@ben1deniz
|
Hayat acımasızdı ve bunu iliklerime kadar hissedebiliyorum. Ne olurdu böyle olmasaydı? Ne olurdu sıradan bir hayata tâbii olup sıradan bir insan olsaydım?
Kulaklarım çınlıyordu. Aslında sorun kulaklarımda değildi, kafamdaydı. Kafamın içindeydi.
Uçurumun kenarındaydım. Nasıl oldu da kendimi burada buldum bilmiyordum. Evden nasıl çıktığımı, sözde annem olacak kadının yüzüne nasıl baktığımı bana yalvarışlarını hatırlamıyordum. Daha doğrusu hatırlamak istemiyordum.
Denizin kokusunu derince içime çektim. Durmadan hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Gözlerimin önü buğulanmış, önümü dahi göremiyordum.
Zaten önümde büyük bir boşluk vardı. Uçurum vardı.
Atlamak istiyordum. Atlasam kurtulur muydum ki? Diner miydi acım. Susar mıydı içimdeki çığlıklar.
Şiddetle kayalara çarpan suya baktım. Gerçeklerin yüzüme çarpması, canımı acıtması kadar şiddetli miydi?
Bir adım daha atsam kendimi denizde bulurdum. Bir adım daha atsamıydım?
Ağlamam biraz durdu. Gözlerimi sildim. Islanan yanağımı elimin tersiyle sildim.
"Atlayacak mısın?" Bu ses artık tanıdıktı. Arkama bakma gereksinimi duymadım. Yanıma doğru adımladığını duydum. Tam arkamda durdu.
"Artık bana aşık olup takip ettiğini düşüneceğim." Güldüğünü işittim. "Sözlerin beni güldürüyor." Dediğinde gözlerimi devirdim. Rüzgardan uçuşan saçlarımı elimle arkama aldım. "Atlamayı düşünüyor musun? Yoksa, inat edip yaşamayı mı düşünüyorsun?"
"Bana edebiyat yapmaya mı geldin?" Artık tam yanımda duruyordu. Sadece karşısına bakarken ben onun yüzüne kısa bir bakış atmıştım. "Bilmem, ihtiyacın varsa edebiyat da yapabilirim."
Lafı değiştirip,"neden geldin?" Dedim. "Şu soruyu sormaktan sıkılmadın mı? Ne işin var burada? Neden geldin? Neden geldim isem geldim. Hey Allahım!" Sitemine kaşlarımı çattım. Bana mı öfkelenmişti o!?
"Bana mı öfkelendin sen?" Kısa bir kahkaha attım . "Hayırdır ya, ne oluyoruz?" Yüzünü bana döndüğünde göz göze geldik. "Ne oluyoruz değil küçük hanım! Ne oluyor? Neden buradasın? Derdin ne? Sordun ya neden geldin diye, cevap vereyim. Derdini dinlemeye geldim. Anlat şimdi ne derdin var?" Kaşlarım çatılmış hayretle karşımda duran adama baktım. Sert ve sinirli sesiyle daha çok beni dövmeye gelmiş gibi havası vardı.
"Ne anlatacağım be, yok derdim falan. Ayrıca bana küçük falan da deme!" Arkamı dönüp arabama doğru ilerledim. "Ondan mı hıçkıra hıçkıra ağlıyordun! Belki de ben gelmesem atlayacaktın. Bu senin dertsiz halin ise dertli halini pek bir merak ettim doğrusu!" Sinirle arkama döndüm.
"Takip mi ediyorsun beni?" Yerinde dönerek bana baktı. "Ayrıca ne istiyorsun sen benden ya! Seni kurtardığıma pişman ediyorsun! Bıraksana peşimi. Orda burda karşıma çıkıyorsun! Zaten sinirlerim bozuk! Uğraşmam seninle."
Tam olarak gelip önümde durmuştu. "Beni kurtarmaya çalışırken de uğraşamam seninle diyordun hatırlıyor musun?" Elleri ceplerinde hafifçe başını yüzüme doğru eğmişti. "Ölme uğraşamam sonra seninle ölme! Diyordun." Gözlerimi devirdim. "Yani!? Ne demek istiyorsun?"
"Madem uğraşmak istemiyordun neden kurtardın, diyorum?"
Sinirle soluk verdim. "Ölmeni mi bekleseydim! Kim olsa yardım ederdi. Ne alaka hem şuan? İyilik yapmak da mı suç oldu?" Kaşlarını kaldırıp indirdiğinde aynı zamanda dilini damağına vurup cık sesi çıkarmıştı.
"Çünkü insansın! Hata yapabilirsin, üzülebilirsin, en ufak şeyde mutlu olup aynı zamanda kızgın olabilirsin!" Sinirle nefes alıp verdi. "Kendine bu kadar yüklenme diyorum! Geçmişte ne olduysa oldu! Kendini bu kadar yıpratma diyorum! İnsansın ve bu hayatta yaşadığın her şey senin sınavın! Hangi öğrenci sınavsız bir okul hayatı geçirdi? Bana söyler misin? Hangi insan şu hayatta mutlu mesut, dertsiz tasasız yaşayıp öldü?" Üzerime gelmesi gözlerimi doldururken hiddetle bağırdım.
"Ne yaşadığımı bilmiyorsun!" Ani çıkışımla iki adım arkaya gitti. "Gelmiş bana insansın diyor ya! Ne yaşadığımı bilmiyorsun ve bu konu hakkında konuşmaya hakkın yok! Ben de biliyorum kimsenin mutlu mesut yaşayıp ölmediğini!" İşaret parmağımı sağ şakağıma iki defa vurdum. "Şurası var ya şurası! Lanet olası şurası susmuyor! Ne yapsam susmuyor! Şimdi bana gelmiş psikologçuluk yapma!" Arabamın kapısını açtım. "Bir daha karşıma çıkma! İntihar falan da etmem merak etme!" Açtığım kapıdan arabama binecekken kolumdan tuttu. Arabanın kapısını sert bir şekilde kapattığında şaşkınca yüzüne baktım. "Ne yapıyorsun sen ya!" Beni bir hışımla kucağına aldığında resmen şaşkınlıktan dilimi yutacaktım.
Tekrar bizi uçurumun tam kenarına götürdüğünde beni indirdi ama kolumu bırakmadı. "ne yapıyorsun manyak! Bıraksana kolumu!" Ben kurtulmaya çalışırken diğer kolumu da tutmuştu ve birden beni aşağı doğru sarkmaya başlamıştı. Ayaklarım hemen sınırda kalırken geriye doğru eğilmenin verdiği boşluk beni ürkütmüştü.
Dudaklarımın arasından kaçan çığlığa hakim olamazken gözlerinden ateş çıkar gibi bana bakıyordu. "Atacak mısın beni!" Kısa bir kahkaha attım. "Lütfen , buna çok ihtiyacım var!" Saçlarım yüzüme geliyordu ve görüş alanımı zorlaştırıyor du.
"Uçurumdan düşmen için kollarını bırakmam yeter biliyorsun değil mi!" Başımı salladım ama içimdeki korkuyu bastırmak için zor da olsa gülümsüyordum. "Psikologçuluk yapıyormuşum ha!" Sesinde ki sinir bariz bir şekilde ortadaydı. "Sana istediğini veremedim herhalde küçük hanım!?" Sinirle gözlerimi yumdum. "Bana küçük deme, senin..." Sözümü kesti. "Bir de küfür edeceksin öyle mi!" Beni un çuvalı gibi sallandırırken gerçekten korkmaya başlamıştım.
"Atacaksan at amına koyayım! Oyun mu oynuyorsun benimle!?" Sonunda sinirin hakim olduğu gözlerine baktığımda başını salladı. Sinirli bir şekilde nefes alıp verirken kendimden daha deli biriyle karşılaştığım için aslında mutluydum.
"Sen nasıl istersen küçük hanım." Parmakları tenimden çekildi. Nefesim kesilirken, bedenim birden hafifledi. Havanın şiddeti ile aşağı düşerken kollarımı açtım. Birden soğuk suya temas ettiğimde zaten zorlukla aldığım nefesimi tuttum. Su beni içine çekerken gözlerimi açtım. Ciğerlerim zorlanıyordu.
Gerçekten de beni uçurumdan atmıştı. Kurtulmak için çabalamadım. Daha da derine inerken gerçekten ciğerlerim artık çok zorlanıyordu. Gözlerim kapanıyordu.
Mutlu olmam gerekiyordu, çünkü ölüyordum! Trajikomik bir şekilde istediğimi almıştım. Sonunda gözlerim kapanıyordu. Umarım bir daha açılmazdı!
Suyun derinine doğru inerken bilincimin kapandığını hissedebiliyordum.
Neyse ki bitmişti. Ya da ben öyle sanıyordum.
Çığlıklar sustu. Dünya durdu....
🦋
"Yine bana geldin küçük! Görüyor musun hayatın cilvesini! Yine elime düştün!" Nefes almakta zorlanıyordum. Elim boğazıma gitti. Etraf çok karanlıktı ve sadece onun yüzünü görebiliyordum. Gittikçe üzerime doğru geliyordu. ''özledin mi babanı?" Yutkunmaya çalıştım.
Olduğum yere mıhlanmış gibi hissederken kıpırdayamamak bir yana dursun dudaklarımı bile hareket ettiremiyordum.
"Geleceğim küçük, tekrar geleceğim." Elleri saçlarımda dolaşıyordu. Ölmek istedim. Bitsin istedim. Pis elleri saçlarımda dolaşırken gerçekten de kendimi çok kötü hissediyordum. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Nefesini tenimde hissettiğimde vücudum korkuyla titredi. "Özledin değil mi babanı?" Kalbim deli gibi çarpıyordu. Geri çekildi. Arkasında duran küçük kız çocuğunu gördüm. Üzerinde incecik bir tişört vardı ve onun haricinde çıplaktı. Yutkunmaya çalıştım. Kız çocuğu bendim. Gözleri ağlamaktan şişmiş gözleri,bacaklarından kanlar akıyordu.
Ona ulaşmak için çırpındım ama hareket dahi edemiyordum.
Kızın elini tuttu. O pis elleri minicik ellerin üzerini örttü. Arkasına döndü. Kızı da çekiştire çekiştire kendiyle götürmeye başlayınca kızın çığlıkları kulaklarımı dolduruyordu.
Dayanamıyordum. Kalbim ağzımda atıyordu. Uyanmak istiyordum ama yapamıyordum.
Derin bir nefes almaya çalıştım.
Gözlerim birden açılınca aynı anda boğuluyor muşum gibi derin bir nefes alarak uyandım. Anında kendimi yan tarafa çevirince öksürmeye başladım. Ayağa kalkıp derin derin nefesler almaya çalıştım.
"Allah'ım nolur yardım et!" Sesim adeta duyulmayacak kadar kısık çıkmıştı. Etrafıma bakındım bir odadaydım ama benim odam değildi. Sadece bir yatak vardı ve geri kalanı tamamen boştu.
Son yaşananlar aklıma geldikçe sinirlerim tepeme çıkmıştı.
Kendime gelmeye çalışırken tekrar yatağa oturdum. Üzerimde bana bayağı bir bol gelen bir tişört ve şort vardı. Bu kıyafetler tamamen bir erkeğe ait olduğunu bas bas bağırıyordu. Ayağa kalkıp odada bulunan tek kapıyı açtım. Koridordan geçtiğimde aşağı inen merdivene yöneldim. Ev bana tamamen yabancı gelirken merdiven boyunca asılı olan tablolara bakıyordum. Başka bir katla karşılaştığımda kimsenin olmadığını fark ederek tekrar aşağı inmeye başladım. "Neredeyim Allah bilir! Kaç kat çıkmışlar bu evi! Tabi dediğim gibi sadece bir evse!" Galiba son olduğunu anladığım kata indiğimde tıkırtı sesleri gelen yere yöneldim. Mutfak olduğunu anladığım yere girdiğimde Miran'ı gördüm. "Neredeyim ben?" Geldiğimi fark etti ama yüzünü bana dönmedi. Tezgahta bir şeyler doğrarken geniş sırtını süzmek durumunda kalmıştım. "Benim evimdesin." Dediğinde Kaşlarım havalandı. "Sebep?" Lafımın devamını getiremeden kendisi konuştu.
"Bak," dediğinde elinde doğrama bıçağıyla bana döndü. "Soru sorma. Seni sudan çıkardım ve buraya getirdim. Uyanmanı bekliyordum ve uyandın. Şimdi," yemek masasını gösterdi. "Geç ve otur. Yemek yiyelim." Tekrar arkasını döndüğünde ben nasıl tepki vereceğimi şaşırır durumda kalmıştım. "Pardon?" Dedim hayretle. Diktatör gibi konuşması sinirlerimi zıplatmıştı.
"Ya sen beni uçurumdan attın! Bir de üstüne kurtarıp buraya getirdiğin için teşekkür mü edeyim? Konuşma diyor ya bana! Konuşurum tamam mı konuşurum!"
"Konuşma demedim." Dediğinde doğradığı salatalık ve domatesleri tabağa dizdi. "Ne dedin peki?" Sesimde daha çok alay tınısı vardı. "Soru sorma dedim küçük hanım." Küçük demesiyle vücudum titredi. az önce gördüğüm kabus tekrar aklıma gelirken nefes almam bir an zorlaştı. "Bana küçük demezsen sevinirim!" sesimi dinç tutmaya çalışarak dik durmaya çalıştım. Omuzlarını kaldırıp indirdi. Elinde ki tabaklarla bana döndüğünde göz göze geldik. "Sende küçüklük yapma o zaman."
"Ne?" Tabakları masaya indirip kendisi sandalyeye oturdu. "Ne demek küçüklük yapma ya! Ne yaptım ki ben!" Karşısına oturduğumda başını kaldırıp gözlerime baktı. "Seni uçurumdan keyfimden atmadım. Sen istedin, ben de yaptım."
"Böyle mi avutuyorsun kendini?" Elinde ki bıçak ve çatalı sıkmaya başlayınca sinirlendiğini anlamıştım ama ben ondan daha da sinirliydim. "Sonra neden kurtardın peki?"
"Canım istediğim için seni kurtardım. Yemeğini soğutma da ye." Bi'dakika, beni canı istediği için kurtardığını mı söylüyordu? "Yemiyorum yemek falan! Evime gideceğim ben!" Dedim sinirl. Sesimin yüksekliğine gözlerini kısarken çatalına taktığı eti sakinlikle ağzına alıp çiğnedi. "Bir de ne yaptım diyor. şuan iyice çocuklaştın, küçük hanım."
"Bak!" Dediğimde ellerimi masaya yaslayıp kendimi hafif öne eğdim. "Bana küçük deme. Senden rica ediyorum tamam mı. Rica ediyorum küçük deme." Ellerini benim gibi yapıp benim gibi eğildi. "Yemeğini yersen sana küçük demem, tamam." Gözlerimi devirdim. Başımı salladım yemekten çatallamaya başladım. Gerçekten etin tadı çok lezzetli gelirken sesimi daha fazla çıkarmadan yemeğime devam ettim. Alttan alttan bana baktığını hissedebiliyordum. Aldırmadan yemeğime devam ettim.
"Elbiselerini çalışan kadınlardan biri değiştirdi. Merak ettiysen diye söylüyorum." Aslında hiç merak etmemiştim ama yine de başımı salladım.
"Ölmeye değer miymiş? Ne hissettin boğulurken?" Gözleri üzerimdeydi fark ediyordum ama kendisine bakmadım. "Ölmek isteyen biri için güzel bir şeydi. Çıkmak için çabalamadım. Çünkü zaten kabullenmiştim." çatalımı tabağıma bırakıp gözlerine baktım. "Ama ne var biliyor musun? Bir an sustu şu lanet kafamda ki ses. O kadar hafifledim ve rahatladım ki. Ölüm bile tatlı geldi bana."
Başını sağa sola hafif salladı. "Ruh hastasısın! Başka bir şey demiyorum." Gözlerimi devirip yemeğime döndüm tekrar. Çünkü düşüncesi pekte önem taşımıyordu benim için.
*
Yemeğimizi yedikten sonra masayı toplamıştık ve kendisi bana salona geçmem için emir vermişti. Tabii ki de emir verdiği için salona geçmemiş evini geziyordum. Aşağı inen merdivenlere gözüm kayınca merakıma yenik düşüp aşağı inmiştim. Karşımda büyük bir spor salonunun devamıymış gibi duran odaya şaşkınlıkla bakıyordum. Koşu bantları, kum torbası ve daha diğer bütün spora ait eşyaların güzelliği gözlerimi kamaştırmıştı. Ortada duran büyük dövüş minderine kalktım. Dövüşmek bile çok güzel olurdu bu minderde. Ellerimi yumruk yapıp sanki karşımda biri varmış gibi savurmaya başlarken altımda ki zemini hissetmeye çalışıyordum.
"Evimi gezmek için izin aldığını hatırlamıyorum." Gelen sesle aniden durup arkama döndüm. Kendisi de mindere çıktığında aramıza iki adım mesafe koyarak durdu. "Bak k-"
"Bana o kelimeyle seslenme Miran! Benim bir adım var!" Sinirle üstüne yürüdüm ama onda yaprak kıpırdamadı. "Ne yaparsın sana küçük dersem? Hmm, küçük hanım?" Damarıma basıyordu. Şuan onu öldüresiye dövmek istiyordum ve bunu zaten bilerek yapıyordu. "Ne yapacağım! koca adamın küçücük çocuk gibi davranmasını izleyeceğim." Dişlerini göstererek sırıttı. "Şuan burada senden daha küçük bir çocuk yok, göremiyorum." Sinirlerim iyice gerilirken ona istediğini vermeyecektim. "Çocukla çocuk olma o zaman!" Yanımdan geçip gidecekken kolumu tuttu. "Gel seninle bir iddiaya girelim. Eğer sen kazanırsan bir daha sana küçük demeyeceğim. Ama eğer ben kazanırsam bundan sonra sana hep küçük hanım diyeceğim." Kolumu elinden çektim. "Seninle dövüşmeyeceğim!" Kaşları havalandı. "Neden? Yenerim diye mi korkuyorsun?"
"Hayır!" Samimiyetsizce sırıttım. "Bir yerine bir şey olur da başıma bela olursun diye istemiyorum." Yüzü dalaga geçer gibi bir hal aldı. "Öyle mi küçük hanım? Korkuyorum demiyor da, bir yerine bir şey olur diyor. Gülelim mi?" Gözlerim kapandığında derin bir nefes aldım. Tekrar gözlerimi açtığımda başımı olumlu anlamda salladım. "İyi tamam. Ama sonra ağlama olur mu? Çünkü peçete uzatanın olmayacak!"
"Of of of, çok korktum. Vaz mı geçsem ne?" Geri çekilip pozisyonunu aldı. "Başla bakalım küçük hanım!" Bilerek küçük kelimesini bastırarak söylemişti ve bu bardağın taşmasına neden olan son damlaydı.
Ben de pozisyonumu alarak ellerimi yumruk yaptım. Yakınıma gelerek savurduğu yumruktan geri çekilerek kurtuldum. "Hadi ama küçük! Karşılık ver." Yüzünde tamamen bir alay ifadesi vardı ve bu benim sinirime dokunuyordu. Tekrar üzerime geldiğinde yumruk savurduğu kolunu kolumla engelleyip karnına tekme attım.
İki büklüm olup geriye sendelerken bundan zevk alır gibi sırıtıyordu. "Bakıyorum da hoşuna gitti tekmem!"
"Çok hoşuma gitti bir daha yapsana!" Yüzüne savurduğum yumruğumu elinin arasına aldığı gibi beni sertçe çevirip sırtımı göğsüne dayadı. Kolumu ağrıtmamaya çalışıyordu bunu fark edebiliyordum ama bunu yapsın istemiyordum. "Tabii, bir daha ki ne izin verirsem." Hızlı nefesini kulağımın dibinde hissedebiliyordum. Kalbim birden hızla çarpmaya başlamıştı. Yutkunmaya çalıştım. "Kurtar kendini küçük, pes mi edeceksin yoksa?" Sert bir hamleyle kolundan kurtuldum ama aklım bulanmış gibi başımı sağa sola hızla salladım. "Aa, bu kadar çabuk mu pes-" sözünü yüzüne vurduğum yumrukla kestim.
"İşte böyle." Dediğinde dudağından süzülen kanı eliyle sildi. Tekrar bi yumruk savurduğumda geri çekilip kurtulmuştu. Kendisi tekrar yumrukla karşılık verdiğinde eğilerek kurtuldum ve ayağını tutup hızla çektiğimde onu sırt üstü yere düşürdüm. Düşmesini fırsat bilerek üzerine çıktım ve yumruklamaya başladım. Ellerini yüzüne siper ettiği için yüzüne denk gelmiyordu. "Ne oldu! Pes mi ettin koca adam!" Dememe kalmadan birden kendimi büyük bedeninin altında bulduğumda kısa bir çığlık atmıştım. Kollarımı iki yanıma da bastırırken elinden kurtulmaya çalışıyordum. "Böyle yutarsın dilini işte!"
Üzerimde ki bedeni hızlı nefes almama neden olurken birden oluşan sıcaktan dolayı terlemeye başlamıştım. "Aferin..." Gözlerinde ki hayranlığı okuyabiliyordum. "Güzel dövüşüyorsun." Kollarımı bırakarak ayağa kalktı. Birden hafifleyen vücudumla içime derin bir nefes çektim. Kalkmam için elini uzattığında elini tuttum ve desteği ile ayağa kalktım.
Gözleri tuttuğum eline kayarken hemen elimi çekip saçımı başımı düzelttim. Yutkunarak minderden indi. "Kazandın. Beni yere serdin. Artık sana küçük demeyeceğim." Arkasından inerken olumlu anlamda başımı salladım. "İyi edersin." Dediğimde Güldüğünü işittim ama aldırmadan odadan ayrılıp salona çıktım. Arkamdan gelirken hızlı soluklarını duyabiliyordum.
"Evime gitmek istiyorum." Dediğimde kendisinin hemen arkamda olduğunu fark edemeden dönmüştüm ve bu bizim göğüs göğüse çarpmamıza neden olmuştu.
Gözlerim anında gözlerini bulduğunda istemsizce yutkunma durumunda kalmıştım. Kendisi hiç rahatsız olmadan aramızda ki boşluğu tamamen sıfıra indirdiğinde ben arkamdaki koltuğu yeni fark etmiştim. "Saat kaç haberin var mı?" Kuruyan dudaklarımı ıslatıp kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. "Yok." Dediğimde sesimin kısılması bile beni sinir etmeye yeterdi. Kalbim ağzımda atarken tekrar yutkundum. "Gecenin biri, ve bu saatte seni evine gönderemem." Birden kendini geri çekip koltuklara geçince derin bir nefes verdim. Kendime gelme amacıyla tenimi cimcikledim. Bu kadar iradesiz olamazdım değil mi?!
Onun karşısında ki koltuğa oturduğumda kendisi elinde ki tabletle ilgilenmeye başlamıştı. "Gönderemem derken?" Sonunda konuştuğumda başını kaldırıp bana bakma gereksinimi duymamıştı. "Senden izin almıyorum. Evime gideceğim."
Sonunda bana baktı. "Tabii, nasıl istersen. Hadi git." Sinirle yerimden kalktım ve salonun sonunda ki cümle kapıya yöneldim. "Gecenin bir yarısı nasıl gitmeyi düşünüyorsun?" Gözlerimi devirdim. "Arabama binip gitmeyi düşünüyorum." Kapıyı açmak için kulpu çevirdiğimde kapı açılmamıştı. "Gerçekten kilitledin mi kapıyı?" Dediğimde tableti bırakıp ayağa kalktı. Hareketleri o kadar yavaştı ki beni sinir etmek için yaptığını biliyordum.
"Araban burada değil, seni kedi arabamla getirdim. Ve evet kapı kilitli, sabah olduğunda evine gidersin."
"Buna sen karar veremezsin! Taksi çağırır öyle giderim,aç kapıyı!" Bıkkınlıkla koltuğun koluna yaslanıp ellerini pantolonunun cebine koydu. "Taksi güvenli değil, ayrıca yanında paran olduğunu da sanmıyorum." Evet param yoktu. Ama bu bir bahane değildi benim için. "Sen ciddimisin ya? Burada kalmayacağım tabii ki de!" Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Sen bilirsin," merdivenlere yönelip yukarı çıkmaya başladı. "Kapıyı açabilirsen gidersin."
Hemen arkasından koşarak ona yetişmeye çalıştım. "Ya, Miran! Aç şu kapıyı lütfen. Bak annem babam beni merak ediyordur şimdi." Girdiği odadan bende girdiğimde büyük ofise benzer yere kısaca bir baktım. "Hem benim telefonum nerde?" Dedim aklıma anca gelebilmişti. "Bilmem." Koltuğuna oturup eline bir dosya aldı. "Nasıl bilmem? Arabada mı kaldı?"
"Bilmem." Tekrar aynı şeyi söylediğinde bu sefer gerçekten çıldıracaktım. "Miran..." Başını kaldırıp gözlerime baktığında bir an afalladım ve boğazımı temizledim. "Kapıyı aç lütfen." Sesim bana ihanet eder gibi kısık çıkarken bu halime lanet ettim.
"Anahtarı nereye koyduğumu hatırlamıyorum."
"Ne!" Yüzümü ellerimin arasına alıp sıvazladım. "Neden böyle yapıyorsun ya! Ne yapmaya çalışıyorsun?!" Sadece elindeki dosyaya odaklanmıştı ve ben cevap vermeyeceğini bile bile tekrar tekrar soru soruyordum.
"Beni tutsak edip organlarımı mı alacaksın?" Cevap vermedi. Büyük kitaplığında göz gezdirirken elime bir kitap aldım. "Köle mi yapacaksın beni,kendine?" Tekrar ses gelmedi.
"Hizmetçi mi yapacaksın ya da?" Tekrar sesini çıkarmadı. "Ne yapacaksın bana?"
"Hiçbir şey yapmayacağım Deniz, saçma sapan şeyler kurma kafanda." Kitabın arasında gördüğüm fotoğrafı elime aldım. Henüz 20'li yaşlarında bir genç adam vardı ve yanında kendisine çok benzeyen bir kadın vardı. Kadının kucağında kundakta bir bebek varken işin garibi adam bana bir yerden tanıdık geliyordu. Birden elimdeki fotoğrafı çekip aldığında şaşkınca yüzüne baktım. "İzin almadan bakmak sana huy olmuş herhalde?" Kitabı da elimden alıp tekrar yerine koydu. "Uykun yok mu senin? Gidip uyusana."
"Uyu mu? Nasıl uyuyayım? Kendi evimde bile zor uyuyorum, senin evinde nasıl uykum gelsin?" Tekrar masasına geçip oturduğunda fotoğrafı çekmecesine koydu. Karşısındaki koltuğa geçip oturdum. "Kim o adam?" Sinirlenmiş,alnındaki damarlar belirginleşmişti. Fotoğraftaki anne babası mıydı bilmiyordum ama konuyu sevmediği ortadaydı. "Anne ve baban mı?"
"Hayır!" Dediğinde sesinde ki tını beni korkutmuştu. "Kim o zaman?" Bende ki cesaret gerçekten alkışlanacak türdendi. Sinirle elini yumruk yapmış dişlerini sıkıyordu. "Çok soru soruyorsun Deniz. Git ve uyu!"
"Adam bana bir yerden tanıdık geldi sadece, soru sormamı istemiyorsan beni evime bırak o zaman!"
"Hey Allahım." Diyerek sabır dileniyordu. Galiba bu sefer gerçekten de damarına basmıştım.
"Nerden tanıdık geliyor adam sana?" Dudaklarımı büzdüm. "Bilmiyorum. Hatırlamıyorum ama sanki daha önce görmüş gibiyim." Başını salladı. "Anladım." Dediğinde ayağa kalktı. "Kalk hadi, seni evine götüreyim."
"Demek ki istediğin zaman yapabiliyorsun bazı şeyleri?" Ayağa kalkıp önünden yürümeye başladım. Arkamdan mırıldandığını duyuyordum ama aldırmadım.
"Üzerini değiştir. Kıyafetlerini giy ve gel." Üstümde ona ait elbiseler vardı. Bir odaya girip çıktığında elinde elbiselerimi getirmişti. "Teşekkür ederim." Elinden aldım ve az önce çıktığı odaya girip giyinmeye başladım. Hızla üzerimi değiştirip odadan çıktım. Açık olan cümle kapısından bahçeye çıktığımda korumalarla göz göze gelmeyi beklemiyordum. Hepsinin gözü yere giderken sanki bana bakmamak için ekstra çaba sarf ediyor gibilerdi. Miran'ın bindiği arabaya ilerleyip bindiğimde gözleri beni buldu. "Yol boyunca susarsan iyi edersin." Gözlerimi devirdim. "Susamam canım. Fıtratımda yok."
"Hey Allah'ım." Diyerek arabayı çalıştırdı ve bahçeden çıktı. Aynadan baktığımda iki araba daha hareket etmişti. Bunu kendisi de fark etmiş olacak ki telefonunu çıkarıp bir arama yaptı. "Geri dönün." Karşıdan cevap gelmesini beklemeden kapattığında arkadaki arabalar durmuştu. "Neden öyle dedin ki?" Yoldan ayırdığı bakışları kısa bir anlığına beni bulup tekrar yola döndü.
"Gerek yoktu gelmelerine ondan." Başımı anladım dercesine salladım. "Mafya mısın?" Birden sorduğum soruyla afalladığında ne diyeceğini bilemeyerek boğazını temizledi. "Mafya gibi mi görünüyorum?" Başımı evet anlamında salladım.
Gözleri kısa bir an bana döndü. "Gerçekten mi?" Dediğinde tekrar başımı salladım. "Yok daha neler?" Dediğinde aslında daha çok kendini inandırmaya çalışıyordu. "Silahlı korumaların var. Yani demek oluyor ki, düşmanların da var. Yani demek oluyor ki sen mafyasın."
"Mafya isem arabamda ne işin var?" Elimi bilmem der gibi açtım. "Mafya adamın arabasına binmem diye bir kaidem yok çünkü." Güler gibi oldu. "Söylesene sizde gerçekten silah ticareti, kara para aklama, kumar oynama, adam öldürme işleri var mı?" Şaşkınlıkla bana döndü. "Saçmalama istersen."
"Yok mu?" Diye sorduğumda yine sabır dilenir gibi ah çekti. "Yok Deniz, merakın giderildi mi bari?"
"E ne diye korumaların var? Silahların var? Ayrıca o gün ben seni bulmasaydım çoktan helvan kavrulmuş olurdu. İnkar etme var işte hepsi!" Direksiyonu sıkıca tutmasından tabii ki yine sinirlendiğini anlamıştım.
"Peki sen?" Dediğinde bir anlığına dumura uğradım."sanki her gün yaralı heriflerin arasındaymış gibi gelip soğuk kanlı bir şekilde beni evime getirdin, az önce benimle profesyonelce dövüştün ve ben bunları normalmiş gibi görsemde olmadığını fark eetmeme rağmen çaktırmadın... Sen kimsin Deniz? Hadi ben mafyayım tamam. Sen kimsin?" Kısa bir bakışmanın ardından arkama yaslandım.
"Söyleyecek misin?" Dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. Topun bana dönmesi hiç hoş değildi, belki biraz üstü kapalı şeyler yaşamıştık ama nasıl bu kadar ileri gidebildim anlamamıştım. Soruma cevap bekler gibi bana tekrar döndüğünde "Eski askerim." Diyerrk mırıldandım. mırıldanarak söylediğim söze ani bir fren yaparak durduğunda Hayretle bana baktığını hissedebiliyordum. Ama ben ona bakmak yerine sadece önüme odaklanmıştım. "Eski!?" Dediğinde daha çok soru olarak sorduğu kelimeyi duyduğumu belirtmek amacıyla başımı salladım "ne kadar eski? Ve ne oldu da eski oldu?" Tamamen merak ederek sorduğu soruları yanıtsız bıraktım. Yüzüne baktığımda çözemediğim bir ifade vardı. "Nedeni seni ilgilendirmez bunu bil yeter. Mesleğinden men edildim, Askerlikten sürüldüm, bu kadar."
Kısa bir süreliğine duyduğunu hazmetmeye çalıştı. Arabayı tekrar çalıştırıp sürmeye başladığında ortamı derin bir sessizlik kaplamıştı. Rahatsız edici bir gerginlik bize bulaşırken nasıl bir ikileme düştüğümü çözmeye çalışıyordum.
"Eski asker olmam senin için bir şey değiştirir mi?" Diye sorarak sessizliği bölmeye çalıştım. Yutkundu. Bir bana birde yola bakıyordu. "Ne için değiştirsin ki? Seni evine bıraktıktan sonra kim bilir bir.... daha nerede göreceğim seni. İkimiz de bir birimizin aklında bir anı olarak kalacağız. Neden ve neyi değiştirsin senin asker olman?" Söyledikleri içimi acıtırken kuruyan dudaklarımı ıslatmak durumda kalmıştım. Başımı sallayarak karşılık verdim. Arkama yaslandım ve artık yol boyunca konuşmamıştım. Beni uçurumdan attığı yere geldiğimizde arabamın yanında durdu. Anahtarımı uzattığında sorgulamadan alıp arabasından indim. Kafam bulanmış bir şekilde kendi arabama bindiğimde hiç durmadan sürmeye başladım. Kendisi de arkamdan gelirken bakmamaya çalışıyordum.
Boğazıma bir yumru oturmuştu. Neden olmuştu bilmiyordum ama sanırım haklı olması canıma dokunmuştu.
Bir daha görüşmeyecektik. Evet, ikimiz de birbirimizin aklında bir anı olarak kalacaktık belki de. Şuana kadar yaşadıklarımız, onu tanıdığım günden beri sanki daha önceden hayatımda varmış gibi hissettirmişti.
Sert ve duvarlı bir adamdı. Sınırları vardı. Ve bir de galiba sinir hastasıydı!
Evime gelmiştim. Arkama baktığımda onun arabasını görmüştüm. Bahçeye girdiğime emin olduğunda arabasının uzaklaştığını gördüm. Kontağı kapattım ama arabadan inmedim. Başımı koltuğun başlığına yaslayıp derin bir nefes verdim.
İçimde farklı duygular vardı. Ama en çok korku vardı. Neyden korkuyordum bilinmezdi, ama bu yolun sonunda bir harabeyle kaşılaşacağımı biliyordum.
Arabanın kapısı açıldı. Birinin bindiğini duyuyordum, kapı tekrar kapandı. Gözlerim dikiz aynasından arkaya baktığında onu gördüm.
"Albayım?" Dedim kupkuru sesle. Başını aşağı yukarı salladı. "Aferin yüzbaşı. İyi gidiyorsun."
Gözlerim acıyla kapandı. İçimde ki korku gittikçe büyüdü.
"Yapmak istediğime emin değilim-"
"Size söylenilen bir emirdir yüzbaşı! Unutmayın, tek hatanız hayatınıza mââl olur."
Çıktı gitti arabadan. Beni yalnız bıraktı sırtladığım dertlerimle, sanki az derdim varmış gibi.
Soluğum çıkmıyor gibiydi. Tekrar açıldı kapı, bu sefer gelen Gülsüm anneydi. Elini yanağımda hissettim. "Ben nasıl dayanırım anne..." Sesim titredi. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Kendisi de ağlıyordu. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Her Zaman yaptığı gibi.
Saçlarımdan öptü, şefkatini içime işliyordu. "Geçecek annem, geçecek güzel kızım..." Geçer miydi gerçekten?
Yine bir bilinmezlikle baş başa kalmıştım. Yine kendi karanlığımda yok oluyordum. Hani insan gün geçtikçe büyürdü ya, işte ben büyümüyordum. Tam tersi küçülüyordum, gün geçtikçe yok olduğumu hissediyordum. Kör bir karanlık vardı, beni içine çeken. Ve benim asla karşı gelemeyeceğim bir güçle beni saran bir karanlıktı bu. Acılı ve acımasız....
Oy vermeyi unutmayın arkadaşlar. Size belki karışık gelebilir bu bölüm ama ilerleyen bölümlerde her şeyin açığa çıktığını göreceksiniz.
Öptümmmm
Yorumlarda buluşalım🥰🌹
|
0% |