Ve işte o an anladım ki, yalnızlık benim kaçınılmaz kaderimdi. Annem ve babam, hayal meyal hatıralar arasında kaybolmuş, hep var olup da aslında hiç olmayan gölgelerdi. Onların yokluğu, hayatımın her anında hissedilen derin bir boşluktu. Herkesin ailesiyle yaşadığı anıları, paylaştığı sevgiyi ben sadece uzaktan izlemekle yetiniyordum. Bu acı gerçeği değiştiremeyecek olmam, içimdeki sızıyı daha da derinleştiriyordu. Yine de, tüm bu yalnızlık ve acıya rağmen, kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenmem gerekiyordu. Çünkü bu hayat benimdi ve onu nasıl yaşayacağıma karar vermek de benim elimdeydi.
Hayat bazen insanlara sürprizlerle dolu hikayeler sunar. Bir ağabeyin olduğunu sonradan öğrenmek, hem heyecan verici hem de karmaşık duygular uyandırabilir. Varlığından habersiz olduğun bir kardeşinle tanışmak, geçmişin bilinmeyen sayfalarını aralamak gibidir. Belki de bu yeni bilgi, aile bağlarını güçlendirecek ve yeni anılar biriktirme fırsatı sunacaktı. O ağabeyinle tanışmak, onunla paylaşılan genetik ve duygusal bağları keşfetmek, hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Kimi zaman bu gibi durumlar, insanın kendi kimliğini ve köklerini daha iyi anlamasına yardımcı olur. Kısacası, bu yeni gerçekle yüzleşmek, hayatıma beklenmedik bir boyut katabilir ve seni daha zengin bir duygusal dünyaya taşıyabilir.
En azından ben öyle umuyordum...
Göğsümde kabaran acı kaburgalarımı aşıp ruhum en derinlerinde hissediliyordu. Olduğum konumu, yeri çözmeye çalışıyordum. Kimseden ses dahi çıkmazken kapıda biri daha belirdi. Sarı saçlarını at kuyruğu yapmış üzerinde siyah bir eşofman takımı olan Lal'di bu. Ağlaması iç çekişlerine dönen adamın yanına gelerek omuzlarından tuttu ve onu da kendisiyle beraber doğrultarak ayağa kaldırdı.
Kızarmış gözleri ile bakarken ne diyeceğimi dahi bilemez bir halde ona bakıyordum. "Dinlenmesi gerekiyor." Derin sessizliği bölerek söylediği ile herkesin bakışları ona toplandı. "Çıkalım, kendine gelmesine izin verin." Kulaklarımda bir uğultu baş gösterdiğinde kimin ne dediğini duymaz olmuştum. Herkesin odadan çıktığını görebiliyordum. Miran gitmek istemese de Lal onu zorla çıkarmıştı. Kapı kapandı, derin bir sessizlik çöktü.
Benim bir ağabeyim mi vardı?
İnanmak istemedim. Canımın acısına rağmen kalbimde daha büyük bir ağırlık belirdi. Bu ağırlık, yaşadığım anılar ve hissettiğim duyguların bir yansıması gibi. İçimdeki bu karmaşayı tarif etmek zor, çünkü her bir anı, her bir düşünce kalbimde bir iz bıraktı. Hüzün, öfke ve belki de biraz umut birbirine karışmış durumda. Bu duyguların altında ezilsem de, belki de bu ağırlık bana yeniden ayağa kalkmam için bir neden verirdi. Her acı, her yara bir ders içerir ve belki de bu ağırlık, bana daha güçlü olmayı öğretiyordur.
Bilemedim.
Kapı açıldı, içeri giren Asi'ydi. Hüzünlü bakıyordu, gözlerinde derin bir keder vardı. Odaya adım attığında, sessizlik bir anda ağırlaştı; kapıda ki herkesin dikkati ona yönelmişti. Yüzünde beliren hafif bir gülümseme, aslında ne kadar zorlandığını gösteriyordu. Kendi içindeki fırtınayı dindirebilmek için bir an durdu, derin bir nefes aldı ve sonra konuşmak için ağzını açmıştı. Sanki kelimeler boğazında düğümlenmişti, tekrar sustu ve kapıyı kapatıp sonunda yanıma ulaştı.
"Sonunda uyandın." Dediğinde anlamayan bakışlarla baktım. "Sonunda derken? Ne zamandır uyuyorum?" Ufak bir yutkunuştan sonra yanıma oturdu ve elimi tuttu. "On gündür uyuyorsun, seni uyandırmaya çalıştılar ama uyanamadın. Bugün kendin uyandın." Duyduklarımla kısa çaplı bir şok yaşadım. "On gün mü?"
"Dile kolay," sesinde tonlarca hüzün vardı. "Her gün su gibi geçerken şu on gün yıl gibi uzadı. Geçmek bilmedi." Bakışları ağırca yüzümden çekildi. Derin bir nefes verdi ve elimi okşamaya başladı, "Neden intihara kalkıştın Deniz?"
Soru değildi bu, sindiremediği cümleyi dışa vurmaktı.
"Keşke tek kelimeyle açıklayabilseydim." O anı hatırladıkça ruhuma iğneler batıyordu. "Sanki tüm dünya üzerime yıkılmış gibiydi. Çıkış yolu göremiyordum. Her adımım bir bataklığa saplanmak gibiydi. Sanki nefes almak bile bir yük olmuştu. O an için ölmek, tüm acılardan kurtulmanın tek yolu gibi görünüyordu." Nefesimi verdim. Uzandığım yerde bile rahat değildim.
Asi'nin bakışları gözlerimde geziniyor, sanki içimi okumaya çalışıyormuş gibiydi. O an yaşadıklarım o kadar yoğundu ki, tekrar o karanlık kuyuya düşmekten korkuyordum. Asi elimi sıktıkça kendimi güvende hissediyorum. Belki de o an yalnız olmadığımı anladığım içindi.
"Anlıyorum Deniz," diye fısıldadı Asi, sesinde samimiyet vardı. "Ama lütfen bir daha böyle bir şey yapma. Bizi ne kadar üzdüğünü bilmiyor musun?" Gözlerim dolmaya başladı. Asi'nin bu kadar üzülmesi beni daha da kötü hissettiriyordu. "Üzgünüm Asi," diye mırıldandım. "Bilerek yapmadım. Sadece o an için çözüm bu gibi görünüyordu."
"Biliyorum," dedi, Asi, sesinde anlayış vardı. "Ama unutma, her zaman bir çıkış yolu vardır. Belki o an göremesen bile."
Asi'nin sözleri içimi ısıtıyordu. Haklıydı, o an için her şey çok karışıktı. Çıkış yolu göremiyordum. Ama şimdi, Asi'nin yanımda olduğuna göre, her şeyin daha iyi olacağını hissediyordum.
"Teşekkür ederim Asi," dedim içtenlikle. "Yanımda olduğun için."
Asi gülümsedi. "Her zaman yanındayım Deniz. Unutma."
O an, Asi'nin kollarında kendimi güvende hissediyordum. Sanki tüm dünya yok olmuş, sadece biz kalmışız gibi. Belki de hayat yeniden başlıyordur. Belki de bu karanlık tünelin sonunda bir ışık vardı.
Gözlerimi kapatıyordum ve Asi'nin sıcak nefesini yüzümde hissediyorum. Belki de hayat, düşündüğümüzden daha güzel şeylere gebeydi. Belki de yarınlar, bugünlerden daha umut verici olacaktı.
Düşünmeyi bırakmak istedim. En azından şimdilik düşünmeyi bırakmak istedim.
"Annem, babam?" Dediğimde aniden boğazım düğümlendi. Asi gözlerini kaçırdı. Söylemek istemiyordu ama buna mecburdu.
"Neden burada değiller?" Sorumu devam ettirsem de içim içimi yiyordu duyacağım cevaptan dolayı.
"Çok istediler," yutkunmak zorunda kalarak devam etti. "Ankara, operasyonu senden önce tutarak gelmelerine yasak koydu." Boğazıma oturan yumruyu gidermeye çalıştım. Anladım dercesine başımı salladım, içimde kırgınlık yayıldı. "Sen, Çağıl?" Omzunu silkti.
"Biz umursamadık. Buraya geldiğimizi fark ettiklerinde disipline uymadığımız için açığa alındık." Kaşlarım havalandı. "Nasıl? Meslekten uzaklaştırma mı aldınız, benim için?" Dedim. hayretle. Tekrar omuz silkti ve boş ver der gibi elini savurdu. "Merak etme, iki güne tekrar çağırırlar. Babam, daha fazla sürmesine izin vermez."
Tabii izin vermezdi, yarbay gördüğüm en iyi babalardan biriydi. Kızı için yapmayacağı şey yoktu.
"Anladım." Dedim ama sesim fısıltıdan ibaretti. "Peki o adam?" Asi, kendisi de şaşırmış bir halde gözleri açılırken dudaklarını büzdü. "Bilmiyorum, geldi Miran'a sataştı, nasıl koruyamazsın, sana emanetti falan dedi, ardından bahçeye çıktılar, Mert diye biri daha var onlarla çıktı tartıştılar ama hiçbir şey anlamadım ben." Sesinden şaşkınlık akıyordu. "Sonra burada sana kardeşim dedi," yeni duymuş gibi şokla ağzı açıldı. "Abin mi var senin?"
Sanki onunla birlikte öğrenmemişim gibi bana soru yöneltirken gözlerimi devirdim. "Bilmiyorum Asi, kardeşim dedi. Karakol gecesinde ki davette de karşıma çıkmıştı, şimdi de burada ağlıyor, elime kapanıyor falan. Kafam karıştı, kim ne diye böyle bir şey yapsın ki, tanımadığı birine." Ayağa kalkarak omuz silkti. "Bilemedim, o Elvan denen karıdan her şeyi beklerim de, bu kadarını da değil!"
Bakışlarımı gördüğünde söylediğini yeni idrak etmiş gibi sustu. "Nasıl o zaman?" İnanması gereken bendim ama Asi benden daha çok şaşkındı. "Senden önce olması gerek, çünkü büyük görünüyor."
"Sıkıntı büyük görünmesi mi Asi? Benden ne diye kardeşim diye bahsetsin, yanlış anlama olabilir. Karıştırmış olabilir." Aklına bir şey gelmiş gibi durdu. "Miran biliyor ama, gerçek her neyse o da biliyor. Çünkü birbirlerini tanıyorlar, elini tuttuğunda bile başını kaldırıp bakmadı!"
"Miran biliyorsa..." İkimiz de durduk. Birbirimize bakarken aynı anda yutkunduk. "Seni de biliyordur o zaman!" Benim söyleyemediğimi, kendisi dile getirince başımı hayır anlamında salladım. "İmkansız! Tek bir açık bile vermedim! Onun hayatına girdiğimden beri mesleğim hakkında tek bir cümle bile konuşmadım, askeriyeye bile adımımı atmadım!"
"Ama asker olduğunu biliyor!"
"Eski asker olduğumu biliyor!" Seslerimizi kısmaya çalışıyorduk ama sertliğine çare yoktu.
"Emin değilim," dediğinde derin bir soluk verdi. "Dikkatli olman gerek, daha elimizde somut hiçbir şey yokken patlayamayız!"
Yerimden kalkmaya çalıştım ama derin bir acı eşliğinde inleyerek yatağa tutundum. "Dur, ne yapıyorsun. Dur."
"Kalkmak istiyorum, canım uyuştu uzanmaktan." Yardımcı olduğunda ayaklarımı aşağı doğru sarkıtıp oturur vaziyete geldim. Duyduğum acıyla yüzüm buruşurken Asi üzerimde olan mavi hastane elbisesini düzeltiyordu.
"Çok mu acıyor?" Sesinde meraktan çok, hüzün vardı. "Biraz." Dedim. Aklımı karıştıran deli gibi sorular vardı.
"Asi, onu bana çağır." Dediğimde emin olmak ister gibi gözlerime baktı. "Emin-"
"Çağır Asi," dedim tekrar. Kapıya yöneldi. Açtı ve kenara çekilerek Alaz'a baktı. Anında göz göze geldik. Oturmamı beklemiyormuş gibi beni süzdü. Asi yol vererek içeri geçmesini istedi ama tereddüte kapılıp sağına soluna baktı. "Seni bekliyor," dedi Asi, belirtmek istercesine. Ellerini pantolonuna yaslayarak odaya adımladı ama adımları bile korkaktı. Odaya girdiğinde asi kapıyı kapattı. "Gelsene," dediğimde karşımda duran koltuğu işaret ettim. Bunu bekliyormuş gibi gelip otururken tekrar beni süzdü. "Daha iyi misin?" Dedi yumuşak bir tonda.
"İyiyim, biraz canım acıyor sadece." Telaşla ayaklandı. "Hemşireyi çağırayım mı? Serumuna ağrı kesici koysunlar."
"Hayır," dediğimde ayağa kalkmasını beklemiyordum. "hayır gerek yok, İyiyim." Emin olmak ister gibi baktı. "Emin misin?"
"Evet," tekrar yerine otururken ellerini huzursuzca dizlerine yasladı. "Bir yanlışlık olmalı, bana kardeşim dedin. Ama ben senin-"
"Kardeşimsin." Sözümü kesmesine değil, söylediğine takılmıştım. "Benim abim yo-"
"Var, ben senin ağabeyinim." Gözlerimi kırpıştırırken cümlelerimi bile tamamlayamıyordum. "Olsa bilirdi-"
"Bilmedin, kimsenin haberi yoktu çünkü. Çok aradım seni, sizi..." Durakladı.
"Anlamıyorum, Elvan benden önce evlilik yapmamıştı." Dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. "Elvan mı diyorsun ona?" Sorusu şuan garibime gitmişti. "Karıştırma oraları." Dedim kararlılıkla.
"Çok mu öfkelisin onlara?" Bedenime iğneler batarcasına öfkelenirken burnumdan soluyordum adeta. "Onlar hakkında konuşmak istemiyorum!" Sesimde ki dinginlik onu şaşırtmıştı. "Özür dilerim." Dedi, nazik bir sesle. "test yapmaya hazırım. Zaten hastanedeyiz, ne çıkabilir ki en fazla. Ben eminim, sen benim kardeşimsin. Ama seni ikna etmek gerekirse yaparım." Derin bir nefes almaya çalıştım ama şişen göğsüm ile ağrıyan bedenim inlememe neden oldu. "İyi misin?" Telaşla ayaklanıp kollarımdan tuttuğunda benim elim yarama kalkmıştı. "Canım acıyor." Dedim, gerçekten acıyan bir sesle. Arkamdaki yastığı düzelttiğinde pozisyonumu bozup tekrar uzanır hale geldim. "Teşekkür ederim." Dedim yardımı için.
Kalbim hala hızlı atıyordu. Bu kadar ani bir gelişmeye hazırlıklı değildim. Kardeşim mi? Bu mümkün müydü? Aklım karışmıştı. Bir süre sessizlik oldu. Hastane odasının loş ışığı altında yüzüne bakıyordum. Onun da gözlerinde aynı şaşkınlığı görüyordum. Sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Biliyorum, bu çok ani oldu. Ama gerçek bu. Ben senin abin, sen benim kardeşimsin."
"Ama... nasıl?" diye mırıldandım. "Bütün bu yıllar boyunca neden birbirimizi görmedik?"
"Uzun ve karmaşık bir hikaye," dedi iç çekerek.
"Peki şimdi ne olacak?" diye sordum. Her şeye rağmen ona inanmak istemem tuhaftı."Öncelikle sağlık durumunu iyileştirmemiz gerekiyor. Sonra birlikte bir karar vereceğiz. Nereden başlayacağımıza, nasıl bir hayat kuracağımıza..."
"Hayat?" Dedim şaşkınlıkla. Benimle birlikte bir hayat mı kurmak istiyordu? Ayağa kalkıp yanıma oturduğunda elimi tutup tutmamakta kararsız kalmıştı. "Güz güzeli," dediğinde tekrar şaşırdım.
Bu samimiyet?
"Abiciğim." Bu kadar çabuk adepte olması normal miydi? "Ben seni çok sonra da olsa buldum."
"Abim olduğundan emin değiliz, henüz test yapmadık." Sözlerim kendisine büyük bir hayal kırıklığı ile dönerken gözlerinde parlayan ışıklar söndü. "Yaparız." Dedi kesin bir dille. "Yaparız, sen yeter ki iste."
"Test sonuçları çıkana kadar, bana zaman vermeni istiyorum." Dediğimde artık bütün umudu kırılmış gibi yutkundu. "Peki." Bakışları önüne kaydı. "nasıl istersen, tabii." Ayağa kalktı ama omuzları düşmüştü. "Ben hemen çıkması için doktorlarla konuşacağım." Dedi. Başımı salladığımda hızlı adımlarla odadan ayrıldı ve kapıyı bile kapatmadan uzaklaştı. Kapının ardından gördüğüm kadarıyla Lal ardından koşarak gitmişti.
Kesin aralarında duygusal bir bağ vardı. Miran odaya girdi. Kapıyı sakin bir şekilde kapatırken dağılmış haline baktım. Saç ve sakalları birbirine girmiş, giydiği tişört üstüne yapışmıştı artık. "Artık gelebilir miyim?" Dediğinde yatağıma ulaştı ve oturur oturmaz dudaklarıma ulaştı. Yumuşak ve narin öpücüklerine hasretle karşılık verirken onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Dudaklarımız ayrıldığında gözlerimiz birbirine kenetlenmişti. "Seni çok özledim," diye fısıldadı. Sesindeki titreklik içimi ısıtıyordu. Kollarımı boynuna doladım ve canımın acısını umursamadan ona daha sıkı sarıldım. Başımı omzuna yasladım ve derin bir nefes aldım. O an, tüm kaygılarımın yok olduğunu hissettim. Sadece o ve ben varmışız gibi...
"Yaran..." Dedi, buruk bir sesle. "İyiyim, merak etme." Dedim.
"Sevgilim." Alnını alnıma yasladı. Sıcak nefesi yüzümü okşuyordu. "Güzel sevgilim," yatağın kollarına tutunarak üstüme ağırlığını vermiyordu. "Ne yaptın kendine?" Sesi keder doluydu. "Sus," diyebildim sadece. Serumsuz elim yanağına tırmandı. "Sus, çok pişmanım. Gözüm dönmüştü, ne yaptığımı bilmiyordum." Usulca ıslanan yanaklarımı sildi. Kendisi de ağlıyordu.
"Seni kaybetmekten çok korkuyorum," diye fısıldadı, sesi titriyordu. "Affet beni, lütfen." Dedim,paramparça olan yüreğimle.
"Nasıl affetmeyeyim. Nasıl kızayım sana?" Gözünden süzülen bir damla yaş yanağıma damladı. "Bana bunu yaşatma diye sana yalvardım." Nutkum tutuldu. "Canımı acıtma diye sana yalvardım, Deniz." Verdiği nefes dudaklarıma çarptı. "çektiğin acıları küçümsemiyorum, ama bana bunları yaşatmana hakkın yoktu," sesi sitemden uzak, yalvarış gibiydi.
Her konuştuğunda kelimeleri yutacak gibi oluyordum. Her bir cümlesi, kalbime saplanan bir hançer misaliydi. Gözlerim kapalı, yüzünü hayal ediyordum. O anlattıkça, yaptıklarımın ne kadar büyük bir hata olduğunu daha iyi anlıyordum. Keşke zamanı geri alabilseydim... Keşke her şeyi baştan yaşayabilseydim...
"Affet beni," diye fısıldadım yeniden. Sesim titriyordu, sanki içimdeki fırtına dışarı taşımak istiyordu. "Lütfen, affet beni."
O an, tüm dünyam onun omuzlarında yükseliyordu. Onun sevgisi, beni dibe batmaktan alıkoyuyordu. Ama ben, bu sevgiyi hiçe saymıştım. Nasıl affedebilirdi beni? Nasıl yeniden bana güvenebilirdi?
"iki oldu," bariz bir şekilde öfkelendiği belliydi. "Nasıl güveneyim sana, iki oldu. Ölüme bu kadar meraklı mısın. Gitmeye bu kadar kararlı mısın?" Sesi buz gibiydi.
"Lütfen." Dedim titrek bir nefes alarak. "Yapma," gözlerinde ki duygular yoğunlaştı. Derin bir nefes verdi ve alnını alnıma yasladı.
"Ne haldeyim bir bilsen." Kısa bir öpücükle dudaklarımdan ayrıldı. "Bunu yapan düşmanım değil, sensin. En zoruma giden de o." Kapı çaldığında ayrılmak zorunda kaldı ve benden uzaklaştı.
Arkasını dönerek yüzünde ki ıslaklığı sildi ve camın olduğu yere yaklaştı.
Hemşire elinde küçük tüplerle odaya girdiğinde kendimi toparlamak durumda kaldım. "Test için kan almam gerekiyor." Alaz arkasından girdiğinde başımı onaylar halde salladım. Miran ile ikisi de keskin gözlerle birbirine bakarken Lal yanıma yaklaştı. "İyi misin?" Beden diline sadece başımı sallayarak cevap verdim. Hemşire kan almak için iğneyi tenime yaklaştırdığında elinin titrediğini gördüm. "Stajyer misin?" Diyerek sorduğumda heyecanla başını salladı. "Evet, kusura bakmayın biraz heyecanlıyım."
Sıkıntı yok der gibi onu onayladığımda heyecanına yenik düşmüş olacak ki damarı tutturamadı ve iğneyi tekrar çıkardı. "Yapamıyorsun." Dedim, elindeki iğne ucunu alarak. Sıkıntılı bir nefes verdi, onu rencide etmek istemiyordum ama canım zaten yeterince acıyordu. "Ben hemen başka bir-"
"Gerek yok," dedim, iğneyi koluma geçirdim ve tüpün kan dolmasını bekledim. Stajyer şaşkınca bakarken utançtan yanakları kızarmıştı. "E, hadi al." Dediğimde eli ayağına dolanır şekilde aceleyle tüpü aldı ve odadan ayrıldı. Ardından bakarken yarım yamalak tutuşturduğu pamuğu kan akmaması için bastırdım. Alaz'a kaydı bakışlarım. Katlanmış gömleğinden anladığım kadarıyla kendisi de kan vermişti. "Ne zaman çıkar?"
Afallamış surat ifadesini bozup boğazını temizledi. "Akşama doğru çıkacağını söyledi." Başımı salladım. "Ne zaman evime gidebilirim peki?" Gözlerini kırpıştırarak bakarken omzunu kaldırıp indirdi. "Doktorunla konuşmam gerek."
"konuş o zaman."
Kendisinden sanki dünyanın en zor şeyini istiyorum gibi Miran'a baktı. Ardından Lal'e baktı ve yutkunarak tekrar bana baktı. "Tamam." Dedi stabil bir sesle.
Tamamsa tamamdı.
Sonunda ayaklanmıştım. Doktor son kontrollerinin ardından haftada iki kere gelmem üzere beni taburcu etmişti.
Eve geçmem gerekiyordu ama benim bir evim yoktu.
Benim bir evim yoktu.
Haykırmak istedim. Benim bir evim yok diye haykırarak bağırmak istedim.
Bu cümle beynimde yankılanırken koluma Miran'ın girdiğini hissettim. "İyi misin?" Başımı salladım sadece. Arabaya binmem için bekledi. Kolumdaki seruma dikkat ederek bindikten sonra yanıma geldi. Kapılar kapanırken diğerlerinin başka arabalara bindiğini görebilmiştim.
Ortasında siyah cam olan arabaya hareket etmeye başladı.
Miran'ın bakışları önünde sadece elimi tutmuş, nabzımı okşuyordu. "Onu nereden tanıyorsunuz?" Dediğimde parmağı durdu. "Kimi?" Bakışları yüzüme kalktı. "Alaz'ı. Abim olduğunu biliyordun, yanıma geldiğinde hiç şaşırmadın. Abim olduğunu söylediğinde bile hiç şaşırmadın." Kısa bir nefes verdim. "Benden ne saklıyorsun?"
Boğazını temizleyerek tekrar önüne döndü. "Evde konuşalım." Sesi de kendisi gibi durgundu. "Yorgunsun, önce dinlenmen lazım. Doktoru duydun." Kestirip atmak ister gibi söylediğine sadece göz devirdim. Bu hareketimi gördüğünde dudakları belli belirsiz kıvrıldı. "Teste ihtiyaç yok, o senin abin." Dedi kendinden emin bir şekilde. "benim abim yok, bu mümkün değil."
"Neden mümkün olmasın ki?" İçime şüphe tohumları atarken hiçte çekinmiyordu.
"Ben bilirdim." Kaşları havalandı. "Müneccim değilsin ya, nereden bilecektin? Annen kimseye söylememiş. Onu bir yetimhane arkasında doğurup kaçmış, tabii bilmezsin." Donup kalırken boğazımda ki sert yumruyu hissettim. Söylediğini yeni idrak eder gibi kendine küfür ederken ağzına vurdu. "Sen biliyorsun." Sustu.
Yetimhane arkasında mı?
Gözlerim doluyordu. "Nasıl?"
"Bir battaniyeye bile sarılmamış."
Söyledikleri zihnimde bir fırtına koparmıştı. Yetimhane arkasında, battaniyesiz bir şekilde terk edilmiş olmak... Bu düşünce, kalbimde derin bir yara açmıştı. Gözlerimde biriken yaşlar, yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı.
Miran'ın sözleri beynimde yankılanırken, gözlerimdeki sis yavaş yavaş dağılıyordu. Hayatım boyunca bildiğim her şey bir anda yerle bir olmuştu. Gözlerimdeki yaşlar dinmek bilmezken, içimde bir öfke büyüyordu.
"Nasıl böyle bir şey yapar?" diye fısıldadım titrek bir sesle. Miran, omzumu sıvazlayarak beni kendine çekti. "Bilmiyorum," dedi sakin bir sesle. "Belki zor durumda kalmıştır, belki başka bir çaresi olmamıştır."
