Lütfen oy verip yorum yapın🥹🥹
Sessizlikte Yankılanan Çığlık
Elimde hâlâ onun kan kokusunu taşıyan silah vardı. Metalin soğukluğu avuçlarımı delip geçiyordu, ama içimdeki yangının yanında bu hiçbir şeydi. Gözlerim her şeyi unutmak ister gibi sımsıkı kapalıydı, ama o anın görüntüsü zihnime kazınmıştı. Onun gözleri... Hayata son bir kez tutunmaya çalışır gibi titreyen bakışları.
"Sana yeterli olamadım," dedi iç sesim. Bu cümle kafamın içinde dönüp duruyor, her yankısında bir başka parçama daha saplanıyordu. Nasıl yeterli olmazdım? Neyi göremedim, neyi anlamadım? O kadar yakındım ki ona... Ama bir o kadar da uzak.
Ambulans sirenleri uzaktan duyulurken, orada hâlâ onun boğuk nefesi yankılanıyordu. Yaşıyor muydu? Bilmiyordum. Yaşıyorsa bile bu nasıl bir yaşam olurdu? Ona yardım etmek için koşarken, onu koruyamamış olduğum gerçeği omuzlarıma bir yük gibi çöküyordu.
İçimdeki çaresizlik, bir çığ gibi büyüyordu. Onun neden bu noktaya geldiğini anlamak için zihnimi zorladım. İşaretler vardı belki; görmezden geldiğim, fark edemediğim. Ama şimdi bu işaretler hiçbir şeyi değiştiremeyecek kadar uzaktı.
"Ben buradaydım," diye fısıldadım sessizce ona, kendi kendime yalancı bir teselli arar gibi. "Buradaydım, neden beni seçmedin? Neden yalnızlık kadar beni de görmedin?"
Üzerimde bıraktığı kan izine bakarken, o an fark ettim: İnsan, en sevdiğini kaybetmekten değil, onu kaybedeceği ihtimalinin içinde kaybolmaktan korkuyormuş. Şimdi, hayatta kalıp kalmayacağı belirsizken, ona uzattığım ellerin boşlukta sallanmasını izliyordum.
Ve o sessizlik... Sirenler sustuğunda, geriye yalnızca onun yokluğunun yankısı kalıyordu.
Ambulans gittiğinde orada yalnız kaldım. Her şey boştu. Sessizlik, başıma koca bir örtü gibi kapanmıştı. O örtünün altında nefes almaya çalışıyordum ama her nefesimde içime biraz daha acı doluyordu.
Onun kanını temizlemeye çalıştım. Parmaklarım titriyordu, silmeye başladıkça lekeler daha da yayılıyordu. Bu, tam da benim gibiydi: Onu kurtarmak isterken her şey daha kötü olmuştu. Bir şeyleri doğru yapmaya çalıştıkça ellerimle mahvetmiştim.
"Özür dilerim," dedim duvarlara, zemine, boşluğa... Ama en çok da ona. Bu sözcükler onu duyar mıydı? Belki de çok geçti. Belki de her şey için çok geçti.
Kan hâlâ yerlerdeydi. Onu nasıl temizleyebilirdim ki? Bunu temizlemek bir şeyi değiştirir miydi? Belki de kalmalıydı orada, her gün bu lekeyle yaşamalıydım. Her sabah gözlerimi açtığımda o kırmızı iz bana hatırlatmalıydı. Onu kurtaramadığımı, en sevdiğim insana yetemediğimi.
Ellerimi yüzüme kapattım. Nefesim düzensizleşti, bir tür hıçkırık gibi yükseldi göğsümden. O an, kalbimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Geri dönüşü olmayan bir şeyler. İnsan, her zaman kırılır mıydı? Bu kadar çok?
Onun sesini duydum bir an için. Gülüşüydü sanki, eski bir anıdan yankılanmış gibiydi. Oysa şimdi, o gülüşün yerine çığlıklar ve sessizlik arasında sıkışmış bir boşluk vardı.
Oraya bakmaya cesaret edemedim. Yanımda yoktu artık, ama varlığı odayı bıçak gibi kesiyordu. Gözlerimi kapattım ve o görüntüyü tekrar tekrar gördüm. Silahı kalbine götürürken gözlerindeki kararlılık... O kadar güçlü görünüyordu ki. Öyle bir güç ki, yaşamak için bulamadığı cesareti ölmek için bulmuştu.
Bense zayıftım. Dizlerimin üstüne çökmüş, nefessiz kalmış bir halde yere bakıyordum. “Beni neden bırakmadın?” diye sormak isterdim. Ama doğru soru bu değildi. Gerçek soru, onun bu kadar yalnız olduğunu nasıl görmediğimdi.
Birden aynaya baktım. Orada duran adamı tanımıyordum. Yüzünde acıdan başka bir şey kalmamış, gözleri kocaman bir boşluğa dönüşmüş bir yabancı. Bu ben miydim? Ya da ben, onu kaybettiğim anda yok mu olmuştum?
“Lütfen...” dedim. Kime söylediğimi bilmiyordum. Belki ona, belki Tanrı’ya, belki de hiçbir şeye. Sesim bir yankı bile bulamadı odanın içinde. Sadece bir çöküştüm artık. Bedenim geriye kalan, boş bir kabuktan ibaretti.
Acı dolu günlük, 145. Sayfa.
"güzel sevgilim, nazlı yarim. Bugün senin uyanamadığın kaçıncı gün artık bilmiyorum. Tek bildiğim saatler günler gibi, günler asırlar gibi geliyor, sensizlikten.
Senin için kafayı yediğim onuncu gün. Sen hala uykuda, ben hâlâ perişan...
Silahı alıp kalbine dayadığın an, dedim ki keşke benim başıma dayasaydı da kendine zarar vermese... Ama sen kendine zarar verdin. Sen bize zarar verdin... Sen bana zarar verdin...
