor. Haliyle bir intikam peşinde. Bundan sonra attığın her adımı temkinli atmalısın. Babam dediğin adam bile sana yalan söylemiş, kimseye güvenme. İkisinin arasındaki husumet seni de bitirecek!" O son sözlerini tamamladı. Bende harabeye dönen ruhumu alıp arabaya bindim. Yol öyle uzun gelmişti ki hiç bitmeyecek sanmıştım. Gelirken aldığım birayı kafama diktim. İçtikçe boğzamı yakan sıvı sanki içimi sarmak ister gibi bir sıcaklıkla içme süzülüyordu.
Suyun sesi öyle hırçın bir şekilde geliyordu ki, beni de alıp götürsün istedim. Başımı direksiyona yasladığımda karanlıkta uyuya dalacağımı hissettmiştim. Arabanın kapısı destursuz açılırken elimin arasına aldığım soğuk metali havaya kaldırdım. Aynı anda ışığı yaktığımda gelenin Miran olduğunu fark ettim.
"Deniz...benim, Miran." Ağlamaktan kızarmış olan gözlerimi kırpıştırdım. . "Miran..." Dediğimde sesim duyulmayacak kadar az çıkmıştı. "Ne işin var burada senin?" Silahımı indirip önüme koydum. "Asıl senin ne işin var burada?" Başımı direksiyona yasladığımda omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Sana ne?"
"Sarhoş musun sen?" Başımı kaldırıp geriye yasladığım koltuğa yasladım. "Artık emin oldum, sen beni takip ediyorsun!" Kendi kendine kapanan gözlerime rağmen parmağımı ona doğru salladım. "Ne işin var burada Deniz? Daha saatler önce evine götürmedim mi seni?"
"Orası benim evim değil!" Bağırışımla durakladı. Ağlamaya başlamıştım. "Benim evim yokmuş Miran." Doğrulup gözlerimi sildim. "Benim hiçbir zaman evim olmamış orası!" Sarılmak istedim. Tüm acımı almasını, göz yaşlarımı hesabını sorsun istedim. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. "Bıktım ya! Bıktım her şeyden, herkesten. bıktım! Kocaman dünya bana dar geliyor ya!" Saçlarımı arkama atıp tekrar ıslanan yanaklarımı sildim.
"Baba dediğim adam beni kullanmış hep bugüne kadar!" Kaşları havalandı. Muhtemelen sorgulayacaktı.
"Of anne of! Hep o kadın yüzünden bu haldeyim ben!" Bir anne evladına daha nasıl bir kötülük yapabilirdi ki?
"Deniz..."
"Sus Miran! Konuşma... Konuşma ki sende bir yara açma bana!" Tekrar ağlamam şiddetlendiğinde ensemden tutup kendine çekti. Sanki bunu bekliyormuş gibi iyice sarıldığımda göz yaşlarım artık hıçkırıklara dönmüştü. Parmaklarını saçlarımda hissettiğimde kendimi ona doğru aktığımı hissediyordum. "Dök içini, ağla..." Zaten hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Sıcak teninde mayışırken ağlamam kesik kesik devam ediyordu. Nerden aldığımı bilmediğim bir güvenle başımı dizlerine yasladım. Saçlarımda ki eli durduğunda bundan hoşnut değildim. "Saçlarımı okşar mısın?" Yutkundu, bunu duyabilmiştim. Biraz sonra parmakları tekrar saçlarımda yer edindiğinde gözlerime bir ağırlık çökmüştü. ikimizin de sessizliğini bozan telefonum çaldığında kimin aradığına bile bakmadan açıp kulağıma yasladım. "Sen beni sokak ortasında kızımın önünde küçük düşürürsen, benim sana olan kinim hiç bitmez ki. Yüzbaşı." Gözlerim Miran'a kaydı.
"İn arabadan!" Korgeneral'in sesi haykırırcasına çıkarken "eğil." Demiştim Miran'a. Arabadan indiğimde birden patlayan silah sesiyle kolumda şiddetli bir acı hissettim. Telefon yere düşerken acıyla eğildim. "Senin babanı sikeyim Yesari!" Beni duyabiliyordu, biliyordum. Miran panikle beni kucaklayıp arabaya bindirirken korkuyla ne yapacağını şaşırmıştı.
Acıyla ne dediğimi bilmiyordum. Diğer koltuğa geçtiğimde Miran hemen arabayı hastaneye sürmeye başladı. Sorduğu soruları yanıtsız bıraktıkça arabayı hızlandırıp sinirlendiğini gösteriyordu.
Kan öyle bir akıyordu ki sanki içimde bir şey kalmak istemiyor gibiydi. Gözlerim kapanırken artık acımı bile hissetmiyordum.
