Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@byzloey

05. NİX

Fall back down, noa lone

Tenim en çok dokunuşu burada almıştı. Benim ve bedenimin hakkında en çok şey bildiği yer burasıydı. Zihnim görüntülerle, tenim dokunuşlarla, kulaklarım seslerle doluydu.

Ama içim, orada sadece panik ve heyecan yaşıyordu.

Gözlerimi araladığımda suyun rengi çok daha açık yeşile dönmeye başlamıştı, berraktı. Uyuduğumuz yerde değildik, bambaşka bir yere sürüklenmiş iki taş arasında yatar hale gelmiştik. Biz bunu nasıl hissetmemiştik?

Ellerimi kuma yaslayıp doğrulduktan hemen sonra yanımda uyuyan Nevin'in omuzuna dokundum ve sarstım. İkinci sarsışımda bedeni uyku pozisyonundan çıkarak refleksle doğruldu ve gözleri bana merakla baktı. Geldiğimiz bu yer bizim daha önce hiç iniş yapmadığımız, daha önce canlılarını hiç görmeyip mercanlarını keşfetmediğimiz bir taraftı.

Nevin'de benden hemen sonra bu detayı fark etmişti. El işaretiyle ona ileriyi işaret ettim. Kafasını aşağı yukarı salladı, buraya nasıl sürüklendiğimizi anlamış ve bunu uzatmamıştı.

Paletli ayaklarımızı kuma basarak parmak uçlarımızı öne arkaya sallayarak yukarı doğru süzüldük. Burada yüzmek daha kolaydı, ne kadar aşağıda yüzersek yüzüşümüz o kadar yavaşlıyordu.

Buna istinaden hep yukarıdan yüzmeye çalışıyorduk, burada yüzmesi şimdilik çok daha güvenli sayılırdı.

Nevin önüme geçerek daha hızlı yüzmeye başladığında ona ayak uydurarak ellerimi de kullandım ve ona yetiştim. Paletlerimiz aynı hizaya gelene dek hızımı düşürmemiştim ki elini önüme koyarak bedenini yataydan dikey pozisyonuna geçirdiğinde onunla birlikte duraksadım. Eli karnımın hemen üzerindeydi.

Gözlerini aldığı yerden bana çevirdiğinde ben de onun baktığı yöne ve ardından ona çevirdim. İleride kendi vücutlarıyla, hiçbir destek almadan yüzen insanlar vardı. Evet sayıları oldukça azdı ama oradalardı.

Nevin'in elini tutup ileri doğru yüzmeye başladım. İlerideki su altı şehri sayılan yerin içinde buldukları incileri ve batan birkaç eşyaları karıştırıyorlardı. Taşların üzerinde yüzeyde ucuza aldığımız takılardan, kıyafetlerden saçılmıştı. Taşın altına düşen ağzı açık bir bavul görünüyordu.

Batan şehrin boşluk pencereye benzer alanından içeri girdiğimizde şehrin ilerisinde de insanlar olduğunu fark ettik. Tenlerinin üzerinde killer vardı, kese vurulmuşta tenleri soyuluyor gibi görünüyordu.

Nevin beni çekerek aşağı doğru yüzmeye başladığında onunla beraber suyun çekimine aldırmadan aşağı doğru yüzmeye başladım. Birkaç yüz bize çoktan dönmüştü.

Taşın hemen ucundan tutunarak kenarına oturduğumuzda birkaç beden bize döndü ve el işaretiyle hoş geldiğimizi söyledi.

Nevin elini kaldırdığında herkes dikkatini eşyalardan çekmişti. ''Diğerleri nerede?''

Buraya inmeden önce herkesin takısı ve eşyaları alınmıştı, herkes sadece teni ve yok sayılacak incelikte bir body süitle inmişti ama görünene göre insanlar güzelliğinden ve isteklerinden hala vazgeçmiyorlardı.

Bu kadar çabuk adapte olabilmeleri hem şaşırtıcı hem de korkutucuydu.

Adamlardan biri Nevin'in sorusuna omuz silkerek cevap verdi. Su güneşin sıcaklığından yararlanıyordu, ama bedenim bu sıcaklıktan etkilenmiyordu. Suyun sıcak ya da soğuk olduğunu anlıyordum ama üşüme ya da terleme duyusunu hisseedemiyordum.

Nevin alamadığımız cevapla anladığını belirten bir şekilde kafa sallayarak bana döndü. Hemen çaprazımda oturan kadına vücudunu gösterip killeri sordum. Elindeki incili kolyeyi kucağına, bacaklarının arasına koyup sıkıştırdı. ''Kaşınıyoruz. Sanırım vücut adapte olmaya çalışıyor.'' Arkasında oturan kadın gülümseyerek ellerini kaldırdığında dikkatimiz ona kaydı. ''Ya da herkes fazla kirli.''

Herkeste beliren bu kaşıntı dikkat çekiciydi. Bakıldığında farklı belirtiler ve değişikliklerin olmaması asıl garip olurdu ama yine de bu durumda hiçbir şeyin garip olamayacağını zaten düşünemiyordum. Elimi kadının koluna dikkatle uzattım, kolunu takip eden çizgi kadarlık bir kil sudan aşağı doğru süzüldü. Kadın bunu hissetmemişti bile.

Elimi üzerinden çekip diğerlerine baktım, herkes eşya bulma derdine düşmüştü. Nevin ''Acıktınzı mı?'' diye sorduğunda hepsi kafasını olumsuzca salladı. ''Ya lavabo ihtiyacınız?''

Soruma Nevin'in sorusuna verdikleri cevabın aynısını verdiler. Kimse acıkmamış ve lavabo ihtiyacı hissetmemişti.

Onunla beraber oturduğumuz köşeden yavaşça ayrılırken göz göze geldik, herkes gideceğimizi anlar anlamaz bize veda için el sallamaya başlamışlardı.

Ayaklarımızı hareketlendirerek ileri doğru yüzmeye devam ettik, güneş suyu oldukça fazla aydınlatmaya başlamıştı. Görünene göre tam olarak öğle vaktiydi. Bu da birkaç saate bizim de kıyafetlerimizi çıkarmamız gerektiği anlamına geliyordu.

Nevin'in arkamda olup olmadığını omuzumun üzerinden kontrol ettikten sonra ileri doğru yüzmeye devam ettim. Oldukça fazla uyumuşa benziyorduk, bana bir diğer garip gelen şey uyurken hiçbir rahatsızlık duymamam ve aynı yatağımda uyuyor gibi rahatça uyumuş olmamdı. Garipti ama güzeldi de. Bu adapte sürecini kolaylaştırıyordu.

Zorlaştıran tek şey merak ve korkuydu.

Yüzdüğümüz su fazla yeşile dönük olsa da karşımızdaki su masmavi görünüyordu. Berrak değildi, yoğun bir maviydi ve renginden başka hiçbir şey görünmüyordu.

Ne kadar sürdü bilmesem de Nevin beni paletimden yakalayıp durdurana kadar durmadan yüzdüğümün farkında değildim. ''Saatlerdir yüzüyoruz, kimseye rastlamadık.''

Ona nereye varmak istediğini soran bir ifadeyle baktım. ''Ya dün gördüklerimiz insanlara zarar verdiyse?'' elleri panikten oldukça hızlı hareket ediyordu. Ellerini tutup sakinleştirmek için okşadım ve kafamı olumsuzca salladım.

Gelir gelmez kötü ihtimali düşünmemeliydik, yoksa su yüzüne çıkıp orada ölümümüzü beklerdik. Burada yaşama ihtimalimiz daha yüksekti, öyle olmalıydı.

''Burada başka hangi varlıklar var bilmiyoruz, dikkatli olmalıyız.''

''Sana inanmalıydım. Gördüm demiştin.'' Yüzünü yere doğru eğdi. Çenesini tutup kaldırdım ve kafamı olumsuzca salladım. ''Gördüğüm onlar değildi, bir deniz adamıydı.''

''Onu arıyorsun değil mi? Ailemizin yanında?'' gözlerimden cevabını aldığını ne kadar bilsem de ''Evet.'' Dedim.

Onu arıyordum çünkü onu gördüğüme inanıyordum, o vardı ve burada bir yerlerdeydi. Bunu hissediyordum, sadece hislerim onu bulabilecek kuvvette değildi.

Nevin tam omuzlarını umutsuzlukla düşürdüğü sırada ona hüzünle baktım. Su yavaşça soğumaya başladı, rengi yeşilden maviye dönmüştü ve mavi renginden başka hiçbir şey görünmüyordu. Ne dibi ne yüzeyi ne de ilerisi. Sadece kollarımızın ve bacaklarımın arasından geçen küçük balıklar görünüyor onlarda dakikalar sonra kayboluyordu.

Nevin'i omuzlarından tutup kendime çekerek kollarımı ona doladım. Onun da kolları belimi sardı. Bedenimiz sıcaktı ya da ben öyle zannediyordum.

Sarılmamız bittiğinde geri çekilerek etrafımıza baktık, soldan gelen bir koca balık arkasında sürü balıklarla geliyordu.

Nevin'i tutup kenarı doğru çekiştirdim ama fark etmediğim bir şey vardı, onu çekiştirdiğim yerde bir akıntı meydana gelmişti. Akıntı bizi içeri arkamızdan vakum gibi çekti. Çığlık atmak için tam dudaklarımı aralayacaktım ki dudağımdaki tüp borusunu hatırlayarak dişlerimi sıktım.

Nevin'in eli benimkinden çekildi ve göremeyeceğim kadar uzağa doğru savruldu. Kafam aşağıdan yukarıya, bacaklarım da yukarıdan aşağı doğru dönüyordu. Akıntı hiddettini bizden çıkardı.

Git gide savrulduğumuz yerde güneş ışığı neredeyse yoktu, güneş yavaşça batmaya başlıyordu. Aşağısı yavaşça ışığını kaybederken savrulmanın şiddetli yavaşça azaldı. Tutunacak hiçbir yer yoktu, neyse ki başka hiçbir varlıkla çarpışmamış ve zarar görmemiştim ama en yakın arkadaşımı kaybetmiştim. Onu göremiyordum.

Akıntı yavaşça son bulduğunda savrulduğum yerden bir taşa sırtımı çarparak yüzümü buruşturdum. Canım bu kez yanmıştı işte. Paletlerimin hemen altında mercan vardı ve çıkardığı tohumcuklar yapış yapıştı, paletime yapışarak renk verdi.

Endişeyle etrafıma bir kez daha baktım, bu su çok daha yoğun ve rahatsız ediciydi. Pis görünüyordu. Ayrıca paletlerim yüzerken yavaşlıyordu. Ne kadar derine indiğimi ya da suyun hangi yönüne savrulduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Elimi belime koydum ve nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Buradaki birçok mercan ve hayvanlar ölmüş görünüyordu, solmuş ve kemik içinde kalmışlardı.

Endişem yine bulaşıcı bir hastalık gibi yükseldi. Sakin olmalıydım, sakin olmalıydım.

Siktir artık yalnızdım!

Ellerimi maskenin üzerinden yüzüme yerleştirdim ve olabildiğince sıvazladım. İçimden bir ses buradan hemen defolup gitmemi söylüyordu, yoksa bir sonraki kemik ben olacaktım.

Paletlerimi olabildiğince kullanmaya çalışarak suyun öteki tarafına doğru yüzmeye başladım, burada su altı mağaraları olduğu görünüyordu ama derinliklerini hiç merak etmiyordum.

Ellerimden yardım alarak yüzüşümü olabildiğince hızlandırmaya çalıştım ama çok geç kalmıştım. Suyun titreştiğini gözlerimle gördüm ve bedenimle hissettim. Su titreşti ve bir uğultu aynı dünkü gibi suyun içinde yükseldi. Mercanlar savruluyor tek tük gördüğüm canlılarda kaçmaya başlıyordu.

Sertçe yutkunup yüzümü aşağı doğru korkuyla eğdim. Siyah kuyruklu o gölgeler alttan siyah bir dumanla etrafa yayılmaya başlamışlardı bile. Onlardan fazla yukarıda kaldığım için beni fark etmemelerini umdum.

İleride bir su altı şehri daha görünüyordu, oraya yetişebilmek için elimden gelen tüm gücümü kullandım.

Artık çektiğim nefesi bile hissedemiyordum, korku her yerime yayılmıştı.

Su şehrinin parçalanmış ve açık kalmış yerinde bir insan kalabalığını fark ettiğimde hem korkum daha da arttı hem sevincim tekrar varlığını belli etti.

Oraya doğru elimden geldiğince hızlı bir şekilde yüzmeye çalıştım, tam bir pencerenin altına doğru yüzeceğim sırada bir bedeni fark ederek duraksadım. Paletler, sırtında bir oksijen tüpü ve dalgıç kıyafeti. Bedenini bana döndüğünde birbirimizi bulmanın sevincini yaşamaya hazırdık ama yaşayamadık.

Siren olarak bildiğim bu canavarlar oldukça aşağıdan şehre saldırdılar. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Nevin'e kaçmasını işaret ediyordum ama o anlayana kadar geç olacağını fark ediyordum. Göğsüm aldığım şiddetli nefesten kırılmak üzereydi. Korkuyordum.

Sirenlerin sesleri tiz bir şekilde yükseldi. Gözlerimden akan yaşlar maskemin içini doldurmaya başladı. Nefes nefese şehre ulaştığımda Nevin'e yaklaşamadan biri arkasına geçti ve onu geriye doğru çekip şehrin arkasına sakladı.

Başka bir palet ve dalgıç kıyafeti bedenini sarmıştı, o siyah gözleri nerede görsem tanırdım.

Alex.

Sirenlerden biri onlardan kaçan, dalgıç kıyafetlerini çıkaran insan topluluğuna saldırmaya başladı. Herkes kaçmaya çalışıyor ama sirenlerin kurbanı oluyordu. Birini uzun iğrenç tırnaklarıyla yakaladıklarında, bacaklarını koparıyorlardı.

Tüpten gelen nefesin yetersiz geldiğini hissettim.

Elimi kalbime doğru götürdüm, kilitlenmiştim.

Birinin kopan kolu suda süzülerek yere doğru yüzdü. Nefes alamıyordum.

Parçalanmış cesedin kanını köpek balığı gibi emen siren burnunu kaldırıp kokladıktan hemen sonra kafasını kaldırdığında gözleri beni buldu. Uzun siyah ıslak ve iğrenç görünen saçlarını omuzundan sarkacak şekilde yüzünü yana eğdi.

Vücudumun kalan parçalarına son kez göz gezdirip sertçe yine yutkundum. İşim bitmişti, parçalarımı artık görmemin imkânı yoktu.

Gözlerimdeki yaşlar arttığında maskenin gözlüğünü çıkardım. Artık su gözlerime girmeye başlıyordu. Beni gözüne kestiren siyah kuyruklu, gözlerinin tamamı siyah olan, saçları da vücudunun geri kalanı gibi siyah olan beyaz tenli korkutucu izleri vücudunda misafir eden siren yukarı doğru eşsiz bir hızla yüzdüğünde gözlerimi yummaya ve kaderime razı olmaya hazırdım.

Gözlerimi yavaşça kıstım ve kapatmaya hazırlandım ama kapatamadan omuzumun tam üzerinden büyük bir şiddet ve hızla savrulan, dikey şeklinde gelen mızrağın sirenin tam göğsünün ortasına saplandığını gördüğümde gözlerim kapanmak yerine fal taşı gibi açıldı.

Omuzumun üzerinden fırlatılan mızrak bir sireni arkasındaki duvara sabitlemişti. Kanı da kendisi gibi siyah ve pis akıyordu, siyah duman etrafını kapladı. Mızrak beyaz bir ışık yayarak parladı ve soğuk olduğunu her zerremle hissettiğim bir kolun belime dolanmasıyla geriye doğru çekilip sürüklendim. Yüzüm taştan duvara dönük öylece kalmıştım, su altında kalmış bu şehir öylesine büyüktü ki öteki tarafına çekildiğimde yine gördüğüm tek şey duvar oldu.

Gözlerimi korku ve titreklikle belime dolanan ellere indirdim.

Bileğini saran o gümüş bileklik yine bileğindeydi, kafamı hızla kaldırıp titrek bir nefes daha aldım. Tüpten gelen hava artık azalmaya başlamıştı.

Eli belimden yavaşça çekildiğinde kendimde o gücü bularak elimi taşa yasladım ve ona doğru döndüm. Yüzü tam olarak karın hizamdaydı, aşağı süzülmüştü. Mercan yapışmış paletlerimi ayaklarımdan çıkardı ve dibe batmasına izin verdi.

Sirenlerin titreşimleri, tiz sesleri duyulmaya devam ediyordu ama çok daha uzak geliyor ve bitmeye yakınmış gibi hissettiriyordu.

Paletlerim suyun dibine süzülürken vücudunu kuyruğunu sallama ihtiyacı bile olmadan yukarı kaldırdı ve o parlak gri gözlerini gözlerime çevirdi.

Tanrım bu nefes kesiciydi.

Dişlerimin arasındaki nefes veren ağız tutucu bir an dudaklarımdan kaydı ama kendime gelerek onu tekrar yakaladım. Omuzunun üzerini sarmal gibi saran metal renk katmanlı dövmesi parıl parıl parlıyordu.

Gözlerim çıplak yapılı üstünden altına doğru kaydı. Göğsünün hemen altından ince çizgiler halinde gümüş renk taşlı bir kuyruk onu sarmaya başlıyordu.

Aynı o gün gördüğüm gibiydi ama çok daha güzeldi. Saçları orta uzunlukla alnına tutamı düşecek kadar uzundu, siyah ve gürdü. Suyun içinde hareketleniyordu.

Ellerimin titremesine aldırmadan işaret diliyle ona teşekkür ettim ama anlamadığına emindim.

Yine de teşekkür etme ihtiyacıyla tutuştum.

Ayağımın altında tekrar karartılar belirdi ve dikkatimizi dağıttı. Suyun oldukça aşağısında dumanın arasında göründüler ve dakikalar sonra kayboldular. Yüzümü saklandığımız duvardan tutunarak arkasındaki enkaza doğru çevirdim ve parçalanmış tüm cesetleri taşların üzerinde gördüm. Kırmızı kan suya karıştı, taşları boyadı. Gözümden akan yaşlar da okyanusa karışmıştı.

Çenemin altında bir dokunuş hissettiğimde irkilerek yüzümü çevirdim.

Dudakları aralık bir şekilde bana bakıyordu. Gerçekti ve tam karşımdaydı. Bu akıl almazdı.

Kalın ve gerçek dışı mor renge dönük dudakları, ince ve sanki yapılmış gibi görünen şekilli burnu, kediye benzeyen geniş ama ince olan göz yapısı hayatımda gördüğüm en güzel yüz olmuştu.

Siyah uzun ve şekilli kirpiklerini kırptı.

İşaret parmağımı uzatarak onu gösterdim. Adını merak ediyordum.

Bu güzelliğin bir adı olmalı, sana layık olan ad her neyse duymak isterim.

Yüzümü ikinci kez duyduğum sesle arkaya doğru çevirmek için hareketlendirdim, Nevin önden Alex arkasından dikkat çekici yavaşlıkla buraya doğru geliyorlardı.

Sonunda bu onlara gördüğümün doğru olduğunu kanıtlamak için eşsiz bir zamandı. Heyecanla önüme döndüğümde bu eşsiz zaman tarafından büyük bir hayal kırıklığına uğradım.

Henüz sorumun cevabını bile alamamıştım. Bu büyük bir hayal kırıklığıydı. Nevin ve Alex'e doğru duvarın arkasından çıktım ve duvara saplanan mızrağın artık orada olmadığını gördüm.

Nevin ve Alex ellerini vücudumun her yerine koyarak sağlamlığımdan emin olmaya çalışıyordu, gözlerindeki korku hala tazeydi. ''Uzaklaşalım buradan hemen.'' İkisinin de isteği tam olarak buydu. Nevin'e sıkı sıkı sarıldıktan hemen sonra ikisinin de elini tuttum çünkü paletlerim artık yoktu ve paletsiz her ne kadar mercan yapışmış paletle yüzeceğimden daha hızlı yüzecek olsam da onlar kadar hızlı yüzemezdim.

Ve o deniz adamı yapışkan paletle yüzemeyeceğimi anladığı için paletleri ayağımdan çıkarmış olmalıydı.

Derin bir iç çekerek ikisinin beni buradan uzaklaştırmasına izin verdim. Alex ne zaman ne sebeple gelmişti bilmiyordum ama hızır gibi yetişmişti. Onu gördüğüme bu kadar sevineceğimi hiç düşünmemiştim.

Su durulmuş görünüyordu, güneş yavaş yavaş solmaya ve yerini gecenin karanlığına bırakmaya başladı. İleride gördüğümüz bir su altı mağarasına yaklaştığımızda beni sürükleyen iki beden de durdu. Alex bize dönerek ellerini kaldırdı. ''Burada bekleyin.'' Bizden cevap beklemediğini ima eder şekilde arkasını dönüp mağaraya doğru giderken Nevin'in ona atılmak üzere hareketlendiğini ama yapmadığını fark ederek ona döndüm. İyi ama hala fazlasıyla korkmaya devam ediyor gibi görünüyordu.

Kısacası benim gibi görünüyordu.

Alex dakikalar sonra çukurlu mağaradan sapasağlam çıktığında el işaretiyle ona doğru yaklaştık. Tüpten derin bir nefes çekmek istedim ama bu kez nefes gelmemişti. Nevin de duraksadığında onun da tüpünden nefes gelmediğini anlamıştım.

Tüpü yavaşça dudaklarımdan ayırdım ve su girmesine aldırmadan maskeyi tamamen yüzümden çıkardım. Nevin de benim gibi tüpünü ve maskesini çıkardı.

Su gözlerime artık ağır ve yakıcı, kulaklarıma basınçlı, burnuma öldürücü şiddette gelmiyordu. Yeleğin fermuarını açıp kemerlerini çözdüm ve dalgıç kıyafetini üzerimden yavaşça çıkardım.

Benim üzerimdekilerin hemen ardından Nevin'in de üzerindeki ağır yükler çıkmıştı. Kendimi kuş hafifliğinde hissederek kendi etrafımda döndüm.

Kollarımı iki yana açtığımda vücudumdaki kısa kıyafet bile rahatsız hissettirmedi. Kendimi sanki suyun yüzeyinde bir insan gibi, suyun altında da bir balık ya da bir deniz kızı gibi hissediyordum. Bu duygu ve duyu eşsiz bir şeydi.

Yağız Taner bir deliydi!

Nevin de benimle aynı duyguları paylaşan hareketlerle etrafımda dönüp durmaya başladı. Alex olanları şaşkınlıkla izliyordu ve bu şaşkınlığı maskesinin, gözlüğünün ardından bile belli oluyordu. Suya karışan canlı gözüken saçlarımı ve baloncuklarla canlı görünen vücudumu, tenimi dikkatle seyrettim. Her bir hücrem canlanmış gibi hissediyordum.

Soluduğum hava değildi ama havaymış gibi doğal ve normal hissettiriyordu. Vücudumun kalanı suyun bu kadar kat altına uyum sağlıyordu. Bu çılgıncaydı.

Nevin ellerini yanaklarına koyarak bana şaşkınlıkla baktı. Evet üzerindeki ağırlıklardan kurtulan ve su altında gerçekten nefes alan insanları görmüştük ama nasıl hissettirdiğinden haberimiz bile yoktu. Şimdi bu deneyimde biz de nefes alıyorduk.

Alex yanımıza gelip etrafımızda paletlerini hafifçe sallayarak tur attı ve el işaretiyle her şeyin normal göründüğünü bir kuyruğumuzun çıkmadığını söylemişti. Ona göz devirerek baktım ve ardından ellerimi kaldırdım.

''Sen buraya nasıl geldin?''

Arkasını dönüp mağaranın ucundaki çıkıntılı taşa oturdu, iki yanına Nevin ile geçerek oturup bacağına elimi koydum ve ona döndüm.

''Sizin hemen ardınızdan yurt dışında da yer yüzünde yaşamın biteceği haberleri yayılmaya başlandı. Gece ani bir hastalık vakaları haberlere konu oldu. Gönüllüler için Türkiye'de başlatılan deneye ortak olunacağını duyduğumda bağlantılarımı kullanarak Türkiye'ye geldim ve testlerden geçip sabah dalış yaptım ama sizi saatlerdir aramama rağmen bulamamıştım.''

Kaşlarımız hayretle havalandı. Bu kadar kısa sürede yurt dışında nasıl aynı deneyler yayılabilirdi?

Eğer Yağız Taner yurt dışındaki uzmanları da bu araştırmaya katmadıysa tabi...

''Sonrasında nasıl buldun peki?''

Alex bana gülümseyerek bacağının üzerindeki elimin üzerine elini koydu. ''Mızraklı ve kuyruklu bir deniz kızını takip ederek.''

Nevin küçük dilini yutmuş bakışlarla bana bakıyordu, ondan gözümü kaçırıp Alex'e tekrar döndüm.

''Seni dinlemeliydik, haklıydın.'' Kafamı olumsuzca salladım. Evet beni dinlemelilerdi ama artık çok geçti. ''Sana zarar vermedi mi?'' Nevin'in el hareketiyle Alex ona döndü ve kafasını aynı az önce benim yaptığım gibi olumsuzca salladı.

''Bana baktı ve arkasını dönüp normalden daha yavaş bir şekilde yüzmeye başladı. Ben de peşinden gelmemi istediğini düşünerek takip ettim ve sirenlerin geldiğini gördüm.''

''Deniz insanları hakkında ne biliyorsun?'' bu kez yüzü bana döndü.

Türler ve türler hakkında bilgileri inceleyen araştıran asıl kişi Alex olduğu için eğer bir bilgi veya efsane varsa bunu bilen tek kişi de o olabilirdi. Bana onun hakkında bilgiler verebilmesini umarak ellerini her zamankinden daha dikkatli takip ettim.

''Deniz insanlarının varlığı hiçbir zaman kanıtlanmadı sadece efsaneler ve deniz kızını besleyen yaşlı, tımarhaneye kapatılan bir amcanın söylediği birkaç nasihatler var. Söylediğine göre o kız kendi kızıymış ve bir deniz adamı tarafından deniz kızına dönüştürülmüş.''

''Bu mümkün mü?'' kafasını aşağı yukarı salladı.

''Efsanelere göre.'' Nevin de merakla onun ellerini takip ediyordu. Ben de içimdeki hiçbir organın normal olmayacak şekilde attığını hissederek dinliyordum.

Devam et dercesine elimi salladım.

''Nasıl olduğu hakkında bir bilgi yok yalnızca deniz insanları hakkında birkaç bilgi var. Zihnine girebilir, duymanı isterce zihnini duymana izin verebilir. Sen onun zihnini duyarsın o da senin. Bu izni ona güvendiğinde verirsin ve verdiğin zaman diliminde seni suyun altında hangi köşede olursan ol duyabilir. Kokunu alabilir ve takip edebilir. Varlığını hissedebiliyorlar diye biliyorum.''

Pekâlâ, bu fazla korkutucuydu.

''Yani şu an burada olduğumuzu biliyor?'' kaşlarımı sorumu destekler nitelikte kaldırdım. ''Eğer efsaneler doğruysa.'' Diyerek tekrarladı cümlesini.

Nevin asıl merakı ve korkusu olan yere konuyu çektiğinde araya girmedim çünkü bunu ben de en az onun kadar merak ediyordum. ''Ya sirenler?''

''Sirenlerin insanları parçalama gibi hayvansal dürtüleri var, kanla besleniyorlar. Aynı köpek balıkları gibi kanın kokusunu çok net alırlar. Hakkında başka tek bildiğim şey onları yenmenin imkânsız olduğu.''

''Sence o... deniz adamı nasıl mızrağıyla öldürdü?''

Alex omuz silkti. Bu sorunun cevabını ben onlardan daha çok merak ediyordum ama aklımı ondan daha çok meşgul eden şey Alex'in onun hakkında söyledikleriydi. Bizi hissedebildiği ve zihnimizi eğer güvenerek ona açarsak bunun karşılıklı olacağıydı.

Dudaklarımı kemirdim.

Ellerimin içi dakikalardır suda çırılçıplak olmamıza rağmen buruşmamıştı.

Ellerimi inceledikten sonra omuzumdaki saçlarımı elimle taradım ve Alex'e baktım. Nevin'i seyrediyordu.

Nevin vücudunu gözleriyle taradıktan sonra rahatlayarak arkasına yaslandı. Mağaranın kenarları da taştandı.

Elimi farkında olmadan belime ve çeneme uzattım. Dokunuşunun soğukluğu ve varlığı hala oradaydı. O benim varlığımı burada hissediyor bende dokunuşunun varlığını üzerimde hissediyordum. Bu garip, kafa karıştırıcı ama muhteşem bir duyguydu.

Elimi kalbimin üzerine götürdüm. Korktuğum zamanki kadar kaburgaları kıracak bir şiddetle atıyordu ama bu kez sebebi korku değildi. Onu görme arzusuydu.

Suyun altı git gide kararmaya başladığında, mavi su daha da mavileşti ve koyulaştı. Birkaç büyük balıkların sesleri geliyordu, belki de çok daha derinlerde yaşayan bir başka su canlıların. Tam olarak sesi analiz edemiyordum. Elimi omuzuma atıp ovuşturdum, bu gerginken yaptığım bir hareketti.

Alex omuzlarını düşürüp ''Dinlenelim?'' diye sordu Nevin'e bakarak. Nevin de onunla aynı fikirde görünüyordu, ikisinin yüzü bana döndüğünde onlara uyum sağlayarak kafamı aşağı yukarı salladım. Bedenen bir yorgunluk hissetmesek de gördüklerimiz zihnimizde bir korku filmi gibi dönüp duruyordu ve dinlenmeye ihtiyacımız vardı.

Alex tüpüne ve dudaklarının arasındaki aldığı nefese dikkat ederek kendine uzanacak yer bulurken bir çift taşın arasına ayağını sıkıştırdı ve yüzeye yükselmeyeceğini garantiledi.

Nevin onun hemen arkasına uzanmıştı. Ben de mağaranın en dışında duran yere, taşın ucuna doğru kıvrılmıştım. Uykum hafif olduğundan ötürü en kolay ben tetikte uyurdum. Ellerimi birleştirip kafamın altına koydum. Su temiz, canlılar uzaktı.

Güneş battığında yerini ayın gölgesine bıraktı. Sudan süzülen ince çizgiler onunla göz göze geldiğim günü hatırlatmıştı. Karanlıkta parlayan gri gözler, bembeyaz teni ve göğsünün altından vücudunu saran kuyruğu.

Dudağımı kemirip onu tekrar orada gibi hayal etmeye çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemezdi, hayal konusunda hep kötü olmuştum.

Onu orada görmeyi dileyip dakikalarca göremeyince sinirle arkamı döndüm ve uzanmasına rağmen hala uyumayan Alex'le göz göze geldim. Bana arkasını döndü ve hemen arkasında yatan Nevin'in beline kolunu dolayıp onu kendine çekti.

Biliyordum. Seni sinsi yılan.

Ona arkasından attığım bu bakışları tahmin etmiş gibi kıpırdandı. Tabi ki biliyordu. Bilmemesi için aptalın teki olmalıydı.

Kulağıma dolan bir su canlısının uğultusu aniden kesildiğinde dikkatimi ondan aldım ve irkildim. Suyun akış yönü değişti, ay ışığının süzülüşü azaldı.

Elimi taşa yaslayarak doğruldum ve yüzümü arkama döndüğüm yere tekrar çevirdim.

Ay ışığının altında, suyun dibindeki kumda üç harf yazılıydı ve tam ucunda bir mızrak saplanmış parlıyordu. Beyaz ışık gözümü aldı. Ayaklarımı yavaşça sallayarak aşağı doğru zorlanmadan yüzdüm, ayak tabanlarım kuma değdiğinde mızrağın ışıkları söndü ve altındaki üç kelimelik cümle göründü.

NİX

Bu güzelliğin bir adı olmalı, sana layık olan ad her neyse duymak isterim.

Nix'ti. Adı Nix'ti.

Mızrağa dokunmak için elimi uzattım ama tekrar yandı ve elimi uzaklaştırdığımda söndü. Kaşlarımı çatarak mızrağa baktım. Arkamdan bir ses ''Dokunursan, zarar görürsün.'' Dedi.

Dudaklarımı araladım. İçime giren su yutmama izin vermeden çıkıyor, beni boğulmaktan kurtarıyordu. Arkamdan vuran soğukla titredim, su altına girdiğimden bu yana ilk kez bir ısı belirtisi hissedebilmiştim.

Eli solumdan uzandı, mızrağı kumdan çıkardı ve aynı yönden yüzerek önüme geçti. Dudakları kıpırdamıyordu ama zihnini duyabiliyordum. Ona beni kurtardığı ilk gece güvenmiştim ve bunu ona istemeden belli etmiştim. Artık beni duyabiliyordu, benim de onu duyabildiğimi biliyordu.

''Adın bu mu?'' diye sordum içimden.

''Adım bu.'' Diyerek beni doğruladı. Sesi çok... tiz ve zarifti. Hoş ve iç ısıtıcıydı.

''Ne anlama geliyor?'' diye sordum.

''Su ruhları.'' Kumdaki yazı suyun akıntısıyla yavaşça silindi. Gözlerimi ay ışığı altında tekrar ona kaldırdım.

Ondan korkmam gerekir miydi? Korkmamam aptallığa kaçar mıydı?

''Teşekkür ederim, beni birden fazla kurtardın.''

''Ve peşimden geldin.'' Dedi gözlerini kısarak. ''Çünkü ülkemizde yaşam artık mümkün değil. Yaşam alanınızı suistimal ettiğimiz için özür dilerim.'' Yüzümü yere doğru eğeceğim sırada o soğuk parmakları tenimi delip geçti ve yüzümü kaldırdı.

''Burada da yaşamınız mümkün değil.''

''ne demek istiyorsun?'' mızrağı tam ortamıza getirip kuma sapladı. ''Bugün demek istediğimi gördün.''

Sirenler.

''Onlardan nasıl korunabiliriz?'' gözleri gözlerime derin derin baktı. Elleri ve kuyruğu hareket ediyordu ama hipnotize olmuş gibiydim, hareket edemiyor gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. Gözleri çok daha yakıma geldiğinde onun ışığıyla parladım.

''Bu seni korur, diğerleri umurumda değil.'' Gözleri boynuma indi, sonunda hipnoz bozulmuş gibi kafamı boynuma doğru eğdim. Ucunda mızrak olan gri parlak bir kolye boynuma asılmıştı.

Camdan gibi görünüyordu.

Ucunda kum taneleri vardı ve dokunduğumda dokusunu hissedebiliyordum.

Söylediği cümleyi anımsadığımda kafamı kaldırıp ''Bekle, ne demek diğerleri umurumda değil?'' diye sordum ama bu ses sadece zihnimin içinde kalakalmıştı. O... gitmişti.

Yüzümü sağa ve sola çevirdim ama yoktu.

Yüzümü tekrar boynuma indirip kolyeye dokunurken ''Duyacağını biliyorum, bir kez daha teşekkür ederim?'' dedim.

Soğukluk uzaklaşmıştı, hava çok daha kara ve korkutucu hale bürünmüş bu hali su altına da yansımıştı. Ayaklarımı kumdan yukarı doğru ittirip yüzerek az önce uzandığım taşa doğru yüzdüm.

Taşın hemen üzerinde bir bileklik duruyordu, kolyenin ucuyla aynı mızrak desenine sahip ince bir bileklikti. Elime aldığımda bileklik parladı. Kolyemin ucu da onun parıltısıyla parladı ve bilekliği bileğime taktığımda ışıkları söndü.

Dudağıma yayılan gülümsemeye mâni olamadım.

Söylesene Nix, suya ait her ruhu hissedebiliyorsan... suyun derinliklerinde öldüğümde benim de ruhumu onlarla birlikte hissedebilecek misin?

 

Loading...
0%