Sana kızgın değilim, ama kırgınım meleğim. Öylece içine attığın dertlerini bana anlatamadığın sana kırgınım.
Yükünü tek başına kaldırmakta inat ettiğin için sana kırgınım...
Bizi, sensiz bırakmak istediğin için sana kırgınım... Uyuyamamak bile artık beni etkilemiyor.
Elimde ki sigara kutusu, kaçıncı sigaram saymadım.
Sigaramı saymaya mecalim yokken sensiz geçen her bir dakikayı hesaplıyorum. On gün, 240 saat, 14, 400 dakika.
Ve bana bir asır gibi gelmesi kesinlikle onayımda değildir.
Sensizlik.
Artık tenine değen iğneleri kıskanmaya başladım, benden çok sana değdiği için.
Kanına karışan serumları kıskanmaya başladım, benden çok sana bulandığı için.
Bunlar hep sensizlikten, yanlış anlama. Ben bipolar ve ya şizofreni değilim. Bunlar hep sensizlikten.
Haddime değil, ama kıskanıyorum. Seni kendimden bile kıskanıyorum. Çünkü sen eşsiz bir parçasın, benim için...
Bazen yaşadıklarımın rüya olmasını istiyorum. Ama sonra seni hatırlıyorum -hiç aklımdan çıkmıyorsun- ben onsuz bir rüyayı ne yapayım diyorum, tekrar uyanıyorum.
Beraber geçirdiğim şu zaman diliminde seni öyle benimsemişim ki şuan kendimi uzay boşluğundan bile daha boş bir yerde hissediyorum, sensiz kalbim bile atmak istemiyor.
"Seni seviyorum sevgilim." Dediğimde gülümsemeni alıp saklayasım var, kimse görmesin kimse bilmesin diye. Bir bana özel olmanı istiyorum. Bir ben göreyim her bir güzelliğini istiyorum. Seni kendi içimde kurduğum çiçek bahçesinde yeşertmek istiyorum.
Seni benden alan bu dünya utansın, bu sevgimi görmeyip seni benden almaya çalışan kader utansın. Ben sensizliğe alışmadan uyan sevgilim.
Yoksa dünya benim öfkemle karşılaşmaya hiç hazır değil.
Ben de sensizliğe alışmaya hazır değilim. Kanlı gözlerim bilir ki, seni sevmek dünyanın en güzel şeyi. Seni bilmek, seni hissetmek dünyanın en paha biçilmez hissi.
Ben sensizliğe alışmadan uyan sevgilim.
Yoksa dünya benim öfkemle karşılaşmaya hiç hazır değil."
Adımlarım mıydı ağırlaşan, yoksa bedenimin içinde saklı kalıp ölmeye yüz tutmuş olan ruhum muydu ağırlaşan? Tek sığındığım küçücük bir pencere. Sonuna kadar çekilmiş storların ardında kalan küçücük bir beden. On gündür sesini duymadığım, nefesini işitmediğim, nabzını hissetmediğim kadınla aramıza giren şu perde... Ah insan olsaydın çoktan çekip vurmuştum seni. Ah nefes olsan çoktan kesmiştim seni. Lan dünyanın sonu senin yüzünden gelecek olsa bile yok ederdim seni. Ama sadece bir bez parçasından ibaretsin. Sevdiğimi benden saklamaya cüret eden bir bez parçası.
"Çay içer misin? Kahvaltı da yapmadın, kendine gelirsin biraz." Bana çay uzatan herife baktım. Adı Çağıl'mış. Deniz'in hastaneye kaldırıldığını duyduğu andan itibaren buradaydı. Bir kadın daha vardı. Adı Asi'ydi. Gergin ve asabi bir kadına benziyordu. Elindeki çayı aldım. "Sağol." Dediğimde başıyla beni onaylamış dediğim kadının yanına geçmişti.
Kimsesi yoktu sevgilimin, bir karşımda oturan iki arkadaşı bir de ben vardım şu soğuk hastane koridorunda.
Hani bir insanın yedi saatten fazla uyuması zararlıydı. Anlaşılan on gündür uyuyan sevgilime kimse bu durumdan bir'haber etmemişti. Zaten o kendine zararlı olan her şeyi yapmayı sever. Yine kendine zarar veriyordu.
İki ağır ameliyat geçirmişti. Hastaneye vardığımızda kalbi durmuştu. Onun kalbi, benim dünyam.
Büyük bir çabadan sonra kalbi tekrar atmaya başlamış, ameliyata alınmıştı. Kurşun kalbinin sadece üç santim yanından geçmişti. Bir sayıyı bu kadar seveceğim aklıma gelmezdi. Üç santim, sadece üç santim kayma onu ölümden döndürmüştü. İlk ameliyatının ardından uyanmasını beklerken kalp krizi geçirmişti. Tekrar anjiyo oldu ve yarası açıldığı için tekrar ameliyata alındı.
Canım sevgilim, sen bu ameliyatları kaldırabilecek kadar güçlü müydün?
Kendi doktorlarımı hastaneye yıkmıştım. Hiçbir şekilde başka doktora görünmesine müsade etmiyordum. Kimseye güvenmiyor, sırtımı yaslayamıyordum.
Bu dünya hassas kalpliler için fazla kötüydü, ben kötüydüm. Sevgilim ise hassas kalpli bir melekten ibaretti.
Boş bulduğum yere oturduğumda sıcak çayımdan bir yudum almıştım. Kuruyan dudaklarım biraz nemlenirken içimden akıp giden sıcaklığın hissiyatına vardım.
"Abi!" Mert koridorun ucunda göründüğünde hızlı adımlarla yanıma ulaştı. "Deniz nasıl?" O gün karakoldan çıktıktan sonra acil bir şekilde Kıbrıs'a gitmesi gerekmişti. İşlerden dolayı anca buraya dönebilmişti. "İyi mi?" Sesi endişe ve merak içindeydi. "Uyuyor," diyebildim sadece. Dilim konuşmak istemiyor gibi ağırlaşınca susup arkama yaslandım. Başını karşıda oturanlara çevirince bir an durakladı. Tekrar bana dönünce karşımızda oturan kadın da başını kaldırmış bize bakıyordu.
"Abi," dediğinde başımı ne oldu dercesine salladım. "O," cümlesi sona varmadan yanıma oturdu ve yüzünü sıvazladı. "Uzun yol gelmekten kafayı yedim herhalde.'' anlam veremeyen gözlerle bakarken kendisi tekrar karşısına kısa bir bakış atıp bana döndü. "Ne diyorsun oğlum, anlamıyorum seni?"
"Ya Lal sana bahsetmişti ya," kısık sesle konuşarak dibime girdi. "Aşık olduğum biri vardı hani, ne zamandan beri onu bulmaya çalışıyorum." Dediğinde konunun ne zaman buna geldiğini hiç anlamamıştım.
"Mert." Dedim sertçe, konuyu hemen kapatması için ama kapatmadı. "Abi bi'dinle. Ben onu dün gece rüyamda gördüm. Şimdi de," tekrar kadına bakış atıp gözlerime döndü. "Karşımda oturuyor."
Boğazını temizleyerek kendini düzeltti ve ceketini ilikleyerek koridorla bakışmaya başladı. Asi'ye dönen bakışlarım onun bakışlarıyla buluştu. "Bir sorun mu var, Miran bey?" Başımı sağa sola salladım. "Yok," dediğimde sadece Mert'in saçmalamadığını bilmek istiyordum. "Bir sorun yok Asi hanım." Başını sallayarak önüne döndü. Kaç gündür burada beklemekten artık sıkıldıkları belliydi. Mert garip hareketler yaparken karşısında oturan kadına bakmamak için can çekişiyordu. "Abi,"
"Mert?"
"Ben bir kantine inip geleceğim, bir şey lazım mı sana." Huzursuz bir şekilde yerinden kalkıp sorusunun cevabını beklemeden yanımızdan ayrıldı. Soğuk terler akıtarak gittiğinde hali birden değişmişti. Doktorun geldiğini görür görmez ayağa kalktım. "Bir sorun mu var?"
"Yok, hayır. Telaş etmeyin lütfen, kontrolleri yapılacak sadece." Odaya girdiğinde ardından iki hemşire daha girmişti. Asi ve Çağıl da benim gibi ayaklanmış doktorun ardından baka kalmıştı.
Kısa süren kontrollerin ardından çıkan doktoru durdurdum. "Onu görmek istiyorum. Yanına gitmek istiyorum."
"Miran bey, bu imkansız. Şuan-"
"Sana soru sormadım doktor. Onu görmek istiyorum!" Sert sesimle geriye doğru giderken başını sallamıştı. "Sadece beş dakika. Hemşireyi takip edin." Dediğini yaptım. Giydiğim mavi elbiselerin ardından taktığım maskeyle odaya girmiştim. Kapının eşiğinde tüylerim diken diken olurken içimi bir ürperti sarmıştı. "meleğim." Dediğimde yanına ulaşmıştım. Sararmış solmuş tenine hüzünle baktım. Serumun takıldığı eline dudaklarımı bastırdığımda artık o sıcak teni yoktu. Dudaklarımı saran soğluk irkilmeme neden olmuştu. "nasıl da soğumuş tenin." Ellerine ellerimi yasladım. Sıcaklığımı onunla paylaşmak istiyordum.
Ne diyeceğimi bilemedim. Dilim lal olmuş, ağzım mühürlenmişti. Onu böyle bu halde görmeyi beklemiyordum, istemiyordum. Saçları bonenin altından dağılmış, çok zayıflamıştı.
Sen biraz kilo mu aldın?
Alırım tabii!
Çok güzel olmuştu o gün. Yanakları az da olsa çıkmış, gözlerinin içine mutluluk parıltıları eklenmişti. Benim dokunmaya kıyamadığım saçlarını kesmişti. Kısa saç bile çok yakışmıştı zarif yüzüne.
Hasret kaldığım yüzünü iç çeke çeke izledim. Her bir santimini, her bir karışını dikkatle izledim. Boynunda bir beni vardı. Küçücük nokta bile onda çok güzel duruyordu.
"Gitmeye bu kadar hevesli miydin?" Açıkta kalan omzuna öpücük bıraktım. "Benden gitmeye bu kadar hevesli miydin? Ben sensiz kalabilmenin ağırlığıyla yanıp kül olurken sen hep gitme derdindesin."
"Yoksa sen gitmeye mi geldin?" Omuzlarım ve başım artık dik değildi. "Benim başımı eğen senin sevdanken sen başımı koparma derdindeymişsin." Kalbimin sızladığını hissedebiliyordum. Yanına oturdum ve elini dizime yaslayıp usulca okşamaya başladım. "bakma seni darladığıma... Nasıl bir acı, nasıl bir zorluk bilemezsin. Ben en son yedi yaşımda annemi kaybettiğimde girmiştim bu odaya." Sızlayan burnumu sıktım. "O zamanlar çok anlamasam da nefret etmiştim o günden, o halden... Bu odadan. Meğer annem de senin gibi hep gitme derdindeymiş. O gitmeyi başardı, sende çabalıyorsun. Galiba beni delirtip hastaneye kapatmak için hayatımda ki bütün kadınlar el birliği ile çabalıyor." Hemşire kapıda belirdiğinde gitmem gerektiğini anlamıştım. "Sanırım çıkmam gerek artık." Yanağını öptüm, hemşireyi umursamadan. "Daha ne kadar uyuyacaksın bilmiyorum, ama bu kapının ardında seni bekliyor olacağım." Elinden öptüm tekrar. "Bizi daha fazla bekletmen asla onayımda değildir, bilmelisin." Yüzünü okşadım. "Oksijen maskesine dikkat ederek tekrardan içli bir öpücük bıraktım yüzüne. "Fazla naz aşık usandırırmış, artık uyansan mı güzel sevgilim. Bu güzel uykundan uyanıp, tekrar gülümsesen ya bana... Tekrar kocam, kocam diye bağırıp evin içinde dolaşsan ya."
"Üç ay, sadece üç ayda seni o kadar benimsemişim ki, sanki üç ay değilde üç ömür berabermişiz gibi..." Gitmek istemesem de ayağa kalkmak zorunda kalmıştım. "Perişanlığımı gör sevgilim. Sensizliğin altında eziliyorum ve sesim dahi çıkmıyor. Nasıl zoruma gidiyor bir bilsen." Her bir parmağına sayısız öpücük bıraktım. Yanağını öptüm, saçlarını öptüm. Hemşirenin uyarılarını aldırmadan dudaklarını bile öptüm. "Küçük bir çocuğun kalabalık bir yerde kaybolup kendini yalnız hissetmesi gibi bir girdapın içindeyim." Artık gitmem gerekti. "Beni bu girdaptan anca sen çıkarırsın, uyan sevgilim. Uyan ki, bu aciz bedenim senin sevginle yeşerip dursun."
"Miran bey,lütfen." Başımı salladım. Bacaklarım bana inat burada kalmak ister gibi ağırlaştı. Yürümek insana azap verir miydi. Şuan en büyük azabı çekiyordum. Çıktığım odadan kapı sürünerek kapandı. Sanki ruhum kapının arasına sıkışmış gibi acırken nefesim kesildi birden. "Miran," bu ses Alaz'a aitti. Yanıma gelerek koluma girdi ve beni koridorun ucuna kadar yürüterek oturttu. "Nasıl?" Gözleri kızarmış, beti benzini atmıştı. "Kardeşim nasıldı Miran? Anlatsana..." Soluğum gitti, konuşamadım. Ağlamamak için elini dudaklarına bastırdı ve yanımdan hızlı adımlarla uzaklaştı. Mert arkasından giderken ben öylece oturduğum yerde kalmış, omuzlarımı eğen bu dertle kederlenmiştim.
Asi ve Çağıl uzaktan izlemekle yetinirken ikisi de biçare bir halde oturdular.
"Bana en sevdiğim rengi sormuştun ya hani." Başımı salladığımda çeneme kısa bir öpücük bırakmıştı. "Artık emin oldum ki en sevdiğim renk, petrol mavisi." Kaşlarım arsızca havalanırken mest olduğum dokunuşlarının sahibi ellerini tutup öptüm. "Demek öyle." Heyecanla başını sallayıp dudaklarını ısırdı. "O gömlek seni o kadar çekici göstermişti ki," kısılan sesinin ardından dudaklarına kısa bir öpücük bıraktım. "Nasıl dayandım bilemezsin." Çenesini ısırdığımda gerdanına kadar indim. "Şuan seni tutan ne sevgilim." İnce parmakları saçlarıma daldığında başımı kaldırıp göz göze gelmemizi sağladı. "Hiçbir şey." Beni altına almasına müsaade ettiğimde yüzünde en güzel gülümsemesi vardı. "Senin ırzına geçmekten zevk alıyorum resmen." Kahkaha atıp göğsüme vurduğunda gülüşüne eşlik ettim. "Keşke hep ırzıma geçsen."
"Zevkle..."
Ayağa kalkıp Alaz'ın peşinden gittim. Bahçede sigara yakmış bir oraya bir buraya döne döne deli olmuştu. "Alaz." Dediğimde omzuma vurması geç olmamıştı. "Onu koruyacağına söz vermiştin!" Titreyen elinden düşen sigara çoktan sönmüştü. "Onun karşısına çıkmak istedim, zamanı değil dedin! Onu korumak istedim, ben korurum dedin! Ona aşığım, dedin. Yine sustum tamam dedim! Sen ne yaptın!"
Alaz Ömer kurt,
Deniz'in öz ağebeyi.
Alaz Ömer kurt,
kan kardeşim.
"Elimde olan bir şey değildi, ne haldeyim görmüyor musun! Ben ister miydim böyle olmasını!"
"Lan!" Üzerime geldi ama kendini durdurmak zorunda kalarak geriledi. "Lan ben onu yeni öğrendim!" Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Tanıdığım en acımasız mafyalardan biri olan adam şuan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "O benim tek ailem! O benim kardeşim." Yakalarımı tuttu. "Lan ben abisiyim lan onun, abisiyim!" Elinden kurtulup geri çekildiğimde ne yapacağımı bilemeyerek yerimde kaldım. "Kardeşim var, dokunamıyorum, sarılamıyorum! Yaralarını saramıyorum! Hakkında tek bir şey bilmiyorum ve en kötüsü de onu daha yeni bulmuşken, kaybetmenin eşiğindeyim!"
"Alaz," omuzlarından tutup arkadaki banka oturttum. "Sakin ol kardeşim, sakin ol. Uyanacak. Bırakmaz ki bizi. Hem daha siz tanışacaksınız, abi, kardeş olacaksınız." Başını sağa sola sallayarak gözlerini sildi. "Ya uyanmazsa Miran! Ya onunla hiç tanışamazsam! Ya hiçbir zaman beni kabul etmezse! Ben yıkılırım, ölürüm." Omuzları sarsıla sarsıla ağlayan adamın artık küçük bir çocuktan farkı yoktu. "Zaten yeni öğrendim onu, birde kaybedemem. Benim bir ailem var artık, onu kaybedemem!"
Onun ailesi Deniz'di
Bir sigara daha yaktı titreyen parmaklarıyla. Derin bir nefes çekti içine. Bakışları yerde derin düşünceler içindeydi. "Öldürdüm." Dedi soğuk bir sesle. Bakışları bakışlarıma değdi. "Onun saçının teline zarar veren şerefsizi kendi ellerimle öldürdüm." Tehlikeli ve tüyler ürperten hali sadece ağzımı açıkta bıraktı. "Ona yaşattığının aynısını yaşattım." Son sözü yutkunmama neden olurken Mert, elinde ki telefonu bana uzattı. Haber sayfasına düşen yazıyı okumam için işaret verdi.
20 yıldır hapiste olan Şerif S. Dün gece başsavcılığın kararıyla beraat edilmişti. Jandarmalar eşliğinde evine bırakılan şerif S. Bu sabah saatlerinde evinde ölü bulundu. Vahşice katledilen adamın cesedinin üzerinde bulunan not ise okuyanları hayrete düşürür cinsteydi.
"Uçkuruna sahip çıkamayanın, uçkuruna kuşlar konar." Altta sansürlü fotoğrafı gördüğümde şokla ağzım açıldı. Birden fazla kuşun toplanıp gagaladığı şey kesinlikle herifin cinsel organıydı. "Ne yaptın sen?"
"O benim kardeşim!" Tekrar altını çizmek ister gibi bağırdığında irkilmeden edememiştim. "Onun kılına zarar vereni deliğinde bulup öldürmezsem, şerefsizim!"
Alaz kurt, yetim öksüz doğan çocuğun sonradan bulduğu tek ailesi.
Tek kan bağı,
Tek dayanağı...
Onun ailesi Deniz'di.
Deniz'in ailesi Alaz'dı.
🦋
Bir bebek...
Küçük bir can, ruh...
Gözlerini yeni açtığı şu acımasız dünyada yalnız olduğunu anlasaydı doğmak istermiydi acaba?
Kendini yırtarcasına ağlamaya başladı. Küçücük bedenin aksine sesi haykırırcasına çıkıyordu. Üzerinde ki kan artık teninde kurumuştu. Kimse yok muydu?
Kimseye ne hacet, onun bir annesi bile yoktu.
Küçücük bedeni titriyordu, üstünü örtsene annesi, bebeğin üşüyor. Ne üstünü örtecek annesi, ne de alıp göğsüne şefkatle bastıracak biri vardı. O artık yetimhanenin en küçük misafiriydi.
"Sen nasıl yaramaz bir çocuksun böyle!" Kadın karşısında ki çocuğa sinirinden bağırıyordu. Yaptığı hatanın farkındaydı. Sesini çıkarmadı, öylece cezasının verilmesini bekledi. "Kaçıncı oldu bu! Ya başına bir şey gelse, ne diye kaçıyorsun yavrum sen gece gece! Başına bir iş alacaksın en son. Göreceksin gününü!" Henüz yedi yaşında olan çocuğun derdi kendinden büyüktü. Artık her şeyin farkındaydı. Anne neydi, baba neydi biliyordu ama hissini tanımıyordu. "Git odana, akşam yemeğine inmeyeceksin! Cezalısın!" Kadına öfkeyle baktı. "Zaten güzel değil yemekleriniz! Birde bizi ondan mahrum mu bırakacaksınız!"
"Öyle mi paşam! Sana yemek mi beğendiremiyoruz! Odana dedim!" Alaz öfkesini de alıp kaloriferi bile doğru düzgün yanmayan, soğuk odasına geçti. Yatağına girip yorganı bütün bedenini kapatacak şekilde örttü. Akşam yemeğine kadar ağladı, kimse görmedi. Kimse umursamadı. Zaten yalnızdı, daha da yalnızlaştı.
"Yemek yemeyecek misin Alaz?" Oda arkadaşı geldi. Yorganı başından çekti. Gözyaşlarını silip yerinden doğruldu. "Ceza verdi şişko kadın bana, yiyemeyeceğim." Çocuk omzunu silkip odadan çıktı. Bütün arkadaşları yemeğe inerken tek başına kalmıştı odasında. Camdan dışarı baktı. Odası ilk katta olduğu için yere yakındı. Camı açtı. Tekrar kaçacaktı ama bu sefer gelmemeye gidecekti. Yüksekliği gözünü korkutmadan atladı ve arka bahçeden koşmaya başladı. Uzun demirleri tırmandı ve duvarın üstünden atladı. Koşmaya başladı. Nereye olduğunu umursamadan koşmaya başladı.
Kalabalığın arasından sıyrılıp koştukça nefes nefese kalıyordu.
Suyun hırçınca kayalara vurduğu sahilde durdu. Eski bir kayık gördü. Arkasına geçerek oturdu nefes nefese. Güneşin battığı yerde öylece derin derin nefesler alıp vermeye başladı. "Çok mu yoruldun?" Başını çevirdiğinde el ele tutuşan neredeyse yaşıtı olan çocukları gördü. "Siz kimsiniz?"
İki kardeş yanına oturduğunda tepkisiz kaldı. "Kimsiniz dedim?"
"Hiç kimse," dedi en büyük erkek çocuğu. "Hiç kimseyiz." Alaz'ın kaşları havalandı. Diğer kıza döndü gözleri. "Hiç kimse de nasıl oluyor?" Kız cevap veremedi, çünkü laldi o, mavi gözlü kız çocuğunun dili, abisiydi.
"Neden nefes nefesesin? Çok mu koştun?" Alaz kendine yöneltilen soruyu cevapsız bıraktı. "Size ne. Hem siz niye buradasınız! Evinize gitsenize."
Miran durdu ve gülümsedi. Kız kardeşinin elini sıkıca tuttu. "Ben zaten evimdeyim. Sen neden evine gitmiyorsun?" Çocuk dumura uğradı. Ev mi? Onun hiç evi olmamıştı ki.
"Benim evim yok," sesi buruktu. Oturduğu yere sinerken başı eğildi. "Benim evim yok, sizin de mi yok?"
