12. Bölüm

9. Bölüm

Rahime Deniz
ben1deniz

Arabam yanımda değildi, bunun için yürümeyi tercih ederek evden tamamen ayrıldım. Ormanlık yolda giderken içimde kopan fırtınaların artık dışıma da zarar verdiğini fark ettim.

 

Omzumda ki yük bir nebze de olsa hafiflemişti. İlk defa derdimi birine anlatmanın hafifliği vardı üstümde. Benim yaşadıklarım küçük şeyler değildi, bu sadece küçüklüğümün dört yılıydı, peki ya ömrümün diğer yarısı?

 

Ne hissetiğimi dahi bilmediğim evredeydim artık.

 

Yol bitmeyecek kadar uzundu, ve bu yolu yürüyemeyecek kadar yorgundum. Şimdi sen söyle, insan ölüme hayranlık duymasa ne yapsın?

Hayat, her anıyla dikenli bir ip gibi, insanı hem yıpratıp hem de büyütürken, ölümü nasıl anlamasın? Kimi zaman huzurun, kimi zaman kaçışın adıdır ölüm. Belki de bu yüzden bir yanı ürkek, bir yanı tutkulu bakar insan ona. Yaşamın karşısında bir meydan okuma mı, yoksa onun en derin anlamı mı?

 

Ölüm, bazen bir vedadır, bazen de başlangıç. Kimi yürekte bir özlem, kimisinde bir korku. Ama asıl soru şu: Ölümü seyrederken, insan gerçekten yaşamaya cesaret edebilir mi?

 

Devam etmek mi zor, yoksa durup kabullenmek mi? Bu bilinmezlik, insanı ölüme hayran bırakmaz mı zaten? Çünkü o, ne kadar uzakta görünse de, aslında her an yanı başımızda...

 

Ve işte bu yüzden, ölüme hayranlık duyan insan, yaşamı belki de herkesten daha çok sever. Çünkü bilir ki, her şeyin bir sonu varsa, o sonun hakkını vermek gerekir. Ya sen? Ölüme bakarken, kendini ne kadar yaşıyor hissediyorsun?

 

Kalbimin kuytu köşesinde kırgın, dargın büyüyemeyen, bir kız çocuğu vardı. Çığlık atıyordu, sesinin duyulmadığını bilse intihar ederdi. Bir gün bir söze denk gelmişti arz-ı halım.

 

"Babası tararsa kızının saçını, ne el gelip yorabilir başını, ne de tarak acıtır canını." Tarak da kırıldı, saçımın her bir teli de... Babası okşamamış Kızının saçını, el oğlu mu anlayacaktı acısını?

 

Boğazımda bir acı belirdi. Yürüdüğüm yolda dikenler vardı, yoksa canımın bu kadar acıması normal değildi. Saçlarıma bir ağırlık girdi, yoksa başımın bu kadar ağrıması normal değildi.

 

Ağlamadım bu sefer. Neye inat etmiştim bilmiyordum, ama ağlamadım.

 

Başımı gökyüzüne kaldırdım, hafiften yağmur çiseliyordu. Ceketimi yanıma almadığını fark ettim. Geri dönemezdim. Dönmedim.

 

Arkamdan birinin geldiğini duyuyordum, durmak istemedim. Kolumun tutulmasıyla hiçte nazik olmayacak bir şekilde durduruldum. Miran beni sorgusuz sualsiz göğsüne çekerken boynuma yüzünü yasladı. Tenimin ıslandığını hissettim. "Ağlıyor musun?" Bu sefer ben değil, Miran ağlıyordu. Sımsıkı sarmıştı bedenimi, acımı kendine akıtmak ister gibiydi. " Miran." Yere doğru çökerken beraberinde bende çöktüm. Dizlerim yere ulaştığında ayrılmak için hamle yapmıştım ki bırakmadı. "Miran?" Kolları çözüldü ama aynı anda avuçları yanaklarımı buldu. Kızarmış gözleri ile bakarken harelerinin içine kan karışmıştı. "Elimden gelse yeryüzündeki tüm dertlerden uzak bir dünya kurup seni oraya koyardım." Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına aldı. "Yolda ayağına değecek taşı, seni

üşütecek rüzgarı, tenini yakacak güneşi, sana dert olacak her şeyi senden uzak tutup sadece mutlu olusunu izlemek isterdim." Başını olumsuz yönde salladı. "Sen o acıları çekmeden önce yapmak isterdim..." Beni tekrar göğsüne çektiğinde karşı çıkmadım. "Sana bunu yaşatının kemiklerini bile yakasım var," saçlarımdan öptü. "Bir bardak su almaya mecalim yokken, başına gelenlerin hesabını dünyaya sorasım var." Gözlerimde ki yaşlar kurudu mu? Akmamaya yemin etmiş gibi ağlamıyordum. Yağmur etkisini arttırırken ikimizde çöktüğümüz yerde ıslanıyorduk. "Miran..." Dudaklarıma bastırdığı dudakları ile can bulurken içimde ılıklaşan hissiyatı zevkle kabul ettim.

 

Alnını alnıma yasladı. "Sus, ben senin sessizliğine de razıyım, sus."

 

"Seviyor musun beni?" Belki de ömrü hayatımda duymak istediğim tek cevaptı. Gözlerim gözlerinde takılı kaldı. "Yine de sevmeye devam edecek misin?" Yanağımda duran ellerini tuttum. "Yoksa başka türlüsü bana ağır gelir,"

 

"Hayır, başka türlüsü yok. Başkası da türlüsü de yok. Bir sen varsın. Bir seni istiyorum, sana ağır geleni bilki ben çoktan altında ezilmişimdir." Kaldım öylece yerimde. Usulca akan göz yaşlarını seyrettim. Başımı göğsüne yasladığında küçük bir kız çocuğu gibi yerime sindim. Yağmur bizi ıslatırken onunla ıslanmak bile güzeldi.

 

Mayıştığım göğsünde beni olabildiğince kendine çekti. "Hiç gitme olur mu?" Burukça gülümsedim. "Olur." Sustu dilim, mühürlendi ağzım. Bir bıçak verildi elime. Kalbine sapla denildi. Hiç düşünmeden sapladım ve kalbimi ellerimin arasına aldım. Ellerini açmış bana bakan adama uzattım, avuçlarının içine bıraktım. Hiç kuşkusuz ki kalbim artık Miran'a aitti.

 

Sana seni seviyorum demeyeceğim hiçbir zaman. Ama bu seni sevmediğim için değil, seni kaybetmek istemediğim için... Seni seviyorum dediklerim arkasına bakmadan gitmişlerdi, sana seni seviyorum demesem belki o zaman gitmezsin. Belki o zaman gitmemek için çabalarsın.

 

*

 

Saçlarımın içinden akan kanlar yüzümü ıslatıyordu. Nereden geliyordu bu kan? Bir yara aradım içinde, bir kesik aradım. Yoktu, ellerime bulaşan kan damla damla yere akarken midemin bulandığını hissediyordum. Küçük bir kız çocuğu geliyordu yanıma doğru. Kollarında izmarit yanıkları vardı. Dudağının kenarı yediği dayaktan dolayı kızarmış, şişmişti.

 

"Bu karanlıktan artık sıkıldım!" Diyerek bağırdığında küçük boyuna rağmen sesi yüksekti. "Korkmaktan sıkıldım!" Eli üzerine çok büyük gelen tişörtün yakasını buldu. "Boğuluyorum, boğuluyorum, boğuluyorum!" Haykırırcasına çığlık atarken birden ağlamaya başladı. "Saçlarım acıyor! Baksana hep kanıyor!" Ellerime baktım, kan damlaları yeri sararken saçlarım artık ağırlaşmıştı. "Beni neden sevmiyor!"

 

"K-kim?" Diye sorduğum soruyla elini kaldırıp işaret ettiği yere baktım. Yeşilin en koyu tonu olan gözlerle bakışırken yutkunmadan edememiştim. "Anne..." Sesim titredi, elimde olmadan.

 

"Saçların kızım, saçlarına bak." Parmaklarım saçlarımın arasında bir yol çizdi. "Neye yarar anne saçlarımı bu kadar uzatmak? Bir kere olsun senin elin gezmedi ki içinde. Bir kere olsun bastırmadın ki dudaklarını üstüne. Neye yarar anne? Senin merhametinin içine ilişmediği saçlarımı ne diye uzatıyorum ben?" Gülümsedi, buruk bir dudak kıvrılmasından başka bir şey değildi. "Kes o zaman." Arkasına dönüp yavaş adımlarla uzaklaşıyordu. "Benim saçlarımı okşayan oldu mu ki seninkini de okşayan olsun," karanlığa doğru yürümeye başladı. "Kızlar annelerinin kaderini yaşarmış kızım." Dediğinde artık gözlerimin önünde kaybolmuştu. "Sana güzel bir hayat yaşatamadıysam bil ki ben de güzellikler içinden gelmedim. Sana çiçek bahçesi sunamadıysam, bahçemde çiçek olmadığı içindi."

 

Çiçek bahçesi sunamadıysam, bahçemde çiçek olmadığı içindi.

 

Uyduğum uyku mıh olup canıma battı. Uyandığımda terler içinde kalmıştım. Yataktan kalkıp lavaboya yürürken gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmaya çalışıyordum. Yüzüme vurduğum su ile biraz olsun ferahlarken başımı kaldırıp aynadaki aksimle göz göze geldim.

 

Kes o zaman.

 

Sözleri birer birer zihnimde tekrar ederken dolabın içinde elime geçen makası aldım ve parmaklarımı geçirdim. Elime aldığım tutamı hiç düşünmeden keserken dilime dolanan türküyü söylemekten geri kaçmadım.

 

"Söküp atılmıyor bende mi kusur.

Doğarken kök salmış öze saçların,

Bir kara sevda ki ya büyü ya sır

Sığmıyor kaleme, söze saçların''

 

Sığmayan saçlarım değildi, bendim. Bir küçük kız çocuğunu içine sığdıramadın dünya, sen sağol.

 

"Örgüde bir başka, düzde bir başka

Gizlendiği zaman nazda bir başka

Omuzda bir başka yüzde bir başka." Bir şey fark etmiştim ki ben bu güne kadar saçlarımı hiç örmemiştim. Ören biri olmayınca bir tutam saç ağır gelirmiş insana... Benimki hep yüktü.

 

"Kirpik olmuş inmiş, göze saçların." Diğer tutamları yamuk olmasını umursamadan kesip yere düşüşünü izliyordum. Kapıda gördüğüm karartı Miran'a aitti. Hüzün sığdırdığı gözleriyle bakarken kendisine bir tebessüm bahşettim. "İpekten sırmadan, tel tel yaratmış," yavaş adımlarla yanıma yaklaşıyordu.

 

"Telini bir ömre bedel yaratmış,

Sanki vasfi için özel yaratmış,

Dört mevsim bir başka taze saçların,

ahhh o saçların, ahhh o saçların,

dört mevsim bir başka taze saçların." Sonlara doğru kısılan sesim artık titrek bir nefesten sonra kesilmişti. Omuzlarımı tuttuğunda alnını başıma yasladı. "Kendine bunu neden yaptın?"

 

"Çok uzamışlardı," artık omzumda biten saçlarımı parmağıyla dağıttı. "Canım," dediğinde beni kendine çevirdi ve alnını alnıma yasladı. "İyi değilsin." Dediğinde kaşlarım havalandı. "İyiyim tabii ki de." Başını salladı. "Değilsin. Uyuman gerek, çok yoruldun. Ben toplarım buraları hadi gel." Dediğinde elimi tutarak beni yatağa kadar getirdi. Yorganı kaldırdığında altına girmemi bekledi. İçine geçtiğim yatağın ardından üzerimi örttü. "Uyu hadi, epey bir geç olmuş."

 

"Saçlarım güzel oldu mu?" Cevap vermesini beklerken, yastığa dağılan yeni saçlarımı okşadı. "Çok güzel," sesi titriyordu, saçlarımda ki eli titriyordu. "Çok güzelsin, sen her halinle mükemmelsin bebeğim." Yanağıma dokunan dudakları bile titriyordu. "Seni güzel yapan saçların değildi, seni güzel yapan saçlarına dağılan yıldızlardı."

 

"Gitti mi artık yıldızlar?" Diyerek sordum. "Hayır, kesinlikle hayır. Gitmediler. Sen hiç geceyi terk eden Yıldız gördün mü ki?" Başımı salladım. "Görmedim."

 

"Terk edemezler çünkü, gece yoksa yıldız da yok, gece varsa yıldız da var. Senin saçların geceyi sarmış kendine, yıldızlar onun bir parçası." Burnumun ucunu öptü. "Uyu, dinlen. Ben yanında olacağım."

 

"Sen uyumayacak mısın?"

 

"Senin uyumanı bekleyeceğim. Uyu hadi." Gözlerimi kapattım. Güvenin verdiği hissle kendimi tekrar uykuya bırakacakken gözlerimi açtım tekrar. "Işık açık kalabilir mi?" Dediğimde hiçbir şey demeden ışığı açtı ve tekrar yanıma geldi. Saçlarımda dolaşan parmakları hâlâ titriyordu. Gözlerim usulca kapandı. Nefesini boynumda hissetim. Çok geçmeden öpücüklerini... Narin ve yumuşak dokunuşları beni mest ederken, kulağıma fısıldadı.

 

"Benim değilde başka bir herifin aşık olduğu kadın olsaydın sana gıpta ederdim." Nefesinin sıcaklığı ile uyukuya yenik düşerken ilk defa huzurlu bir uykuya dalıyordum.

 

-Elindeki makası sımsıkı tutuyordu, sanki bıraktığı an parçalanacak gibiydi. İlk tutamı kestiğinde, saçlarıyla birlikte bir şeylerin daha düştüğünü hissetti: gururu, öfkesi, belki de umutları. Ağlamaktan şişmiş gözleri aynada kendisine yabancı bakıyordu. Bu kadın kimdi?

 

Her kesikte biraz daha derine iniyordu; yalnızca saçlarını değil, tüm geçmişini, hatalarını, pişmanlıklarını kesmek istiyordu. Ama ne kadar keserse kessin, acı hep aynı yerdeydi, derinlerde bir yerde, çıkmak bilmeyen bir düğüm gibi.

 

Saçlarını kesmek bir çığlık, bir isyandı. “Yeter!” diyordu her parçayla. Ama o yeter hiç gelmiyordu. Geriye darmadağınık bir kadın ve içinde susturulamayan bir fırtına kalıyordu.-

 

 

*

 

Yüzümde hissettiğim sıcaklık ile gözlerimi açarken gülümsemeden edememiştim. "Miran." Sesim kedi mırıltısı gibi çıkarken kollarım karşımda ki adamın boynuna dolandı. "Uyansan mı artık, uykucu." Burnunu burnuma sürtüp yanağıma doğru indi. "Ben sanırım uyanmak istemiyorum."

 

"Hadi ama bebeğim." Bana bebeğim dedikçe mutluluktan ölmek istiyordum. Yerimden doğrulduğumda kaşlarım havalandı. "Sen bir yere mi gidiyorsun?" Üzerinde siyah bir gömlek ve siyah bir kumaş pantolon vardı. Saçları özenle taranmış, gömleğinin ilk üç düğmesi açıktı ve kolları dirseklerine kadar katlıydı.

 

"Evet," söylediğinden pek memnun değilmiş gibi yüzü düştü. "Kıbrıs'a gitmem gerek," dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Neden?" Elimi tutup bileğimi, nabzımın olduğu yeri okşamaya başladı.

 

"İş için bebeğim, akşama doğru döneceğim. Beni bekler misin?" İşini bana söylemek istemiyordu, zorlamak istemedim. "Gitmesen olmaz mı? Şart mı gitmen?" Eli uzanıp yanağıma yaslandığında baş parmağı tatlı bir dokunuşla tenimi okşamaya başladı.

 

"Şart bebeğim, gitmem gerek. Ama akşama doğru geleceğim merak etme." Uzanıp okşadığı yanağımı öptü. "Akşam geldiğimde küçük bir hazırlık yapar mısın? Seninle boğazda yemek yemek istiyorum." Yemek teklifine şaşırsamda heyecanla gülümsemiştim. "Olur," dediğimde heyecanım sesime yansımıştı. Ayağa kalktığında bende beraberinde yataktan çıktım. Elimi tuttuğunda odadan çıkmak için kapıya doğru yürüdük. "Mert benimle gelecek, Lal evde. Eğer bir sıkıntı çıkarsa ona söyleyebilirsin. Yada beni arayabilirsin." Odadan çıkıp merdivenlere yöneldiğimizde başımı sallıyordum. "Lal biraz duvarlıdır," dediğinde salonda durmuş bana dönmüştü. "Seninle konuşmayabilir. Sana ters davranabilir. Lütfen onu-"

 

"Merak etme." Dediğimde boynuna sarıldım. "Bir kaç saatliğine gidip geleceksin. Kız kardeşinle anlaşabilirim diye düşünüyorum. Aklın bizde kalmasın. Erken gelmeye bak." Boynumu öpüp ayrıldı. "e, siz çoktan karı koca muhabbetleri yapmaya başlamışsınız." Mert arkamızdan seslenirken elini ağzına götürdü. "Iyyy, cıvık cıvık bu ne? Az mesafe ya, olan var olmayan var." Ben gülerken Miran ters ters bakışlar atıyordu. "Kahvaltını yapmayı ihmal etme," dediğinde tamam demiştim. Son kez beni öptüğünde artık evden ayrılmıştı. "Ağlayacak mısın kız, kocan gidiyor evden." Mert'e gözlerimi devirdim. "hayır, ağlamayacağım." Omuz silkti. "ben senin yerinde olsam ağlardım. Sonuçta gittiği yerde neyle karşılaşacağını bilmiyorsun. Ya sana yalan söyleyip pavyona gidiyorsa?" Kaşlarım havalandı. "Miran ne diye yalan söylesin ki?" Diye sorduğumda dudak büktü.

 

"Mert!" Miran'ın bağırmasıyla hızla salondan ayrılıp bahçeye çıkarken, "sen yine de bir düşün dediklerimi!" Diye bağırdı. İkisi de bahçeden ayrılırken kollarımı göğsümde birleştirerek tekrar salona geçtim. Mutfaktan sesler gelirken yönümü değiştirdim. Lal kendine kahvaltı hazırlarken tezgaha yaslanıp beni fark etmesini sağladım. "Günaydın," bakışları kısa bir an bana değdi ve tekrar önüne döndü. Tekrar bakışlarını yüzüme çevirdiğinde saçlarıma şaşkınlıkla bakıyordu.

 

"Saçların..." Dediğinde parmakları havada asılı kalmıştı. Boğazımı temizleyerek tabureye oturdum. "Çok uzamışlardı. Öyle, kesmek istedim." Elinde ki işi bırakıp yanıma doğru gelidi. "Hangi derdin ağır bastı da saçlarından çıkardın acısını?" Uzun ince parmakları saçlarıma yetiştiğinde söylediği cümlenin etkisinde kalmıştım. "Bilmem, sanırım ağır basan bir tane değil." Yanımdan uzaklaşıp çekmecelerden bir tanesini açtı ve içinden bir makas çıkardı. "Yamuk yumuk kesmişsin hep, gel yanıma. Düzelteyim." Mutfaktan arka bahçeye çıkarken yerimden kalkıp onu takip ettim. Havuza yakın yere çökerken dizili olan korumalara arkasını dönmesi için işarette bulundu. Hemen yanına oturduğumda eliyle saçlarımı düzeltti. Makası ustalıkla kullanırken onu izlemekten kendimi alamıyordum. "Lal," dediğimde durup gözlerime baktı. Sormak istediğim sorudan emin değildim. Bunu anlamış olacak ki başını salladı. "Ne sormak istiyorsan sorabilirsin." Dediğinde ufak bir yutkundum. "Neden konuşamıyorsun?" Dediğimde burukça gülümsedi. "Annemin ölümü beni çok etkiledi, bir süre konuşamadım, geçer sandım. Ama geçmedi. Dil terapileri, psikolog seansları hepsi boş çıktı... "Gözlerine soğuk bir his yerleşti. "Tramvaya dayalı dil tutulması dedi doktor." Tekrar saçlarıma makası dayadığında daha fazla soru sormak istemedim. "Şimdi sen söyle, neden saçlarını kesme ihtiyacı duydun?" Bana yönelttiği sorudan sonra gözlerimi kaçırdım. "Sen neden susma ihtiyacında bulunduysan," dediğimde makas durmuştu. "Benimde, seninkinden aşağı kalır bir yanım yok." Demiştim. "Sen anneni öldüğü için kaybettin. Ben annemi içimde öldüğü için kaybettim," dudaklarını birbirine bastırarak ellerini saçlarımdan çekti.

 

"Benim ne yaşadığımı bilmiyorsun, yorum yapma." Dediğinde biraz sert çıkışmıştı. "Senin ne yaşadığını bilmiyorum Lal, ama benim başıma ne geldi çok iyi biliyorum." Dalga geçer gibi gülümsedi. Dizlerinin üstünde sürünerek arkama geçti ve saçlarımı kesmeye devam etti. El çabukluğu ile saç uçlarımı eşitlediğinde makası sert bir şekilde yere bıraktı ve ayağa kalktı. "Ne yaşadın çok merak ediyorum! Mermin falan mı bitti? Silahın falan mı tutukluluk yaptı!" Parmakları sert bir ifadeyle kullanırken sadece izliyordum. "Benim yaşadığım pişmiş kellenin başına bile gelmemiştir!" Gözleri dolmuştu. "Karşıma çıkma, abimin sevgilisisin diye seni çekebileceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun! Zaten abim de iki güne senden hevesini alır, kapı dışarı eder. Şimdiye kadar yaptığı gibi!"

 

Ağır sözlerinin ardından arkasına bakmadan eve geçti.

 

Tokat atsaydı canım daha az acırdı. Saç baş birbirimize girseydik canım daha az acırdı. Nefesim ciğerlerime baskı yaparken oturduğum yerde yok olmak istedim. Yer ysrılsın beni ebediyen saklasın istedim.

 

Saatlerce oturduğum yerde yaşadıklarım birer birer aklıma zuhur ediyordu.

 

Anneme bir soru sorma hakkım olsaydı, beni yalandan olsa bile sevdin mi diye sormak isterdim.

 

Belki de ben haksızlık ediyordum, belki de beni çok seviyordu. Bilmiyordum. Sorduğum sorular yine ve yine cevapsız kaldı.

 

Kahvaltı etmek için girdiğim mutfakta su bile içemeden günü akşam etmiştim. Kaç saattir oturuyordum bilmiyordum. Artık güneş batmak üzereydi. Suyun rengi geceye dönerken hafif rüzgar esmeye başlamıştı. Derin bir nefes alarak kendimi suya bıraktım. Soğuk su, tüylerimi diken diken ederken kendimi en dibe çektim. Dizlerimi kendime çektiğimde artık umudu kırık bir halden bile beterdim.

 

Ben hangi günahın ahını aldım? Ben hangi yetimin bedduasını aldım?

 

Onların birgün öldüğü benim hergün öldüğüm dünyada ne için yaşamaya devam ediyordum ki? Hangi dayanağım vardı? Nasıl bir umudum vardı?

 

Hani Allah kimseye kaldıramayacağı yükü vermezdi, ben artık kaldıramıyordum. Yük mü çok ağırdı yoksa ben mi çok zayıftım.

 

Kollarımdan çekildiğimi hissettiğimde gözlerimi açtım. Yüzeye çıktığımda içime derin bir nefes aldım. "Ne yapıyorsun sen!" Nefes nefese kollarına tutunduğum adamın gözlerinden akan öfke, banaydı. "Ne yapıyorsun Deniz sen! Yine mi! Yine mi intihar edecektin!" Yanından uzaklaşıp sudan çıktım ve kendimi çimlere bıraktım. "Ben gelmeseydim çıkmayacak mıydın?!" Sinirle yanıma geldiğinde ona bakmak istemiyordum. "Bana bak Deniz! Ne yapmaya çalışıyorsun!?" Ayağa kalktım ve eve girmek için hareketlenmiştim ki kolumdan çekip beni durdurdu. "Sana bir şey soruyorum! Ben gelmeseydim çıkmayacak mıydın!?" Kolumu sıkıyordu ve emindim ki tenim kızaracaktı.

 

İkimizden de başından aşağı akan sular çimleri boyuyordu.

 

"Çıkmayacaktım!" Bağırarak kolumu elinden çektim ama bırakmadı. "Canım yanıyor benim, canım! Ciğerim sökülüyor anla artık!" Bir hıçkırık koptu boğazımdan. "Yaşamayı beceremiyorum! Aldığım nefes ciğerimi yakıyor, boğazımda diziliyor!" Kolumu çektiğimde bu sefer zorlamadı ve bıraktı. "Ölüyüm ki ben! Böyle yaşamak mı olur!" Su damlalarına artık göz yaşlarım da karışmıştı. "Gelme peşimden Miran, benim ateşim seni de yakar." Hızlı adımlarla yanından uzaklaşıp eve girdim ve durmadan sabah uyandığım odaya geçtim. Hızımı alamayıp yatağın üstünde bulunan çarşafları elimin arasına alıp hızlıca yere fırlatıp, içimde birikmiş olan çığlığı bıraktım.

 

"Yapamıyorum! Artık dayanamıyorum!" Miran gelmişti peşimden, kapıyı kapatıp tuttu kollarımdan beni göğsüne çekti. "Niye Miran? Niye böyle oldu? Hangi günahın bedeli bu, niye ben ödüyorum bu bedeli!?" Islak bedenlerimiz birbirine sıkıca sarılırken hıçkıra hıçkıra ağlamaktan kendimi alamıyordum. "Şşhhh," dediğinde yatıştırıcı sesi ile kulağıma fısıldadı. "Sakin ol bebeğim." Dediğinde sakin olmak istemiyordum. "Sakin olmak istemiyorum Miran, hep sakin kaldım ben zaten. Daha ne kadar sakin kalayım? Daha ne yapayım?" Başımı kaldırdığında onunla göz göze gelmemizi sağladı. "Sakin olma o zaman, çıkar bütün hıncını benden. Boşalt içini, o zaman sakinleşirsin belki." Başımı salladım. "Benim seninle bir derdim yok ki, senden alamam hıncımı. benim derdim yaşadıklarımla değil, yaşatanlarla. Sen değil, onlardan almam lazım hıncımı." Başını salladı bu sefer benim aksime. "Tamam o zaman, onlardan al hıncını. Kim sana ne yaşattıysa birer birer al intikamını herkesten."

 

"Alamam!" Dediğimde ağlamam şiddetlendi. "Ben öyle biri değilim Miran. Ben kimsenin kırılmasını istemem, istemiyorum." Sıcak dudaklarını dudaklarımda hissettiğimde bunu büyük bir istekle kabul ettim ve karşılık verdim. "Sen ağlamaya devam edersen, her bir damla göz yaşın için birini öldüreceğim şimdi! Ya sus intikam için bekle, ya da ağla olacakları izle." Ürkütücü sesi ile ağlamam biraz olsun dinerken bunu yapabileceğine olanak vermiştim. "Ne oldu? Anlatmak ister misin?" Dinen göz yaşlarımı gördüğünde kendisi de sakinleşmişti. "Ne olacak." Dedim parmağımı şakaklarıma yasladım. "Şurası susmuyor, her zaman ki gibi."

 

"Susturalım o zaman." Dediğinde anlamayan gözlerle ona bakarken birden beni kucağına aldı ve dudaklarımı koparmak istercesine öpmeye başladı. İçimde uyanan arzu ve isteğe karşı gelemezken kendisine karşılık veriyordum ama aceleci dudaklarına yetişemiyordum. Yatakla buluşan sırtım ile üzerime abandı. Parmaklarım ıslanan gömleğinin düğmelerine giderken onu bir an önce kendime katmak istiyordum. Kendini kadınlığıma bastırdığında inlememek için dudaklarımı ısırdım. "Miran!" Boynuma doğru inen öpücüklerin şehveti artıyordu.

 

Gömleğini yırtarcasına çekiştirip bedeninden sıyırdığında artık dünyanın en seksi manzarası karşımdaydı. Yutkunmadan edememiştim. Tekrar dudaklarıma inmeden önce, "hep bugünü hayal etmiştim." Diyerek fısıldadı.

 

Ruhumu ruhuna katmak ister gibiydi hareketleri. Dudakları artık benim meskenimdi. Göğsü evimdi. Sesi huzurum olurken gözlerinde hayat buluyordum. Saatlerce birbirimizin olduk. İnlemelerimiz geceye karışırken ruhumuz birbirine teslim oluyordu.

 

Zevki sefa - ya dalarken isimlerimizi haykırıyorduk. Canımı incitmek istemiyordu, bir o kadar şefkatle yaklaşırken ben onun aksine daha hırçındım. Nefes nefese kalırken yüzünü boynuma yasladı. "Lan karı," dedi çatallaşmış sesiyle. "Sana doyamayacağım sanırım. Ne bugün, ne de başka gün. Hiçbir zaman doyamayacağım sana." Tekrar uzandı dudaklarıma, tekrar aldı ruhumu götürdü.

 

"Seviyorum seni," dediğinde yanağıma içimi huylandıracak bir öpücük bıraktı. "Karım yapacağım seni," daha nasıl yapacaktı ki?

 

"Öyle bakma;" dediğinde bakışlarımı kaçırdım. "Seni asla bırakmayacağım, inan bana." Burunlarımızı birbirine sürttü. Yanıma uzanarak beni göğsüne çekti. Göğsüne dağılan saçlarımı okşamaya başladığında gözlerim istemsizce kapandı. Çok geçmeden tekrar gözlerimi açtığımda başımı kaldırdım. Gözlerime ne oldu dercesine baktığında, "açım." Demiştim. Güler gibi olurken tekrar başımı göğsüne çekti ve ardı ardına öpücükler sıraladı. "Söylerim çocuklara odaya getirirler şimdi." Birden beni tekrar altına alırken kararmış hareleri tekrar parladı. "Ama ondan önce benim doymam lazım, sana."

 

Tekrar tekrar geceye inat hoyratça sevişirken onunla olmaktan aldığım zevki hiçbir şeye değişmezdim.

 

Balıkesir Bandırma

Boşver gitsin aldırma

Kaçan balık büyük olur

Kaçamayan ızgarraaaaaa

 

Aaaa, ben çok mutluyum leeen!!!

 

Evet arkadaşlar son kısmı okuduktan sonra abdestimizi alıp uyuyoruz sakın ama sakın tışte fehş yapmıyoruz!!! Okeyyy.

 

Bölümü kısa tutuyorum çünkü sık sık atacağım bundan sonra, ayrıca benim 9 aylık bir kızım var 🫠🥹 onunla ilgilenmekten geç atabilirim kusura bakmayın olur muu??

 

Sizleri seviyorum, bir yıldıza basmayı çok görmeyin. Güzel okurlarım 🌹🙏

 

Arkadaşlar lütfen yorum ve yıldıza basmayı unutmayın, lütfen.

 

 

Bölüm : 26.12.2024 17:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...