@benorenda
|
Ne zamandır kendisini bu kütüphaneye gömdüğünü pek bilmiyordu. Geldiği gün kutlama yapılmış, insanlarla tanışmış olsa da hiçbiri artık aklında dahi değildi. Onlarla sadece yüzeysel olarak tanışmıştı. Kutlamalardan sonra aklındakilerle iç dünyası o kadar meşguldü ki onlara uzun süre odaklanamamıştı bile. Ailesi ve yakın tarih hakkında bilgi toplamaya kendisini kaptırmıştı. Herhangi bir eğitime dahil olmasa da alıştığı gibi meditasyonlara devam ediyordu, genelde kütüphanede oturduğu sandalyede bunu yapıyordu. Meditasyonları için bir alan keşfetmeye kendine zamanı tanımamıştı ve halinden memnundu. Bunun yanında kutlamalar sırasında Lacivertler'in diğer çocuklarıyla tanışmıştı. Hepsinin kendisine has görünüşleri olsa da gözleri, güçleri tesirine girdiklerinde karanlık bir gece gibi lacivertti. Hepsini, kalenin taşınma ayini sırasında görmüştü. Bu ayinden önce hepsi yemekte onun yanına uğrayıp kendilerini takdim etmişlerdi. Çoğu onu çoktan tanıyordu bile ve kendisiyle tanıdık bir dostla uzun zamandır konuşmamışlar gibi konuşmuşlardı. Tomris'in çocukları Müren ve Asena idi. Bunu duyunca çok şaşırmıştı çünkü Asena'yı savaşırken görmüştü; güçlerini kullanırken gözleri yine de koyu yeşil olarak kalıyordu, onun bir Lacivert çocuğu olduğunu düşünmemişti. Kendisi ise Tomis'in üvey annesi olduğunu söylemişti. Attila'nın kızı Pekin ile en son tanışmış olsa da o ikinci doğan ölümsüzdü. Oldukça acımasız dursa da tatlı bir gülümsemesi vardı. Turuncu saçları uzun ve dağınık, kutsal koruma ve güç sembolleri dağınık saçlarının arasındaki örgülerinde her adımında şıngırdıyordu. Bedenide oldukça yapılı ve güçlü duruyordu. Kıyafetinde açıkta kalan boynu ve kolları dövmelerle doluydu. Yemek esnasında kendisine takılan Erendiz Umay'ın oğluydu ve kendisinden birkaç ay büyüktü. Oldukça ilginç, çocuk gibi biriydi. Erendiz'de hafif cılız bedenine karşın oldukça güçlü bir havası vardı, annesi sayesinde çok şey öğrendiğini söylemişti. Annesiyle nasıl iletişim kurduğunu kimseye bilmiyordu çünkü annesi öleli yirmi yıl olmuştu. Dena bunun güçleri sayesinde olabileceğini düşünse de bir şey dememişti. İlk kütüphaneye geldiğinde ise Bilge'nin kızı İris ile karşılaşmıştı, kendisinden bir yaş büyüktü. Beyaz takımla onu ilk gördüğünde olanca ağırlığını omuzlarında hissetmişti. Babasının lakabı olan Bilge olarak çağrılıyordu. Çok fazla şey biliyor ve yeniden doğmanın acı verici olduğu konusunda söyleniyordu. Son konuşmaya gelen ise Samuel'di, kendisinden üç yaş büyüktü. 23 Yaşında olduğunu düşünmek zordu çünkü çehresi oldukça genç duruyordu. Lemis Linet'in diğer adıyla Mahperi'nin oğluydu. Oldukça güzel bir erkekti ve Dena en çok onu incelemişti. Sarı dalgalı saçları ensesine kadardı ve altın sarısı gözleri onu ilahi gösteriyordu. Dena'nın okuduğu satırlar Samuel ve diğerlerinin aklına gelmesiyle dikkatini çekmemeye başlamıştı. Ay Dede diye bir büyücünün varlığından söz ediliyordu. Aileyle aktarılan bir çeşit gece ritüelleri yüzünden tehlikeli bulunsa da son temsilcisinin ada savaşında öldüğü düşünülüyordu. Dena bunu kenara not aldı çünkü tasvir edilmiş çizim tanıdıktı. Büyük siper kısmı yüzüne gölge düşürüyor, sakalları gür bir şekilde göğsüne uzanarak kısa boyunu daha da basık gösteriyordu. Altında Arel'in son danışmanı Ay Dede: Işık yazıyordu. Dena babasının adını görünce tekrar dikkat kesildi. Bu adamı nereden hatırlıyordu acaba? Yoksa okuduğu kitaplarda geçen tanıdık bir tipleme diye mi dikkatini çekmişti? "Hayır, bu kadar basit olamaz..." Kendi sesini duyunca boğazını temizledi. Kaç saattir kimseyi duymadığını yeni fark etti. "Herkes yemeğe inmiş olsa gerek..." Kitaptaki çizimi geçirebildiği kadar notlarının yanına geçirdi ve tasviri anlatan notlar düştü. Tahta oyma kalemi mürekkep kabına bırakırken dalgınca ağrıyan kafasını ovdu, dirseklerini masaya koydu. Gözlerini yummasıyla yaklaşık dört hafta önce yapılan yemeğe geri dönmüş ve herkesin gülümseyen çehresini görmüştü. Onların nasıl antrenmanlar yaptığını pek bilmiyordu. Yaklaşık bir aydır okudukları sonucu anladığı şey ise onların da kendisi kadar ailelerine uzak olmalarıydı. O halde nasıl ailelerinden yadigâr kalan ölümsüzlüklerini kullanmayı başarmışlardı? Bu nerede aktif olmuştu? Büyü haricinde nasıl güçleri vardı? Onlarla konuşmak istese de hepsinden çekiniyordu. Daha hiç kimseyle ilk adımı atarak konuşmamıştı, hepsini yemek boyunca dinlemiş ve gülümsemişti. Sanki dili tutulmuştu. Bu konuda girişken bir ruhu olsa da aptallık etmekten çekinmişti. Temkinli olmak en iyisi gibi geliyordu ama, o kutlama gecesinden sonra neredeyse bir aydır kütüphane görevlisine birkaç kitap sorması hariç kimseyle konuşmamıştı. Yalnızlığı iyice derisine işlemiş ve gözlerindeki parlayan ruhunun yok olmasına sebep olmuştu. Yemek yemek haricinde bu sandalyeden nadiren kalkıyordu. Herkesin kendi işleriyle meşgul olduğunu bildiği içinde kimseyi meşgul etmek istemiyor, sorularına kendi kendine cevap arıyordu. Yine de Avcı'nın onun yanına hiç uğramamasına da içten içe kırılıyordu, kendiside insan içine karışıp onu aramaya çekiniyordu. Bu ilk günlerde daha baskın olan bir kırılganlık olsa da duygusal durumlarının hepsini engellemiş olduğundan bunun artık pek farkında değildi. Dena'nın ise dalgınlıktan görmediği birçok şey vardı. Avcı her gün onu ziyaret ediyordu, arada Dena'nın araştırdığı konularda kitapları masasını bırakıyordu. Aynı şekilde Erendiz ve Müren'de sıkı ziyaretçileri arasındaydı. Erendiz merakına engel olamıyor Müren ise bir abi edasıyla ona göz kulak oluyordu. İris ise onun kitapları sorduğu kişiydi. Merak ettiği konular konusunda yönlendirmeyi o yapıyordu. Dena yalnız olduğunu düşünse de sandığından fazla dost adayı vardı. Bunu kütüphanede tarih kitaplarından sonuncusundan not yazarken fark etti, her şey çok ani gelişmişti. Bir sabah Erendiz rafın üstüne yatmış ona bakıyordu. Bir süre bakıştıktan sonra Dena kahkaha atmıştı. "Orada ne yapıyorsun? İris seni orada görürse mahveder." Erendiz ise umursamaz bir şekilde sol elini savurmuştu. Kütüphanenin cam olan kubbesinden gelen güneş ışıkları onun adeta spot ışığı gibiydi. "O beni kendi halime bırakalı çok oldu. Arada bir onu sinir etmek için buraya gelir bir şeyleri dağıtırım. Bak şimdi." Erendiz bir anda yattığı yerde döndü ve altında bulunan rafa eğildi, ortadaki birkaç kitabın yerini değiştirdi. Bunlar eski kitaplardı, bazılarının kopmuş sayfalarının da yerini değiştirmişti. "Buna delirecek. Gece kütüphaneye geldiğinde çığlık senfonisini odamdan duyacağıma eminim." Dena ise kalemini mürekkepten arındırdı ve okuduğu kitabın arasına koydu. Hevesle hemen onun bu şakaların şakayla yanıt verdi. "Hey, burada uyuyan birileri oluyor!" Kendisini gösterirken yanağını tatsız bir ifadeyle kaşıdı. "Çığlıklar yüzünden uyanmak istemem." Erendiz geri rafın üstüne yattığında bu cevaba güldü. Dena'da ona eşlik etti. "Eğitimin yok mu senin?" Dena ona bunu sorduğunda Erendiz sırtıyla tüm rafın tozunu alarak geri geri gelmiş, kafasını kenardan aşağı sarkıtmıştı. Dena'nın önündeki kitaplara tepetaklak bakıyordu. Toz zerrecikleri çevresinde yıldızlar gibi parlarken Erendiz tersten etrafı izliyordu. "Bugün boşuz. Yani kafa dinleme ve birbirimize sataşma günü. Herkes bilir ki ilk kütüphaneye gelinir." Bir anda Erendiz'in yattığı rafın yanından geçen kızıl bir kafa göründü. Çok beklemeden karıştırma sesleriyle Müren'in Erendiz'e katılan sesi duyuldu. "İlk kural İris'e sürprizler bırak. Ben ona en sevdiği kiraz reçelinden bıraktım. Ama nereye?" Erendiz rafın üstünde haylaz bir çocuk hızıyla ayaklandı ve Müren'in yanına indi. Sesleri kütüphanede yankılanarak Dena'ya geliyordu. Dena ise oturduğu yerden kalkmadan eliyle tuttuğu sayfaları arşınlarken onlara kulak kesilmişti. "Müren, İris bunu görürse hepimizi mahveder. İlk kural: Kitaplara zarar verme!" Müren'in tatlı gülüşü kütüphanede yankılandı. "Tamamda orijinal yazmanın bu olduğunu sana ne düşündürdü ki? Aynısının kopyasını iyi bir fiyata Samuel'e yaptırdım. Biliyorsun, kopyalar konusunda iyi." Erendiz bu cevabı duyunca isyan etti. "Benim neden aklıma bu gelmedi ki!" Müren kendini beğenmişçesine konuştu. "Sen de hala kitaplarını yerini değiştir." Dena merakla onların yanına gitmek için ayaklandı. Ne yaptıklarını merak etmişti. Karşısında dizili olan kitapların arkasından sesleri geliyordu. Dena tam kitabı elinden bırakmış masadan ayrılırken daldığı dünyadan önündeki mum ışığı sayesinde uyandı. Aklındaki olaylar iki hafta kadar önce yaşanmıştı. İris'in çığlıkları hala kulağındaydı. İlk iş Erendiz'i bulup iyi bir azarlayacakken Müren kibirle şakanın kendisine ait olduğunu açıklamıştı. Sonrasında çatışma sesleri iki saat boyunca susmamıştı. Diğerlerinin şakalarını görmemişti, galiba bu oyuna dahil olmamayı seçiyorlardı. Parmaklarıyla alnını ovalarken önündeki masada duran saman sarısı not defterindeki mürekkep lekelerine baktı. Tüm bunları neden yaptığını anlamıyordu. Kendisini öylece dünyadan soyutlamış cevaplar arıyordu. Hangi sorunun cevabını aradığını bile bilmiyordu. Sadece içten içe hep babası hakkında bir şeyler görmeyi umuyordu. Ama babası hakkında Avcı'nın anlattıklarından fazlasına halen sahip değildi. Kurumuş dudaklarını yaladı. Arel'in tüm danışmanları arasında tek tanıdık gelen Ay Dede olmuştu. Belki çocukken onu görmüştür? Neticede annesinin yanında bir iki ay da olsa kalmıştı. Bu fikre gülmek istedi, kim birkaç aylıkken olan şeyler hakkında anıya sahip olurdu? "Yorgun duruyorsun." Kalın bir ses kulaklarında can bulunca sesin geldiği sol tarafa döndü. O altın sarısı saçları nerde görse tanırdı. Hayatında hiç öylesine parlayan saçlar görmemişti. "İçim dışıma yansımış desene." Samuel buna güldüğünde uzun beyaz masa aralarına girmişti, Dena'nın karşısındaki sandalyeye oturmuştu. Arkasında dizili olan kitaplar yıldızlar sayesinde loş bir şekilde aydınlanıyordu. Samuel masada parmaklarıyla desenler çizerken parmaklarını gözleriyle takip ediyor, doğrudan Dena'ya bakmaktan kaçıyordu. Dena ise karşısına oturan Samuel'i mum ışığında dikkatle izliyordu. Yine kırmızı giyinmişti. Beyaz tenini ortaya çıkaran ve saçlarını öylesine güneş gibi parlatan şarap kırmızısı... Onun şu an ki ilahi uyumunu benzetecek en iyi ifade kanlı bir savaş sonrası doğan kızıl şafaktı. "Herkes seni merak ediyor." Dena duyduklarıyla irkildi, bir süre daha susacaklarını düşünmüştü. Doğrudan onun gözlerine baktı, şaşırmıştı. "Siz zaten benim hakkımda benden fazla bilgiye sahip değil misiniz?" Samuel anlayışla gülümsedi. Kollarını göğsünde toplarken Dena'nın lacivert gözlerine dudaklarını gergince yalarken baktı. "Bu seni tanıdığımızı göstermez." Dena kaşlarını çatarak ona baktı. Bu doğru olabilir fakat kendisi hakkında bilgi sahibi olmaları onları avantajlı kılardı. Dena onlardan bir konuda daha geride olduğunu hissetti. Düşünceleri ise dilinde can buldu. "Ama sizi avantajlı kılar." Samuel bu dürüst itirafı beklemiyordu, bir an için şaşkınlıkla ona baktı. Onun kontrolsüzce açığa çıkmaya başlayan güçlerinin göstergesi olan gözlerini iyice izledi. Orada mum ışığının parıltısını dahi soğuran iki karadelikten fazlasını görmeyi umdu, ama umduğunu bulamadı. Ruh parıltısı aradı ama elindeki tek şey lacivert iki kuyuydu. Samuel, çocukken kendisine anlatılan ile karşısındaki kızın arasındaki farkı fark edince daha da şaşırdı. Onlara anlatılan kız tatlı gülümsemeli, sevecen ve yardım sever bir portreye sahipti. Ama karşısında oturan yorgun bir savaşçıydı. Samuel donuk ifadesinden hiçbir duygunun çıkmasına izin vermedi, gece yarısı sergilenen bir heykel ifadesiyle onu izlemeye devam etti. "Biz düşman değiliz. Birbirimizi tanımamız sadece daha iyi dost olmamızı sağlar. Ayrıca unutmamalısın ki burada en küçüğümüz sensin. Sence de güç olarak bir şeyleri kontrol edebiliyor olmamız normal değil mi?" Dena kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. "Bunun yaşla ne alakası olabilir ki?" Samuel yorgun bir tebessümle ona baktı. Gözlerini kapatırken kafasını geriye yatırdı, oturduğu sırada öne kaydı. Yıldız ışıkları onun çehresiyle kutsanmış gibiydi. "Bazı konularda senden daha fazla çalışmak için zamanımız vardı, ayrıca ailelerimizin bizim hakkımızda yazılmış günlükleri de var. Eğitilmeye ve ortaya çıkması için güçlerimizin koşulları daha uygundu, ailelerimizin de temel atmak için zamanı vardı. En azından benim anladığım bu. Ama Arel ve Lavinya hakkında en sağlam kaynağımız birkaç mektup ve Avcı. Onların gözlemlerine görede uzaklarda büyümen uygun görüldü. Aksi halde seni bir ovada yapayalnız neden büyüttüler bilmiyorum." Dena onun çehresinden bir saniyede olsa hüzün geçtiğini gördü. Sözcükleri ise bir aydır zihnine girmesine izin vermediği duyguların sızmasına sebep olmuştu. Şimdi akmaya başlayan bu zehir aklına yeni bir düşünceyi daha getirdi, tek bir cümleyi. Ne yazık. Yine de sarsılmaz bir sesle konuştu. "Bir kardeşin senden uzak tutulmuş ve hop..! O kardeş bir anda ortaya çıkmış gibi konuşuyorsun." Samuel cam kubbeden karanlık göğü izlerken kafasını onun söylediklerine katıldığını gösterircesine olumlu anlamda salladı. "Evet, öyle hissediyorum. Hepimiz böyle hissediyoruz. Hatta daha hüzünlü hissediyorum çünkü senden bunca zaman haberimiz vardı. Biz bir şeyler yapmayı denesek de hepsinde başarısız olduk. Hepimiz bir arada büyürken senin yalnız büyümene karar verilmesi, bu çok saçma. Yine de bunca zamana rağmen sonunda tanıştık ve aramıza katıldın. Artık geçmişe üzülmenin çok manası yok. " Dena tanımadığı insanların kendisi için bir şeyler yapmış olduğunu öğrendiğinde oldukça şaşırdı. Gözleri birkaç saniye Samuel'in hüzünlü ve buruk ifadesinde takılı kaldı. Gözlerine yansıyan bu duygularla beraber onun dürüst olduğuna emin olmuştu. Samuel dudaklarından dökülen dostane kelimelere rağmen mermer gibi bir ifadeyle konuşmaya devam etti. Sanki bir olaya hazırlanmış gibi buraya gelmişti. Yemekteki rahat havası yoktu ve belinde bir yontma bıçağı asılıydı. "Bu koskoca mermer kale altımız için var. Ama sadece senin odan hep boştu. Eğitim sahasında senin silahların ve eğitmenin yoktu. Bizim dışımızda eğitime gelen büyücüler ve ailelerimiz var elbet. Burada eğitim alan yüzlerce kişi var ama odak noktaları hep ilk on iki kişideydi. Ama bu on iki kişinin ikisi hep eksikti. Merak etsem de senin hakkında bilgi aldıkça üzülmeden duramıyordum. Bu kadar yalnızlık bir kişiye fazla değil miydi?" Dena sarsılmış bir şekilde gözlerini kırptı. Yüzü, bu kadar anlaşılması sonucu, ifadesiz bir katılığa büründü ve gözleri kendi içine dönmesi sonucu daha da gölgelendi. Samuel ve diğerleri kendisi hakkında hep böyle düşünmüş müydü? Onun duygularıyla beraber mimikleri daha da donarken Samuel eriyen bir maske yüzünden düşüyormuş gibi çözülmeye başlamıştı. Sarı kaşları çatıldı ve beyaz tenine gölgeler düşürdü, bedeni sandalyesinde dimdik durdu ve silüeti Dena'yı adeta hapsetti, ellerini masada önünde topladı ve parmakları gergice birbiriyle dans etti. "Erken geleceğini öğrendiğimizde mutluluktan havalara uçtuk. Mermer kaleden erken çıkıp halkın içine karıştık. Herkese kutlamalar için haber verdik. Hazırlık yaptık ama planlamadığımız bir şeyler oldu. Senin bizden daha yeni haberin olmuştu. Eğlencede de hep sustun hatta annenle baban için söylenen şarkılarda ağladın. Bir kenarda elinde bir bardakla yeri izledin, göğü izledin ama asla bize bakmadın. Bunca zaman beşimizde sana baktık ama sen bunu bile fark etmedin. Dena, sorun nedir? Geldiğinden beri kendini buraya kilitledin. Orin'in seni düzenli ziyaretlerini bile fark etmiyorsun. Ne arıyorsun? Neden bizimle konuşmuyorsun?" Dena şaşkınlıkla, ciddileşen Samuel'in bakışlarına dayanamayıp en sonunda oturduğu sandalyeden hızla kalktı. Sandalye geriye doğru düştüğünde Samuel daldığı gözlerdeki karanlığın artmasını izledi, elini bıçağının sapına götürdü. Samuel'in tüm ifadeleri sanki mumun sıcağıyla yüzünden eriyip masada parlayan yansımasına ansızın akmıştı. Dena ise şaşkınlıkla karışık sinirli bir ifadeyle ona bakıyordu. Sinirliydi çünkü Orin'in onu ziyaret ettiğini dahi fark etmemişti. Koparıldığı ve mahkûm edildiği çocukluğu açıkça görmek sinirini daha da katladı. Şaşkındı çünkü böyle bir karşılama hiç beklememişti, umut etmişti evet ama beklememişti. Aksine hep dışlanacağı ve yalnız kalacağı bir dünyaya girdiğini sanıyordu. Duyguları ve düşünceleri bariyerleri kırmış, tüm zihnini ele geçirmişti. Zincirlerin kopma sesi adeta bu iki saniyelik sessizlikte duyulmuştu. Dolan gözlerini umursamadan doğrudan ona baktı. "Sadece kim olduğumu bilmek istiyorum! Avcı'nın söylediklerinden fazlasını istiyorum! Ailemi bulmanın, kendimi bulmak için iyi bir başlangıç olacağı yalanıyla avunup durdum. Kendimi bulmaktan zaten vazgeçmiş olsam da dayıma ne diyebilirdim ki? Bu sayfalarda adımın tek bir harfi bile geçmezken vazgeçmemek imkânsız! Daha sonra ailemden de vazgeçtim. Kendimden vazgeçmişken onlardan da vazgeçmek canımı yakıyor." Sesi kısık ve titrekken gözlerindeki yaşlar, korkuyla titreyen mum ışığında parlıyordu. Kendinde kaybolmak ne kadar yorucu keşke anlasanız. Samuel onun böylesine bir duygu patlaması yaşamasından ziyade güç patlaması bekliyordu. Bunu o gözlerin koyuluğunu gördüğü an anlamıştı, beklediği olduda. Soğuk kanlılığını çoktan kaybetmiş, bedeni kilitlenmiş şekilde ağlayarak fısıldayan kızın karşısında oturuyordu. Dena'nın masayı izleyen gözleri parlamaya başladığında Samuel savunmaya hazır bekledi. Kütüphanenin diğer ucunda, onlara kulak misafiri olan beşlide bunu beklemiyordu. Hepsi İris'in odasına doluşmuş, odanın kütüphaneye bakan camından ikisini izliyordu. Samuel'in konuşacağından hepsinin haberi vardı. Bunu yapmak için gönüllü olan oydu. Avcı ise Dena'yı gece ziyaretine geldiğinde İris tarafından odaya çekildiğinde haberdar olmuştu. Sonuç olarak Lacivertler'in aileden gördükleri Dena'yı daha yakından tanımak için yaptıkları bir plandı. Ama hiçbiri -Samuel'in aksine- onun böylesine büyük bir patlama yaşamasını beklemiyordu. Koyu kestane saçları siyah renge bürünürken sinirle havalanmış, kütüphanenin atmosferi değişmişti. Dena ayaktayken gözleri akları da dahil tamamen laciverte bürünmüştü. Yine de bu gözler artık bir kuyudan ziyade galaksileri içine almışçasına parlıyordu. Yüz siması değişmeye başladığında ise Samuel onun gücünün ne olabileceğine dair düşünüyor, gergince ayakta savunmada bekliyordu. Rivayete göre Arel silüet değiştirebilirdi, ama yüzleri ve güçleri taklit edebilir miydi bilinmiyordu. Etrafında oluşan bulutumsu lacivert parıltılara bakarken büyülendi, adeta Dena'nın gözlerindeki galaksi etraflarına saçıldı. Dena ise sinirli ses tonuyla artık daha yüksek sesle konuşuyordu, yine de sesi duygusal bir kırılganlıkla çatlaktı. "Sizi de aradım ama sizin hakkınızda da tek bir cümle bulamadım. Kimsiniz ki siz? Ben kimim? Bu yaşadıklarımızı ne anlamı var ki? Beni mi aradınız yoksa size anlatılan aşkın meyvesini mi bulmayı umut ettiniz? Çehrem..." Dena buz mavisine çalan parmaklarını yüzüne değdirdiğinde kol hareketinin hafifliğine rağmen mum söndü, Dena yere baktı ve sorusuna devam etti. "...kime ait?" Dena'nın saçları tamamen kar beyazladığındayken kirpikleriyle kaşları gür ve siyahtı, adeta gözlerinin devamı gibiydi. Etrafındaki hava buzlaşıp kristalleşirken Samuel soğuğu gergince ciğerlerine çekti. Bulutumsu parıltılar dağılmadı, daha da büyüdü ve soğuk saçtılar. Dena'nın kolları dirseklerine kadar turkuaz ve koyu mavi bir ton alırken fiziği görünür şekilde değişmişti. Tipi artık bambaşka bir kadına aitken ses tonu hiç değişmedi. Samuel ise yüzüne vuran kuru havaya karşın dudaklarını yaladı ve cevap verdi. "Biz buradayken neden gelip bizi bize sormadın? Tüm sorularını bildiğimiz kadarıyla cevaplayabilirdik." Dena ise onun cevabıyla sinirle sağ elini onu suçlar gibi savurmuştu. Hareketiyle kütüphanenin sağ kubbesi ve raflar dondu. "Neden mi sormadım? Çünkü birileriyle nasıl tanışılır bilmiyorum! Hem kim tanımadığı birinin sorduğu soruları olduğu gibi cevaplar? Neler oluyor anlamıyorum bile! Bunca yıl aldığım eğitimlerin ise içine yeni girdiğim bu dünyada hiçbir işe yaramaması beni çıldırtıyor!" Son cümlesiyle bulutumsu lacivertler tüm kütüphaneye yayıldı. Merkezi Dena olan büyük bir güç dalgası onları desteklerken kütüphanenin kubbesindeki tüm camlar kırıldı. Samuel birkaç adım geriye attığında rüzgâr yemiş gibi yüzünde ani dalgayı hissetti. Dena'nın ayağıyla bastığı tüm zemin buzlaştığında Samuel soğuk kanlılığını yitirmeden etraflarına koruyucu bir bariyer büyüsü yaptı. Biraz daha geç kalsaydı tüm kütüphaneden geriye buz kütleleri kalacaktı. Bu yaşananları İris'in odasının camından diğerleriyle izleyen Orion, onun yıllar önce gördüğü birine dönüşümünü şokla izledi. Cam buzla mavileşirken dona kalmıştı. "Abla?" Avcı olduğu yerde kaskatı kesilmişken gözlerinin dolmasına engel olmadı. Hızlıca odadan çıktı ve merdivenleri süratle inerek kütüphaneye girdi. Kubbenin basınç farkından patlayan camları üstüne yağarken gözyaşları yanaklarını yakıyordu ama hızını hiç düşürmüyordu. "Abla!" Dena'nın etrafını saran hafif sarı kalkana karşın Orion kalkanı yokmuşçasına geçti. Kütüphanedeki rafların arasından o kadar hızlı koştu ki kubbe camları düşüp ona yetişemedi. Yaklaşık elli raf geçtiğinde ortadaki masaların oraya vardı. Büyülü ikinci çemberin içine girdiğinde sözcükler kulaklarına doldu. "... Neler oluyor anlamıyorum bile! Bunca yıl aldığım eğitimlerin ise içine yeni girdiğim bu dünyada hiçbir işe yaramaması beni çıldırtıyor!" Orion Dena'nın ses tonunu duyduğunda şoke oldu. Halbuki hafif annelik esintileri olan tombul yanakları, ağlayınca ortaya çıkan kaşlarının arasındaki iki çizgi ve yüzündeki hafifi kızarıklık, kulaklarındaki savaş için hırsla deldirdiği üç delik... Samuel gelen Avcı'ya dönmedi, tüm dikkati doğrudan Dena'nın üzerinde onu izliyordu. Dena da gözyaşlarına hâkim olamadan onun altın sarısı gözlerine, ruhuna bakıyordu. Neler olduğu hakkında en ufak fikri olmadığı yüz ifadesinden barizdi. Göz yaşları artık kanlı akmaya başladığında Samuel gücün ona fazla geldiğini anlamıştı. Sınırı beş dakika dahi değildi. Demek ki gücü oldukça yoğun ve yorucuydu. Samuel bunları gözlemliyordu ama sağındaki Orion tamamen kaskatı kesilmiş ve görevlerini unutmuştu. Verdiği tüm sözler artık bir yabancının ağzından çıkmış gibiydi. Ablasının ağlayışına yirmi bir yıldan sonra tekrar tanıklık ediyordu. Halbuki ablası, onun aklındaki son anısını gülümserken olmasına özellikle dikkat etmişti, bunu şu an daha iyi anlıyordu. Öleceğini baştan beri biliyordu. "Dena, hepsini beraber aşabiliriz. Bizimle yapacağın antrenmanlar seni daha güçlü kılar. Pekin savaş ve strateji konusunda seni eğitip sana en uygun silahları bulur. Kendini bize anlattığın sürece sana yardımcı olmaya hazırız." Dena'nın göğsü yorgunlukla inip kalkarken Samuel'in şefkatli ses tonu soluklarını daha da yavaşlattı. Belinde birinin kollarını hissettiğinde kendisine sarılan turuncu bir kafa gördü. Kanlı gözyaşları arasında bakış açısı net değildi. "Sen de kimsin?" Ses tonu artık tanıdık olmayan bir tona büründüğünde Dena kaşlarını çattı. Ağlayınca bu kadar değiştiğini hiç hatırlamıyordu. "Sesime ne oluyor?" Dena kendisine sarılan adamı umursamadan bulunduğu anın içine düştü. Samuel onun hiçbir şeyin farkında olmadığını pekâlâ biliyordu, ilk basamak hep böyle olurdu. Ama Orion için bu silüetin ne ifade ettiğini hala anlamamıştı. Dena'nın bildiği ve Orin'in değer verdiği ortak bir kişinin olması çok düşüktü. Samuel, bir anda kendisine anlatılan tüm şeyleri gözden geçirdi ve fark etti. Karşısındaki Lavinya'ydı, Dena'nın annesi. Arel'in karısı. Orion'un ablası. "Dena, sakince derin bir nefes almanı istiyorum." Dena'nın ise bakış açısı kararmaya ve solukları iyice yavaşlamaya başlamıştı. Ellerinin maviliğine anlam veremeden kollarına baktı. Anlamadığı bir zihnin içinde sıkışmış gibi hissediyordu. Aklına düşünceler farklı bir tonda fısıldanıyordu adeta. Adada kalmalısın. Kızın ve kardeşin için. Ama Dena'nın ne kızı ne de kardeşi vardı, onun tek sahip olduğu kişi dayısıydı. Ellerini yumruk yaptığında gözlerini ovuşturdu ve bu saçma dalgınlıktan kurtulmaya çalıştı ama bakışları daha da karardı. Küçük bir çocuğun ılık ağırlığını adeta kollarında hissederken zihnine düşünceler akın etti. Benim güzelliğim,o beni hatırlayamayacak. Tek bir anımız bile olmayacak ona göre. Ben sadece var olması için hayatındaki belli bir faktör olacağım. Ah güzel bebeyim, Dena'm. Bunlar inan benim tercihim hiç olmadı. Elimizde olmadan gelişen şeyler hepimizi etkiledi. Özür dilerim. Elimde olmayan her şey için. Dena ifadesi acıya bürünürken kanlı göz yaşları avucuna düştü. Bu düşünceler kime aitti? Kendisiyle böyle konuşan kimseyi hatırlamıyordu. Avcı ise histeri krizine girmişti. Lavinya'nın ses tonunu duymasıyla beraber kafasını kaldırdı. Tüm kederi kalbine dolmuş, ablasının bir intihar görevi için adada kalmasına duyduğu öfke içinde tekrar yükselmişti. Uzun zaman geçmiş olsada duyguları ilk zamanki gibiydi. Yirmi yıl sonra onu gördüğünde duyacağı ilk şeyin öfke olacağını hiç düşünmezdi. "Bu nasıl olabilir? Bu kadar mükemmel taklit etmesi imkânsız! Onu sadece çocukken gördü!" Samuel aralarındaki masanın üstünden atladı ve Avcı'nın omuzunu tuttu, onu kendi ellerini izleyip yavaşça soluyan Dena'dan ayırdı. Onu anlasa da hiç zamanı değildi. Samuel'in de kafası Avcı kadar karışıktı. Yirmi yıl önce hatırladığı birini bu kadar mükemmel taklit etmesi: Gücün hücum ettiği zihnin derinliğini ve savunmasının sağlamlığını gösterirdi. Güçleri uzun zamandır ortaya çıkmak için bir boşluk aramış olmalıydı. "Orin, onu korkutuyorsun. Sakinleş. Ablan öldü, yirmi yıl önce! Şimdi Dena'yı sakinleştirmeme yardım et yoksa organları zarar görmeye başlayacak." Dena ise kulaklarından akan sıcak bir sıvı hissetti. Kendisine fısıldanan cümlelerde bu sayede son buldu. Soğuk parmakları kulağına değdiğinde elindeki kana baktı. Bu benim kanım olmalı. Kulağıma duymamam gereken şeyler fısıldandığı için mi bu oluyor? Benim adımı kullandı, o ses kime aitti? Daha sonra ellerinin maviliğini kanla beraber tekrar fark etti. Dena kendi kendine mırıldanırken belindeki kolların baskısı gitti. Sanki tekrar tekrar uyandığı bir rüyada gibiydi, her gördüğü şeye tekrar tekrar şaşırıyordu. Sığ nefesleriyle hipnoz olmuş gibi elindeki kanı ve el rengini izliyordu. Boğuk sesler duyduğunda odak noktası daha da puslanmaya başladı. Çevresindeki bulutsu parıltılar dağıldı, dizlerinin bağı çözülürken bacaklarının üstüne düştü. Elleriyle düşmeden zar zor yerden son an da destek aldı, o anda yerdeki mükemmel buz tabakasından kendi yansımasını gördü. Tanımadığı bir çehre doğrudan kendisine bakıyordu. Gözleri lacivert bir uzay gibiydi ve hüzünlü bakıyordu. Dudakları iradesi dışında kıpırdarken dudaklarının hareketini okudu. "Özür dilerim kızım. Elimde olmayan her şey için." Dena artık çehresinin annesine ait olduğunu anlamıştı. Nasıl bunlar oluyordu anlamıyordu ama annesi oradaydı işte, kendisinden özür diliyordu. Önce kanlı parmakları buzda annesine dokundu, parmakları yanağının yansımasında kaydı. Beyaz tenine düşen uzun dalgalı beyaz saçları soluklarıyla hafifçe sallanıyordu. Kiraz rengindeki aralık dudaklarından görünen beyaz dişleri inci gibi parlak ve sivriydi. Yuvarlak yanaklarında şekillenen kanlı yol gamzelerini doldurmuştu. Keskin ve göz çukuruna adeta gölge düşüren kaşları nefessizlikle havalanmış, alnına çukurlar açmıştı. Kulaklarında hayali bir gölge olarak parlayan beyaz taşlar sanki oradaymış gibi ağırdı. Zaman yavaşladı, Dena annesinin göz rengini merak etti. Bu görüntüye karşın sadece içinden geldiği gibi hareket etti: Kollarını annesine sarılabilirmiş gibi kendi çevresine sardı. Gözlerini kapattı ve alnını onun çehresine yasladı. Orada bir anne sıcaklığı hissetmek istemişti ama tek hissettiği birinin yokluğuydu. "Üzülme anne. Elinden gelen buydu. Lütfen, özür dileme." Samuel ise onun güçlerinin daha da güçlenmeye başladığını çevresinde tekrar oluşmaya başlayan lacivert bulutsudan anlamıştı. Avcı'yı zorla kalkanın içinden çıkarmışken Dena'ya yardım etmesi gerekiyordu. "Bunu yaptığım için üzgünüm Dena ama bilincin kapanmazsa organ bazında hasar başlayacak." Dena, ensesinde hissettiği şiddetli bir darbeyle tamamen bilicini kaybetti.
|
0% |