Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@byzloey




Küçüklüğünüzü hatırlıyor musunuz? Belli bir yaş söylemiyorum, sadece çok ama çok küçük olduğunuz zamanlardan bahsediyorum. Bazı insanlar hatırlardı, anıları hatırlamasa da hisleri orda içinde duruyordu. Bazıları ise hatırlamak istemediği birçok şeyi çoktan unutmuştu. Benim de hatırladığım zamanlar masallar anlatılmaya başlandığı zamanlardı. Her şeyin güzel olduğu, derdin ve tasanın çocuklara ait değil yetişkinlere ait olduğu zamanlardı. Herkesin dönmek istediği zamanlar, insanların başka insanları kırdığını görmediğimiz ya da hissetmediğimiz zamanlar.

Küçükken bunu fark etmek hiç mümkün olmuyordu çünkü çocuklara her zaman masallar anlatılırdı. Çocuklar masallara bayılırdı, hepsi mutlu sonla bittiği için. Yetişkinlerin okurken hiç inanmadığı, çocukların ise inanarak hayatta hayal kırıklıklarına uğramasına sebep olan ve hep mutlu sonla biten şey masallardı. Herkes bilirdi ki masallar hep mutlu sonla biterdi.

Benim birçok çocuktan ayrı inandığım başka şey de her efsanenin ve masalların bir gerçeklik payı olduğuydu. Sonuçta o kadar hikâyeden biri mutlaka gerçek bir şeylerden esinlenmiş olmalıydı, öyle değil mi?

Ya da bende büyük babam gibi kafayı sıyırmış, hayal dünyasında yaşayan bir kızdım. Tabi yaşım 24 olmasaydı bu kulağa daha inandırıcı gelebilirdi. Cam da ki yansımamdan asla 24 yaşında göstermeyen yüzüme ve yorgun simama baktım. 9 saatlik yolun ardından resmen yaşlanmış gibi görünüyordum. İçimden 'Al sana 24 yaş görüntüsü Efnan.' Diyerek alay ettim ve yan tarafımdan gelen nazik bayanın hoş tonlu sesini duyduğumda refleksle yüzümü çevirdim. Otobüse bindiğinde model gibi görünen kadın şu an tam depresyona girmiş bir ergen gibi duruyordu. Saçları dağılmış, göz makyajı akmıştı ve yüz ifadesi artık sevecen değildi.

''Pardon bakar mısınız, Ne kadar kaldı acaba?'' Muavin olan genç çocuk ilerlediği ön koltuklardan tutunup yüzünü omuzunun üzerinden kadına çevirdi.

''Geldik, kasabaya girmiş bulunmaktayız. On dakika içinde otogara varmış oluruz.'' Kadın rahatlamış bir ifadeyle teşekkür etti, muavin öne doğru giderken kadınla gözlerimiz kesişti. Ardından yüzümü ondan çevirdim ve açılmayan küçük televizyona bakarak arkama yaslandım.

Resmen omuzum tutulmuştu. Burada havalimanı olmamasını kafamdan bir kez daha söylenerek sorguladıktan sonra gözüm karanlık yola tekrar çevrildi. Otobüsün içi de oldukça karanlıktı, etrafta ışık sayılabilecek parlaklıkta hiçbir şey görünmüyordu.

Bu karanlık sokak bile şehirden uzaklaştığımızı kanıtlar nitelikteydi. Şehirde her sokakta bir sürü sokak lambası olurdu. Ya da herhangi bir mekânın ışıkları yanık kalırdı. Burası ise henüz yeni lüks yapılmaya başlanan bir kasabadan ibaretti. Stabil hızda ilerleyen otobüs kimsenin beklemediği bir şekilde ani fren yaptığında otobüsün sarsılması ile camdaki yansımam kaydı ve kafamı önümde ki televizyona sertçe vurarak acıyla inledim. Kafam geriye tekrar vurduğunda herkesten gelen inlemeler otobüste yankılandı. Fazla hızlı ilerlemememize rağmen bu fren herkesi hazırlıksız yakalamış şoföre sebebini kızgınca sormalarına sebep olmuştu.

''Ne oluyor?''

''Kaza mı yaptık?''

Muavin şoföre seslenirken şoförden ses gelmemesi herkesi telaşlandırmıştı, ben de neler olduğunu anlayabilmek adına elimi alnıma götürürken kalkmaya çalıştım. Otobüsün içindeki ışıklar yanmaya başladığında sadece birkaç kişinin benim gibi kafasını sert vurduğunu gördüm.

Muavin telaşlı sesiyle herkesin onu görebileceği kısma çıktı. ''Herkes lütfen sakin olsun, Kaza yapmadık sadece ani bir fren yapmamız gerekti. Lütfen kimse olduğu yerden kıpırdamasın, görevlileri aramam gerekiyor.'' Muavinin yaptığı açıklamanın ardından ön kapı açıldı ve alel acele koşarcasına indi.

''Önümüzde ne olduğunu görebiliyor musunuz önde oturan beyefendi?'' Muavini durduran kadının seslenmesinin ardından önde oturan adam bize döndü. Gözlüklerinin kalınlığı buradan bile belli oluyordu. Yaşlı adamın bize dönmesinin ardından kadın sorduğundan pişman olmuş vaziyette kalktı ve öne doğru ilerledi. Ben de içimdeki meraka yenik düşerek peşinden ilerledim.

Benden önce ve sonra birkaç kişi daha ayaklanmış ön kapıdan inmek için hızlı adımlar atıyordu. Ön kapının merdivenlerinden inerken içimde ister istemez karanlık ve kötü duygular çalkalandı. İçimden bir ses 'İnme Efnan.' Diyordu ama diğer ses 'Merakın tüm gece içini kemirsin istiyorsan inme tabi.' Diyerek beni kışkırtıyordu. Sonunda indiğimde birkaç kişinin çığlıkları boş ve tek ışık arabanın farı olan karanlıkta yankılandı.

''Hanım Efendi lütfen araca geri dönün Polis memurları birazdan buraya gelecek.''

Muavin fenalaşan kadını bayılmak üzereyken yakaladığında önüm tamamen açıldı, yerde boydan boya uzanmış bir erkek cesedi vardı. Etrafı ve beyaz gömleği kana bulanmıştı. Biraz daha görmek için yaklaştığım sırada renkli gözlerinin açık olduğunu ve öylece aya baktığını fark ettim. Ardından kadının bayılmasına sebep olabilecek tek görüntü gözlerimin önünde parladı.

Adamın vücudunda iki koca delik vardı. Hiçbir şey görünmeyen bildiğimiz iki koca delik vardı. Nefesimin yavaş yavaş biri boğazımı sıkar gibi kesildiğini hissettiğimde korkuyla birkaç adım geriledim. Bu görüntü gerçek miydi? Yoksa saatlerdir karanlıktan başka görüntü görmediğim için gözlerim bana oyun mu oynuyordu? Daha önce birçok ölüm görmüştüm ama bu gördüğüm ölümlerden biraz daha farklıydı ve ne kadar ölüm görürsem göreyim ilk an hep şok geçiriyordum.

''Hanım Efendi lütfen geri çekilin, polisler de gelmek üzere.'' Başımın ağrısı kendini belli edercesine zonklamaya başladığında elim alnıma gitti, alnım kanıyordu. Yaralandığımı bile unutmuştum, gözümdeki ve aklımdaki tek görüntü bedeninde delikler olan cesetti. Cesetteki soğukluğu ve acıyı hissetmekten başka bir şey hissetmiyordum.

Tam sol tarafımda duyduğum bir Kuzgun sesiyle yüzümü cesetten çevirdim, gerçekten cesedin tam ilerisinde bir kuzgun duruyordu. Kuzgun kafasını cesetten bana dönüp gözlerimin içine baktığında içimde korkunç bir his oluştu, sertçe yutkunmak zorunda kalarak bir adım geriledim.

Sokağın başından gelen siren sesleri yankılanmaya başladığında gelenin ambulans mı yoksa polisler mi ayırt edemedim, etmek için yüzümü bile çeviremedim. Hangisi önce gelse daha yararlı olurdu? Ambulans mı, yoksa polis memurları mı? Siren seslerinin ardından yüzümü Kuzgunun olduğu yere doğru çevirdim ve orada yoktu.

Aklımda burada yaşayan çocukluk arkadaşımla konuştuğumda duyduğum anormal ölümler canlandı.

''Buraya gelmek doğru kararmış...'' diye mırıldandım. Önümde duran arabanın ardından gözümü kırmızı mavi ışıklar aldı, siren sesleri artık kulak kanatacak yakınlıktaydı. Belimde soğuk bir el hissettiğimde bayılmak üzere olduğumu yeni fark ettim.

''İyi misiniz?'' gözlerimi sonunda cesetten alabildiğimde tam karşımdaki yüz hattına çevirebildim. Siren sesi artık son bulmuştu, onun yerini kulağıma yakından gelen telsiz sesleri almıştı.

''Amirim, olay yerine vardınız mı?'' Karşımdaki adam doğrulmama yardım ettiğinde sonunda mühürlenmiş dudaklarım açılmıştı.

''Caner, Tuğrul otobüsteki yolculardan yaralıları hastaneye götürün, ifade verebilecek olanları karakola götürün. Hanım efendiyle ben ilgilenirim.''

Karşımdaki adam çevirdiği yüzünü tekrar bana döndüğünde sonunda kim olduğunu görebilme imkânım olmuştu.

Gözleri maviydi, saçları siyah ve hafif bir uzunluktaydı. Sakalları hafif uzundu üzerindeki deri ceketin soğukluğunu belimde hissedebiliyordum. Tabi şehir buradan daha sıcak olduğu için beli açık kıyafet giyme fikri bana gayet mantıklı gelmişti. Şimdiyse oldukça mantıksız olduğunu düşünüyordum.

Ya da gördüğüm görüntüden aklımı tamamen uzaklaştırmaya çalışıyordum.

''Hastaneye gitmek ister misiniz? Yaralı görünüyorsunuz.'' Sonunda tamamen ayaklarımın üzerinde durabilecek gücü kendimde bulabildiğimde bir adım gerileyerek elini belimden çektim.

Cesedi görmemek için biraz daha yan dönerek yutkundum ve polise odaklanarak alnıma yapışmış özellikle kan olmuş saçlarımı geriye çektim. ''Teşekkür ederim, sadece... Gördüğüm görüntü...''

''Anlıyorum. Yine de hastaneye gidelim isterseniz. Sonrasında sizden ifade almam gerekecek.''

Belindeki telsizden tekrar ''Amirim.'' Diyen kızın sesi duyulduğunda karşımdaki adam belindeki telsizi çıkardı ve bilgilendiren kısa cümleler kurup telsizi tekrar beline koydu.

''Hastaneye gitmeye ihtiyacım yok, kendimdeyim.'' Soğuk kanlı durmaya devam ederek cesede arkamı tamamen döndüm.

''Sencer, bu da P vakası.'' Önümdeki adının Sencer olduğunu öğrendiğim adam arkamdan seslenen diğer polis memuruna döndü ve elini uzatarak muhtemelen cesedi işaret etti.

''Üzerini örtün. Tüm yolcular buradan ayrıldıktan sonra cesedi otopsiye gönderin. Tuğrul!'' Solumda kalan diğer memur yanımıza doğru geldiğinde bakışlarını kısa süreliğine üzerimde hissettim.

''Kurbanın yakınlarına ulaş. Ben karakola gidiyorum, hastanedekilerle ve otopsi raporuyla sen ilgilen.'' Yanımıza gelen Tuğrul kafasını aşağı yukarı sallayarak geldiği yöne ilerlerken Sencer önümden çekildi ve eliyle önünü işaret etti.

''Buyrun, karakola gidelim.'' Belli belirsiz gülümsemeye çalışarak gösterdiği arabaya ilerledim. ''İyi olduğunuzdan emin misiniz?'' ön koltuğun önüne geldiğimde kafamı aşağı yukarı sallayarak kapıyı açmak için elimi uzattım ama Sencer benden önce kapının koluna ulaşmış kapıyı bana centilmence açmıştı. ''Biz yine de emin olalım.''

''Teşekkürler.'' Diye mırıldanarak ön koltuğa bindim. Az önce hiç ışık olmamasından dolayı söylendiğim yol tamamen aydınlanmıştı. Şimdi de keşke her yer karanlık olsa diyordum ama bazen ne dilediğine dikkat etmek gerekiyordu.

''Karakola gidene kadar birkaç sorumu cevaplayabilir misiniz?''

Kafamı sola doğru çevirdim. ''Evet, sanırım.''

Sencer kafasını belli belirsiz sallarken elini benim koltuğumun baş kısmına koydu ve arabayı geri geri sürmeye başladı. Önümüz çok kalabalıktı ve otobüs yan şekilde durduğu için arabanın buradan geçmesi mümkün değildi. Bir siren sesi daha gelmeye başladığında yüzümü arkaya döndüm, arabanın arka camından ambulans ışıkları görünmeye başladı.

''Çok çabuk geldiniz.'' Diye mırıldandım şok anımın çok fazla uzun olmadığını varsayarak.

''O kadar da değil. Buraya yakın bir cinayet daha oldu.'' Kaşlarım belli belirsiz çatılırken vücudumun gerildiğini hissettim. Art arda iki cinayet mi?

''O da...''

''Vücudunda delikleri olan bir ceset miydi?'' dedi ve derin bir nefes alıp ''evet.'' Diyerek ekledi.

''Burada hep böyle sık ölümler mi olur?'' Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Ardından bana döndü. Ben hala neye güldüğünü anlamaya çalışırken yüzüme uzun uzun baktı. Nedense yüz hatları bana oldukça tanıdık geliyordu. Sanki burada oturduğum zaman onu görmüştüm. Ya da bana öyle geliyordu.

''Rozetimi sana vermemi ister misin?'' Ben yüz hatlarının bana nerden tanıdık geldiğini kendi kafamda düşünürken söylediğini algılayamayıp gözlerimi kıstım ve kaşlarımı çattım. Tekrar gülümsedi, ''Benden fazla soru soruyorsun.'' Söylediğini duymazdan gelerek yüzüne daha dikkatli baktım. Saçlarının uzun olması, gözlerinin maviliği küçük bir çene ve dolgun geniş bir dudak. Kesinlikle tam olarak bu yüz tipi bana tanıdık geliyordu. Onu daha önce bir yerde gördüğüme emindim.

''Sizi bir yerden tanıyor muyum? Bundan 10-15 yıl önce de burada mıydınız?'' Ani konu değişikliğine şaşırdığı yüzünün sağ tarafından belliydi. Yola baktığı için sadece sağ tarafını görebilsem de duygu değişimini fark edebiliyordum.

''Bu çok...''

''Çok ne?''

Kahkaha atmamak için zor durur bir şekilde saniye kadar kısa süre için bana baktı ve tekrar yola döndü.

''Bu Çok kötü bir tavlama cümlesiydi, Fazla klişe.''

Ben söylediği ve yanlış anladığının bilincine varana kadar yüzüm benden önce idrak etmiş öfke ve utançla renk değiştirmişti. Sessizliğe bürünmemden beş dakika sonra boğazını temizledi.

''Ceset görmüş birine göre biraz rahat görünüyorsunuz.''

''Sizde öyle.'' Diye mırıldandım yüzümü cama çevirirken.

''Benim işim bu.'' Dedi kısaca. ''benimki de... yani sayılır.''

''Mesleğiniz ne?'' dedi karakolun önüne arabayı çekerken.

''Paranormal olaylarla ilgileniyorum. Felsefe ve doğa üstü olaylar dersleri veriyorum.'' Arabadan inmeye yeltendiği sırada duraksayıp omuzunun üzerinden bana döndü.

''Öyleyse çok doğru bir kasabaya gelmişsiniz öğretmen hanım.'' Alaycı şekilde gülümsedi ve arabadan inip bana doğru geldi. Ben alaycı tavrından rahatsız şekilde ön camdan ona bakarken kapımı açtı ve inmem için eliyle işaret etti.

''Doğa üstü şeylere inanmıyor olabilirsiniz ama bu mesleğimle dalga geçebileceğiniz anlamına gelmiyor. Ben sizin vazifenizle dalga geçiyor muyum?'' dedim ve yüzüne bakmadan inip önden karakola doğru ilerledim.

''Haklısınız, kusura bakmayın. Sadece pek böyle şeyleri ciddiye alamıyorum.''

Cevap vermeden öne geçmesine izin verdim ve onun peşinden merdivenlere ilerledim. ''Yani bu sizin nasıl gördüğünüz cesede karşı rahat olmanızı açıklıyor onu anlayamadım sadece.'' Dedi bir yandan merdiven çıkıp bir yandan bana dönerken.

''Genelde ölümleri araştırıyorum. Şehirde polis bir arkadaşım vardı, ölümler hakkında ondan bilgiler yürütebiliyordum.''

''Yürütüyor muydunuz, çalıyor muydunuz?'' belli belirsiz gülümsedim. ''Neyse ki memurlarıma fazla güvenirim.'' Diyerek bir kapının önünde durdu.

''Ağızları sıkıdır yani.'' Dedim ağzını aramak için.

''Hepsini ben eğittim.'' gülümsedi ve tahmini sorgu odası olduğum odanın kapısını açtı.

''Neyse ki benim de burada yaşayan ünlü bir gazeteci arkadaşım var.'' Diyerek gülümsedim.

''Arkun Özenden mi bahsediyorsunuz?'' Sencer'e şaşırmış vaziyette bakarken bana gülümsedi ve odayı işaret etti.

''Siz burada bekleyin, hemen geliyorum.'' Sorgu odasına girip masaya oturdum ve ellerimi önümdeki masada birleştirdim. Tahmini 12-13 yıl önce yaşadığım yere yıllar sonra dönmüştüm.

Dönmem için bir sürü işaretlerim vardı hem maddi hem de manevi.

Şehirde inceleyebileceğim bir olay yoktu, sadece boş ip ucu peşinde gezebileceğim şeyler vardı. Ayrıca çok fazla benim dalımda öğretmen olduğu için iş bulmak oldukça zordu. Tek yaşadığım için ve orda arkadaşım dahi olmadığı için kendimi bir yere ait hissedemiyordum. En son kendimi ait hissettiğim yer burasıydı. Ailemin yanıydı, ama ben okumaya gittiğimde sarsıcı bir depremde evimiz yıkılmış ailem de enkazın altında can vermişti. Bende buraya bir daha dönmemiştim. Ta ki burayı kentsel proje olarak değerlendirmek isteyen şirket yıkılan evimizin yerine lüks bir otel yapana kadar.

Tabi bu otelden para almak yerine hisse gibi bir şey aldığım için otel yapıldıktan kısa süre sonra bir odada yaşamak istediğimi söylemiştim. Bu ne kadar kabul edilemez bir durum olmasa da Arkun çevresi geniş bir gazeteci olduğundan otel sahibiyle anlaşmış ve bunu kabul ettirmişti.

Gözümün önünde birazdan sorguda bana hakkında sorular sorulacak ceset geldiğinde soğumuş terimin tekrar sıcakladığını hissettim. Şehir de birçok ceset görmüştüm, gazeteci gibi doğa üstü olabilecek her haberin peşinden koşmuştum ama hepsi nafile bir çabaydı. Bana sadece ceset ve kaldıramayacak görüntüler için soğuk kanlılık kazandırmıştı.

Buradaki ölümler ise Arkun'un dediği gibi benim peşinden gidebileceğim ölümlerdi. Arkun başta bana bunları söylediğinde dönmem için bahane uydurduğunu sanmıştım ama Eva'da bana aynı şeyleri anlattığında kasabayı araştırmış garip bir şekilde ölüm oranının fazla olduğunu okumuştum.

Ve eğer Arkun'un anlattıkları doğruysa bu kasaba da doğal olmayan ölümler olmalıydı, belki de doğa üstü bir varlık. Kapı tıklanıp içeri Sencer girdiğinde ister istemez içim de bir huzursuzluk oluştu.

Burada yaşadığım zamanlar içim hep huzursuzdu, şehre gittiğimde içimin rahatladığını hissetmiştim. Şimdi de döner dönmez o kötü ve kaçmamı söyleyen his geri gelmişti ama ona rağmen kendimi tekrar bir yere ait hissetmeye başlamıştım.

''Evet, Efnan Varol. Felsefe öğretmeni şehirden bugün dönmüşsünüz. Hem de temelli, sebebini öğrenebilir miyim?'' Sencer önüme dosyayı bırakıp karşıma düzgünce oturdu ve ellerini aynı benim gibi birbirine geçirdi.

''Şehirden sıkıldım, Okul kazandığımda hayatımı burada bırakıp gitmiştim. Şimdi ise dönmeye karar verdim bunda arkadaşlarımın da etkisi var.'' Kafasını aşağı yukarı sallayarak duruşunu dikleştirdi.

''Otobüste yaşanan kazayı ve cesedi nasıl gördüğünüzü anlatabilir misiniz?''

Gözüm Sencer'in arkasındaki boydan boya siyah olan cama döndü, şu an izleniyor muyduk? Yoksa orası boş muydu? Gözümü oradan çekip Sencer'in tanıdık yüzüne çevirdim.

''Normal hızla gidiyorduk, etraf çok karanlıktı. Muavin varmamıza on dakika kaldığını söyledikten birkaç dakika sonra aniden bir fren yaptık. Neyse ki çok hızlı gitmiyorduk yoksa ciddi yaralananlar olabilirdi. Muavin bize beklememizi söyledi şoförün bilinci kapalıydı ama kimse dinlemedi. Hatta şoförün durumu şu an aklıma geldi, umarım durumu iyidir?''

''Yaralı yok. Sadece bilinci kapanmış. Devam edin lütfen.'' Kafamı belli belirsiz sallayarak arkasındaki cama bir daha göz atıp Derin bir nefes aldım ve devam ettim.

''Sonrasında ise herkes inmeye başladı. Ben de indim, yan tarafımda oturan kadın bayılmıştı. Muavin onu yakalayınca ben de cesedi o an gördüm. Sonrasında ise vücudundaki delikler beni şoka sokmuştu. Daha önce ceset görmüştüm ama bu vücudunda delikler olan bir ceset...''

''Sonrasında ise biz geldik.'' Sencer'i onaylayarak birbirine kenetlediğim ellerimi açtım. ''Anlıyorum. Peki sizin görüşünüz nedir bu konuda?''

''Anlamadım?'' Sencer ellerini benim ardımdan çözdü ve masaya yaslanarak bana doğru hafif eğildi.

''Paranormal olaylarla ilgilendiğinizi söylemiştiniz. Var mı böyle ölümlere sebep olacak bir şey?''

''Dalga mı geçiyorsunuz. Yine.'' Kaşlarım sertçe çatılmış dudaklarım düz bir şekil almıştı. Sencer ise dudaklarını yalayıp sakalını kaşıdı. ''Aslında oldukça ciddiyim. Paranormal bir olay olduğunu düşünen memurlarım var. Böyle şeylere inanmadığımı söylemiştim ama memurlarımın bu düşüncesi yüzünden size bir sormak istedim.''

''Bu yüzden mi P vakası dediniz?'' dedim gözlerimi kısarak. Sencer'in dudakları keyifle kıvrıldı. ''Gerçekten rozetimi size vermeyi düşünmeye başlayacağım.''

Kapı tıklandığında Sencer'in dudaklarındaki kıvrılma anında düz bir hali aldı. Onunla gelen memurlardan biri elinde dosyalarla kapıdan kafasını uzatmış bize bakıyordu.

''Abi, bayılan kadın kendine geldi, ifadesini aldım.'' Sencer bana kısa bir bakış atıp kapıda duran memura kafasıyla gelmesini işaret etti.

Sencer'in önüne konulan kâğıtta yazanları görebilmek için hafif eğildiğimde Sencer ve yanındaki memur bana döndü. Kendimi suçlu bir çocuk gibi hissedip tekrar arkama yaslandığım sırada Sencer'in dudaklarında tekrar bir kıvrılma oluştu.

''Bu ifade de cesedin üzerinde duman varmış.'' Sencer hiç bozmadığı ciddi ifadesiyle kâğıdı okurken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. ''Duman mı?''

Sencer dosyayı kapatıp sorumu cevapsız bırakarak ayaklandı. ''Sizi eve bırakayım, ifadeniz bitmiştir. İş birliğiniz için teşekkür ederiz.'' Bu ani ciddiyeti beni şaşkına soksa da daha fazla bir şey söylemeden ve sormadan ayağa kalktım. ''Şey çantam, bavulum falan...''

Dediğim sırada içeri yeni gelen memur ''Hepsi kapının önünde getirdim. Umarım doğru bavuldur muavin hatırladığı kadarıyla verdi ama.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak kapının önüne çıkıp kapının önündeki üzerimde adım yazan etikete baktım. Kahverengi bavulum kapının önünde üzerinde omuz çantamla duruyordu. ''ben alırım.'' Sencer bir anda arkamda belirdiğinde almasına izin vererek kenara çekildim.

''Hastaneye gitmek istemediğinizden emin misiniz?'' milyonuncu kez sorduğu soruya istemeden de olsa gözlerimi devirdim, neyse ki arkamda olduğu için görmemişti. ''Hayır kendim hallederim teşekkür ederim.''

Sencer daha fazla ısrar etmeden bavulu indirdi, kapıda bekleyen bir arabanın önüne geldiğimizde sürücü koltuğundan bir memur indi ve bavulu bagaja koydu.

''Kendinize iyi bakın Efnan Hanım.'' Elini sıkmam için uzattığında kaşlarım hayretle kalktı. ''Kasabaya hoş geldiniz.''

Uzattığı eli sıkıp teşekkür edeceğim sırada korkarak elimi geri çektim. Elini tuttuğumda bedenimden buz gibi bir rüzgâr geçmişti ve içimde hissettiğim tek şey karanlık korkutucu bir histen ibaretti.

Sencer'in de bakışları değişip sertleştiğinde çatılan kaşları onun da aynı şeyi hissettiğini gösteriyordu ama o benim aksime kendini toparlayıp yüzünü normale çevirdi. ''ne oldu?''

İçimdeki kötü hissi geçiremesem de derin bir nefes alıp bir adım geri çekildim ve tamamen yalan söyleyerek ''Şey... Elektrik çarptı.'' Diye mırıldandım.

Bagajın kapısı kapandığında ikimizde bakışlarımızı birbirimizden çektik. ''Amirim, hazırım gidebiliriz.''

Sencer kafasını aşağı yukarı salladı ve bana döndü. ''Nereye gideceksiniz?''

Ben hala az öncenin etkisinde kalmış korkuyla ona bakarken bir kez daha gözlerimi kaçırdım ve yeni yapılan otelin adını mırıldandım.

''Delphin.'' Otelin adını duyduğunda kaşları tekrar çatıldı. ''Kaçıncı kat?''

''Beş.'' Diye mırıldandım. Kaşları hala çatık olmasına rağmen sanki normal bir surat ifadesine sahip gibi tekrar kapımı açtı ve yüzüme bile bakmadan ''İyi akşamlar.'' Diye mırıldandı. Korkak bakışlarımın hala üzerinde olduğunu biliyordu, buna emindim.

Arabaya bindikten sonra camı açtım. ''Otelin adını duydun, dikkatli kullan.'' Diyerek memuru tembihledi ve arabanın arkasına geçip ellerini cebine koyarak arabanın ön camından görünür vaziyette bakışlarını bana kenetledi. Kaşları hala çatıktı.

Araba saniyeler içinde çalıştığında üzerinde arabanın kırmızı arka fa üzerinde belirdi. Hala aynadan birbirimize olan bakışlarımız devam ediyordu. İçimdeki o korku ve ölüm hissi tazeydi.

''İyi misiniz?'' Sürücü koltuğunda oturan memura kafamı onaylar vaziyette sallayıp tekrar aynaya döndüğümde Sencer'in artık orda olmadığını fark ettim.

Saniye kadar kısa çevirmiştim bakışlarımı, o kadar hızlı içeri girmiş olabilir miydi?

''Şey... Bir şey sorabilir miyim?'' Memur bey yüzünü bana çevirdi ve gayet sıcak kanlılıkla ''Elbette.'' Dedi.

''Sencer Amiriniz, ne zamandır burada çalışıyor biliyor musunuz?''

Bakışlarıyla beni baştan aşağı süzüp tekrar değişmeyen yüz ifadesiyle yola döndü. ''Ben buraya geleli 5 yıl oldu. Ondan öncesi hakkında bir bilgim yok.''

''Anladım. Teşekkür ederim.'' Memur bey 'Rica ederim.' Dercesine başını salladığında yüzümü cama çevirip dışarıya baktım. Tanıdık bir yüz ve kötü bir his.

Ne kadar kötü bir ikili...

Yirmi dakikaya yakın geçen yol kap karanlıktı. Tek aydınlık yolun yarısında ışıkları yanan bir bardan ibaretti. Başka da açık hiçbir mekân yoktu. Tek ışık otelinkiydi. Otel oldukça şaşalı bir görüntüye sahipti.

Etraf tamamen karanlık olmasına rağmen otelin en azından etrafı aydınlatıyor olması beni mutlu etmişti. Arabadan indiğimde memur bey bavulumu indirip bana getirmiş içeri girene kadar bekleyecek gibi arabaya yaslanmıştı.

Bavulumu alıp otele doğru ilerlerken çaktırmadan arkama bakmaya çalışıyordum, gerçekten de girmemi bekliyordu. Kafamı sağa sola sallayarak otele girdikten sonra resepsiyona ilerledim ve kaçamak bakışlarımı tekrar kapıdaki arabaya çevirdim. Memur bey arabaya yeni biniyordu.

Resepsiyondaki kadın bana ''Buyurun.'' Dediğinde bu kasabanın ne kadar garipleştiğini düşünmekten vazgeçerek ona döndüm.

''Efnan özdal. Bana ait bir oda olacaktı, 5.kat 56.oda.'' Önümdeki kadın bilgisayardan kontrol sağlarken dışardan vuran bir araba farıyla yüzümü girişe çevirdim. Üstü açık eski model bir araba otelin önünde olan park alanına park ettiğinde arabadan inecek kişiye bakmak için bekliyordum ki önümde ki kadın ''Evet doğru görünüyor efendim. Bavulunuzu çıkarmamızı ister misiniz?'' dediğinde gözümü girişten almak zorunda kaldım. ''Hayır teşekkür ederim kendim çıkarırım.''

''Hemen kartınızı veriyorum.'' Yanındaki çekmeceden iki üç kartın arasından benim kartımı çekip uzattığında gülümseyerek alıp arkamda henüz yeni kapanmak üzere olan asansöre ilerledim.

Hızlı adımlarla asansörün önüne geldiğimde tam kapanıyordu ki içeride duran adam elini uzattı ve asansörün kapısını benim için açtı. ''Teşekkür ederim.'' Diyerek gülümsedim ve bavulumu asansörün içine çektim ve derin bir nefes verdim.

Asansör sadece 6.kata basılıydı, hemen 5.kata basarak aynadan cadıya benzeyen görüntüme baktım. Alnımdaki kan kurumuştu, baya aktığı için yan tarafım sanki baya yaralı gibi görünüyordu ama neyse ki saçlarım bunu biraz da olsa kapatmıştı.

''İyi misiniz?'' asansördeki sessizlik yanımda duran karamel kokulu adamın naif ve kalın sesiyle bozuldu. Gözleri renkliydi, Buz mavisi gibi duruyordu. Saçları siyaha dönük bir kahverengiydi. Üzerinde siyah bir gömlek altında ise gri bir pantolonu vardı, boynunda da pantolonuna uygun bir fuları takılıydı.

Bir eli cebinde diğeri ise içe doğru siyah bir çizgi görünür şekilde aşağı doğru sarkıyordu. ''Evet, ufak bir kaza geçirdim de.'' Diyerek gülümsedim. Gözleri gözlerime direk baktığında dudaklarım belli belirsiz aralandı.

Nedense tip olarak Sencer'e oldukça benzetmiştim ve işin garip yanı bu adamın da yüzü oldukça tanıdık geliyordu. Sadece bu adamın sakalları Sencer kadar uzun değildi, saçları da öyle. Daha derli toplu bir görüntüye sahipti ama yine de bana oldukça tanıdık gelmişti.

''Bir sorun mu var?'' dediği sırada kafamı sağa sola sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Bugün bana neler oluyordu böyle?

''Kusura bakmayın yüzünüz çok tanı...'' Sencer'e söyleyip aldığım tepkiyi hatırlayınca dudaklarımı ısırıp 'yok bir şey.' Diyeceğim sırada dudakları yana doğru kıvrıldı ve gülmeye başladı.

''Bir şey mi oldu?'' Yüzünü tam karşısına çevirdi ve kafasını sağa sola salladı. Gülmemek için dudaklarını ısırdığı sırada derin bir nefes verip gözlerimi yumdum. Bu yorucu gün ne kadar erken biterse benim için o kadar iyi olacağa benziyordu. Yorgunluk ve kafamı vurmam beni aptala çevirmişti.

''Sadece bu... Çok kötü bir tavlama cümlesiydi.'' Aynı cümleyi Sencer'den de duymanın verdiği aptallık yüzünden içten içe kendimi azarlarken içimden 'SİZİ TAVLAMAYA ÇALIŞMIYORUM.' Diye bağırıyordum.

Neyse ki asansörün kapısı açıldı ve daha fazla kendimi rezil etmeden asansörden inebildim.

''İyi akşamlar.'' Diye mırıldandım ve sol tarafa yöneldim.

Bir elimde bavul diğer elimde ise odanın kartı vardı. 56. Odanın önüne vardığımda rahatlamış bir nefes verdim ve odanın kapısını açıp bavulumu kenarı bırakarak koşarcasına banyoya gittim.

Alnımın acıdığını hissetmeye başlamıştım. Ayrıca başım hala ağrıyordu, neyse ki çok şiddetli bir ağrı değildi. Bu gece en son kaldırmak istediğim şey şiddetli bir baş ağrısı olurdu.

Banyoya girdiğimde önce neyin nerde olduğuna bakmak için kurcaladım, vücut şampuanlarını ve bakım kremlerini çıkarıp suyu açtım. Gerçekten internette göründüğü kadar lüks bir oteldi.

Su ısınana kadar tekrar girişe döndüm ve bavulumu hemen solda kalan odaya çekip yan yatırdım. Dolaba yerleştirme işini yarına bırakacağım için oluşacak dağınıklığı önemsemeden eşyalarımdan ihtiyacım olanı çıkarıp banyoya ilerledim ve aynadan yüzüme baktım. Saçım kanın çoğunluk kısmını kapattığı için şanslıydım. Çünkü şu an saçımı kaldırdığımda oluşan görüntü herkesin yüzünü buruşturmasına sebep olacak cinsten bir görüntüydü. Suyu açarak önce ılık suyu elime akıttım ve elimle kanı sildim. Ufacık bir kesik vardı ama oluşturduğu görüntü korkunçtu.

Alnımdaki korkunç görüntüyü temizleyebildikten sonra üzerimdekileri kirliye attım ve duşa kabinin içine girdim.

Gözümün önünde kesik kesik görüntüler ve hisler belirdiğinde içimin tekrar ürperdiğini hissettim.

Vücudunda delikler olan bir ceset,
hatta birden fazla ceset,
Soğuk kanlı bir memur.

Sencer ve eline dokunduğum da hissettiğim o korkunç his tekrar içimi kaplarken onu aklımdan çıkarmaya çalıştım ve saçlarımı yıkadım.

Yoksa içimi tekrar geçmeyen bir ölüm hissi saracaktı ve bu kasabaya döndüğümden beri içimde olan kötü his daha fazla kabarsın istemiyordum.

İnsan nasıl kendini hem bir yere ait hissedip hem de orda çok kötü hissedebilirdi?

Bu nasıl mümkün olurdu? Gerçekte oraya ait olmadığı için mi yoksa oraya ait olmasına rağmen oranın ona iyi gelmeyeceği için mi böyle hissederdi?

''Sanırım zamanla öğreneceğiz.'' Dedim kendi kendime.

Cesetteki delikleri tekrar hatırlamak için gözümde canlandırmaya çalıştım. Bu cinayetler Arkun'un ve Sencer'in dediği gibi gerçekten paranormal bir olayla ilişkilendirilebilir miydi?

Bildiğim hiçbir bilgi bu şekilde bir deliği açıklayamıyordu. Belki de yeteri kadar bilmiyordum.

Belki de zamanla öğrenecektim, ya da görecektim.

Peki neden bu içimi korkutmuyordu. Korktuğum bir şey vardı ama bu olaylar değildi.

''Onu da sanırım zamanla öğreneceğiz.'' Dedim yine kendi kendime.

İçeriden telefonumun sesi yankılandığında işim bittiği için suyu kapatıp bornozumu giydim. Sesi kesilen telefon iki saniye sonra tekrar çaldığında banyodan çıkıp bavulun yanında duran çantamdan telefonumu çıkardım. Arayan Arkundu, ona haber vermemiştim. Merak etmiş olmalıydı.

Telefonu hoparlöre alarak banyoya döndüm ve çekmeceden saç havlusunu çıkardım.

''Kızım nerdesin sen? Neden haber vermiyorsun, yeni bir cinayet olmuş onun peşindeydim arayamadım daha erken.'' Nefes nefese kalmasına güldüm ve saçımı kurulurken sanki karşımda gibi telefona baktım. ''Biliyorum canım, bizzat cesedi bulan kişi olarak sorguya çekildim. Otelime de özel şoförle bırakıldım. Buradaki memurlar ne kadar da halkına hizmet ediyor öyle, valla şaşırdım.''

Arkundan bir süre ses gelmediğinde şaşkınlığını atlatması için ona süre verdim ve kuruladığım saçlarımı arkaya atıp havluyu kapıya astım.

''Nasıl... Seni nasıl görmedim o zaman ben.''

''Bilmiyorum.'' Telefonu alıp içeri doğru ilerlediğim sırada camımın açık olduğunu fark ettim. Kaşlarım belli belirsiz çatılırken camın odaya girdiğimde açık olup olmadığını düşündüm. Cam açık olsaydı içerinin soğuk olması gerekirdi ama içerisi sıcaktı.

''Hem sen yolda değil miydin cesedi nasıl buldun?'' Arkun'un sorduğu soruyla duraksayıp neden bahsettiğini düşündüm. Aynı olaydan bahsetmiyor muyduk?

''Çok çabuk geldiniz.'' Diye mırıldandım şok anımın çok fazla uzun olmadığını varsayarak.

''O kadar da değil. Buraya yakın bir cinayet daha oldu.''

Tabi ki bahsetmiyorduk!

''İkinci bir cinayet daha oldu, otobüsümüz kaza yaptı. O şekilde cesedi bulduk, daha önceki anlattıkların gibi vücudunda delikler vardı.'' Diyerek cevaplayıp bakışımı telefondan ama çevirdiğimde bir kuzgunun camın önünde durduğunu fark edip korkuyla yutkundum. Neler oluyordu böyle? Camımın önünde nasıl bir kuzgun olabilirdi? Direk gözlerimin içine baktığını gördüğüm ve hissettiğim kuzgun kafasını eğdi, ben korkuyla olduğum yerde çakılı kalmışken telefondan bir ses geldi.

''Nasıl yani, bir günde iki cinayet mi?'' dedi Arkun anlamamış bir tonda. Gözlerimi ışığı yanan telefondan tekrar cama çevirdiğimde kuzgunun gittiğini görüp hızlı adımlarla camı kapattım ve derin bir nefes verip Arkun'un sorusuna geri döndüm.

''Evet, böylesini hiç görmemiştim. Haklıymışsın, burası normal bir kasaba olmaktan çıkmış.'' En azından ben burayı terk etmeden önce normal olduğunu biliyordum bu kasabanın, şimdi ise kesinlikle inandığım doğa üstü şeylerden birinin olduğuna emindim. En azından ilk günden bu kadar şeylerin başıma gelmesinin normal olmadığına emindim.

''Bir günde iki cinayet daha önce hiç olmamıştı, üstelik sizin haberiniz hala bize gelmedi. Sen nasılsın bir şeyin var mı?''

''Hayır, sadece alnımı vurdum. İfade verdikten sonra eve bıraktılar.''

''Eminsin dimi Efnan, bak istersen Eva'yla hemen gelebiliriz.''

Arkun, Eva, ben ve Erkan dördümüz çocukluktan arkadaştık. Erkan, Arkun'un erkek kardeşiydi. O da kasabada değil benim gibi şehre okumaya gitmiş dönmemişti, tabi benden çok uzaktaydı. Eva da hemşireydi.

Ne kadar buradan gidip dönmesem de hiçbiriyle bağım kopmamıştı, bu hayatta arkadaşım diyebileceğim tek insanlardı.

''Eminim Arkun, iyiyim ben. Yarın kendi gözünüzle de görürsünüz zaten.''

''Tamam öyleyse, okul müdürüyle konuştum. En yakın sürede işe başlayabilirsin. Biraz zor oldu ama neyse ki arkadaşın çok ünlü biri.'' Sesindeki alay tınısına karşı gülümsedim. Bir anda aklıma Sencer'in Arkun'u tanıdığı gelince yatağa oturup telefonu hoparlörden çıkardım.

''Arkun, Karakoldaki amir Sencer'i tanıyor musun?''

''Ah evet, tanımaz olaydım keşke.'' Kaşlarım belli belirsiz çatılırken ona dokunduğumdaki karanlık his tekrar bedenimi sardı. Bu hissi görmezden gelmeye çalışarak boğazımı temizledim. ''Neden?''

''Sana bahsettiğim sıkıntılı amir buydu. Normal de bu ölümler hakkında birçok başlıkta haber yapabiliriz böylece ölümleri inceleyebilecek insanlar gelebilir bu kasabaya ama Sencer bunu engelliyor. Böyle bir haber yaparsam anında işimden olurum. Aslında çevresi benim kadar geniş değil, en azından benim bildiğim kadarıyla ama adam istediği her işi yaptırabiliyor.''

Arkun daha önce ölümler hakkında çok haber yapmak istemişti, özellikle normal ölüm olmadıkları hakkında ama her konuştuğumuzda bunu engelleyen bir memur olduğunu söyler ve o memura baya baya küfürler ederdi. Şimdi anlıyordum neden yapamadığını, Sencer bu olayın duyulmasını istemiyordu çünkü o da olayın ne olduğunu öğrenememişti.

''o adam hakkında söyleyebileceğin bir şey var mı?''

''Ne gibi?''

''Bilmem, kasaba için söylediklerin gibi. Herhangi bir dikkat çekici hareketi ya da başka bir şey.''

Arkun belli belirsiz güldü. ''Onun hakkında tek bildiğim şey tam bir şerefsiz olduğu, haber engelleyen bir şerefsiz.''

Ben de gülüşüne karşılık verdim. ''Ciddiyim Arkun.''

''Tamam tamam, gerçekten tek bildiğim adam işini gerçekten iyi yapıyor, bir de otele giderken görmüşsündür Yeşil Liman diye bir bar. Orada çok fazla takıldığını duymuştum.''

''Nedense o adama karşı içimde kötü bir his var, adlandıramadım ama çok huzursuz etti beni.'' Dedim içimi Arkun'a açarak.

''Ne tesadüf şerefsiz olduğunu görmeden önce bende aynı şeyi söylemiştim.'' Tekrar gülmeye başladığımda Arkun'un arkadan çağrıldığını duydum.

''Şaka bir yana, o adam da beni de huzursuz eden bir şeyler var. Yıllardır çözemedim ama bu cesetleri ilk gördüğünden beri fazla soğuk kanlı ve sanki nedenini biliyor gibi bir ifadesi var. Birçok cesedin yanına gittiğimde Sencer'i başında gördüm ve cesetlere bakışı hiç hoşuma gitmedi.''

''Nasıl bakıyordu ki?'' dedim merakla ve sanki diken üstünde durur gibi oturarak. Nedense alacağım cevap beni henüz almadan korkutmuştu.

''Üzgün, sanki bir sebepten pişmandı. Acı çekiyordu, bakışları çok derindi. Cesetlerden etkilenmiş bir bakış değildi bu aksine çok soğukkanlıydı sadece acı çekiyordu. Bak kapatmam lazım, yarın ilk işim sana kocaman sarılmak olacak. Bir şey olursa hemen beni ara ve Efnan...''

Duyduklarım beni daha fazla ürkütmeye başlarken Arkun'un son cümlesi içimi titreyecek kadar korkutmuştu.

''Artık kendine çok dikkat et.''

 

Loading...
0%