*
"Deniz." Gözlerim ışığa alışmak istercesine kapanıp açılırken kolumdaki belli belirsiz olan acı yine kendini hatırlatmıştı. "Uyan." Profesör beni sarsarken doğrulmaya çalıştım. "İyi misin?" Başımı salladım ama iyi değildim. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Arkama baktığımda Miran'ı uyurken görmüştüm. Gitmemişti, başımda beklerken uyuya kalmıştı.
"Gelmen lazım, hemen." Üzerimin çıplak olduğunu fark ettiğimde profesör bana pembe bir tişört uzattı. Elime alıp zorlukla giydiğim tişörtü düzelterek sedyeden indim. Profesör önden giderken tamamen alık bir ifadeyle onu takip ediyordum. Bir odaya girdiğinde arkasından bende girdim. "Deniz!" Asi büyük bir korkuyla bana sarılırken, "çok korktum, babam adına çok çok özür diliyorum senden. İyi misin, kurşun sıyırmış dediler-" dedi.
"İyiyim Asi." Dedim tamamen samimiyetten uzak bir şekilde. Kolumu kontrol ettiğinde sargıdan dolayı bir şey göremesede acıyla yüzünü buruşturdu. "Aklım almıyor, neden böyle bir şey yaptı anlamıyorum." Asaf tamamen uzak bir şekilde bana bakarken artık eskisi gibi benimle iletişim bile kurmuyordu. "Senin ne işin var burada? Yakalanırsan ne olur? Seni görürse, bütün plan anlaşılır." Omuz silkti. "Seni merak ettim. Gideriz birazdan, kimseye görünmeyiz merak etme." Gözlerime kırgınlıkla baktı. Biraz daha kaldıktan sonra odayı terk etti. Çok kırılmıştı belli ki bana, gönlünü almam gerekiyordu.
"Kulağımda ki şu cihazı çıkar doktor." Dediğimde John'a döndüm. "Kimse beni duysun istemiyorum!" John şaşkın bir ifadeyle bakarken, "üstlerden böyle bir emir almadım. Yapamam," dediğinde sinirle üstüne yürüdüm. "Bende bir üst sayılırım John! Çıkar şu zımbırtıları bedenimden!" Korkuyla arkaya doğru adımladı. "Ama-"
"Onu ikiletmek istemezsin profesör." Asi arkamı tutmuştu. Hatta elini silahına dayadığında profesöre göz dağı vermişti. "Burada yapamam. Hiçbir cihazım yanımda değil, kliniğe geçmemiz gerek." Başımı salladım. "Benden haber bekle." Diyerek odadan ayrıldım. "Deniz." Asi'yi duymamazlıktan gelerek geldiğim yere doğru adımladım. Miran hemşireye beni sorarken karşısına çıktım. Uyanmıştı prenses.
Çıkışımı yaparlar diye hastaneden ayrıldım. Miran peşimden gelirken ne kadar çok konuştuğunu fark etmiştim. Arabaya bindim, anahtarı uzttığında çalıştırdım. Kimin beni vurduğunu soruyordu. "Bırak o da bana kalsın." Demiştim. Yine yavaş yavaş sinirleniyordu.
"Deniz. Bak başın dertteyse yardım edebilirim, gerçekten." Arabayı çalıştırdığım için kolum zorlanmıştı. Yüzüm hafif buruşunca kasılmadan edememiştim. "Yardıma ihtiyacım yok Miran, teşekkür ederim. Seni evine bırakayım mı?" Dediğimle artık şartelleri atmıştı.
"Hey Allah'ım ya, ben sana ne diyorum sen bana ne diyorsun Deniz! Ölebilirdin farkında mısın!" Diye bağırdığında e haliyle artık bende sinirlenmiştim.
"Miran!" Dediğimde kaşları havalandı. "Kendimi koruyabilirim sağol, ama bu kadar,fazlasını istemiyorum!"
"Ne diye korumadın o zaman kendini! Neden bile bile vurulmana müsade ettin!"
"Bana bağırma!"
"Sana bağırmıyorum!"
"Bağırıyorsun manyak!" İkimizde bağırıyorduk ve hep bir döngünün içindeydik. Arabayı bir otelin önüne çektiğimde hızlıca indim. "Taksiye bin git evine! Uğraşamam seninle!" Arabadan inip otele girdiğimde direkt olarak asansöre ilerledim. Hemen ardından o da bindi ve kapı kapandı. "Ne diye geliyorsun peşimden! Defolup evine gitsene!"
"Gitmiyorum hiçbir yere! Anlatacaksın bana tüm bu olanları!" Asansör bastığım katta durunca ikimizde indik. Kartımı çıkarıp bana ait olan odanın kapısına okuttuğumda kapı açıldı. "Evine git dedim sana Miran! Gelme peşimden!" Odaya girip kapıyı kapattığımda salona ilerledi.
