Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Tanıtım

@benorenda

Sessizliğini korurken içine atıldığı dünyaya tekrardan baktı. İçinde bulunduğu bu acıyı kime nasıl tarif ederdi bilemiyordu. Her şeyi ellerinden öylece kayıp gitmiş gibiydi. Kaleden kaçtığında; kayığa nasıl yürüdüğünü, arkasında patlayan bombaları ve insan çığlıklarını algılayamaz haldeydi. Kulak zarları patlamış; belindeki boş kılıç kabzasının ve birkaç tutam ot bulunan torbaların takılı olduğu, eski kıtaların işlendiği kemerinden başka şeyi olmadan kumsalda yalap şalap dengede durarak yürümeye çalışmıştı. Puslu bakış açısı ona tek bir şeyi hatırlatmaya devam ediyordu; kendisini var eden her şeyinin alınışını. Zaman algısını yitirmiş bir şekilde, okyanusun ortasında duran kayıkta oturmaya devam etti. Kaç gündür bu kayıkla sürükleniyordu? Ya da kaç haftadır? Belki de aylar olmuştu...

Dudaklarını günler sonra ilk defa araladı ve kuruluğunu giderebilmek için dili dudaklarında gezindi. Burada durup ölümü beklemek ona doğru gelmiyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Yine de herhangi bir hareket yapmadı. Bu durum yıllardır hiç tatmadığı bir şeydi. Bu yenilginin tadıydı ve tüm ruhunu ele geçirmişti.

"Ölüm beni de gelip kardeşlerim gibi ziyaret edecek: Asırlardır sabırsızlanmış olmalı."

Kendi kendine mırıldandığı o sözcükler bir anda puslu dünyasını aydınlatmıştı. Gerçekten her açıdan yenildiğini kabullendiğinin ne büyük kantıydı bu! Yüzlerce yıldır sürekli kaybettiği sevdiği kişiler sayesinde ölüme karşı direnç kazandığını düşünmüştü, her şeye alıştığını sanmıştı! İçinde yükselen histerinin ardıçlarını hissedebiliyordu, ciğeri titriyordu. Ne büyük yanılgı! Benimle asırlardır var olan kimseyi kaybetmemiştim ki... Sıradan insanların yaşam ortalamalarını çoktan kabul etmiştim. Nasıl bir bitki ölüyor, bir canlı türü yok oluyorsa onlarda ölüyordu; bizim aksimize.

Kafasını kayığın eski ve hırpalanmış tahta çentiklerine iyice bastırdı. Canı yansa da umursamadı, dünyasında şu an başka şey yoktu zaten. Evrene yaratıcı tarafından ilk gönderildiğinde kimseye ihtiyaç duymayacağını sanmıştı. Yüz yıllık yalnızlık onda doğayla yakınlaşma ve etrafı inceleme fırsatı vermişti. Binlerce yıl böyle yaşayabileceğine inanmıştı. Halbuki o zaman diğerlerini bilmiyordu: İnsanları tanımıyordu, kendisinin doğasını çözememişti.

"Ne kadar da kördüm..."

Mırıldandığı sözcükler sadece onun kulaklarında sese dönüştü. Bunu fark ettiğinde toyluğuna güldü. Ne kadarda aptaldı.

"Aynı o zamanlardaki gibi."

İlk kardeşi yollanacağı zaman huzursuzluğunu iliklerine kadar hissetmişti. Bildiği bir ortamdan alınıp öylece yalnızlığının mahvedilmesine sinirlense de ses çıkarmamıştı. İçindeki merak sesini kesmişti. O zamanda her şeyi anladığını sanmıştı. Doğayı çözmüş, devinimleri kavramıştı. Tek göremediği değişimdi.

"Ben böyle iyiyim."

"Sevgili insan: Onu zaten senin için yaratmadım. O seninle aynı anda ruhu dövülmeye başlanan biri. Ve bir beşerî beden seçecek seviyeye yeni geldi. Her birinizin tek görevi yaratılacak olan Adem oğullarına yol göstermektir."

O zaman ne kadarda kibre kapıldığını şu an bulunduğu konumdan daha iyi görebiliyordu. Gerçi, şimdide aynı hatayı yapıyordu. Her şeyi anladığını emindi, kibirle. Hafızası güçlü sanıyordu ama yanıldığını zihninden silinen ses tonundan daha iyi anlayabiliyordu. O kutsal ses tonunu asla unutmayacağını sanmıştı. O güzel gecede ansızın duyduğu berrak ve ilkbahar rüzgârı gibi beynini meste eden o sesi nasıl olurda unutur? Belki de bu, artık ölümlü olmanın verdiği bir sonuçtur?

"Ah Bilge, keşke burada olup bana bunun sebepleriyle ilgili mantıklı yollar üretebilsen."

Onun kanlı bedeninin gözlerinin önüne gelmesiyle gözyaşları yeninden bakış açısını puslandırmıştı. Yeniden doğuşunu yaşadığı sırada bebek formundayken kalbine geçirilen bir bıçakla soluğu kesilmişti. Kütüphanenin arkasındaki o metal sedye bir çocuğun ölümü olmak için hiç uygun bir yer değildi. Onun küllerini bulmayı ve yeniden doğduğunu görmek istemişti. Yine de zihninin yarattığı illüzyondan onun kaskatı ve soğuk bedenine dokunduğunda soluğu kesilerek çıkmıştı. Şok olmuş bebeksi beden metal sedyenin tam ortasında; kaskatıydı, heykel gibi ve bu beyazı kirleten kutsal kırmızı renk kalbine saplanıp geçmişti. Yüzü ölümün ansızın gelişiyle donuklaşmış, gözleri kocaman açılmış ve dudaklarında ağlamaktan akan salya birkaç dakika öncesine aitmiş gibi ılıktı.

"Onun bir varisi doğmuş. Neden bize söylemedi?"

Aklından ilk geçirdiği buydu. Kendi koyduğu kuralları tamamen unutmuştu. Aptalca tutumunun onlara zararını görmemek için suçu ona atmaya, vicdanını rahatlatmaya çalışıyordu.

"Çocuğu bulmalı ve eğitmeliyim."

Kendi kendine bunu mırıldansa da zihinsel mahkemesi devam ediyordu. Kalenin işgali gecenin bir yarısı köyün yakılmasıyla binalar savaş meşalesi gibi yanmış, geceyi güneş gibi aydınlatmıştı. Koskocaman gemiler adanın her yanını sarmış, kalkana inen insan bombalar birer mermi gibi köye saplanıyordu. Kendilerine saldıran düşmana karşı kesin bir zaferden emin olmak ne büyük bir kibir! Halbuki bir liderin en son kapılması gereken duygu bile olmamalıydı. Elini sertçe kafasına vurduğunda kayığın ortasında oturan adam küçücük bir top halini alıp saçlarını yolarak ağlamaya başladı.

"Girdiğim hallere bak! Hayatım boyunca hiç bu kadar utanç duymamıştım. Ne büyük aptallık! Binlerce girdiğim savaş bana hiçbir şey öğretmemiş! Hele onca okuduğum kitap? Tanıştığım onca renkli kişi? Bir hiç uğrunaymış! Yazıklar olsun bana! Ailem, kardeşlerim bana güvenip liderliği verdiler! Sebep ne? Ben hepsinden yüzyıl önce var oldum!"

Girdiği histeri krizinde bulunduğu duruma gülmekten kendini alamıyordu. O kadar çok gülüyordu ki kayık gülüşleriyle sallanıyor ve nefesi kesiliyordu. Sırtını kayığın kenarına yaslarken bir eli kayığın dışına sarktı ve okyanusun turkuaz soğuk suyla temas etti. Diğer eli ise yüzünü kaplıyor ve gülüşlerinin sesini bastırmaya çalışıyordu. Kan kokan eli yüzüne vuran güneşe mâni olsa da gülüşleri için aynısı söylenemezdi. Yine de bir süre sonra yoruldu, gülüşleri durmaya başlayınca eli yavaşça yüzünden kaydı. Öğlen güneşi doğrudan yüzünü yakıyordu artık. Üzerindeki sade siyah kıyafetleri okyanus tuzundan renk değiştirmiş, eskiden belinde olan kemer artık kayığın bir kenarındaydı. Göğsünün ortasında açılmış ve kalbini yardığı sanılan ölümcül yara ise artık kanamayı bırakmıştı. Derin bir nefes aldı, ciğerleri yaradan dolayı acıdı. Ama artık hiçbiri önemli değildi. Kendisini var eden her şey çoktan okyanusun dibindeydi zaten. Sessizliği onu yeniden ele geçirmeye başlamıştı. Yaptığı hataların boyutunu gördükçe kendinden tiksiniyordu. Koyduğu aptal kuralların bedeli oldukça ağırdı: Tüm kardeşlerinin varisleri aynı zaman aralığında doğmuştu ve ülkeden atılmamak için hepsi susmuştu. Onların âşık oluşunu görememiş, anne baba oldukları dönemlerde onlara destek olmamıştı. O halde asırlarca sabretmelerinin sonucu ne olmuştu ki? Hayalini kurdukları büyük aile tablosunun kırıntısını bile görememişlerdi.

"Halbuki sevgili hanımım beni uyarmıştı. O kadar ciddiydi ki kızımızı tereddüt etmeden kardeşine emanet ederek başka bir kıtaya yollamıştı. Ne kör etti beni bu denli? Burnumun dibinde olan onca olayı nasıl fark etmem!?"

Parmakları siyah saçlarının arasında gezinmeye devam ederken sadece sustu. Kibrinin körlüğünden ülkesinin yıkılması onu sadece aptal bir adam yapar. Halbuki o sadece kendisine emredilenlere uymamış mıydı? İnsanlık onları Tanrı ilan ettiğinde on binlerce yıldır yaşadıkları o insanları öylece terk etmişlerdi. Göz göre göre ölüme onları bırakmış, bir katliama öncülük etmişlerdi. Ve bunun suçluluğunu şu ana kadar duymamıştı bile. Tanrı direkt kendisine emir yolladığı için hak ettiklerini düşünmüştü ama düşününce ne kadar mantıklı? Yüzlerce yıl beraber yaşadığın; doğduklarını, büyüdüklerini ve öldüklerini gördüğü milyonlarca insanı öylece yok etmek ne kadar akıl karıydı? Yok edilmeyi hangi Tanrı haklı çıkarabilirdi? İşin neresinden bakarsa baksın mantıklı bulamıyordu artık. Sadece yaratıcıya saf bir şekilde inananlarla bir adaya gitmiş ve oradan da ilk defa şu an dışarı adım atmıştı. O sadece yaratıcını son emrine uymuş ve kardeşleriyle gerçek inanları adaya kapatmıştı. Ve kimse bu kararını garipsememişti. Çünkü Yaratıcı yalnız onunla iletişim kurmuştu. Ya bir deliyse? Neden herkes ona inanmıştı?

Yaptığı ne kadar mantıklıydı?

Tanrı gerçekten onları umursamış mıydı? Yoksa Adem oğulları üzerine oynadığı bu bahis her şeyden daha mı önemliydi? Gün sonunda Tanrı'da kibrine yenilmemiş miydi?

Ya da gerçekte bir Tanrı ile muhatap olmuş muydu?

"Siz emirlerimi yerine getirerek Adem oğullarını sonuna kadar desteklediniz. Ama onlar bunca desteğe rağmen hala bize ortaklar arıyorlar. Şeytanla cennette yaptıkları ortaklık yetmezmiş gibi burada da bana karşı geliyorlar! O halde sevgili insanlarım: Terk edin onları! Çünkü onlara göklerden indireceğim azapta sizin de harap olmanızı istemem. Adem oğulları için birer efsaneye dönüşün ve bir daha ortaya çıkmayın. Ancak onlar size gelene kadar."

On binlerce yıl, kendileriyle birlikte adaya gelen bir avuç Adem oğluyla ürettikleri sanatları korumaya ve geliştirmeye devam ettiler. O geldiğinde ise unutulan emirler gün yüzüne çıkarılmadı. Kardeşlerden ilk aşık olan insan Arel, bu sızıntıyı görmemezliğe vurmayı tercih etti. Ama diğer beş kardeş durumu kavradı. Dengeler sonunda değişmeye başlamıştı. Keşfe çıkmaları gerekiyordu. Arel bunu kabul etmek istemedi ve Adem oğullarının da desteğiyle kardeşlerini oy birliğinde yendi. Ama Tomris ilk keşfe çıkan oldu. Ve gördüğü dünya onların bıraktığında yüzlerce kat farklıydı. Üstelik kendileriyle artık irtibat kurmayan yaratıcı direkt Adem oğullarıyla iletişime geçmeyi denemiş ve bazılarında başarılı olmuştu.

Tomris'ten öğrendiği bilgilerin çoğu ikisinin arasında kaldı. Toplantıda bunları anlatamazdı çünkü bu kendi bacağına sıkmaktan farksız olurdu. Yine de Bilge zeki biriydi. Yaratıcının sözlerini ileri sürerek karısının bir işaret olduğunu söyledi ve onu destekler nitelikte yeni gelen Adem oğlunu da olaya kattı. Arel ise bir aptal gibi kendi düşüncesinden sapmadı. Bu onların sonunu getiren hamle olmuştu.

"Ah kibir, ne kadarda tehlikelisin. Seninle tanışan onca insan gördüm ve onları uyardım. Ama kendime gelince o gözler kör oldu çünkü kendime göre zaten en alçak gönüllüydüm."

Yaptığı hataları ve göz ardı ettiği her şeyin ağırlığı kalbini daha da eziyordu. Yok etmek istedi tüm bu dünyayı, var olan her bir canlıyı. Ve bu düşüncenin ardında fark ettiği bencillik onu büsbütün bitiren son hamle olmuştu. Oturduğu kayığın ortasında yavaşça ama bilinçli bir şekilde sağa doğru ağırlığını verdi. Kayık alabora olurken ettiği intikam yeminleri ve Tomris'e verdiği tüm sözler bir anda en anlamsız sözler oldu onun için.

Zaten yaşamam gerekiyorsa, o halde gerektiği zaman uyanabilirim.

Kendini, derin okyanusun soğuk kucağına bıraktı. Bu hareketi büsbütün patavatsızca olsa da binlerce yıllık bedensel hafızası onu terk etmedi ve o derin uykudan önce bedeni kendi korumasına aldı.

Bir efsane kendini öylece soğuk, tehlikeli ve bilinmez kollara bıraktığında kader yeni bir kahramanı çoktan yetiştirmeye başlamıştı.

Loading...
0%