Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@benorenda

Dena gece zorla uyumayı başardığında saat bir civarıydı. Zaten uykuya tam daldığında omuzunda hissettiği elle yatağında korkuyla sıçradı. Dayısı ay ışığında aydınlanan yüzüyle kendisine bakıyordu. Avcı, evin dinlenmesi ihtimaline karşın çok anlatmamıştı ama şifreledikleri birkaç kelimeyle durumu özetlemişti. Bu gece üç gibi depoda bulunan arazi aracıyla yola koyulacaklardı. Eski tip bir arazi aracı değildi bu. Acil durumlar için ev niyetine de kullanılabiliyordu. Dena yatağından doğrulduğunda eliyle gözlerini ovaladı.

"Beş dakikaya çıkarız. Üstünü giyin de gidelim."

Bunu işaret diliyle kendisine söylese de Dena'nın aklında onun gergin ve mesafeli ses tonu canlanmıştı, onu kafasıyla onayladı. Yatağının altına sıkıştırdığı sırt çantasını çektiğinde dayısı odadan sessizce çıkıyordu. Öğlenden beri az buçuk öğrendiği bilgilerden yola çıkarak buraya bir daha dönme ihtimalleri söz konusu değildi. Neden bu kişiler peşlerinde halen bilmese de onların tehlikeli olduğu sonucuna varmıştı. Her şey absürttü ama en başında absürt olan bu dağın başında böylesine bir ev bulunması, onun göz renginin değişmesi... Birçok olay sayılabilirdi.

Bunun için şu anda bir mantık aramadan olayları gözlemliyordu.

Olayları bir araya getirmek için önce yeterli bilgiye ulaşmalıydı. Bunların hepsi koca bir saçmalıkta olabilirdi çok mantıklı bir olay dizisinin ilk halkasıda. Her şey mümkün görünüyordu artık. Çantasını kucağına aldı ve komodinde bulunan su şişesini içine attı. Çantanın içinde en sevdiği kitaplardan birkaçı, pijama takımı, birkaç oyuncağı ve sevdiği başka eşyalar vardı. Bunları zaten stratejik amaçlı almamıştı. Çünkü yolculuğa çıkacakları araçta gerekli her şey vardı. Gariptir ki dayısı bu günleri önceden biliyormuş gibi yıllardır bu konu da titizdi.

Derin bir nefes aldı ve botlarını giydi.

Normalde evde asla ayakkabıyla gezmezdi ama artık burası onlara yuva görevi görmeyecekti. Yüz yıl sonra belki sarmaşıkların sardığı, camlarını hayvanların kırdığı eski bir eve dönüşecekti. Kuytularına serçeler ev yapacak, tahtaların içini kurtlar çürütecekti. Zemin ise alacağı nemden ve yağmurdan dolayı bitkilerle kaplanmaya başlayacak, beton çatlayacak ve sincaplar içine fındık saklayacaktı. Yanından geçen insanlar ise yalnızca bir harabe görecekti. Onlar için orası tahta yığını olsa da kendisi için daima sıcak bir yuvanın merkezi olacaktı. Kendisini bulduğu, tanıdığı ve geliştirdiği yegâne yer hep burası olacaktı.

Çantasını koluna taktı ve her şeyin anlam kıyafeti giydiği bu yere bakmadan odadan çıktı.

Salonda dayısının onu beklediğini gördü. Salonun büyük camlarından içeri dolan ay ışığından saklanmış, dış kapının arkasında duruyordu. Bir süre sadece bakıştılar. Simsiyah giyinmişti bundan dolayı gölgelerle bütün duruyordu. Gölgelere karışmayan yüz hatları ve gözleri kendisine dönüktü. Neyi beklediklerini bilmiyordu ama tek kelime dahi etmek istemiyordu. Buradan gidiyorlardı ama nereye? Kendisinin aksine Orion'un tanıdıkları olması muhtemeldi. Ailesi ve kardeşlerinin olması; hatta çocukları bile olabilirdi. Ama bu kadar ileri gider miydi? Ailesini bırakıp sadece bir kız çocuğu için bu dağlarda kendini yalnızlığa mahkûm eder miydi?

Cevap karşısında duruyordu.

Bir kerecik de olsa onun zihninin semalarında süzülmek isterdi. Nasıl bu noktaya geldi, neden Dena'yı kendisiyle birlikte bu noktaya getirdi... Çok fazla soru olsa da çok az cevap ve zamanları vardı. Avcı ona eliyle bir işaret yaparak hazır olup olmadığını sordu. Ay ışığı tavandan ve karşısındaki bir dize camdan yüzüne vururken sadece gözlerinin kapatıp açmakla yetindi. Avcı'nın yanına doğru isteksiz, yavaş adımlarla yürürdü. Avcı ise kapıyı açtı ve soğuk hava yüzlerine çarptı. İlk baharın başlarında olsalar da bu dağlar serttir. Kendilerini korumak için sürekli esip gürlerler ama insanlar artık ondan korkmuyor ve kibirle ona kafa tutmaya çalışıyorlardı.

Avcı ilk çıkan oldu. Dena'da onun peşi sıra sessizce evden çıktı. Çok hızlı hareket etmeden, sanki akşam yürüyüşündelermiş gibi davranarak ormana girdiler. Dena takip edildiğini hissetse de takipçiler şu an çok yakın değillerdi. Açık alanda ay ışığı altında derinlere dalarken dikkatlilerdi. Bu patikalarda son adımlarıydı, bunu hissediyordu. Yine de bu hislere ayıracak bir saniyesi yoktu. Şu an fiziksel manada hiçbir savunmaları olmadan zihinlerinin bir cam kadar açık olmasına güvenerek ilerliyorlardı, bir beden ve gölgesi gibi. Bilinçli bir çaresizliğin kollarında, yavaş adımlarla yürüdüler. Ormanda ilerlerken her sabaha koşu yaptıkları için oluşmuş olan patika yolda bir süre daha geçmişi yâd edermişçesine yürüdüler. Dena artık anılara karışan her adımıyla kalbinde bir yük hissediyordu. Dış dünya ona ne kadar ilgi çekici gelse de içinde bulunduğu bu varoluş ovasını ansızın terk etmek zoruna gidiyordu. Patikanın sonunda farklı bir alana ilerlemesiyle birlikte Orion adım seslerini yok etmiş, ağaç gölgelerinin arasına yüzüne çektiği maskeyle kamufle olmuştu. Dena ise şapkasıyla maskesini evden çıkmadan kapatmıştı. Şu an Avcı ile aynı giyindikleri için akşam karanlığında ayırt edilmeleri imkansızdı. Dena onun adımlarını ve hareketini aynen taklit ederek kişisel davranışlarından ikisinin ayırt edebilme ihtimalini de iyice düşürüyordu. Ormanın altının temiz olmadığı kısımlarda daha yavaş ve ihtiyatlılardı.

Çünkü bu gece uyanık olanlar yalnız onlar değildi.

Avcı buralara hep bir tuzak kurardı. Eve saldırmak isteyen bir hayvan olursa korkup yol değiştirsin diye bazen ise tuzaklardan taze et çıkardı ama bunları düşünmenin sırası değildi. Hayatlarında kritik bir günde olan iki kişinin ilerleyişine odaklanmak daha önemli. Dena zihnini susturmuş kendini son bir aydır eğitimini aldığı şekilde tek işe odaklanma sınırlarını zorluyordu. Avcı nasıl adım attı, çalılığı nasıl önünden çekti, ne tarafa baktı, çantasını nasıl düzeltti, takip edenler ne mesafede ve kaç kişiler... Her bir hareketini saniye saniye kopyalıyordu ve çevresini hassasça ölçmeye çalışıyordu. Ne kadar süre öyle ilerlerdiler bilmiyordu ama ay artık tepede değil, arkalarındaydı. Bir nefes sesi duyduğunda elini belinin yakınına getirdi ki Avcı da aynı hareketi yapmıştı. Üzerlerine atılan bir varlık hissettiğinde Dena arkaya bir adım attı. Avcıyla kendilerine saldıran bu varlıktan kaçınmayı başarmışlardı.

Bir bıçak çekme sesi duyduğunda bunun vahşi bir hayvan olmadığını anladı.

Karanlıkta seçemese de hafif rüzgâr sesinden ve çalı çırpıya bastıklarında çıkardıkları seslerden yerlerini anlayabiliyordu. Yine de çok gergindi ve bu hayatında talim dışında ilk defa bir insanla kavgası olacaktı. Eğitimin aklından uçup gittiğini çoktan anlamıştı. Geriye alışkanlıklar ve telaş kalmıştı. Kaç kişi olduklarını analiz etmeye çalışsa da çok hızlı nefes alıyordu ve bacakları yorgunlukla titriyordu. Verdiği psikolojik savaşta cabasıydı, yere yığılmasına çok az kalmıştı.

Avcıya bir adım yaklaştı ve sırtlarını birbirlerine yasladılar.

"Tahminen en az on kişiler."

Avcı bunu söylediğinde Dena gözlerini kapatıp açtı. Odaklanması gerekse de bir türlü başaramıyordu. Yüzündeki maskeyi çekip atma isteğini bir kez daha bastırdığında gölgeleri analiz etmeye çalıştı ama stres adeta gözünü kör etmişti. Duygularına hâkim olamıyordu. Eli her an belindeki kılıcına gitmeye hazır şekilde bekledi, nefeslerinin sesi ve nabzı odağını dağıtsa da gözleri etrafı tarıyordu. Yine de dikkatsizce bir soru sordu, dudakları ondan bağımsız hareket etmiş gibiydi.

"Neden birileri bizim için bu kadar çok kişiyi yollasın ki?"

Tanımadığı ve analiz edemediği bir ses beklemediği bir hızla konuştu. Ne taraftan geldiğini anlamadı ama sorusuna bu kadar hızlı cevap bulduğu için ürkmüştü.

"Çünkü sandığından daha değerlisin. Anlaşılan Orion sana hiçbir şey anlatmamış."

Dena kaşlarını çattığında bir gülme sessi duydu. Bu sefer farklı bir yerden yine analiz edemediği bir sesti bu. On kişi olsalar da belli ki karşılarında eğitimli kişiler vardı ve bu onları dahada tehlikeli yapardı.

"Tabii ki anlatmayacaktı. Çocuğun da babası gibi büyümesi gerekiyordu. Aksi halde güç potansiyeli asla tam olarak zirveye çıkamaz."

Çaprazında farklı bir ses konuştu ve bunu analiz edebilmişti. Oldukça özgüvenli gelen tok bir erkek sessiydi ve yaydığı tehlike havası gücüne güç ekliyordu.

"Babası yaşadığı sürece asla tam potansiyeline ulaşamaz. Ve babasının öldüğü de meçhul. Diğer Ölümsüzlerin aksine onun cesedi bulunamadı. Buda Gümüş Kralın canını oldukça sıkıyor. Zaten aynı anda birden fazla kıdemliyi neden tek bir çocuk için yollasın ki?"

Dena yüzünde bir el hissetmesiyle geri savrulduğunu birkaç dakika sonra algıladı. Ayakları yerden kesilerek geri savrulduğunda Dena şok olmuştu. Saldırı rüzgârdan hafif ama sesten hızlıydı adeta. Sanki karşısındaki onu ölçüyor gibiydi. Eğer en hafif halleri buysa bu gece işler çok yaman bir hal alacak demektir. Onlardan birini bile yenebileceğine gram inancı şimdiden yoktu. Yerde sırtı hafif acımış bir şekilde karla kaplı çalıların içinde uzanırken aklından bunlar geçmişti. Ormanın açık bir alanında oldukları için yıldızlar görünüyordu ve birkaç tane tanıdığı takım yıldızının parlaklıkları gözüne çarpsa da önemli değildi. Burnundan dudaklarına yayılan sıcaklığı hissetti. Birisi baş parmağıyla kanı sildiğinde üzerine eğilmiş havada duran silüete baktı.

"Hala hazır değil. Eğer babası bu kıta üzerinde dolanıyorsa onu avlamak için güzel yem olacak."

Gümüş gözleri doğrudan zihnine bakıyordu sanki. Saçları bembeyaz olsa da yüzü genç olan bu kişi kendisine eğlenir bir şekilde bakıyordu. Saçları tepesinde toplanmış üzerinde bol kesim kıyafetler vardı. Ayak parmaklarının ucunda havada oturuyor, kıpkırmızı dudakları sinsi bir gülüşle yanaklarını kasıyordu. Gümüş renk kaşları alayla yay gibi gerilmişti. Eliyle kulağındaki kan rengindeki boncuk küpesini kavradı. Kan kulağına bulaşsa da umursamamıştı. Havada yoğun bir kan kokusu yayıldığında Dena hızlı bir nefes alıp verme sesi duydu. Kafasını nefes sesinin geldiği sağ tarafına döndürdü. Avcı odaklanmış bir şekilde yüzüklerinden birini çıkardı ve ona kanını sürüp kutsal yeminini okumaya başladı.

"Vicdanlarını hissetmelerini isterdim,

O yük o kadar ağırlaşsın ki

Yok olmak istesinler

Nefes alamaz hale gelsinler.

Ve yaptıklarını fark edince,

Pişmanlık kalplerini ezsin.

Hayalleri bir yük,

Nefes almak zehir gibi gelsin isterdim.

Ama merhamet dahi bulunmayan bu kalplerde,

Ne vicdan uyanırdı,

Ne yaptıklarının ağırlığını hissederlerdi

Onlar, susmaya devam ederlerdi:

Bunları fısıldadığında Dena onun avucundan akan kanın kutsanmış gibi parlamasını ve kara değmeden havada yuvarlanışını izledi. Avcı ormanın içinde yeni bir ışık kaynağı olmaya başladığında gözlerini kırpıştırdı. Kanıyla ıslanan küçük yüzük havalandığında kendi etrafında silüete dönüşecek hızda döndü. Dönüşü ansızın durduğunda havada hareler halinde süzülen beyaz ve mavi ışığın merkezinde sabit bir şekilde duruyordu. Avcı kulağındaki iki küpesini hızla çektiği için kulak memesi yırtılmıştı ama şu an bunun hiçbir önemi yok gibiydi; odaklandığı için acı ikinci plandaydı. Küpeleri havadaki küre içindeki kana daldırdı ve boyutları bir deste demir ok boyutuna geldi. Küpelerin arkasından düşen toplardan biri kanın içinden geçip havada büyüdüğünde Avcı ayağıyla büyüyen demir topa vurdu ve top ağaçların boyunu geçerek gökyüzünde süzüldü. Top bir havai fişek gibi patladığında herkes onun hızlı hamlelerini izlerken bazıları savunma pozisyonuna geçmeye zaman bile bulamadı.

Bir hiç uğruna."

Beyaz hareler açık bir yıldız mavisi tonuyla sınırlanarak ok şeklini aldı ve demir oklarla beraber var olmayan yayda gerildiler. Havada geri düşmeye başlayan demir topu yeminin sonun kelimesini haykırırken vurdu. Yağmur gibi yağmaya başladıklarında Dena yeniden yeminini mırıldanan Avcı'ya dikkat kesildi. Olmayan bir yaya taktığı metal okla Avcı çoktan pozisyon almış ve Dena'nın üstüne eğilmiş silüete hedef almıştı.

Dena boynuna dokunan bir iğne hissedince işlerin bu noktaya nasıl bir hızla geldiğine yetişememişti. Havai oklarının düştüğü ağaçlardaki adamlar çığlıklar atmaya devam ederlerken mavi alevlerle etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Üzerine eğilen silüetin arkasından Avcıya doğru fırlayan başka bir silüeti bu alevler sayesinde seçebilmişti. Gümüş gözleri heyecanla parlarken doğrudan hedefine kitlenmişti. Kaşında bir küpe vardı ve simsiyah saçları kemikli suratına düşüyordu. Avcı onun gelişini umursamadan okunu bıraktığında Dena'nın üzerine eğilen beyaz saçlı çocuk duruşunu bozmadan oku küpesine dokunan eliyle demir oku tuttu. Dena'ya nadide bir parçaya bakar gibi hayran bakan alaycı gümüş gözleri Avcı'nın hamlesiyle ifadesiz bir şekilde saldırının sahibine dönü. Sinirle güldüğünde Dena boynundaki iğnede ne dozda zehir olabileceğini düşünüyordu.

"Ne kadar da ilginç. Uzaya bakıyor gibiyim ama aynı zamanda bir çift kara delik gibiler. Gümüş Kral'ı şimdi anlıyorum. Merakının sebebini artık ..."

Havada yakaladığı metal ok elinde patladığında konuşması yarım kalmıştı. Dena ise onun konuşmak için kafasını çevirdiğini gördüğünde bunu fırsat bilip hızlıca yana yuvarlanmıştı. Havada ağır bir deri yanık kokusu yükseldiğinde dumanların içinden gülme sesi geldi. Bir kılıç çekme sesi, aynı anda farklı bir gülme sesiyle senkronize olan saldırı ıslığı duyuldu. Tanımadığı ve bambaşka bir kadın sesi haykırarak gökyüzünde duyulduğunda Dena kafasını kaldırdı ve bunca bilinmeyen sesin arasında kaynağını aradı. Yükselen alevlerin içinden biri meteor gibi düştüğünde alaycı bir şekilde konuşuyordu.

"Gerçekten o külüstürle mi gelecektiniz?"

Kızıl saçlı kadın alevlerin arasında küstah bir tonla konuşurken bir saldırıyı bertaraf etti. Avcıya ise kendisine seri saldırılar yapan siyah saçlı çocuğun saldırılarını sert bir kılıç darbesiyle savurdu ve ayağını yerden kesit. O sırada demin Dena'yı esir alan kişi konuştu.

"Amatör olabilirim.."

Sesi soluduğu duman yüzünden hırıltılı geldiğinde Dena yeni bir tehdit için savunma pozisyonuna geçti. Sırtını ağaca verdiğinde dumana dikkat kesilmişti. Sadece parlayan bir çift gümüş göz ve gülümseme şeklindeki fosfor renkleri gördü.

"...ama asla salak değilim Orin."

Dena kendisine ilerleyen ışık hüzmesiyle dikkatini onun olası hareketlerini hesaplamaya verdi. O sırada boynunda bir baskı hissettiğinde nefesi kesildi. O kadar yoğun bir baskı vardı ki soluk borusunun ezilmesine az kalmıştı. Parlayan ışıklar dibinde belirdiğinde, zaman durmuş gibiydi. Karşısındaki kişinin elindeki iki hançerin göğsünü paramparça edecek hamlesini algıladı. Kollarını göğsünde çapraz yaptığında bu beklenmedik savunmayla hançerler kollarına saplandı ve hızla kollarını boydan boya kesit, eti bir deri parçasına tutunurken bedenine çarptı. Dena ise bu kısa anda nefessizlikten bayılma raddesine gelmişken bacaklarına oluk oluk akan kanın sıcaklığını hissetti. Arkasındaki kişi baskı uygulamayı bıraktığında Dena yaslandığı ağaçtan ayrıldı ve karlar içine dizleri üstüne çöktü.

Etraflarındaki yaklaşık yirmi kişi yanarken Avcı ve yanındaki kadın Dena'ya yardım edemeyecek kadar yoğundular. Dena'yı etkisiz hale getirmeyi başaran kişi dikkatini Orion'a yönlendirdi. Onunla aynı an da diğer ikili de atıldı.

Birisi yanar döner gözleriyle anılan Bediz, arka taraftan zamanın kızı Lanolin ve sağdan ise bembeyaz saçlarıyla son baharın evladı Hare atıldı ama çok geç davranmışlardı. Avcı ayaklarının altına döşediği yaklaşık beş yüz kilo bombayı patlatmış, ikinci yere düşen küpesini havadaki kanında yıkayarak siper olarak kullanmıştı. Ama pekâlâ kurtulmalarını bu küçücük teneke değil, Avcı'nın önceden haber verdiği kişiler sayesinde olmuştu. Planı bilen ve yeminin bitmesine son iki satır kala, Avcı'nın yanındaki kızıl saçlı kadın Dena'ya atıldı. Dena'ın patlayıcıya doğrudan maruz kalması gibi bir durumda, dayanma ihtimali şu an ki haliyle çok düşecekti. Onu zamanında kucaklayıp havaya sıçradığında patlayıcı patladı. Havada şeffaf zeminler oluşturarak koşan kızıl saçlı erkek kardeşini gördüğünde ayaklarının altında bir zemin oluşmuştu. Bu zemin patlamanın şoklarından onları son an da korumuştu.

"Asena!"

Kızıl saçlı adam kadına seslendiğinde kucağındaki kişiyi yeni fark etmişti. Asena ise Dena'yı zemine yatırdı.

"Müren! Gidip Orion'u bul. Hızlı davranmalıyız! Son seçeneği kullandık. Sandığımızdan güçlü ekip yollamışlar, bu onlara çok zarar vermez."

Müren aldığı kısa raporla yangın yerine doğru kendisini bırakarak havadan iniş yaptı. Müren'in tahminine göre Avcı patlamadan birkaç kilometre uzakta şokla uzanıyordu. Kulak zarları patlamış ve gözleri karanlığı göremez halde bekliyor olmalıydı, aklındaki profil buydu ama Müren sapasağlam ayakta ve kulağındaki kanı silen bir Avcı beklemiyordu.

"Hesapladığımızdan daha erken saldırdılar."

Avcı bunu işaret diliyle söylediğinde Müren olduğu yerde durdu ve etrafına bakındı. Parçalanmış bedenler, kırılmış ağaçları ortasında bir çukur oluşmuştu. Avcı havada süzülen yüzüğünü taktığında elini havaya kaldırdı ve parmaklarını şıklattı, havadaki kan küresi yeri ıslattı. Okları havada süzülerek ona geri döndüğünde hepsini sağ cebine attı. Müren ise onun teçhizatını toplamasını izlerken işaret diliyle konuştu.

"Dena'nın durumu kötü. Ayrıca Asena bunun onlara çok zarar vermeyeceğini, hızlı hareket etmemiz gerektiğini söyledi."

Avcı Müren'i kafasıyla onayladıktan sonra onun omuzuna elini uzatmak için hamle yaptığında sendeledi. Müren onun kolunu havada yakaladı ve destek oldu. Avcı'nın bilinci ise artık güvenilir insanların geldiğini görmesiyle kaybolduğunda Müren onu kucağına aldı ve olduğu yerde havaya sıçradı. Asena ve Dena'nın olduğu tabakaya çıktığında Asena'ya baktı.

"Artık yola koyulalım."

Asena ise Müren'in dediklerini umursamada konuştu. Sesi demin hayati tehlike atlatan bir insan için oldukça alaycı ve neşeliydi. Bu neşe haklı çıkmanın bir sonucuydu.

"O salağa demiştim! Evin altından geçen bir tünel yap diye. Tutturdu Dena'ya deneyim olsun diye. Üstelik o külüstürle bir haftada ancak gelirdi merkeze!"

Müren ise önden havada attığı adımlarla Asena'ya cevap verdi.

"Vartlar'ın bu kadar donanımlı bir ekip yollanması beklenmiyordu. Anlaşılan birisi Orin'in kimliğini öğrenmiş. Sadece şüphede kalsalardı üç kıdemli gelmezdi. En azından bir kıdemliyle yetinirlerdi. Bununla da yetinmeyip dönüşümün eşiğinde birisini de yollamışlar. Bu kesinlikle çok şüpheli."

Asena ise tüm keyfini yitirmiş şekilde konuştu.

"Desene Lacivertlerde bir hain var."

 

Loading...
0%