"Alaz'la nasıl tanıştın?" diye sordum sessizce. Miran, bir süre düşündü. "Aslında çok karmaşık bir hikaye," dedi. "Lütfen evde konuşalım." Dediğinde üstelemedim. Mecalim kalmamış gibi gözlerimi silerken bir bebeğin battaniyesiz bir şekilde hayalini kurmak bile tüylerimi ürpertiyordu.
Eve geçtiğimizde Miran yürümeme izin vermeyip beni kucağına almıştı. Doğruca salona geçerken beni odasına götürmek için merdivenlere yöneldi. "Salonda kalsaydım, odada kalmam şart mı?"
"Şart." Dediğinde odasına geçmiştik. Odaya girer girmez burnuma ilişen koku temiz çarşafların kokusuydu. Hazırda bekleyen iki doktoru gördüm. Beni yatağa bıraktığında odada küçük bir değişiklik fark etmiştim. Çiçekler yoktu. Normalde odasında küçük saksılarda hercai çiçekleri bulunurdu ama şuan yoktu. "İyi misin."
"Evet." Emin olmak ister gibi baktığında başımı salladım. Lal elinde bir tepsiyle içeri girerken kokusundan anladığım kadarıyla çorba getirmişti. "Size de zah-"
"Saçmalama." Kızarak beni böldüğünde Lal'in elinden tepsiyi aldı ve önceden önüme indirdiği ayaklı yatak masasının üzerine koydu. "Şimdilik bir sıkıntı yok, siz aşağıda bekleyin." Doktorlara emir verirken, onlar baş selamı verip odadan ayrılmışlardı. "bu kadar şeye gerek yok."
"Neyin gerek olup olmadığına ben karar veririm." Sert bir dille konuşurken yutkunmaktan geri kaçamadım. "Miran."
"İç hadi, bebeğim. Soğutma çorbanı." Uzattığı kaşığı dudaklarımı açtığımda ağzıma itti. "Sıcak mı?"
"Güzel." Dediğimde devam etti. Bir süre sessizce çorbayı içirdi. Ben onu izlerken kendisi sadece kaşığı takip ediyordu. Benimle göz göze gelmekten korkuyor gibiydi.
"O da gelsin. Anlatın bana, nasıl tanıştığınızı Miran." Eli durdu. Sert bir soluk verirken belli belirsiz başını salladı. "yemeğini yedik-"
"Miran, şimdi istiyorum." Dedim emin bir dille. Sonunda göz göze geldik. "Peki," dedi buruk bir sesle. Telefonunu çıkarıp Alaz'a mesaj yazdıktan sonra kapatıp yatağın diğer ucuna attı. Birden bire gelen bu huzursuzluk bana da yansıyordu. Kaşığı tutan eli artık haddinden fazla sıkmaya başlamıştı.
Alaz kapıda göründü. İçeri girmekte zorlanır bir şekilde yavaş adımlarla odaya girdiğinde yutkunuş sesini duyabilmiştim. Ellerini pantolonuna yaslamış çekinir bir tavırdaydı. Miran'a sırtını dönerek yatağın diğer tarafına oturdu. Bakışları önünde, omuzları çöküktü. Koskoca cüsseli iki adam şuan karşımda suç işlemiş iki çocuktan farksızdı. "Anlatın artık." Miran çorbayı masaya indirerek kucağımdan aldı ve yere indirdi. "İkinizde benden ne saklıyorsunuz?"
"Bir şey saklamıyoruz." Kısık sesin sahibi Alaz'dı. ""Sadece nasıl konuya gireceğimi bilmiyorum." Diyerek devam etti.
"En başından anlat," dedim duyacaklarım beni korkutmaya başlamıştı bile. "İlk gününden başla."
"İlk gün mü? Gözümü açtığımda soğuk bir yetimhanenin bahçesinde olduğumu bilmeden ağlamaya başladığım ilk gün mü?" Yaramdan mıdır bilmiyordum ama kaburgalarım kalbime batar gibi canım acımıştı.
"Yavaş gir," dedi Miran. "Duyduklarını kaldıramayabilir. Kalbine zarar gelebilir." Uyarır tonda konuşurken Alaz başını salladı.
Anlatmaya başladı. Başına gelen her bir olayı, annemiz olacak kadının onu nasıl terk ettiğini, Miran ve Lal ile nasıl tanıştığını hepsini anlatırken ben ağlamamı tutamıyordum. Göz göze geldik. Ağladığımı görünce gözleri açıldı. Beklemiyordu belki de bilmiyordum ama ona sıkıca sarılıp geçti demek istiyordum. "Beni nasıl buldun?" Dediğimde duruldu.
"Mahir ölmeden önce bulmuş seni, sizi," Mahir'in nasıl öldüğünü anlatacak kadar güvenmişti bana. "Miran," sözünü devam ettirirken göz göze geldiler. "Seninle şans eseri tanıştığını söyledi. Fotoğraftan tanımış," yutkunurken devam etti. "Söyledi, bir süre karşına çıkıp çıkmamakta kararsızdım. Sonra..." Gözlerime döndü. "Başına gelenlerden sonra daha fazla beklemek istemedim."
"Hastaneye kaldırılmasaydım karşıma çıkmayacak mıydın?" Duymak istediğim neydi tam olarak bilmiyordum. "Hayır, öyle düşünme. Her halükarda karşına çıkacaktım. Doğru zamanı bekliyordum." Elimi tutmak istediğinde karşı çıkmadım. Miran'ın gözleri ellerimize kayıdı. "Test sonucuna gerek yok, sen benim kardeşimsin."
Telefonuna mesaj gelirken hemen cebinden çıkarıp ekranda biraz oyalandı. "Bak," dediğinde ekranı bana çevirdi. "Hastane sonuçları." Yüzünde büyük bir sevinç belirirken ben en altta yazan sonuçları okumakla kalmıştım.
O benim abimdi.
Buna inanmak istemez gibi başımı sallasam da sonuçlar kesindi. "İnanamıyorum." Dedim. Yüzü düşünce telefonu çekti. "Beni kabul etmeye bilirsin, seni anlarım." Sesinde, içine attığı çığlığın yansıması vardı. Keder, hüzün doluydu.
"Ama bu gerçeği değiştirmez, sen benim kardeşimsin. Seni canım pahasına-" kolundan tutup kendime çektim. Canımın acıması umrumda değildi. Boynuna sıkıca sarılırken imrenerek baktığım abi kardeş ilişkileri gözümün önüne geldi.
Islanan yanaklarım yine beni çaresiz bırakıyordu.
Kollarımın arasında donup kalmış olan beden sonunda şaşkınlığını üstünden atıp sarılışıma karşılık verdi. "Kardeşim." Sesinde ki hüzün artmış gibiydi. "Sus," dedim bir şey duymak istemez gibi.
Sırtımda ki elleri titriyordu. Bunu hissedebiliyordum. Lal yatağın kenarından dönerken abisinin yanına ulaştı ve başını kendine çekerek karnına yasladı. İkisi de duygulanmıştı.
"Güz güzelim; kardeşim, ailem."
Ansızın gelen bu adam benim ailemdi. Kabul etmesi zor olsada ağabeyimdi. Kanımdı, canımdı.
Ailem vardı artık benim, kendimi yetim öksüz kılarken ansızın çıkıp gelen bu adam artık benim ailemdi.
"Kokuyorum." Dedim bütün duygusal havayı bir toz bulutu gibi dağıtırken. Ayrıldı ve gülümserken "duş almam gerek." Dedim. Gülümsemesi kahkahaya dönerken ıslak gözlerime rağmen bende gülmeye başladım. "Çıkın," ikisini de işaret ettim. "Bu odada karşı cinsten biri olsun istemiyorum." İkiside değişen yüz ifadeleri ile ayaklanırken Miran, "ben kalayım istersen, yardım-"
"Höst lan!" Dedi sert bir dille Alaz. "Sana mı kaldı yardım etmek! Lal var, arkadaşı var aşağıda, ben varım!" Dediğinde Miran'ı kabul etmeyeceği netti.
"Bana kaldı tabii lan!" İkisi de gereksiz yere sinirlenmişti. "Sevgilisiyim ben onun!" Alaz'ın kaşları havalandı. "S-" tuttu kendini, elini yumruk yaparak ısırırken kapıyı işaret etti. "Gel bu konuyu dışarıda konuşalım, abiciğim. Gel."
İkisi de sinirli adımlarla odayı terk ederken arkalarından bakmaktan başka bir şey yapamadık.
Okuduğunuz için teşekkürler, yorum ve beğenilerinizi esirgemeyin lütfen. 🌹🌹❣️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.72k Okunma |
144 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |