16. Bölüm

Veda part 2

Rahime Deniz
ben1deniz

İkisininde beklemediği bir şey olurken gelen inleme sesine döndüler. Kırmızı kanın akmaya başladığı cüsse yere yıkılırken ellerindeki silah yeri boylayıp tekrar patladı. Aynı kurşun yine aynı adamı bulduğunda ikisi de şokla geriye doğru adımladı.

 

Mahir Alatav ölmüştü.

 

İkisi de birbirine baktı. Baktı ve bakmaya devam ederken içeri korumlar girmişti. "Abi," dedi Alaz.

 

"Abim." Tekrar bir suskunluk yaşanırken artık Mahir için çok geç olmuştu.

 

Gelen taziye dileklerini kabul edip misafirleri ağırlayan adamlar giydikleri siyah takımların içinde üsten bakan bir tavırla durmaya devam ederken bir yandan da gelen misafirlere helva dağıtılıyordu.

 

Mahir'in yerini aldığını şimdiden büyük bir üstünlükle gösteren Alaz, gelen bütün iş insanlarına bunu hissettiriyordu. Miran ve Lal, onun gibi ev sahipliği yaparken, aralarında ki olay şimdilik durulmak zorunda kalmıştı.

 

"Dostlar sağolsun." Artık yavaş yavaş dağılan kalabalığın ardından Alaz kimsenin kalmadığını görünce büyük bir soluk verip koltuğa oturdu. "Ne çok seveni varmış, Mahir'in."

 

"Ne seven, ne seven!" İmasıyla karşısında ki koltuğa Miran geçince gözlerini kaçırmak durumunda kaldı. "Ee, ne yapacağım şimdi?" Lal abisinin yanına geçtiğinde kolunun altına girmişti. Alaz bu görüntüye buruk bir gülümsemeyle baktı.

 

"Ne yapacaksın bilmiyorum ama," Miran tekrar alevleniyordu. "Kız kardeşimden uzak duracaksın!" Alaz sakinlikle yutkundu. İkisi de bakışmaya başladığında mavi gözler titriyordu. "Biz-" Miran sinirle yerinden kalktığında Lal'i de kendisiyle kaldırmıştı. "Siz diye bir şey yok oğlum! Anla bunu, siz diye bir şey yok!" Kolundan tuttuğu kardeşini de kendisiyle yürüterek evden çıkmaya yeltendi. "Miran!" Dediğinde Alaz hiç olmadığı kadar çökmüştü. "Yapma," Lal abisinden korkmuyordu, ama ikisinin sinirinden korkuyordu. Sustu, hep olduğu ve hep olacağı gibi.

 

"Alaz!" Artık sabrı kalmamıştı Miran'ın. "Bir şeye ihtiyacın olduğu her vakit buradayım, ama kardeşimle olmaz!" Sinirli soluklarının ardından evden ayrıldılar. Alaz omzu çökük bir şekilde oturduğunda başını ellerinin arasına alıp düşüncelere daldı. Miran'ın neden böyle yaptığını anlamıyordu. Lal'i seviyordu, bundan emindi. Hemde ilk günden beri seviyordu.

 

"Alaz bey." Evin çalışanı gelen zarfı kendisine uzatırken başını kaldırıp gördüğü sarı zarfı elinden aldı. "Kim göndermiş bunu?"

 

"Mahir Bey'in avukatı göndermiş efendim. Bunun mutlaka size ulaşması gerekmiş." Alaz alık bir ifadeyle zarfa bakarken çalışana gitmesi için işaret vermişti. "Ne ki bu?" Zarfı açtığında çıkan kağıtlara anlam veremeyerek baktı. İçinden düşen küçük bir notu alırken yutkunmadan edememişti.

 

"Bu yazıyı okuduğuna göre Mahir Alatav'ın hikayesi son bulmuş demektir evlat. Sana servetimi, şanımı, şöhretimi bırakıyorum. Keşke bir çocuğum olabilseydi de ona bıraksaydım ama olmadı. Sıkıntı değildi, senin varlığın her şeyi avuttu. Sana iyi bir babalık yapamadım belki ama merak etme. Ben zaten seni evcilik oynayalım diye yanıma almadım. Son günlerde halini çok sordum ama hep kaçtın benden. İlk gün kaçtığında kimin yanına gittiysen son gün yine onlarlasın. O iki çocuktan haberim yok değil, sadece seni daha fazla kısıtlamak istemediğim için sorgulamayı bıraktım. Aileni arıyormuşsun. Bir şey söyleyeyim mi evlat, senin aslında hiç bir zaman bir ailen olmadı ve olmayacak. Çünkü senin kaderin bu. Kaderden kaçamazsın. O gördüğün kağıtlar senin aile diye aradığın vasıfların bilgileri. Umarım hayalinde çok büyük bir şey yoktu, çünkü onları tanıdıkça kendi yalan dünyanda kalmayı çok isteyeceksin. Sevgilerle canım oğlum." Alaz dudaklarının arasından bir küfür savurup hızla diğer kağıtları eline aldı.

 

Öz geçmiş. Başlık altında yazılan yazıları okumaya hazır mıydı bilmiyordu. Titreyen parmakları ve titreyen bakışları altında okudukları kalbini hoplatıyordu. Mahir onun için her bir şeyi detayına kadar incelemiş, öğrenmişti.

 

Anne adında yazan isme baktı, ardından ismin üstünde küçük vesikalık fotoğrafa baktı. "Anne..." Ne kadar da yabancıydı bu kelime kendisine. Yeşil gözlerin içine bakarken dudaklarını ısırmadan edemiyordu. Diğer bir kağıdı eline aldı. Baba ismi yazıyordu. Onun da gözlerine baktı. İkisinin de gözleri farklı renkteydi. Alaz ağlamamak için direndi. "baba..." Fotoğrafı indirdi ve üçüncü kağıdı eline almak istedi. Birden içini bir korku sardı. Titreyen parmakları arasında duran kağıt onun hasretiydi, acısıydı. "Deniz..." Yazıya ardından da fotoğrafa baktı. Ciddi duruşundan ödün vermeyen beyaz tenli kadın onun kardeşiydi. "Kardeşim..." Ağlamamak için direnirken bu direnişe yenik düşmüştü. "Benim de bir kardeşim varmış!" Kendini birden ayağa kalkarken bulan Alaz, heyecanını nasıl yaşayacağını bile bilmiyordu. "Benim kardeşim!" Küçücük fotoğrafa içi gider gibi bakarken olduğu yerde dönmeye başladı. "Kardeşim var lan benim! Ağebeyim lan ben! Ağabeyim ben!" Son bir kağıt daha vardı. Mahir hiç üşenmeden onların hayatının her bir detayını yazdığı bir kağıt. Alaz yazıların dolu olduğu kağıdı göremeyecek kadar sevinçliydi şuan.

 

Dönen başıyla koltuğa düşerken kahkaha atması saniyeleri buldu. "Ailem var benim!" Yüzünü sıvazladı. "Ailem var benim!" Kardeşinin olduğu fotoğrafı öperken içi içine sığmıyordu. "Kardeşim, çok güzelsin. Çok güzelsin canım kardeşim!" Kalbine bastırıyordu ufacık kağıdı, kardeşinin kendisi olsa göğsünü açar içine saklardı herhalde.

 

Diğer kağıt geldi eline sayfayı kaplayan yazıyı görünce bir durakladı önce. Ardından okumak için kaldırdı.

 

"Sana son bir iyilik evlat, bu ailenin geçmişi. Hepsini en ince ayrıntısına kadar öğrendim ve yazdım. Okumaya başlamadan önce derin bir soluklan. Çünkü sen bunları kaldırabilecek kadar güçlü değilsin."

 

İçini kemiren bu kurt kendini belli etmişti. Okudukça içine içine kederlenip göz yaşı döktü. Kardeşinin başına geleni öğrenmişti. Annesinin ve babasının nasıl insanlar olup neler yaşadığını öğrenmişti. Bir aile bekliyordu. İçinde anne, baba ve bir kardeş bekliyordu. Ama beklentisi gibi her şey yerle bir olmuştu. Tek gecelik bir ilişkiden olduğunu öğrenince başı dönmeye başlamıştı. Annesini öğrenince karnına kramplar girmişti. Babasının kim olduğunu öğrenince derisi soyulur gibi canı acımıştı. En çok parçalandığı da kardeşinin başına gelendi. Soluğunun kesildiğini hissederken masada bulunan su bardağını kaldırıp suyu içmeye çalıştı ancak titreyen elleriyle bu pek mümkün olmadı. Bir yudum alır almaz bardağı yere düşürünce bardak tuzla buz olup kırılmıştı.

 

"Nasıl olur?" Sesi bile titriyor haldeydi. "Nasıl olur!?" Kağıtlar yeri boylarken baş dönmesi artıyordu. "Lan nasıl olur!" Masadaki süsler yere düşerken bir bir kırılıyordu. Keşke dedi içinden. Keşke öğrenmeseydim de yalan dünyamda kalsaydım dedi. Gözlerinin önü karararıp yeri boyladı. Kalbine sancı girmişti. "Kardeşim..." Dediğinde sesi artık kısa bir fısıltıdan ibaretti.

 

Derler ki yüz yerde yüz yaram var.

El sanır sağ gezerim...

 

🦋

 

Bir soluk çekti içine büyümek zorunda kalan çocuk. Bu son olsun dedi içinden, bu son soluğum olsun da sabaha varmayayım dedi kırgınlıkla. "İyi misin?" Miran omzunu tutup okşadığı adamı yatıştırmaya çalışıyordu. "İyi değilsen kalalım bu gece burada, gözetim altında." Alaz başını sağa sola salladı. "İstemiyorum." Ayağa kalktı. Odadan çıkmak için kapıya yöneldiğinde Miran hemen ardındaydı. Adımları yeri döver gibiydi. Nereye gidecekti şimdi? Ne yapacaktı hiç bilmiyordu. Tek bildiği artık hayallerinde yeşerttiği o aile kavramının yerini artık karanlık almıştı. Arabaya bindiler. "Neyin var oğlum?"

 

"Bir şey yok." Sürdüğü arabanın hızı gittikçe artıyordu. Nereye mi gidiyor? O da bilmiyordu.

 

"Bir şey yoksa ne diye bu haldesin? Bu sinirin kime?"

 

"Kendime!" Haykırışı acı doluydu. "Kendime bu sinirim!"

 

Miran duruldu. "Lan!" Sustu konuşamadı. Ne diyecekti ki?

 

"Kardeşim var benim! Kız kardeşim var!" Miran konuyu anlamıştı ama nasıl bu kadar hızlı bulabildiğine şaşırmıştı. "Buldun mu?"

 

"Mahir bulmuş, hepsini araştırmış. Avukata öldüğünde bana vermesini istemiş herif öleceğini bile hissetmiş!" Arabayı yol kenarına çekip sinirle indi içinden. "Ulan ben hayalimde mutlu neşeli cıvıl cıvıl bir aile beklerken -" yanağına sertçe vurdu. "Senin neyine lan! Senin neyine hayal kurmak!" Miran onu durdurmaya çalışıyordu. "Yapma!"

 

"Ben!" Durdu ve ölmek ister gibi Miran'a baktı. "Ben tek gecelik bir ilişkinin eseriyim! Bir pavyon kadınının iş kazasıymışım!" Miran duydukları karşısında sadece şaşırmıştı. "Piç mişim lan ben!" Başını duvara vurmak istiyordu. "Allah benim belamı versin!"

 

Yoldan geçen arabaların önüne birden atlarken Miran onu son anda kolundan tutup çekti. "Ne yapıyorsun lan sen! Ne yaptığını sanıyorsun!"

 

"Bırak lan beni!"

 

"Kendine gel! Öldürecek misin lan kendini!"

 

"Yaşıyor muyum sanıyorsun! Yaşamak mı bu! Görmüyor musun dünyanın en pis varlığıyım ben!"

 

"Ölmen mi gerek?!"

 

"Evet!" Haykırırcasına bağırdığında Miran birden yüzüne bir tokat atmıştı. "Kendine gel lan! Neyse ne! Ne yapabilirsin sanki, senin elinde olan bir şey mi! Yok tek gece yok bilmem ne! Sikerim oğlum seni!" Yakasına yapıştığı adamı arabaya yasladı. "Anne, babamızı biz mi seçiyoruz lan sanki! Ha? Baban olacak o herifle de, annen olacak olan o karıyı da unutursun olur biter! Git kardeşini bul! Sen ne kadar masumsan o da o kadar masum!"

 

"Beni istemezse?" Yakalarını sertçe bırakıp uzaklaştı. "Niye kabul etmesin! Ağabeyi değil misin sen! İnanmazsa test yapar gözüne sokarsın! Öyle yada böyle kardeşin o senin!"

 

Umutsuzca yere çöktü. "Çok kötü şeyler yaşamış." Dediğinde sesinde ki hüzün elle tutulur vaziyetteydi.

 

"Ne yaşamış mesela! Mahir denen it nereden biliyor ayrıca! Yanında mıydı?!" Alaz başını sağa sola salladı. "Mahir'i tanıyorum. Yalan söylemez. Ne yapar ne eder bulur o. Öğrenir it her şeyi." Miran sinirle arabanın tekerine tekme attı. "Ulan herife gram güvenmiyordun! Şimdi mi inanasın geldi!"

 

"Onu tanıyorum!" Artık sesleri çok yüksek çıkıyordu. "canımı yakmak için her şeyi yapar ama yalan söylemez! Hele de bu konuda asla!"

 

"Ölü olmasaydı sikerdim belasını şimdi!" Homurdana homurdana arabaya bindi. Alaz yorgunca yaslandığı yerden kalkınca başına geleceklerden habersiz arabasına bindi.

 

**

 

Karşıda görünen kadına öyle bir odaklanmıştı ki gözlerini kırpmayı bile unutmuştu Alaz. Asker üniforması üzerine giyinmiş, karşısında dizilmiş diğer askerlere emirler yağdırıyordu kadın.

 

"Nasıl da güzel." Dedi tekrar inanmak ister gibi. "Güzel kardeşim."

 

Kadın kolundaki saate bakarak askerlere koşması için emir verdi. Tek bir ritim tutarak koşmaya başlayan askerler dörtlü bir sıra haline gelmişti.

 

"Gurbette yorgun düştüm

Be ceylan" ritimlerine göre bağıra bağıra şarkı söylemeye başlarlarken Alazın gözleri sadece kardeşindeydi. "Tekrar asker olasım geldi." Dedi kendi kendine. "Komutanım olacağını bilsem yeminle tekar askerlik yapardım."

 

Artık kendini avutabileceği bir kardeşi vardı ve mutluluğu içine sığmıyordu. Ta ki Deniz'in, Miran hakkında ki planları öğrenene kadar. Miran'ın peşine düşmüştü ve onu adım adım izliyordu. Hatta Miran bıçaklandığında o da orada onları izliyordu. Aralarında ki husumeti yarım yamalak biliyordu. Daha fazlasını öğrenmekte kararsızdı.

 

Miran onun kız kardeşi olduğunu biliyordu. Ama alaz ısrarla susmak istedi. Miran onu uçurumdan aşağı attığında, kendisini kurtaran Miran değil Alaz'dı. O gün ikisi de birbirleriyle tartışmıştı. Kendisini tanıtmak istedi, abisi olduğunu söylemek istedi ama Miran buna engel oldu. "Zamanı değil! Yeri değil!"

 

"Çok bekledim! Tamam daha nereye kadar bekleyeceğim, dayanamıyorum!"

 

"O çok hassas, kaldıramaz. Kalbi dayanamaz!" Alaz yutkundu. "Sen-" dediğinde Miran'ın üzerine yürüdü. "Ona aşıksın!" Miran durdu ama dik bir duruş göstererek göğsünü kabarttı.

 

"Alaz." Alaz yakalarını tuttuğu adamı kendine çekti. Ağabeylik damarı tutmuştu. Artık onun da kız kardeşi vardı. "Sikerim lan seni! O benim kız kardeşim!" Miran bu sözleri bir yerden hatırladı. "Seviyorum onu." Dediğinde Alaz tutamadığı yumruğunu yüzünde patlatmıştı. "ne oldu! Kalp söz dinlemiyormuş değil mi!" Dediğinde Miran da onun yüzüne bir yumruk indirmişti. "seninki ayrı benim ki ayrı lan! Biz beraber büyüdük! O senin kardeşin!"

 

"Değil!" Diyerek inledi Alaz. "Ben ona hiçbir zaman kardeşim gözüyle bakmadım! O da öyle, biz en başından beri birbirimize aşıktık!" İkisi boğuşmaya başladığında Lal hızla yanlarına koşmaya başladı. "Kız kardeşimden uzak dur!"

 

"Sende benim kız kardeşimden uzak dur!" İkisi de yumruklarını savururken Lal, ve sonradan gelen Mert ikiliyi ayırmaya çalışıyordu. "Ne yapıyorsunuz lan siz!" Lal ,Alaz'ı uzaklaştırırken Miran'ı da Mert uzaklaştırmıştı. İkisi de aynı ağızdan bağırırken sesleri yırtılırcasına çıkmıştı. "Kardeşimden uzak duracaksın!"

 

İkisi de durmadı. Birbirlerinin kardeşlerine aşık olan iki adam artık geri adım atacak değillerdi.

 

Alaz, Mahir'in hasımları yüzünden ortadan kaybolmak zorunda kalarak Rusya'ya gitmişti. İki aydır kimseye haber vermeden yaşayan Alaz, Lal'in hasretiyle yanıp tutuşuyordu.

 

Miran kendisinden haber alamadıkça dehşete kapılıyordu. "Sana da mı ulaşmadı hiç?" Huzursuzca sorduğu sorunun muhatabı Lal'di.

 

"Hayır, sayende bana bile ulaşamıyor." Miran aslında buna sevinmişti ama çaktırmadan tekrar önüne döndü.

 

Deniz ve Miran gittiği mezarlıkta yedikleri baskınla soluğu evde aldıklarında Miran oldukça sinirliydi. Telefondan gelen ses Alaz'a aitti ama bunu yapabileceğine ihtimal vermedi tabii ki de. Kız kardeşi olduğunu biliyordu ve kardeşi dediği adama bunu yapabilecek kadar gözü dönmemişti. Bunu her kim yaptıysa çok büyük bir açık vermişti. Alaz kendi açıklamasını yapmıştı, ve tabii ki de bu işin arkasında da Ömer vardı. Miran onun yapacağı sevkiyatın önüne taş koymuştu, o da kendince böyle bir intikam peşine düşmüştü. Alaz ve Deniz'in kardeş olduğunu öğrenerek daha birbirlerini bilmeden aralarına girmeye çalışıyordu Ömer.

 

Günler su gibi akıp giderken Alaz kardeşini sonunda davette yakalamıştı. Oturdu karşısına, içi titriyordu. Heyecanını dışarı yansıtmamak için zor tutuyordu kendisini. Miran onları uzaktan izliyordu ama Deniz onu tanımadığı için konuşmak istemediğini belli ediyordu. Alaz Miran'a içinden binlerce küfür sayarken Deniz'in onunla konuşamayacağını anladığında yanından ayrıldı. "Büyü yapmış kardeşime şerefsiz!" Lal'in gelmediğini gördüğünde doğruca evine gitmişti. Odasına camdan girerken Lal büyük bir sevinçle kendisine sarılmıştı. "ibne orada kardeşimle keyif çatarken ben burada evine camdan giriyorum. Vizyonunu siktiğimin yavşağı!"

 

"Abime küfür etmesen?" Dedi Lal, ince parmaklarıyla.

 

"Lütfen o ibneyi bana savunma!" Lal umursamaz bir tavırla yatağına oturduğunda Alaz yanına uzandı ve başını dizlerine yasladı. "Bejna." Dedi Alaz, bir tek o Bejna diyebilirdi Lal'e. Bir tek ona serbestti. "Seni çok özledim yavrum."

 

"Neden gittin o zaman, aramadın sormadın." Parmaklarına uzanıp dudaklarına bastırdı. "Kurban olduğum, mecburdum. Bir daha olmaz, sözüm olsun. Bir daha olursa, vereceğin cezaya boynum kıldan ince. Yeterki yüz çevirme bana." Bejna parmaklarını dövmelerinde gezdirdi. Bu dövmelerin anlamını bir tek o biliyordu. "Bak." Dediğinde Alaz yerinden doğrulup gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. "Ne yapıyorsun, abimler gelir şimdi." Alaz arsızca gülümsediğinde Lal kızaran yanaklarıyla utancını saklamaya çalıştı. Göğsünü açtığında yeni yaptığı dövmeyi açığa çıkardı. "Bak yavrum." Bejna gördüğü dövme ile şaşırıp kalırken Alaz bu gülüşü izlemenin derdine düştü. "Ne yaptın sen?" Gözlerini, göğsüne dövme olarak işlemişti Alaz. Mavi okyanusları artık sadece kendisine ait değildi. "Hasret kaldığım şu gözler için ne yapsam azdır." Dudağına uzandığı kadını altına alırken ikisi de aşkından yanıp kül olmak istiyordu.

 

(Bundan sonrası zaten hastanede geçen kısım olduğu için anlatmayacağım. Deniz kendini vurur ve hastaneye gelir. Bu kadar arkadaşlar.)

 

Kardeşinin vurulduğunu duyar duymaz gelmişti. Miran şok olmuş bir halde otururken gözlerine perde inmiş gibi kimseyi görmüyordu. "Koruyamadın!" Sayıklamaları faydasızdı. Lal koluna girmiş onu sakinleştirmeye çalışıyordu. "Sana emanetti!" Boğazına oturan yumru öylece nefesini kesti. Ameliyata girip çıkana dek kapının önünden ayrılmadı. Günlerdir uyuyordu. Yanına gitti. Kardeşine sarılmak istedi, doktorlar izin vermedi. Öylece uzaktan izledi. Hasret kaldığı kadının her bir zerresini dikkate izliyordu. "kardeşim..." Sesi de titriyordu, bedeni gibi. Ağlamaktan konuşamadı. Sustu ve çıktı odadan. Ne Lal'e baktı ne Miran'a,uzaklaştı hastaneden. Kendini eski püskü kayığın yanına attı tekrar. Tek sığındı liman buymuş gibi. Koca heybetine bakıldığında korkudan titrerdi insan. Ama şuan kendi bedeni tirtir titriyordu. Telefonu çaldı. Açtı ve kulağına yasladı. "Abi, herif tahliye edildi." Kapattı telefonu ve arabasına binip hızla uzaklaştı oradan. Bir evin önünde durdu. Derme çatma eski bir evdi bu. Jandarmalar eşliğinde evine gelen herifi göz hapsine almıştı. Uzaklaşan ekiplerin ardından arabdan indi ve eve doğru adım attı. Kapıyı çaldı, biraz sonra açılan kapı ile adam göründü. Kır düşmüş saçları sakallarına uzanıyordu. Tanımadığı adama bakarken Alaz gülümsedi ve sert bir hamleyle adamı içeri itti.

 

"Selam ihtiyar!" Adam korkuyla geriye doğru giderken, "sen de kimsin?" Diye sormuştu. Alaz arkasından kapıyı kapatırken eline siyah deri eldivenlerini geçirmişti. "Kim miyim?" Yakasından tutup mutfağa götürdüğü herifin başını sertçe tezgaha çarpmıştı. "tanıştırayım efendim." Yüzüne yumruk yiyen adam neye uğradığını şaşırarak yere yığılmıştı. "O pis ellerinle!" Ocağın fişini takıp ısınmasını bekledi. "Dokunduğun kız çocuğunun ağebeyiyim!" Adam korkuyla titrerken Alaz sıkıca ellerinden tuttu ve hiç düşünmeden ısınan ocağın üstüne bastırdı. Çığlık çığlığa bağırırken ellerinden yanık kokusu gelmeye başlamıştı bile. "Ben-" adamın inlemelerini zevkle dinliyordu. "Alaz Ömer kurt!"

 

"Yapma, n'olursun yapma!" Alaz'ı durdurabilecek hiçbir kuvvet yoktu şuanda. "Yalvar!" Ellerinin acısıyla haykıran herifi sert bir hamleyle duvara itti. "Yalvar it, yalvar bana!" Adamın yalvarmaları arşı bulmuştu. Ellerine üflüyordu ama ileri derecede yanmıştı derisi, hatta bir kaç kısmı ocağa yapışmıştı. "Bu ellerle mi dokundun kardeşime!" İçini saf öfke kaplamıştı. Arka cebine sıkıştırdığı kerpeteni çıkardı. "Bu parmaklarla mı dokundun kardeşime!" Adamın elini tezgaha yasladığında ayaklarıyla onu kısmıştı. Kerpetenin arasına sıkıştırdığı parmağını saniyeler bulmadan koparmıştı. "Bu parmağınla mı dokundun ha!" Adam acıyla haykırmaktan konuşamaz haldeydi. Diğer parmağına da aynısını yaparken etrafı kan sarmıştı. "Ya da bu parmağınla mı dokundun!" Artık kan kokusu mide bulandırıcı olmuştu. Alaz, büyük bir kinle adamın bütün parmaklarını kopardığında herif artık bayılmanın eşiğindeydi.

 

"Bana bak, bana! Ne sanıyordun ha? Yanına kalacağını mı sanıyordun! Küçücük kız çocuğuna yaptıkların yanına mı kalacak sanıyordun!" Bayık gözler artık tamamen kapanıyordu. Adamın pantolonunu çakısıyla yırtıp tenini açarken herif son kalan gücüyle çırpınmaya çalışıyordu. "Sen uçkuruna sahip çıkmazsan-!" Bıçağı adamın uçkuruna sapladı. "Ben, sana sahip çıkmayı öğretirim!" Kan kusa kusa haykıran herifin saçlarından tutup göz göze gelmelerini sağladı. "Nasıl, zevk alıyor musun. Ben şuan çok zevk alıyorum." Herif acıdan bayılarak yere düştü ve gözleri kapandı. Mutfağın her bir yeri kan olmuştu. Eline bir bez alarak herifin cinsel organını tuttu ve bıçağıyla kopardı. "Senin yüzünden en sevdiğim çakıyı da çöpe atmak zorunda kalacağım! Hep zararsınız amına koyduklarım!" Adam artık ölmüştü. Bundan emin olarak elindeki bezi de alarak evin çatısına kadar kan damlata damlata gitti ve bezin içindeki pisliği yere attı. "Hadi yine iyisiniz," çatıdaki kuşlar başında uçuşmaya başladı. "Bugünki yemeğiniz de benden olsun." Elinde küçük bir not yazan kağıdı cesedin üzerine indirdi ve evi terk etti.

 

Yıllar sonra buldum seni… Ne birileri alabilir seni benden, ne de birileri aramıza girebilir. Yıllar sonra buldum seni, geç kaldığım her anın ağırlığıyla. Yanında olamadığım, seni yalnız bıraktığım her saniye için senden aldığın her nefes kadar özür dilerim.

 

Yıllar sonra buldum seni… Hayatın sana yüklediği acıları, başına gelen her kötülüğü önleyemediğim için, seni koruyamadığım için affet beni. Şimdi karşındayım, bir daha seni kaybetmeye cesaretim yok. Seni bırakabileceğimi hiç sanmıyorum.

 

Güzel kardeşim… Kanım, canım, en değerlim. Belki bugüne dek iyi şeyler yaşamadın, belki yalnız kaldın, ama şimdi söz veriyorum: Bundan sonra başına en ufak bir kötülüğün gelmemesi için elimden gelen her şeyi yapacağım. Seni koruyacağım.

 

Yıllar sonra buldum seni… Ve seni bir daha kaybetmektense, canımdan vazgeçerim. Çünkü sen, sadece benim kardeşim değil, hayatımın geri kalanına tutunduğum en güçlü bağsın.

 

🦋 

 

Mekruhlaşan bu canım artık benden gitmek ister gibi can çekişiyordu. Ruhuma batan duyguların bazıları pişmanlık dolu, bazıları serzeniş!

 

Biliyordum ki bir gün duracaktı bu kalp, sonsuza kadar atacak değildi. Veda edeceğim kim vardı bilmiyordum. Kim arkamdan ağlar ve ya kim mezarımı sulardı?

 

Koca ömrü kısa bir vedaya sığdıracaktım, belki veda edecek kadar vaktim de yoktu. Ben hep hayallerimde cıvıl cıvıl yaşattığım kız çocuğunun sevincini bastırdım. Gerçekte yaşadıklarını bir an olsun unutmasa da onun hakkı hep gülmekti. Neydi bu ruhumda ki acı?

 

Artık bırakmam lazımdı bu acı çeken tarafımı. Sevinmeliydim, aldığım her nefes için mutlu olmalıydım. Onca yaşadığıma rağmen bunları söyleyebilmek bile benim için büyük bir adımdı.

 

Ah güzel yaşlarım, sizi benden çalanlar utansın. Ah güzel yaşlarım, sizi karanlığa hapsedenler utansın.

 

Gerçi onların utanma diye bir suyguları bile yoktu ama işte, kendimi avutmam gerekti.

 

Öyle ya da böyle, ben kazanacaktım bu savaşı. Hikayenin sonunda çok mutlu olacaktım. Arkamda bıraktığım anılar bile bu kadar sevindiğime şaşıracaktı. Karanlıktan aydınlığa çıkmam gerekti. Bir adım atıyordum, bastığım yer sağlam, kendimden emindim. Ben artık eskisi gibi olmayacaktım.

 

Bir adım atıyordum, yanımda sevdiklerim, aklımda onlarla yaşadığım güzel anılarım.

 

Bir adım atıyordum, ruhumda çiçekler açmış, yüzümde gülücükler...

 

Bir adım atıyordum, adımların en büyüğü, en sağlamı...

 

Karanlıktan aydınlığa geçmem gerekti. Olduğum karanlık artık beni korkutmuyor, titretmiyordu.

 

Karanlıktan aydınlığa çıkmam gerekiyordu, gözlerim açıldı. Aydınlık öyle şiddetle karşılamıştı ki beni, gözlerim buna alışmak ister gibi kapanıp açıldı.

 

"Su," kuruyan dilim damağımı ıslatmam gerekti. Uzandığım yerden canım acırken, kemiklerim sızlıyordu. Bir kaç kişinin başımda toplandığını görebiliyordum, beyaz önlüklerinden anladığım kadarıyla onlar doktordu. Gözlerime tutulan ışıktan sonra yarama bakan doktor bana su verilemeyeceğini söyledi ve hemşireler dudaklarıma ıslak pamuk sürmüştü sadece. Kısa bir süreden sonra odam değiştirilirken koridorda kızarık gözleriyle göz göze geldiğim Miran'ı gördüm. Başka bir odaya alındım. Çıkan doktorların ardından yanıma geldi ve konuşmadan elimi tutup yanıma oturdu. Ve fark ettiğim şey boğazıma bir yumru oturmasına neden olmuştu. Miran'ın elimi tuttuğu eli titriyordu. Başı yerde benimle göz göze gelmek istemiyor gibiydi. Yada korkuyordu. Kapıda başka biri belirdi. Nerede gördüğümü hatırlayamadım bir an. Gözleri kızarmış, hırpalanmış gibi üzeri dağılmıştı. Alaz'dı bu. Davette gördüğüm adamdı.

 

Yavaş adımlarla odaya girdiğinde art arda yutkunduğunu gördüm. Miran'ın elimi tutan eli sıkılaştı. Huzursuzdu, ve bunu belli etmemeye çalışsada fark ediyordum. "Konuşacak mısınız?" Dediğimde sanki bunu bekliyormuş gibi ağlamaya başladı karşımdaki adam.

 

Yanı başımda durup diz çöktüğünde, Miran'ın bıraktığı elimi kendisi tuttu ve yüzünü yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Miran durgundu, kapıda duran Mert, Çağıl, ve Asi de durgundu. Neyin durgunluğuydu bu anlamamıştım. Bu adam neden elimi tutup ağlıyordu bilmiyordum. "Ne oluyor?" Dediğimde artık bir cevap bekliyordum.

 

"Özür dilerim." Birden yalvaran adama şaşkınca baktım. "Yanında olamadığım her an için özür dilerim." Can çekişir gibi sayıklarken dediklerini hiçbir şekilde anlamıyordum.

 

"Aldığın nefesler kadar özür dilerim, kardeşim." Donup kaldım. Neydendi bilmiyordum ama yaram acıyla kasıldı.

 

"Güz güzelim, özür dilerim, yaşadığın bütün kötülükler için senden özür dilerim."

 

Boğazım düğümlendi. Miran'a baktım. Durgun ve hüzün doldurduğu toprakları beni boğmak ister gibi içine çekmek istiyordu. Asi'ye baktım. Bütün asiliği gitmiş, çökmüş, yıkık bir haldeydi. Çağıl'a döndüm. Sararmış teni ve zayıflayan kaslarına baktım. Son olarak Mert'e döndü bakışlarım. Gözlerini kaçırdı, ağlıyordu ve benim onu görmemi istemiyordu.

 

Ve son bir şey daha fark etmiştim ki, benim kimsem yoktu. Annemi aradı bakışlarım, babamı aradı... Yoktu kimse, zaten onlar varken yok olmayı başarabilen tek insanlardı. Yine yoklardı, her zaman ki gibi, ve hiçbir zaman da olmayacaklardı. Bu değiştirilemez bir gerçekti ve canımı yakan en çokta bu gerçekti.

 

İki yorum yap kız, o kadar yazdım halla halla....

 

 

Bölüm : 26.12.2024 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...