Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm

@benorenda

Hamam ve kutlama derken akşam çok hızlı geçmişti. Avcı ona neden revire gelmediğini sorduğunda iyileşmiş kollarını göstermiş ve gülümsemişti.

"Asena sandığından daha iyi şifacı galiba."

Ona durumu anlatmak istemiyordu. Şimdiden aralarına sırların girmesinden ziyade neler yaşandığını kendisi de tahlil edememişti. Ona ne anlatabilirdi bilmiyordu. Muhtemelen anlatsa birçok ipucu yakalayabilirdi, yine de olayın gizemine ve ipuçlarına hazır değildi. Durumu bilmediği bir zamana erteleme kararı almıştı, sebebini kendine dahi itiraf edemese de korkuyordu. Şimdilik ortamı izleyecek, bir şeyler yiyecekti. Daha sonra ise babasının nerede olabileceğine dair ipucunu bulabilmek için kütüphaneye gidecekti.

Karar vermenin rahatlığıyla gülümsedi ve önündeki tabaktan bakışlarını kaldırdı.

Ortam oldukça neşeliydi. Tahta masalar sırayla dizilmiş ve kalenin kubbesi açık saçık yıldızlarla kaplıydı. Kalenin meydanı meşalelerle ve büyük bir meydan ateşiyle aydınlanıyordu. Sanki yazın sonundaki gecelerden birindeydiler, hava öylesine ılık ve alımlıydı. Dena masaya ilk gelenlerden olduğu için baş kısımlarda yerini almış, üzerin de ise kendisine verilen sade bulut grisi rahat bir elbisesiyle oturuyordu. Elbise tek parça omuzundan bedenini sarıyordu ve belindeki metal kemerde iki hançeri asılıydı. Gümüş olan bu kemere bir ejderha gözü kadar parlak olan renkli taşlar gömülmüş olsa da Dena için bunlar önemsiz ayrıntılardı. Sadece önündeki tabağındaki tavuk butlarını kemiriyordu.

Kutlamalar daha ilk demlerindeydi ama insanlar kendisi gibi masalara doluşmuş güle oynaya yiyip içiyorlardı. Havada güzel kokular ve buna eşlik eden kahkaha uğultuları vardı. Dena parmaklarını emerken masada başka tavuk olup olmadığına bakındı. Karşısında oturan ve kendilerini karşılamaya gelen adam, kendisine but dolu bir tepsi uzatırken gülümsedi ve tepsideki maşayla tabağına bir sürü but koydu. Sağında oturan ve kendisine hamama kadar eşlik eden Havva ise bardağına su koyuyordu.

"Teşekkür ederim."

Onlarla göz teması kurmadan tekrar yemeğe gömülecekken tavuk tepsisine uzanan beyaz elin sahibine baktı. Aç bakışları ile kendi yaşlarında görünen bir erkek karşısındaki tepsi tutan adama bakıyordu.

"Yüce Yargıç aşkına Adem! Sabahtan beri antrenmandayız ve tavuğun yarısını tek kişiye mi verdin!"

Siyah saçları kulaklarının altına kadar uzayan karanlık, dalgalı bir deniz gibiydi. Yumuşak duruyor ve simsiyah olsa da bu saçlar altında gözleri, renklerle dolu bir elmas gibi meşalelerin ışığıyla parlıyordu. Lacivert gözleri karşısındaki Adem'e açlık ve öfkeyle kilitlenmişti. Adem de aynı sinirle ona baktı. Yanında oturan biri ise hızla çocuğun kafasına bir tane vurdu. Bir şeyler konuşulduysa da Dena duyamadan kalabalığın neşesine karıştı.

"Erendiz sabahtan beri gelen tepsilerin hepsini tek başına yemeye çalışıyorsun! Ayrıca Dena daha yeni geldi, yol yorgunu aç olması normal değil mi?"

Erendiz göz ucuyla aralarında oturan Orion yokmuşçasına Dena'ya baktı ve tahta tepsiyi Adem'den alarak önüne döndü. Avcı ise Erendiz'in kafasına bir tane geçirdi. Erendiz'in hafif inlemesi Dena'ya kadar gelmişken Avcı hafif tehditkâr bir şekilde konuştu.

"Bana bak velet yeğenim hakkında düzgün konuş."

Erendiz Avcı'ya bakmaya bile tenezzül etmeden birasını içip yemeğine dönmüştü. Avcı Dena'ya baktı ve gülümsedi.

"Nasıl, alışabildin mi?"

Bunu fısıldayarak sorduğunda Dena bulunduğu masada kendisinden daha cüsseli birçok kadın ve erkeğe baktı. Hepsi gülüp eğlenerek yemeklerini yiyorlardı. Bellerinde kılıçları ya da sırtlarında okları yoktu çünkü burası onların yuvasıydı. Hepsi kendisinin aksine alışıldık bir akşam yemeğindelerdi. Avcı da onların yanında oraya ait duruyordu. Dena tavuk kemiğini tabağının kenarına koyarken dudağını yaladı. Ait olamama hissi yüreğini burksa da bunu görmemezlikten gelmeyi başarabildi. Yine de telaşı dudaklarından fark etmeden döküldü.

"Bilmiyorum. Beni kabul edeceklerini sanmıyorum dayı."

Avcı onu omuzuna kolunu koydu ve kendine çekip sarıldı. Tek koluyla sarılırken bir yandan da Dena'nın duyabileceği şekilde konuşmaya devam etti.

"Hepsi iyi insanlardır. Merak etme, tanıdıkça birbirinizi seversiniz."

Dena yorum yapmadı, ne diyebilirdi ki? Sadece önüne konulan yeni tabağa baktı. Çorbasının dumanı tütüyordu, bu servis sadece kendisine yapılmıştı. Masanın baş ucunda ve Dena'nın sağ tarafında oturan, ak saçları meşale ışığında daha da belli olan Havva onun bileğini anaç bir kavrayışla tuttu. Şu an yüzüne uygun bir yaşta duruyordu, gözlerinde gölgeler vardı.

"İçin ısınır. Güzelce iç."

Dena gülümsedi ve kendisi için bırakılan peçeteyle elini temizlerken sordu:

"Teşekkür ederim. Çorbamı içtikten sonra gitme ihtimalim var mı acaba?"

Havva onun neden böyle bir soru sorduğunu anlamayarak kaşlarını çattı. Dena'nın bir şeylerden hoşnutsuz olması fikri zihnine bir sis gibi çöktü, altıncı evladının evine dönmesini kutlamaları... Buradan erken ayrılmak istemesinin nedeni neydi? Yine de sıcak bir sesle konuştu, anlayışla ama hafiften telaşla Dena'nın elini tuttu.

"Bir sorun mu var?.. Daha şarkılar söylenecek, ayrıca kale taşınma ayini yapmamız gerek. Eğlence kısmında istediğini yapabilirsin ama ayinde burada olman gerekir. Herkes beraberken yapılmalı."

Dena kendisi için telaşlanan kadının sıcacık ama nasırlı elinin üstüne elini koydu.

"Efendim, benim için endişelendiğiniz için teşekkür ederim ama sebebim oldukça basit. Burası benim için oldukça kalabalık bir yer. Hayatımda bu kadar insanı bir arada sadece kitaplarda gördüm."

Havva bir şey demedi, sebebini anlayışla karşıladığı bakışlarından belli oluyordu. Yanına gelen bir kız kulağına eğildi. Dena ellerini çekti, Havva'da gelen kızın elini tutarak onu dinledi. Kızın buz mavisi gözleri, güzelce örülmüş sarımsı beyaz saçları ve üzerindeki beyaz takım elbisesiyle oldukça şıktı. Kulağındaki lacivert taşlar saçlarının arasında loş ışıkta bile göz alıcıydı.

"İris!"

Masada yükselen gür kadın sesiyle Havva'nın kulağına eğilmiş kadın, sessin kaynağına baktı.

"Sorun mu var Pekin?"

Sarhoş kadın gülerken ayağa kalktı, sandalyesi geriye düştü ve kadın artık Dena için daha görünür oldu. Dengesi hafiften bozukken masadaki devasa omuzlardan destek alarak zar zor duruyordu. Dağınık, uzun ve gür turuncu saçlarını yüzünden çekerken bağırarak konuşuyordu. Gerçi bu gürültüde ancak duyuluyordu.

"Neden yemeğe gelmiyorsun? Seni bekliyoruz, Erendiz ise terbiyesizce tüm tavuğu yiyor."

Konuşması akıcı olsa da cümlesinin sonunda hıçkırdı. Konuşurken büyük bir bardak dolusu içkiyi Erendiz'e doğru sallamıştı, bir kısmı çocuğun saçına dökülürken Erendiz umursamadan yemeye devam etti İris ise bu hallerine güldü.

"Beni beklemeyin. Ayin için hazırlanmam gerek, Müren beni takip et."

Müren masanın sonunda ateşe en yakın yerde oturuyordu. Kızıl saçları ateşin her dansında parlarken neredeyse pembe duruyordu, yeşil gözleri ise bir orman kadar canlıydı. İki kulağına takılı olan kırmızı boncuklu küpeleri tüm gürültüye rağmen şıngırdadı ve Dena onu büyülenerek izledi. İris birkaç adımda onun yanına vardı, gözleri İris'in ona dokunmasıyla hafifçe laciverte çalmaya başlamıştı. Hızlıca kaşığını bıraktı ve kaseyi başına dikti. Pekin ise büyük bir gürültüyle sandalyesine oturamadan yere düşmüştü, haline gülüyordu.

"Yüce Yargıç adına, Müren! Sanki ayinden sonra yiyemeyecek gibi davranmasana!"

Tanımadığı bir erkek bunu yüksek sesle söylerken sarışın olan bu erkek Müren'in yanında oturuyordu. Kırmızı kadife kıyafetinin hafif açık yakası altın iplerle işlenmiş, omuzlarını sara kumaş ağır ve asil duruyordu. Ateş düzgün burnuna daha da şekil verip mükemmelliğini aydınlatıyor, lacivert gözleri öfkeyle parlıyordu. Dalgalı sarı saçları güneşin kavurucu ışıkları kadar kontrol edilemez duruyor ve alnına düşüyordu.

Müren kaseyi masaya koyarken nefessiz bir şekilde ayaklandı. Bir süre ayakta durduktan sonra esnedi ve yanındaki sarışına baktı, çocuksu bir hareketle dil çıkardı. O da çakır keyfiydi anlaşılan çünkü ayağa kalkarken yanındaki sarışın çocuğun omuzundan destek aldı. Daha sonra boştaki eliyle İris'ten destek almaya devam ederken masada uzaklaşmadan zar zor konuşsa da sarışın çocuğa cevap verdi.

"Samuel... En taze yemekler en güzelleridir. Bunu sende biliyorsun ve daha çok yemek için beni erken yolluyorsun. Cık cık!"

Samuel ona güldü, İris ise herkes gibi gülerken onu kolundan tutup peşinden sürükledi. Müren ise üzerindeki siyah saten pijamaları ayağına takılırken onu takip ediyordu. Herkes kendi arasında gülüşüp çekişmeye devam ederken bir zaman sonra köşeden bir kadın sesi yükseldi. Sesi öylesine güzel ve çekiciydi ki çevresinde hafiften tutulmaya başlanan doğal ritim onu daha da yüceltiyordu. Kestane rengi saçları loş ışıkta daha da açılan bu kadın başta gürültüyü bastıramasa da sesi öylesine bir büyüye sahipti ki herkes bir yerden sonra susup onu dinlemeye başladı.

Yine de Dena birkaç isimden fazlasını duyamadı.

...

Arel! Lavinya! Bu iki kutsal!

Aşkları kendilerinden büyüktü, kutsallıklarıda.

İnanılır ki Umay ana onları çocukken bir ördü.

Öyle ki bir nehrin denizle kavuşması gibi

Onların da kavuşacağı kesindi...

Dena yirmi yıl içinde onlara maniler yazılmasını beklememişti. Çorbasından loş ışıkları izledi ve kasenin içine kaşığını düşürdü, tüm o ışıklar dağıldı. Herkes pür dikkat kızı dinlerken ritim tutmaya hazırlardı, yerde sarhoş yatan turuncu saçlı Pekin bile. Dena ise donup kalmıştı. Onların kalplerindeki aşkın meyvesi kendisiydi, bunun için mi doğum günü bir şölen niyetine kutlanıyordu? Halbuki aylardan daha Mart idi, doğum günü geçeli olmuştu. O da sanmıştı ki... Ne sanmıştı ki? Kendisinin haberinin olmadığı ama kendisine değer veren birçok insan olduğunu mu? Kendisini bir şekilde kucaklamaya ve yardım etmek isteyecek birilerinin var olduğunu mu?..

Yine de, her şeye rağmen sürekli aklında dönen o iki ismi tekrar düşündü: Bu isteklerini sağlayabilecek yegâne güvenin temsilcisi biricik annesi ve babası... Onlar kendisi hariç herkes için birçok şeyin temsilcisilerdi, kendisi için iki isim ve hayatının kurucularıydı. Kaldı ki onların isimlerini dahi bu sabah öğrenmişti. Çorbasının bulanık renginden dalgalanan yıldızlı geceye baktı. Kamburu iyice ortaya çıktı, kendisine sarılmak ve ağlamak istiyordu. Titreyen alt dudağını ısırdı, onları düşünmek bile kalbine inanılmaz bir azap dikti. Elleri yumruk olmuş, boğumları hırsının zehriyle bembeyaz olmuştu. Sırtında hissettiği sıcak elle kafasını sağa çevirdi. Havva ona bakmadan şarkıyı söyleyen kadına tatlı bir tonda bağırdı.

"Lila! Daha coşkulu bir şarkı oku! Eminim ozanlarımız kahraman savaşçılarımıza güzel nameler dizmiştir."

Herkes onu onaylar nidalar çıkarıp masalara vurarak farklı ritimler yaratırken Dena elleriyle yüzünü gizledi, iyice kendine çekildi. Daha öğreneli bir gün bile olmadan o isimleri rasgele birilerinden duymak kalbini yakmıştı. Şimdi kadın daha coşkulu bir şarkıyı eliyle ritim tutarak söylemeye başlamıştı. Masalarda tutulan ritim, ayakların çarpması ve çiftler halinde meydan ateşinin etrafında dönülmeye başlanırken Dena onlarla ilgilenmedi. Avcı onu kucakladı ve kafasını omuzuna yasladı. Olayları fark etse de yapabileceği bir şey yoktu, sadece yanında olabilirdi.

 

Loading...
0%