"Kim senden ne istiyor Deniz! Anlat bana, yardımcı olayım, koruyayım seni!"
"Sen git önce kendini koru be! İstanbul'un göbeğinde bıçaklanan benmişim gibi!" Artık sinirlerim iyice bozulmuştu. "Gece gece kurşun yiyen de ben değilim herhalde!" Dediğinde sinirle yumruklarımı sıkıyordum.
"Sinirimi bozuyorsun Miran! Defol git dedim sana!" Kaşlarını öylemi dercesine kaldırdı. "Sinirlenirsen ne olur küçük hanım! Beni mi döversin yoksa!"
Yine sinir bozucu kelimeyi söylediğinde artık gözlerime inen perdeyi kimse kaldıramazdı. "Bana küçük deme dedim sana!"sağlam kolumla Yüzüne yumruk atacaktım ki geri çekilip kurtuldu. "Küçüklük yapma o zaman sende!" Karnına attığım tekmeden kurtulamayınca duvara poslamıştı. "Ne yapıyorsun sen manyak karı!" Yakalarına yapışınca gözlerimde ki öfkeyi görsün istedim. "bir daha o kelimeyi kullanırsan senin o dilini keserim! Duydun mu beni!"
Gözleri farklı bir imayla beni süzdüğünde. "Duyamadım küçük hanım! Bir daha söylesene!"demişti. Göğsümden ittirmeye başladığında ayağı halıya takılmıştı ve birden ikimiz de yeri boylamıştık. Altında deli gibi nefes alırken yutkunmadan edemedim. Çok yakındık ve ben bu yakınlıktan asla şikayetçi değildim.
Kuruyan dudaklarımı diliyle ıslatma ihtiyacında bulunurken bakışları dudaklarıma kaydı. "Yapma böyle!" Diye tısladığında kaşlarım havalandı. "Yaparsam ne olur?" Onun da kaşları benim gibi havalandığında çapkınca gülümsedi. "Görmek ister misin?"
"Kalk üstümden Miran!" Kulağının dibinde bağırdığım için yüzünü ekşitti. "Bağırma sağır değilim duyuyorum seni." Bana rağmen sesi daha alçaktı.
"Kalk üstüm-" lafım yarıda kalırken bedenimi ürperten şokla kaskatı kesildim. Sıcak dudakları duadaklarımda yer edinirken gözlerim yuvalarından çıkacaktı.
Alt dudağımı dişlerinin arasına aldığında kendime hakim olamadan inledim. Kalbim ağzımda atmaya başlarken bir an önce bu durum son bulmasını istiyordum. İçime çöken ağırlık ile bedenim zangır zangır titremeye başlarken ilk defa yaşadığım bu histen dolayı olsa gerek nasıl tepki vereceğimi kestirememiştim. "Deniz!" Miran bağırıyordu ama cevap veremiyordum. "İlaçlarım..." Dediğimde şokla üstümden kalktı."Ne! Nerede ilaçların, hani!" Yatağın üstündeki bavulu gösterdim. Çağıl'dan rica etmiştim getirmesi için. Hemen kalkıp bavulu açtığında içindeki elbiseleri gelişi güzel dağıtıyordu. Sonunda bulduğu ilaç kutusunu bana yetiştirdiğinde içinden bir hap aldı ve ağzıma itti. Hemen ardından aceleyle bulduğu bardağa suyu doldurup dudaklarıma itti.
Biraz olsun iyi olurken ayağa kalkmaya çalıştım. Yatağın üzerine kendimi bıraktığımda endişeli haliyle başımda durdu.
"İyiyim merak etme. Biraz dinlensem geçer." Yanıma oturduğunda gözlerimi kapatım uyumak istedim.
İkimizde birden sinirlenip birden de sakinleşebiliyorduk. Bunu bugün fark etmiştim. Yan döndüğümde parmağının saçımın arasında kendine bir yol çizerek gezindiğini hissediyordum. Çok değil, biraz sonra uykuya dalmıştım...
*
Telefonumun çalmasıyla uyandığımda Miran'ı görememiştim. "Alo," dedim uykudan çatallaşmış sesimle. "Asaf, heriflerin elinde. Sorguya alınmış." Albayın sesiyle uykudan tamamen sıyrılırken hızla valizimin içinden laptopumu çıkardım. "Dinleye biliyor muyuz?"
"Evet, sana gönderdiğim bağlantıyla bas." Açılan ekran ile birlikte düşen bildirimdeki bağlantıya bastım.
"Sevdiğim kız ellerinde, söylersem yaşatmazlar onu!" Gelen ses Asaf'a aitti. Sevdiği kız bendim. Söylese her şey mahvolacaktı.
"Kimin ellerinde sevgilin? Konuşursan sana yardımcı oluruz, sevgilini de seni de korurum. Hatta yurt dışına gönderirim sizi" Miran yanımda değildi çünkü Asaf'ın yanındaydı. "Bir bok yiyemezsiniz!" Diye söylendi Asi.
"Bak şuan sadece zaman kaybı yaşatıyorsun bize, ya konuşursun, ya da seni ben öldürürüm anlıyor musun beni!" Kısa bir sessizliğe gömüldüler. "Bırakın gitsin." Bu Miran'ın sesiydi."Ne! İyi de abi-" Mert ona karşı çıkmıştı ama o kararında emindi.
"Bırakın gitsin Mert!" Adım sesleri geliyordu. Sessizlik devam etti ardından nefes nefese kalmış sesler gelmeye başladı. "Bıraktılar beni!" Koşuyordu. Onu dinlediğimizden emindi.
"Beni duyuyor musun Asaf!?"
"Evet," dedi nefes nefese. " Sakın karagaha ve ya evine geçme. Öylece bırakamazlar seni. Takip edilirsin bir süre. İzini kaybettirdiğinden emin ol,"
"Ne yapayım?" Dedi.
"Ne yapacağını biz mi sana söyleyelim Asaf, eğitimli askersin, onlardan nasıl kurtulacağını biliyorsun diye düşünüyorum."
"Sağol ya!" Diyerek cırladı. "Çok yardımcı oldun şuan. Aşırı motive oldum, artık sikseler de bulamazlar yerimi!"
"Bağırma Asaf bana!" Laptopumdan cızırtı sesi gelirken bağlantıdan atıldığımı gördüm. "Şerefsiz!" Dediğimde laptopu kenara fırlatıp ayağa kalkmıştım. Kapı çaldığında açmak için salonunun sonuna yürüdüm. "Kim o?"
"Benim, John." Kapıyı açtığımda elinde büyük çantasıyla Beraber içeri girdi. "Albay buraya geldiğimi duyarsa," dediğinde kulağımı işaret ettim. "Sence duymamış mıdır?" Dedim. Hayal kırıklığı ile kalırken tekrar odama geçtim. Yatağın üzerine otururken onun yerleşmesini bekledim. "Bir sorun çıkmadığına göre onlar da çıkarmanda sakınca görmüyor öyle mi?" Diye sorduğunda başımı salladım. "Aynen, yap hadi ne yapacaksan." Eline aldığı kutuyla yanıma geldiğinde neşteri çıkardı. "Bu ilki gibi kolay ve acısız olmayacak." Dediğinde ister istemez yutkundum.
*
Kulağımda ve parmaklarımda ki acıyla kendimi mini bara atmıştım. Ardı ardına içtiklerim beynimi artık uyuştururken beklediğim gibi Miran geldi. Gamzelerini yeni fark etmiştim, çok güzellerdi.
Gidip geldiği lavabodan sonra o sandığım ama o olmadığını sonradan anladığım herifi yanımızdan kovmuştum. Sarıldığım bedenine öyle güzel mayışıyordum ki, hep sarılmak istiyordum. Beni omzuna attığında odama kadar taşıdı.
Koltuğa oturduğunda dizlerine oturdum. Sarhoş olduğumdan mütevelli onu seyretmek çok hoşuma gitmişti. Acıkmıştım. Onu dudaklarından bu sefer ben öpmüştüm. Korkmadım, çekinmedim, utanmadım. Telefonu elime alıp yanına geldiğimde sabırsızca dudaklarıma abandı. Dakikalarca öpüştük. İçimde kaynayan bir volkan vardı, ve patlaması an meselesiydi.
"Ben-" dediğinde fısıltısı dudaklarıma ilişti. "Sanırım sana aşık oldum." Lafını bitirdi, tekrar öpüştük.
*
Miran kotan dilinden....
"Ne yapacaksın?" Dedi Mert. Karşımda ki kadına öyle bir odaklanmıştım ki, kimseyi göremiyordum. "Hayatıma girmesine izin vereceğim." Dedim. Bütün sesler sustu benim için. Dünya durdu, Güneş battı, gece doğdu. Yıldızlar onun saçlarına düştü. Parlaklığı gözümü alıyordu. Toprağı gözlerine sığdırmıştı. Karanlığı saçlarına sarmıştı. Karı tenine sürmüş, Kirazı yanaklarına... "Bu kadın benim olmalı." Dedim içimden. "Her bir zerresine kadar benim olmalı..."
Arkolar bu bölüm partların sonuncusuydu sonda verdiğim Miran ve Mert spoileri çok erken verdim ama Miran'ın bu kadar erken aşık olmasının bir nedeni olmalıydı. Ondan dolayı sorgulamayın okuyun! 😅
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.72k Okunma |
144 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |