Yorum ve beğenilerinizi eksik etmeyin❣️
Yudum yudum içtiğim suyun beni biraz olsun rahatlatmasını umdum. "Bakanı sen sorguya alacaksın."
"Ne haddime." Asi'ye yönelttiğim soruyla yerimde dikleştim. Uzun soluklu bir çatışmanın ardından zaferle karakola dönmüştük. Sayısız yaralı, ölü, ve en acısı olan da çocuk cesetleriyle dönsekte her şey bitmişti.
"Kurmay öyle istiyor. Bakan sorgu odasında, seni bekliyor. Altay, Asaf ve Çağıl da şüphelileri sorguya alacak." Sıkı bir nefes verdim. "Sen..." Dediğimde biraz düşündü. "Aslında şuan boştayım ama seninle gelmek isterim." Gelmesinde bir sakınca görmeyip ayağa kalktım. "Gidelim o zaman." Başını sallayıp beni takip ederken bakanın olduğu sorgu odasına girdik. Kapıyı kapatırken elindeki dosyayı masaya bıraktı. "Niye tutuyorsunuz beni burada, anlamıyorum. Benim ne suçum var?" Kollarımı göğsümde birleştirirken Asi yorulmuş bir şekilde sandalyeyi çekip oturdu. "Çok konuşuyorsunuz," dedi ciddiyetle.
"Sadece bir düşmanınız var mı? Bunu kim yapmış olabilir diye sorular soracağız, yoksa sizi suçladığımızdan değil." Sesi çok tepkinli ve sertti.
"Benim bir düşmanım yok," dedi bakan, gözleri bir anlık şaşkınlıkla açıldı. "Bu savaşın ortasında nasıl olur da tek bir düşmanım olabilir ki? Herkes tehdit. Herkes bir risk."
Asi derin bir nefes alıp sandalyesine iyice yaslandı. "Tam da bu yüzden buradasınız. Eğer bir tehdit görmediyseniz, ya da görüp de harekete geçmediyseniz, bu sizin sorumluluğunuzda." Sözcükleri ağır ve keskin bir bıçak gibi havada asılı kaldı. Bakanın yüzünde bir şeylerin değiştiğini gördüm, bir anlık tereddüt müydü, yoksa başka bir şey mi?
Asi'nin yanında sessizce duruyordum, ama içimde yükselen gerginliği kontrol etmek zordu. Savaşın izleri üzerimizde hâlâ taptazeydi. Yaralarımız yeni kapanmıştı, ama bu sorgu her şeyin üstünü açıyordu.
bir adım öne çıktım. "Sorumluluklarınızı inkar etmeniz durumu değiştirmez," dedim daha yumuşak bir tonla. "Burada önemli olan sizin suçlanıp suçlanmadığınız değil, olayların aydınlatılması. Eğer yardım ederseniz, bu sizin için de iyi olur."
Bakanın gözleri, söylediklerime odaklanmıştı, ama aynı zamanda bir şeyden kaçıyormuş gibi görünüyordu. "Ben sadece... Ben sadece görevimi yaptım," dedi yavaşça. "Ama kimin ne yaptığını, kimin emir verdiğini bile bilmiyorum."
Asi ile kısa bir bakışma yaşadık. Asi, sandalyesinden kalkmadan ellerini masaya koydu. "Bize net bir bilgi vermeniz lazım. Yoksa bu iş daha da uzayacak ve size zarar verecek."
Bakan başını eğip bir süre düşündü. Ardından yavaşça başını kaldırdı, sesi artık daha sakin, ama bir o kadar da kararsızdı. "Bir isim var, ama emin değilim. Sadece söylentilerden ibaret."
"Kim?" dedim, bekleyemeden. İçimdeki sabırsızlık büyüyordu.
"Yavuz," dedi bakan, sesi fısıltıya dönerken. "Yavuz Karanlık... Onunla ilgili çok şey duydum ama... kimse açıkça konuşmuyor."
Odaya bir sessizlik çöktü. Asi, bakanın gözlerinin içine baktı. "Yavuz Karanlık..." dedi yavaşça. "Bu isim bize daha önce söylenmemişti."
Derin bir nefes aldı. "Bize doğru mu söylüyorsunuz?" diye sordu sert bir ifadeyle.
Bakan başını salladı. "Bu kadarını biliyorum. Eğer beni korursanız, daha fazla şey öğrenebilirim."
"Sizi zaten koruyoruz, bunu bir daha dile getirmeniz saçmalık!" Kendimi tutamayınca bakan irkilerek geriledi.
"Teröristlerin." Diyerek konuya giriş yaptı. "Teröristlerin başı. K-kızım," ağzında gevelediği lafı artık çıkarması gerekiyordu. "Kızımı kaçırdı."
Odaya ağır bir sessizlik çökmüştü. Bakanın sözleri, bir anda her şeyi değiştirmişti. Asi’nin yüzündeki sert ifade hafifçe değişti; bu itiraf beklediğimizden daha fazlasını içeriyordu.
şaşkın bir şekilde nefesimi tuttum. duygularımın önüne geçmeye çalışarak bakanın yüzüne baktım. "Kızınız kaçırıldıysa neden şimdiye kadar bu konuyu açmadınız?" diye sordum, sesimdeki öfkeyi gizlemeye çalışarak. "Bu, araştırmamız için hayati bir bilgi olabilirdi!"
Bakan başını öne eğip ellerini sıkıca kenetledi. "Bunu kimseye söyleyemedim," dedi kısık bir sesle. "Yavuz... Yavuz Karanlık, kızımı kaçırdı ve bana emirlerini dikte etti. Savaş sırasında, karanlıkta, onun yönlendirdiği hamlelerle hareket etmek zorunda kaldım."
"İçerdeki hain de sendin!" Dedim parçalar yerine otururken. "Sana nasıl güvenebiliriz?"
Asi, gözlerini bakanın üzerinden ayırmadan konuştu. "Eğer doğru söylüyorsa, bu adam sadece bir siyasi aktör değil, bir terörist. Ama ona güvenmeden önce, bu iddiaların kanıtlarını görmek zorundayız." Sonra bakanın yüzüne doğru eğildi. "Bize neden daha önce gelmediniz? Neden bu kadar beklediniz?"
Bakan gözlerinde suçlulukla geri çekildi. "Yavuz, kızımın hayatıyla tehdit etti. Ne yapabilirdim? Kimseye güvenemedim. Ama artık elimde başka çare yok. Eğer siz bana yardım etmezseniz, onu bir daha göremem."
Bu sözler odaya bir ağırlık daha ekledi. Artık mesele sadece bakanın suçları ya da savaş değildi. Bir çocuğun hayatı söz konusuydu. Asi, bakanın üzerine doğru eğilerek ciddiyetle konuştu. "Bize tam olarak Yavuz’la ilgili ne biliyorsanız anlatın. Onunla nasıl iletişim kuruyorsunuz? Kızınız nerede tutuluyor?"
Bakan derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Sadece birkaç kişiyle dolaylı olarak iletişim kuruyorum. Onlar aracı oluyor. Kızımın yerini bilmiyorum, ama her ay bir kez haber gönderiyorlar... yaşadığını bilmem için."
Bu bilgi karşısında içim sıkıştı. Asi'nin bakışları daha da keskinleşti. "Bu iş çok daha karmaşık," dedi bana dönerek. Ayağa kalkarken derin nefesler veriyordu. "kızınız kaç yaşında?"
"On dokuz-" odanın kapısı sertçe açılırken odaya Alparslan Özbay ve diğer yüksek rütbeli askerler girdi. "Yüzbaşı,"
"Komutanım." Dediğimde Asi ile beraber hazır ola geçmiştik. "Bundan sonrası artık bizde, siz elinizden geleni yaptınız. Devamını üst kurmaylar alır."
"Ama-"
"Çavuş," dedi sertçe Asi'nin sözünü keserken. "Yapacağınızı yaptınız," tekrar yüzüme döndü. "Askeri uçak sizi karargahınıza götürmek için hazır. Görevinizi layığıyla yaptınız, gerisi bizde."
Asi'nin itiraz etmeye yeltendiğini gördüm, ancak Alparslan Özbay’ın keskin bakışları karşısında sustu. Ben de ne diyeceğimi bilemedim. İçimde bir huzursuzluk vardı, çünkü sorgu yarım kalmış gibiydi, ama emre karşı gelmenin bir faydası olmayacaktı.
"Asi," dedim sessizce, onun da içindeki öfkeyi hissedebiliyordum. "Hadi, çıkalım."
O da başını hafifçe sallayarak kabul etti ve birlikte kapıya doğru yöneldik. Bakan hâlâ oturduğu yerde donuk bir ifadeyle bizi izliyordu. Onun acısını, korkusunu görüyordum ama artık yapacak bir şey yoktu. O kapıdan çıkarken geride pek çok soru ve belirsizlik bırakıyorduk.
Kapıdan çıkıp koridora adım attığımızda, geride kalan odanın soğukluğu yerini askeri düzenin ağır havasına bıraktı. Asi sessizce yanımda yürüyordu. "Böyle yarım bırakıp mı döneceğiz."
"Biz emirleri uyguluyoruz Asi, onu korumamız söylendi ve elimizden geldiğince koruduk. Bu kadar, hem işin peşini bırakacaklarını sanmıyorum. Olay iç çatışmaya dönmüş baksana." Öfkeli bir nefes verirken timin geri kalanının bize doğru geldiğini gördüm.
"Ne oldu şimdi?" Altay ve Asi bu yarım kalmışlığın sinirini taşıyorlardı. "Gerisi bizde deyip bizi geri mi gönderiyorlar, bu saçmalık!"
"Altay,"
"Altay haklı komutanım, götümüzü yırttık bakanı koruyacağız diye, şimdi de hiçbir şey olmamış gibi bizi geri gönderemezler." Çağıl'a ters bir bakış attım.
Asi’nin sessiz öfkesi, Altay ve Çağıl’ın patlamasıyla birleşince koridoru ağır bir gerginlik kapladı. Her birinin yüzünde aynı hayal kırıklığı ve sinir vardı, ve ben de içten içe bu duygulara kapılmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Haklıydılar. Bir şeyler eksikti, bir şeyler hâlâ çözülmemişti, ama emirler neyse ona uymamız gerekiyordu.
"Yeter," dedim, sesimi biraz yükselterek. "Emirler neyse onu yapıyoruz. Evet, elimizden geleni yaptık. Ama unutmayın, bu sadece bir aşamaydı. Olayın büyüklüğünü hepimiz biliyoruz. Şimdi geri dönmemiz gerekiyorsa, döneriz. Bizim için bu iş bir daha ki emre kadar bitti."
Altay dişlerini sıkarak gözlerini bana dikti. "Döneceğiz, sonra ne olacak? Yine mi bir yerlerde bekleyip olacakları izleyeceğiz?"
"Evet!" Dediğimde bana tavır alması hoşuma gitmemişti. "size komutanınız olarak emir veriyorum!" Dedim sertçe, "derhal toparlanıp İstanbul'a dönüyoruz, tek kelime dahi duymak istemiyorum!"
Altay’ın gözlerinde yanan öfke, benim sert çıkışımdan sonra yerini çaresizliğe bırakmıştı. Sözlerim salondaki herkesin üzerine bir ağırlık gibi çöktü. Timdeki diğerleri de sessizce birbirlerine bakarken gerilimi hissettim, ama itiraz edecek kimse yoktu. Emir emirdi. Üstüne tartışmak, sadece daha büyük sorunlara yol açabilirdi.
"Anlaşıldı, komutanım," dedi Altay, dişlerinin arasından. Sesi düşük, ama hâlâ sinirliydi. Asi de bakışlarını bana çevirdi, ama o da susmayı tercih etti. Emirler konusunda her zaman ciddiydi, ve bir çatışmaya daha girmek istemiyordu.
"Toparlanıyoruz," dedim, sesimi daha kontrollü hale getirerek. "İstanbul’da bu işin devamını bekleyeceğiz. Bu iş burada bitmiş değil, sadece bizim için bir süreliğine kapandı."
Altay, Asi ve diğerleri sessizce başlarını sallayarak onayladılar. Dışarıda uçak bizi bekliyordu, ve o an İstanbul'a dönmekten başka çaremiz yoktu. Ancak içimde, peşinden gittiğimiz karanlığın bize yaklaştığını, savaşın henüz bitmediğini biliyordum.
Tim toparlandıktan sonra sessizce piste doğru yürüdük. Her birimizin kafasında farklı düşünceler vardı, ama hedefimiz ortaktı. İstanbul'a geri dönüp yeni emirleri beklemek zorundaydık.
Uçağa yerleşirken yorgunlukla derin bir soluk verdim. Asaf karşıma otururken fark ettim ki artık eskisi gibi bana bakmıyordu, konuşmuyordu yada muhatap olmuyordu.
"Nasılsın Asaf." Dediğimde büyümüş göz bebekleri ile gözlerime döndü. "İyiyim." Sesi kırgın, yorgun, ve daha çok burukça çıkmıştı.
"Sen nasılsın."
"İyiyim." Dedim ona rağmen benim sesim biraz daha canlıydı. Yorgun bakışlarını gözlerimden kaçırdı ve camdan dışarıya bakmaya başladı.
"Konuşmak-"
"Ona gerçekten aşık mı oldun?" Boğazıma dizdiği soruyla yutkunurken gözlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordum.
"Asaf,''
"Neyse," dedi tekrar, "bana ne ki, ne haddime sormak." Yutkunuşunu gördüm. "Size mutluluklar," dedi biraz alaycı bir tonda. "Ne kadar mutlu olabilecekseniz," görevden bahsettiğini biliyordum. Cevap vermeye yeltenmedim, susma kararıyla önüme dönerken kalbime düşen bu aşk tohumunu olmazlara inat yeşertecektim.
Asi yanıma yerleşerek "seni artık umursamıyor," dedi, sadece benim duyabileceğim bir sesle. Omuz silktim. Onu arkadaşlıktan ileri görmediğimi başından beri söylemiştim, kalbi de haddini bilseymiş.
"Lan Antepli!" Çağıl, Altay'a seslenirken elinde nerden getirdiğini bilmediğimiz küçük bir def çıkardı. "Bak," defe vurmaya başlarken bu yorgunluğa rağmen bu kadar enerjik olması burun kıvırtıcıydı.
"Nereden çaldın lan bunu?" Altay'ın sorusuna omuz silkti. "Hadi hadi, ben çalacağım, sende söyle. Hadi" düzensiz bir ritim tuttururken anlamıştım ki bu yolculuk çok baş ağrıtacaktı.
"Başımız ağrıyor zaten, sustur oğlum şunu?"
"ALLAHIN ADINI VERDİM ABİ, ALLAH İÇİN!" bağırmasıyla gözlerimizi kısarken kıvraklığını izlemek eğlenceliydi. "Eşarbını yan bağlama, kurbanın olayım , eşarbını yan bağlama!"
"Altay, söyle ya kırma çocuğu," Asi gazı verirken Altay çoktan role girmişti bile.
"EŞARBINI YAN BAĞLAMA, EŞARBINI YAN BAĞLAMA..."
"AĞAĞAĞAĞAAAAA," Çağıl birden çığlık çığlığa bağırırken gülmeden edemedik. "BEN SÖYLEYİM SEN AĞLAMA..." Otuduğumuz yerden alkış ile ritim tutarken onların ayağa kalkıp saçma sapan danslarına kahkaha atıyorduk.
Birbirimize baktıkça kahkahalarımız daha da büyüdü. Uçaktaki yolculuğumuz, sıradan bir uçuş olmanın ötesine geçmiş, unutulmaz anılarla dolu bir maceraya dönüşmüştü. “Bu yolculuk asla unutulmayacak,” diye düşündüm, gülümseyerek.
Bugün yaşananları unutmalıydık, unutmalıydık ki önümüze bakmalıydık. Askerliğimin ilk gününde olsa saatlerce belki de günlerce bugünün yasını tutabilirdim. Ama artık alışmıştık, bunların beterini bile görmüştük, artık her şeyi akışına bırakıyor, ölenle ölünmediğini bir kere daha hatırlıyorduk.
Timin buna rağmen ki mutluluğu aslında huzur vericiydi. Yolculuğumuz tam anlamıyla Çağıl'ın katkılarıyla baş ağrıtıcı geçsede uçaktan inerken herkes mutluydu. Ve bu mutluluk sadece uçakta değil, karargaha geçene kadar devam etti.
"Sesin güzelmiş Antepli." Dediğimde Altay utanarak gözlerini kaçırdı. "Teşekkür ederim komutanım."
Tim karşımda otururken ellerimi dizlerime vurup ayağa kalktım. "Epey yorucu bir gün geçirdik, hem uykusuz hem de çok yorgunuz, artık evlerinize dağılabilirsiniz. İki gün izin verdim hepinize, hadi yine iyisiniz."
Çağıl kocaman bir nefes verirken ellerini yukarı doğru kaldırdı. "Yarabbi, sen bu komutanımızın tuttuğunu altın et, sen gönlünde ne varsa ona onu nasip et, şayet kendisi çok iyi bir insandır!"
"Kes lan," dedim eline vururken. "Yalaka seni!"
"Vallahi komutanım, cennetliksiniz!" Gözlerimi devirirken koridora yönelmiştim. "Dağılın hadi!" Dedim hepsine. Asi arkamdan gelirken diğerlerinin gittiğini görebiliyordum. "Nereye gidiyorsun?"
"Durum raporlaması yapıp gideceğim." Dediğimde artık benimle yürüyordu. "Onun yanına mı gideceksin?" Sesinde bir tür merak vardı.
Kısa bir bakışma yaşadık. "Neden sordun?"
"Hiç," albayın odasına geldiğimizde kapıyı çaldım. "Öyle, merak ettim." Odaya girmeden önce durdum ve gözlerine baktım. "Evet, onun yanına gideceğim." Dedim. Sadece başını sallamakla yetinirken odaya girdim. Kısa bir asker selamından sonra albayın karşısında durdum. "Durum raporlaması,"
"Biliyorum. Alparslan ile konuştum. Elinden geleni yapmışsın, tebrik ederim." Dediğinde fazla konuşmadan başımı salladım. "Başka bir şey yoksa ben gidiyorum." Dedim. Ayağa kalktı. Asi kapıda beklerken verdiği işaretle kapıyı kapatıp uzaklaştı.
"Başka bir şey var," dedi. Masanın etrafından dönerken Aramızda çok bir mesafe bırakmadan karşımda durdu. "Bugün annenin doğum günü," kaşlarım havalanırken geçmiş bir daha kendini tezat bir şekilde hatırlattı. "Gülsüm seni çok özlüyor, ne zamandan beri hep görmek istiyor. Onca yaşanmışlığın hatırına gelip görsen ya anneni. En azından bugünlük."
Boğazıma oturan yumruyu gidermeye çalışarak gözlerimi kırpıştırdım. "Beni görmek istediğinden emin değilim."
"Ben eminim. Sana bu güne kadar ki yaptığı anneliği hatırla kızım," artık sesi buruk bir tınıdan ibaretti.
"Sence öyle bir çırpıda söküp atılabilecek bir şey mi bu?" Elini bana dokunmak için kaldırmıştı ama geri çekildiğim için durdu. "Yada sen bilirsin," dediğinde aslında daha da çaresiz bırakıyordu beni. "Gitmekte özgürsün." Dediğinde arkasını dönerek masasına yerleşti. Büyük bir vicdan azabıyla kalırken hızlıca odayı terk ettim.
Bahçede duran arabama Binerken askeriyeden ayrıldım. onun yeri bende çok ayrıydı, onu gerçekten çok seviyordum. Her ne kadar gerçekler acımasızca olsa da onun da elinde olan bir şey yoktu. Saate baktım. Henüz öğlen olmamıştı. İçimdeki kararsızlıkla önce Miran'ı görmek istedim. Eve doğru sürerken akşam oraya gitmenin planını yapıyordum.
Uzun yolun ardından bahçeye girdiğimde havuzun etrafından dolanıp arabayı dırdurdum. Anahtarı üzerinde bırakırken hızlıca silahımı ve telsizimi de torpitoya koymuştum. Gömleğimi indirip koltukta bırakırken arabadan indim. Ev sessiz görünüyordu, efrafı incelemek durumda kalmıştım. Bütün korumalar yerli yerindeydi. Eve girerken bu sessizlik devam etti. "Kimse yok mu?" Dediğimde ses gelmemişti. "Miran?"
"Efendim." Çalışanlardan biri gelirken kendisine döndüm. "Herkes nerede?" Diye sordum.
"Miran ve Lal hanım şirkete geçti, Alaz bey ve Mert beyin ise acil bir işi çıktı efendim." Kaşlarım havalanırken başımı sallamaktan başka bir şey yapmadım. Çalışanı es geçerek Miran'la kaldığımız odaya geçmiştim. Sıcak bir duş her şeye iyi gelebilirdi. Kısa ama etkili bir duştan sonra dolabın karşısına geçtim. Elbiselerimin bir çoğu olmasada yarısı buradaydı. Çünkü Miran öyle istemişti. Otelde kalan eşyalarımı kendisi getirtmiş karımın yeri benim yerim diyerek odasına yerleştirmişti.
Elime aldığım düz siyah elbiseyi nedensizce giymek istedim, hemde hiç tarzım olmamasına rağmen. Uzun kollu ve ön dekoltesi ile üzerime cuk diye otururken açıkta kalan bacaklarım için ise dizlerimin hemen altında biten botlarımı tercih etmiştim.

Böyle bir şey işte
Saçlarımı gelişi güzel fönle kuruturken bu haliyle bile çok hoş olmuştu. Yüzümde hiçbir değişiklik yapmak istemesemde hafif bir makyaj yapmıştım. Artık şirkete gitmeye hazırdım. Evet şirkete gidecektim, Miran'ı görmek, ne yaptığını bilmek istiyordum.
Evden ayrılırken korumaların birini de kendime kurban etmiştim. Arabayı kendisi sürerken aynı zamanda Miran'ın kendisine kızacağını söylüyordu ama umursamadım. Şirketi tanımıyordum, ondan dolayı benimle gelmesi şarttı.
Bir süre sonra uzun gökdelenlerin olduğu yerde dururken kocaman yapılı şirkete hayranlıkla bakıyordum. Arabadan inerken bir kaç kişinin gözü bana döndüğünü hissetmiştim.
Dönen kapıdan geçerken kocaman lobi beni karşılamıştı.
Kaçıncı katta olduğunu bilmediğim için resepsiyoniste doğru yürüdüm. Yüzünde profesyonel ama samimi bir gülümseme vardı.
"Merhaba, Miran Bey'le görüşecektim. Hangi katta olduğunu öğrenebilir miyim?" dedim.
Resepsiyonist hızlıca bilgisayarına baktı, ardından bana dönerek, "Miran bey şuan toplantıda, randevunuz var mıydı?" dediğine burun kıvırırken başımı hayır anlamında salladım.
"Randevum yok, ben sevgilisiyim. Sürpriz yapacaktım aslında kendisine." Kadın soğuk bir gülüşle bakarken "bende üç çocukla ortada bıraktığı karısıyım ablacım. Randevun yoksa alamam seni, lütfen dışarı, lütfen."
Sinirlerim gerilirken söylediği saçmalığı gözlerimi devirmeme neden olmuştu. Üç çocuklu mu?
Sakinlikle yutkunurken ellerimi yumruk yapmamaya çalıştım. "bak," dediğimde gözlerini pörtleterek bakmaya başladı. "Ben Miran'ın sevgilisiyim, şimdi bana onun odasını söyleyecek misin, yoksa benim elimden bir kaza mı çıksın?!"
"Hanımefendi," dediğinde masanın ardından ayağa kalkmıştı. "randevusuz alamam, ayrıca her gün kaç kişi gelip ben sevgilisiyim görüşmek istiyorum diyor sizin haberiniz var mı?" Kıskançlık damarlarımda kor gibi gezerken gözüm seyirmeye başlamıştı.
"Kaç kişi geliyor?" Dediğimde sesim bastıramadığım bir öfkeyle çıkmıştı. "Ohooo,' elini savurup söylediği şeyle artık şartellerim atmıştı. Kolunu tutup kendime çekerken dişlerimin arasından konuştum. "Ben ki yüzbaşı Deniz, tamam mı, türkiyenin en dereceli komutanıyım. Eğer sen biraz daha benimle böyle konuşmaya devam edersen inan bana üstünde daha önce hiç denemediğim dövüş tekniklerin denerim." Gözleri korkuyla büyürken elini çekmeye çalışıyordu. "Şimdi bana Miran'ın odasını söyleyecek misin, yoksa ben kendim mi bulayım." Kolunu bırakırken korkuyla geri çekildi.
Resepsiyonistin gözlerinde anlık bir tereddüt görsem de, yüzü hızla soğuk bir ifadeye büründü. "32. katta," diye fısıldadı, sesi titrek ama dirençliydi. "Sağ koridorun sonu."
Bir süre ona baktım. Sinirlerim diken üzerindeydi ama kontrolümü kaybetmemeliydim.
Sırtımı dikleştirip asansöre yöneldim. Her adımda öfkem damarıma daha da yayılıyor, içimde patlamaya hazır bir volkan gibi kaynıyordu. Asansöre bindiğimde kapılar kapanırken aynada yüzümdeki kasılmış ifadeyi gördüm. Yumruklarımı sıkarak nefesimi düzenlemeye çalıştım. "Salak kız!" Dedim. Boş yere sinir stres sahibi olmuştum. Asansör dakikalar sonra onun katında durduğunda sakinliğimi korumaya çalışarak indim. Bütün bakışlar anında bana dönerken umursamadan sağdaki koridora yöneldim. Odalar tamamen cam duvarlarla ayrıldığı için herkesi görebiliyordum. Ve onlarda beni...
Sonunda odanın önünde durduğumda kapıyı çalıp çalmamanın düşüncesine kapıldım. Sürpriz yapıyordum ve ondan dolayı çalmamam gerektiğini hissettim. Tamamen iç güdülerime dayanarak kapıyı açtığımda odaya daldım. Anında onunla göz göze gelirken dudaklarına dsyadığı bardağı çekip öksürmeye başladı. Karşılarında oturan iki adam bana şaşkınca bakarken hiç olmayacak bir zaman da gelmiştim.
Keşke kapıyı çalsaydım.
"Ne oluyor Miran bey, toplantı üzerindeyiz. Bu saçmalık da ne?" Kaşlarım havalanırken öksürüğü dinen adamın yanına doğru yürüyordum. "çıkın." Dediğinde ayağa kalkmıştı. İki adamda şaşkınca bakarken ben gülümseyerek yanına gelmiştim.
"Ama topl-"
"Çıkın dedim." Keskin ve sert sözüyle iki adamda oflaya ofalaya odadan çıkarken birden kendimi onun göğsüne bastırılırken buldum. "Sürpriz!" Dedim ona sesimi duyurmaya çalışarak. "Sana sürpriz yapmak istedim." Zorla göğsünden ayrılırken nefes nefese kalmıştım birden.
En samimi gülümsemem yüzüme yayıldı. Miran'ın kaşları önce çatılmıştı, ama kısa bir an sonra ifadesi yumuşadı. Gözlerindeki şaşkınlık, yerini sıcak bir tebessüme bırakırken, elleri belime dolandı. Dudaklarıma uzanırken;
"Böyle sürprizlere bayıldığımı bilmen lazım," dedi, sesi yumuşacık ve samimiydi. Dudaklarıma kısa kısa öpücükler bırakırken birden kendimi masanın üstünde otururken buldum. "Seni nasıl özlediğimi bir bilsen," kollarımı boynuna dolarken öpücüklerine özlemle karşılık veriyordum. "Nasıl özledin, anlatsana." Dediğimde eli çıplak bacağımı buldu.
"Bu kadar kısa giyinirken ne düşünüyordun?" Dedi, soruma cevap vermeyip. Biraz düşünür gibi yaptım. "Hmmm, yani biraz kıskançlıktan delirmiş olan seni düşünmüş olabilirim." Dediğimde kaşları havalanmıştı.
gözlerini kısmış, yüzünde hafif bir gülümsemeyle beni süzüyordu. "Kıskanç mı? Beni bu kadar kolay mı okuyorsun artık?" dedi, sesi alaycı ama sevecendi. Eli bacağımda hafifce gezinirken, bedenim titrek bir heyecanla doldu.
"Yani," dedim, dudaklarımdа bir tebessümle, "Seni tanımamış gibi mi yapayım? O kıskanç bakıslarını gördüm. Ama itiraf et, biraz hoşuna gidiyor."
Başını hafifce eğdi, gülümseyerek, "Belki de," dedi. "Ama asıl hoşuma giden şey şu an burada olman." Eli, bacağımda nazik bir dokunuşla yukarı doğru ilerlerken bakışları derinleşmişti. "Ve bana bu sürprizi yapman."
İçimden bir kahkaha koparken kollarımı biraz daha sardım boynuna. "Demek seni mutlu edebildim, ha?" dedim alaycı bir tonda.
"Her zaman," dedi yavaşça, gözlerimin içine bakarak. "Ve her zaman da edeceksin."
Gözlerindeki o derin, sahiplenici bakış beni hem huzurlu hem de heyecanlı hissettiriyordu. Gözlerimi ondan ayırmadan, "Bunu bilmek güzel," dedim, parmaklarım ensesinde ki saçlarına dolanırken.
Eli yavaşça belime doğru kayarken, "Her seferinde beni şaşırtmayı nasıl başarıyorsun?" diye mırıldandı. Dudakları boynuma küçük öpücükler bırakırken kalbim hızlanmaya başladı.
"Şaşırtmak mı? Daha çok sürprizim var, bekle de gör," dedim kıkırdayarak.
Gülerek başını kaldırdı, gözlerinde eğlenceli bir ışık vardı. "Seninle ne zaman sıkılırım bilmiyorum," dedi. "Ama eminim ki asla olmayacak."
"Bu kesin," diyerek ona şakayla karışık bir bakış attım. "Yani, biraz kıskandırmaya devam edebilirim... Eğer işine gelirse."
kahkahası odada yankılandı, ardından beni daha sıkı kavrayıp alnını benimkine yasladı. "İstediğin bu mu, peki." dedi sessizce, gözlerini kapatarak. "Ama asıl kıskandığım şey, bu kadar kısa bir süre içinde içimde nasıl bu kadar yeşerdiğin..."
Sıcak nefesi dudaklarıma çarparken kendimden geçiyordum.
Sözleriyle içimde sıcak bir dalga yayıldı. Onun bu kadar açık konuşmasına her zaman alışkın değildim, ama işte tam da bu yüzden ona böylesine bağlıydım. Kendimi gülümsemekten alıkoyamadım.
"Yeşermek mi?" diye fısıldadım, gözlerimi onunkilerle buluşturup. "Senin dünyana yeşermekten başka bir şey istemem zaten."
Dudaklarımı bir kez daha öperek gülümsedi. "Bu söylediklerin yetmiyor," dedi göz kırparak. "Her defasında daha fazlasını istiyorum. Beni bu hale getiren sensin, farkında mısın?"
Kollarımı boynundan biraz daha sarkarak "O zaman istediğin her şeyi al, çünkü gitmeye hiç niyetim yok," dedim kararlı bir şekilde.
Yüzüme bakarak hafif bir kahkaha attı, gözlerindeki sıcaklıkla ellerini belimde dolaştırdı. "Gitmen zaten mümkün değil," dedi. "Sana çoktan aşık oldum. Bırakmam mümkün değil."
Aramızdaki bu an o kadar gerçek ve saf bir mutlulukla doluydu ki, bir an durup yalnızca birbirimize bakarak bu anın tadını çıkardık.
Sözleri içimdeki sıcaklığı daha da derinleştirirken, dudaklarımdan dökülen sessiz bir nefesle gözlerimi kapattım. "O zaman buradayım, her şeyimle," dedim, kollarımı boynundan çözmeden ona biraz daha yakınlaştım. Aramızdaki bu bağ sarsılmazdı, her an daha da güçleniyordu.
Yüzüme hafif bir dokunuşla parmaklarını gezdirdi. "İyi ki buradasın," dedi, sesi artık daha yumuşak ve içten. "Senin yanında her şey... daha kolay. Her şey daha anlamlı."
Bu sözleri duymak, sanki içimdeki tüm tereddütleri bir çırpıda yok ediyordu. "Seninle olduğum sürece, ne olursa olsun her şeyin üstesinden gelebiliriz," diye fısıldadım, gözlerimden ona olan sevgiyle bakarak.
Hafifçe gülümseyip beni bir kez daha sıkıca kucakladı. "Seninle her şeye varım." dedi, dudaklarını alnıma kondurarak. "Her zaman."
Bu anın saflığı ve huzuru, odadaki her şeyi unutmamızı sağladı. İstemsizce gözlerim dolmuştu. "Çok duygusal oldu şuan ortam."
"bu halinin bu kadar kışkırtıcı olabileceğini düşünmemiştim," dedi arsız bir şekilde gülümseyerek.
"Ben de seni bu kadar etkileyebileceğimi düşünmemiştim," dedim. Gözlerinde ki derinlik, kalbimdeki ritmi hızlandırıyordu.
Ellerimizi birbirimize doladık ve aniden kendimizi tutkulu bir öpüşün içinde bulduk. O an, sadece ikimizin dünyası vardı; hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Aramızdaki tüm engeller yok oldu ve sadece hislerimizle birbirimize bağlandık. Öpüşümüz derinleştikçe, etrafımızdaki her şey daha da silikleşti. Kalplerimizin ritmi, zamanla yarışıyor gibiydi; her an, içimizdeki tutkuyu daha da alevlendiriyordu. O sıcaklık, cildimdeki her hücreyi canlandırıyor, duygularımı kabartıyordu.
Ellerim onun beline sarıldığında, yavaşça kendime çekmek istedim. O anki his, beni daha fazla onunla bütünleşmeye yönlendiriyordu. Onun vücudu, benimkine çok yakın olduğunda, sıcaklığı içimdeki tüm kararsızlıkları birer birer yok ediyordu. Birbirimize kenetlenmişken, sadece vücutlarımız değil, ruhlarımız da dans ediyordu.
Gözlerim, gözlerinde kaybolmuşken, ellerim onun saçlarını okşadı. "Seni nasıl arzuladığımı bilemezsin, düşünemezsin," dedim, sesim titreyerek. İçimdeki tutkuyu daha fazla gizlemek istemiyordum. O da bunu hissetmiş olmalıydı; yanıt vermeden önce, beni derin bir öpücükle sarmaladı.
Dudaklarımdan uzaklaşmadan, "Beni unutulmaz kıl," diye fısıldadım. Sesim, kulağımda yankılanırken, kalbimde ki ateş daha da büyüdü. yanımda olması, tüm dünyayı unutmaya yeterdi. Hızla artan heyecanla, beni daha sıkı kucakladı; elbisemi bacaklarımdan yukarı doğru sıyırırken parmakları kadınlığımda durdu. Sıkı nefesleri dudaklarıma çarparken büyük bir aceleyle aramızdaki mesafeleri kapatmak ister gibi kendini içime itti.
Bedenimiz bir bütün olmuştu; her hareket, birbiriyle senkronize bir melodi gibiydi. Şehvet, havadaki aşkı artırırken, sadece onunla olmanın verdiği güvenle inledim. Bir anda, o anın büyüsüne kapılarak, beni kendisine daha da yakın çekti. "Bunu hissetmek, seninle birlikte olmanın en güzel yanı," dedi, gözlerinde parlayan bir kıvılcım.
Zamanın durduğu o an, aramızdaki her şeyi yoğunlaştırıyordu. Yavaşça, dudaklarıma tekrar yaklaştı; kalbimin hızla çarpmasına neden olan o kısacık an, hayatımın en güzel anlarından biriydi. Her şeyin ötesinde, sadece onun yanında olmanın verdiği mutluluğu hissediyordum. "Sen bize ne yaptın?" Dediğinde nefes nefeseydi. Elde ettiğim zaferle gülümserken Sadece bir an, gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde, hissettiğim yoğunluk beni sarıp sarmaladı. Duygularımızın coşkusu, havada dans eden bir ateş gibi yükseliyordu. "Seninle her şey daha güzel," dedi, sessiz bir içtenlikle.
Dudaklarım, onun yanaklarına doğru kayarken, öpmek için kendimi durduramadım. Her dokunuşum, içimdeki arzu ve sevgiyle doluydu. Yavaşça, onun sıcak nefesini hissederek "Beni bu kadar güçlü hissettirdiğin için teşekkür ederim," dedim. "Seninle yaşamak, kalbimde bir devrim gibi," içimdeki tüm duyguları yansıtarak konuşurken gözlerindeki parıltıları görebiliyordum. Beni kucağına aldığında bacaklarımı sırtına doladım. Masadan uzaklaşırken kapıya kilit vurdu. Ortada duran büyük koltuğa gelirken arsızca ama bir o kadar da ona yakışan bir şekilde gülümsedi. "Asıl devrimi şimdi yapacağız." Dediğinde çoktan içimdeki varlığını göstermişti. Her kıvranış bir zevkti. Her öpücük bir şefkti.
Çok detay ver eden yazdım, edep sen ne güzel şeysin. Sjsjsnsnsnns
Yorum yapın ve beğenin canikolar. Okuyucumun az olmasından mütevelli uzun bir araya gidebilirim. Bilmiyorum, şimdilik düşünüyorum ama bu yapmayacağım anlamına gelmez. Neyse teşekkürler ❣️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.72k Okunma |
144 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |