YAZIM HATALARI VARSA AFFOLA ÇÜNKÜ BİLGİSAYARDAN YAZIYORUM KENDİ KENDINE DÜZELMİYORR..
Boynumun ve sırtımın ağrısıyla gözlerimi açtığımda uzandığım yerden doğruldum. Hâlâ tutulduğumuz bu yerden çıkamamıştık ve geceyi burada geçirmiştik. Başımı Miran'ın olduğu yere çevirdiğimde gözleriyle karşılaşmayı beklemiyordum. "İyi misin yavrum?" Gülümsemeye çalışarak başımı salladım ama boynum çok ağrıyordu. "İyiyim. Ama boynum tutulmuş sanırsam."
"Merak etme, çıkarız birazdan. O zaman boynunla ilgileniriz."
"Hmm," dediğimde kaşlarım usulca yukarı havalandı. "Sen ilgileneceksen olur." birden kaşları çatıldı. "Benden başka kim ilgilenecekmiş seninle?" Sesine sinir hakim olurken, şaşırmadan edememiştim. "Sana benden başka değen gözü bile yuvalarından sökerim."
"Tamam sevgilim, yaparsın. Sen tehlikesin, tehlikenin içinden geldin, tamam." onunla dalga geçtiğimi sanarak ayaklanıp parmaklıkları sertçe tutmaya başladı. "Hele birinin sana yavşadığını, sulandığını göreyim. Bak o zaman böyle dalga geçebiliyor musun benimle," oturduğum yere sinerken ciddiliğini yüzünden okuyabiliyordum. "Ben seninle dalga geçmiyordum ki?" Dediğimde sesimin kısıklığına hayret etmiştim. "Tamam dedim sadece, ne dedim ki sanki?" Gözlerimi sulandırarak acıtasyon yapıyordum ve başarılı da oluyordum. "Benim ne suçum var?" Yüz hatları anında yumuşarken bu sefer o, bu kadar çabuk ağlamama şaşırmıştı. "Taş gibi hatunsam, güzelsem, manken gibiysem ben ne yapabilirim sanki?" Gülmemek için dudaklarımın içini ısırdım. Gözlerimden yaşlar ilk defa dalga niyetine akarken Miran ne diyeceğini şaşırmış vaziyette yerinde kalmıştı. "Ağlıyor musun?" Dediğinde ki sesi bir hayli vicdan azabı çeker gibi çıkmıştı. "Ben senin üzerine bir şey söylemedim ki, vallahi bak. Sadece sana yavşayan angutlara dedim, güzel sevgilim ağlama..." Yalandan iç çekerken birden Mert'in gazabına uğradık. "Ulan!" Diye haykırdığında şaşkınlıkla ona döndük. "Lan sizin yüzünüzden bir şu lanet yere düşmediğimiz kalmıştı o da oldu lan!" Yere bir seksen uzanmış halini bozup ayağa kalktığında savaştan çıkmış gibiydi. "hâlâ böyle konuşabiliyorsunuz ya ikinizi de eşek sudan gelene kadar tokatlayasım var!" Ellerini ve mimiklerini ustalıkla kullanırken onun bu haline gülmeden edememiştim. "Yok sen ıyımısın yovrom! Yok o gozu bilmem neresınden sokorom! Yok toş goboyom! Yok monkon gıbıyom!" Kendimi tutamayıp kahkaha attığım sırada Mert ağzını yamulta yamulta konuşmaya devam ediyordu. "Sono yowşoyon angotlara dodom." Dediğinde gülmekten artık karnıma ağrılar girmişti. "Hay sizin evciliğinize de, sevgililiğinize de, yeter ulan yeter!" Eliyle gırtlağını işaret etti. "Şurama kadar doldum yav! Başlayacağım aşkınıza ha!" Miran oturduğu yerden siniri bozuk bir şekilde gülerken Mert bizim bu halimize daha da sinir oldu ve diz çöktüğü yerde saçlarını çekmeye başladı. "Delirttiniz ulan beni! Sizin yüzünüzden millete de rezil olduk! Camiaya da rezil olduk! Bütün hissedarlar kesin sözleşmeleri fes eder, kesin!"
Miran çokta umrundaymış gibi bir sigara yakarken bulunduğumuz yerin kapısı açıldı. "Deniz yekta." Polis gelerek benim bulunduğum parmaklıkların kapısını açarken ayağa kalktım. "Benimle gelin."
"Sebep?" Bunu diyen Miran'dı. Ayağa kalkmış, kaşları çatılmıştı. ''öyle gerekiyor." Topuklularımı giymeden çıplak ayakla çıktığım yerden Miran'ın önünde durdum. "Geldiğimde söylerim, sen telaş etme." Elimi tuttuğunda sıcacık bir öpücük bırakmıştı. Başını salladığında polisi takip ederek odadan çıktım. Başkomiserin odası olduğunu anladığım yere giderken üzerimde ki ceketi asla bırakmıyordum. "Yüzbaşı." Asi, Altay ve albayın göz hapsine girerken sakinliğimden asla taviz vermeden boş bulduğum koltuğa oturdum. "Evet?"
"Neler oluyor yüzbaşı! Neden buradasınız!" Albayı aldırmadan Altay'dan bir sigara istemiştim. Yanmış sigarayı anında elime tutuştururken içime derin bir nefes çektim. Dumanı albayın gözlerine bakarak salarken bu hareketimi beklemiyormuş gibi şaşırdı.
"Benden ne istiyorsanız onu yapıyorum albay." Bacak bacak üstüne atarken hiçte çekinmiyordum. "Benden adamı kendime aşık etmemi istediniz, ettim. Şimdi de zapt edemiyorum."
"Senden adamı kendine aşık etmeni istediğimde bu aşk karşılık bulmasın demiştim! Bu hal ne! Kaç ay oldu ama sen bize tek bir bilgi vermedin! Unutma yüzbaşı, sen o adamla aşk yaşabilecek bir vasıfta değilsin!"
Omuz silkip sigaramı içmeye devam ettim. "Bana bu görevi sunduğunuzda sadece Ömer için bilgi vereceğimi söylediniz. Miran hakkında tek bir bilgi vermem size!" Kaşları havalanırken öyle mi dercesine bakmaya başladı. "Yalnış sulardasın yüzbaşı,"
"Ne zaman doğru sularda yüzdüm ki albay?" Sigaramın izmaritini onun yanında olan küllükte söndürürken ayağa kalkmıştım. "Bana anlatmadığın çok şey var albay." Sesim kendimden emin çıkıyordu. "Sen ne zaman ki bana dürüst olup bu hikayenin devamını anlatırsın, o zaman belki senin işine yarayan bir bilgi veririm." Meydan okurcasına ayağa kalkıp karşımda durdu. "Ha bu arada," dediğimde parmağımı ona doğru salladım. "Beni tehdit etmeye kalkarsan, inan ki tam tersini yapmaktan hiç çekinmem!" Yutkunmasını görebiliyordum. Odaya giren avukatım baş selamı verirken selamını aldım ve odadan ayrıldım. "Deniz hanım, dediğiniz gibi yaptım. Adam şikayetini geri çekti." İki avukat daha yanımıza gelirken, onların Miran'ın avukatları olduğunu biliyordum. "Karşılığında bir şey istedi mi?" Dediğimde polisin uzattığı kağıtları imzalayıp geri eline tutuşturdum. "İsteyemedi, çünkü Çağıl bey adamı hiçbir şey isteyemeyecek bir duruma getirdi" Emindim ki Çağıl onun hakkından gelmişti. "İyi o zaman, çıkalım." Başını salladığında gözlerim koridora kaydı. Mert ve Miran uzun koridorun sonunda görünürken yanıma gelmeleri çokta uzun sürmemişti. Elinde ki topuklularımı eğilerek ayağıma giydirirken bütün teşkilatın gözü bizim üzerimizdeydi. Tekrar ayağa kalktığında imzalaması gereken evrakları alıp hiçte nazik olmayacak bir şekilde imzaladı ve polise geri verdi. Hiçbir şey demeden elimi tuttuğunda karakoldan çıkmıştık artık. Mert arkamızdan saydırırken bizim için gelen arabalardan birine bindik ve koruma durmadan sürmeye başladı. Arabada fark ettiğim şeyle şaşkınca Miran'a döndüm. "Bu da ne?" Arabanın içini ikiye ayıran siyah bir cam vardı. Ön tarafı hiç bir şekilde göstermezken emindim ki diğer taraftan da kimse bizi görmüyordu.
Sırtımdan tutarak beni kendine çektiğinde ceketi omzumdan kayıp düşmüştü. Açığa çıkan omzuma öpücükler bırakırken içimdeki tatlı hissin keyfine vardım.
"Sana dokunmama engel olan hiçbir şeye tahammülüm yok." Boynumu ısırıp ısırıp bırakırken inlememek için dudaklarımı ısırdım. "Boynun," dediğinde nefesi sıklaşmış hareketleri sertleşmişti. "Miran dur," dudaklarıma uzanıp öpmeye başladığında beni kucağına çekmişti. Yırtmacımdan ses gelirken şokla bacağıma baktım. "Yırtıldı!" Dediğimde hiçte umrundaymış gibi görünmüyordu. Daha da derin bir yırtmaç oluşurken parmaklarını yırtılan yerden elbisenin içine itti. "Beni durdurma," dediğinde kucağındaki pozisyonumu daha rahat bir hale getirdi ve bacaklarımı iki yanına yerleştirdi. Sertçe öperken kendimi onun kollarında bayılacakmış gibi hissediyordum. Dağılmış saçlarında gezen parmaklarımı tutarak parmaklarını geçirdi. Göğsüme kadar inen öpücükleri inlememe neden olurken boşta olan eli dudaklarımın üstünde durdu. "Yavrum, çok sesin çıkıyor," elbisenin üzerinden göğsümü avuçladığında bacaklarımın arasından hissettiğim sızıyla gözlerimi yumdum. "Yaptıkların çok acımasızca," dedim inler gibi. "Bu daha hiçbir şey." Dediğinde araba durmuştu. Beni Üzerinden indirdiği sırada kendisi arabadan indi ama benim inmeme müsade etmedi. Korumalara verdiği emirden sonra beni hiç zorlanmadan kucağına alırken fark etmiştim ki bütün korumalar bize sırtını dönmüştü. "Yürüyebilirim." Bacaklarımı sırtına sararken kısa kısa öpücükler bırakıyordu dudaklarıma. "Evet, sadece bana yürüyebilirsin." Kapının neden açık olduğunu bile sorgulamadan eve girdiğimizde öpücükleri şiddetlenmişti. Kalçamı sıkmasıyla inlerken birden kendimi duvara yapışmış olarak buldum. "Bütün gece seninle bir an önce kavuşmanın hayalini kurdum, o demirlerin arkasında." Saçlarını çekiştirirken boynuma bıraktığı ısırıklar içimi gıdıklıyordu. "Şu gömleğin!" Dediğimde yakalarını çekiştirdim. "Seni o kadar seksi gösteriyor ki, inan bana oracıkta üstüne atlamak istedim." Merdivenleri çıkamayacağını anladığında beni bi'basamağa indirip hırçın hareketlerle aşık olduğum gömleğini indirmeye başladı. Üzerinden sıyırdığı gömleği bir kenara fırlatırken bacaklarımı bir birinden ayırdı. "Sen benim başıma gelen en güzel şeysin." Tekrar dudaklarıma yapıştığında artık bizi durduran hiçbir şey yoktu. Onun sıcaklığı benimkine karıştıkça inlemelerimiz artıyordu.
Sert hareketleri beni benden alırken artık kendimden geçmeme ramak kalmıştı. "Miran!"
"Söyle yavrum!" Nefes nefese birbirimizin olurken bu duyguyu onunla yaşamak paha biçilmezdi.
Birden olduğum yer içine çökerken kollarına sıkıca tutunmak zorunda kaldım. "Ayy, kırıldı bu!" Beni kucağına alırken kalktığım yere şokla baktık. Merdivenin basamağı içe çökmüştü. "Sen iyi misin?" Dediğinde başımı salladım. "O zaman siktir et bunu." Aceleci adımlarla odasına gelirken bu sefer onu altına alan bendim.
**
"Merdiveni de kırmadık demeyiz artık." Uzun soluklu iki saatin ardından duşumuzu almış, giyinmiştik. Merdivenlerde dururken kırdığımız basamağa hayretle bakıyordum. "Ee, nasıl olacak şimdi bu?"
"Çocuklara söylerim hallederler, sen buraya gel." Küçük bir çocukmuşum gibi elimi tutup beni salona, koltuklara getirdi. Kendisi uzanırken bende yanına uzandım ve yüzlerimiz birbirine dönük kaldı. "Sormazlarmı abi nasıl kırdınız bunu diye?" Burnuma küçük bir öpücük bıraktığında gülümsemişti. "Hadleri değil bebeğim. Soru sormazlar." Kaşımın biri imayla kalkarken, "hiç mi?" Demiştim.
"Hiç, ben söylerim, Onlar yapar. Gerisi çokta mühim değil."
"Çok mu sertsin sen?" Arsızca gülümserken dudaklarını büktü. "Bilmem, sana sormak lazım. Çok mu sertim." Gözlerimi devirirken omzuna vurdum.
"Arsızsın." Beni kendine yapıştırıp sararken gülmesine hayranlıkla kulak verdim.
"Bir tek sana ama, bir sana bu arsızlığım." Dudaklarıma küçük küçük öpücükler bırakırken telefonu çaldı. Uzanıp eline aldığı çağrıyı yanıtlarken pekte mutlu değildi. "Ne zamandan beri?" Dediğinde karşıdan cevap gelmesini bekledi. "Tamam, geliyorum." Dediğinde çağrıyı sonlandırıp gözlerime döndü. "Bebeğim," doğrulup onun hizasına geldiğimde yanağıma sert bir öpücük buraktı. "Benim şirkete geçmem gerek." Dediğinde başımı salladım. "Bir kaç saate gelirim."
"Önemli bir konu mu?" Dediğimde belli belirsin başını salladı. "Pekte üstüne düşülmez ama gitmem gerek." Dedi.
"Tamam." Saçlarıma bir öpücük bıraktığında ayağa kalkmıştı. "Lütfen," dediğinde sesi yalvarır gibi çıkmıştı. "Lütfen ben gelene kadar sadece dinlen ve düşünmeyi bırak olur mu. Geldiğimde seni bıraktığım gibi görmek istiyorum." Kendisine gülümseyerek yanağına kısa bir öpücük bıraktım. "Git sen sevgilim, merak etme. Hiçbir şey olmayacak."
Son kez öpüştükten sonra artık evden ayrılmıştı. Kendi telefonumu elime aldığımda ekrana düşen sayısız çağrı ve mesajlara baktım. Hiçbirini umursamayarak sildim ama albayın son attığı mesajda takılı kalmıştım.
"Sana anlatacaklarım var, tabii ki de bunları bilmen senin de hakkın. Sen benim kızımsın. İlk başta ne kadar büyük bir hata yapsam da bunu sana telefi edeceğime söz vererek seni yanıma aldım. Son kez de olsa seninle konuşmak istiyorum. Nerede olduğumu biliyorsun. Seni orada bekliyorum."
Mesajı yanıtlama gereği duymadım ama görüldü atmıştım. Ayakkabılarımı giyerek bahçeye çıktığımda garaja indim ve kendi arabama binerek evden ayrıldım. Nerede olduğunu biliyordum. Çünkü gittiğimiz iki yer vardı, ya uçurum ya da ışıklı çay bahçesindeydi.
Uzun bir yolun ardından çay bahçesine vardığımda onu görmüştüm. Önünde bir bardak çay dururken bakışlarını denize çevirmiş, içli içli bakıyordu.
Yavaşça arabadan indim ve yanına ilerledim. Bakışları bile bana değmemişti ama geldiğimi fark etmişti. Karşısına oturduğumda garson ben söylemeden önüme limonlu kek ve limonata indirmişti.
"Yumurtasız." Dediğinde keki işaret etmişti. "Sen yumurta yiyemezsin, alerjin var."
"Ne yapmaya çalışıyorsun? Arşivini falan mı boşaltıyorsun." Güler gibi oldu. "Sana dair bilgileri arşive atmıyorum. Zihnime kazıyorum."
"Ooovv." Dediğimde dalga geçer gibi başımı salladım. "Babacılık mı bunun adı, ne oluyor yani?"
"Kızım,"
"Şöyle dönüp bakıyorum ardıma," dediğimde sözünü kesmiştim. "Koca bir yalanla büyümüşüm ben albay." Dediğimde artık ciddiyet hâkimdi. "Sen ve Ömer ne alaka diyorum. Sonra annem olacak o kadın..." Ağzıma almak istemediğim kelimeyi anlamış olmasını diledim. "Nasıl yapabiliyor, nasıl oluyor tüm bunlar hiç aklım almıyor." Dediğimde biraz suskunluğunun ardından
"Anlatacağım." Dedi.
"E, bir zahmet. Anlat artık."
"Kekini yemeyecek misin?" Her bir cümlesinde keder vardı. Keki yememi istemiyordu aslında bana sunduğunu kabul etmemi, ona olan güvenimi sorguluyordu. "Yemeyeceğim." Dediğimde üzüntüyle gözlerini kaçırdı. "Peki," dediğinde artık anlatmaktan başka şansının olmadığını anlamıştı.
Yazardan -yıllar önce-
Bir kitap düştü yere, üzerinde ki tozlar uçuşmaya başlarken sayfaları açılmaya başladı. Yapraklar ardı ardına serilirken bir sayfada durmuştu. İki adam bir kadın.
Kalem yazmayı bıraktı, silgi silmeyi... Her şey olacağına varardı. Peki ya olacaklar nereye varardı?
Yeşil gözlü kadın, anne yok. Baba yok. Nefesini sigaranın acı dumanı sarmış, gözlerini acının buğusu sarmıştı.
Makyajına baktı. Kırmızıya boyadığı dudaklarında son kez dil darbesini vurdu. Saçlarını düzelten ellerinin titrememesi gerekiyordu. Ama bilerek yaptığı bir şey değildi. Giydiği topukluların üzerinde adeta manken edasıyla yürürken ışıkların hoyratça vurdu salona giriş yaptı. Çalan yüksek sesli müziğin eşliğinde gözüne kestirdiği masaya doğru ilerledi.
Üç adam.
İçip dağıttıkları masada yanlarına gelen kadınla kendilerini düzelttiler. "Hoş geldiniz beyler, sizi tekrar görmek ne kadar hoş." Dediğinde boşluğa Harun'un yanına oturdu.
Harun kotan;
İlhan Yekta,
Ömer Yılmaz.
Üç yakın arkadaş. Üç arkadaş. Üç sırdaş.
Ömer gelen kadına aşkla bakıyordu. aşıktı ama kadının, ömer'den çok İlhan'a kayıyordu gözleri.
Harun, Minel'e ihanet edemezdi. Etmedi de. Arkadaşlarından ayrılıp evine doğru giderken onları ardında bırakmıştı.
İstek şarkıların çaldığı Türkü barda Ömer içmeye devam ederken kadın İlhan'a bakmaya devam ediyordu. "Ne yapmak istersiniz beyler, eğlenmeyelim mi beraber." İlhan kadının farkındaydı fakat onun gönlünde hiçbir şey yoktu. Ömer masada sarhoş olup uyuya kalırken İlhan ve kadın başbaşa kalmıştı. "Benim gitmem lazım," dediğinde İlhan ayağa kalkmıştı. "Bu gece nöbetimiz var." Ömer'i yakasından tutup kaldırmaya çalışıyordu ama Ömer derin bir uykudaydı. "Nöbetten önce biraz eğlenmenin bir sakıncası yok diye düşünüyorum." Elvan artık İlhan'a açık açık kendini sunarken adam başını olmaz anlamında salladı. "Hadi!" Dediğinde adamı kolundan tutup çekiştirmeye başladı. İlhan nefsine yenik düşerek kadının arkasından giderken o geceyi nasıl olsa bir daha yüz yüze gelmeyeceğiz diyerek sabah etmişti.
Kadın uyandığında tek kaldığı yataktan canı sıkılarak ayrılmıştı. O günden sonra üç arkadaşta
Meşguliyetlerine dalıp uzun bir süre buluşamadı.
Kadının gözleri onları ararken artık gelmeyecekleri için umudu kırılmıştı.
Birden tutan mide bulantısıyla kendini lavaboya atan kadının korktuğu başına gelmişti. Hamileydi. Ve bu bebeğin doğma gibi bir hakkı yoktu. Merdiven altı kürtaj yapmak istedi fakat bebek onun için ciddi anlamda büyüktü.
Her gün bebeğin düşmesi için Allah'a yalvarırken artık doğum zamanı gelip çatmıştı. Uzun bir sancının ardından doğan bebeğe nefretle bakıyordu. Ne diye doğmuştu ki?
Bir battaniyeye sarmaya bile tenezzül etmeden bulunduğu yerden acısına rağmen hızla uzaklaştı. Bir yetimhane bahçesinde kendini yırtarcasına ağlayan bebek artık kaderini yaşamaya mahkum kalmıştı.
Yaşadığı sancıların bir şahidi yoktu. Bir sırdaşı yoktu, tek başına doğmuştu. Tek başına ölecekti.
Ömer bulduğu her fırsatta onu izlemeye türkü bara giderdi ama gözüne görünmezdi. Utandırdı, çekinirdi Ömer.
Bir gün tekrar İlhan ile geldiği mekanda Elvan onları beklemiyor olacaktı ki şaşkınlıkla onlara bakıyordu. Ömer onu gördü, kendisine baktığını sanarak kadına bakmaya başladı.
Peşini bırakmadı kadının. Elvan ona güvenerek birlikteliği kabul etmişti ancak Ömer'in tek bir şartı vardı, türkü barı bırakacaktı. Elvan kabul etti ancak başka bir işte çalışması gerekiyordu. Ömer komutanına yalvar yakar Elvan'ı askeriyenin mutfağında bulaşıkçı olarak almıştı. Ömer aşkını artık gizli değil, açıkta yaşıyordu ama kadının gözleri sürekli olarak ilhandaydı.
"Beni neden görmüyorsun!" Diyerek çıkıştı kadın. İlhan'la yalnız kalmayı başarmış artık hesap soruyordu. "Ne laftan anlamaz kadınsın lan sen! Git buradan şimdi bir gören olacak!" Elvan ağlayarak kendini İlhan'ın kucağına attı. "Seviyorum seni, ne olur yapma böyle." İlhan kadından kurtulmaya çalışıyordu fakat Elvan'ın bırakmaya niyeti yoktu.
"Bırak beni, Ömer görürse öldürür bizi. Bırak!" Kadın bırakmadı. Göğüslerini açarak kendini adama sundu. "Al, canım senin olsun ama ne olur beni bırakma." İlhan kadını kendinden uzaklaştırırken gözlerinin ona değmemesi için çaba sarf ediyordu. "Git dedim sana, çık buradan!"
Kadın soyunmaya başladı. Çıplak bir şekilde önünde dururken yaptığının yanlış olduğunu biliyordu. "Bak bana, ben senin seviştiğin kadınım!"
"Sen bir fahişesin!" Dediğinde İlhan, artık kalpler çoktan kırılmıştı. "Ama sen benimle seviştin. Benimle yattın!"
"İşin bu kızım senin! Sadece ben mi dokundum sana sanki! DNA' ya gitsen üzerinde onlarca herifin geni çıkar!" Elvan ağlamaklı olurken olduğu yere çöktü. "Son kez benimle birlikte ol. Ondan sonra bir daha hiçbir şekilde karşına çıkmayacağım."
"Defol git dedim sana!"
"Son kez! Lütfen, seni istiyorum ben, Ömer'i değil!"
Son kez beraber oldular. Onun ardından Ömer'in askerliği bitti ve Elvan'ı da alarak Antalya'ya memleketine gittiler. Ömer'in durumu pek yoktu. Babasından kalma derme çatma bir eve yerleştiler. Ömer mutluydu. Sevdiği kadın yanındaydı. Mutlu olmaması imkansızdı.
İki ay sonra Elvan hamile olduğunuzu öğrendi. Ömer sevinçten tüm mahalleye tatlı dağıtmıştı. Bütün arkadaşlarını arayıp haber vermişti, mutluydu ve bu mutluluğunu herkesle paylaşmak istiyordu. Ama bir sorun vardı;
Bebek İlhan'ın kanındandı. Ve bunu bilen bir tek Elvan'dı.
Aylar sonra karnı artık patlayacak kadar şişen kadının sancıları tuttu. Bebek doğdu. Ömer kızına aşkla bakıyordu. Gelen ziyaretçileri en iyi şekilde ağırlıyor karısının başından hiç ayrılmıyordu.
"Deniz," dedi kulağına üflerek. "Benim kızım ismi Deniz olsun." İsim konuldu, künye takıldı. Kızını her şeyden çok seviyordu.
Bir yıl sonra askerlik arkadaşının tayini oraya çıkmıştı. İlhan ilk fırsatta Ömer'le buluşurken kendisinin de evlendiğini söylemişti. Karısıyla birlikte davet edildiği eve girdiğinde Elvan gördüğü görüntüyle kalakaldı. İçi sızladı, yüreği burkuldu. İkisi de hiçbir şey çaktırmadan otururlarken İlhan kucağında ki kızı sevmeye başladı.
"Sen ne güzelsin böyle," dediğinde küçük kız gülümsemişti. O andan sonra gidip gelmeleri sıklaştı ve Gülsüm ile Elvan'ın arasında bir arkadaşlık oluşmuştu. İki yıla kadar devam eden arkadaşlık birgün İlhan ve Elvan'ın yalnız kalmasıyla son bulacaktı.
"Bana tercih ettiğin kadın sana bir çocuk bile veremeyecek!" İlhan yanından ayrılmak için hareketlenmişti ki Elvan onu durdurdu. "Deniz," dediğinde dudakları titriyordu. "Senin kızın." İlhan duyduklarının etkisiyle kalırken buna inanmak istemiyordu.
O an hiç olmaması gereken bir şey oldu ve Ömer duvarın arkasından çıkarak ikiliye şokla baktı.
İlhan evden hızla uzaklaşırken Ömer ve Elvan baş başa kalmışlardı. "Nasıl yaparsın bunu bana!?" Deniz odasında uyurken, bu seslere uyanmıştı. "Sana and olsun ki bu yaptığınızı yanınıza bırakmayacağım!" Babası ve annesinin arasında artık hiç bitmeyecek bir öfke başlamıştı. "Yaşadığı her gün ölmek isteyecek o kız!" Ömer, Elvan'a olan aşkından susmak istedi. Her şeye rağmen kabullenmek istedi ama yapamadı. Önce alkole başladı, ardından kumara. Harun'un kumarhanelerinde borçlandıkça borçlandı. Harun onu kovsada geri dönüyordu. Borçları artık birikmişti, Harun parasını istiyordu. Ama Ömer'de verecek tek kuruş para yoktu. Birbirlerinin arasında artık uçurum kadar boşluk ve öfke girmişti. Ömer çareyi İlhan'a gitmekte buldu. Yalvar yakar onu öldü olarak göstermeyi başarmışlardı. Ömer bir süre evden çıkamaz hale gelmişti. Evde ki huzursuzluk anlatılamayacak kadar çoktu.
Harun, Ömer'in ölmediğine inanmamıştı. Bundan dolayı peşini bırakmamıştı. Bir gün Harun'un kendi düşmanı Ömer'i fark etti ve onun dışarı çıkmasını fırsat bilerek kaçırttı. Ömer'in borçlarını ödeyeceğini söyleyerek onu yanında tutmayı başardı. Harun'un evine yaptığı baskından sonra Ömer'e verdiği emri yerine getirmesi gerekiyordu. Harun, Ömer'i düşmanının yanında görmeyi beklemiyordu. Hele kızının başına gelecekleri hiç beklemiyordu.
Bejna Kotan'ın başına gelenler için kendini suçlayan Harun kendi sonunu imzalamıştı. Ömer tekrar kaybolurken ilsan yalnız kalmıştı. Elvan'ın eski aşığı olan Şerif bunu fırsat bilerek tekrar Elvan'a dönmüştü ve ardından Deniz hiç olmayacak bir hayata sürüldü. İlhan, gülsüme gerçeği söylemezdi. Söyleyemedi de zaten.
Kızını yanına alması gerekiyordu ama bu gerçeklerin ardından olmasını istememişti. Deniz küçük yaşta elini kana bulamıştı. Ama adam ölmemişti. Müebbete tâbi tutulan adamı bir daha kimse ziyaretine bile gitmedi.
Kızını yanına aldı, artık istese de vazgeçemezdi ondan. Harun'un hayatında zaten ihanetle gizli görevle girmişti, artık Harun yoktu. Oğlu vardı. Ve biliyordu ki oğlu onun yerine geçecekti. İstemese de bu görevi içselleştirmişti, artık onun gibi olması için kızını büyütecekti. Çünkü İlhan asla kaybetmeye tahammül etmezdi, ve bunun için gerekirse ölmeyi yeğlerdi. Elvan büyük bir pişmanlık ve yalnızlıkla ortada kalırken eski yerine geri dönmeyi hedeflememişti.
İki adam ve bir kadın uğruna yanan iki çocuk oldu, biri kayıplara karışırken diğeri hergün ölmeyi diledi.
-şimdi ki zaman-
Ağlamamak için tuttuğum gözyaşlarım benim aksime çok inatçıydı. "Ben bu hikayede seni masum bilirken asıl katil senmişsin." Dediğimde sesimin titremesi içimi burkmuştu. "Ben kendimi senin varlığınla avuturken, sen benim içime ölümü koymuşsun." Buz mavilerine derin bir hüzün çökmüştü. "Benim senden başka tutunacak dalım yokken, sen o dalı kırıp elime vermişsin." Ellerimin titremesini istemiyordum. Güçlü kalmak istiyor, ağlamak istemiyordum. "O yüzden mi?" Dedim güçlükle. "O yüzden mi Yesari her kızın değil dediğinde inatla benim kızım diyordun." Ortalığı yakıp yıkmak isteyen bir kız çocuğunun öfkesi vardı içimde. "Zor olmadı mı bana babalık yapman?" Başını salladı. "Seni çok seviyorum."
"Keşke artık bir şeyleri değiştirebilecek bir söz söyleseydin. Çünkü benim size olan sevgimin yerini büyük bir nefret aldı."
"Kendimce haklı sebeplerim var."
"İyi, git kendini o sebeplerle avutmaya devam et." Dediğimde ayağa kalkmaya yeltendim ama benden önce davranarak kolumdan tuttu. "Gerçek ne olursa olsun sana babalık yapmak-"
"Sus,konuşma!" Dediğimde sinirle masada ki tabak çanakları yere çalmıştım. "Konuşma yeter!" Etraftaki insanların bakışları bizi bulurken ben çoktan ağlamaya başlamıştım. "Sesini duymak istemiyorum!" Ellerimle kulaklarıma bastırırken yanından uzaklaşıyordum. "Başından beri bana sahip çıksaydın başıma hiçbir şey gelmeyecekti!" Ellerim saçlarımın içinde yer bulurken çekiştirmemle saç tellerimin koptuğunu hissedebiliyordum. "Ben başıma gelenler yüzünden masum bir adamı suçlarken sen bile bile sessiz kaldın bunca yıldır!" Boş bulduğum masalardan birine tekme attığımda yeri boylamıştı. "Ben her gün acı çeke çeke uykularımdan uyandığımda sen kendini hep gizledin!" Yanıma gelmek istedi ama onu durdurdum. Gözleri dolmuştu, ne fark ederdi ki. Benim içim dolmuştu. "Gözlerime baka baka yalan söyledin! Ben sevgiyi gerçek babamdan görmediğim için hüzünlenip dertlenirken sen bana yalan söyledin!"
"Kız-"
"Ben senin kızın değilim!" Dediğimde artık bıçak gırtlağa dayanmıştı. "Ben kimsenin kızı falan olmak istemiyorum artık!" Arkamı dönerek oradan uzaklaşmaya çalıştım. "Ben artık kimsenin kızı olmak istemiyorum!" Arabama bindim. "Ben artık kimsenin KIZI OLMAK İSTEMİYORUM!"
Araba çalıştı ama titreyen bacaklarımla sürmeyi gözüm kesmiyordu. Ellerim titriyor, acı çekiyordum. Kalbim ağrıyordu. Çok ağrıyordu, artık dayanabilecek gücüm kalmamıştı. Direksiyonu tutmakta zorlanıyordum ama uzaklaşmam gerekiyordu buradan.
Bedenimi bir uyuşma sararken kalbimin ağzımda attığını hissedebiliyordum. Tekleyen kalbimle kan ter içinde kalmış, nefes almakta zorlanıyordum.
Ne kadar zamandır sürüyordum, ne zamandır evin bahçesinde durmuş olan arabanın içinde nefes almaya çalışıyordum bilmiyordum. Nefes almaya çalıştıkça ciğerlerime ulaşamıyor gibiydi. Cam vurulmaya başladı. Başımı kaldırıp bakacak halim yoktu.
"Deniz!" Miran'ın sesiydi, kapılar kilitli olmalıydı, açmaya mecalim yoktu. Vücudumu saran bu uyuşma artık kalbimde kendini gösteriyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlarken kafamda tek bir ses duyuyordum.
"Artık ölsen yeridir." Diyordu. Artık ölsen yeridir. "Ne kadar da yalnız kalmışsın?" Duyduğum ses yan koltukta oturan küçük Deniz'in sesiydi. "Bak şu haline," cama vuran Miran artık sabrı tükenir gibi vuruyordu. "Ölü bile senden daha diri." Göz yaşlarım hadsizce akmaya devam ederken dilimin bile ağırlaştığını hissediyordum. Arabamın torpidosunu açtığında silahımı işaret etti. "Al,"
"Deniz, sakın! Sakın yanlış bir şey yapma Deniz!"
"Al hadi, bakma öyle." Titreyen parmaklarımın kalkmaya mecali yoktu.
"Sevgilim, kurban olduğum aç şu kapıyı! Deniz!"
"Ne kadar gereksiz bir yaşam. Sence ölmenin tam sırası değil mi?" Başımı salladım. "Tam sırası." Tekrar silahı işaret etti. "Al hadi, ne duruyorsun. Tekrar tekrar aynı yere gelmekten sıkılmadın mı?" Taranmamış saçlarını ellerinin arasına aldı. "Şu dünyada saçımızı tarayacak bir annemiz bile yok." Ağlamam şiddetlenirken tir tir titreyen parmaklarım silahı buldu. "Yok, bizim annemiz yok."
"Nasılda titriyorsun, dudakların bile titriyor. Korkuyor musun yoksa?"
"Camı kıracak bir şey getirin lan bana! Çabuk olun!"
"Korkmuyorum." Dedim. Yalandı, korkuyordum. "Aç emniyeti." Dediğini yaptım. Elini elime yaslayıp silahı kalbime yasladı. "YAPMA YAPMA YAPMA!" Miran cama vurdukça ağlamam şiddetleniyordu.
"Sen kötü bir şey yapmıyorsun, hadi. Bas tetiğe." Başımı salladım. Ben kötü bir şey yapmıyordum. "Hadi," dediğinde gözlerimi yumdum.
"Bana bak! YAVRUM BANA BAK, KİMSE YOK KARŞINDA BANA BAK! YAPMA, YAPMA BUNU BIZE YAPMA!" gözlerimi tekrar açtım. "Yalan söylüyor, bak yanındayım ben. Hadi bas artık şu tetiğe. Kurtulalım, ikimiz de artık bir rahata kavuşmayalım mı?"
"Kavuşalım." Silahın tetiğinde duran parmağıma, parmağını yasladı ve bana sarıldı. "Bir,"
"DENİZ YAPMA! NEREDE KALDINIZ LAN BİR ŞEY YOK MU!?"
"İki," saçlarımı öptü. "Üç."
Tetiğe bastı.
Bir silah patladı, bir mermi ateşlendi. Vücudum acıyla titrerken ağzıma yükselen kanı yutamıyordum bile.
"Lan!" Yüzüme değen parmaklar benim tenimin aksine sıcaktı. "Ne yaptın sen, ne yaptın!" Gözlerim açılmamaya kapanırken kollarımı tutamıyordum. Beni kucağına aldığını hissedebiliyordum. "AMBULANSI ARAYIN LAN, AMBULANSI ARAYIN!"
"Bana bak, bana bak bebeğim." Yüzümde dudaklarının sıcaklığı vardı. "Bırakma bizi bırakma!"
"ARABAYI GETİRİN! HEMEN!" tekrar kucağına aldı ve beni sarsmaya korkar gibi kucakladı. "Gitme," sesi titriyordu, yüzümdeki ıslaklık onun gözyaşlarıydı. "Ne yaptın meleğim, ne yaptın sen kendine." Beynim uyuşuyordu, kulaklarım uğulduyordu. "Bırakma, ne olur beni bırakma."
"gidemezsin ki şimdi sen." Kulaklarıma fısıldıyordu. "Belki herkesin gitme vakti gelmişti Ama sen değil miydin gitmem diyen, ha. Niye böyle yaptın şimdi güzel sevgilim?" Son defa sesini duydum. "Ne oldu, ne değişti şimdi, neden böyle yaptın, ben sensiz yapabilir miyim sandın?"
Ve acı bir haykırış.
Öyle bir yorgunluktu ki artık kendime bile tahamülüm kalmamıştı.
Ne yaptıysam kendi kendime yapmıştım, kendi ellerimle kendi isteğimle. Kendimle olan savaşımda artık son bulmuştu. İçimde ki kin, öfke asla başka birine değildi. İçimde ki çocuğu karanlıktan çıkarmaya çalışayım derken kendi benliğimi o karanlığa kaptırmıştım. Pes etmek değildi benimki.
Vazgeçmekti.
Büyüdüğüm evin duvarında sevgi yoktu, o yüzdendi bu soğukluğum.
Üzgünüm sevgilim, bu savaşta yanan sen oldun...
YAW YORUM YAPIN DA NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ BİLELİM YAW!!!!!
YILDIZA BASIN RİCA EDİYORUMMMM....
SİZLERİ SEVİYORKEEEE, ÖPTÜMKEEE😘😘😘😘
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.72k Okunma |
144 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |