Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@byzloey

Hepinize Merhabalar, kalemimden okuyacağınız ilk bilim kurgu kitabıma hoş geldiniz. Umuyorum ki beklentinizin çok üzerine çıkacak bir kitabı sizlere sunacağım.

İlk bölümün affı olmaz diyerek, ilk bölümü mesleğimizi ve su altını tanıtarak geçirdim. Diğer bölümler bu bölümden çok daha farklı ve olaylı gerçekleşecektir lütfen ilk bölüme aldanarak okumayı bırakmayınız.

Hepinize iyi okumalar, sizleri sandığınızdan çok seviyorum.

Instagram: Byzloey

01 . Zamanla Yarış

Orion's Belt ,Sabrina Claudio

Karanlığın ortasında bir ışık var olur, ışığın içinde ise bir Dünya. Bu Dünya'nın içinde önce zaman çıkar ortaya. Çünkü devam eden her şey zamana göre işlemelidir. Önce dünya var olur, insanların yaşayabileceği bir yere dönüşebilmesi için. İşte zaman tam da bundan ötürü gereklidir. Peki bu zaman diliminde insan mı doğaya ayak uydurur yoksa doğa mı insana?

Belki de kimse kimseye ayak uydurmaz. Böylece dünyanın sonu hiç beklemediğimiz o anlardan birinde gelir. Biz de bu sonu, ya kabullenir ölümü bekleriz ya da insani yönümüze hâkim olamayarak yaşamaya devam etmenin yollarını ararız.

Bu ne kadar mümkün düşünmeden, bu da sonumuzu getirir mi diye düşünmeden, başka insanları denek olarak kullanarak hırsımıza ve özgüvenimize yenik düşer, yeni yollar ararız. Ama bunun sonu yine hüsranla sonuçlanır. Çünkü biz yaratıcı değiliz ve onun kurallarına karşı gelemeyiz. Gelirsek, cezamızı da çekmeliyiz.

''İnsanlığın var oluşundan bu yana, sona daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştık. Küresel ısınma artık bize dünyanın sonunun ne kadar hızlı yaklaştığını göstermeye başladı. Güneş'in bir milyar süre kadar sonra oksijenimizi artık yaşanamayacak dereceye indireceğini söylemiştik geçtiğimiz yıllarda. Araştırmalarımız sonucunda böyle olması gerekliydi ama dünya üzerindeki nüfus artışı, küresel ısınmanın ani yükselişleri dünyanın sonunun hesaplanamayacak bir hızda yaklaştığını göstermekte.''

Aralık camdan içeri sert bir rüzgâr esiyordu, rüzgârdan ötürü perde bir dışarı bir içeri savruluyor, muhtemelen özenle ütülediğim halinden eser bırakmıyordu. Gözlerimi haber kanalı açık televizyondan alarak elimdeki soğuk su bardağımla cam kenarına doğru ilerledim ve kenarına yaslandım. Karşımdaki denizi seyrettim bir süre, kulağım haberlerde değildi. Muhtemelen bu kanalı açık bırakan tam çaprazımdaki banyodan az önce çıkan Nevin'di.

''Ama asıl korkmamız gereken şey ozon tabakası. Küresel ısınmanın bizi sona yaklaştırma sebebi bu. Ozon tabakasının delinmesi sonucunda Ultraviyole Işınlarına maruz kalmamız, bu durumda en büyük tehlikelerin başında gelmekte. Çünkü bu ışınlar sadece ekolojik dengeyi sarsmakla kalmıyor, vücudumuzla teması halinde ölümcül hastalıklara sebebiyet verebiliyor. Ozon tabasının git gide incelmesi UV ışınlarının artmasına ve ölümcül hastalıkların insanları sarsmasına neden olur. Yani bu sebeple önümüzdeki birkaç yıl içinde gezegenimizde yeryüzünde yaşamak pek mümkün değil.''

Nevin duştan çıktıktan sonra kulağıma sadece adım sesleri, kapının kapanışı ve muhtemelen saçını havluyla kurularken çıkardığı ses gelmişti. Bir süre ekranın karşısında dikildiğini göz ucuyla görmüştüm. Haberleri pür dikkat birkaç dakika izledikten sonra huysuzca mırıldanarak bana doğru adımlayıp pencerenin diğer ucuna yaslandı. İçeri esen sert rüzgâr bu sıcağa karşı serinletmiyordu bile.

Tam da haberlerde söyledikleri gibi yüz yılın sıcağı yaşanıyordu ve hiçbir soğuk bu sıcağa baskın gelemiyordu. Okyanusların derinlikleri dışında...

''Bir Dünya'nın sonu gelmediği kalmıştı.'' Diye söylenerek gözlerini bana çevirdiğinde karşılık bulamadığını fark edip benim baktığım yere çevirmişti gözlerini, yani âşık olduğum o görüntüye, okyanusa.

''Belki Dünya'nın sonu geldiği için vicdana gelip yazar bana?'' Söylediğine gülerek ona kısa bir bakış attım soğuk suyumdan yudum alırken. Diğer her konu da ketum olan ve mantığıyla konuşan bir kızken aşka geldiğinde tam bir ilk okul çocuğuna dönüşüyordu. Öyle saf aşık ve öyle sadık.

''Belki de sen yazarsın nasılsa Dünya'nın sonu geliyor, yani utanacak pek de vaktim yok diyerek.'' Bornozunun cebinden telefonunu çıkararak ekranına baktığında derin bir iç çekmişti. Evet platonik olduğu bir adam vardı, Nevin'in kendisine platonik olduğunu biliyordu ve öğrendiğinde tek yaptığı onu kendinden uzaklaştırmak olmuştu. Nevin ise arkasından sadece erkeklerin geç akıllandığını ve bu olduğunda ona döneceğini söyleyerek omuz silkmişti. Bazen bu sadakatine kendimi tutamadan hayranlık besliyordum.

''Buna karşı alınan önlemlerin artık geç kalındığı için bir işe yaramayacağını söylemiştiniz. Onun yerine alternatif çözümlerinizin olduğuna dair birkaç söylenti yayılıyor bunun için neler söyleyebilirsiniz?''

Arkadan gelen sesi dinlemediğimiz için Nevin koltuktaki kumandaya yöneldiği sırada kendisine yöneltilen soruya hayretle karşılanacak bir cevap veren Yağız Taner arkası dönük beni bile ekrana döndürmeyi başarmıştı. Nevin'in kumandayı tutan ve televizyona uzatan eli bile bu cevapla havada kalmıştı.

''Fark ettiyseniz az önceki cevabımda 'gezegenimizde yer yüzünde yaşamak pek mümkün değil' demiştim... Yer yüzünde yaşamak çok zor, muhtemelen en yakın süreçte hastalıklar başlayacak ve etrafımızdan bizi kuşatacaktır. Ama bu bahsettiğimiz durumlardan gezegenimizde en az etkilenecek bir yer mevcut. Orası da tam olarak suyun altında bulunuyor.''

Nevin'in bana arkası dönük olan bedeni yüzüme bakmak için döndüğünde ben de şaşkın bakışlarımı ekrandan ona çevirmiştim. ''Ne diyor bu adam be?''

Kaşlarım belli belirsiz çatılarak bakışlarım ekrana kenetlendiğinde bir soru daha yöneltildi Yağız Taner'e. Kendisi ekranlara en çok çıkan sayılı bilim insanlarından biriydi ve ülkemizin başından geçen tehlikeler için önceden tahmini bir şekilde önlemler alarak ciddi sorunları hafif atlatmamızı sağlamıştı. Ülkenin neredeyse tamamı ona tapardı, sözüne güvenebilecekleri tek bilim adamıydı.

Ona yöneltilen soru bu çözümü ne zaman hayata geçirebilecekleri ve bunun nasıl mümkün olduğu hakkındaydı. Vereceği cevabı bende oldukça merak ediyordum ama araya giren reklamdan dolayı gözlerimi bileğimdeki saate çevirdim.

''Az kaldı.'' Nevin de bakışlarını duvara asılı olan saate çevirdiğinde telaşla hala üstünde bornozla evde gezinmeye devam etmişti. ''Bugün sadece fotoğraflar değil mi?''

Kafamı aşağı yukarı sallayarak bardağımda kalan suyu kafama diktim ve dudaklarımda kalanı dilimle temizleyerek bardağı masaya bıraktım. Az önce hasretle baktığım okyanusa dalmamız için geriye sadece yarım saatimiz kalmıştı.

Nevin iki artı bir otelimizin kendi odası ilan ettiği odasına giderken ben de yan odanın kapısını açarak üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Başta takıları, ardından da kıyafetlerimi ve iç çamaşırlarımı da çıkardıktan sonra yatağın üzerinde duran dalgıç elbisemi üzerime giymeye başladım. Fermuarı sırt kısımda kaldığı için bir dakika sonra tıklanan kapıyı açarak arkamı kapıda duran Nevin'e döndüm. Fermuar arkamdan yavaşça çekildi ve elbisenin soğukluğu çıplak tenimi titretti. Fermuar sonuna kadar kapandıktan sonra önümü ona döndüğümde o da benim gibi açık sırtını bana dönmüştü.

Onun da fermuarını çektikten sonra soğukla irkildiğini fark etmiştim ama işimiz dolayısıyla buna alışmış sayılırdık. Yıllardır profesyonel olarak dalış yapan, belgeseller ve fotoğraflarla yeni deniz canlıları yeni mercanlar ve birçok farklı su altı varlığı keşfeden bizdik. Ülkeleri gezmeye gelen birçok insanla beraber yolculuk geçirir, yılın belli dönemleri dalışlar yapardık. Beraber yolculuk ettiğimiz insanlar karayı gezerken biz suyun altını gezerdik. Onlar yüzeyde kalan şehri çekerken biz su altında kalan şehirleri, onlar sokak hayvanlarını çekerken biz deniz altı hayvanlarını çekerdik.

Bu da bizim tutkumuzdu.

Nevin odasına geri döndüğünde ben de yatağımın kenarında duran dalış çantamı açarak içine palet, şnorkel, dalış maskesi, dalış eldiveni, dalış çorabı, dalış bıçağı, BC denge yeleği, dalış gözlüğü ve su altı kamerasını koydum. Dalış tüplerimiz teknenin içinde oluyordu o sebeple onu almama gerek yoktu.

Çantayı gerekli her şeyi koyduktan sonra kapatıp omuzuma astığımda kapım açıldı. Nevin kendi çantasını omuzuna takıyor ve gitmemiz gerektiğini mırıldanarak beni bekliyordu. Odamdan çıktığımda duvarda asılı olan saate kısa bir bakış attım ve aralanan kapının önündeki terliklerimi giyerek kapıyı çektim.

Beş katlı otelin ikinci katında olduğumuz için asansör beklemeden merdivenlere yöneldik çünkü sıcak her saniye daha katlanılmazdı, kendimizi acilen suya atmamız gerekiyordu.

''Her şeyini aldın değil mi?'' diyerek Nevin'e arkamı döndüğümde Nevin ''Aldım.'' Diyerek önümdeki kapıya uzandı.

Otel'in girişindeki o tatlı yüzü kırışıklarla dolu kadın bize el sallamış kendi dilinde 'Kolay gelsin.' Diye arkamızdan bağırmıştı. Böylece Tayvan'ın en güzel okyanus manzaralı otelinden çıkmış kumda teknenin bizi beklediği yere doğru yürümeye başlamıştık. Yürürken ikimizin de gerginliği havanın sıcaklığıyla artıyordu. Çünkü ikimizde yaşamadığımı ama yaşamak için günler saydığımız bir ilki gerçekleştirecektik. Okyanusun en derin noktasına inecektik.

''İlk defa bu kadar derine dalacağız, korkuyor musun?''

Yüzündeki ifade sorduğu sorunun cevabını bana vermişti, görünene göre o korkuyordu. Çünkü tam da dediği gibi ilk defa bu kadar derine dalacaktık. Mariana çukuruna oldukça yakın bir bölgeye, pasifik okyanusuna dalacaktık.

Bu yüzden gergin değil aksine oldukça sevinçliydim, çünkü orada farklı hayvanlar olduğunu biliyordum. Keşfedilmemiş hayvanlar, tehlikeli hayvanlar. Bunlar işim ve benliğim gereği heyecan duygusunu doruklarımda hissetmeme sebep olan şeylerdi.

Bu yüzden bana sadece merak ve heyecan vermişti. Korkunun zerresi yoktu, en azından şimdilik. Kendimi bildim bileli suyla iç içe, su hayvanlarıyla birlikte büyümenin verdiği öz güven ve sevgi beni bu mesleğe aşık etmişti. Şimdi mesleğe olan aşkım diğer tüm duygulara baskınlık kuruyordu. Aşk ve aile duygusuna bile.

''Hayır. Sende korkma aksi bir durum olursa diye yanımızda dalış bıçakları olacak.'' Bakışları ne kadar korkmamamın imkânı yok dercesine baksa da dilinden sadece ''haklısın.'' dökülmüştü.

Benim tek korkutabilecek nokta gerçekten söyledikleri gibi Megalodonun orada yaşıyor olmasıydı. Neslinin tükendiğini sandığımız o hayvan eğer ineceğimiz yerdeyse işte o zaman bundan korkabilirdim ama buna hiç ihtimal vermiyordum. Çünkü o görüp görebileceğimiz en büyük ve tehlikeli hayvanların başında geliyordu, kaçınılmaz bir son olurdu. Bizi hamsi gibi yer hatta yediğini bile fark etmezdi.

Bu endişemi derinlerime gömmeye çalıştım, olsa bile bizim ineceğimiz yerden daha derinde olmalı ve bu kadar yüzeye yayılmamış olmalıydı. Yani her iki türlü de ihtimali azalıyordu.

Ayaklarımın tabanın da terlik olmasına rağmen cayır cayır yanıyordu. Neredeyse koşarcasına attığımız adımlarla teknenin önüne vardığımızda bize elini uzatan Michael'in elini tutarak içeri atladık ve çantayı içeriye teknenin kenarına bıraktık. İçeride sadece görselleri inceleyen ve rapor çıkaran iki kadın vardı ve saçları başları ıslak halde bilgisayar başında çalışıyorlardı. Görünene göre bizden önce suyun tadını çıkarmışlardı.

Az önce selamlaştığımız Michael ise bizim yaptığımız belgeselleri düzenleyen ve onları son haliyle ekranlara sunan kişiydi. Bize burada çekim hakkında uyarılarda ve bilgilendirmede bulunuyordu. Rebreathers isimli dalış aparatı kenarda duruyor olduğuna göre bizden önceki ekip kayıt yapmış olmalıydı.

''Su altı durgun, hiçbir sorun çıkmayacak. Gergin misiniz?'' Michael gülümseyerek gergin suratlarımıza baktığında Nevin'le gülümseyerek kafamızı salladık.

İngilizce konuştuğumuz için anlaşamamazlık ya da herhangi bir yanlış anlaşılma aramızda olmuyordu. Yıllardır beraber çalışmış birbirimize kendi dillerimizde bazı kelimeler öğretmiştik. Onunla yaptığımız her iş eğlenceli ve sorunsuz geçiyordu. Sanırım hayatımda gördüğüm en eğlenceli ekip arkadaşıydı.

''Öyleyse hadi hazırlanın, video için sadece 150 metre inebildiler. Sizden basıncın etkilemeye başladığı noktaya kadar inmenizi istiyorum.''

Bugün ki dalışın ne kadar derine inmemize sebep olacağını bilmiyorduk ama bildiğimiz bir şey varsa o da aşağının karanlık olmaya başladığı ana kadar derine inmemiz gerektiğiydi. Michael bunu bize önceden de söylemişti, en derin dalışları yapan dalış ekiplerinden biri olduğumuz ve beraber sorunsuz çalıştığımız için belgesel ya da araştırma gibi durumlarda ilk tuşladığı numara bizimkiler oluyordu.

''Tamamdır.'' Teknenin demirlerinin ucuna oturarak dalış çantamı açtım ve önce paletlerimle çoraplarımı ardından yüz maskemi çıkardım. Michael de arkadaşı Nova ile tüplerimizi getirmek için içeri geçtiler. ''Kaç metre dalacağız üç yüzü bulur mu?''

''Bilemiyorum.'' Teknenin kenarına oturup ayaklarımızı sonunda tekneden okyanusa sarkıttığımızda Michael benimkini Nova da Nevin'inkini sırtına takıyordu. Tüpün ağırlığı sırtımıza yüklendiğinde kemerleri bağlayarak, ağız kısmını dişlerimizle fazla sıkmadan tutacak şekilde taktık ve yüz maskemizi de takarak ayaklarımızı kendimize çekip okyanusa arkamızı döndük.

''Dikkatli olun. Arkanızdan da Alex'i gönderiyorum.'' Michael'ın aksanı çok hoşuma gittiğinden hızlı konuştuğunda gülümsememe engel olamıyordum. Gözüm Michael'ın işaret ettiği tekneye yeni binen Alex'e kaydıktan sonra tekrar Michael'a döndü.

Alex deniz biyoloğuydu ve beraber çalıştığımızda bizi yönlendiren kişi tam da oydu. Ama biraz rahat bir karaktere sahip olduğundan geç gelir, sonradan bize katılırdı. Esmer bir vücuda ve yüze sahipti. Şimdiye dek çalıştığım en yakışıklı esmerdi, aynı zamanda burnu havada olan tek kişiydi. Nevin ile birbirlerinden amaçsız bir şekilde nefret ediyorlardı. Şahsi bir sorunum olmamasına rağmen Alex'e ben de sıcak bakamıyordum. İnsanlarla zıt düşmeyi seviyor onların sabrını sınıyordu, zengin ve işinde iyi olması da sanki yokmuş gibi özgüvenini aç bir çocuk gibi besliyordu.

Elimi ayaklarımın arasından tutup gözlerimi Alex'ten çekerek Nevin'e döndüm. Aynanda birbirimize kafa salladıktan sonra ters şekilde okyanusa atladığımızda geçen o kısa saniyelerde yer çekimi bedenimiz üzerinde kaybolmuştu. Derin olmayacak kadar bir mesafeye batıp suyun bizi çıkarmasıyla sudan çıktık, bedenimiz suyun üst tabakasının sıcaklığına alışırken yüzümüz de havanın çarptığı sıcak havayı emiyordu. Michael bana kamerayı uzattığında tekneye yaklaşarak elimi uzattım ve kamerayı ondan alarak ipini boynuma geçirdim.

Kamerayı aldıktan sonra fazla oyalanmadan el salladık ve birbirimize bakarak anlaşıp arkamızı dönerek suya doğru dalmaya başladık. Tüpümün kablosunda bir anlık bir kayma hisseder gibi oldum, nefesi bana daha az verir gibi oldu ama sonra düzeldi. Ara sıra nefes çekme konusunda son zamanlarda sorun yaşadığım için bunun yine onlardan biri olduğunu düşündüm ve aldırış etmeden dibe doğru yüzmeye başladım. Bunu daha çok ilk defa yapacağım bir çekimin heyecanına bağlıyordum çünkü böyle bir durum kolay kolay olmazdı ve heyecandan şu an tüpün nefes vermediğini bile hissedebilirdim.

Suyun üst kısmında kalan kısmı oldukça sıcaktı, hava koşullarından ötürü sıcak olmamasının pek mümkünatı da yoktu zaten. Dibe dalmak için aşağı doğru yüzmeye başladığımızda su yavaş yavaş soğuklaştı ve berrak renk maviye dönüşmeye başladı. Derinde yüzmeyen ve insanların da görme imkanının olduğu o renkli balıklar gözümü şenlendiriyordu. Birçok renkte küçük ve orta boy olarak sürü halinde geziyorlardı. Bazen o kadar çok olmaları isimlerini karıştırmama sebep oluyordu.

Genelde balıkların çoğu sürüyle gezdiğinden ayırt etmek pek zor olmazdı, sadece böyle renkli ve daha göz kamaştırıcı balıklar kendi türlerinden hariç türlerle sürü halinde geziyordu. Bu sebeple onlardan birkaçının fotoğrafını yakalasanız bile çoğunu elden kaçırıyordunuz ama bugün ki aradığımız şey zaten onlar değildi, onların birçoğunu zaten belgesele konu almıştık. Bugün ki aradığımız şey Mariana çukurunun yakınlarında o ışığın bile etkileyemediği karanlık noktada yaşayan ya da yaşandığı söylenen canlılardan herhangi birine rastlamaktı. Sadece seslerini duymamız ya da uzaktan gölgesini bile görmemiz yeterliydi çünkü bu başlangıç, sadece bir keşif dalışı olacaktı. Asıl fotoğrafları ilk dalışta çekebilmek çoğunlukla şanstan ibaret olurdu, aradığımız şeyi bulmamız için ortalama üç ya da beş dalış yapmamız gerekebiliyordu.

İlk yüz elli metreyi aştığımızda yüzümü Nevin'e döndüm, elleriyle bana aşağıyı işaret ettiği sırada tam önünden bir vatoz geçti. Vatozun her zaman gülümseyen ifadesi bana dönüktü bunun yanında Nevin'in Vatoz yüzünden aniden irkilerek geriye yüzmeye kalkması içimden kahkaha atmama sebep olurken bu kahkahayı dışarı salmamak için direndim. Çünkü tüpü ağzımla tutuyordum ve ufacık bir oynatma su kaçırmasına sebep olabilirdi.

Vatoz önümüzden geçip derin suların arasından kaybolduktan sonra Nevin onun arkasında kalan bakışlarını bana çevirerek tekrar aşağıyı işaret etti. Şu an ki olduğumuz yer ışığı oldukça sömürüyordu. Işık azalmış, sanki güneşin batış anı gibi varla yok arasına benzermiş gibi görünüyordu.

Daha aşağısı ise çok daha karanlığa dönüyordu. Boynumdaki kameranın yan da ki ışık tuşuna basarak önden aşağı doğru inmeye başladığımda Nevin'de hemen yanıma gelerek omuzumdan tutundu ve benimle beraber inmeye başladı.

Benim bakışlarım solda onunkiler sağdaydı. Olası durumda hiçbir yeri kaçırmamamız gerekliydi. İki yüz metreye vardığımızda işte burada ışık ne var diyebileceğim ne de yok diyebileceğim kadar azdı. Sanki güneşin önüne çizgili bir kağıt çekmişlerdi ve sadece düz çizgiler aşağı inebiliyordu. Aynı o piti piti yapar gibiydi. Bir karanlık, bir aydınlık.

Nevin omuzumu sıktığında yüzümü ona döndüm. Bana el işareti ile kamerayı sola çevirmemi işaret etmişti. Kamerayı oraya çevirdiğimde kameranın kenarından çıkan ışık sağ tarafımı aydınlattı. Bu sırada tam aramızdan büyük bir balık yan dönerek geçti. Daha önce hiç görmediğimizi ve türünü keşfetmediğimizi fark ettiğim anda kameranın açısını düzgünce ayarlamakta elimi acele tutarak fotoğrafını çektim.

Evet.

Aksel 1, Mariana çukuru 0.

Balık hızlıca gözden kaybolduğunda az önce yakaladığım fotoğrafı açtım. Kahverengi derisinde kabarcıklar olan ama süzgeçlerinin yok denilecek kadar ince çizgilere sahip olduğu bir balıktı. Gözüme garip gelen şey kuyruğunun bıçak kadar keskin olması ağzının ise birbirine yapışmış gibi duruyor olmasıydı.

Kamerayı tekrar ışığı için kullanmaya dönmeden önce resimden çıkıp tekrar çekime hazır haline getirerek Nevin'in önden gittiği derinliğe doğru peşinden indim. Her inişimizde basınç daha dayanılmaz daha hissedilir ve daha tehlikeli oluyordu. Kulaklarımın hafif tıkandığını hissettiğimde yüz kaslarımı oynattım ama pek etkilediği söylenemezdi. Tıkanıklık şimdiden başlamıştı ve kanımın akışının yavaşladığını bile hissedebiliyordum. Aldığım nefes çok farklı hissettiriyordu.

Artık iki yüz elli metre dibe varmış olmalıydık. Işık bile buranın içinde ufacık kalmıştı. Sanki biri kedisini oynatmak için nokta kadar ışık tutuyordu.

Etrafı her ihtimale karşı kontrol ederken Nevin duraksadığın da bende duraksadım, o sıra da bileğindeki su altı ışığını yakarak bana döndü, solu işaret etti ve işaret diliyle ''Oraya gidiyorum, fazla açılmayacağım eğer seni çağırırsam...'' Diyerek elindeki ışığı işaret edip ''Bunu yak söndür yaparım.'' Diye devam etti.

Kafamı sallayarak onu onayladıktan sonra kamerayı boynuma bırakıp bende işaret diliyle ''Dikkatli ol.'' Diye cevapladım.

Kafasını sallayarak önümden geçip gitti. Onun dikkatle gidişini izledikten sonra arkamda kalan kısma dönerek kamerayı tekrar elime aldım. Eh, su altında yalnız kalmaktan ufacık korkum olmazdı elbette ama bu kadar derine indiğimiz sayılı anlardan biri olduğundan içimde ürperti olmaması imkansızdı. Çünkü buranın ucu bucağı olmazdı.

Ağzımdan içeri giren oksijen aynı dibe daldığım zamanki gibi azalmaya başladığında kaşlarım çatıldı, elimi ağızlığıma götürerek düzelttim. Birkaç dakika sonra düzeldiğinde kamerayı tekrar alarak yüzmeye başladım, yatay olarak.

Tam solumda güneşin ışığının sızabildiği bir alan vardı, güneşin gölgesi gibi görünüyordu. Işığını vurduğu, yosunların sardığı taşın üstünde yatan bir deniz canlısı gördüğümde eğilerek ona çok yaklaşmayacağım ama çekim için gerekli olan bir yakınlığa gelene kadar ağır hareketlerle yüzdüm.

Dışındaki deri tamamen mordu aralara karışmış beyaz benekleri vardı. Hemen yanında kendiyle aynı tür bir varlık daha göründü, yaklaşana kadar onu fark edememiştim ama yaklaştığımda onun yeşili yosunlarla öylesine tonu tonuna aynıydı ki yaklaşmasam onu görmemin mümkünatı olmayacağını anlamıştım. Bu hayvan gözümde aynı bukalemunu andırmıştı.

Vücudu inceydi, vatoza benziyor gibiydi ama derisi daha kadifemsi duruyor ışığın üstüne süzülmesiyle derisi daha da parlıyordu.

Parmak uçlarımın resmen dokunmak için karıncalandığını hissettim.

Gözlerimi sonunda onun güzelliğinden alarak kamerayı önüme çektiğimde bir resim daha dolması gereken galeriye eklenmişti. Zafer duygusuyla kamerayı indirdim.

Aksel 2, Mariana çukuru 0.

Bu resmin çekilmesinin ardından yatan o su canlısı bir anda kalktı ve gözden kaybolurcasına yüzdü, yeşil olanı ise hala orada kamufle halde yatıyordu. Gözlerimi az önce giden hayvanın arkasına çevirdiğimde gözlerim dikkatle bir yerde takılı kaldı, güneş ışığının arkasında kalan büyük bir gölge gördüm.

İnce ama uzun bir gölge.

Kuyruğu olan bir gölge.

Nefesim başta tıkandı, insani yanıma ait tüm duyguların bir karmaşanın içine karıştığını hissettim. Doğru yanlışların ve buna karar verenin ne olduğuna bir an karar verememiştim. Gözüm karşımdaki görüntüye bakıyordu ama aklım gözüme karşı geliyor gördüğüne inanmıyordu. Zihnim acaba bana oyun mu oynuyor diye düşündüm. Sonra bunun bu raddeye gelemeyeceğini varsayarak düşüncemi def ettim. Gerçeği kabullenemeyen aklım bahaneler ve yalanlar arıyordu ama gerçek teraziyi paramparça ediyordu. Eğer kameranın ipi boynuma asılı olmasaydı elimden alamayacağım bir derinliğe düşmüş olacaktı.

Nefeslerim kesilen zamanın acısını çıkarırcasına panikle hızlandığında tüpten bir cızırtı geldi, aldığım nefesi hissedememeye algılayamamaya başladığımı hissettim, anlık bir nefes tıkanıklığına uğramıştım. Omuzumun üzerinden göz ucumla gördüğüm bir ışık yanıp sönmeye başladı.

Nevin beni çağırıyordu ama tepemizden başka bir ışık süzüldüğünde dikkatim geçici bir an Nevinden de, gördüğüm görüntüden de dağıldı.

Gözümü dikkatimi çeken o ışıktan aldım, göz ucuyla suyun daha üstünde bir çift palet görmüştüm ama umurumda değildi, umurumda olan tek şey karşımdaki aklımın gözlerime yanıldığını haykıran görüntüydü. Bir hızla dağılmış dikkatimi toplayarak daha dikkatle baktığımda hala orada dikildiğini gördüm. Karşıda kalan incecik güneş ışığının arkasında.

Sadece ışığın vurduğu kısımda kalan kuyruğunun ucu görünüyordu, gümüş rengindeydi ve satenin ışıkta göz alıcı parlaklığı gibi bir parıltıyla parlıyordu.

Vücudunun geri kalanı gölgeden ibaretti, görünmüyordu. Sadece silüeti görünüyordu, üst kısmı geniş bir yapıda, altı da en olarak genişten inceye doğru iniyordu ve tahminen göğsünün altından bedenini sarmaya başlayan şey kuyruğunda gördüğüm o gümüş kısmıydı çünkü gölgede bile parlayabilen bir alıcılığa sahipti.

Gördüğüm gerçek miydi?

Değil miydi? Gerçek olmalıydı.

Ona daha fazla yaklaşırsam korkup kaçacağı ya da diğer deniz canlıları gibi aniden ortadan kaybolacağını düşündüğüm için hızla titreyen ellerimle kamerama yöneldim.

Onu istediğim açıya ayarlarken bile öylesine panik ve heyecanla dolmuştum ki boynumdaki ipini çekiştirdiğimi yeni fark etmiştim.

En sonunda çekiştirmekten ipi kopardım, farkındalık duygumu kaybetmiş delirmiş gibi davranıyordum. Kamerayı karşımdaki gölgeye yönelttiğimde hiçbir şeyin görünmediğini fark ettim, ona yaklaşmalıydım. Nefesimi kontrollü tutmaya çalışarak korku içinde ona doğru çok yavaş ve ağır şekilde yüzmeye başladım. Şu an yaptığım bir delilikti ama gördüğüm çok daha delicesiydi.

Hareket etmediğini gördüğüm için yanağımı ısırdım. Beni görmediği için mi kaçmıyordu, ne olduğumu anlamadığı için mi? Yoksa ona yaklaşmama izin mi veriyordu?

Tüpten gelen nefes yine azalmaya başladı, bunu şu an kontrol edemeden aldığım sık nefeslere bağlayarak önemsememiştim çünkü karşımda gördüğüm şey belki de hayatımda göreceğim ilk ve son bir görüntüydü.

Karşımda gördüğüm bir deniz insanıydı.

Kuyruğu uzun bedeni geniş saçları omuzuna gelen ve simsiyah gölgeden oluşan kuyruğundan bedenini saranın gümüş renkli bir deriye sahip deniz adamı.

Sertçe yutkunarak kameraya baktığımda o parlayan gri gözlerini görmemle kamera tekrar elimden düşer gibi oldu ama son anda sıkı sıkıya sarılmıştım. Ardından gördüğüm görüntünün gerçek olup olmadığını anlamak için bakışlarımı kameradan kaldırdım.

Yutkundum bir kere daha, sertçe.

Çünkü kuyruğu ile aynı renk gözleri aramızdaki bu kadar mesafeden bile parlıyordu ve kımıldamadan orada durmaya devam ediyordu.

Oksijen tüpümden bir ses daha geldiğinde elimi acele tutarak kamerama yönelip fotoğraf çekme düğmesine bastım. Kameranın sessizliği deniz altındaki sessizliğe bedeldi ama fotoğrafı çekmişti. Makineyi indirerek karşımdaki parlak gri gözlere baktım.

Tam bu sırada beni uyaran hücrelerim haklı çıktı, tüpümde arızalanma olduğunu art arda çıkarmaya başladığı seslerden daha net anlarken bir anda nefesimin kesilmesiyle basıncın bedenimi çarptığını hissettim. Elim boğazıma doğru yöneldiğinde kamera elimden düşmüştü. Boşta kalan elimi tüpe doğru uzatmaya çalıştım ama göz kapaklarım zorla kapatılıyor gibi gücünü kaybediyordu. Boğazımdan aşağı hiç bir şey akmadı, bedenim de zonklama kalbimde güm sesleriyle depremler hissettim.

Bir anda o parlak gözler gözüme çok daha yakın ama çok daha bulanık gelmeye başladı.

Işığın arasından geçtiğinde bana yaklaştığını kavrayabilmiş, O kısacık süre de bedenini görmüştüm yalnızca. Teni bembeyaz görünüyordu, bildiğimiz beyazdan çok daha beyazdı. Bedenini saran o gümüş göz alıcı desenli ve deniz kabuklu kuyruğu tam da tahmin ettiğim gibi bedenini sarmaya göğsünün altından başlıyordu, bileğinden koluna uzanan sarılı bir bileziğe benzer bir şey çarptı gözüme. Diğer kolundan omuzuna uzanan desenler vardı ve ışıkta parıl parıl metaldenmiş gibi parlıyordu.

Öyle göz kamaştırıcıydı ki onu gören gözlerimin git gide bulanıklaşmasını engellemek için elimden geleni yapardım ama yapabilecek hiçbir şeyim olmadığının da farkındaydım.

Aksel 0, Mariana çukuru 1.

Kafam geriye doğru düştüğünde bilincimin son damlalarının aktığını hissettim. Bedenim yaptığı her şeye son veriyordu. Vermeden hemen önce gördüğüm şey ise gözlerinin uzaktan görünenden çok daha parlak olduğu ve kameramın derine battığıydı. Gözlerinin hemen ardından hissettiğim tek şey dalgıç kıyafetimin bile engelleyemediği bedenime değen bir soğukluk oldu.

O soğukluğu okyanusa aşık bir kızın, âşık olduğu okyanusun dibinde nefessiz ve ölüme yakın haliyle bir deniz adamının kollarında olması takip etti.

İki denize aşık, ayrı dünyaların insanı,

Yan yana,

Okyanusun dibinde ve birbirinin teninde.

Aynı masallarda anlatıldığı gibi, aynı masallarda başlayan aşk hikayelerinin ilk sayfası gibi.

 

(Bu fotoğrafı ters olarak hayal edelim

(Bu fotoğrafı ters olarak hayal edelim.)

 

Loading...
0%