@benorenda
|
Dena gözlerini açtığında bir süre neler olduğunu anlamaya çalıştı. Burnuna tanıdık gelmeyen çıra kokusu, basık bir tavan, loş gaz lambası ışığı ve mırıltılar eşliğinde gözlerini açmıştı. Üzerindeki yorgan oldukça ağır ve kafasını koyduğu yastık çırayla harmanlanmış gibiydi. Yeni takılmış çarşaf kokusu içine işlemiş olsa da çıra kokusunun yanında hafif kaçıyordu. Derin bir nefes aldı ve kollarını zar zor yorgandan çıkardı, başında yoğun bir ağrı vardır. Parmaklarını şakaklarında gezindirse de içindeki bunalma hissi dağılmamıştı. Kafasını sert yastıktan kaldırdı, aniden kalkmasa da baş ağrısı dahada artmış, başı dönmüştü. Yine de ayağa kalktı ve rahat yataktan çıktı. Mırıltıları duymaya devam ediyordu. Doğrudan tahta kapıya odaklandığı için içinde bulunduğu odayı incelemedi bile. İçeriden gelen seslere ulaşabilmek için birkaç adım attı, zemin ağırlığıyla gıcırdadı ve gerildi. Birkaç adımda yatağa sürtüne sürtüne küçük odada kapıya ulaştı ve tahta kapıyı açtı. Mırıltılar artık açıkça seçilebilir kelimelere dönüşmüştü. Yine de Dena bu kelimelere odaklanmamıştı. Tüm dikkati sadece gördüğü manzaraya odaklanmıştı Dena oldukça gergin hissettiği için kapının ardındaki ortamı da gergin beklemişti. Ama sandığının aksine gülüşüp eski dost samimiyetiyle konuşan üç kişi onu karşıladı. Orta sehpanın etrafına oturmuş, sanki eski günleri yad edip gülüyorlardı. Şömineden gelen sıcak, kutu gibi olan salonu mayışmaya müsait hale getiriyordu. Dena tek gözünü yumruğuyla ovuşturdu ve esnedi. Ortamda tanıdık turuncu saçları görünce küçük adımlarla ona yönelmek istedi ama kendini durdurdu. Avcı'nın uzun zamandır böyle gülümsediğini görmemişti. Acaba neye bu kadar çok gülüyordu? Dena anlamaya çalışarak onu incelerken dudaklarından kelimeler koparmak için hareketlerini gözledi ve dudaklarına yaklaşan, elindeki büyük bira bardağını gördü. Birayı sevmezdi, Avcı'nın da arada köye indiklerinde handa içtiğini görmüştü ama bu çok eskidendi, o zamanlar en fazla on yaşındaydı. Üstelik hiçbirisinde böylesine kahkaha atmamıştı ve yeşil gözlerindeki yaşları da silmemişti. Dena Avcı'yı böylesine mutlu gördüğünde kalbinde bir ağırlık hissetti. Acaba uzun zamandır böylesine gülmeme sebebi kendisi miydi? Derinden duyduğu suçluluk onu paramparça ediyordu. Avcı'nın kendisi için neleri feda ettiğini artık daha net görüyor ama hala neden bulamıyordu. Kendi ailesi ölmüştü, evet. Ama Avcı neden kendisiyle beraber Dena'yı da böylesine yalnız topraklara mahkûm etmişti? Üstelik yirmi yıl süren bu yalnızlıktan anlaşılan o da bunalmıştı. Gördüğü tablo ona bunu çok iyi anlatıyordu. Bir anda uykulu, rengi laciverte çalan gözleri hüzünle kaplandı. Kalbine bir ağırlık çöktü ve gözleri doldu. Avcı hiç kendisine böyle bir şey söylemese de hissediyordu, kendisi yüzünden o dağ evinde yıllarca kalmışlardı. Avcı'nın arkadaşlarıyla geçirebileceği yirmi yılı kendisine ayırması Dena'yı dahada bunaltı. Neden böylesine büyük bir zaman dilimi ona ayrılmıştı? Anlamıyordu, bilmediği çok fazla şey vardı. Örneğin peşlerinde olan kişiler ona babası hakkında ilk defa duyduğu şeyler söylemişlerdi. Hiçbir şey anlamasa da bazı şeyler- belki zorlarsa- anlam kazanabilirdi. "Çocuğun da babası gibi büyümesi gerekiyordu. Aksi halde güç potansiyeli asla tam olarak zirveye çıkamaz." Babası nasıl büyümüştü ki? Ayrıca onlar babasının nasıl koşullarda büyüdüğünü nereden biliyorlar? Babasını nereden tanıyorlardı? Babası kimdi ki? O fotoğrafını bile görmemişti çünkü Avcı'yı hep babası olarak görmüştü ve sormamayı tercih etmişti. Ama biyolojik babası artık kendisi için bir merak konusu olmaya başlamıştı. Çünkü onun hakkında bu cümleleri kuranlar güçlü ve eğitimli kişilerdi. Demek ki yalan söylemiyorlardı, babası sandığından önemli biri: Aksi halde hayatını nasıl yaşadığı incelenmezdi. Babasının gücü derken neyi kastetmişlerdi hala anlamıyordu. Nasıl bir güç bu? Finansal olmadığı kesindi. Kimse yalnız kalarak ticaret yapamazdı neticede. Gerçi yalnız olduğu sonucuna neden varmıştı ki? Ama babası gibi büyümesi derken başka neyi kastedebilirler ki? Kendisinin en bariz özelliği yapayalnız, hiçbir yaşıtı olmadan büyümesiydi. Ayrıca nasıl bir güçtü acaba? Kendisi Avcı gibi yeminlerle aletler oluşturup kitle imhalarına sebep olamazdı. Çünkü böyle bir enerjinin kırıntısını bile içinde hissetmemişti. Avcı'da onu bu yönde zorlamamıştı zaten. "Babası yaşadığı sürece asla tam potansiyeline ulaşamaz. Ve babasının öldüğü de meçhul. Diğer Ölümsüzlerin aksine onun cesedi bulunamadı. Ve bu Gümüş Kralın canını oldukça sıkıyor. Zaten aynı anda birden fazla kıdemliyi neden tek bir çocuk için yollasın ki?" Demek bu kişiler babasının cesedini aramışlardı. Hiç sormamış olsa da ailesinin sıradan insanlar olduklarını varsayıp normal sebeplerden öldüklerini düşünmüştü. Ama olaylar sandığından daha karmaşık herhalde. Avcı öldü dediği için onların kesin öldüğüne inanmıştı ama görünen o ki annesinin cesedine ulaşılmışken babası meçhulde kalmıştı. Çok fazla bilmediği kişiden bahsedilmişti. Gümüş kralda kimdi? Ya Ölümsüzler? Neden böyle bir lakaba sahip topluluk var ki? Anlaşılan babası da Ölümsüzlerden biriymiş. Herhalde güçlü bir örgütlerdi de bir kral onları öldürtecek kadar ileri gitmişti. Ama sırf kendisi bu örgütten birinin çocuğu diye onun peşinden ekip yollamak bambaşka bir boyuttu. Demek ki babası oldukça korku salan biriydi ya da her halükârda çok güçlü biriydi ki çocuğunun peşinden bile güçlü insanlar yollanmıştı. Araştırma yapması gerekiyordu. Ama nereden başlayacağını şu an o da bilmiyordu. İçine gireceği koşullardan bihaber doğaçlama gelişiyordu her şey. Yutkundu. Hiç bilmediği bir olaylar örgüsüne girmek üzere olduğunun pekâlâ farkındaydı. Her şey göz önüne alındığında bulunduğu konumda habersiz olduğu tek bir çalışma konusu vardı. Yakın evren tarihi. Avcı onu birçok konuda eğitmişti ama tarih konusundan özellikle uzak tutmuştu. En azından yakın tarihten. Avcı' bunu bilinçli olarak yaptığını bilse de nedenini bilmiyordu. Yine de aldığı eğitimlerin yüksek mertebe bir eğitim olduğunu son dönemlerde daha iyi anlamıştı, özellikle dün gece olan o küçük çaplı çatışmada. Yine de bunu ne amaçla olduğunu bilmiyordu. Ayrıca konuşmalardan yola çıkarsa babasının önemli bir konuma sahip olup tarihe geçmiş olabileceği artık mümkün duruyordu. Düşüncelerle boğuşurken gözleri evde geziniyordu. Bildiği bitkilerden ve coğrafya bilgisinden yola çıkarak evin tavanına ve duvarlarına baktı. Nerede olduklarını bulundukları evdeki ağaçlardan az buçuk anlayabiliyordu. Kendi yaşadıkları bölgedeki ağaçlar kütükten ev yapmaya müsaade edecek kadar büyürlerdi. Bunlar genelde çam ya da kayın ağacıdır ama bulundukları ev keresteden yapılmaydı. Oldukça da eski duruyordu ama anladığı kadarıyla akçaağaçtan yapılma bir evdelerdi. Bu da onları evlerinden oldukça uzakta yapardı. Ve tanıdık gelmeyen kokuları açıklardı. Ne kadar süre baygın kalmıştı bilmese de anladığı tek şey en az dört günlük yol aldıklarıydı. Bu da çatışmanın üstünden dört gün geçtiğini gösterir. "Dena!" Tanımadığı bir kadın sessi duyduğunda daldığı iç dünyasından ürkerek koparılmıştı, gözleri kadına dönmüştü. Kestane rengi saçlarının arasındaki örgüler hafif açılmış, beyaz teninde alkolün hoş nahoşluğuyla kızarmış olan kadın kahkaha atıyordu. Kahve rengi gözleri şömine alevinde parlıyordu. Kadın elindeki büyük boş bardağı orta sehpaya bıraktı. Diğer iki erkek onun durmasıyla Dena'ya dönmüşlerdi. Dena ise tanımadığı bu kadının tavırlarını analiz etmeye çalışıyordu. Asena eliyle ona gelmesi için işaret yapsa da Dena kılını kıpırdatmamıştı. Avcı ise ona döndüğünde hafif çakır keyfiydi. Ayağa kalktı ve aralarındaki mesafeyi birkaç adımda aştı. Dena'yı kolları arasına aldı ve onu iyice sarmaladı. Dena da onun beline kollarını sardığında tanıdık birinin varlığını hissetmek aklındaki düşüncelerini dağıttı. Derin bir nefes aldığında Avcı konuştu. "Senin için çok endişelendim. Kolların nasıl? Ağrın sızın var mı?" Avcı bunu söylediğinde Dena'nın parmakları varlığını yeni fark ettiği sargılarla istemsiz gezindi, aklına bunun nasıl oluştuğuna dair anılar doldu. Duyduğu acı içini ürpertti. O sırada arkadan kadının huysuzca mırıldanmasını duyuldu. "Tabii ki bir şifacı değilim ama elimden gelen bu kadar, yani..." Avcı ise huysuz bir tonla kelimeleri yuvarlayan Asena'yı duymamazlığa geldi ve Dena'dan ayrılıp onun kollarına baktı. Sargıların kenarını biraz açtı, kan yoktu. Görünen o ki ağrıdan kaynaklıda uyanmamıştı. Avcı onun neden uyanmış olabileceğini sorgulasa da aklına iki gündür aralıksız uyuması gelmemişti. Avcı kendi kendine düşünürken Dena'nın tanımadığı adam konuştu. "Burada dinlenmek doğru bir karardı. Zaten merkeze varmamıza çok az kaldı. Acele etmemize için bir sebep yok ama ne kadar erken gidersek o kadar erken yaralarınıza bakılır." Dena bu cümleyi duymasıyla dayısının yaptığı saldırıyı hatırladı. Onun sargılı sağ eline baktı. "Bana diyorsun ama senin durumunda çok iyi değildi dayı. Senin yaraların nasıl? Bacaklarında bir sorun var mı? O patlamada bir yerine bir şey oldu mu?" Ona bunları geç sorduğu için pişman olmuştu. Dalgın bakışları kendisini inceleyen dayısına endişeyle kilitlendi. Düşüncelerde bu kadar boğulacak ne vardı ki? Geçmişte bir şeyler olmuş işte. Kendisinin habersiz olduğu ve hayatını şekillendiren şeyler. Ve şimdi bu noktadaydı: İstese de istemese de. Tekrar derin bir nefes aldı. Zaten dileseydi, nerede olmak isterdi ki? Buna ne cevap verirdi bilmiyordu, yaşamı ona anlamsız göründüğü çok oluyordu. Düşüncelerini susturabilmeyi diledi. Avcı ise gülümseyerek onu saçlarını okşadı ve alnına bir öpücük kondurup saçlarını karıştırdı. "Benim bir şeyim yok. Şifacımız sağ olsun bana çok iyi müdahale etti." Bunu muzip bir sesle söylediğinde Dena da güldü. Tanımadığı kadın ise tekrar homurdanmakla yetindi. "Pekâlâ. Bu gece dinlenelim. Zaten iki günde buraya vardık. Bir gece uyumak hakkımız diye düşünüyorum. Daha fazla ek gıda alıp uykumun ertelenmesini istemiyorum." Dena'nın tanımadığı adam bunları söylediğinde Avcı Dena'dan ayrıldı ve arkadaşlarına döndü. "Müren doğru söylüyor. Hava daha fazla aydınlanmadan yatın ve dinlenin. Yarın yemekten sonra yola çıkarız. Ben bugün uyumayıp nöbet tutarım. Siz güzelce dinlenin." Müren denen kızıl dalgalı saçlı, dalgalarını rüzgâr şekil vermiş gibi duran adam itiraz edecek gibi olsa da kadın umursamadan ayağa kalktı. Çakır keyfiydi ve üçünün de tavırlarından yakın arkadaş oldukları barizdi. Yatmak için gideceği odaya geçerken Avcı'nın omuzuna omuz attı ve yürümeye devam ederken konuştu. "Sonunda bir gecede biz uyuyacağız. Oley!" Sahte bir canlılıkla bunları söylediğinde Müren ve Avcı güldü. Müren ise saçlarını yüzünden çekerken Avcıya baktı, dalga geçerek konuştu. "Asena biliyorsun ki Avcı'ya kalsak hala yarı yoldaydık." Asena oda kapısını açarken heyecanla Müren'e dönüp konuştu. "Sorma ya! O milattan önce kalma aletle gelecekti bir de! İyi ki İris bizi önden yollamış." Avcı kollarını göğsünde birleştirirken dudaklarını küçük bir çocuk gibi büzdü. "Ya sadece Dena'ya deneyim olsun istiyordum! İlk defa eğitimin sahasından ayrılacaktı." Kimseyi ikna edemediğini gördüğünde sinirle orta sehpadaki bardağını aldı ve dibinde kalanı dikledi. Ağzının kenarını kaba bir hareketle koluna silerken söyleniyordu. "Siz çocuk yetiştirmekten ne anlarsınız ki zaten!" Asena esnedi ve Avcıyı umursamadan iyi geceler diyerek odasının kapısını kapattı. Müren ise önce lavaboya uğramış, ardından o da Asena'nın girdiği kapının yanındaki kapıdan girerek gözden kaybolmuştu. Avcı ve Dena baş başa kaldıklarında Dena yanan şöminenin karşısındaki duvarda asılı olan saate baktı. Beşti. Dena konuşmaları aklında tartmadığı için dalgın bir sersemlikle konuştu. "Sabah beş mi akşam mı?" Avcı yeni oturduğu iki kişilik beyaz koltukta avuç içlerini incelemeyi bırakıp Dena'ya döndü. "Sabah beş. Gece on ikide buraya vardık. Aralıksız iki gündür yoldaydık ve ikisi oldukça yoruldu. Biraz dinlenmeliler." Bir süre aralarında sessizlik oldu. Dena ayakta Avcı ise suçlu bir çocuk gibi oturduğu koltukta yeri inceliyordu. Avcı bakışlarını yerdeki örme halıdan çekerek Dena'ya baktı ve heyecanla konuştu. "Yarım saate gün doğar, istersen biraz etraftan gezin tam yaprak dökme zamanına denk geldik. Buranın en güzel olduğu zamanlar. Burası Beyaz Ovan'ın aksine daha geç sonbahara giriyor." Dena onu anladığını belirtir şekilde kafa salladı. Beyaz Ova da neredeyse ilk bahar gelmek üzereydi, iki günlük mesafede bu kadar mevsim kayması garip gelmişti. "Bizim yaşadığımız yer daha mı güneydeydi?" Avcı onu kafasıyla onayladı. "Bulunduğumuz konuma Ak Orman diyorlar. Sebebi sadece akçaağaç yetişmesi. Ama buradakiler farklı olarak sadece beyaz yaprak döküyor. Geçmişte insanların oynadığı genetikten kaynaklı olduğu söyleniyor." Dena ise duyduğu isimle şok olmuştu. Bir haftalık yol aştıklarına göre Asena ve Müren oldukça iyi seviyedelerdi. Kendini son günlerde gördüğü güçlü insanlar karşısında zayıf hissetti. Derin bir nefes aldı ve odaklandığı örme halıdan bakışlarını kaldırdı. Uzun zamandır aklını kurcalayan soruları o da ne olduğunu anlamadan dudaklarından dökülüverdi. Gözleri dayısına sabitlenmişti. "Dayı seni her zaman ailem olarak görsem de sormak istediğim birkaç soru var." Duraksadı, nefesi heyecanla kesilirken bir çırpıda sorusunu sordu. "Ailem neden öldü ve ölümsüzler de kim?" Avcı onun kendisine bakan keskin bakışlarını hissetse de karşısındaki duvarı izlemeye devam etti. Dena'nın uzun zamandır kendine bu soruları sorduğunu ses tonundan anlamıştı. Öfkeli olmalıydı. Ya da pişman veya yük gibi hissediyor da olabilir. Avcı onun neler hissettiğini tahlil edemediğini fark ettiğinde kalbi ezildi, kendi çocuğunu anlayamaz hale ne zaman gelmişti? Derin bir nefes aldı ve usulca avuç içlerindeki izleri parmaklarıyla takip etmeye başladı. Kafasını geri yasladığında eliyle saçlarını karıştırdı. Nereden başlayacağını bilmiyordu ama kızının kendisine bakan üzgün bakışlarını hissediyordu. Dena'nın sorularını haklı buluyordu. O sormadan bu konularda onu zaten bilgilendirmesi gerekirdi. Hatanın kendisinde olduğunu bilse de anlatmak istememişti. Nasıl anlatabilirdi ki o acı haberleri? Nasıl getirirdi bir daha aklına o acı görüntüleri? Bunun için Dena'nın sormasını, hazır olmasını beklemişti. İlk seferde anlatıp bu yükten tek seferde kurtulmak için. Yine de çocukken kendisine sarılıp ilk kez annesini sorduğunda; ona çok güzel bir yerde yaşadığını, büyümesi için onu beklediğini söylemek çok zordu. O günden sonra Dena yaklaşık on yaşına gelene kadar ona annesi ve babasının aşk hikayesini her gece anlatırdı. Bıkmadan dinler, hep aynı yerde uyuya kalırdı: Babasının annesine evlilik teklifi ettiği o kış sabahını anlattığı yerde. Yapması gerekiyordu. Bunları bilmek Dena'nın en doğal hakkıydı. "Gel otur yanıma. Sıcak bir içecek ister misin? Biraz beklemiş olsa da çay yapmıştık." Dena kafasını olumsuz anlamda salladı. Avcı'nın oturduğu iki kişilik koltuğun diğer yanına da o oturdu. Sırtını koltuğun koluna yaslarken kafasını koltuğun gövdesine yasladı, bacaklarını kendisine çekti ve kollarını kucağına koydu. Diğer yanında artık közleri hafiften yanan şöminenin çıtırtısı vardı. Avcı'nın gergince basık tavanı izlemesini izledi. Onun ne kadar zorlandığını görebiliyordu. Neden zorlanıyordu acaba? Elbette ki her ölümü anmak çok zordur ama Avcı'nın ekstra gösterdiği bir çaba olduğunu düşünüyordu. En azından hissetmişti. Belki de çok kötü şekilde ölmüşlerdi ve bunu tekrar hatırlamak kalbini parçalıyordu? Gerçi ölümün her türlüsü kötü anılmaz mı zaten? "Uzun zaman önceydi. Ablam ve ben 1. Gümüş Kral'ın -bize saldırmak için asker gönderen 2. Gümüş Kral'dı- askeriydik. Bu askeri grup kendilerine Varta diyordu. Gerçi hala öyle diyorlar. Dünyaya barış ve barışı korumak için korkuyu salan Vartalar. Ablam ve ben orada yüksek kademelerde yetkiliydik. Direkt Gümüş kralı görebilen on iki askerdendik. Tüm Dünyadaki üçüncü savaşın yaralarını sarmaya çabalıyorduk kaldı ki bu bir savaş değil, tek taraflı ego katliamı olmuştu. Tabii ki bu oldukça zor bir dönemdi çünkü savaşı tüm Dünyaya açıp açıkça kazanan Vartalar bir saltanat dayatma çabasındaydılar. Başardılar da. Aydaki silah üssü dışında dünyada hiçbir silahlanmaya izin vermediler. Zaten bunun baskısını kurdukları için üçüncü dünya savaşı çıkmıştı." Avcı gözlerini tavandan çekmeden konuşuyordu. Dena ise ilk defa annesinin olaylar içinde bahsedilişini ve Avcı'nın kendi geçmişinden bahsedişine tanıklık ediyordu. Heyecanla kalbi çarptı. Demek annesi güçlü bir askerdi ve dayısı bir zamanlar içinde bulunduğu gruba artık düşmandı. "Bilim adamlarımız bir ada keşfetti. Sadece dünyadaki her yere kontrol noktaları kurmak ve savaşın derin noktalarını da bulabilmek için incelemeler yapılırken tesadüfen karşılaşılmış küçük bir adaydı. Adaya bir birlik yollandı. Birlik geri dönmeyince devamı da yollandı. Sonunda 1. Gümüş Kral başarısız girişimlerden sıkıldı. Ama bir yanının oldukça heyecanlandığını hepimiz görmüştük. O deli herif... Gerçekten öldüğüne seviniyorum bazen. Gerçi öldüğünü kimse görmese de şimdiki varisin ondan daha beter olduğu söyleniyor. Gelen gideni aratıyor demek ki." Avcı yutkunduğunda birkaç saniyelik sessizlik oldu. Dena ise heyecanla bekliyordu. Kendisini bir kurgu okuyormuş gibi hissediyordu. Dayısının bir asker çıkmasına şaşırmıyordu elbette. Ona ait eski fotoğraflardan birkaçını görmüştü. Ayrıca disiplini ve sıkı çalışma düzeni bunu destekler nitelikteydi. "Ablamı aday sızmak için görevlendirildi. Bu konuda içimde kötü hisler olduğu için ben gitmeyi teklif ettim. Ama ablam benden daha kademeliydi ve Gümüş Kral bu işi tek seferde halletmek istiyordu. Ablam hazırlandı ve gitti. Ona güvensem de içimdeki hisse engel olamıyordum. Görev için en fazla bir yılı vardı. Zaman su gibi akıp geçti ve elime bir mektup geçti. Ablamdandı. Orada bir krala âşık olduğunu ve çocuğu olduğunu yazmıştı. Ben ise o sırada ablamdan bir buçuk yıldır haber alamadığım için Gümüş Kral ile konuşmuş adaya gitmeye hazırlanıyordum. Okuduklarımla şoke olmuştum. Eğer seferi iptal edersem Gümüş Kral çok şüphelenirdi. Ama bir filoyu da ablamın yanına götürmek mantıklı gelmedi. Bende sefere çıktım ve bir filo adamı öldürdüm." Dena onu geçen gece savaşırken gördüğü anları hatırladı. Bir filo adamı öldürmek... Büyük bir vicdani yüktü. Savaşırken acımasız olanlardandı ya da sevdikleri için gözünü karartan biriydi çünkü insan öldürmek ya vicdansızlık ya da fedakârlık gerektirirdi. Aksi halde o kadar çok kişiyi tek başına bir gecede öldürmek çok zor bir ihtimal. Onun hüzünlü bir ifadeyle kılıcını savuruşunu, duasını öldürdüğü insanların ruhuna rehberlik olsun diye okuduğunu, saçlarının kan yüzünden nasılda perişan bir şekilde yüzüne yapıştığını ve dalgaların o demir yığınını sağa sola yatırırken dayısının nasıl da bembeyaz bir heykel gibi gecede dimdik olduğunu hayal etti. Dena bir an insanların sevdikleri için yapabileceklerinden korktu. Kendisini bir an için Avcı'nın yerine koydu. Gerçekten onun için neler yapabilirdi acaba? Olaylar ve durumlar karşısından neler yapabilirdi acaba? "Adaya sızdığımda teknem alabora olmuştu ve kıyıya yorgunca ayak basmıştım. Arkamda ise yanmakta olan koca bir gemi vardı. Birileri bunun olmasını bekliyormuş gibi üstüme bir ağ gibi bir şey attı hemen. Zaten yorgundum ve konuşacak halim dahi yoktu, olayları bile halen net hatırlamıyorum. Ama bana yaklaşan askerlere söylemem gereken önemli bir şey vardı. Ablam bana kralın adını söylemişti ve eğer askerlere bunu söylersem beni ona ulaştıracaklarını söylemişti. Zaten askerler kralın adını duyunca çok şaşırmışlardı. Kendi aralarında konuşup bir karara varmaya çalışırken ben bilincimi çoktan kaybetmiştim." Dena babasının adını sormak istedi. Annesinin adını da merak ediyordu ama özellikle babasının adını duyacağına çok emindi. Avcı ise onu hayal kırıklığına uğratarak adını söylemeden geçmişti. Dena derin bir nefes aldı. Her bir hücresi heyecanla ayaklanmış ve hayal kırıklığıyla geri oturmuşlardı. Dena dilinin ucuna gelen soruları yuttu. Avcı hiç bu kadar çok geçmişinden bahsetmemişti ve onun anlatacaklarını da bölmek istememişti. Dena'ya küçükken annesini anlatırdı ama hatırladıklarının hepsi bu kadardı. Ve onu öylesine güzel anlatırdı ki sanki onu hep gülümserken, en güzel haliyle hatırlamak istiyor gibiydi. Tavanı, yutkunarak izleyen Avcı'dan gözlerini çekemedi. O ise sanki geçmişi yeniden yaşıyor gibiydi. "Kendime geldiğimde bir kaledeydim. Baş ucumda ise tanımadığım bir adamla ablam vardı." Avcı dolan gözlerini silmek istese de çok geç kalmıştı. Ablasını hatırlamak kalbini ağrıtsa da sonunda olanları Dena'ya bir anda anlatmak onda duygusal bir hafifleme yaratıyordu. Dena'nın hazır olup sormasını hep beklemişti ve böyle bir zamanda, anlam arayışındayken sorması ona çok normal gelmişti. Kaldı ki onun hiç beklemediği bir an da evlerini terk etmeleri, bu anlam arayışının ilk ayak seslerini duyurması çok normaldi. Yine de içinde biriken duygulara ve ablasının öldüğü gerçeği aklına tekrar gün gibi doğması onda hüzün yaratıyordu. Bu gerçeği geçen yirmi bir yıla rağmen kabullenemiyordu. Titrek bir nefes aldığında yanağındaki göz yaşını silen bir el hissetti. Dena'ya döndüğünde Avcı'yı şefkatle bakan gözyaşı dolu gözler karşıladı. Dena hafif çatlamış sesi ile konuştu. "Dayı eğer zor geliyorsa şu anlık burada bırakalım. Kötü şeyleri hatırlatmak istememiştim, özür dilerim. Sadece ağzımdan sorular kaçıverdi." Avcı ise ona gülümsemek istese de mimiklerini hareket ettirecek hali dahi yoktu. Sadece yorgunca tavana baktı ve Dena'ya cevap verdi. "Bunu bugün halletmeliyiz. Yeni bir yere taşınıyoruz ve senin tüm her şeyi bilmeye hakkın var. Yeni bir yer, yeni bir sen neticede." Bir süre sustuklarında ikiside bekledi. Avcı ise en acı kısımlara geldiği için kelimeleri aklında toparlayamıyordu. "Ablam bana durumu kısaca anlattı. Bu adanın asırlardır dışarıyla bağlantısı olmadığını, burada özel bir ırkın yaşadığından bahsetti. Kendilerine Lacivertler diyorlarmış. Aslında bu onlara takılan bir lakapmış her neyse. Lacivertler altı kişiden oluşuyordu. Arel, Tomris, Bilge, Atilla, Umay ve Mahperi. Altısıda ölümsüzdü. Bunu duyunca şok olmuştum. İsimleri de buradan yola çıkılarak takıldı. Ölümsüzler. Bana başta haklı olarak hiç güvenmediler ama ablamın yoğun çabalarıyla bana durumlarından bahsettiler. Altısınında özel güçleri vardı. Bana ayrıntı vermeyi reddettiler ama seni ablamın kucağında gördüğümde ikna olmuştum. Çünkü kafana göre havada kar taneleri oluşturuyor, her gördüğünü ayrıntılı bir şekilde taklit edebiliyordun. Bundan dolayı onlara güçleri hakkında, kim oldukları hakkında çok soru sormadım. Ama Dena, seni ilk gördüğümde aramızda özel bir bağ hissettim. Sen benim yeğenimdin. Bana ışıldayan gözler ve çevrendeki olaylardan habersiz mutlulukla kahkahalar atıyordun. Dün gibi hatırlıyorum o küçük parmakların ablamın kucağından bana uzanıp parmağımı sardığını. Arel'in gözlerini, ten rengini ve bakışlarını almıştın. Lavinya'dan ise saçlarını, gülümsemeni ve kalbini. En azıdan ben büyürken sende bunları gördüm." Arel ve Lavinya. Demek benim bu dünyada var olmamın sebebi olan bedenlerin isimleri bunlar. Beni var eden, çehremi yaratan bu iki insanın isimleri... Demek ben gerçek bir aşkın meyvesiyim ama bu aşkı göremedim değil mi? Neye yarar o halde? Ama yine de kalbim isimlerini duyunca hafiflemeye başladı bile. Arel ve Lavinya. Arel... Lavinya... "Ama fazla zamanımız yoktu. Filonun yok oluşu kısa zamanda Kral'ın kulağına ulaşacağı kesindi. Arel Kral ile orta yolu bulup bulamayacağını sorduğunda onu reddettim. Kesinlikle onları deney faresine çevireceğini biliyordum. Çünkü bizdeki güçler zar zor deneylerle bulunmuşken direkt böyle doğmak... Üstelik genetikle aktarılabiliyorsa kurtulma şansları yok olurdu kaldı ki o canilerin ölümsüz geni elde etmesi bile akıl almaz derecede kötü sonuçlara sebep olurdu. Savaşma kararı aldılar. Bende kalmak istedim ama Lavinya anında reddetti. Sanki Arel'i avucunun içi gibi biliyordu. Kaybedeceklerini anlamış olmalı ki kucağıma bir gece önceden seni tutuşturdu ve yanıma Tomris'in birliğinden Amazonları verdiler, gitmemi söyledi. O gece, Tanrım... O gece o kadar çok ağladım ki... Ablamı son görüşüm olduğunu içten içe biliyordum. Bana talimatlarla dolu defterler ve seni verdi." Avcı hıçkırarak ağlamaya başladığında koluyla yüzünü gizledi. Dena her duyduğuyla daha da şaşırıyor ve içinde duygu seli hissediyordu. Annesi ve babasının böyle insanlar olmaları en son beklediği şey bile değildi. Sadece neler hissedeceğini, bu duygu selinde hangisine en çok odaklanması gerektiğini bulamıyordu. Fikirler, düşünceler ve duygularının akışkanlığı içinde kaskatı kesilmiş onları izliyordu. Yalnızca birine elini uzatmaya ve onu her açıdan kavramaya cesareti bile yoktu. Kalbi heyecan, hüzün ve daha birçok duyguyla çarpıyordu. Nefes almak istese de oksijen soluk borusunda takılı kalmış bir yumru gibiydi. Karşısında ağlayan dayısını şaşkınca izledi. Avcı'yı teselli etmek istese de ne yapabilirdi ki? Ne denilebilirdi? Beklenen bir kayıp mıydı ki bu? Yoksa annesi her şeyi garantiye almak için mi böyle bir yol izlemişti ve planı aksiliklerle son bulmuştu? Avcı titrek sesiyle konuşmaya devam etti. Kolunu yüzünden çekmemişti ama güçlü bir kararlılıkla kelimelerini sese dönüştürdü. "İlk başlarda seninle ne yapacağımı çok bilemedim. Bana annelik yapanda babalık yapanda ablamdı. Ondan ne öğrendiysem onlarla idare ettim çünkü ablam bana savaştan sonra ulaşacağını söylemişti ama savaş kısa, kesik bir çığlık kadar hızlı bitmişti. Haberleri ise daha da hızlı yayılmıştı. Senin için güçlü kalmaya çalıştım ve durumları kesinleştirdim. Arel hariç herkesin bedenine ulaşılmıştı kaldı ki onlar da incelenemeden toprağa dönüşmüştü. Arel'in ise yaşadığına dair tek iz savaştan bir yıl sonra kapıma bırakılan mektuptu. Mektupta Lacivertlerin çocuklarının olduğu ve yeni neslin eğitilmesi gerektiği, hepsinin kendine has bir yolla eğitileceği yazıyordu. Senin olası güçlerinin olduğu bir liste de bırakılmıştı. Güçlerinden haberdardım zaten ve seni nasıl eğitmem gerektiğiyle ilgili ablamın bıraktığı notlara sahiptim. Bu notlar büyük oranda uyuştuğu için bırakanın Arel olduğuna inanıyorum ama ondan 19 senedir hiçbir iz bulamadık, tek iz ise meçhul. Daha sonrasında kendimi senin eğitimine adadım." Avcı kafasını yana yatırdı ve kendisini izleyen Dena'ya baktı. Yüzü kızarmış, göz yaşları halen yorgun gözlerinden soğuğun şekillendirdiği yanaklarına akıyordu. "Bana hep sormanı bekledim ama hiçbir zaman sormadın. Hikayemiz buydu işte." Dena ise öğrendiklerinin şaşkınlığıyla koltuğa serilmiş beyaz örtüyü izliyordu. "Özel güçlerin ne tam olarak bizde bilmiyoruz. Lavinya bu konuda fikirlerini yazmış olsa da Arel'den başka bu konuda sana tam yardımcı olabilecek çok kişi yok. Kendi kendine deneme yapıp keşfedeceksin ya da duygusal patlamalarla ortaya çıkacak. Yine de Lacivertler güçlerinde yaklaşık yüz yılda emin olabildiler, yani daha çok başlardasın, endişelenme. Bende elimden geldiğince sana hep destek olacağım."
|
0% |