"Gözlerin öyle demiyor," başımı çevirdiğimde Asaf'la göz göze geldik. "O herifin fotoğrafına bakarken bile gözlerinde ki duygu değişiyor." İster istemez yutkundum.
"Öyle bir şey yok." Dediğimde Asaf bana inanmayan gözlerle bakıyordu.
"Umarım. Umarım öyle bir şey yoktur." Odayı terk ettiğinde yalnız kalmıştım. Tekrar panoda ki fotoğrafa döndüm. Görev icabı hayatına gireceğim adama aşık falan olamazdım.
Zaten o da ayran gönüllü değilse bana aşık olmazdı. Umarım...
....
Nefesim ciğerlerimi zorlarcasına baskı yaparken ayaklarımı saran ipten kurtulmaya çalışıyordum.
Tuzlu suyun yaktığı gözlerimi açık tutumakta zorlanıyor, suyun en dibinde ki balıklar tafarından zorbalanıyordum. Sonunda açabildiğim ip ile son kalan gücümü kullanarak yukarı doğru yüzmeye başladım. Ayaklarımı ve kollarımı kullanarak nihayet ulaştığım yüzeyde derin bir nefes alarak batmamak için çaba sarf etmeye başladım.
"Başaramadın yüzbaşı!" Aldığım derin nefesler ciğerlerimi şişirip indiriyordu. Başım dönmeye başlamıştı, artık durmak istiyordum. "Bir dakika geç çıktın, bir türlü geçemedin şu sınavı!" Başımda bar bar bağıran adama baktım.
"Ananın kordonunu bağladığı gibi bağlarsan geçemem tabii! Hasır ip kullanıyorsun bir de! Islanınca açamıyorum! Bana olan kininden dolayı yapıyorsun bunu değil mi!?" Korgeneral Engin Yesari, bütün sevimsizliği ile yüzüme baktı.
Babam, Asaf ve diğer askerler göreve gittiği için eğitimime girmek zorunda kalmıştı.
"Bu iş senin için fazla! En iyisi Ana kucağına geri dön!"
"Sen Ana kucağına geri dönebildin mi ki ben de döneyim!" Şerefsiz!
Botun kenarlarlarına tutunup sudan çıkmak için hareket etmiştim ki bot hareket etti. "Madem sınavı geçemedin, sana ceza. Kıyıya kadar yüzerek çık!" Bot uzaklaştıkça hayretle karşımdaki adama bakıyordum. "Bunu yapamazsın!" Dalga geçer gibi el salladığında arkasından tükürdüm. "Nalet herif! Seninle derse girende kabahat!"
Bot uzaklaştıkça uzaklaştı ve gözden kayboldu. Denizin tam ortasında kalmıştım ve gerçekten büyük bir yorgunluğum vardı. Kıyıya baktım, çok uzaktaydı ve oraya kadar yüzmem gerçekten beni çok daha fazla yoracaktı.
"Allah'ın belası, pislik herif!" El mecbur harekete geçtim ve kıyıya doğru yüzmeye başladım.
Kollarımın yorgunluğu artık sırtıma doğru vuruyor ayaklarımı kullanmakta zorlanıyordum.
Tam zorlu 25 dakikanın ardından neyse ki kıyıya varıp kendimi yere bıraktım. Derin derin nefes alarak yorgunluğumla uzandığım yerden, bedenimden akan sular eşlik ediyordu.
Yorgunluktan gözlerim kapanıyordu. Güneşin altında esen soğuk meltemin gazabına uğrayarak, çok geçmeden elimde olmadan uykuya dalmıştım.
......
"Yüzbaşı!" Başımın ağrısıyla açtığım gözlerimle doğrulurken başımda bağırana bakamamıştım bile. "Neredesin sen? Operasyon var ve sen ortalıkta yoksun!" Üzerime yapışan kumları sirkeleyip kalkarken kemiklerimin sızladığını hissedebiliyorum. "Çavuş," dediğimde "ne var?" Diye yanıt gelmişti. "Kulağımın zarını siktin, sus artık!" İrileşen gözlerle bakarken ağzını konuşmak için açmıştı ki durdurdum. "Baban olacak olan o herif zaten bugünü burnumdan getirdi, bir de sen başlama. Lütfen!"
"Babam hakkında düzgün konu-"
"Asi!" Diyerek durdurum. "Babanın benimle ilgili pekte düzgün konuşmadığını biliyorsun, şimdi böyle diyemezsin bana." Sustu. Yeşil gözlerini gözlerimden kaçırarak denize döndürdü ve sıkıntılı bir nefes verdi. Omzuna kadar inen sarı saçları rüzgarın savurmasıyla nezaketle dalgalanırken yutkunduğunu fark ettim. "Onun adına senden özür dilerim." Dediğinde kalbini kırmış olduğumu düşündüm. "Önemli değil." Gözleri tekrar gözlerime döndü. "Tim hazır, operasyonu başlatmamız gerek. Artık, gidebilir miyiz?" Başımı salladım. Önümden hızla geçip giderken arkasından yorgun bedenimle onu takip ettim.
Askeriyeye girdim. Ardından hazırlanmak için silah odasına daldım ve hiç kimsenin gelmemesini fırsat bilerek üzerimdeki elbiseyi çıkarıp formamı giydim. Kapı aralandığında odaya timin girişini seyrettim. "Komutanım!" Diyerek selam veren askerler birer birer masanın etrafına dağıldı ve ellerine geçen silahları kurşunlarını doldurup üzerinde ki hücum yeleğine yerleştirmeye başladılar.
Bende hızla yeleğimi takıp eldivenlerimi parmaklarımdan geçirdim. "Komutanım."
"Efendim Çağıl." Asteğmen Çağıl Ulusoy. Masanın yanına yaklaştım ve elime kabzası ayrılmış bir silah aldım. "Şimdi bu herifin kızını kurtarmaya gideceğiz ya?" Üçe vurduğu sarı saçlarının arasına çektiği çizikte kısa bir göz gezdirdim. "Evet," diyerek yanıtladım.
"Ya tam kızı kurtaracağım sıra bana aşık olursa?" Bıkkınlıkla nefesini veren astsubay çavuş Altay Aygün'dü. "Aynen, muşmula surat kız da seni bekliyordu zaten aşık olmak için." Elaya çalan gözlerini devirince Çağıl sinirle kaşlarını kaldırdı. "Bana diyene bak, sanırsın kendisi mısır prensi, eliyle traşlı yüzünü gösterdi. "Kurban ol sen benim kara kara kaşıma, kurban ol sen benim boyuma posuma-" eliyle kendini baştan sona süzerken gülümsemeden edememiştim. Kesinlikle şarkıda olduğu gibi kara kaşı yoktu. Tamamen sarışındı, ve beyaz teni ile resmen kadınların istediği cilde sahipti. "Sen bana kurban ol lan, kaşın bile kara değil senin. Yumrtanın sarısı!" Boğazımı temizleyerek bulunduğum küçük uyarının ardından ikisi de birbirine öldürücü bakışlar atarak susmak zorunda kalmıştı. "Murat Kılıçaslan." Diyerek başka bir konu açtı Asi. "Kızı Nevin Kılıçaslan, babasının düşmanı olan Vehbi Ağaoğlu'nun 20 gündür esiri. Paravan olarak kullandığı şirketleri geçen günlerde vergi kaçakçılığından el konuldu." Önümüze katlanmış bir kağıdı açarak bıraktı. "Baba Murat, kızının kurtarılması için her yere başvurmuş ama hiç birinden sonuç alamamış." Kıza ait olduğunu anladığım bir fotoğrafı kağıdın üzerine indirdi. "Nevin, 20 yaaşlarında üniversite öğrencisi bir genç kız."
"Vov." Diyerek fotoğrafı eline aldı, Çağıl. "Bu ne güzellik kız," diyerek fotoğraftan makas aldı. "Allah'ın belası," diyerek sertçe elinden çektiği fotoğrafı geri masaya bırakan Asaf'tı.
"Yavşak." Dedi Altay. "Senden öğreniyorum bunları, bebeğim." Çağıl aynı şekilde makas almak için kaldırdığı eline Altay sertçe vurdu ve bir küfür savurdu. "Çocuklaşmayın." Dediğimde Çağıl önüne dönerek otuz iki diş sırıttı. "Mal herif!" Altay sinirini yumruklarını sıkarak gösterirken Çağıl sadece sırıtıyordu.
"Kaldıkları malikane bu, kızı burada tutuyor. Çok büyük bir koruma desteği var. Yetersiz kalabiliriz, destek ekip hazırda bulunacaktır."
"Bir şey sorucağım," bakışlarımız Asaf'a döndü. "Neden kaçırılmış kız, yani şirketlerin el konulmasıyla bunların ne alakası var?" Asi titrek bakışlarını Asaf'a değdirmeden, "Murat ihaleyi Vehbi yüzünden kaybedince şirketleri ele vermiş. Şikayette bulunmuş. Ondan sonra o da intikamını kızdan almak için kaçırmış." Anlamış gibi başını salladığında çok geçmeden hepimiz silahlanmış artık gitmeye hazırdık. "Esmer bomba?" Dedi, Çağıl Altay'a seslenerek. Operasyona gideceğimiz askeri minibüsüne bindiğimizde kulaklıklarımızı ve iletişim cihazlarımızı kontrol etmiştik. "Efendim sarı."
"Seviyorum lan seni, ne kadar hıyar olsanda kopamıyorum lan senden." Altay tam küfür edecekken göz göze geldik. Dudaklarını birbirine bastırarak kendini tutarken Çağıl bu dururma sadece kahkaha attı. İkisi de karşı karşıya otururken aralarında ki boy farkına bakmadan geçememiştim. Çağıl hiç yoksa iki metreye yakın boyu vardı. Altay ise bir seksen vardı. İkisi de heybetli ve iri yapılıydı. Kokutucu derecede yapılıydılar.
Asaf'ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Ama aldırmadan sadece Asi'nin dışarı seyredişini izliyordum.
"Kaç kurtar kendini Asi!" Bağırışlarım duyulmayacak kadar şiddetli bir çatışmanın ortasındaydık. Kaçamadı, vuruldu. Nereden vurulduğunu görememiştim ama sarsılıp yere düşmüştü gözlerimin önünde. Tüfeğin dürbününü hızlıca ateş edilen yere çevirdim ve gördüğüm hedefe hiç düşünmeden ateş ettim. Kafasından vurulan herif yeri boylarken aynı anda arkasındaki diğer herifi de vurdum. "Nişancı, arkadaşın vuruldu kurtar onu. Hemen!" Kulaklığımda ki ses kendini belli ettiğinde ister istemez ellerim titremeye başlamıştı. "Çok yoğun bir çatışma var, gidersem bende vurulurum, yapamam! Destek ekip gerek!"
"Kızımı kurtar yüzbaşı! Ölüyor, kurtar onu!" Korgeneralin sesiydi. Yıkık dökük binanın camından görünen nişancıyı tekte yere sermiştim. "Yapamam! Çok riskli, yardım gönderin!" Gözlerim Asi'nin olduğu yere kaydı. Hemen arkasında ona silah doğrultan başka bir herifi de başına nişan alarak vurdum. "Cephem bitiyor!" Bu ses Altay'ın sesiydi. Ateş altında kalan bölgede mahsur kalmıştık. Kulaklığımdan gelen inleme sesi Çağıl'a aitti. "Vuruldun mu lan, sarı!"
"Küçük bir sıyrık esmer bomba, çokta şey etme yani..." Tekrar inledi. "Asi'nin yanına gidin, sizi koruyacağım!" Dediğimde kulaklıktan sesler kesildi birden. "Duyuyor musunuz beni!" Korgeneralin sesi geliyordu ama çok kısık bir şekilde geldiği için hiç bir şey anlamıyordum. "Kızımı kurtar yüzbaşı!" Tekrar sesler kesildi. Dinmek bilmeyen kurşun yağmurunda yalnız kalmış gibiydim. "Asi!" Diye haykırdım ama öylece yerinde hareketsizce duruyordu. Şarjörü doldurup emniyeti açtım ve karşıma çıkan herkesi tek tek yere sermeye başladım. "Dayan, Asi. Dayan." Hedeflerimi hiç sektirmeden indirirken birden bulunduğum yere iki kurşun saplanmıştı. Eğilerek silahımı indirdim. Biri beni fark etmişti ve acilen nerede olduğunu bulmam gerekiyordu. Yeleğimin cebinden bir ayna çıkardım ve güneşe doğru tutarak hedefi kendime doğru çekmeye çalıştım. Yansıma ile parlayan ayna birden elimde tuzla buz olurken kurşunun geldiği yeri tam olarak bulmuştum. Silahımla beraber sürünerek bulunduğum evin çatısından epey bir ileri gittim. Duvarda oluşan deliği fırsat bilerek namluyu uzattım. Dürbünden hedefi bulmuştum. Yakınlaştırmak için dürbünün ayarlarıyla oynadım ve gördüğüm herifin tam alnının ortasını hedef aldım. İçimden geriye doğru sayarken tetiğe bastım ve hedefi indirdim.
"Ben ıskalamam. İskaladığım da seker geri hedefine ulaşır." Asi'nin olduğu yere baktığımda Çağıl yaralı koluna rağmen onu kucağına alıp güvenli bir yere taşıyordu. Hemen hareketlenip tüfeğimi aldım ve merdivenlerden hızlıca inip buradan uzaklaştım. Tüfeği boynuma asıp silahımı çıkardım. Karşıma kim çıkarsa çıksın asla affetmiyordum. "Komutanım!" Arkamdan gelen sese döndüğümde Altay nefes nefese yanıma ulaştı. "Asaf onbaşından haber alamıyoruz." Hemen arkasında beliren herife sıktığımda Altay irkilerek geri çekildi. "Ne yapabilirim. Hepimiz aynı durumdayız şuan. Kulaklıklar da çalışmıyor, önce Çağıl ile Asi'nin yanına gidelim. Birlikte ararız onu." Başını sallayıp olduğumuz yerden uzaklaşmaya başladık. Duvarın arkasında saklandığım anda kurşunların hedefi olmuştum. Altay hemen çatışmaya başlarken ben yoğun kurşunlanmadan dolayı bir şey yapamıyordum
"Neden destek göndermediler hâlâ!" Diyerek bağırdım. Kesilen sesle beraber hemen silahıma davranarak eteş etmeye başladım. Olduğum yerden çıkıp az önce ateş edilen yere doğru adım adım giderek ateş ediyordum. "Vurulacaksınız komutanım! Açık hedef halindesiniz şuan!" Arkamdan bağıran askeri umursamadan ateş etmeye devam ediyordum.
"Vurulacaksam bu vatan için vurulayım. Öleceksem de bu vatan için öleyim. İtin, köpeğin silahından çıkar kurşun canımı acıtmaz benim!" Kurşunların hedefi olan herifler birer birer ölürken kurşunumun bitmesiyle silahımı yeleğime yerleştirdim. Yerde ölü bedenin üstünde bulduğum taramalı tüfeği aldım ve hiç düşünmeden karşımda kaçmaya çalışan itlere ateş etmeye başladım. Çıkan her bir kurşun deldiği bedeni kanlar içinde bırakıyor, nefesini kesiyordu.
İtin cirit attığı bu memlekette bizim kurşun atmamız haktır.
Sıktığım heriflerin hepsi birer birer yere yığıldığında tüfeği yere fırlatıp Çağıl ile Asi'nin olduğu yere koşmaya başladım. Altay arkamdan gelirken temkinli bir şekilde etrafına bakmayı ihmal etmiyordu.
"Asi!" Dediğimde kanlar içinde baygın bedene titrek bakışlarla bakmaya başladım. "Nabız yok diyecek kadar yavaş atıyor." Çağıl'ın sözüyle kurşun yemiş gibi sarsıldım. "Asi," dediğimde avuç içim saçlarını bulmuştu. Duyulan helikopter sesiyle bakışlarımız gökyüzüne kalktı. "Askeriyenin helikopteri bu." Olduğumuz yere on metre uzaklıkta iniş yapan helikopterden sağlık ekipleri indi ve koşa koşa Asi'nin yanına geldiler. "Kızım!" Korgeneral Engin Yesari hemen arkasından korkuyla koşarak gelmişti. "Kızım, Asi'm!" Kızının yanına ulaştığında geriye çekilmek zorunda kaldık. "Kızım, biricik kızım. Baban geldi hadi uyan." Sağlık ekiplerinin yardımıyla sedyeye kaldırılan Asi hareketsizdi. "Kızım!" Sağlık ekipleri aceleyle helikoptere dönerken sadece izleyerek sessiz kalmıştım. "Sana kızımı kurtar dedim değil mi yüzbaşı!" Omzuma inen darbeyle sarsılırken ıslak bakışlarım Engin Yesari'ye kaydı. "Eğer kızıma bir şey olursa seni kendi ellerimle öldürürüm duydum mu beni!" Tekrar omzuma vurduğunda geriye doğru sendeledim. "Onu korumak senin görevindi!" Çağıl yaralı olduğu için ambulansa giderken Altay, Engin Yesari'yi tutmaya çalışıyordu. "B-ben-" konuşmama fırsat vermeden elini kaldırmıştı ki güçlü bir el onu havada yakalayıp önüme geçmişti. "Eğer kızıma bir daha elini kaldırmayı bırak, sesini dahi yükseltirsen seni doğduğuna pişman ederim Engin!" Babamın heybetli sırtının ardında kaybolmuştum. "Senin kanından bile olmayan bir piçin arkasında durmayı kendine nasıl yediriyorsun albay! Ha?!" Boğazıma oturan yumru nefesimi kesti. Küçüldüm, küçüldükçe yerin dibine girdim. Engin Yesari'nin ağzından çıkan sözler kurşun olup kalbime saplandı. Tutamadığım göz yaşlarım akmaya başlarken omzumda hissettiğim el beni kendine çekip yürütmeye çalıştı. "İyi misin?" Fısıltının sahibi asaf'tı. Beni bir araca bindirirken sadece aklımda geçen bir cümle vardı. "Kendi kanından bile olmayan bir piç..." Asaf beni bırakıp kapıyı kapattı ve öne binerek arabayı çalıştırdı. Tekrar açılıp kapanan kapının ardından sıcak bir el, elimi buldu. "Kızım..." Bakışlarım albayın bakışlarına değdi. "Neden bana babalık yapmakta bu kadar ısrarcısın?" Başını sağa sola sallayarak beni göğsüne çekti. "O nasıl söz öyle, sana babalık yapmakta ısrarcı değilim, ben senin babanım." Başımı hayır anlamında salladım. "Değilsin, herkes biliyor bunu, değilsin." Saçlarımı okşamaya başladığında yüzümden akan yaşlar onun resmi üniformasını ıslatıyordu. "Sakın, sakın böyle düşünme. Engin acısından ne dediğini bilmiyor, sakın öyle düşünme."
"Haksız mı?" Diye sorduğumda onun da gözlerinin dolduğunu gördüm. "Tabii ki de haksız! Yine çıkaracaksınız içimdeki Karadenizli uşağı ikiniz de belanızı benden bulacaksınız en son! Ağlama, kim ne derse desin sen benim kızımsın!" Sarıldı bana sımsıkı. Bütün acımı almak ister gibiydi. Okşadı saçlarımı, dertlerimi dağıtmak ister gibi. Öpücükler bıraktı bütün şefkatini salar gibi.
Korgeneralin bana olan öfkesi kızını kurtarmadığım içindi, günlerce komada kalan Asi bana bir gram öfke duymazken babası kin güdemişti. "İyi misin?" Asaf'ın sesiyle kendime gelirken başımı sallamakla yetindim. "Burada durmak zorundayız. Daha fazla gidersek fark ediliriz." Duran araçla birlikte maskelerimizi takıp silahlarımızla beraber indik. Ben doğruca baskın yapacağımız evin neredeyse otuz metre uzaklığında ki apartmana girdiğimde kimseye görünmeden gizlice 20 katın sonunda çatıya çıkmıştım. Tüfeğimi yerinden çıkarıp kurulumuna geçtim. El çabukluğu ile hemen kurup sabitlediğim tüfeğin dürbünü ile etrafı kontrol etmeye başladım. "Neredesiniz?" Dediğimde kulaklığa dokunmuştum. "Saat iki yönünde, üçüncü ağacın dibindeyiz." Dediği yere baktığımda Asaf ve Çağıl'ı gördüm. "Dokuz yününde duvarın arkasındayız." Gelen diğer sese döndüğümde Altay ile Asi'yi gördüm."
Hızlıca kocaman villanın bahçesinde dizili olan adamların yerlerini tespit ettim. "Nöbet değişimi," dediğimde çocukların içeri girebileceği bir yer aramaya başladım. "Asaf, senin olduğun bölgedeki adamlar içeri girdi. Tek boş alan orası çok dikkatli bir şekilde içeri girmeniz gerekiyor." Asaf anladığını başıyla belirterek ağacın ardından çıktı ve çok temkinli bir şekilde tırmandığı duvarın tellerine değmemeye çalışarak yükseldi. Neredeyse düşecekken kendini tuttu ve tellerin üstünden değmemeye çalışarak atladı. Takla atarak girdiği bahçeden hemen silahına davrandı ve bir köşeye geçip saklandı. Hemen ardından Çağıl da usta bir şekilde bahçeye atladığında evin arkasından dolaşarak kendini yavaşça havuzun içine bıraktı ve en dibe, görünmeyecek şekilde battı. Ön bahçedeki adamlar eksilirken sadece iki kişi kalmıştı. "İki kişi var ön tarafta, onları kendine çek Asaf." Dediğimi yaparak eline bir taş aldı ve kısa bir ses çıkararak onlara kendini duyurdu. Elleri silhalarını bulan herifler ön bahçeden ayrılarak arka bahçeye doğru gelmeye başladığında dürbünümden ikisinden birini hedef alarak vurdum. Anında yeri boylarken Asaf diğer adamın boğazına yapıştı ve eliyle ağzını kapatarak keskin bıçağı kırmızı kana bulandıracak şekilde adamın boğzını kesti. Kendine siper ettiği herifle beraber bahçenin kapısına ulaştığında sakince açtı ve Altay ile Asi'nin içeri geçmesi için baş işaretinde bulundu. Ellerinin arasında olan ölü herifi yere bırakıp silahını doğrulttu. "Susturucuları takın." Dediğimde silahlarına ustalıkla susturucuları taktıklar. Dürbünü Çağıl'a çevirdiğimde sadece dudakları görünecek şekilde sudan çıktı ve içine derin bir nefes çektiğini gördüm. Tekrar içine dalarken arka bahçeye doğru çıkan iki kişiyi gördüm. "Çağıl, iki kişi. Sana doğru geliyor. Vurmamı ister misin, yoksa sen-" sözüm yarıda kalmıştı. Çoktan suyun altından iki kişiyi yere sermişti bile.
"Eğittiğin askerleri tanımamışsın henüz, komutanım." Başını çıkarıp izci selamı vermişti. "Ben ki ölüm timinin en yakışıklı, en seksi, en karizmatik erkeğiyim. Uçan da kaçanda elimden kurtulamaz." Tekrar suya dalarken Altay'ın "puşt herif," dediğini duymuştum. Asaf'ın olduğu yerde bir hareketlilik olurken yere serilen herifleri görmüştüm. Dürbünü daha da yakınlaştırırken artık fark edildiklerini görmüştüm. Asi, saklandığı ağacın arkasından sıktığı kurşunlar hedeflerini bulurken arka bahçeden gelen herifleri Çağıl ıskalamadan indiriyordu.
"Altay içeri gir!" Açık bulduğu camdan içeri giren Altay'ın hemen arkasından Asaf da girdi. Asi, dışarı çıkanları hallederken içeri giren askerlerin de seslerini duyabiliyordum. Dürbünümü Asi'nin bulunduğu yerin tam karşısında açılan pencereye çevirdim. Herifin biri Silahını sıkmak için doğrultmuştu ki başına sıkmamla pencereden aşağı doğru düştü. Artık daha çok sıkılan kurşunların arasında kalan askerleri göremiyordum. Asi ateş ede ede eve girdiğinde üçü de artık içeride gözümün önünden kaybolmuşlardı. "Sizi göremiyorum, perdeleri aç asi!" Çok geçmeden perdeler çekilirken ortaya çıkan herifleri tek tek indirmeye başladım. Çatıda dikkatimi çeken hareketlilikle dürbünü oraya çevirdim. "Sanırım, kızı gördüm. Çatıya çıkmış. Vehbi silahlı hemen kızın arkasında, Çağıl!" Dediğimde Çağıl sudan çıkarak önüne gelen korumalara yakından sıkmaya başlamıştı. "Islak ıslak da ayrı bir zevki var bu işin. Ne demiştiniz komutanım?" Dediğinde başka bir herifi silahın kabzasıyla vurmuştu. "Çatıya çıkman gerek, acilen. Kız çatıda, Vehbinin elinde silah var!"
"Hay hay," diyerek başını salladı ve arka bahçeden eve girdi. "Bekle beni güzelim, yeşil dev seni kurtarmaya geliyor." Zayıf ve güçsüz olan kız titreye titreye çatının sonuna doğru geliyordu. Korku onu panikletirken Vehbi üstüne yürüyordu. "Kaç kişi var şu amına koyduğumun evinde, öldür öldür bitmiyor!" Dedi Altay.
"Arkana bak Altay, yiyeceksin şimdi bir kurşun ebeni tersten göreceksin!" Diyerek cevaplamıştı, Asaf.
"İkiniz de susun lan, zaten sinirlerim tepemde, sıkacağım topuğunuza ha!"
Dürbünü kızdan bir saniye olsun ayırmıyordum. "Çağıl ne durumdasın?"
"Komutanım, hayranlarım o kadar çok ki, illa öptürüyorlar kendilerini. Hayır yapmayın ben namuslu bir adamım diyorum ama dinleyen kim? İlla bakacaklar kızımın tadına..."
"Kızım mı?" Dedim hayretle. "Şey yani, silahımın tadına. Kendisi benim kızım olur. Öyle değil mi güzelim. Çok seviyor baban seni. Merak etme karargaha döndüğümüzde ilk işim seni bir güzel yağlamak olacak."
"Çağıl!" Dedim sinirle. "Komutanım?" Dedi soru sorar gibi. "Bir an önce çık şu çatıya!"
"Çatıdayım ki zaten." Vehbi'nin arkasından el sallarken bana değil tamamen kıza odaklanmıştı. "Merhaba." Dediğinde dalga geçer gibi bir ses tonu vardı. Vehbi korkuyla arkasına döndüğünde silahını Çağıl'a doğrulttu. "Ayıp değil mi lan gencecik bir hanımefendiye silah doğrultuyorsun sen?" Kulaklıktan gelen seslere gözlerimi devirmemek için zor tutuyordum. "İşin bokunu çıkarmasa olmaz pezevenk!" Dedi Asaf.
Sert bir hamleyle vehbi'nin elinden silahı aldı ve aynı hızla ayağına sıkmıştı. Kız korkuyla iki büklüm olurken çığlık atmıştı. "Ah, yardım edin! Yardım edin!" Vehbi çığlık çığlığa bağırırken birden Asi'nin inleme sesini duydum. "Asi!" Dediğimde cevap gelmemişti. Çatıda beliren yüzler başımdan aşağı kaynar suların dökülmesine sebep olmuştu. Çağıl iki büklüm olmuş kızı arkasına alırken Asi bir herifin elinde başına silah dayatılmış şekilde zorla tutuluyordu. "Kızı bana ver!" Diye haykıran herife döndü namlumun ucu. "Kızı bana ver yoksa öldürürüm bu karıyı!" Silahı Asi'nin başına bastırmış olacak ki Asi acıyla inledi. "Öldür," dedi. Çağıl umursamaz bir tavırla. Gözleri kıza döndü. "Öldürsün mü?" Kız korkuyla başını iki yana sallarken Altay ve Asaf da çatıya çıkmıştı. "Öldürme o zaman. Nevin hanım öldürme diyor."
"Dalga mı geçiyorsun lan sen benimle." Tam silahı tutan eline isabet alıp görüş alanımı yakınlaştırdım. "İstesen ondan bal gibi de kurtulabilirsin Asi, neyi bekliyorsun?" Dediğimde yarım yamalak gülümsedi. "Bu zevki sana bırakıyorum yüzbaşı." Burukça gülümseyip tüfeğin tetiğine bastım. Nevin gördüğü manzara karşısında Çağıl'ın kollarında bayılınca Çağıl kocaman gülümsedi. "Bende biliyorum çok yakışıklıyım ama bunun için bayılmana gerek yoktu be güzelim." Kızı hiç zorlanmadan kucağına alıp çatıdan uzaklaştı. Vehbi ve diğer adamı çocuklar alırken ben tüfeğimi kaldırıp çantasına yerleştirdim. Apartmandan ayrılırken aşağı inen çocuklarla birlikte ekibin diğer kalanları da minibüsten inerek olay yeri temizliğine başlamışlardı. "Ben bundan ağır dambıl kaldırıyorum lan! Kuş kadar, şuna bak." Elinde baygın kızı dambıl niyetine kaldırıp indirirken asi koluna vurup arabaya bindirmesi için kapıyı açtı. "Mal herif, ne yapmaya çalışıyorsun?"
"Hiiç," dediğinde maskelerimizi çıkarıp arabanın içine fırlatmıştık. "Ben gidiyorum." Dediğimde itiraz etmelerini beklemeden arabaya bindim. "Karargaha geçmeyecek misin?"
"Hayır." Asi bir şey demeden yanıma bindiğinde sorgulamadan arabayı çalıştırdım. Olay yerinden uzaklaşırken sıkıntılı bir nefes verdim. "İyi misin?" Dediğinde başımı sallamaktan başka bir şey yapmadım. "Gizli bir göreve tayin olmuşsun, babam söyledi." Elbetteki baban söyleyecekti, başka kim söyleyecekti sanki?
"Öyle." Diyerek kısa kestim. "Kafana yattı mı görevin detayları, neden bir çete üyesine ulaşmak için bir mafyayı kullanıyorlar? Yani TSK'a zaten geniş bir bağlantısı varken sence bir mafya babasına ihtiyacı var mı?''
Sonunda aklımı kemiren soruyu başka biri tarafından duyuyordum. "Bilmiyorum, en çok da bunu merak ediyorum ya. Babam bir şey demiyor, baban desen..." Lafımı tamamlamadan sustum. "Bir taşta iki kuş dedi babam." Bakışlarım kısa bir anlığına Asi'ye kaydı. "Anlamadım?"
"Şu Mafya bozuntusu, mirav mıdır miyav mıdır adını unuttum herifin."
"Miran." Dedim onu düzelterek. "Hah, işte o. Babasının pis işlerini devam ettiriyormuş."
"Nasıl?" Dediğimde anlamamıştım. "Yurtdışından ithal ettiği silahları Türkiye'de satıyor, kumurhanelerde haraç kesiyor. Kıbrıs'ta kendine ait kumarhaneleri var. Daha doğrusu babasından kalan kumarhaneler." Bunları zaten biliyordum. Haftalardır hem takip ederek hem de araştırarak onu tanımaya çalışıyordum.
"Yine de eksik kalan bir şey var." Dediğimde Asi omuzlarını kaldırıp indirdi. "Eksik olan bir şey yok, adam babasının işlerini devam ettiren bir mafya. Sen bir şekilde onun yaptığı işleri de ispatlayacak kanıtlar vereceksin bize." Emirvaki edercesine konuşurken kırmızı ışıklarda durdum. "Asi, ya adam beni hayatına almazsa? Nerden eminiz ki hemen tanışıp samimi olacağımız?" Asi gözlerini devirdi. "sana aşık olmayanıda ne bileyim..."
"Asi,"
"Bakma öyle yüzüme, ne yapabilirim ben? Bir yolunu bulacaksın artık. Engin Yesari zaten bir açığını bekliyor, görevde başarısız olursan seni burdan sürmesi an meselesidir.''
Kısık sesle küfür etsem de Asi bunu duymuştu. "Ne yapalım?" Dediğimde kırmızı ışıkta durdum. "Ne gibi?" Omuz silktim. "Bir yerlere gidelim. Kafa dağıtalım." Gözleri anında parlarken başını salladı heyecanla.
"Bizi kulüp falan kesmez," sözünü tamamlamadan karakoldan telefon gelmişti. "Bizim kafamız anca it köpek öldürmekle dağılır."
*
Bu kısımdan sonrası okuduğunuz ilk bölümlerden oluşuyor arkadaşlar
Akıl başta olmayınca yaş neylesin aklı,
İlim de yol göstermez, kaybolur hakkı.
Gönül yolda sersefil, sükût olur sesi,
Ne ömür bilir yârı, ne söz bulur tası.
Aklın ermediği yerde yaş neylesin ders,
Kalp bulanır, yol sapar, hayal boşa serer.
Bir kemalin izinde sabır gerek sana,
Yoksa ne ömür kalır ne de hayatta mana. Nasıl bu denli bir işin içine düştüğümü çözmeye çalışıyordum. Sahildeydim. Şans eseri değil, bir plan dahilinde olduğu için buradaydım. Yürüdüğüm yol adımlarımı sayar gibi ayaklarımın altında yankılanırken neyle karşılaşacağımı bilememenin ağırlığıyla yürüyordum. çalılıkların arkasından gelen sese yöneldim.
Plan başlamıştı.
Miran bıçaklanmıştı. Bu bıçaklanma planda yoktu. Bıçak Miran'a aitti. Onu bıçaklayan ise asaf'tı. Beni görünce uzaklaştı hemen. Miran'ı istediği gibi evine götürmek için arabasına bindirdim. Ellerim titrerken kalbim deli gibi atıyordu. En ufak bir açık verirsem olacakları düşünemiyordum. Gözlerinin ağırlığı bir an olsun üzerimden eksilmiyordu. Kalbim deli gibi atıyordu. Eve vardım. Korumalar etrafı sararken doktorlar çıkageldi. Mafya olunca evinde doktorların olması pekte şaşırtıcı olmamıştı. Gitmemem gerekiyordu. Eve girdim, Miran'ın yanında gördüğüm adamlardan biriydi karşımda duran adam. Mert Alaca.
Sorularıma cevap vermeden çekip gitti. Sadece onların gözünün önünde bulunmamak için uyumak istedim. Koltuğun köşesine sindim. Zaten uyandırılacaktım.
Ne kadar bir süre geçti bilmiyordum uyandığımda karşımda oturan adamla kısa bir bakışma yaşadık. İyi olduğunu gördüm, onun üzerinde bir etki bırakmam gerekiyordu ama hiçbir şey yapamadım. Teşekkürler edildi, ardından minnetini söyledi, biraz sonra korumalarının beni bırakacağını söylemişti. İtiraz etmedim. Evden ayrıldım.Araba hareket etti. Onca yolu giderken kafam allak bullak olmuştu kendi arabamı buldum. Eve doğru sürmeye başladım. Kendimi donmuş gibi hissediyordum. Saat gecenin bir yarısı olmuştu. Eve geldim. Annem kapıyı anında açınca kendimi ona sarılırken buldum. "Neredeydin kızım." Sorusuna cevap vermedim. Koltuklara oturduk. Başımı dizlerine yasladım. Birden dökülen göz yaşlarıma engel olamadım.
"Anne..." Sesimin titremesine engel olamadım. "Yapamam. Nasıl isterler bunu benden, yapamam!" Hıçkırdığımda beni kendine çekti. "Ağla, ağla bebeğim. İçin ferahlar ağla..." Saçlarımı okşadı. Uyuyana kadar başımda durdu. Saçlarımı okşadı, arada öpücükler bıraktı. Tekrar bedenim kendini uykuya bırakırken sesini son kez duydum.
"20 yıldır hep geçecek dedim ama geçmedi kızım. Geçmiyor... Seni bu halde görmek beni paramparça ediyor güzel kızım. Elimden hiçbir şey gelmemesi beni deli ediyor." Saçlarımı öptü. "27 yaşında genç kızsın ve sen bunları yaşamayı hiçbir zaman hak etmedin." Annem de ağlamaya başlamıştı.
Sustuk. Sadece ağlayıp saçlarımı okşadı. Ve ben onun kıymetini bir kez daha anladım.
🦋
İ
ki gün sonra babam gelmişti. Her zaman ki mutluluğu ve babacılığı ile bizi öpüp sarılmıştı. Sohbet muhabbetten sonra bahçeye çıkacağım sıra babam seslendi. "İyi misin? Bir sıkıntı var mı?" Başımı hayır anlamında salladım. "Yok bir sıkıntı, iyiyim."
"Buraya geliyormuş." Dediğinde kaşlarım havalandı. "Kim?" Dedim şaşkınca. "Miran mı?" Başını salladı. "Sebep?"
"Teşekkür etmeye gelecek herhalde. Sakın içeri almıyorsun, bahçede karşıla onu. Kendin hakkında kesinlikle bir şey söylemiyorsun. Anladın mı beni?"
"Bab-"
"Kızım, bu senin görevin. Sakın unutma, keyfinden yapmıyorsun bunu." Sert ve keskin konuşmasının ardından annemin gözlerine kaydı gözlerim. "Seni seviyorum güzel kızım." Dediğinde yanıma gelip gözlerimden öptü. "Bu görevinde üstünden geleceksin, sana güveniyorum ben."
Aldığım güvenin ardından bahçeye çıkıp şezlonga uzandım. İçimi saran bu heyecan ve sterse bir türlü anlam veremiyordum. Kapıda belirdiğini hissettim selam vermesiyle başımı kaldırıp doğruca gözlerine baktım. Ayağa kalktım. Elinde ki çiçekler kalbimin hızına hız katarken elinden aldım. Karşıma oturunca ne diyeceğimi bilemeyerek öylece onu süzdüm.
Uzaktan baktığım Miran ile yakından baktığım Miran arasında farklar vardı. Daha yakışıklı ve sıcak kanlı gelirken gülümsedi. Heyecandan donup kalırken onu nasıl uğurlayıp eve girdiğimi hatırlamıyordum. Yaslandığım kapı tekrar çaldığında geri çekilip açtım. O kadını görmeyi beklemiyordum. Çiçekler yere düşmüştü. Oysa ki ben bu çiçekleri içimi açıp göğsüme saklamak istiyordum. Hızla çiçekleri kaldırıp dolan gözlerimi yok saymaya çalıştım.
"Bilmen gereken bir şey var," dediğinde sesini duymak bile acılarımı hatırlamama yetti.
"İlhan senin gerçek baban." Kulaklarım uğuldarken söylenenlerin kalbimde bıraktığı ağırlığın altında kaldım.
Yazım yanlışları veya hataları olursa kusura bakmayın güzel okurlar.
Bölümün part 3'ü gelecek yıldıza basmayı yorum yapmayı unutmayın sizleri seviyorum kendinize iyi bakın ölüm timinin güzel okurları 🌹🦋
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.72k Okunma |
144 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |