Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@byzloey

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın, hepsini tek tek okuyorum.

İyi okumalar Dilerim. ^^

Instagram ; Byzloey

4. Bölüm | Suyun Derinlikleri

Deep End, Foushee

Yeni bir hayata gözlerimizi açmıştık, aynı bir bebek gibi.

Bebek nasıl doğduğunda gözlerini açıp hiçbir şey bilmeden etrafına bakıyor, baktığı şeyi görmeye ve algılamaya çalışıyorsa, biz de öyleydik.

Derin noktalarda dibi görünen o kumlara, güneşin dibe vurduğu o görüntüye, yüzen balıklara aynı Dünya'ya bakan bir bebek gibi bakıyorduk.

Sanki hiç bu balıklarla beraber yüzmemiş, suya karışmamış gibi.

Sanki denize aşık bir insan değilmişim gibi, sanki su altına ilk defa bu kadar yabancıymışım gibi.

Değildim, su altına yabancı değildim. Eskiden.

Artık öyleydim. Çünkü artık en derindeydim ve bunun için hiçbir desteğe ihtiyacım yoktu. Artık karanlıktaydım ve bunun için bir ışığa ihtiyacım yoktu. Artık yeni bir Dünya'daydım ama bundan şikâyetim yoktu.

Tek üzüldüğüm şey yıllarımı verdiğim bu suya bir kez daha ömrümü verirken bana hissettirdiği bu yabancılıktı. Bu kez beni farklı kabul etmişti bu su, bu okyanus.

Bu kez geri bırakmayacağım diyerek çekmişti içine, bu kez benimsin ve bedenin derinlerimde saklı kalacak demişti bana.

Bunu yüzdüğüm her saniye tekrar tekrar zihnimde duymuştum. Sesi olmayan bu su benimle konuşmuştu.

Söylediği her kelime de sonuna dek doğruydu.

Bana bir yaşam değil bir ölüm tercihi sunulmuştu ve ben ölümümü su da seçmiştim. Suyun derinliklerinde ölmeyi seçmiştim.

Nelerden vazgeçtiğime bakmadan, karşılığında alacağım cezayı düşünemeden seçimimi yapmış ve o suyun derinliklerine içinde ne olduğunu hiç bilmediğim bir tüple dalış yapmıştım.

Pişman olup olmayacağımı bilmiyordum, tek bildiğim yıllardır insanların korktukları şey her ne ise onu öğreneceğimdi. Belki sonum olacaktı, belki de bana yeni bir Dünya'nın daha kapılarını açacaktı. Bunu göze alarak çıkmıştım bu yola.

Ama çıktığım yolda benimle beraber yola çıkan o insanları göremiyordum, denizden okyanusa mı geçmişlerdi? Bu kadar hızlı mı su altında hayat kurmuşlardı? İmkansızdı, buna inanmıyordum.

Henüz yirmi dört saat bile geçmeden ortadan kaybolmaları bana iyi bir sebep göstermiyordu. Aklım bana, buna sebep olabilecek tek şeyin kötü bir şey olduğunu söylüyordu. Hem de son beş saattir.

Hava kararmaya başlıyordu, bunu kararmaya başlayan suyun altından görüyor ve soğuyan suyla bedenimde hissediyordum.

Tüpü çıkarmama kalan son 19 saat, su altında yaşamaya alışmaya son 19 saat, diğerlerini bulmam gereken son 19 saat.

Konuşmayı unutmaya başlayalı da tam olarak 19 saat.

Suyun henüz sadece iki yüz metre altındayım, hala yanımda sadece Nevin var. Diğer bizimle gelenlerin hepsi uzakta ama görüş mesafemde aynı zamanda.

Bizim aksimize onlar daha yavaş alışıyor görünüyor, bundan doğalı olmadığını da bilmek gerekir zaten. Buraya gelmek için, suyun derinlerinde yaşayabilmeniz için bilim insanlarının size koştuğu iki şart vardı. Birincisi işaret dili bilmek, ikincisi ise iyi bir yüzücü olmak.

İkisinin de eğitimini verecek kadar ilgili bilim insanlarımızın olması sevindiriciydi, herkesi sevindirmişti ama herkesi sevindiren bu detay benim içime sadece şüphe tohumları ekmiş bana korkuyu derinden hissettirmişti.

Çünkü bu devirde her iyiliğin altından yaptığı iyiliği unutturacak bir kötülük çıkıyordu.

Bu yüzden içimdeki korkuyla, aklımdaki şüpheye engel olamıyordum.

Denizin etrafını dolaştık, dolaşırken video da gördüğüm o insanlardan herhangi biriyle karşılaşmayı bekledim. O milyonlarca insandan sadece bir tanesini görmeyi bekledim ama tek gördüğüm kumların arasına karışmış yelekler ve tüplerdi.

Suyun ortasında dururken karşımda maskesi benim gibi kapalı, gözleri buğulu görünen Nevin'e baktım. Tam karşımda duruyor ayaklarını varla yok arası ileri geri sallıyordu.

Gözlerim dibe batmış üstü beyaz, bej renkleri arasında ne olduğunu anlamadığım şeyle yeleklere döndü. Ayaklarımı çırpmayı bırakarak ellerimi aşağı doğru yönlendirdim ve iki yana açarak dibe doğru yüzmeye başladım.

Nevin de ben de insanları arıyor sık sık kafamızı kaldırarak havayı kontrol ediyorduk. Bize sözde verdikleri yeleğin içindeki küçük ışıkların bizi su altında ne kadar aydınlatabileceği konusu bizi endişelendiriyordu.

Çünkü su üstünde eğer düzen bozulduysa, dengeden ötürü su altında da bozulmuş olmalıydı.

Dibe doğru yüzmeye başlar başlamaz peşimden gelen Nevin'le bacaklarımızı yeleklere yasladığımızda önümüzdeki küçük ağ gibi toplanmış dokuları ellerimize aldık. Bunların ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu, kafamı kaldırıp Nevin'e baktığımda onun da en az benim kadar şaşkın ve meraklı olduğunu görmüş bir fikri olmadığını anlamıştım.

Yıllarca arkadaşınızla yüz yüze bakarak anlaşmaya çalıştığınızda bir süre sonra bu sizin normal diliniz oluyordu, konuşmadan yüz ifadesinden ne dediğini anlamak ancak dostlar arasında olurdu ve Nevin'le biz dostunda ötesiydik.

Gözlerimi ondan elime aldığım dokuya uzattım. Bazılarının arasında siyah çizgiler vardı ama yana doğru yatmıştı, eğer dik olsaydı kıla benzetebilirdim belki.

Ne olduğunu anlayamadığım o dokuyu elimden bırakarak dizlerimi yeleklerden kaldırdım ve yüzeye doğru yüzmeye başladım. Saatlerimizi verdiğimiz bu arayış bizi yormuştu.

Ne yiyeceğimiz hakkında bir fikrimiz de yoktu, dibe dalana kadar birçok şeye inansak da son söylenen sözlere inanmamıştık.

'Aşağıda ne yiyeceğiz?'

'Aşağıda insan olan kimse acıkma duygusunu hissetmeyecek.'

Birçok şeye inanabilirdim ama insanların açlık duygusunu yok etme fikrine inanamazdım. Çünkü Bir duyguyu yok edebilmek demek, geri kalan tüm duyguları da yok edebilme imkânın olduğu anlamına gelirdi ve bu bir diğer imkânsız şeylerden biriydi.

İnsanlık bunu başarabilir miydi? Belki başarırdı ama beni başarmalarından çok daha korkutan bir şey vardı, başardıktan sonra ne olacaktı?

Bunun cezası ya da bedeli ne olacaktı?

Bulan biz değiliz belki ama bu yoldan ilerleyen herkes bu suça ortak, bulanın yanında olan herkes ve ona uyan herkes onlar kadar suçlu.

Ortaklar ve suçlular da her daim bedel öder.

Suyun üstüne çıktığımda maskeyi yüzümden saçlarıma doğru çıkardım ve tüpü ağzımdan çıkarıp derin bir nefes aldım.

Tüpten aldığım nefes ve havadan aldığım nefes o kadar farklıydı ki bu farklılık midemi bir kez daha çalkaladı.

Nevin derin ve seslice nefes çektiğinde benden çok daha zorlandığını anladım, saniyeler sonra öğürdü. Kusmamak için direniyordu, dolmuş gözleriyle bana baktığında su damlayan parmaklarını dudaklarına götürdü.

Benim de gözlerim dolmuştu ve öğürme hissi her saniye kendini belli ediyordu, yine de elimden geldiğince direndim.

Nevin birkaç dakika sonra kendine geldiğinde onun sesini duyana kadar yüzümü gök yüzüne kaldırdım ve batmaya başlayan güneşe baktım.

Bu güzelliği bir daha bu kadar kolay göremeyecektim. Umuyordum ki sesimin yanında bu görüntü de aklımdan çıkmasın.

Kıymeti bilemediğim bu hayata hasret kalmayayım.

Derin bir nefes alarak dolan gözlerimi sildiğimde Nevin'in sesi kulaklarıma doldu.

''Onca insan nereye gitmiş olabilir aklım almıyor...''

''Benim de.'' Diye mırıldanarak ona hak verdim.

''Okyanusa kadar yüzmüş olabilirler mi?''

''Paletler sayesinde yüzülmesi mümkün ama yine de bizim kadar profesyonel olmayanlar için çok zor.''
''Akıntı sürüklemiş olabilir mi?''

''Okyanusa kadar mı?'' diye sorduğumda dudaklarını ısırdı.

İkimizin de aklından geçen aynı cümle Nevin'in dudaklarından çıktığında ona hak vermekten başka hiçbir şey yapmadım. ''Sence başlarına bir şey mi geldi?''

''Başka ihtimal aklıma gelmiyor.''

Nevin kafasını çevirip sağa sola baktı. Hava hızla kararmaya başlıyor su git gide soğuyordu.

Bu soğukluk bana bedenimde hissettiğim o dokunuşları hatırlattı. Kararmaya başlayan o havada birdenbire gri bir ışık gözlerimde belirdi.

Gümüş ışık saçan bir kuyruk ve yapılı bir göğüs, aynı gümüş renginde parlayan omuz da bir desen ve diğer bileği saran bir bilezik.

O eşsiz görüntü sadece esinti ve soğukluğun bedenimde yayılmasıyla canlandı gözümde, aklım beni o ana götürdü.

Suya baktım. Ben buradaydım, o da buradaydı ama birbirimizi bulabilir miydik işte onu bilmiyordum...

Derler ki kader aşıkları bir kez karşılaştırır, gerisi aşıklara kalmıştır. Seven ya peşinden gider ya da gelmesini bekler.

Âşık olmamıştım ama etkilendiğim aşikardı. Peki âşık olsaydım bu hikâyede ben hangi taraf olurdum? Peşinden giden mi, yoksa gelmesini bekleyen mi?

Suyun derinliklerindeydi ama neredeydi?

Mariana çukuru buradan o kadar uzaktı ki, kader bize bir şans sunmuştu ki bu ikisi aklımda bana bir daha göremeyeceğim bir imkansıza duyduğum ilgi yüzünden kendimi aptal gibi hissettirmişti.

Çünkü onu görebilmem için birinin okyanusları aşması gerekliydi ve kaderin de bize sunduğu ikinci bir şans.

Kadere inanan bir insandım, seçimlerin insanların hayatında rol oynadığını bilirdim ve buna sonsuz inanıyordum ama bu seçimin bizi kavuşturma inancı içimde yeşermiyordu.

Bu İmkânsız diye tanımladığım şeylerin başında geliyordu.

Yine de isterdim, isterdim ki o parlayan göz alıcı güzelliği bir daha göreyim. İsterdim ki tenim yine soğuk parmaklarını hissetsin, o parlak bakışları altında erisin.

İlk defa bu kadar güzel olan bir varlık gören bu gözlerim şenlensin.

'Âşık olduğunu nasıl anlarsın anne?'

'Aşkın dilinden.'

'Aşkın dili mi, o nedir ki?'

'Gözlerdir kızım... Aşkın dili gözlerdir.'

Annemin bana on yaşlarımda söylediği sözler kulağımda çınlarken dudaklarımdan bir gülümseme yayıldı etrafa. Şu an gözlerimi görmek isterdim.

Yüzümü suya eğdim, hayal kırıklığına uğradım. Çünkü hava kararmıştı, gölgem bile bu düşmüyordu berrak suya. Çünkü karanlık her şeyi engellediği gibi bunu da engellemişti.

Nevin gözlerini silerek yüzünü etraftan bana çevirdiğinde ben de yüzümü sudan ona kaldırdım.

''Üşüdüm ya, bu üşüme konusunu da sormalıydık. Her şey çok ani oldu.''

Kollarını etrafına sarmaya başlamış mide bulantısı düzelmiş görünüyordu. ''Evet, ani oldu.''

Maskeyi saçlarımdan yüzüme indirerek tüpü ağzıma taktığımda o da aynısını yaptı. Elim yeleğin cebine uzandı, oradaki feneri alarak ipini bileğimden geçirdim. Nevin'in bana yetişmesi çok sürmemişti. Yüzümü bedenimle suya daldırdıktan bir saniye sonra Nevin'in de varla yok arası görünen gölgesi suyun arasındaydı.

Bedenimiz aşağıda ayaklarımız yukarda dibe doğru yüzmeye devam ettik.

Dipten ileri doğru yüzerken bedenimizi düz konuma getirmiş birbirimize işaretler yapıyorduk.

Nevin ellerini kaldırdığında feneri ona çevirdim. Tam bu sırada geniş açıyla kırdığı kollarının arasından iki küçük balık geçmişti.

Nevin bir tanesi ona çarptığında boşluğuna gelmiş olmalı ki irkildi.

Sonra ellerini kaldırarak bana işaret dili yapmaya devam etti. 'Okyanusa doğru yüzmeye başlayalım.'

Kafamı aşağı yukarı salladım. Nevin'de bileğine doladığı feneri parmakları arasına alarak öne geçti. Gidiyorduk, suyun okyanusa karıştığı o noktaya doğru gidiyorduk. Orada neler olabileceğini düşünmeden ve korkunun yerini alan heyecanla, merakla gidiyorduk.

Nevin'in paletlerinin hemen arkasından ilerliyordum. Işığı sağıma soluma tutarak ilerlemeye başladım.

Söylenene göre bu piller güneş enerjisiyle çalışıyor, o yüzden gündüz açıkta tutarsak su altından bile enerji alabilir ve gece boyu çalışabilirdi.

İnanması zor ama inanmamak zorundayız.

Zor olan her şeyi yapmak zorundayız.

Geçen altıncı saat kalan on sekiz saat.

Yirmi dört saat sonra o tüp dudaklarımızın arasından ayrılacak, o yelekler ve ağırlıklar üzerimizden kalkacak ve söylenene göre biz yaşamaya devam edeceğiz.

Edeceğiz ama nasıl, bunun mümkünatı nasıl?

Göreceğiz Aksel, imkânsız olan birçok şeyi gördüğümüz gibi bunu da göreceğiz.

Suyun tahmini üç yüz metre altındaydık. Basıncı kulaklarımda hissedebiliyordum ama bir tuhaflık vardı, normalde hissetmem gerekenden çok daha az hissediyordum.

Yağız Taner'in de söylediği gibi bedenimiz uyum sağlamaya mı başlamıştı?

O adamın bir dahi olduğunu biliyordum ama tehlikeli olduğunu da biliyordum. Çünkü dâhiler her zaman tehlikelidir.

Ama onlara sorgusuz sualsiz tapan insanlar daha tehlikelidir.

Bu yüzden suyun altına giren o milyonlar tehlikeli ama suyun derinlikleri çok daha tehlikeli.

Derin Sular çok daha tehlikeli.

Korkuyordum, vücudumun suya adapte olmaya başladığını hissediyor bundan korkuyordum. Çünkü çok daha derine iniyorduk ve bu derinliğin bende göstermeye başlaması gereken etkilerin hiçbirini henüz göremiyordum.

Nevin arkasına omuzunun üzerinden dönerek bana baktığında onun da aynı şeyi düşündüğünü ve bu düşünceyle ürktüğünü hissettim. Olması gereken şeyler olmadığında olan her şey olmaması gerekenlerdir. Bu yüzden olmaması gereken her kötü şey şu an olmak üzere, ya da saatler sonra olmak üzere.

İnsan yürüdüğü yolun ölüme mi yoksa yaşama mı çıktığını bilmezse yürümeye devam eder mi? Yoksa durur ve yaşamın ya da ölümün gelmesini mi bekler? Siz olsanız hangisini yapardınız, sadece durur ve yaşanacakları dışarıdan biri gibi izler miydiniz yoksa içine dalıp sonu ölüm ya da yaşam fark etmez ona yürüyen benim mi derdiniz?

Ben yürüyen ve bu adımların sorumluluğunu alan taraftım. Yanımdaki herkes de öyleydi, o yüzden benim sonum ne olacaksa milyonların sonu da öyle olacaktı.

İçimden, karada doğan her insanın bedeni şimdi suyun dibinde bedenimizde bulunan en fazla şey suydu şimdi onda bulunan en fazla şey de insan oldu, diye geçirdim.

Hava karardığından artık sadece elimizdeki ışıklar aydınlatıyordu suyun altını, ayın vurduğu o ufak ışık sızıntısı gölge gibi düşüyordu üzerimize ama bize yolumuzu göstermiyor bunu aydınlatmıyordu.

Saatler ilerliyordu, saat ilerledikçe biz daha derine iniyor daha fazla karanlığa gömülüyorduk ve korkutucu olan bu yaptığımızın karşılığını almamız gerekirken almamamızdı. Basınçtan kulaklarımızın çınlamaya başlaması gerekliydi, bedenimizde bir şişme hissetmeli psikolojik olarak endişelenmeli ve korkmalıydık. Dalgıç bile olsak, suya aşık bile olsak doğaya aykırı olan her şey korkuturdu ama bizi korkutmuyordu.

Bize verdikleri her neyse sadece bedenimizi değil aklımızı da kontrol edebiliyordu.

Yağız Taner, sen nasıl bir oksijen tasarladın?

Sen bize ne yaptın?

Vücudum da kaşıntı hissetmeye başladığımda dalgıç kıyafetinin üzerinden bacağımı ve omuzumu ufak kaşıdım. Nevin hızla rastgele seçtiği bir yönden ilerlemeye başlamıştı bile.

Paletlerinin hareketlerini burnumun ucunda görebiliyordum, aşağıda hafif süzülen ay ışığıyla parlayan deniz analarını da görebiliyordum.

Bizim biraz daha altımızda kalıyorlardı, üstlerinden hızlı yüzmekle geçtik.

Nevin ışığı tam önüne tutuyordu, ben ise önümde o olduğundan daha çok etrafa tutuyor etrafımda olan biten her şeyi görmeye çalışıyordum.

Su git gide soğuk olmaya başlamıştı, bedenim soğuktan birkaç dakika titremişti dalgıç kıyafeti altında, ama bu o kadar kısa sürdü ki aynı Azrail yoklaması gibiydi.

Çok sürmedi, suya alıştım. Suyla bedenim aynı sıcaklığa ulaşmış gibi üşümenin aksine odamdaymış gibi suyla uyumlu hissettim kendimi.

Bir saat kadar durmadan yüzdük, yorulmadık ve gerçekten de söylenildiği gibi acıkmadık.

Korkmuyorduk, acıkmıyorduk, yorulmuyorduk.

Yağız Taner, gerçekten duyguları kontrole alabilmeyi öğrendiysen sen delirmişsin.

Sen bizi cezalandıracak olan doğadan önce öldürmüşsün.

Sen bizi ölmeden öldürmüşsün, insanlığımızı öldürmüşsün.

Son on beş saat, bedenimdeki alıştığım bu ağırlıktan kurtulmaya ve yeni yaşamıma bedenimle devam etmeye son on beş saat.

Buna hazır mıydım, hazır olmak zorundaydım. Geri dönüş var mıydı, yoktu. Sadece zorunluluklar ve yaşam savaşı vardı.

Nevin'in paletleri çırpmayı bırakıp bedeni doğrulduğunda bende duraksadım. Işığı etrafıma çevirip kontrol ettim. Hiçbir canlı yoktu, küçük balıklar hariç.

Nevin ellerini kaldırdığında ve feneri bileğinden geçirip ışık aşağı aydınlatmaya başladığında kendi ışığımı kaldırıp onun yüzüne tuttum. 'Hiç yorulmadım, bu nasıl mümkün olabilir?'

Dedikten sonra elini yanaklarının hizasına getirip tekrar suya uzattı. 'Soğuk ama üşümüyorum, saatler geçti ama acıkmıyorum. Buradan Okyanusa kadar yüzebilirmişiz gibi geliyor, diğerleri de bu yüzden Okyanus'a kadar yüzebilmiş olabilir mi?'

Kafamı aşağı yukarı salladım, fenerini yüzüme tuttuğunda bir kez daha aynı işareti yaparak ben de ellerimi kaldırdım.

'Sence onları orada mı bulacağız?' feneri ona çevirdiğimde benim gibi kafasını salladığını gördüm. Bu sırada yüzeye çarpan dalgaların sesini yankılanır gibi duyduk, yüzümüzü yukarı kaldırdık. Baloncukların gölgeleri görünüyordu ve su sertleşti. Bedenimin alıştığı o soğuktan çok daha soğuk kesildi birden.

Sert bir rüzgâr esti ve bizi ileri doğru savurmaya başladı. Gök gürlediğini titreyen sudan anlamıştım, nasıl bir güleme ise suyun altı titremişti. Su bizi götürüyordu.

Elimi uzatıp Nevin'i yeleğinin kenarından tuttum. O da kollarını bana doladı, ilk defa böylesine savrulma yaşıyorduk.

Korkmalıydık, korkmalıydık ama korkmuyorduk. Neden korkmuyorduk?

Nevin ile birbirimize sarılarak savrulmaya devam ettiğimizde kendi etrafımızda bizi döndürecek kadar şiddetli olan bu şeyin sebebini merak ettim. Suyun altın da resmen fırtına çıkmıştı ama yüzümüzü kaldırdığımızda yukarı da değişen hiçbir görüntü yoktu.

Sanki gök suyun üstünde değil de sadece için de gürlemişti.

Nevin'i sürüklenirken varla yok arası hissettiğim panikle sıkı sıkıya tuttum. Onun da ellerinin sıkılığı benim üzerimdeydi.

Fenerler bileğimizde asılı kaldığından aşağıyı aydınlatıyordu ve aşağıdan geçen karartı uzun görüntü gölge olarak da olsa gözümün önündeydi.

Kuyruklar.

Bir sürü, siyah kuyruklar görüyordum.

Neredeyse kuyruğa uzanan siyah saç telleri ve gözle yakalanması zor denecek kadar hızla yüzen deniz insanları.

Onlar gidene kadar su titremeye ve girdap bizi çekmeye devam etti. Savrulmaktan net olarak göremesem de sürü gibi hızla geçtiklerini görebiliyordum, bizim ışığımız onların derinliğine ulaşmıyordu. Sadece siyah kuyrukları ve uzun kuyruğa uzanan saçlar görüyordum onlar da gölgeden ibaretti.

Titreme kulak kanatacak kadar şiddetli olduğundan yüzümü buruşturdum. Nevin'i bırakıp kulaklarımı tıkamamak için çok zor duruyordum.

Ne kadar savrulduğumuzu tam olarak bilmiyordum, sadece savrulmuştuk.

Suyun öteki tarafına kadar savrulduk, karanlıkta yerleri ayırt etmek oldukça zordu, titreme de buna katıldığında bir imkânsız daha ortaya çıkıyordu.

Suyun içindeki bu titreşim ve tiz ses kesildiğinde sonunda savrulmadan kendi irademizle durabildik. Nevin'i sıkı tutan ellerim gevşedikten hemen sonra üzerinden çekildi. Bedenim şoktan henüz çıkamamıştı, bu kez gördüğüm hayal değildi.

Bu kuyruklar da hayal olamazdı.

Biliyordum, gördüğüm o adamın gerçek olduğunu ve masallardan çıkmadığını biliyordum. Masal dünyasına kapılmış küçük bir kız olmadığımı biliyordum.

Derin bir nefes almak istedim ama bu da imkansızdı, nefesimi sabit tuttum.

Gülümsemek istedim, bu da imkansızdı. Ben de içimden gülümsedim.

Nevin Feneri yüzüme tutarak bana işaret ettiğinde titreyen ellerimle feneri kaldırıp ona çevirdim.

'Bu neydi, aklımızı kaçırmış olmalıyız. Hemen geri dönmeliyiz.' O kadar telaşlı ve hızlı el hareketleri yapıyordu ki titremesini bile engelliyordu.

'Dönemezsiniz demeleri sikimde değil, bu korkunçtu.'

Onu sakinleştirmek için elimi omuzuna koyarak sıktım ardından fenerimi bileğime dolayıp onun fenerini yüzüme çevirmesini bekledim.

Bu kadar paniğin ardından onun görmediği o kuyrukları ve deniz insanlarını nasıl açıklayacaktım?

Doğru zaman değildi, bu kadarını hemen kaldıramazdı.

Feneri yüzüme çevirdiğinde ellerimi kaldırdım. 'Sakin ol, bir seferlik bir şey olabilirdi. Hava değişimi de olabilir. Geri dönsek bile uzun yaşayamayacağız.'

Nevin feneri kendisine çevirip kafasını olumsuzca salladı. 'Nevin, artık suların derinlerindeyiz. Geri dönüş olmadığını sende biliyorsun.'

Feneri ben ellerimi kaldırır kaldırmaz bana çevirdikten sonra bir kez daha kendine çevirip tek eliyle orta parmağını kaldırdı. Küfrediyordu.

Sinirinin bozulduğunu hissedebiliyordum.

Neyse ki onun duyguları benimki kadar hızlı körelmemişti.

'Neredeyiz onu bile bilmiyoruz.' Ellerini kaldırır kaldırmaz fenerimi ona yönelttim. Söylediği cümlede sonuna kadar haklıydı. Neredeydik bilmiyorduk.

'İlerleyelim?' diyerek omuzlarını sorarcasına kaldırdığında kafamı salladım. 'Belki diğerlerini burada bir yerde buluruz.' Bir kez daha kafamı aşağı yukarı salladım.

Bizimle beraber dalanlar biz etrafı gezerken çoktan bizden uzaklaşmış kaybolmuştu. Biz diğerlerini ararken bizimle gelenleri de kaybetmiştik ama yanımızda olsalardı bile bu geçen fırtınadan sonra yanımızda olmayabilirlerdi. Bu derin sular bizi yine ayırabilirdi.

Bunun korkusuyla Nevin'e çok daha yakın şekilde yüzmeye başladım.

Onu da kaybedersem burada tek başıma kalırdım ve sanırım içimde kalan tek duygu Nevin'i kaybetme korkusuydu.

Ne kadar ilerlediğimizi bilmeden ilerledik ne kadar zaman geçtiğini de tam olarak bilmiyorduk ama insanlığa dair bedenimizde tek kalan uyku olan duygu kendini göstermeye başlamıştı.

Nevin ile ne kadar ilerlediğimizi bilmeden ilerlemeye devam ettiğimiz bu yolda fenerin aydınlattığı dibe baktım, bazı yerlerde dip görünmüyordu ama bazı yerler alçak olduğundan dip görünüyor aynı atladığımız yerdeki gibi ten rengi dokular yine altımızda görünüyordu.

Bazılarının üzerinde sarı, siyah çizgiler vardı.

Bu dokuların olabileceği tek şey aklıma geldiğinde bedenim titredi, bunun olabileceğine ihtimal vermedim.

Yüzmeye devam ederken aklıma savrulduğumuz o karanlık sarsıcı an geldi tekrar.

Altımızdan geçenler o kimsenin inanmadığı deniz insanlarıydı ama merak ettiğim eğer deniz insanları geldiğinde denizde böyle bir etki yaratıyorsa, eğer deniz onların geçtiği yerlerde titriyor ve tiz bir ses çıkarıyorsa neden benim gördüğüm o gözler geldiğinde su durgundu ve hiçbir ses yoktu.

Suyun sessizliği ve durgunluğu vardı?

Eğer bu ona özelse o adam kimdi, eğer bu ona özel değilse altımızdan geçen deniz insanlarının ne özelliği vardı?

Sorular aklımda dört dönüyordu, cevapsız kalan her soru duygusuzluğuma duyguları yeniden öğretiyordu ama öğrettiği duygular sadece korku ve meraktı.

Nevin'in paletleri bir kez daha durduğunda ben de onunla aynı oranda duraksadım. Yüzünü bana dönerek feneri işaret etti.

Feneri ona doğrulttuğumda 'Uykum geldi.' Diyerek yüzüme baktı.

Buğulu gözlerinin ardında duran uykuyu görebiliyordum. 'Benimde.' Diyerek ona yaklaştım.

Etrafımıza bir süre bakındık.

İkimiz de uyumak istiyorduk ama burada hiç bilmediğimiz bir yerde uyumaktan da korkuyorduk.

Üstelik ben ondan çok daha tehlikeli bir şey biliyordum, bu yüzden benim korkum onunkini geçiyordu.

Biz aşağıda yalnız değildik, çok daha aşağılarda yaşayan masal kahramanlarından biri vardı.

Deniz kızları, deniz insanları vardı. Gerçeklerdi, buradalardı.

Ve biz onların alanını işgal etmiştik, ayrı dünyaların insanları olan biz onların dünyasına girmiştik, ayrı dünyaları aynı dünya yapmaya çalışıyorduk.

Aklımda savaş çanları çalıyordu.

Eğer sizin dünyanıza onlar gelseydi kabul etmezdiniz, uzaylıları da etmiyordunuz. Diye bağırıyordu aklım bana.

İnsanlar onları etmezdi, peki onlar insanları edecek miydi? Etmezse ne olacaktı?

Evet uykum vardı ama bu düşünceler uykumu suistimal ediyordu.

Nevin etrafına bakarak kolumu tuttuğunda ben de onun baktığı yöne döndüm.

Yüksek mağara gibi bir yer bulmuştu. Ay ışığı oraya az da olsa süzüyordu.

Fenerini kaldırıp içine doğru uzatarak bakındı.

İçerisi boştu ve arkası kapalıydı.

Taşın üstü yosunla kaplanmış yeşil renkte bize göz kırpıyordu.

Görüntüsü oldukça güzeldi.

Suyun içinde çok daha canlı ve göz alıcı görünüyordu, sonuçta her şey ait olduğu yerde güzeldi.

Nevin mağaranın içine girerek arkalara ilerlediğinde feneri hala etrafa çevirerek kontrol ediyordu. Ben de tam önünde duruyor dışarıyı kontrol ediyordum.

Daha fazla yüzebilecek gücü gelen baskın uyku yüzünden hissedemediğimi biliyordum.

Saat kaçtı bilmiyorduk ama hava zifiri karanlıktı ve uyku bedenimizi çoktan çağırmaya başlamıştı.

Nevin feneri yakıp söndürerek bana işaret verdiğinde içeri doğru eğilerek girip ayaklarımı taşa bastım.

Şu anlık balıklar ve mercanlar haricinde etrafta bir şey görünmüyordu. Tek korkum deniz insanlarının bir anda karşımıza çıkmasıydı. Ne yapacaklarını bilmiyordum, dalgıç kıyafetlerini çıkardıktan sonra bizi karşılarında gördüklerinde yadırgarlar mıydı? Yoksa sadece diğer dalgıçlardan olduklarımızı düşünerek bizi kale almazlar mıydı?
Ya o gördüğüm deniz adamı, o beni görse tanır mıydı?

Beni görse ve tanısa tepkisi ne olurdu?

Bu kez de merak duygusu belirdi içimde. Dengesiz Aksel geri gelmişti.

Bu Aksel'i hiç sevmiyordum.

Ayaklarımı tamamen taşın üstüne bıraktıktan sonra taşın üzerine uzanan Nevin'e baktım.

Suyun kaldırma kuvvetinden ötürü pek de rahat uzanamıyordu. Elimi kaldırarak 'Belki de oturarak taşa yaslanmalıyız.' Dedim.

'Böylece su bizi kaldırmaz.'

Nevin de ellerini kaldırdığında fenerimi kaldırıp ona çevirdim. Burası suyun içinden çok daha karanlıktı. Çünkü ay ışığı içeri değil sadece girişine sızıyordu. Su eğer griyse burası tamamen siyahtı.

Bu karanlığın korkutan yanının aksine koruyan yanının olduğunu düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Burası karanlıktı, hiçbir deniz canlısı bizi görmezdi. Eğer burası boşsa pek de işlek olmamalıydı.

Uyumak için güvenli olabilirdi.

Nevin huysuzca 'Sonra her yerimiz tutulsun.' Dediğinde içimden güldüm.

'Ama başka çaremizde yok. Tüpe dikkat et.' Sırtını dikkatle yaslayarak ayaklarını uzattığında ben de ona doğru ayaklarımı uzatıp ellerimi yosunlara yaslayarak dikkatle sırtımı yasladım.

Mağaranın üstünde de yosunlar vardı, içerisi yeşilliklerle sarmalanmıştı, su onları sadece canlı tutmuyor burayı güzel kılması için onları besliyordu da.

Uyku göz kapaklarıma ulaştığında bedenimi rahatlattım. Nevin fenerini kapattığında elini elime uzattı, ben de fener ile gözlerimi aynanda kapatarak tutan eline karşılık vererek sıktım.

Ona korkma diyordum.

Olacak her türlü olacak, korkma yanında ben de varım. Olacak her neyse ikimize de olacak.

Bu bir teselli değildi, bu daha çok her şeye hazırlıklı olması için yaptığım bir konuşmaydı ama o bile bu kadarını tahmin edemezdi. Sadece kendince yorumlayabilirdi.

Derin nefes almak istedim ikinci kez, o nefesi yine çekemedim.

Uyumadan önce düşündüğüm tek şey buraya gelmek için kendimizden verdiğimiz tavizlerdi.

Dört taviz.

Diğer elimin yaslı olduğu yumuşak yosunun sıcaklığını hissettim. Su soğuktu, bedenimiz bu soğuğa anında uyum sağlamıştı ama yosun bizim aksimize sıcaktı.

Uyku beni kendine karanlığın aldığı gibi esir alırken Nevin'in gevşeyen eliyle çoktan uykuya daldığını anladım.

Ben de uykuya gitmek için köprünün ortasındaydım. Üç adım sonra uykuya varacaktım ama köprünün arkasında kalan korkularım ve aklımda kalan sorularım o adımları o kadar yavaş atmama sebep oluyordu ki uyumaya geç kalıyordum.

Yosunun ısıttığı elim sıcakladı, yosun ve sıcaklamış elimin arasında soğuk bir şey hissettim.

Suyun esintisi bedenime çarptı.

Parmak ucuma buz gibi bir şey değdi. Bedenim bu soğukla irkildi ama bu o kadar kısa sürdü ki aklımda hayale kapıldığımı hissettim. Hatta bayıldığım, deniz adamını gördüğüm o anı aklımda tekrar canlandırdığımı hissettim, çünkü bu dokunuşlar onun dokunuşuydu.

Tek sorun ben onun dokunuşunu belimde hissetmiştim, canlandırmış olsaydım bunu neden parmak uçlarımda canlandıracaktım.

Suyun arasından birkaç uğultu kulağıma doldu.

Ardından buz gibi dokunuş parmağımdan çekildi ve yosunla elimin arasına bir şey girdi.

Yuvarlak bir şey elimin altındaydı. Elim ona değdiğinde yükselmişti.

Canlı bir şey değildi, sertti.

Gözlerim kendini çoktan teslim ettiği için açılmıyordu, açılsa bile karanlık da bizi esir aldığından bana burada olanları gösteremezdi.

Saç dibimde bir anda aynı soğukluğu hissettiğimde bedenim bir kez daha irkildi. Karanlığın gölgesinde bir ışık uzaktan süzülür gibi oldu ama bu da sadece saniyeler sürdü.

Saçlarımın dibinden arasına uzanan o soğuk dokunuş kaybolduğunda karanlığın uzağında beliren o ışık da kaybolmuştu.

Ben ise o ışıkla dokunuş kaybolur olmaz köprüde önümde duran üç adımı tek adımda yürümüştüm.

Nedendir bilinmez içime bir rahatlık dolmuştu, sorular ve korku bir anda tuzla buz olmuştu.

Soğuk dokunuşlar beni kendime getirmiş, o ışık karanlığımı aydınlatmıştı.

Uyumadan önce tüm sorular zihnimden silinirken sadece biri yankılandı, uykumu engelleyemeyecek ama aklımda tüm sorulardan çok daha fazla yer edinecek bir soruydu bu.

Derler ki kader aşıkları bir kez karşılaştırır, gerisi aşıklara kalmıştır. Seven ya peşinden gider ya da gelmesini bekler.

Âşık olmamıştım ama etkilendiğim aşikardı. Peki âşık olsaydım bu hikâyede ben hangi taraf olurdum? Peşinden giden mi, yoksa gelmesini bekleyen mi?

 Peki âşık olsaydım bu hikâyede ben hangi taraf olurdum? Peşinden giden mi, yoksa gelmesini bekleyen mi?

~ Aksel

 

Loading...
0%