Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@ben1deniz

Veronika, yatağında sessizce yatıyordu. Yüzü, bir zamanlar baharın tomurcuğunu andıran canlılığı kaybetmiş, solgun bir beyazlığa bürünmüştü. Göğsü zayıf nefeslerle inip kalkarken, odadaki sessizlik adamın yüreğini daha da ağırlaştırıyordu. İçindeki acı, sükûtla büyüyor, ne dil ile ne de gözyaşı ile hafifleyebiliyordu. Zaman, Veronika’nın hastalığı ile duruyor, sanki her saniye onun ömründen çalıyordu.

 

Adam, yatağın başucunda durdu. Gözleri, her an bir mucize beklercesine kadının narin ellerine kaydı. Eller… O eller ki, bir zamanlar bahçelerde çiçek toplarken dans ederdi. Şimdi ise sanki dünya ile bağları çözülmüş, titrek ve hareketsizdi. Ona dokunmak istedi ama içindeki korku, ellerini geri çekti. Bir kere daha kaybetmek… Veronika’ya bir kere daha veda etmek…

 

Adamın zihninde, hatıralar bir sel gibi akıyordu. O günleri düşündü; Veronika’nın kahkahalarının odaları doldurduğu, beraber yürüdükleri serin sonbahar akşamlarını. Nasıl olmuştu da bu kadar hızlı tükenmişti zaman? Sanki o güzel günlerin üzerine bir ağıt düşmüştü şimdi. Eşine olan aşkı, kalbinde bir ateş gibi yanıyor, fakat bu ateş artık ısıtmıyor, yalnızca yakıyordu.

 

"Veronika..." dedi, sesi titreyerek. Bu kelime dudaklarından bir fısıltı gibi çıktı, sanki sözcükler bir daha geri dönmeyecekti. O adı ne kadar çok sevdiğini düşündü. Veronika, onun dünyasıydı. Şimdi ise bu dünya ellerinden kayıp gidiyordu, onu tutmak için ne kadar çırpınsa da bir şey değişmiyordu.

 

Veronika hafifçe gözlerini araladı. Gözlerinin derinliklerinde bir zamanlar parlayan ışık, bir iz, bir anı gibiydi artık. Dudakları aralandı ama ses çıkmadı. Adam eğildi, onu duymak için nefesini tuttu. Veronika’nın dudakları hafifçe kıpırdadı. “Affet beni,” dedi fısıldayarak. Adamın dünyası o anda çöktü, sanki o iki kelime onun bütün varlığını ezip geçiyordu. Veronika’dan af dilemek mi? Onun en büyük korkusu, onu koruyamamak, hastalığını iyileştirememekti. Oysa Veronika, kendini ona yük gibi hissediyordu, onu yarım bıraktığını düşünüyordu.

 

Adam dizlerinin üzerine çökerek onun elini tuttu. O narin, zayıf eli avuçlarına aldı ve gözyaşlarına boğuldu. Sessizlik yeniden odayı doldurdu, ama bu sefer farklı bir sessizlikti. Hayatın içinden süzülen bir vedanın, son anların sessizliği...

Gecenin hüznü, odanın içine ağır ağır süzülüyordu. Pencerenin aralığından giren serin rüzgâr, perdeleri usulca sallarken, dışarıda dalgaların kısık uğultusu duyuluyordu. Zaman artık hiç olmadığı kadar ağır, hiç olmadığı kadar acımasızdı. Adam, Veronika’nın yanında oturmuş, her nefesini takip ediyor, gözlerinin bir daha kapanmaması için içten içe yalvarıyordu.

 

Veronika’nın gözkapakları hafifçe aralandı, zayıf bir gülümseme yüzüne konuk oldu. “Sakın beni unutma,” dedi, sesi o kadar hafifti ki, rüzgârla savrulup gidecekmiş gibi duruyordu. Oysa adam için bu sözler, kalbine bir kazık gibi saplandı. Nasıl unutabilirdi? Onu unutmak, kendi ruhunu unutmakla eş değerdi. Veronika, onun hayatının tek anlamıydı, dünyasıydı. O gittikten sonra geriye ne kalacaktı ki?

 

Adam gözlerinden süzülen yaşları gizlemeye bile çalışmadı. “Seni unutmam mümkün mü, Veronika? Sen her anımda, her nefesimde olacaksın. Her sabah uyandığımda, adını hatırlayacağım; her gece gözlerimi kapattığımda seni göreceğim. Bu dünya sensiz dönecekse, ben o dünyanın bir parçası olmayacağım. Seninle, burada, bu odada kalacağım,” dedi, sesi kederle boğulmuştu.

 

Veronika, onu duyar gibi gözlerini yavaşça kapadı. Solukları daha da ağırlaşmıştı, göğsü artık zorlanıyordu. Adam, onun başucunda, kalbinin son çırpınışlarını dinlerken, zaman adeta durdu. Bir anlık sessizlik çöktü odaya. Bir anlık o derin boşluk...

 

Sonra, Veronika’nın göğsü bir kez daha hareket etti, ardından tüm dünya sessizliğe büründü. Adam, sanki bu anı sonsuza dek hissetmek istercesine gözlerini kapadı. Her şey bitmişti. Onu kaybetmişti. Bütün bir yaşam, bir nefes kadar kısa, bir soluk kadar kırılganmış meğer. O kadar an, o kadar hatıra, hepsi bu sessizlikte kaybolmuştu. Ellerini Veronika’nın ellerine koydu, veda etmenin dayanılmaz ağırlığını hissetti. Ancak ne kadar güçlü hissetmeye çalışırsa çalışsın, içindeki boşluk artık sonsuza dek onunla kalacaktı.

 

Adam ayağa kalkamadı, ellerini geri çekemedi. Gözleri kapalı, Veronika’yı hâlâ orada, yanındaymış gibi hissetmek istiyordu. Ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Artık o yoktu. Ve dünya bir daha asla eskisi gibi dönmeyecekti.

 

Adam, o gece boyunca Veronika’nın başucunda oturdu. Gözlerini bir an bile kırpmadı. Sabahın ilk ışıkları odaya süzüldüğünde, içindeki acının daha da derinleştiğini fark etti. Dünya aydınlanıyor gibi görünse de, onun dünyası sonsuz bir karanlığa gömülmüştü. Veronika’nın gidişiyle birlikte, kalbindeki ışıkda sönmüştü.

"Veronika… Sen gittiğinden beri dünya farklı bir renge büründü. Sanki her şey aynı, ama hiçbir şey eskisi gibi değil. Zaman ilerliyor ama ben burada, senin yanında kalmışım gibi hissediyorum. Ellerim hâlâ ellerinde. O son an, nasıl da aklıma kazındı. Gözlerin, yüzündeki o hafif tebessüm… Benimle vedalaşırken bile güçlüydün, sessiz ama güçlü.

 

Sana veda edememişim gibi geliyor. Sanki o son nefesini verirken, bir şey eksik kaldı, bir söz, belki bir dokunuş… Seni koruyamadım Veronika. Seni hayatta tutmaya yetemedim. Ellerimden kayıp gidişini izlemek… Bu dünyanın en acımasız cezasıymış meğer.

 

Her sabah uyanıyorum, ve içimde bir boşluk. Sen yoksun… Seninle konuşmak, sesini duymak, gözlerine bakmak… Hepsi birer hatıra şimdi. Hayatımın yarısı, en güzel yarısı sensiz kaldı. Hatırlıyor musun o sonbahar akşamlarını? O nehir kenarındaki yürüyüşlerimizi? Saçların rüzgârda savrulurdu, ben de sessizce seni izlerdim. Sana her baktığımda dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğunu anlardım. Şimdi ise o nehir, o akşamlar, hepsi griye dönmüş. Sanki dünya, seni de alıp gitmiş.

 

O son geceyi unutamıyorum. Senin yanında otururken, elimden hiçbir şey gelmemesi beni mahvetti. 'Affet beni,' dedin ya, işte o an… O an içimde bir şeyler kırıldı. Senin bana yük olduğunu nasıl düşünebilirdin? Sen benim her şeyimdın, yük değil, dünyamdın. Benim affedilecek ne günahım vardı ki? Belki de seni iyileştirememenin acısını taşıyorum, belki de senin gözlerimin önünde eriyip gidişini izlemek, kalbimde onarılmaz bir yara açtı.

 

Şimdi odamız boş. Yatağımız boş. Bir vakitler kahkahalarının yankılandığı bu duvarlar, artık yalnızca sessizliği barındırıyor. Ve ben, seninle dolu bu dünyada, sensiz yaşamayı öğrenmek zorundayım. Ya da öğrenemeyeceğim… Belki de bu boşluk, bu eksiklik hep içimde kalacak. Ben de bu yarım kalmış hayatı sürdürmeye çalışacağım, senin yokluğunla, senin anılarınla.

 

Ah Veronika, kalbim acıyor. Her gün, her an seni düşünüyorum. Seni kaybettiğim o anı zihnimde tekrar tekrar yaşıyorum. Bazen, sanki bir anlık dönecekmişsin gibi geliyor. Belki de bu sadece bir rüya… Ama gözlerimi her açtığımda, yine aynı gerçekle yüzleşiyorum: Sen yoksun. Ve ben bu dünyada yalnızım."

"Zaman nasıl geçiyor bilmiyorum artık. Her gün bir öncekinin aynısı gibi. Sabahları uyanıyorum, ama senin olmadığın bir dünyada uyanmanın ne anlamı var ki? Adımlarım ağır, düşüncelerim karmaşık… Bazen bu yükü nasıl taşıyacağımı bilemiyorum. Sanki her nefesim bir mücadele, her sabah ayrı bir savaş. Sensiz nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.

 

Odamızın her köşesi, seninle dolu. Ne zaman gözlerimi kapatsam, seni görür gibiyim. Pencerenin önünde duran o eski kanepe… Hani her akşam orada oturur, birbirimize hikayeler anlatırdık? Senin kahkahaların hala kulaklarımda çınlıyor, ama o kanepe şimdi yalnızca sessiz. Boş. Tıpkı içimdeki o kocaman boşluk gibi. Seni kaybetmekle sadece seni değil, hayatımın anlamını kaybettim.

 

Dışarı çıktığımda, insanlar bana normalmişim gibi bakıyor. Onlar için hayat devam ediyor, günler birbirini kovalıyor. Ama ben… Ben o günde kaldım. Sana veda ettiğim o gece, dünyam dondu. Zaman ilerlemiyor. Seni her düşündüğümde, kalbim daha da ağırlaşıyor. Herkes beni anlamaya çalışıyor, ama kimse anlamıyor. Nasıl anlayabilirler ki? Hiç kimse, benim Veronika’mı tanımadı. Hiç kimse, senin o içten gülüşünü, bana baktığında gözlerinde parlayan ışığı görmedi. Seni yalnızca ben bildim. Sen yalnızca bana aittin.

 

Bazen geceleri uyuyamıyorum. Gözlerimi kapattığımda, o anı tekrar tekrar yaşıyorum. Hastalığın ilerledikçe güçsüzleşen bedenin, sesinin giderek daha kısık çıkması… Seni o yatakta görmek, ellerinin o kadar soğuk olduğunu hissetmek… Beni en çok yaralayan, seni hayatta tutmak için ne kadar çaresiz olduğumdu. Senin gözlerimin önünde kayıp gittiğini izlemek… Bu, benim taşıyamayacağım bir yük. Şimdi geriye yalnızca hatıraların kaldı. O hatıralar ki, bazen onları hatırlamak bile acı veriyor. Çünkü her anı, seni daha çok özlememe sebep oluyor.

 

Bir keresinde bana, ‘Unutma beni,’ demiştin. Ama Veronika, seni unutmak mümkün mü? Seni unutmam, kalbimdeki bu acıyı unutmam demek olur. Oysa ben, bu acı ile yaşamayı öğreniyorum. Bu acı, benim seni ne kadar sevdiğimin bir göstergesi. Sen benim içimde, her an, her nefeste yaşıyorsun. Seni unutmak, seni bir kez daha kaybetmek olur. Ve ben buna dayanamazdım.

 

Şimdi, bu satırları yazarken bile, içimde bir umut kırıntısı varmış gibi hissediyorum. Belki bir gün, bir sabah, seni rüyamda göreceğim. Belki bana yine o masum gülümsemenle bakacaksın. Belki o zaman, içimdeki boşluk biraz olsun hafifler. Ama o güne kadar, seni hep aynı yerde, aynı anıda saklayacağım. Gözlerini kapadığın o son anda. Çünkü seni en çok o halinle seviyorum, Veronika. Güzel, masum ve sonsuza dek benim olan halinle."

Zamanla, evin sessizliği alışılmadık bir huzur yerine, rahatsız edici bir yankıya dönüştü. Kapı her açıldığında Veronika'nın içeri girmesini beklemek, ardından boşluğun soğuk gerçeğiyle karşılaşmak… Bu duygu adamı her geçen gün daha da tüketiyordu. O artık yalnızca yaşıyordu, ama yaşamıyordu. Etrafındaki dünya devam ediyordu, insanlar konuşuyor, gülebiliyor, mutlu olabiliyordu. Ama onun için dünya durmuştu.

 

Bir sabah, pencere kenarındaki eski koltukta otururken, dışarıda yaprakların rüzgârla savrulmasını izledi. Bir zamanlar Veronika’nın çok sevdiği o sonbahar günleri… Rüzgârla dans eden yapraklar, ona bir kez daha Veronika’yı hatırlattı. O, rüzgârın dokunuşuyla neşelenir, her yaprağın düşüşünde dünyayı biraz daha güzel bulurdu. Şimdi ise bu güzellikler adam için yalnızca kayıp bir anıydı. Yine de her yaprağın düşüşünü izlemekten kendini alıkoyamıyordu. Çünkü her yaprak ona bir şey fısıldıyor gibiydi: Yaşam, hep devam eder.

 

Ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Veronika’sız bir hayatın anlamı neydi ki? O sabah, adam ilk kez kendine şu soruyu sordu: Veronika olmasaydı, ben kimdim? Onu tanımadan önce kimdi, neydi? Her şey o kadar uzak geliyordu ki. Veronika’yı tanıdığından beri, kendini sadece onunla tanımlamıştı. Şimdi ise onsuz kalmıştı. Kendi varlığına, kimliğine yabancılaşmıştı. Belki de Veronika’yı kaybetmek, yalnızca onu değil, kendi benliğini de kaybetmekti.

 

O koltukta saatlerce oturdu, gözü bir yere takılı kalmıştı ama düşünceleri sürekli başka yerlerde dolanıyordu. Bir an, elinde bir kalem buldu. Uzun zamandır yazmadığı o mektuplar, eskiden her sabah Veronika’ya yazdığı o kısa notlar zihninde belirdi. Bir anlığına bile olsa, yazmak… Veronika’ya yine seslenmek… Belki de onu bir mektupta yaşatmak, bir parça olsun acısını dindirebilirdi.

 

Kâğıdı masanın üstüne serdi ve kalemi eline aldı. İlk kelimeleri yazmak en zoru oldu. Ellerinde hafif bir titreme vardı. Ama sonra, yavaş yavaş kelimeler döküldü:

 

“Sevgili Veronika,

 

Sana yazmak ne kadar zor, bir bilsen. Eskiden her sabah sana kısa notlar bırakırdım, şimdi ise kelimeler bile yetmiyor duygularımı anlatmaya. Sanki sen gittikten sonra dünyanın dili değişti. Hiçbir şey senin adını taşıyamaz artık. Her şey eksik, her şey soğuk. Ama yine de sana yazıyorum. Çünkü seninle konuşmadığım her an, sanki daha da uzaklaşıyormuşsun gibi hissediyorum.

 

Bugün dışarıda sonbahar rüzgârı var. Yapraklar yine rüzgârla dans ediyor. Sen olsaydın, ‘Ne güzel bir gün,’ derdin. Ama benim için bu yapraklar, senin yokluğunu anlatıyor. Her biri sanki seni hatırlatmak için düşüyor yere.

 

Veronika, senin yokluğuna alışmak ne kadar zor, biliyor musun? Gözlerim her sabah seni arıyor. Kapıyı açtığımda, sanki içeri girecekmişsin gibi bekliyorum. Fakat yalnızca sessizlik… Senden geriye kalan, bu sessizlik. Her sabah bu sessizliği dinliyorum. Senin sesini özlüyorum, gülüşünü, ellerinin sıcaklığını. Ama en çok, bana seni hatırlatan her şeyi özlüyorum.

 

Seni unutmayacağım, demiştim ya hani… Unutmak mümkün mü? Seni unuttuğum an, kendimi de kaybedeceğim. Sen benim içimde yaşıyorsun. Kalbimin her atışında, seni hissediyorum.

 

Seni çok özledim, Veronika.

 

Her şeyimle, her şeyim sensin...

 

Adam, mektubu bitirdiğinde gözlerinde biriken yaşları sildi. Sanki yazmak ona biraz olsun güç vermişti. Fakat bu güç, kayıpla başa çıkmak için yeterli olacak mıydı? İçindeki boşluk hiçbir zaman dolmayacaktı. Ama belki de bu mektuplar, Veronika ile olan bağını yaşatmanın bir yoluydu. Belki de, onun hatıralarıyla bir şekilde devam edebilirdi.

 

O sabah, ilk defa içindeki acı kadar hafif de olsa bir rahatlama hissetti. Belki de yaşam devam edebilirdi. Ama Veronika’sız bir hayat, her zaman eksik kalacaktı. Onun boşluğu, kalbinde bir yara olarak daima var olacaktı. Ancak şimdi, o yara ile yaşamayı öğrenmeye çalışacaktı.

Adam, mektubu tamamladığında bir süre durdu. Kalbi biraz hafiflemiş gibiydi, fakat içinde hep o tanıdık boşluk vardı. Veronika’yı hatırlamak her ne kadar acı verse de, aynı zamanda onu yaşatmanın tek yoluydu. Geçmiş, o güzel hatıralar… Her şey adeta bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp geçmeye başladı.

 

Birden zihninde bir bahar sabahı belirdi. Henüz Veronika ile evlenmelerinden kısa bir süre sonraydı. O zamanlar gençtiler, umut doluydular. Beraber kırda yürüyüşe çıkmışlardı. Veronika o sabah çiçeklerle dolu bir tarlada durmuş, göz kamaştırıcı bir heyecanla elini uzatıp bir papatya koparmıştı. Adam ona bakarken, Veronika’nın gözlerindeki o parlaklık, hayata olan tutkusu onu büyülemişti.

 

“Baksana,” demişti Veronika, papatyayı başının üzerine koyarken. “Sence de bir kraliçe gibi görünmüyor muyum?” Gözleri şakayla kısılmış, dudaklarında her zaman olduğu gibi o neşeli gülümsemesi vardı. Adam o anı asla unutamazdı. O anda Veronika sadece bir kraliçe değil, onun dünyasının hükümdarıydı.

 

“Sen her zaman kraliçemsin,” diye yanıtlamıştı onu, içindeki sevgiyi saklamaya çalışmadan. Veronika onun kahkahasını duyunca, elindeki papatyayı adamın saçlarına koymuş ve gülerek, “Artık bir kral oldun!” demişti.

 

O gün, elleri papatyalarla dolu, birbirlerine bakarak yürümüşlerdi. Adam, Veronika’nın sıcak elini tutarken geleceğe dair hiçbir korku hissetmemişti. Yanında Veronika varken her şey o kadar güzel ve kolaydı ki… Şimdi ise her şey karanlık ve ağırdı.

 

Bir başka hatıra daha canlandı zihninde. Evliliklerinin ilk kışında, yoğun bir kar yağmıştı. O yıl soğuk sert geçmişti, fakat Veronika’nın sıcaklığı adamın içini ısıtmaya yetmişti. Bir gece Veronika, karların üzerine çıkmış ve kollarını açarak dans etmeye başlamıştı. O anın güzelliği karşısında adamın nefesi kesilmişti. Karların üzerine düşen ışık, Veronika’yı bir peri gibi göstermişti. Adam onu izlerken, kalbinin daha fazla sevgiyle dolamayacağını hissetmişti.

 

“Gel,” demişti Veronika, kollarını ona doğru uzatırken, “Bu anı birlikte yaşayalım. Karın altında dans etmek, tüm dünyayı unutmak gibi bir şey.”

 

Adam, Veronika’nın yanına koşmuş ve birlikte dönmeye başlamışlardı. Kar taneleri yüzlerine çarpıyor, soğuk nefeslerini hızlandırıyor ama hiçbir şey onları durduramıyordu. O gece, sanki tüm dünya onların etrafında dönüyormuş gibi hissetmişti. Her şey, Veronika’nın gülüşü ve onunla birlikte yaşanan o eşsiz an ile doluydu.

 

Şimdi ise o anlar, yalnızca hatıraların içine sıkışmıştı. Her hatıra, kalbine bir kez daha saplanan bir ok gibi. Veronika’sız geçen her gün, o anları daha da uzaklaştırıyordu, ama aynı zamanda ona her geçen gün daha çok özlem duyuyordu.

 

"Veronika," diye fısıldadı adam, boğazı düğümlenerek. "Sana nasıl ihtiyacım olduğunu bir bilsen… Sanki o anlarda yaşıyorum hâlâ. Seninle yaşadığım her şey bir masalmış gibi geliyor. Ama şimdi o masalın kahramanı yoksun."

 

Gece ilerledikçe, hatıralar daha da derinleşti. Veronika’nın şarkı söylediği akşamları, onu sabah kahvaltı hazırlarken izlediği anları, hastalanmadan önceki o son yaz günlerini hatırladı. Veronika’nın sesi, gülüşü, elleri… Hepsi zihninde canlanıyor, ama her seferinde bir boşlukta kayboluyordu.

 

Bir süre sonra adam, elindeki mektuba tekrar baktı. Veronika’yı hatırlamak her ne kadar acı verse de, bu hatıralar onunla olan tek bağıydı. Bu bağ kopamazdı.

 

Bir sonraki sayfayı açtı ve yazmaya devam etti:

 

**“O güzel bahar günlerini hatırlıyorum, Veronika. Papatyalarla taç yaptığımız günleri… Sen her zaman bana hayatı daha güzel göstermeyi başardın. Seninle her şey daha parlak, daha anlamlıydı. Şimdi bu dünya sensiz, karanlık bir boşluk gibi. Ama ben seni anılarımızda yaşatmaya devam edeceğim. Seninle olan her anı, kalbimde bir mücevher gibi saklayacağım.

 

Karların altında dans ettiğimiz o geceyi de hatırlıyorum. O kadar genç ve mutluyduk ki… Şimdi ise sensiz bir kış, sadece soğuk. Ama senin o kahkahaların, o dansın hep zihnimde. Seninle yaşadığım her şey, benim için bir mucizeydi. Bu mucizeyi hiç unutmayacağım.

 

Seni hep seveceğim,

Benim güzel kraliçem.”

 

 

​​​​

 

Loading...
0%