"Derme çatma bir çatıdan mı bahsediyorsun?" Alaz şaşkınca Miran'a döndü. "Öyleyse evet, duvarları soğuk bir evimiz var. Ama yuvamız yok."
"Anlamıyorum." Dedi Alaz hayretle. "Eviniz var mı yok mu?"
"Senin evin var mı?" Dedi Miran? Alaz başını sağa sola salladı. "Yok, evim de annem de babam da yok!" Sesi sitemden uzaktı. Sadece bir yürek burkuluşu gibiydi.
"Bizimde yok." Yürekleri küçük ama dertleri büyük üç çocuğun omuzlarında aynı kaderin ağırlığı vardı.
"Sizin de mi anne,babanız sizi yetimhaneye bıraktı?" Meraklı sesi ile sorduğu soru aslında onun acısıydı. "Hayır," dedi Miran. "Annemiz hastalıktan öldü, babamız da intihar etti. Biz iki kardeş de dedemizin yanında kalıyoruz artık." Alaz anlamışcasına üzülerek başını salladı. "Sen yetimhaneden mi kaçtın şimdi?"
"Evet." Dedi Alaz güçlü bir sesle. Yaptığından gram pişman değildi. "Ama kalacak bir yerinde yoktur şimdi. Nasıl yapacaksın?" Alaz omuz silkti. "Oraya dönmektense sokaklarda kalırım daha iyi." Miran başını salladı, onaylamaz bir şekilde. "Çocuksun sen daha, başına bir şey gelir, orada kalmak senin için daha güvenli." Omuz silkti tekrar. Gözleri mavi gözleri buldu. Hiç konuşmadığını fark etti. "O neden konuşmuyor?"
Miran kardeşini olabildiğince yanına çekti. "O lal, konuşamıyor." Alaz şaşırdı. "Konuşamıyor mu, neden ki?"
Miran artık bu sohbetten sıkılarak ayağa kalktı. "Bizim artık gitmemiz gerek. Hadi sen de bizimle gel." Alaz huzursuzca başını salladı. "Gelemem. Gidin siz. Dedeniz kızar."
"Hayır, kızmaz. Gel sen, hem dedem seni çok sever, o çocukları hep sever." Alaz kararsızca etrafına baktı. "Ama-"
"Kalk hadi, gel bizimle." El mecbur ayağa kalktı ve onları takip etmeye başladı. Çok değil beş dakikalık mesafeden sonra bir eve girdiler. "Burası sizin mi eviniz?"
"Hayır, burası dedemin evi, bizim evimiz buraya çok uzak."
"Neden orada kalmıyorsunuz peki?"
"Reşit olmadığımız için. On sekiz yaşımdan sonra artık orada kalabilirmişim."
"Kaç yaşındasın,"
"On, sekiz yıl sonra reşit olucağım artık. O zaman kendi evimize geçeceğiz." Merdivenleri bitirdikten sonra kapıyı çaldılar. Yaşlı bir adam kapıyı açtığında karşısında başka bir çocuğu görmeyi beklemiyordu. "Çocuklar." Eve girdiklerinde Alaz tereddütle onlara baktı. "Gel hadi," dedesine döndü. "Arkadaşımız dede, bizimle kalacak." Dede geri çekildiğinde içeri girmişti. Salona geçip oturduklarında içine hiç anlamadığı bir his oturdu. "Kimmiş bu arkadaşınız oğlum, akşam akşam anası babası merak etmesin?"
"Yok dede, annesi babası yok. Yetimhaneden kaçmış. Gidecek yeri yok." Dede ağzı açık şekilde onlara bakarken bu iş aklına yatmamıştı. "Oğul, olur mu öyle şey, nasıl kalsın bizimle, aramazlar mı, sormazlar mı yahu?"
"Soracak kimsesi yok ki dede, neyini anlamadın?"
"Hey Allah'ım, çocuğum yetimhaneden ararlar, kaçmış sonuçta." Alaz sessiz kaldı. "Tamam dede, onlar bulana kadar bizimle kalacak. Hadi, ne yemek yaptın?" Dede sabır çekerek mutfağa ilerledi bu çocukların işlerine akıl erdiremiyordu.
İki gün boyunca beraber yatıp kalktılar. Miran hem kardeşine hem Alaz'a abilik yaparken, Alaz içinde ki farklı duygunun anlamını çözmeye çalışıyordu.
Salonda otururlarken kapı çaldı. "Otur sen, dedem gelmiştir." Miran kapıyı açtığında gelenin sadece dedesi olmadığını görmüştü. Kapıyı tekrar kapatacakken polisler buna engel olmuştu. "Dur çocuk!" İçeri giren polisler doğrudan Alaz'ı alırlarken Miran bunun yaşanacağını tahmin etmişti. "Seni bulacağım!" Miran ardından bağırırken Alaz ağlamaya başlamıştı. Gitmek istemiyor, asla oraya dönmek istemiyordu.
Zorla götürülen çocuk artık umudu kırılmış bir şekilde arabaya binmiş ve yetimhaneye doğru görtürülmeye başlamıştı.
"Neredesin sen!" Şişko kadının sesini duymasıyla ayaklarını yere sürte sürte yürümeye başladı. "Anlaşıldı, sen böyle akıllanmayacaksın!" Kararmış gözleri kadını buldu. "Ne yapacaksın?"
"Seni bir aileye vereceğim!" Alaz haince gülümsedi. "İyi edersin." Dediğinde artık nefret ettiği odasına doğru yol almıştı.
Günler su gibi geçerken Alaz'ı artık evlatlık almak isteyen bir adam çıkagelmişti. Ellili yaşlarında olan adamın hiç erkek çocuğu yoktu ve gözüne kestirdiği kesinlikle Alaz'dı.
"Buyurun Mahir bey." Eline aldığı dosyaları imzaladı. Artık son işleri de hallettiğinde Alaz'ı da alıp yetimhaneden ayrıldı. "Evlat?" Dediğinde Alaz yeni bir ailenin heyecanıyla kavrulurken bunu belli etmemeye çalışıyordu. "Yeni bir hayata hazır mısın?" Yaşlı adam hiçte iyi amellerine alet etmeyecekti onu. Yeni bir hayat yaşayacağını düşünen Alaz kendini büyük bir karanlığın içinde bulur. Hiçbir vârisi olmayan adam işlerini devam ettirmesi için küçük çocuğu eğitecekti. "Al bu silahı!" Bir haykırış, bir titreyiş. Alaz artık o yaramaz çocuk değildi. Alaz artık eli kana bulanmış, nezih bir gençti. Her evden kaçtığında saatlerce yürür iki arkadışının yanına gelirdi.
"Yine gidecek misin o eve?" Miran onun ne yaşadığını biliyordu. "Mecburum." Lal geldi odaya, karşılarına oturdu. Alaz gözlerini güzeliğinden alamazken gitmek zorunda olduğunu hissetti. "Sizin için tekrar geleceğim."
"Ya başına bir şey gelirse, ya sana çok büyük bir ceza verirse Mahir." Alaz gülümsedi. "Merak etme, bende onun vereceği yaradan daha büyük bir yara var." Sesi hüzünlü, bakışları öldürücüydü.
Ailesizlik.
Onun yarası ailesizlikti.
Tekrar döndü o adamın yanına, karnına yediği yumruklar yetmezmiş gibi bir de aç kalmıştı o gece. "Bana bunları yaşatan herkesten bir bir intikamımı almazsam ben de Alaz Ömer kurt değilim!" İsmini kendi seçmişti, ama kaderini kendisi seçmemişti. Olacak iş miydi küçük çocuğun yaşadıkları...
Artık çocuk değildi. Genç ve her şeyin farkında bir adamdı. "Bugün yirmi yaşına girdin Kurt." Dedi Mahir, hiçte sevecen olmayan bir sesle. "Artık her şeyimi sana teslim edip, gözüm kapalı sırtımı dönebilirim."
"Öyle," dedi Alaz, içindeki kini ve öfkeyi bastırarak. "Gözün arkada kalmasın baba..." Öyle bir nefretle söylemişti ki son sözü, tükürürcesine çıkmıştı dudaklarından. "Benim kısa bir işim var," diyerek odadan ayrıldı ve arabasına binerek eski püskü kayığın yanına geldi. "Geç kaldın yine!" Miran sitem edercesine bağırırken Alaz göz devirmekle yetindi. "Yapma lan şu hareketi! Sevmiyorum." Lal yaslandığı kayalıktan onları izlemekle kalıyordu. "Gel, sana sevdiğin başka bir şey yapayım." Miran onun ensesinden tutup çekerken Alaz kurtulmaya çalışıyordu. "Abinle nasıl konuşuyorsun lan sen," ikisi de şakadan bir boğuşmaya girdiler, hep yaptıkları gibi... "Lan," Miran'ın sırtı yere geldiğinde Alaz zaferle gülümsedi. "Tamam lan, sen kazandın tamam!" Birbirlerinden ayrılırken nefes nefese oturdular. "Mahir denen it." Diyerek söze girdi Alaz. "Ailemi aradığımı öğrenmiş." Miran ve Lal dikkatle onu dinliyordu. "Eee,"
"Eesi, şimdilik bir sıkıntı çıkardığı yok, ama bu suskunlu da pek hayra alamet değil."
"Nasıl öğrenmiş peki?"
"Nasıl olacak, götüme korumalarını takmış her adımımda bilgi veriyorlar. Yetimhaneye gittim o gün." Derin bir nefes aldı. "Benim oraya bırakıldığım günün kamera kayıtlarını istedim."
"Eeee," dedi heyecanla Miran, abilik tasladığı çocuk artık büyümüş ailesini arıyordu. "Şişko kadın vardı orada, görünce bi duygulandı falan, sonra araştırıp sana haber vereceğim dedi. Arşivi karıştımam gerek, çok eski tarih dedi. Öyle, şimdi bir haber bekliyorum." Miran kocaman gülümsedi. "İnşallah bulursun kardeşim." Dediğinde Alaz pekte mutlu olmamıştı. "Korkuyorum." Dediğinde yüzleri düşmüştü. "Nasıl karşılarlar beni? Ya da ben onları nasıl karşılayacağım bilmiyorum." Sesindeki kırgınlık elle tutulur vaziyetteydi. "Annem, babam nasıl biriler acaba? Kardeşim var mıdır? Ablam, abim, yada benden küçük var mıdır düşünmeden edemiyorum." Yutkunmak durumunda kaldı. "İçim içimi yiyor onlar hakkında çok kötü bir şey öğreneceğim diye." Gözleri doldu, ne zaman aile konusu açılırsa gözleri doluyordu.
"Ağlama lan," omzunu sıktı Miran, abi edasıyla. "Sen koskoca Mahir Alatav'ın oğlusun! Mafyasın lan sen. Düşmanların böyle görse seni, ocağın söner lan. Öldürdüğün herifler bile sana tükürür lan!" Alaz umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Can almak marifet olsaydı, şuan herkesin önümde diz çökmesi gerekirdi." Dedi soğuk bir sesle. Mahir hiçte iyi yetiştirmemişti onu, ne yaptığının farkındaydı. O özel bir çocuktu. Ve öylede kaldı.
Günler geçmek bilmezken Alaz artık ailesini bulamamanın hayal kırıklığını yaşıyordu. "Yok lan! Hiçbir iz yok! Ölülerini bile bulamıyorum! Allah kahretsin ki hiçbir iz yok!" Lal geldi yanına elini tuttu. Göz yaşlarını sildi. "Lal," dedi titrek bir sesle Alaz. Aşık olduğu mavilere baktı. "Lal benim ailem bile yok, nasıl olur?" İkisininde birbirine karşı çok gizli ve büyük bir aşkı vardı ama Miran'ın korkusundan ikisi de susuyordu. "Geçecek..." Parmaklarını izlediği kadına içi gider gibi baktı. Sırf onun için işaret dilini öğrenmişti. "Geçmiyor..." Miran yoktu, ama eve gelmesi an meselesiydi. Evde sadece Lal ve Alaz vardı. Mert ve Miran'ın görmesi gereken bir hesaplaşması vardı.
"Üzme kendini Alaz, biz senin ailen oluruz." Alaz karşısında duran kadına paha biçilmez bir varlığa bakar gibi bakıyordu. Yanaklarını tuttu, yüzüne üflercesine "Lal," dediğinde artık ikisininde kalpleri ağzında atıyordu. "benim ailem sen ol,"
"Alaz." Alaz çoktan gözlerini kapatmış kendini ılık ılık gösteren bu hissin akışına bırakmıştı. Dudakları birleşti. İkisi de büyük bir kavuşma yaşar gibi öpüşürken birden hiç olmayacak bir şey oldu ve Miran kapıda belirdi. "Lan!" Haykırması iki saniyeyi bulamazken ikili şokla ayrıldı. "Hassiktir!"
"LAN!" Şoktan adeta konuşmayı unutan Miran sinirden gözü seyirmeye başlamıştı. Alaz ve Lal panik içinde uzaklaşırken Lal doğruca odasına gidip kapısını kilitlemişti. "Lan sen benim kız kardeşimi-!" Sustu ve Alaz'ın üstüne yürümeye başladı. "Açıklayabilirim abi," korkudan olsa gerek hızla koşmaya başladığında camdan atlayıp bahçeye çıkmıştı. "Dur lan! IRZINI SİKTİĞİMİN DUR LAN!" peşinden koşarken Alaz arabasına binip çoktan evinin yolunu tutmuştu. Ama tahmin etmediği bir şey vardı ki Miran da arkasından arabasına atlamış onu takip ediyordu.
"Ulan senin kemiklerini kırmazsam şerefsizim lan!" İkisi de son hız sürdükleri arabayla otobana çıktıklarında Alaz ilk defa korkuyu yaşıyordu. "Niye böyle erken döndün ki sen!"
"Lan götün yiyorsa gel birde beni öp lan!" İkisi de birbirine saydıra saydıra devam ederken Alaz evinin bahçesinde ani bir frenle durup arabadan atladı. Koşarak eve girdiğinde Miran hemen arkasındaydı. "Dur lan!" Salonda birbirinin yakasına yapışırken koltuğa düştüler. "Sen benim bacımı nasıl öpersin lan?!" Miran kırmızı görmüş boğa gibi öfkeyle parlarken Alaz artık yolun sonundaydı. "Seni de öpeyim mi?" Dediğinde artık bardak taşmıştı. Yüzüne yediği yumrukla savrulurken ağzına dolan kanı tükürdü. "Kardeşim dedim bağrıma bastım seni! Kardeşime göz mü koydun!" Tekrar yakasına yapıştı. "Ama onunda gözü bende var ki, karşılıklı bir şey bu." Miran daha da deli olurken tekrar bir yumruk savurdu. Alaz kesinlikle karşılık vermiyordu ama elinden geldiğince kurtulmaya çalışıyordu. "Bu seni haklı mı çıkarıyor!"
"Bence evet." Tekrar yediği yumrukla yere serilirken Miran üstüne çıkmıştı. "Birde cevap veriyor adi! Şerefsiz!"
Bir yumruk daha yiyeceği sırada "ne olmuşkine?" Demişti. Miran dayanamayıp silahını çıkardı ve Alaz'ın başına nişan alarak üzerinden kalktı. "Son duanı et lan, ırz düşmanı seni!"
Alaz dudaklarındaki kanı silerken doğrulmaya çalıştı. "Ne yani, sen şimdi o tetiğe basacak mısın?"
"Basacağım!"
"Bok basarsın."
"Basacağım dedim lan, basacağım!"
"Sen git önce yere basmasını öğren," dediğinde gözleri yere kaydı. Miran'ın bir ayağı yere savrulmuş yastığın üzerinde diğer ayağı ise altlarında toplanmış halının üzerinde kalmıştı. "Vallahi Hatice teyze çok kızar sana, daha sabah buraları temizledi. Zaten bu evin temizliği hiç bitmiyor deyip kriz geçiriyordu üstüne burayı böyle görse ölür heralde."
Miran dikkati dağılmış bir şekilde yastığı ayağının altından itti ve halıyı ayakkabısının ucuyla düzeltmeye çalıştı. "Oldu mu?" Dediği sırada Alaz silahı elinden almaya kalkıştı ama ikili inatlaşıp kısa bir harp yaşadı. Tam o sırada silah patlarken ikisi de bir anda durdu. "Hassiktir!'
"Hassiktir!"
İkisininde beklemediği bir şey olurken gelen inleme sesine döndüler. Kırmızı kanın akmaya başladığı cüsse yere yıkılırken ellerindeki silah yeri boylayıp tekrar patladı. Aynı kurşun yine aynı adamı bulduğunda ikisi de şokla geriye doğru adımladı.
Mahir Alatav ölmüştü.
İkisi de birbirine baktı. Baktı ve bakmaya devam ederken içeri korumalar girmişti. "Abi," dedi Alaz.
"Abim." Tekrar bir suskunluk yaşanırken artık Mahir için çok geç olmuştu.
Bu bölümün de part 2 si gelecek sanırım. Öyle düşünüyorum.
Evet arkadaşlar anama sövmeden küfür edebilirsiniz....
d.n_zii Instagram hesabından beni takip edin ve bebeklerim, size geri takip yapacağımmmm.
Yorum ve beğenilerinizi esirgemeyin lütfen, sizleri seviyor, öpüyorum....
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.72k Okunma |
144 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |