Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@byzloey

İyi okumalar.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın :) Sizleri seviyorum.

3. bölüm | Son Şans

Gökyüzünün yansımasıdır denizler derler. Suyun üstü o kadar şeffaftır ki tek gördüğü gök yüzünü aynaymış gibi yansıtır. Bu aynayı insanlara tutsak yanşayacak olan her şey okyanusların aksine oldukça karanlıktır. Çünkü insanlar doyumsuzdur, nefislerinin bir sonu yoktur. Bu öyle derin bir çıkmazdır ki orada boğulur ama ölmez, hissetmez.

Biz insanlar için bu güzellik fazlaydı, ona rağmen bu güzelliğe doymuyor daha fazlasını istiyorduk. Çok daha kötüye doğru ilerliyorduk, eğer yaşamın sonu geldiyse bizim de sonumuz gelmeliydi ama biz bunu kabullenmiyorduk. Kaderimize sanki yapabileceğimiz bir şeymiş gibi karşı çıkıyorduk.

Bu yüzden de tüm hayatımızı değiştirmeyi göze almıştık, milyonlarca insan almıştı.

Önce depremler ve yangınlar vurmuştu. Sonra herkes felaketin bittiğini ve sona o kadar da yakın olmadığımızı düşünmüştü normale döndüklerinde ama hayallerini kıran ve paramparça eden yayılan hastalıklar olmuştu.

Şimdi de bir hayalin peşinden koşarak bir kırılma noktasına daha gideceklerdi, denizle derin bir bağı olan benim bile içime sinmeyen bu yol bana bunu hissettiriyordu. Sondan kaçmak yerine, ona koşa koşa ilerliyorduk.
Suyun altının tamamını hiç kimse şimdiye dek keşfedememiş keşfedebilecek bir alet tasarlayamamıştı.

Şimdi ise bilim insanları hiç bilmedikleri bir yerde yaşama alanı oluşturmaya çalışıyorlardı. Bahaneleri ise sadece fazla derine inmeyeceğimiz ve yaşam alanı kurabileceğimiz alanda yaşamaya devam edeceğimizdi. Aşağıda yeni bir hayat kuracağımızdı.

Dili olan herkes dilsiz olacaktı, ayakları olan herkes yürümeyi bırakacaktı, teni güneş gören kuru olan herkes kuruluk nedir hatırlamayacak güneşi sadece suyun izin verdiği kadar görecekti. Aldığımız nefes bildiğimiz nefes olmayacaktı.

Gerçekten buna hazır mıydık? Buna uyum sağlayabilir miydik?

Bir yanım bunu gerçekten istiyordu, denize küçükken bile sevinçle atlayan bir kızdım ben. İlerde olacak çocuğumun isimleri bile belliydi, tahmin edebileceğiniz üzere bu isimler de denizle ve suyla alakalıydı.

Ama saatler sonra yapmayı düşündüğüm şeyden sonra bu bir imkansıza dönüşebilirdi. Belki de hiçbir zaman çocuğum olamayacaktı, bir daha kendi sesimi ne zaman duyabilecektim?

Yüzeye çıkabildiğimde mi? O zaman güneşi hissedebilir ve konuşabilirdim ama ya çıktığımda göreceğim bu görüntü yıkılan ve mahvolan şehrin görüntüsü beni de içine çekerse? Ya benliğimden vazgeçmek zorunda kaldığım bu sebep gözlerimin önüne geldiğinde tüm geçmişimi ve geleceğimi bıraktığım o yerin yıkımını gördüğümde buna alışamazsam?

Fikirler beynimde öylesine dört dönüyordu ki, uçakta geçen yolculuk boyunca alakalı alakasız her şeyi aklımdan geçirerek kendime saatleri zehretmiş başımı ağrıtmıştım. Sabahın erken saatleri daha mantıklı düşüneceğime inandırmıştı beni ama şimdi bir yanım yaşaman için bu en mantıklı yol derken diğer yanım bu tamamen mantık dışı diye bağırıyordu.

Arabayı Alex kullanıyordu, uçağa bizi götürürken son olayları öğrenebilmek için ailelerimizle iletişime geçmiştik. Ailemizin hastalık kaptığını öğrendiğimizde Nevinle birbirimize attığımız bakışlar aynı düşüncede olduğumuzu kanıtlamıştı. İkimizde ailemizi kurtarmak için ve bunun gerçekliğini kabul etmek için o deney kobaylarından biri olmayı kabul etmiştik.

Keşke buna zorunda olduğumuz için karar vermiş olmasaydık.

Nevin ile benim ailem su altında yaşam için gönüllülerden biri olacağını bunun için verdikleri tedavi işlemine katılacağını söyleyerek bizi dinlemişti, bunun için Nevin ile biz ne kadar sevinsek de Alex sevinmemişti. Bunun altında başka sebepler yattığını düşünüyordu, bize iyi bir şey yaptığımızı sanırken kötü bir şey yaptığımız konusunda birkaç söz söylemiş üzüldüğümüzü görünce de yanılabileceğini söyleyerek söylediklerini yumuşatmaya çalışmıştı ama geç kalmıştı.

Bu fikir Nevin ile benim aklıma çoktan girmişti ve saatler bu düşünceyle bize zehir olmuştu, yine de ikimizde tek kelime etmemiştik.

İnmemize dakikalar kala kemerimizi çıkarırken birbirimize kaçamak bir bakış attık. Ağzımıza kapattığımız maske aldığımız nefesi psikolojik olarak azaltıyor bizi henüz inmediğimiz o hastalıklı yere şimdiden adapte ediyordu. İkimizde durmuş uçakta ayağa kalkarak çantamızı ardından da bavullarımızı alarak uçaktan indiğimizde etraftaki azalan bu insanlara şaşkınlıkla baktık.

Havalimanı her zaman kalabalık olan yerlerden biriydi ama şu an o kadar boştu ki, göç edilmiş bir şehre inmiş gibi hissediyordum.

Teknik olarak öyle de sayılırdı.

''Gözlerim gördüklerime inanıp inanmamak arasında kararsız.'' Diye mırıldandı bavulunu çekerken büyümüş gözlerle etrafı inceleyen Nevin.

Ben de ona katılıyordum, inenler haricinde hiç kimse yoktu, çalışanlar bile.

Sadece sayılı uçak görevlileri vardı onlar da bugünden sonra uçuşların olmayacağı hakkında bilgilendirme yapmıştı. Uçuşlar bugünden itibaren bu ülkede yasaklanacaktı.

Sadece özel uçakla gelebilen insanlar gelebilirdi ama hiçbir insanın buraya geleceğini düşünmüyordum çünkü birçok yer biz buraya gelmeyeli çok daha fazla yangına maruz kalarak kül olmuş ya da sel ve depremle çöküntüye uğramıştı. Şehirlerin birçok kısmı haberlerde görünenden çok daha kötüydü.

Harp iddiaları haberlerde gördüğüm kadarıyla uzun bir süre bu olanların sebepleri olarak gösterilmişti ama suçlamaya tabi tutulan kimse olmamıştı ve bu konu gündemden yeni gelen depremlerle silindi.

Yerini çok daha farklı haberler almıştı, öncelikle yeni bir doğal afet ardından ölenler ve istismar olaylarıyla bu düşüncenin üstü örtüldü. Şimdi ise Dünya'yı değiştiren bu vaziyet tüm haberlerin üstünü örtmüştü.

Arınma gecesi olsa bile kimsenin bunu bilmeyeceğine emindim. Çünkü bir, böyle bir şey olması için insan lazımdı ama sokaklarda hayvanlardan başka kimse yoktu. İki, herkes kendi hayatını önemsediğinden başkasının hayatına öncelik tanımazdı.

''Eee taksi de mi yok?'' havalimanından çıktığımızda etrafa boş boş bakındık. Gerçekten bir tane bile taksi yoktu. Köşede bir durak duruyordu ama içeride kimse yoktu.

''Şaka mı bu ya?'' diyerek isyanına devam etti.

Uçaktan bizimle beraber inen otuz kişi de öylece etrafına bakıyordu. Nevin de gözlerini kestirmiş çaprazımızdaki köşede duran taksi durağına bakıyordu. Elini alnına vurarak aralık dudaklarıyla bir taksi durağına bir de bana baktı.

''Eğer insanlar gittiyse, anahtarlarla gitmiş olamazlar değil mi?'' diye sorduğunda ona kaşlarımı çatarak baktım. Sanırım bu konuda da aynı düşünüyor olamazdık, olamazdık değil mi?

''Taksi mi çalacağız?''

''Ona çalacağız demeyelim, ödünç alacağız.''

Bavulunu sürüklemeye başlayarak taksi durağına doğru ilerlemeye başladığında arkasından ''Hadi ama şaka mı?'' diye bağırdım ama o sadece elini kaldırıp gelmemi işaret etmişti. Arkamızda kalan insanlar da öylece dikilmiş bize bakıyordu.

Hepsi Türk müydü bilmiyordum ama Türk olmayan birinin böyle bir zamanda Türkiye'ye gelmek istediğini de düşünmüyordum.

Nevin taksi durağının önüne geldiğinde bavulu kapının önünde bıraktı ve cama yaklaşıp içeri baktı. Ben de memnuniyetsiz bir yüz ifadeyle arkasından ilerliyordum. Yüzünü camdan çekerek bana döndüğünde kafasını olumsuzca sallayarak elini kapı koluna uzattı. İçeri de kimse yoktu, kapı açıldı.

Nevin sevinçle içeri girdiğinde bende kapıdan yüzümü ona uzattım. Araba anahtarları olduğu gibi duvarda asılıydı. Nevin herhangi birini kaparak çıktığında elindeki anahtarın iki araba öndeki taksinin anahtarı olduğunu kavrayarak oraya doğru yürümeye başlamıştı.

Şu an resmen bir taksi çalıyorduk ve daha da kötüsü bunu bilebilecek ya da engelleyebilecek hiçbir insan yoktu.

''Nevin...''

''Daha iyilerini kullanmıştım.'' Diye mırıldanarak bagajı açtığında yüzüme baktı ve demek istediklerimi dudaklarımı aralamadan anlayarak omuz silkti. ''O ahlak kurallarını bir süre devre dışı bırak canım, buradan gönüllüleri topladıkları yere yürüyerek gidecek değilim. Bak sen şu ayaklara...'' ayağını öne uzatıp gözüyle işaret etti, tırnaklarına sürdüğü yeni oje terliklerinin önünden güzel gözüküyordu.

''Hiç narin ayaklarıma kıyacak bir tipim var mı benim? Bak şu güzelliğe.'' Ayağını çevirerek göstermeye devam ettiğinde derin bir nefes vererek elimi alnıma uzattım.

Diğer elimi de bavuldan çekmiştim. Alnımı ovalayarak gözlerimi yumduğumda kulağıma bavulun tekerlek sesi geldi. Bavulları bagaja koyup kapıyı kapatmıştı. Adım seslerini yanıma kadar duyduğumda gözlerimi aralayarak ona baktım. Hemen yanımda duruyordu, tek fark benim yüzüm öne dönükken onun sadece yüzü değil bedeni de arkaya dönüktü.

Ellerini kaldırarak arkadaki kalabalığın dikkatini çektiğinde bir elini taksi durağına uzattı. ''ANAHTARLAR İÇERİDE!''

''ne yapıyorsun?'' kaşlarımı hayretle kaldırıp dudaklarımı kızgın ve şaşkınca araladım, bir yandan da ellerimle onu engellemeye çalışıyordum ama onun bana attığı çatık kaşlı bir bakış ve çemkirerek çektiği koluyla ifadem anında bozulmuştu.

''Ne ne yapıyorsun be? Millet burada mı kalsın? Sen ne kötü bir şey oldun ya nerede senin ahlakın insanlar buradan kaç saat yürüyecek gidecekleri yere?''

''Bizim çaldığımız yetmiyor gibi milleti de teşvik ediyoruz, harika!'' Bana tek kaşını kaldırarak baktı bir süre ardından bir elini anne edasıyla beline yerleştirdi.

''Sen çok istiyorsan yürüyerek git canım, yarına görüşürüz sanırım.''

''Çok komik.'' Bana sırıtarak yolcu koltuğuna ilerledi, kapıyı açarak eliyle binmemi işaret ettiğinde diğer insanların sesi artık yakından gelmeye başlamıştı. Bavul tekerlekleri ve konuşma sesleri belli belirsiz duyuluyordu.

Nevin'in açtığı kapıdan yolcu koltuğuna bindikten sonra kapanan kapıyla sıcaktan elime yelpaze yaparak hava vermeye çalıştım tenime, burası gerçekten öylesine sıcaktı ki, damla damla sular bedenimden akıyordu. Üzerimdekilerin su olması uzun sürmezdi.

Maskeyi boynuma indirmeme rağmen su içindeydi. Nevin şoför koltuğuna biner binmez maskesini dışarı attı ve kapıyı kapatıp anahtarı kontağa takarak arabayı çalıştırdı.

''Gidelim bakalım şu merkeze, ne yapacaklar bize...'' arkamızdaki araçların kapı sesleri duyulduğunda bakışlarımız dikiz aynasına kaydı, herkes taksilere biniyordu.

Nevin sırıtarak ''Keşke Dünya'nın sonu gelmeseydi, kimsenin olmadığı bir yerde aşırı eğlenirdik.'' Dediğinde ''Ya... sorma.'' Diye mırıldandım.

Araba havalimanından çıkmıştı, Nevin ceza yazacak memurlar olmadığından hızlı sürüyordu.

Ara sıra keyifle bağırıyor elini dışarda savuruyordu, bunun muhteşem olduğunu söylemesinin yanında sadece merkeze gidene kadar bu tutkuyu yaşayacağı için üzgündü.

Benim aklımdan çıkmayan dertler Nevin'in aklına uğramıyordu bile, korktuğu bu gönüllülük projesini gidene kadar düşünmeyeceğini hareketlerinden okuyabiliyordum.

Nevin yol boyunca açtığı müziği bağıra bağıra söyledi, normalde bir saat sürecek merkezin yolunu tam yirmi dakika da gelmiştik. Hızlı sürmüş yol boyu eğlenmişti, bana yaptığı tek açıklama ise bir daha bu kadar eğlenememe ihtimalinin olmasıydı.

Sanırım ona hak verdiğim sayılı anlara bir tanesi daha eklenmişti.

Gönüllülük projesi için toplanılan merkezin önüne geldiğimizde taksiyi öylece yolun ortasında bıraktık. Burası araba doluydu ama camlardan gördüğümüz kadarıyla hepsinin üzerinde anahtarlar duruyordu.

''Araba mağazasına dönmüş burası...''

''Bence de.'' Diye mırıldanarak etrafımdaki en külüstürden en lüksüne kadar sıralanmış arabalara hala bakıyordum.

Tahmini beş sokak öteden başlamışlardı kenarlara park etmeye, bunun sebebinin merkez olduğunu düşünmemiştik. Bu kadar uzun boylu olduğuna ihtimal veremezdik ama her şey gerçekti ve uzun boyluydu.

Şu an buradaydık, geleceğimizi değiştiren o noktadaydık.

Hala dönüşümüz vardı, hala taksiye binerek geri dönebilirdik ama dönebileceğimiz tek yer evimiz olurdu çünkü uçaktan inerek buradan bir daha çıkamayacağımızı garantilemiştik, şimdi de o tüpleri takarak sudan çıkamayacağımızı garantilemek üzereydik. Ne kadar geri gitme, vazgeçme şansımız olsa da bundan vazgeçmeyecektik.

Nevin iner inmez kapımı açtığında benim hala olduğum yerde durduğumu fark etti, tereddütlerimi hissediyordu. ''Senin koşa koşa gitmen gerekiyordu.'' Diyerek düşüncemi onayladı.

''Evet eğer normal bir yolla inseydik, koşa koşa giderdim.''

''Aksel, suyun derinliklerini bilen sayılı dalgıçlardanız...''
''Ama bizim bile inerken korkularımız oluyor çünkü aşağıda ne var bilmiyoruz. Neden yıllardır keşfedilmedi daha derin noktalar?''

''Oralarda yaşam yok Aksel.'' Nevin kolunu taksi kapısına yaslayarak bana baktı, kaşları şefkatle yükselmişti.

''Ayrıca o kadar derinlere istemedikçe inmek zorunda değiliz. Bu Dünya'yı nasıl keşfettiysek orayı da keşfedeceğiz. Bak benim de korkularım var ama ölen sayısı her geçen gün yükseliyor Aksel, eğer sana ölmek için seçenek sunulsa nerede ölmek isterdin? Karada mı, suyun altında mı?''

''Söylediğin gibi... Öleceğimiz yeri seçiyoruz, yaşayacağımızı değil.'' Yolcu koltuğundan kalkarak Nevin'i arkamda bıraktım. Merkeze ilerleyen her bir adımım korkuyla titremişti.

İlk kez, dalacağım sudan korkuyordum.

Gergin nefesler alarak merkezin önüne gelip durduğumda Nevin'in bana yetişen adımları kulağıma ilişti. Benim gibi duraksadı. Merkezin içi beklediğimden kalabalıktı, arkamızdan bizim gibi gelen taksiler görünüyordu.

Demek ki herkes bunun için gelmişti, aynı bizim gibi.

İçeri girmek için attığım adımla otomatik kapı açılırken Nevin de benim gibi ileri adımladı. İçerisi nemli ama serin bir havaya sahipti, dışarının sıcağı içeriyi etkilemiyordu.

Ailemiz tedavi için görüşme yasağı olan, hastalığı kapanlar için özel kapatılan başka bir merkezdeydi. Kurallar katıydı, kimseyi kesinlikle görüştürmüyorlardı.

Derin bir nefes alarak telefon kılıfımda duran kimliğimi çıkardım ve danışma da duran kadının önüne geldiğimde Nevin'le aynanda kimliğimi uzattım.

İçeri girerken maskemizi kapatmayı unuttuğumuzdan kadının el işaretiyle maskemizi yukarı çektik, tenimiz gibi o da su olmuştu.

Kadın Nevin ile benim kimlik numaramı sisteme girdikten hemen sonra soldaki üzerinde Gönüllü Sağlık Kontrolü yazısı olan kapıya yönlendirdiğinde Nevin'le beraber oradan merkezin başka büyük bir alanına giriş yaptık. Kimliklerimiz söylediğine göre onlarda kalıyordu.

Nevin ile aynanda bunun için birbirimize bakmıştık ama bu kendimizden verdiğimiz ikinci iltimas olarak sessiz kaldığımız diğer bir konu olmuştu.

Açılan kontrol için ayrılan odanın kapısından içeri girdiğimizde geniş alanda çekili perdeler bizi karşılamıştı. Herkesin kanı alınıyordu, her hasta arası perdeler çekiliydi.

Çalışan doktor önlüklü insanlar ortada geziniyor kanları kutuya yerleştirerek diğer odaya taşıyorlardı. Herkeste maske hatta çoğunda yüz koruyucu bile vardı.

Hastalık gerçekten korktukları kadar kötü olmalıydı. Ellerindeki eldivenler ve titizlikleri bana bunu hissettirmişti. Elindeki kanları kutuya bırakan diğer bir önlüklü kadın bize doğru adımladığında dikkatim etraftan önüme yani kadına dönmüştü. ''Hoş geldiniz, sizi şöyle alayım.''

Eliyle işaret ettiği boş sandalyeye Nevin önden giderken diğer boşalan sandalyeye de başka bir kadın geçmem için işaret etmişti. Nevin'in tam karşısıydı. Oraya geçerek açık kolumu çalışana uzattım.

''Mers kaptınız mı?''

''Hayır.'' Kadın kafasını aşağı yukarı sallayarak ıslak pamuğu damarlarımın üzerinde gezdirdi. Ardından kolumu sararak iğneyi poşetinden çıkardı.

''İğneden korkar mısınız?''

Cevabımı ikinci kez tekrarladım. ''Hayır.''

İğne tenime battığında kadın tüpü iğnenin ucuna taktı ardından kanım tüpe hızlıca dolmaya başladı. İğneyi batırırken acımamış ya da naif davranmamıştı, canım yanmıştı.

Tam altı tüp kan alındı. ''Bu kadar kanın sebebini öğrenebilir miyim?'' diye mırıldandım merakla.

''İkisi Mers testi, ikisi soluyacağınız oksijenle uyum testi gibi diyebiliriz kısaca. Diğer ikisi de genel testler.''

''Genel testler...''

Kafasını aşağı yukarı sallayarak üçüncü tüpü taktı.

Verdiği hiçbir cevap beni tatmin etmemişti. Gözlerimi kadından karşımda oturan Nevin'e çevirdim. Onun da tatmin olmadığını bakışlarından görebiliyordum.

Ona da beşinci tüpü takılmıştı. Kadın dolan tüpü çıkardı ve sonuncuyu taktı. Benim de beşinci şimdi takılmıştı. Herkes kan vererek sorularla ayağa kalkıyordu.

Haberlerde ne kadar bilgi verseler de hiçbiri böyle bir durumda yeterli kalmazdı. Biz burada değildik, bu durum hakkında detaylı bilgilenmeye maruz kalmamış manipüle olmamıştık.

Ama bu durum için burada yaşayan insanları uzun süre önceden hazırlamaya başladıklarını görmek çok da zor değildi.

Nevin pamuğu damarlarına bastırarak ayaklanırken benim de son tüpüm takıldı. Kadın koluma sardığı çıkarmış pamuğu da tek eliyle koparak elime tutuşturmuştu. Son tüpte bittiğinde iğneyi kolumdan çıkardı ve tüpleri avucunda toplayarak ''Geçmiş olsun.'' Diye mırıldanıp kutuya yöneldi. Onun gidişinin ardından yüzünün tamamı maske ile kapatılmış iki adam geldi ve biri Nevin'e doğru ilerledi. ''Merhaba Aksel hanım, Profesyonel bir dalgıç olduğunuzu biliyorum ama dosyanızı onaylayabilmem için tekrardan kontrol etmek durumundayım. Söylediğim cümleleri işaret diliyle tercüme eder misiniz?'' Adamın gözü hariç hiçbir yeri açıkta değildi. Kafamı memnuniyetsiz şekilde sallayarak gözlerine baktım. Bitkin ve yorgun görünüyordu.

''Su altı deneyinde gönüllü olarak katılım sağlıyorum.'' Ellerimi kaldırıp söylediğini el işareti ile yaptım. Dikkatle işaretlerime baktı ve kafasını onaylar şekilde sallayarak devam etti. ''Hastalık ve deney için yapılan testlerden geçtim.'' Tekrar işaretle söylediklerini çevirdim. ''Tamamdır.'' Diyerek elinde ki kağıda onay tiki attı ve kapatıp elindeki dosyayı indirirken yanda duran boş tekerlekli sandalyeyi çekerek önümde oturdu.

''Aşağı indiğinizde vücudunuzda her zamanki giydiğiniz dalgıç kıyafetleri ve sırtınızda takılı tüpler olacak. Bu tüplerin içinde normal oksijenden farklı olarak su altına adaptasyon sağlayabilmeniz için karıştırılan havadan da olacak.''

''Bu havayı nasıl elde ettiğinizi öğrenebilir miyim?'' diyerek araya girdim. Düşen maskemi işaret etti, maskemi düzeltip uzattığı peçeteyle alnımı ve boynumu sildim. ''Su altı canlılarının yüzgeçlerini ve oksijeni nasıl aldıklarını inceleyerek vücudunun bazı bölgelerini kullanarak elde ettik.'' Kaşlarım hayretle havalandı. ''Yani hayvanlara zarar verdiniz?''

''Bunu bayram için kurban kesmek gibi düşünün.'' Cımbızla seçtiği sözlerle kaçıyordu, üzerine daha fazla gitmek yerine sessizce hal ve hareketlerini incelemeyi tercih ettim, garip olan her neyse hareketlerinden fikir edinmeyi düşünüyordum ama içimden bir ses elimde sıfır olacağını söylüyordu.

''Vücudunuz da farklı bir oksijenden ötürü oluşan kızarma ve kaşınmalar olabilir. Acıktığınız vakit mercanlardan çıkan top şeklindeki yumuşak şeyleri yiyebilirsiniz, onlar sizi tok tutabilecek ve tadı insan yemeklerine en çok benzeyen şeyler olacak.''

''Mercanların hepsi yararlı değildir, çoğu fosilleşti.'' Onu yakaladığım için buna memnun olmuş gibi gülümsedi.

''Bunların eğitimleri diğer insanlara verildi, sizler zaten bunları bildiğiniz için verme gereği duymadık. Zararlı mercan renklerini söyleyebilir misiniz?''

''Renk geçişi yaşayan mercanlar zararlıdır, ne tür tepki vereceği bilinmez çünkü aynı renkte farklı tür mercanlar bile mevcut.''

İç çekip, inip kalkan göğsüne elini koydu ve yana dönüp öksürdükten sonra ''Doğru söylüyorsunuz.'' Dedi.

''Aşağıda üşüme ya da terleme gibi insani şeyler hissetmeyeceksiniz, bedeniniz suyun sıcaklığına göre vücut sıcaklığını ayarlayacak. Karanlık olduğu zaman için yanınızda süresiz yanan fenerler verilecek, dalgıç kıyafetlerine özel cepler ve askılar dikildi, oraya bağlayabilir ya da cebe koyup saklayabilirsiniz. Eğer olur da fenerleriniz kaybolursa ışık saçan hay-''
''Deniz anası, deniz yıldızı, alg ve fener balığı gibi hayvanların ışığını kullanmaya çalışabilirim.''

''biyolüminesans''

Bir canlı tarafından gerçekleştirilen kimyasal tepkime sonucu ışık yayılmasına biyolüminesans denirdi. Aşağıda yapabileceğimiz en mantıklı şey buydu ama mantık kadar riskte taşıyordu. Yeni bir peçete alıp maske altından dudaklarımı, çenemi ve boynumu da silerek içerinin serinliğinin beni üşütmeye başladığını hissettim.

Hemen solumuzda kalan odanın etrafı tamamen camlarla kaplıydı ve kapısı otomatik kapıydı. Elinde iki kutu ile giren beyaz kıyafetli adam, Nevin ile ikimizden aldığı kanları beyaz küçük camların üzerine birer tane damlatarak önündeki mikroskopta çevire çevire inceliyor inceledikçe kağıtlara notlar çıkarıyordu. Onu izlerken karşımda oturan adama dikkatimi veremesem de kulağımı ondan ayırmıyordum.

''Her ne kadar birçok insani özelliklerinizde değişim olacak olsa da, hayvanların da insanların da ortak olan yaşamsal faaliyetlerinden biri uykudur, uyumak için genelde yüksekte kalan ve sular altında kalmış şehirlerin olduğu bölgeleri kullanın.''

''Bu durum düzelecek mi? Tekrar karaya çıkabilecek miyiz?'' sandalyesinden kalkarken maskesini daha da yukarı çekti ve yüzünü kapatan maskeyi düzeltip ''Yağız Bey bu süreçte buna çabalayacak, net bir şey söylemek zor.'' Cevabı vererek ''Aşağıda iyi şanslar, ihtiyacınız olacak.'' Diye ekledi. Hala öksürüyordu ve öksürüğünün şiddeti normalin üzerindeydi.

Otomatik kapıdan çıkıp gittikten sonra Nevin de benim gibi ayaklanarak odasından çıktı, kanımız hala inceleniyordu. Herkesin sıra beklediği girişte duvara monte edilen televizyonlarda yanan isimler bir dakikayı geçmemeye başladı. Sıranın altlarında bizim de isimlerimiz mevcuttu. Toplam on tane doktor insanları genel muayeneye alıyor dosyasına son onayı atarak onu deniz altına uğurluyordu. İnsanların aldığı yüzme, dil eğitimlerinden sonra hiçbir şey vakit kaybettirmiyordu, doğrudan bilgiler verilip muayeneler gerçekleşip su altına geçiş sağlanıyordu.

İsim yazılı ekrandan gördüğümüze göre bir aylık bir yüzme, yüzmeyle aynı sürede de işaret dili eğitimi veriliyordu. Bunun hemen ardından su korkusu olanları daha uzun sürede hazır hale getiriyorlardı, bu hemen solumda kalan televizyonda haber kanalında söyleniyordu.

Seslice nefes verip sandalyeye oturdum. Nevin hemen yanıma otururken önümüzden geçen kadının yaka kartını okumaya çalıştım ama görememiştim. Otururken bakmak da aklıma gelmemişti.

Arkamda kalan televizyonda başka bir haber kanalı açıldığında Yağız Taner'in su altı hakkında konuşup bilgilendirmeye devam ettiği anlar tekrar görüntülenmeye başladı. Her şeyin başında onun olduğunu biliyordum, daha önce bir röportajında bunun eskiden beri çalıştığı bir proje olduğunu söylemişti.

Şu an o röportaj kayıp olsa da gençlik yıllarımda gördüğüm o haberi gayet net şekilde hatırlıyordum.

Oturduğumuz yerden Nevin ile dinlediğimiz haberi tekrardan dinlerken arkama doğru yan oturup Yağız Taner'in hal ve hareketlerini tek tek incelemeye başladım sıkıntıdan.

Kırılma noktası yaratabilecek sorularda bacağını indirip diğerini üstüne atıyor ellerini çözüp tekrar birbirine kenetliyordu. Yüzünü gizlemeyi başarabilse de bedenini kontrol edemediği aşikardı. Nevin'in telefonu çalmaya başladığında ekrandaki dikkatimiz bir anda tuzla buz oldu. Arayan Alex'ti.

Nevin telefonu açarak onunla konuşmak için dışarı çıktığında geçen bir saatin ardından kanımızı alan kadın odadan çıktı elinde kağıtlarla danışmaya doğru ilerliyordu. ''Aksel Saral. Üç numaralı polikinliğe bekleniyorsunuz.'' Önünde durduğumuz televizyonda ismim kırmızıyla yanmaya başladı, benim hemen ardımdan Nevin'in adı da iki numaralı polikinlik listesinde yanmaya başlamıştı. Çağırıldığımız polikinliğe doğru giderken elimize birer kâğıt verildi. Kâğıtta kan sonuçlarımız ve değerlerimiz yazıyordu.

Yazan şeyler hakkında pek bir şey anlamadığımdan oyalanmadan kapıyı çaldım ve içeri girip kırklarında ama genç görünen kadının önüne kâğıdı bırakarak sedyeye oturdum. ''Kendini nasıl hissediyorsun?''

''İyiyim teşekkür ederim.'' Önüne konan kâğıdı alıp inceledi ve ''Güzel.'' Diye mırıldanarak ayaklanıp yanımda duran aletlerle önce kulağıma baktı ardından da ışık tutup gözlerimi kontrol etti. ''Sağlıksal açıdan hiçbir engeliniz görünmüyor.''

''Olsaydı da çözerdiniz öyle değil mi?'' diyerek imalı bir sesle sordum. Gözlerinin kısılmasından anladığım kadarıyla buna sadece alaylı bir şekilde güldü.

Ardından işini bitirip kulak pamuğunu dudağıma uzattı. ''Tükürük örneği de almamız gerek.'' Dudaklarımı araladım, kulak çubuğunu ağzımın etrafında gezdirip küçük silindir bir şeye koydu ve ''Çıkabilirsiniz.'' Diyerek benimle beraber kapıya ilerleyerek beni yolculadı. Nevin ile aynı anda kapıdan çıkmıştık, ikimizde olan biten hakkında hala tam olarak bir şey anlamamıştık. Sürü psikolojisi ile insanları yer yüzünden uzaklaştırıyorlardı ve bu sürüye biz de dahildik.
Danışmada duran kulağında kulaklık takılı olduğunu yeni fark ettiğim kadın elinde başka evraklarla bize doğru geldi. ''Bunları imzaladıktan sonra hazır sayılırsınız.'' Bize kenarda kalemlik olan yuvarlak masayı işaret etti. Bu dönmek ya da hayatımızı tamamen değiştirmek için son şansımızdı. Nevin benden hareket bekler şekilde sabit duruyordu, kızıl saçları dağılmış önüne gelmişti. Benim toplu saçım da aşağı doğru kaymıştı. Muhtemelen şimdiden sersemlemiş görünüyorduk.

Kadının bakışları benimle kâğıt arasında gidip gelirken bedenimde tekrar bir soğukluk hissettim, tam olarak belimden kurtarıldığım yerden.

Bir şey beni bunu yapmaya itti ve önden ilerleyip kadının elinden kâğıdı aldığım gibi imzalayarak geri uzattım. Nevin benim hareketimin hemen ardından şüphesizce imzayı attı ve bana beraber olduğumuzu söyler gibi bakarak kâğıdı uzattı.

''Sizi 11.50'de ki tekne yolcularının yanına alalım, sonuçlarınız temiz ve deney için uyumlu. ''

Ayağa kalkarak görevlinin kapıdaki güvenliğe işaret etmesiyle maske ve formasından fark edemediğimiz güvenliği takip etmeye başladık.

''Sizi arabaya alalım, arka kapıda bekliyor. Boy ve kilo ölçülerinizi alabilir miyim?''
''1.70 – 51'' Kadın benimkileri kâğıdın üzerine yazdı ardından ''Adınız Aksel'di değil mi?'' diye sordu. Kafamı aşağı yukarı salladığımda yüzünü Nevin'e döndü. ''1.72 – 48. Nevin.''

Adam bir kez daha not aldığı kâğıttan kafasını kaldırarak bize arkasında kalan kapıyı gösterdi. ''Tamamdır, teknede isminizi söylediğinizde size ayarlanmış olan ince kıyafetler ve dalgıç kıyafetleri hazır olacak. İyi yolculuklar.'' Kapının hemen önünde büyük siyah bir araç duruyordu. Kapısı açık içi yolcularla doluydu.

Nevin önden ilerdeki iki kanatlı kapıya ilerlerken onun arkasından giden adımlarım kafama takılan sorulardan birinden ötürü duraksadı. ''Pardon... Yağız Taner ve diğer öncülük eden bilim insanları ne zaman bize katılacak?''

Adam bir an şaşkınlık geçirse de yüzünü büyük bir ustalıkla toparladı ardından yalancı olduğu her yönünden belli olan gülümsemesini verdiği görüntüye aldırmadan yüzüne yerleştirip ''Herkesin su altına indiğine emin olduktan sonra.'' Diyerek cevaplayıp daha fazla soru almayacağını göstermek istercesine önüne döndü.

Kapıyı açmış beni bekleyen Nevin'e doğru adımlarken kadının bu halinden ötürü içimdeki huzursuzluk büyümüştü.

Üçüncü kez iltimas geçtim ve Nevin'in açtığı kapıdan dışarı çıkarak büyük siyah minibüse bindim. İnsanlar çoktan içeriyi doldurmuş sayılırdı.

En önde oturduğumuz için tam karşımızdaki elektronik saat ilk gördüğümüz şey oldu. 11.49.

Şoför koltuğuna binen adam kapıyı kapattığında elli geçmeden otobüs hareketlenmeye başladı. İçerisi zaten dolmuştu.

Biz boş kalan son iki koltuğa oturmuştuk.

Çalışan otobüsle koluma sarılan Nevin'in koluyla ona doğru yüzümü eğdim. ''Adam şüpheliydi değil mi?'' diye fısıldadı kaçamak gözlerle şoföre bakarken.

Kafamı aşağı yukarı salladım.
''Ne sordun?''

''Yağız Taner ve diğerlerinin ne zaman geleceğini... herkesin su altında olduğuna emin olduktan sonra geleceklermiş.''

Nevin kaşlarını hayretle kaldırıp bir saniye sonra gözlerini şüpheyle kıstı. ''Ne kadar da fedakarlar... gözlerim yaşardı.'' Sözlerinin altındaki imaya sırıttım.

Söylemek istediğini çoktan anlamıştım. Kurumuş dudaklarını yalayarak alnındaki teri sildi. ''Belki de söylediğin doğrudur, yaşayacağımız yeri değil öleceğimiz yeri seçmişizdir...'' diye mırıldandığında bir an da duraksayarak düşündüm.

''Belki de bu tercihin bize kaldığını sanarak çok daha büyük bir hata yapıyoruzdur.''

Nevin sözlerim karşılık sessizliğini korumaya devam etti.

Aklımı karıştıran en önemli detay karar vermek için zamanın olmamasıydı. Eğer bir insana istediğinizi yaptırmak, hataya düşürmek isterseniz bunun en kolay yolu ona karar vermek için düşünme süresi vermemenizdi.

Yağız Taner gibi zeki bir adamın da bunu yaptığından şüpheleniyor bunun için korkuyordum. Bir yanım ise bizi kurtarmaya çalıştığına inanmak istiyor, rahatlamak istiyordu ama diğer yanım ona çok daha baskın geliyor onun sesini kesiyordu.

Şüpheci yanım ilk defa bu kadar baskındı.

Hızla geldiğimiz Marmara denizi gözlerimin önüne serildiğinde o sert teni yakan güneşin üzerinde nasıl parlayarak süzüldüğünü izledim bir süre, otobüs durana kadar.

O kadar sıcaktı ki, sırf dibinin soğuk olduğunu düşündüğümden atlayabilirdim bu suya.

Ama soğuk olduğundan değil yaşamak için atlayacaktım. Otobüs durduğunda herkes, en önce de biz inmeye başladık.

Önce tekneye yardımla bindik, tam da danışman kadının söylediği gibi isimlerimizi söylediğimizde önce dalgıç kıyafetinin içine giyeceğimiz ince kıyafetler verilmiş ardından da dalgıç kıyafetleri elimize tutuşturulmuştu. Sırayla girdiğimiz kabinlerden alışkın olduğumuz o dalgıç kıyafetleriyle çıktığımızda bu kez her zamankinden farklı sebeple giymemiz bize sanki ilk kez giyiyormuş gibi bir heyecan yaşatmıştı.

Nevin ile birbirimize bakarak dalgıç kıyafetlerini tüpü ve yüz maskesini nasıl takmamız gerektiğini anlatan, kıyafetleri veren adamı izledik bir süre. Dalgıç bıçaklarını bile anlatıyor detaylardan kaçınmıyordu.

Teknedeki diğer bir sarışın adam bize malzemeleri uzattığında beklemeden hepsini büyük bir özenle taktık. Sadece tüpler elimizdeydi ve normal tüplerden çok daha ağırdı.

Nevin ile teknedeki adama Dalgıç olduğumuzdan ve bu detayları bildiğimizden bahsettik. Bizi onayladıktan sonra dalıştan önce içmemiz gereken bir ilaçtan bahsetti. Ardından bize ekipmanları uzatan çocuğa işaret ederek gelen ilacı ve suyu elimize uzattı.

Nevinle neredeyse gelenek haline getirdiğimiz o bakışma yine ortadaydı.

Ve dördüncü iltimas... kendimizden verdiğimiz dördüncü taviz.

İlacı içtik, denize atladık ve tüplü yeleği takarak maskemizle oksijen tüpünü kontrol ettik. Verdiği havanın farklılığını hissetmiştim. Nevin'in de hissettiğine emindim.

Midem bu oksijenle çalkalanmaya başlamıştı ama bir şey söylemedim ya da durmadım. Nevin'le el işaretleri yaparak suyun altına girdim ve dalmaya başladım.

Haberde görünen o kalabalık şimdi yoktu, hatta tek bir insan bile yoktu.

Bu görüntüyü gördüğümde hata yaptığımıza tüm delilere eklenen bu delille ikna olmuştum.

Tek sorun, artık buradan geri dönemeyecek olmamızdı.

Çünkü biz tüm geri dönüş yollarını kaçırmış, dönmek için arkamıza baksak da baktığımız o yolda yürümemiştik. Tehlike çanları çalan yolda yürümüş şimdi de kendi isteğimizle hiç bilmediğimiz bir tehlikenin kucağına düşmüştük.

 

Loading...
0%