24. Bölüm

Kıbrıs

Rahime Deniz
ben1deniz

Miran'ın Kıbrıs teklifini kabul ettikten sonra her şey çok hızlı gelişti ve kendimizi aceleci bir halde bulduk. Kahvaltımızı uçakta yapmaya karar vererek giyinip doğruca havalimanına geçmiştik. Üzerimde saks mavisi, dizlerimin hemen üzerinde biten dar bir elbise vardı ve altına dizlerime kadar uzanan siyah topuklu çizmeler giymiştim. Saçlarımı Miran taramış ve açık bırakmamı istemişti. Onu kırmamıştım.

 

Kendisi bana uyum sağlamak istediği için koyu mavi bir gömlek ve aynı tonda bir kumaş pantolon giymişti. Farkında değildi belki ama benim içim eriyordu ona her baktığımda.

 

"Güzelim." Erkeksi ve çatallaşmış sesi ile bakışlarımı camdan ayırıp yüzüne kaldırmıştım. Uçak ona aitti. Tabii ki de şaşırmamıştım ama yine de tuhaf hissetmiştim.

 

"Niye yemiyorsun?" Özel uçak olmasından dolayı karşılıklı iki koltuğun ortasında yuvarlak ve yeteri büyüklükte bir masa vardı, ve kahvaltı için üzerinde çeşit çeşit ikramlıklar vardı. "Yiyorum." Dediğimde yerimde dikleştim. "Her şey çok fazla, hangisini yiyeceğime karar veriyorum." Dediğimde yüzünde belirsiz bir gülümseme görüldü. Uçak gökyüzünde hafif bir sarsıntıyla yükselirken, Miran'ın gözleri kahvaltıdan çok üzerimdeydi. Bunu hissediyordum, ama utangaç bir tebessümle tabağımdaki peynirden bir lokma daha alıp gözlerimi kaçırdım. Sessizliği o bozdu, tonunda hafif bir merak gizliydi.

 

"Bir şey mi düşünüyorsun?"

 

Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. "Sanırım bu kadar ani bir değişikliğe hazır değildim," dedim dürüstçe. "Kıbrıs... her şey... hızlı oldu."

 

Miran, sanki o an bir cevap vermesi gerekmezmiş gibi, sadece eliyle parmaklarımı sardı, başparmağıyla hafifçe dokunarak. "Hızlı mı? Güzelim, bazen insanın durmaya ihtiyacı yoktur; sadece atacağı bir adımı daha vardır." Söylediklerinde o bildik kararlılığı vardı, ama gözlerindeki yumuşaklık beni şaşırttı.

 

Bakışlarımı indirdim, ama parmaklarını hala elimde hissediyordum. Uçaktaki sessizlik, bizi çevreleyen bulutlar kadar hafifti. Huzur vericiydi. Ancak içimdeki telaş susmamıştı. Her şey çok güzeldi, belki de fazlasıyla.

 

Kendimi toparlamak için derin bir nefes aldım ve konuyu değiştirmeye karar verdim. "Kıbrıs'ta bizi neler bekliyor? Hangi işlerle uğraşacağız?"

 

Miran, sorumu yanıtlamadan önce gözlerini ufka çevirdi. "Kıbrıs'ta işlerimiz genişliyor, özellikle yeni açılacak bir kumarhane için hazırlık yapmamız gerekecek. Ama her şeyden önce, seni orada yanımda görmek istiyorum." Yavaşça, bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Bana kendinden mahrum bırakmayacaksın değil mi?"

 

Onun söylediklerini sindirirken içimde bir sıcaklık hissettim. Miran, beni sadece yanında görmek istemiyordu; bu hayatın bir parçası olmamı istiyordu. "Tabii ki de hayır," dediğimde kendini öne eğerek aynı hizaya gelmemizi sağladı.

“Güzelim,” diye fısıldadı, dudakları saçlarıma dokunarak. “Yanımda olduğun sürece, hiçbir şeyden korkmuyorum. Sen, hayatıma güç ve anlam katan tek şeysin.”

 

Gözlerimi ona kaldırdığımda, yüzünde beliren o sevgi dolu ifadeyle eriyordum adeta. Parmak uçlarıyla yanağımı okşadı, bakışları gözlerimde, sanki geleceğin sözlerini şimdiden fısıldıyormuş gibiydi.

 

Yolculuk artık normal bir yolculuktan çıkmış bizim için bir kaçış olmuştu. Dudakları dudaklarımda elleri vücudumun her yerindeydi. Eriyip yok olmak istediğim duyguyu görmezden gelemezdim.

 

Öpüşümüz bir süre sonra son buldu ve ben onun omzunda yeniden doğduğumu hissederek yolculuğumuzun kalanını geçirdim.

 

Uçak sonunda iniş yaparken başım döne döne uzanan merdivenleri indik. Bizi pistin hemen uzağında siyah jipler karşılarken anlaşılan güvenlik kısmından geçmeyecektik. Miran gözlüğünü takmış ardından da elimi tutmuştu.

 

Benim niye gözlüğüm yoktu? Kendimi şuan hiç havalı hissetmiyordum.

 

Arabaya binerken kapanan kapılar ardından araba hareket etti. "Benim gözlüğüm yok." Dedim huysuz bir şekilde. Gözlüğün altından bakışları bakışlarıma değdi. "Ne?"

 

"Benim gözlüğüm yok ve sen gözlük takıyorsun." Dediğimde dudaklarını büzerek ne yapabilirim anlamında başını salladı. "İsteriz birazdan sanada bir tane gözlük."

 

"Hayır olmaz." Dediğimde kendi gözlüğünü çıkarıp anlamayan bakışlarla bana bakmaya başladı. "Neden olmaz mış?"

 

"Çünkü benim kendi gözlüğüm değil onlar."

 

"Ne farkı var senin gözlüğünden diğerlerinin?" Dediğinde gözlerimi pörtlettim. "Benim gözlüğüm özel yapım, ne kadar para verdim biliyor musun sen o gözlüklere? Ayrıca ben kimsenin gözlüklerini de takmam. Kendi gözlüğüm olması gerek." Pes etmiş bir şekilde nefesini verirken ne yapması gerektiğini düşünüyordu.

 

"Ama şuan senin gözlüğünü getiremeyiz Deniz, biliyorsun." Elinde ki gözlüğünü uzattı. "Al, benim gözlüğümü kullan, bu da kaliteli bir şey olması lazım. Lal, gözlüklerimi seçer genelde. Kalitelidir."

 

Elindeki gözlüğe bakışlarım düşerken markanın ismini aradım. Bvlgari markası olduğunu anladığım gözlüğü elime aldım. "Benim gözlüğümle kıyaslanamaz bile ama, neyse. Takalım bari.."

 

Kısa bir gülüşün ardından gözlüğü kulaklarımda hissederek taktım.

 

"Güzel oldu mu?" Dediğimde sabır dilenir bir şekilde bakıyordu. "Sana her şey çok yakışıyor bebeğim." Dedi.

 

"Ama yinede kendi gözlüğümün olmasını isterdim."

 

"Gözlüğünü getiremediğimiz için özür dileriz." Dalga geçmesiyle gözlerimi devirdim ama onun görebildiğini sanmıyordum.

 

Araba bir süre sonra büyük ve ihtişamlı bir otelin önünde durduğunda önce onun kapısı ardından benim kapım açıldı. İçimi kaplayan tereddütle arabadan inerken Elimi uzattığımda o da elini uzatarak parmaklarımı nazikçe kavradı. Bu güven veren dokunuş, içimdeki huzursuzluğu biraz da olsa hafifletiyordu. Başını bana doğru eğerek fısıltıyla, "kendini kasmayı bırak sevgilim, burada güvendesin," dedi.

 

Derin bir nefes alarak başımı salladım. Birkaç adım ilerledikten sonra otelin içindeki zarif ve büyük lobiyi gördüm; altın kaplamalı avizeler, taş duvarlar, her şey kusursuz bir uyum içindeydi. Tüm bu gösterişli ortam, sanki bir film setindeymişim gibi hissettiriyordu. Ama gerçekti, buradaydım ve yanımda o vardı.

 

Lobiyi geçtikten sonra asansöre yöneldik. Asansörün altın kaplamalı kapıları yavaşça açılırken elimi hâlâ sıkıca tutuyordu. İçeri adım attığımızda, asansörün duvarındaki aynadan birbirimize kısa bir bakış attık. Gözlerinde alışılmadık bir ciddiyet vardı, sanki önümüzdeki anların anlamını o an yansıtıyordu.

 

Asansör üst katlara doğru ilerlerken sessizlik her geçen saniye daha da yoğunlaşıyordu. Sonunda kapılar açıldığında koridorun sonunda devasa bir kapı bizi bekliyordu. Sessiz adımlarla odaya doğru ilerledik; kapı nazikçe açıldığında, otelin en büyük ve en lüks odası karşımıza çıktı.

 

Burası tek kelimeyle büyüleyiciydi. Yüksek tavanları, geniş camları, lüks mobilyaları ve tavandan sarkan kristal avizeleriyle odanın her detayı, görkemin ve şatafatın bir yansıması gibiydi. İçeri adım atar atmaz, odayı dolduran hafif parfüm kokusu buranın ne kadar özel bir yer olduğunu hissettiriyordu.

 

Bir süre etrafı inceledikten sonra, pencerenin önüne gidip şehir manzarasına baktım. Aşağıda, gece ışıklarıyla süslenmiş kalabalık sokaklar bir tablo gibi uzanıyordu. Ona doğru dönüp sessizce gözlerimi diktiğimde, o da beni izliyordu; bakışları, sanki düşündüklerimi okuyor gibiydi.

 

"Bebeğim," dedi alçak bir sesle, gözlerini benden ayırmadan.

 

Odayı kaplayan sessizliğin içinde sadece birbirimize bakıyorduk. Sessizliğimizi bozmadan yanıma yaklaştı, parmaklarını yüzümde gezdirirken, yavaşça “Burada olman benim için önemli," diye fısıldadı. Sözlerindeki sıcaklık ve derinlik, kalbimin hızla atmasına sebep oldu.

 

O an, aramızdaki mesafe giderek azaldı. Bakışlarındaki sıcaklık beni çekiyordu, derin bir nefes alırken başını yavaşça eğdi ve dudakları nazikçe benimkilerle buluştu. Öpücüğü yumuşak, dokunuşuysa güven vericiydi.

 

Kalbim daha hızlı atmaya başlarken, sanki zaman durmuş gibiydi. Öpüşme kısa sürdü, ama hissettirdiği yoğunluk beni etkisi altına aldı. Başını geri çektiğinde gözlerinde hafif bir gülümseme vardı, sanki her şeyi anlatan o bakışıyla, ne hissettiğimi çok iyi biliyordu.

 

Öpücüğün ardından yüzüme bakarken gülümsemesi biraz daha belirginleşti. Yavaşça elini saçlarımda gezdirip, "Akşam kumarhaneye gitmem gerekiyor," dedi. Sesi sakin ama kararlıydı. "Yanımda olmanı istiyorum."

 

Bir an tereddüt ettim. Kumarhane onun dünyasının bir parçasıydı, ama benim için hala bilinmeyen ve biraz ürkütücü bir yerdi. Bakışlarımda gördüğü çekingenliği fark edince, elimi avuçlarının arasına alarak başparmağıyla nazikçe okşadı.

 

"Merak etme," diye devam etti. "İstemediğin hiçbir şey olmayacak." Bakışlarındaki kararlılık ve güven duygusu beni rahatlatıyordu. İçimdeki tereddüt yerini garip bir heyecana bırakırken, başımı sallayarak kabul ettim.

 

"Tamam," dedim, hafif bir gülümsemeyle. "Seninleyim."

 

Miran’ın gözlerinde memnuniyetle parlayan bir ifade belirdi.

 

"Orada bazı insanlar... biraz farklıdır," dedi, kelimeleri dikkatle seçerek. "Güç oyunları, gösterişli tavırlar, ama hepsi karşısındaki insanı etkilemek için bir gövde gösterisidir."

 

Sesi sakin ve kararlıydı, beni korumak istediği her halinden belliydi. "Sadece yanımda kal ve kimin kim olduğunu düşünmeden bana güven. Yalnızca o anın tadını çıkar," diye ekledi, dudaklarının köşesinde beliren o tanıdık, kendinden emin gülümsemesiyle.

 

Başımı salladım, içimdeki tedirginliği hafifletmek için derin bir nefes aldım. Akşam onun dünyasında, onun yanındaydım ve kendimi, onunla her türlü riski almaya hazır hissediyordum. Miran, elimi bir kez daha sıkarak, “O zaman hazırlan." Dediğinde başımı salladım.

 

Güneş kendini ağır ağır yok ederken gecenin serinliği ortaya çıkıyordu. Miran elinde tableti koltuğa oturmuş bir şeyler okuyordu. Ben ise üzümde kırmızı blazer ceket giymiş, saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Miran'ın bakışları üzerime kalktığında cebinden sigara kutusunu çıkararak bir dal sigara yaktı. Siyah uzun topuklularımı ayağıma giyerken oturduğum puftan kalktım. Miran hala bana bakıyordu ve bu benim karnımın kasılmasına neden oluyordu.

 

Yavaş ve ağır adımlarla yanına ilerlerken elini uzattı. Parmaklarımı tutarken beni bacaklarına doğru çekti. Dizine otururken dudaklarında olan sigarayı alıp dudaklarıma dayadım. Derin bir nefes aldığım sigaranın dumanını havaya doğru salarken Miran sigarayı tekrar parmaklarımın arasından aldı. "Sana zararlı." Dediğinde omuz silktim. "Pekte umrumda değil açıkçası." Dediğimde burnuma baş parmağıyla bir fiske atmıştı. "Benim umrumda." Sesi sert ve bir o kadar da etkileyiciydi.

 

Umursamadan konuyu değiştirme çabasına girdim. "Kumarhane nerede tam olarak? Nereye gideceğiz?"

 

"Kumarhanedeyiz zaten bebeğim." Söylediği şaşırmama neden oldu. "Nasıl yani?"

 

"Bu otel, kumarhanenin bir parçası sevgilim." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Otel senin mi?"

 

Umursamaz bir tavırla dudağıma dudaklarını bastırarak beni kucaklayıp ayağa kalktı. "Geç kalmayalım, hadi gidelim." Kollarım boynuna sarılırken hâlâ bir cevap vermesini bekliyordum. "Otel de senin öyle mi?"

 

"Benim değil, babamın." Yüzümü buruşturdum. "Yani babandan sana kaldı." Dedim bu seferde. Kapıya doğru ilerlerken kucağından indirmedi.

 

"Yani bu işlerin hepsi onun sayesinde..." Cümlemi tamamlamadan, Miran’ın yüzündeki ifadenin değiştiğini fark ettim.

 

O an, Miran derin bir nefes aldı ve "Evet, babamın," dedi. Sesinde bir hüzün vardı. “Ama artık o burada değil.”

 

Bir an için sessiz kaldık. O an, bir anlık soğuk rüzgar yüzüme çarparken, Miran’ın kaybının acısını hissedebiliyordum. “Üzgünüm,” dedim, içinde bulunduğumuz durumu hafifletmeye çalışarak. “Bunu daha önce bilmem gerekiyordu.”

 

“Bazen başkalarının gözünde nasıl göründüğümden daha fazlası vardır,” diye yanıtladı. “Bütün bu gösterişin arkasında, çok şey kaybettim.” Sesindeki derinlik, ruhundaki yarayı hissettiriyordu.

 

Kapıdan dışarı çıktığımızda, gece aydınlık ve hareketliydi ama içimdeki sessizlik, Miran’ın acısını hissettiriyordu. Kollarında olmama rağmen, onun içindeki karanlığı görebiliyordum.

 

Miran, bir an duraksadı ve gözlerini benden ayırmadan, “Ama bugün bu duyguları geride bırakmalıyız,” dedi. “Geceye eğlenceli bir başlangıç yapalım. Seninle olmak bunu mümkün kılıyor.”

 

Başımı sallayarak ona katıldım, ama aklımdaki düşünceler hala kaybolmuş gibiydi. Miran’ın babası ölmüştü ve bu, onun için ne kadar ağır bir yük olabilirdi? Ama aynı zamanda, onunla birlikte olmanın verdiği güç, bu geceyi daha anlamlı kılmaya da yardımcı oluyordu.

 

Asansöre binerken bakışlarımı tekrar gözlerine kaldırdım. "Beni neden indirmiyorsun?" Dediğimde dudağının kenarı kıvrıldı. "İndireyim mi?" Başımı sallarken peki der gibi beni yere bıraktı. Elbiselerimi düzeltirken elimi ellerinin arasına aldı.

 

Sessizliğimizin ardından asansör en aşağı katta durdu. Elimi daha sıkı kavrarken açılan kapıyla uzanan koridora adımımızı artık. Kırmızı halının sonlandığı noktada iki tarafa da açılmış ihtişamlı bir kapı vardı. Büyük ve son derece konforlu ihtişam akan salona girdiğimizde neredeyse dilimi yutacaktım. "Heyecanlandın mı sen?" Kuruyan dudaklarımı ıslatırken gülümsemeye çalıştım. "Sanki..." Dediğimde kendisi de bana gülümsemişti. Onca takım elbiseli ve pahalı elbiseler içinde olan insanların gözü hem bizim üzerimizde hemde önlerindeki kartlardaydı. Gelen top sesleri, kartların karıştırılma sesleri ve şans oyunlarının müzikleri birbirine karışıyordu. "Bu gece benim hiç görmediğin bir yüzümle karşılaşabilirsin. Şaşırma, ve ya şaşırdığında ise çaktırma. Olur mu?" Kısık gözlerle gözlerine döndüm. "Bilmem olur mu?"

 

"Çokta güzel olur." Dedi. Bir masaya ilerlerken Hiç tanımadığım yüzlerin hafızamda yer edişini izliyordum. Boş bir masaya geçmem için işaret verdi. Çektiği yere otururken kendisi de hemen yanıma yerleşmişti. "Neden boş masaya geçtik."

 

"Patron benim bebeğim, kimsenin ayağına gitmem." Göz kırparken gömleğinin üst kısmından bir düğmesini açtı. Kaşlarım istemsizce havalanırken bu hareketini hiç sevmemiştim. "İndir istersen, daha rahat edersin." Dedim gömleğini kastederek. Masaya yaklaşan adamları görünce gözlerimi devirdim. "Kapat o düğmelerini Miran," alt dudağını ısırırken aynı zamanda masada duran kadına kart açması için işaret verdi.

 

Masaya yerleşen adamlar baş selamı verirken herkesin keskin bakışları üzerimizdeydi.

 

"Biraz relax bebeğim," dediğinde artık oyunu başlatmıştı.

 

Miran’ın her hareketini nefesimi tutarak izliyordum. Eli kartlara uzanırken bile, o kadar kendinden emin ve ağırbaşlıydı ki sanki oyunun gidişatını baştan belirlemiş gibiydi. Bir patron edasıyla kartları karıştırıyor, etrafındaki oyuncuları tek bakışıyla sindiriyordu. Onun yanında olmak, bu güç ve kontrol duygusunu yakından hissetmek… Kalbimi yerinden çıkaracak gibi çarpıyordu.

 

Masadaki diğer oyuncular, ellerinde kartları sıkı sıkıya tutarak ona bakıyordu; herkes onun bir sonraki hamlesini merakla bekliyordu. Bense, yalnızca onun bu odaklanmış haline hayran kalmıştım. Bu dünyada böyle bir etkiye sahip olması… her anında güç ve güven yayıyor olması büyüleyiciydi. Elindeki kartları bir kez daha gözden geçirip bakışlarını masadakilerin üzerine diktiğinde, onlara meydan okuyan o özgüveni hissettim.

 

Bir an başını çevirip bana baktığında, nefesimi tuttum. Gözlerinde bir kıvılcım, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. O an, onun yanında olmanın ne kadar özel olduğunu daha da derinden hissettim. Sanki bütün bu kalabalığın içinde, sadece ikimiz vardık; güçlü ve kararlı bir adamla, ona hayranlıkla bakan ben.

 

Elini tekrar masaya koyduğunda, o göz alıcı yüz ifadesiyle "Hazır mısın?" diye fısıldadı bana, sadece ikimizin duyabileceği bir tonda. Başımı hafifçe sallayarak karşılık verdim, ona olan hayranlığım daha da artmıştı.

 

Rakip oyuncular, ellerindeki kartları sıkıca kavramış, yüzlerinde gergin ama tehditkâr ifadelerle Miran’a bakıyorlardı. Bu dünyaya ait olmadığımı hissetsem de, Miran’ın soğukkanlı duruşuna duyduğum hayranlık beni bu sert ortamda tutuyordu.

 

Bir adam, dişlerinin arasından Miran’a dik dik bakarak, "Burada kolay para kazanamayacağını biliyorsun, değil mi?" diye sordu, sesinde hafif bir alay vardı. Miran ise kendinden emin bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Kolay kazanmakla ilgilenmiyorum,” dedi, sesi kararlı ve sakin. "Ama seninle ilgili bir bahis olabilir belki."

 

Diğer adamın yüzünde sert bir ifade belirdi, ama bu sefer konuşmak yerine, bakışlarını kartlarına çevirdi. İçten içe, Miran’ın bu umursamaz tavrına sinirlenmiş gibi görünüyordu. Başka bir oyuncu, sessizliği bozarak, "Bu masada çok uzun süre kalamazsın," dedi tehditkâr bir sesle. "Burası çaylaklara göre değil."

 

Miran, onların tehditlerini ciddiye almadığını belli eden bir tavırla sırtını geriye yasladı ve hafifçe güldü. “Bana endişelenmemi mi söylüyorsun?” dedi, gözlerini adamın gözlerine dikip. “O zaman elinden geleni yap. Benim burada olduğumu unutma.”

 

O anda masadaki gerilim daha da yoğunlaştı, neredeyse havada keskin bir enerji oluşmuştu. Herkes nefesini tutmuştu, sanki bir sonraki hamlede kimsenin tahmin edemeyeceği bir şey olacaktı. Birkaç oyuncu, bakışlarını Miran’ın üzerine dikmiş, ona karşı üstünlük sağlamaya çalışıyordu ama Miran, onların her bir tehdidini sadece bakışlarıyla etkisiz hale getiriyordu.

 

Yanında otururken, Miran’ın nasıl bu kadar soğukkanlı kaldığına hayret ediyordum. Adamların her biri kendi gücünü kanıtlamaya çalışıyordu, ama Miran’ın bu tehditlerin arasında bile sakin kalışı, onun gerçekten bu dünyada bir adım önde olduğunu gösteriyordu. İçimde ona duyduğum hayranlık, her saniye biraz daha büyüyordu.

 

Oyun ilerledikçe, masadaki bakışmalar daha sert, konuşmalar daha gergin hale geldi. Ama Miran, her tehditkâr söz karşısında kendinden ödün vermeden onları karşılamaya devam ediyordu. Masadakilerin kendilerini kanıtlamaya çalıştığı bu sahne, benim gözümde Miran’ın gücünü ve otoritesini bir kez daha kanıtlıyordu.

 

Masada gerilim o kadar yoğundu ki, havayı neredeyse kesebilirdiniz. Karşısındaki adam, Miran’a gözlerini kısmış, kartlarını açarken alaycı bir gülümseme takındı. “Ne sanıyorsun kendini?” dedi, sesi tıslayan bir tehdit gibiydi. “Burada patronluk taslayarak kimseyi sindiremezsin.”

 

Miran, hafifçe gülümseyip kaşlarını kaldırdı, soğukkanlı bir tavırla cevap verdi. “Bu masada her şeyden çok, zayıf tehditleri sevmem,” dedi, gözlerini adamdan ayırmadan. “Eğer söyleyecek büyük bir sözün varsa, beklemeye gerek yok.”

 

Adamın yüzü daha da gerildi, sesini yükselterek devam etti. “Senin gibiler gelir gider. O ‘büyük’ tavırlarınla sadece bir gecelik parıltısın. Yarın adını bile hatırlamayacaklar.”

 

Miran bu sözlere aldırış etmeden kartlarını masaya koydu ve rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Beni unutabileceksen, unut," dedi, gözleri bir an bile sarsılmadan. "Ama ben bir şey kazandığımda, bunun ne kadar kalıcı olacağını biliyorum. Sen de öğrenirsin."

 

Bu sözler üzerine başka bir adam araya girdi, Miran’a dikkatle bakarak. “Kendini fazla büyük görüyorsun, ama buradaki herkesle dost olamayacağını unutuyorsun,” dedi, gözlerinde bir meydan okuma. “Bir hata yaparsan, bedeli ağır olur. Burada sadece para değil, onur da kaybedilir.”

 

Miran, masanın etrafındaki oyunculara tek tek bakarak hafif bir kahkaha attı. "Bu oyunda onurdan söz eden çok olur," dedi, alaycı bir şekilde. “Ama bana kalırsa, kaybedenlerin bahanelerinden başka bir şey değil.”

 

Diğer adam öne eğilerek sesini alçaltıp Miran’ın gözlerinin içine baktı, sesindeki tehdit net bir şekilde hissediliyordu. "Bu masadan istediğin gibi kalkabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun. Burada yanlış bir hamle, son hamlen olur."

 

Miran ise gözlerini ona dikip sakince gülümsedi. “O zaman, elinden geleni ardına koyma,” dedi. "Son hamleyi kim yapacak, görelim."

 

Bu sırada yanlarında otururken, nefesimi bile tutmuştum. Miran’ın bu kadar korkusuz oluşu, her tehdidi sanki yalnızca bir oyunmuş gibi karşılaması beni etkiliyordu. Herkesin gözleri, ellerindeki kartlarda değil, Miran’ın üzerinde kilitlenmişti. Bu gece burada kazanılacak olan paranın çok daha ötesinde bir şeyler döndüğü kesindi.

 

Oyun ilerledikçe Miran her elini sarsılmaz bir ustalıkla oynadı ve her seferinde masadaki yığına yeni paralar ekledi. İlk birkaç elden sonra, adamların yüzünde beliren gerginlik neredeyse somut bir hâl almıştı. Sinirleri, her yeni zaferiyle biraz daha bozuluyordu, ama Miran'da en ufak bir heyecan belirtisi bile yoktu.

 

Karşısındaki adamlardan biri, dişlerini sıkarak elindeki kartları masaya fırlattı. “Senin gibileri çok gördük!” dedi, öfkesi artık gizlenemez haldeydi. “Hep böyle başladınız, ama sonunuz hüsran oldu!”

 

Miran ise ona alaycı bir bakış attı, sanki bu sözleri pek eğlenceli bulmuş gibi. "Sonumu düşünerek oynamam," dedi soğukkanlılıkla. "Ben her zaman kazanırım."

 

Başka bir adam, sinirle sandalyesini geri itti. “Hile yapıyorsun, başka açıklaması olamaz!” diye bağırdı, gözleri öfkeyle parlayarak. Miran bu suçlamaya sadece gülümseyerek cevap verdi, ardından önündeki kazanç yığınına bir kez daha kartlarını koydu.

 

“Elinde ne varsa ortaya koymaya cesaretin varsa, belki kaybedişin daha az acı verir,” dedi, sesi sakin ama ciddiydi. "Ama yeterince gücün yoksa, pes etmen için de bir çıkış yolu bırakırım."

 

Adamlar birbirlerine bakıp öfkeyle mırıldandılar, ama Miran’a rakip olacak güveni bulamıyorlardı. Masada sinirden kıpkırmızı olmuş yüzler, birbirine sert bakışlar atıyor, her yeni elde kaybetmeye daha fazla sinirleniyorlardı.

 

Son oyunda Miran, elini masaya koyup kartlarını açtığında, rakiplerinin yüzündeki öfke patlama noktasına geldi. Masadaki tüm yığın Miran’ın önüne geçtiğinde, diğer adam öfkeyle sandalyesinden kalkıp yumruğunu masaya indirdi. “Bu iş burada bitmedi!” diye bağırdı, gözlerinde tehdit dolu bir öfkeyle.

 

Miran, yalnızca soğukkanlı bir şekilde ona baktı, sanki karşısındaki adam bir tehdit değil de önemsiz bir ayrıntıymış gibi. “Belki burada biter, belki başka bir yerde devam eder,” dedi, sesinde en ufak bir korku ya da çekilme belirtisi olmadan. "Ama kazandığım her şey burada, masada."

 

Adamlar birer birer masayı terk ederken, Miran’ın zaferi kesinleşmişti. Onun bu soğukkanlı ve durdurulamaz duruşuna bir kez daha hayran kalmıştım. Her oyun, onu gözümde daha da büyütüyor, ona duyduğum hayranlığı kat be kat artırıyordu.

 

Miran kazancını toplarken, gözlerimi ona dikmiş, şaşkınlık ve hayranlıkla izliyordum. En sonunda dayanamayıp, hafifçe gülümseyerek sordum, “Bütün oyunları nasıl kazanabildin?”

 

O, soruma karşılık gülümseyerek başını bana çevirdi, gözlerinde o bildik özgüven ve biraz da geçmişten gelen bir gölge vardı. “Ben bu oyunun içinde doğup büyüdüm, yavrum,” dedi, sesinde hafif bir gururla. “Kaybedersem babama ayıp olur.”

 

O an onun sadece bugünün adamı değil, geçmişinden gelen güçlü bir mirasın taşıyıcısı olduğunu daha derinden anladım. Bu dünyada yalnızca kendisi için değil, ona bu cesareti aşılayan köklü bir geçmiş için de savaşıyordu.

 

Gözlerinin derinliklerinde, yılların getirdiği deneyim ve güç vardı; her hamlesinde bunu daha net hissetmiştim.

 

"Miran" Dedi biri. Bakışlarımız arkamızdan helen sese yönelirken orta yaşlı ama hâlâ genç duran bir adamın seslendiğini gördüm.

 

"Dayım oğlu."

 

"Dayım oğlu da kim,?" Dediğimde Miran yerinden kalkarak adamın uzattığı elini tuttu. Soruma cevap alamamanın verdiği huzursuzlukla otururken öylece onları izledim. Karşımıza oturan adamın gerginliğini yüzünden bile okuyabiliyordum.

 

"Çok oturmayacağım." Keşke hiç oturmasaydın.

 

Adamın bakışları bir bana birde Miran arasında gidip gelirken gergin bir hali vardı. "Geldiğini duydum, aceleyle geldim." Miran başını salladığında konuşması için es vermişti. "Kumarhanede büyük bir para açığı var, güvenlik kontrolleri hepsi yapıldı ama biz bir şey bulamadık. Bir de sen bak, Allah kitap için, nasıl bir iştir bu! Elimi neye atsam anlamadığım bilgisayarlar anlamadığım şifreler var."

 

Buralı olmadığı konuşmasından belli olurken Miran gergin bir halde masadan kalktı. Beraberinde bizde kalkarken elimi tuttu. Masadan ayrılırken adam arkamızdan geliyor. "Ne oluyor Miran? Nereye gidiyoruz?"

 

"Sen odaya çık bebeğim." Asansöre ilerlerken kaşlarım havalandı. "Neden."

 

"Beni bekle, hemen geleceğim." Az önce kumar oynayan adamlardan biri Miran'ı durdururken adımlarımız yerinde kaldı. "Miran efendi." Dedi adam dişlerinin arasından, "bizi yenmek kolay tabii, bu seni güçlendirmesin." Miran alayla gülmeye başlarken adam devam etti. "Sen birde kumarhanenin sahibi Zaimoğlu'yla bir oyun oyna." Daha da yakına girerken adamın hırsı bedenine yayılmıştı. "Bak bakalım nasıl sönüyor havan." Kumarhanenin sahibi Miran değil miydi? Neden Zaimoğlu diyordu? Zaimoğlu da kimdi.

 

"Bana bak Çelik." Miran sabırsızca adamı sağa çekti. "Oturduğum masaya kim gelirse gelsin hepsini yenmek benim için çocuk oyuncağıdır. O yüzden şimdi git o yüzünü dahi görmediğin zaimoğluna söyle, yiyorsa gelsin benimle masada konuşsun." Adamı öylece bırakıp yeniden bizi yürütürken kendimi nasıl bir karmaşanın içine düştüğümü düşünüyordum.

 

"Kumarhanenin sahibi sen değil misin? Zaimoğlu da kim?" Dediğimde açılan asansöre beni bindirirken kendisi kapının dışında kaldı. "Odaya git, geldiğimde açıklayacağım güzelim. Lütfen beni ikiletme." Asansörün düğmesine basarken kapı kapanmaya başladı. "Ben odada beklemek istemiyorum Miran! Ne oluyor, bana da söyle." Kapı kapanırken elime odanın kartını elime tutuşturmuştu.

 

Sıkıntıyla nefesimi verirken asansörün durmasını bekledim. Durması için düğmelere basarken bir katta durdu.

 

"Tabii ki de odaya çıkıp seni beklemeyeceğim Miran efendi!" Asansörden inerken hangi kata gideceğimi bilmeden koridordan ilerlemeye başladım. Gözüme çarpan yangın merdivenine ilerlerken her yerden geçen tek merdiven olduğuna kanaat getirerek merdivenleri çıkmaya başladım. En aşağı kat zaten kumarhanenin yeriydi, olsa olsa üst katlara çıkıyorlardır.

 

Merdivenleri hızlı adımlarla çıkarken kalp atışlarım kulaklarımda yankılanıyordu. Duyduğum her küçük sesi, kapı gıcırtısını ya da uzaktan gelen uğultuları Miran ve adamın konuşmaları sanıyordum. Yine de, içeride neler döndüğünü öğrenmeye kararlıydım. Bilmediğim bir katın başına geldiğimde durakladım ve arkamı dönüp çevreyi kolaçan ettim. Etrafta kimse yoktu; o yüzden merdiven boşluğunda ilerleyip kapıyı araladım. Hemen yanımda kumarhane çalışanlarına özel odalar ve ofislerin olduğu bir koridor uzanıyordu. Ayak seslerimi olabildiğince sessiz tutarak kapılara göz gezdirmeye başladım.

 

Tek çıt çıkmazken sanırım yanlış kattaydım. Koridordan devam edip bir kat daha çıktım. Tek tük yanan ışıkları takip ederken koridorun başka bir kata eğimli olarak kalktığını fark ettim. "Kimsin." Duyduğum ses durmama neden olurken arkamı döndüm. Güvenlik korumalarından biriydi. Gülümsemeye çalışarak ona doğru bir adım attım. "Ben Miran'ı arıyordum da, sevgilim olur kendisi. Acaba beni ona götürebilir misiniz?" Sevimli olmaya çalışırken adamın kısık gözleriyle bakışıyordum. "Miran beyle görüşmek istiyorsanız resepsiyonla konuşmanız gerekiyordu. Yanlış yerdesiniz, buyrun." Asansörü işaret ederken başımı yavaşça salladım. "Aşağı kata inmeniz gerek." Asansöre doğru adımlarken gülümsemeye çalışıyordum. "Çok yanlış gelmişim anlaşılan, kusura bakmayın. Buralarda yeniyim." Dediğimde asansörün düğmesine bastı. Konuşmadan öylece hazır olda dururken asansörün kapısı açıldı. "Şey..." Dediğimde bana ne var der gibi baktı.

 

Konuşmamı beklerken dikkatinin dağıldığını fark ettim. Hızla boynuna sert bir hamle yaptığımda damarlarına gelen şiddetle anında bayıldı. Hızla etrafımı kontrol ederken onu asansöre ittim ve zemin katın düğmesine basıp asansörün gitmesini bekledim. "Kusura bakmazsın artık." Olduğum yerden uzaklaşırken koridordan yukarı doğru çıkmaya başladım. Duyduğum adım sesleriyle duvara yaslanırken gelen iki korumayı daha gördüm. Bu tarafa geliyorlardı ve saklanabilecek hiçbir yer yoktu. Ne yapacağımı bilemeyerek fark edilmeyi bekledim. "Hey!" Ve fark edildim. "Sende kimsin, ne işin var burada!" Yanıma yaklaşır yaklaşmaz içimden onlardan özür dileyerek kasığına topuğumu geçirdim. Diğeri hızla üzerime atlayacakken duvardan ayrılıp dirseğimi karnına geçirdim. Diğer adam doğrularak üzerime gelirken yüzüne yumruk attım ve kafasını duvara çarparak bayıldığını gördüm. Üzerime gelen diğer adamdan eğilerek kurtulurken birden yüzüme yediğim yumrukla dengemi kaybettim ve düştüm. "Orospu çocuğu." Kararan gözlerimi açmaya çalışırken üstüme geldiğini gördüm. Kasığına attığım tekmeyle geriye giderken ayağa kalkmaya çalıştım. Dudağımın genarından akan sıcaklık sanırım kandı.

 

Başını tutarak duvara ittiğimde şiddetle çarptığı duvardan yeri boylamıştı. "Henüz bir kadına nasıl davranacağınızı öğrenememişsiniz." Dudağımdaki kanı silerken koridordan yürümeye devam ettim. Gittikçe uzayan dönemeçli koridor nereye çıkacaktı merak ediyordum. Boğuk sesler gelmeye başlarken doğru yere gittiğimi anlamıştım.

 

Koridorun sonu görünürken ikiye ayrılan koridoru takip etmeye devam ettim.

 

"Bana yalan söyleme!" Miran'ın sesi hiddetle gelirken ne yaptığını merak ediyordum. Hafif aralık olan kapıya yaklaşırken sessiz bir şekilde odaya bakmaya çalıştım. Miran'ın arkası bana dönüktü, karşısında diz çökmüş bir adam vardı ve ağzı yüzü kan içindeydi. Dayım oğlu dediği diğer adam masaya yaslanmış onları izliyordu ama az önce üstünde olan ceketini indirmiş kemerine koyduğu silahını açığa çıkarmıştı.

 

Dövdüğü adam kimdi?

 

"Kime çalışıyorsun! Nasıl sızdın kasaya, tek tek açıklayacaksın bana! Hemen!" Seksi erkeğim adama bir yumruk indirirken herif çoktan yeri boylamıştı bile.

 

Ben bir askerdim, buna engel olmam gerekiyordu ama asla müdahale etme zamanı değildi. Arkamda bir nefes hissettiğimde yutkunarak yerimde dondum. Yavaşça arkama dönerken birden dudaklarımın üstüne bir el kapandı. "Şşhh." Gözlerim kocaman olurken gördüğüm simayla şaşırmadan edememiştim. "Komutanım,"

 

"Altay, ne işin var senin burada." Sesim sert ama kısıktı. "Albay görevlendirdi, sizi takip etmemi istedi. Mecburdum."

 

"Sen tek misin, başka kim var burada!" Başını sağa sola salladı. "Aşağıda siviller var. Kendimi açığa çıkarmamam gerekiyordu ama size ihanet edemedim."

 

Etrafı kolaçan ederken yutkunmadan edemedim. Ah albay, ah!

 

Tekrar kapıdan bakarken Miran bilgisayara başını gömmüş, bir şeyler yapıyordu. Diğer adam yerde yatarken ölmüş mü, ya da baygın mıydı emin değildim. "Ne yapacaksın?" Dedim onun planını öğrenmeye çalışarak. "Gördüklerimi rapor etmek zorundayım, yoksa albay canıma okur." Kısa bir baş sallamanın ardından tekrar odaya döndü bakışlarım. Dayım oğlu dediği adam hemen arkasında onu izliyordu ama adamda bir gariplik seziyordum, sanki hemen ihanet edecekmiş gibi duruyordu.

 

"Gitmeyecek misin Altay," kaşları kalkarken gözlerini kırpıştırdı. "Nereye,"

 

"Ne bileyim nereye, git görevini yap işte. Bizi burada biri görürse şüphelenir. Hadi çık git." Başını salladı ve hemen arkasını dönerek uzaklaştı. Biraz sonra geri bana dönerken elinde olan kartı bana uzattı. "Dövdüğünüz adamların yanında düşürmüştünüz." Elime alırken fark etmediğim için kendime kızmıştım. "Sağol." Dedim beni adım adım takip ettiğini anca bu kadar belli edebilirdi. Hızla uzaklaşırken tekrar odaya döndü bakışlarım.

 

"Kime çalışıyor, buldun mu?" Adamın sorusuna başını sağa sola salladı. "Kime olacak, Ömer'e çalışıyordur pezevenk! Sevkiyatlarını patlattım ya, aklınca böyle intikam alıyor benden." Duyduğum bilgiyle yerimde kalırken Miran'ın bunu ne zaman yaptığını, hangi ara yaptığını hiç bilmiyordum. Sanırım ona olan bağlılığımdan artık görevimi unutma raddesine gelmiştim.

 

Ben bu değildim. Vatanımı milletimi seven bir askerken böylesine bir duygu yüzünden nasıl bunları görmezden gelebiliyordum? Nasıl bir boşluğa düşmüştüm bilmiyordum.

 

Miran'ın söylediklerini hazmetmeye çalışırken, kendi içimdeki savaşı daha derinden hissetmeye başlamıştım. Hem görev bilincim hem de ona duyduğum o karmaşık hisler içimi kemiriyordu. Aslında Miran’ın çevresinde neler döndüğünü biliyordum; Ömer’e olan husumetinin de farkındaydım, ama bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmemiştim.

 

Yutkundum, sessizliğimi bozmak istemesem de zihnimde bir fırtına kopuyordu. Ne kadar ileri gidebilirdim? Kalbimi kapatıp göreve odaklanmalı mıydım? biliyordum...

 

İçimde patlayan duyguları susturmak istercesine kafamı salladım. Ona daha fazla yaklaşmak istemiyor, ama uzaklaşmayı da başaramıyordum. Görevim ile hislerim arasındaki sınır gitgide silikleşiyordu.

 

Hatta çoktan yok olmuştu. Bakışlarım tekrar onları bulurken dayım oğlu dediği adamın elini silahına attığını fark ettim. Bir şeyler ters gidiyordu. Miran hâlâ önündeki ekrana bakıyor, onu asla fark etmiyordu.

 

"Şimdi ne yapacaksın dayım oğlu?" Silahını yavaşça çıkarıyordu ve bu beni daha tedirgin ederken sakin adımlarla odaya girip arkasından yaklaşmaya başladım. Nefesimi tutarken beni fark etmemesi için çok yavaş yürüyordum. "Bilmiyorum, buraya sadece biri ile sızmış olamaz, başka biri var. Burayı çok iyi tanıyan başka bir köstebek var." Ve o köstebek tam arkasındaydı ama asla bilemiyordu.

 

"Yav dayı oğlu," silahını Miran'ın başına yasladığında Miran başını kaldırdı ama hareket edemedi. "Sen bana da öğretsene şu işleri. Belki senden sonra bana lazım olur, bilemem. Belki de lazım olmaz ama yine de öğrenmek iyidir."

 

"Ne yapıyorsun, indir silahını!" Hemen arkasındaydım. Ama elim titriyordu, korku mu endişe mi neydi bilmiyorum ama onun başına silah dayamış halde görmek bir için içimi ürpertmişti. "Bak dayım oğlu, bizde silah bir kere kalkar, bir daha da içi boşalmadan inmez." Emniyeti indirirken elim çizmemin içinde bulunan yemek bıçağına gitti. Yukarı çıkmadan önce masalardan birinden almıştım. "Sendin, hain sendin." Miran yeni yeni aydınlanırken adamın kahkahası yükseldi. Ve bu kahkahayı kesen benim boğzına bıçak dayamam olmuştu. Dizinin içine tekme attığımda yere çökmüştü. Miran hızla ayağa kalkarken beni görmeyi beklemiyordu. Elindeki silaha tekme attığımda yere düştü. "Deniz! Ne işin var senin burada!"

 

"Soru sormayı keste silahı eline al!" Burnundan soluk alıp verirken elimin altından kurtulmaya çalışan herifin boğazına bıçağı daha sıkı dayadım. Miran eline silahı aldı ve adama doğru uzattı. "Ne zamandan beri burdasın, sana odaya çıkmanı söylemiştim!"

 

"Ben şuan odaya çıkmış olsaydım sen şimdi ekmek kuyruğuna girmiş gibi sırat köprüsüde sıraya girmiş olacaktın!" Yerde yatan adam yavaş yavaş ayılırken Miran beklemediğim bir şekilde herifin yüzüne ayağının tabanıyla vurdu ve tekrar bayılmasına neden oldu. "Birde bıçakla gelmiş! Ne yapmayı planlıyordun?"

 

Adam tekrar bayıldığında, odadaki gerginlik yerini soğuk bir sessizliğe bıraktı. Miran, yerde yatan herife sert bir bakış attıktan sonra bana döndü. Gözlerinde öfke ile hırs arasında bir ifade vardı; dudakları ince bir çizgi halini almıştı. “Odada kal dedim sana. Her işe karışmanı istemiyorum,” dedi, sesindeki sertlik dikkat çekiciydi.

 

“Beni koruman gerekmediğini biliyorsun, değil mi?” dedim, hafif bir meydan okuma tonuyla. Gözlerimi ondan ayırmadan bakışlarına karşı koymaya çalıştım, ama içimdeki o tuhaf his, tekrar yüzeye çıkmaya başladı. Onu gördüğümde her şey karmaşıklaşıyor, görev ile duygular arasında gidip geliyordum.

 

Miran, gözlerini kısıp yüzümü inceledi. “Bak,” dedi, sesi daha yumuşak ama hala kontrolcü bir tonla. “Bu işlere fazla bulaşırsan başın derde girer. Benim yapmam gereken her şeyi hallederim; senin bu dünyayla bir bağlantın olmamalı!.”

 

“Unutma, Miran,” dedim, sesimdeki sertliği korumaya çalışarak, “ben de bu işin içindeyim. Beni korumana gerek yok.”

 

birkaç saniye boyunca sessizce baktı. Ardından kaşlarını çatıp hafif bir gülümsemeyle başını eğdi. “Senin bu inatçılığın...” dedi, gözlerini yere düşen adama çevirirken. Ardından tekrar bana döndü, yüzünde tuhaf bir ifade vardı, ne kızgın ne de sevecen; ikisinin arasında bir yerde sıkışıp kalmış gibiydi. "Ama dikkatli ol, anladın mı? Kendini riske atmana izin vermem!" Birden boluğuma denk gelmiş olacak ki ellerimin arasındaki herif beni iterek kaçmaya yeltendi. Miran silahı ayağına nişan alıp sıktığında adam yere düşerek inlemeye başladı. "Senin yüzünden odaklanamadım bak, kaçtı ellerimin arasından!"

 

"Benim yüzümden mi! Gerçekten mi! Buraya hiç gelmemen lazımdı Deniz!"

 

"İkide bir aynı şeyleri söyleyip durma! Geldim işte, tamam mı, geldim!"

 

Miran’ın öfkeyle yüzüme bakışını görmezden gelmeye çalıştım, ama bakışları içimi delip geçiyordu. “Her şeyi kontrol etmeye çalışıyorsun,” diye çıkıştım, sesimdeki meydan okuma barizdi. "Sen her şeyi halledebilirsin, tamam da, burada bir şeylerin yolunda gitmediğini görmeyecek kadar kör değilsin, değil mi?”

 

bir an duraksadı, ardından silahını adamın tam yanında yere doğrultup bir el daha ateş etti. Adamın acıyla inlemesi sessizliğe karıştı. “Beni anlamıyorsun, Deniz,” dedi dişlerinin arasından. “Sen bu dünyanın bir parçası değilsin. her bir şey olduğunda, kendini tehlikeye atıyorsun ve bu… beni çıldırtıyor!”

 

“senin vurulup ölmeni mi bekleyeyim, Miran!” diye cevap verdim, sinirlerim gerilmiş bir halde. “Sürekli geri çekilmemi istemen hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Canını kurtardım, ve ben burada olmasaydım belki de herifin sıktı tek kurşunda ölüp gidecektin!”

 

Derin bir nefes aldı, sanki sabrını toparlamak istercesine. "Bunu yapma, çünkü sana zarar gelmesini istemiyorum," dedi daha sakin bir tonla. "Ve sen burada olmaya devam edersen, er ya da geç zarar göreceksin. O an ne yapacağım, hiç düşündün mü?"

 

Sözleri içimi sızlattı, ama geri adım atmaya niyetim yoktu. "Hepsi senin suçun!" Dedim üste çıkmaya çalışarak. "Ne diye hep tehlikeye giriyorsun ki? Seni şans eseri kurtarıyorum hep farkında mısın!"

 

Miran, gözlerini birkaç saniye bana dikti, derin bir nefes aldı ve sonunda başını salladı. "Peki," dedi hafif bir gülümsemeyle. "Haklısın." Başını sakince salladı. "Ne de olsa ben hanımcı bir adamım. Konuyu uzatmaya gerek yok bebeğim, özür dilerim. Haklısın."

 

Gözlerinde hâlâ o korumacı bakış olsa da, ilk defa bir anlaşmaya varmış gibiydik. Düşmanla aynı dünyada, aynı mücadelede olmamız gerekiyordu belki de. "Hanımcıymış, bok hanımcısın! Biraz laftan anlasaydın hiç bu halde olmazdık!"

 

Şaşırarak bakarken elimdeki bıçağı şiddetle yere fırlattım. "Aşağıda siviller var!" Dediğimde kaşları çatıldı. "Ne?"

 

"Duydun işte, kumarhane şuan için sağlıklı değil! Siviller var." Yerde yatan iki adamı işaret ettim. "Hainler var! Kumarhanede kumarbazlar hariç herkes var maşallah!" Dediğimde arkamı dönerek kapıya yöneldim. "Ne halin varsa gör, ben gidiyorum!"

 

"Deniz!" Arkamdan seslenmesini umursamadan asansöre ilerledim. "Dur dedim sana!" Asansöre bindim ve gelmesini beklemeden kapının kapanması için düğmelere hızlıca bastım. Tekrar kumarhane kısmına inerken sinirlerim tepemdeydi. "Puşt herif! Ben senin hayatını kurtardım be! Böyle mi teşekkür ediyorsun sen!" Açılan kapıyla bir kaç kişiyle göz göze gelirken hızla yanlarından geçip içki bar kısmına yürüdüm. "Puşt!" İçimde biriken siniri dışarı vurmam gerekiyordu ama şuan için sadece sindirmem gerekiyordu. "Votka!" Dediğim barmen biraz şaşırsada daha sonrasında votka doldurduğu bardağı önüme uzattı. Ardından gönderdiği limonları es geçip bardı tekte bitirdim. Ağır ve iğrenç tadı midemin bulanmasına neden olurken yüzümü buruşturmadan edemedim. "Bir tane daha ver!" Salonda bulunan herkesi tek tek inceliyordum ve masaları keskin bakışlarıyla izleyen sivilleri görebiliyordum. Altay garson kılığında içki dağıtımı yaparken kesinlikle benden habersiz yapılan bu işin hesabını soracaktım. Miran'ın yanıma geldiğini gördüğümde bir bardak daha shot edip masaya bıraktım. "Doldur."

 

"Doldurma!" Dedi sertçe barmene. "Gel benimle." Elimi tuttuğunda elimi elinden çekmeye çalıştım ama başımın dönmesiyle hafifçe sendeledim. "Deniz, ne yapıyorsun gel benimle!"

 

"Gelimiyorum ve!" Başka birine doldurulup uzatılan bardağı hızlıca elime alıp onu da tekte bitirdim. "Yeter dedim sana! Kalbine zararlı anlamıyor musun!" Kolumdan çekiştirirken başımın dönmesini engelleyemiyordum. Son kez Altay'a bakarken onunda bana baktığını fark ettim. "Beni bırak!" Dediğimde asansöre binmiştik. "Nefret ettim şu lanet asansörden, in çık, in çık bu ne ya. Başım döndürdü!"

 

"Başını döndüren asansör değil Deniz, iki bardakta sarhoş oldun!"

 

"İki değil!" Dediğimde parmaklarımla üç yapmaya çalışıyordum. "Üç, üç tane içtim."

 

"Aferin!" Dedi, iyi bok yedin diyemedi tabii, aferinle geçiştirdi beni.

 

Asansör dururken yine beni bir çocukmuşum gibi kolumdan çekiştirmeye başladı. Ayaklarım bir birine dolanınca düşeceğimi hissettim ama kendimi birden havalanırken bulmuştum. Beni kucağına almıştı. "Nereye gidiyoruz?" Diye sorduğumda yüzünün yakın olmasından dolayı sıcaklığını hissedebiliyordum. "Ortalık biraz sakinleşene kadar, başka bir yere geçeceğiz." Siyah bir arabaya beni bindirirken kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçti. "Ortalığa ne olmuş ki?" Dedim anlamayarak. "Anası..." Bir an sustu. "Tövbe yarabbim, tövbe." Dediğinde bakışlarım garipleşti. Hareket eden arabanın hızı gittikçe artıyordu.

 

"Önce kumar oyna, sonra da tövbe yarabbi tövbe. Sence kabul oldu mu o tövben?"

 

"Beni mi sınıyorsun Deniz, kumar kötüyse içki içmekte kötü!"

 

"Ben iyi bir şey olduğunu savunmadım ki." Dedim, sarhoş olmamdan kaynaklı uykum gelmeye başlamıştı.

 

Gözlerim yavaşça kapanırken Miran’ın direksiyon başında yüzünü buruşturduğunu gördüm. “Sarhoş olmana gerek var mıydı gerçekten?” diye homurdandı. “Biraz kendine dikkat et, kalbin için çok zararlı.”

 

Gözlerimi hafifçe açıp ona baktım, ama göz kapaklarımın ağırlığını hissetmemek elde değildi. “Beni korumaya devam mı edeceksin, Miran?” diye fısıldadım, hafif alayla. “Kendi hatalarımın bedelini ben öderim. Seni endişelendiren bir şey yok.”

 

Gözleri dikiz aynasında gözlerimi buldu, derin bir nefes aldı. “Sana bir şey olacak diye düşündüğüm her an… işte o zaman kumar oynuyor gibi hissediyorum, anlıyor musun? kaybedecek bir şeyin varsa, her hamle risk olur.”

 

Sözleri kulağıma uzak bir uğultu gibi geliyordu ama derinliğini anlayabiliyordum. Ona daha fazla cevap veremedim; gözlerim kapanmıştı bile. Arabada sessizlik çökmüşken, kalbimde onun sözlerinin yankıları kaldı. Görevle duygular arasındaki çizgi her zamankinden daha bulanıktı.

 

Gözlerim yavaşça kapanırken başım camın soğuk yüzeyine yaslandı. Arabanın motor sesi, Miran’ın nefes alışları ve yolların akıp gitmesi, hepsi birleşerek zihnimde bir uğultuya dönüştü.

 

Bir süre sonra aniden yavaşlayan arabayla gözlerimi araladım. Miran bir sokak lambasının altına park etmişti. Etraf karanlıktı; sadece lambanın sarı ışığı arabanın içine süzülüyordu. Şoför koltuğundan yana dönüp yüzüme baktı. Kaşları çatılmış, gözlerinde bir kararlılık vardı. "Beni kurtardığın için teşekkür ederim ama bir daha yapma, ben kendimi koruyabilirim. Sana zarar gelirse asıl o zaman kendimi koruyamam."

 

"Miran," dedim gözlerim yarı kapalı. "Sevişelim mi?" Dediğimde göz bebeklerinin büyüdüğüne şahit oldum.

 

Bir anlık sessizlik aramızda asılı kaldı; Miran’ın gözleri gözlerime kilitlenmişti, nefesi hızlanmış gibiydi. Göz bebeklerinin büyüdüğünü, şaşkınlık ve istek arasındaki o kararsız bakışı gördüm. Ama dudakları aralandığında, söyleyeceği şeyin çok daha farklı olduğunu hissettim.

 

“Deniz… sen sarhoşsun,” dedi, sesi titrek bir fısıltı gibi çıktı. “Bu söylediklerini hatırlamayabilirsin bile.”

 

“Hatırlayacağım,” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Belki sarhoşum ama... ne istediğimi biliyorum.”

 

Miran derin bir nefes alıp gözlerini benden kaçırdı, parmakları direksiyonu sımsıkı kavradı. Onun bu kadar kararsız kalışını görmek içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Kararlılıkla ona biraz daha yaklaştım, elimi hafifçe omzuna koyarak fısıldadım, “Korkuyor musun, Miran?”

 

O an, gözlerindeki çekilmez inadı kırılır gibi oldu. “Seninle ne yapacağımı bilemiyorum, Deniz,” dedi, sesi çatallaşmıştı. “Beni böylesine dengesiz bırakan tek kişisin, bunu biliyorsun değil mi?”

 

Bir anda, içimde kalan tüm tereddüt yok oldu. Ona daha yakın bir fısıltıyla cevap verdim. “Öyleyse dengesizliğimize birlikte göğüs gerelim. Çünkü ben, yanındayken her şeyden vazgeçmeye hazırım.”

 

Sözlerim havada asılı kalırken, ikimiz de o anın ağırlığını hissettik. Tutkunun kıvılcımları, bizi daha önce hiç olmadığı kadar birleştiriyor, sınırları silikleştiriyordu.

 

Onun boynunu öperken titreyen nefeslerini duymak hoşuma gidiyordu. Birden kendini geri çekti. "Lütfen, bebeğim. Yapma." Rededilmenin hazımsızlığıyla yerime sinerken ona bakmamaya çalışarak başımı cama yasladım ve arabayı çalıştırmasını bekledim. Sessilik içinde duyulan nefeslerini ardından arabayı çalıştırdı ve tekrar yola koyuldu. Gözlerim kendi kendine kapanırken sallantınında verdiği etkiyle uykuya daldığımı hissedebiliyordum.

 

Zaman nasıl geçtiğini anlamadım. Gözlerim hafif açılıken kendimi Miran'ın kucağında hissetim. Ardından sırtım bir zemine yaslanırken gözlerim tekrar kapandı. Hafifleyen bedenimle sağa dönerken üzerimin örtülmesiyle uykuma devam ettim.

 

Bir zaman sonra uykumdan midemin yanmasıyla uyanırken gözlerim lavaboyu aradı. Odada bulunan başka bir kapıyı açarken doğruca klozet kapağını kaldırıp içim çıkana kadar istifra ettim.

 

Derin bir nefes alıp doğrulurken titreyen bacaklarla kalkarak suyu açtım ve soğuk suyu yüzüme vurmaya başladım. Aynadan bir an kendime bakarken bütün makyajımın yüzümde dağıldığını gördüm. Bıkkınlıkla yüzümü temizlerken saçlarımı ensemde tutturarak bulunan paketli fırçalardan birini alıp dişlerimi fırçaladım. İşimi bitirip lavabodan çıkarken tamamen yabancı bir yerde olduğumu anlayarak odayı inceledim. Odadan çıkarken ince bir koridorla karşılaştım. Bir kaç odayı geçip gittiğim koridordan sağa döndüğümde büyüyen salona adım attım. Çıplak ayaklarım soğuk zeminde üşürken gözlerim Miran'ı aradı. Geniş koltukta oturmuş sigarasını dumanlarken yanına adımladım. Beni fark ettiğinde sigarasını söndürerek eliyle havayı itmeye çalıştı. "Merak etme, içmezdim." Dedim yanına gelerek. Elimden tutup beni üstüne çektiğinde bacaklarımı açarak kucağına yerleştim. Üsten üsten ona bakarken önüme düşen saçlarımı parmaklarıyla dağıtmaya başladı.

 

"Merak ederim..." Dedi, başını koltuğa yaslayarak. "Senin hakkında ki her şeyi merak ederim." Yutkunuşu ile elinin bacaklarımda dolaşması aynı olmuştu.

 

Gözleri gözlerime kitlenmiş, nefesi nefesime karışıyordu. Kalbim bir anlığına onun ritmine uydu, sonra hızla çarpmaya başladı. Elini boynuma doladı, başını hafifçe yana eğerek dudaklarına doğru çekti beni. Dudaklarımız arasında kalan o an, sanki zaman durmuş gibiydi.

 

Bir an boyunca tüm dünyanın sessizliğe büründüğünü hissettim. Sadece biz vardık, onun sıcak dokunuşu ve bana hissettirdikleri. Parmak uçları belimde gezindi, tenime dokundukça içimde bir kıvılcım daha parladı. Dudaklarımız birbirine değdiğinde, kalbimin her atışı yankılandı sanki.

 

“Her gün, her an daha da fazlasını keşfetmek istiyorum sende,” diye fısıldadı, sesi duygularını olduğu gibi açığa vuruyordu. Sözleri içimi titretti, ona sarılışım daha da sıkılaştı. Birlikte bir bütün olmanın büyüsü, her şeyi unutturdu; sadece onunla ve bu anla kalakaldım.

 

Elini sırtımda gezdirerek beni daha sıkı sardı, nefesi boynumda hafifçe dolaşırken dudakları yanağımda gezindi. İçimde bir dalga yükseldi, kalbim onun her dokunuşunda hızlanıyordu. Başımı omzuna yasladım, gözlerimi kapatıp o anın huzuruna bıraktım kendimi.

 

“Senin yanında her şey gerçek dışı geliyor,” dedim fısıltıyla, sanki sözcüklerimi rüzgar alıp götürecekmiş gibi.

 

Parmakları saçlarımda dolaşırken, “Öyle mi?” diye mırıldandı. “O zaman seni burada, bu anda tutmalıyım,” dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. Ellerini yüzüme kaldırdı, parmakları çenemin etrafında dolanarak beni kendine daha da yaklaştırdı.

 

Gözlerimiz tekrar buluştuğunda, dünyada yalnızca ikimiz varmış gibi hissettim. Dudakları yeniden dudaklarıma değdiğinde, zamansız bir anda kaybolduk. Sanki her şey o tek öpücükte gizliydi; tüm hisler, söylenmemiş cümleler, geleceğe dair umutlar...

 

Birbirimizin kollarında, sessizliğin ve yakınlığın büyüsünde kaybolmuşken, geriye yalnızca kalplerimizin sesi ve o anın derinliği kalmıştı.

 

Bir süre öylece kaldık; birbirimizin sıcaklığında, kalp atışlarımızın sessizliği doldurduğu bir anda. Gözlerini açtığında, yüzümde gezinmeye başlayan bakışlarıyla o tanıdık sıcaklığı hissettim. Ellerini yüzümde gezdirdi, başparmağıyla yanağımdaki ince çizgileri takip ederken dudaklarında hafif bir gülümseme vardı.

 

"Sana böyle bakınca, her şeyin doğru olduğunu hissediyorum," dedi kısık bir sesle. "Sanki bütün yollar seni bulmam için varmış gibi."

 

Sözleri kalbime dokunurken içimde tarif edemediğim bir huzur doldu. Parmaklarımı yüzünde gezdirdim, gözlerinin içine bakarak, "Bende de öyle," diye fısıldadım. "Sanki sen olmadan eksiktim, tamamlanmamıştım."

 

Bu itirafımdan sonra gözleri parladı. Elleri belimde biraz daha sıkılaştı, bedenimizi birbirine bağlayan o anı korumak istercesine. Yavaşça başımı göğsüne yasladım; kalp atışlarını duymak, nefes alışverişinin ritmini hissetmek içimde bir dinginlik yaratıyordu.

 

Birlikte bu dingin anı paylaşırken, gelecekte bizi bekleyen her ne varsa, birlikte karşılayabileceğimize dair bir güvenle doluydum. O an, onunla her şeyin mümkün olduğunu hissettim; tüm korkularımı, kaygılarımı geride bırakıp sadece ona teslim oldum.

 

Ellerini yavaşça belimden kaydırarak beni kendine daha yakın çekti. Nefesi boynuma değdiğinde, tenimde gezinen sıcaklığı tüm vücuduma yayıldı. Kalbim onun her dokunuşunda hızlanıyordu, içimde giderek büyüyen bir tutkuyla ona sarıldım.

 

Dudakları boynumdan omzuma, omzumdan tekrar yüzüme doğru yavaşça ilerledi. Parmakları tenimde dolaşırken her bir hareketiyle bedenimde bir kıvılcım daha çakıyordu. Onunla bu kadar yakın olmanın verdiği hisle bütün varlığımı ona bıraktım; aramızda kelimelere dökülmeyen bir bağ vardı.

 

Bir an durup göz göze geldik, bakışları beni en derinimde buldu. Gözlerinde o tanıdık güveni ve şefkati gördüğümde, aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hissettim. Dudaklarımız yeniden buluştuğunda, tüm düşüncelerimiz silinmişti.

 

O an, bütün korkuları ve kaygıları geride bırakarak, sadece birbirimize teslim olduk. Her bir dokunuş, her bir öpücük bizi daha da birbirimize bağladı. O gece, yalnızca ikimizin bildiği, paylaştığı bir dünyada kaybolduk; tüm varlığımızla, tüm ruhumuzla, sadece birbirimize aittik.

 

Lütfen yorum yapıp, beğenir misiniz? Hayalet okuyucu olmazsanız sevirim. ❣️

 

İyi okumalar...

 

Bölüm : 26.12.2024 18:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...