@byzloey
|
Günler ve saatler, değerini kaybetmeden bilemediğimiz en önemli şeydir. İnsan oğlu işte, bir şeyin değerini kaybetmeden hiçbir zaman anlamıyor. Yaptıklarından şikâyet ederken hala yapmaya da devam ediyor. Ben de aynı öyle, günlerin kıymetini kaybetmeden o kadar zaman geçtiği anlamamış değerini idrak edememiştim. Tabi iki gün önce gördüğüm görüntü bana zamanın nasıl da hızlı geçtiğini tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Ben de günlerdir Eva'nın yanında olamadığımdan şikâyet ederken yine yanında olamamıştım. Onu sadece ateşlerin arasında yerde yatarken görmüştüm, vücudunda iki delikle birlikte... Gökte bir yıldız daha eksilmişti, her insanın parladığı bir yıldızı olmalıydı bana göre. Onun ruhu parlaktı, gökte parlayan bir yıldız görsem onun Eva'nın yıldızı olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise gökte o parlayan yıldız sönmüş, beni ışıktan mahrum bırakmıştı. ''Günaydın.'' Yorgun ve çatallı bir ses bomboş odada yankılandı. Bense tavana bakıyor yıldızları hayal ediyordum, bu bana üçüncü günaydın deyişiydi. ''Kahvaltı yapmayacak mısın?'' dedi ısrarla benden cevap bekler vaziyette. Yine sessizliğimi korudum, artık tavana bakmaktan gözüm ağrımıştı. Güneş olduğu gibi bana geliyordu, tavanı hafiften kaydığını görmeye başladığımda midemin bulantısı daha hissedilir oldu. Midem bulanıyordu, dünden beri karnım açlıktan her tür ses çıkarmıştı. Çünkü o sabaha karşı olan saati ne zaman düşünsem midem kalkıyordu, açlığımda bunun zeminini saatlerdir hazırlamaya devam ediyordu. Derin ve yorgun bir nefes bıraktı benden cevap alamadığında. ''Bunu görmek zorunda kaldığın için özür dilerim.'' Dedi ayağa kalkıp perdeyi çekerken. O sıra da kapı tıklandı ve içeri iki ayak sesi girdi. Yüzümü sonunda tavandan çekip çevirdiğimde Arkun'un yanında gördüğüm yüz şaşkınlıktan dudaklarımı aralattı. İkisinin de gözleri kızarmış görünüyordu, ikisi de baştan aşağı siyah giyinmişti. Arkun'un elinde siyah bir elbise vardı. Benim elbisemdi. ''Gitme vakti.'' Dedi çatallaşmış sesiyle. Arkun'un yanında yıllardır görmediğim sima bana doğru ilerlediğinde yatakta doğruldum ve ayaklarımı yataktan sarkıttım. Kollarını bana doladığında sarılışına karşılık verdim, çok değişmiş görünüyordu. ''Ne zaman geldin?'' dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. ''Dün gece, cenazeye gelmeyecek değildim.'' Dedi kollarını benden ayırırken. Ben Arkun'la ne kadar yakınsam Erkan'da Eva'yla o kadar yakındı. Kafamı sallayarak onun yardımıyla sedyeden kalktım. Arkun'un gözleri sedyenin yanındaki tepsiye döndüğünde ''Kahvaltı yapmadın mı?'' diye mırıldandı. ''Yemedi.'' Arkamdaki Sencer'e döndüğümde karşımızdaki koltuğa oturmuş yorgun gözlerle bize baktığını gördüm. Beni sabaha karşı baygın vaziyette hastaneye getirmişti, Akşama kadar uyanmamıştım. Beni bıraktıktan sonra gitmiş geceye doğru Arkun'la beraber gelmişti. Arkun gece Eva'nın evine gittikten sonra sabaha kadar yanımda uykusuzca kalmış saatlerdir bana kahvaltı yaptıramadığı için söyleniyordu. Kafamı sağa sola salladım ve elbiseyi alıp lavaboya doğru ilerledim. Dün sabahtan beri yatıyordum, yediğim sakinleştiricinin etkisi hala üzerimdeydi. Bunu hissedebiliyordum. Dünden beri içimden konuşmak bile gelmiyordu. Kendimi o kadar tükenmiş ve yaralı hissediyordum. İnsan bu durumda başka nasıl hissedebilirdi ki? Sanki görünmez bir şey tüm gücümü emiyor gibiydi, üstelik bu hala devam ediyordu. Lavabonun kapısını kapatıp üzerimdekileri yavaşça çıkardım. Ayağa kalkabiliyordum, sadece Sencer kalkmamam için elinden geleni yapmıştı, kalkmak yerine yatağa gömülüp sessizce ağlamak daha iyi gelmişti zaten. ''Halledebiliyor musun?'' kapının hemen arkasından sesi gelen Arkun'u onayladım ve elbisemi üzerime zorlukla geçirip fermuarını yandan çektim. Dakikalar sonra gözüm aynaya döndüğünde yüzümün ne kadar renksiz kaldığını fark etmiştim. Rengim solmuş gözlerim ağlamaktan kızarmış ve şişmişti. Saçlarım da karışıktı ama neyse ki düz saç olmamdan dolayı pek belli olmuyordu. Elimle saçlarımı tarayabildiğim kadar taradım ve düşen saçları çöpe atıp hastane elbisesini elime alarak lavabodan çıktım. Bugün cenaze gömülecekti, işte işin en zor yanlarından biri cenaze de bunu kabullenmekti. Çünkü göz görmediği her şeye umut besliyordu. Gerçek olduğunu görmediği her şey onun için olmaya bilirdi de. O toprağa bastığımızda bizim de içimizdeki ufacık umut oraya gömülecekti. Çünkü gözümüzle gerçeği görmüş olacaktık. Arkun dünden beri uykusuz şekilde her şeyi halletmeye çalışmıştı. Sabaha karşı da cenaze işlerini halletmişti, ben geldiğini bilmesem de Erkan'la beraber halletmiş olmalıydı. Sencer benden ne kadar cevap alamasa da bana gelen telefonu açıp Arkun'la haberleşiyor benim duymam için de hoparlöre alıyordu. Tek habersiz olduğumuz konu Erkan'ın gelmiş olmasıydı. Elbiseyi kenara bıraktığımda Sencer telefonumu ve ceketimi aldı, gözüm ona kaydığında gömleğinin açık kalan kısmından yaralarının artık görünmediğini fark ettim. Bu kadar hızlı geçmiş olması ne kadar olanaksız olsa da umurumda değildi. Erkan kolunu bana doğru uzattığında koluna girdim ve destek alarak hastane odasından önden çıktım. Sencer de Arkun'la beraber sessizce arkamızda geliyordu. Hastane çıkışına kadar hiçbirimizden çıt çıkmadı. Sencer kendi arabasına yönelmeden Arkun'a eşyalarımı bıraktı. Erkan bana muhtemelen onun olan arabasının ön koltuğunu açtı. Binip kemerimi taktiğimde Arkun arkaya Erkan'da şoför koltuğuna binmişti. ''Biraz daha iyi misin?'' arka koltuktan yüzünü bana doğru uzatmış Arkun'a yüzümü çevirip onaylar mırıltılar çıkardım. Erkan sessizce beni izliyor muhtemelen iyi miyim diye kontrol ediyordu. Araba hastanenin otoparkından çıktığında yanımızdan bir araç geçti, Sencer'in aracıydı. Camımı açıp yüzümü pencereye yaklaştırdım. Yağmur yağıyordu. Önemsemeden kafamı pencereden çıkardım. En azından yağmur göz yaşlarıma karışabilir böylece beni insanlara açıklama yapma ya da cevap verme zorunluluğundan kurtarabilirdi. En çok ağlayan insanlar bu yüzden en çok kışı severdi, çünkü karanlık ve yağmur onların yer yüzündeki karşılığıydı. Ağlayan hiç kimse yağmurdan kaçmak için bahane üretmezdi, saçını yüzünü ya da üstünü düşünmezdi. Aksine yağmur yağdığında onu bekler gibi altına koşar ve birikmiş ruhunun kırgınlıklarını birer birer göz yaşı damlasına sığdırarak dökmeye başlardı. Çünkü yapabildikleri tek şey buydu. ''İçeri gir Efnan. Üşüteceksin.'' Kafamı sağa sola salladım. Arkamdaki cam da indiğinde kolumu camdan çıkardım ve kafamı koluma yaslayarak damlaların birer birer yüzüme düşmesine izin verdim. Arkamdan inen camdan Arkun'un yüzü çıkmış benim gibi yüzünü bana dönerek yağmurun onu ıslatmasına izin vermişti. Bu yüzden bazı insanlar bizim için özeldi. Bazı arkadaşlar aileydi, çünkü konuşmadan bizi anlayabiliyordu. Bizi konuşmadan gözlerimizden anlayabilen, ya da ne olursa olsun bırakmayan kim varsa ailemizdi. Çünkü aile diye adlandırdığımız şey ruhumuzu tamamlayan insanlar olmalıydı. Arkun gibi. Onun da gözlerinin dolduğunu gördüm, o da benim gibi yağmurun kanatları altında gizlenmek ve ağlamak istiyordu. İkimizin de çocukluğundan bir parça artık eksikti, aynı gökteki parlak yıldızlardan birinin eksildiği gibi. Erkan Arkun'a söylenerek arabayı sürmeye devam etti. Sencer'in arabası hala yanımızdaydı, sadece bizden biraz daha hızlı gidiyordu. Sadece arka koltuğunu görebiliyordum, arka koltuğunda sadece deri ceketi bir de küçük bir kutu duruyordu. Yüzümü çevirdiğim arabadan tekrar Arkun'a çevirdim. Öylece boşluğa bakıyordu. Yağmur şiddetlenip yüzümü acıtmaya başladığında araba yavaşladı ve durdu. Kırmızı ışığa takılmıştık ve şimdi Sencer'le aynı hizadaydık. Aramızda sadece bir adımlık mesafe ufak bir cam duruyordu. Yüzünü bana döndüğünde kaşları çatıldı ve dudaklarını ısırıp bir saniye kadar kısa süre için önüne döndü. Bir saniyenin sonunda yüzünü bana çevirirken camı indirdi ve arkamda benim gibi yüzünü çıkarmış Arkun'a döndü. Ona seslense de Arkun duymamıştı, o duymayınca yüzünü bana çevirdi. ''Sana ne demeli, hastaneden yeni çıktın.'' Benden de cevap alamadığında kafasını salladı. ''Kime ne anlatıyorsam...'' Diye mırıldandığında yüzünü eğmişti, ''Camı kapat camı, yoksa oraya iki kişilik daha yer ayırtacağız.'' Efkan Sencer'i haklı bulsa gerek ki çeneme cam dayandığında öfkeyle Efkan'a döndüm. Bana omuzlarını indirerek suçsuz suçsuz baktı. '' Hiç bakma öyle, adam haklı.'' Arabayı tekrar çalıştırdığında sıkıntıyla nefes verip kötü bakışlarımı Sencer'e yönelttim ama onun tek yaptığı bana belli belirsiz tebessüm edip camını kapatmak oldu. Arkun yine sessizdi, benim gibi öfkeyle bakma gereği bile duymamıştı. Yağmur ev göz yaşıyla karışmış yüzümü sildim ve saçlarımı kulağımın arkasına ittirdim. İleriden döndüğümüzde ileri de ki topluluk gözle görülür olmaya başladı. Eva'nın iş arkadaşları, ailesi hepsi buradaydı. Araba durduğunda gergin bir nefes aldım ve kemerimi çözerek karşımdaki kalabalığa baktım. Tek duran ve baka kalan ben değildim. Arkamdaki Arkun, yanımdaki Erkan'da durmuş öylece karşıya bakıyordu. ''Bu kadar erken olmamalıydı...'' diye mırıldandı Erkan. Derin bir nefes verip ilk arabadan inen de o oldu. ''Eva uğurlamamız için bizi bekliyor...'' Omuzumda Arkun'un elini hissettiğimde elimi elinin üzerine koydum ve zor da olsa elimi kapıya koydum ama açan kişi ben olmamıştım. Sencer kapımın önünde elini bana uzatmış kızarmaya başlayan gözleriyle bana bakıyordu. Derin bir nefes aldı, ''Konuşmadan da bana cevap verebilirsin.'' Dediğinde gözlerimi elinden gözlerine çıkardım. Elini bana daha da yaklaştırdı, elini tutarken çekindim başta ama elini tuttuğumda o korkutucu his daha az kendini belli ediyordu. Hislerim orada dursa da artık canım yanmıyordu. Elini tuttuğumda eli elimi daha sıkı kavradı ve nazikçe kolunun arasına yerleştirerek kalabalığa doğru yürümeye başladı. ''O saatte orada ne işin vardı?'' dedim sesimi sessiz tutmaya çalışarak. ''Sonunda konuştun.'' Dedi ve nefeslenir şekilde hafifçe güldü. ''Devriyedeydim, geçerken seni gördüm sonra da...'' sona doğru sesi kısıldığında derin bir nefes verdim. ''Bir ip ucu var mı?'' diye mırıldandığımda kafasını olumsuzca salladı. ''Her şey diğerleriyle aynı.'' Kalabalığın içine girdiğimizde önüme geçti ve yolu bana açmaya başladı. En önde Eva'nın annesi arkası dönük donmuş vaziyette mezara bakıyordu. Kenardaki küreklerin birini Erkan diğerini Arkun almadan önce Sema teyzeyle görüştüler ama onları bile görmemişti. İkisi de kürekleri alıp kazmaya başladığında yutkunup yüzümü çevirdim. İşte umudun toprağa gömülme zamanıydı, gözlerin gerçeği beyne inandırdığı andı. Yüzümü çevirdiğim yönde mezar taşının üzerindeki kuzgunu gördüm. Tabuta doğru kafasını eğmişti, belimde bir el hissettiğimde ayakta düzgün duramadığımı fark ettim. Sencer'in deri ceketi yağmurdan oldukça ıslanmış belime de soğuk vererek beni kendime getirmişti. Gözlerimi tekrar tabuta çevirdiğimde derin bir nefes alarak kalabalıktan çıkmaya yeltendim. Bunu izleyebileceğimi sanmıyordum, midem bulanıyordu. İki gün önce burnuma dolan yanık kokusu tekrar burnumda gibi hissetmiştim. Kalabalıktan zorla çıktığımda uzaklaştım ve ağacın dibine ilerleyip öğürdüm. Yeni dinen göz yaşlarım öğürmemle beraber tekrar akmıştı ama boş midemden doğal olarak hiçbir şey çıkmadı. Öksürdüm ve göz yaşlarımı silip doğruldum. ''İyi misin?'' belimde tekrar bir soğukluk belirdi, Sencer gelmişti. Kafamı salladım tekrar öksürerek, gözlerim tekrar dolmuştu. Yüzümü gök yüzüne kaldırıp derin bir nefes aldım. ''Ailenden sonra kaybettiğin ilk kişi miydi?'' diye mırıldandı yanımda. Kafamı aşağı yukarı salladım. ''O zamanlar denizden çok korkardım... Ailem öldüğünde, ikisinin birden öldüğünü öğrendiğimde sahil kenarına gittim. Aslında tek istediğim kimsenin beni duyamayacağı bir yerde bağırıp çağırarak ağlamak kendimi yerden yere atmaktı.'' ''Ama...'' dedi devamını olacağını anlamış bekler vaziyette. ''Ama... içime sığdırdığım çığlığı dışıma sığdıramadım. Tek yaptığım denize koşmak ve dibinde ailem gibi beni bulamayacakları bir yerde kaybolmak istememdi. Onlar enkaz altında bende okyanusta kaybolacaktım.'' Hayretle bana döndüğünde gözümde o gün tekrar canlandı, her sahnede kalbime binlerce bıçak saplanıyordu. Ne kadar yıl geçerse geçsin her zaman kalbimdelerdi. ''Korkup döndün mü nasıl...'' kafamı sağa sola salladım. ''beni biri kurtardı.'' Diye fısıldadım yağmura karışan göz yaşım akarken. ''Eva.'' Dediğinde onu onaylayarak yüzümü ona döndüm. ''Eva.'' Onu tekrar ettiğimde çalan telefonuyla gözümü gözünden ayırıp telefonunu çıkardı. Arayan Azra'ydı. ''Söyle.'' Yanımdan bir iki adım uzaklaştığında gözümü ondan çevirip kalabalığa döndüm. Herkesten bambaşka sesler duyuluyordu. Üstelik uzakta olduğundan söylediklerinin hiçbiri de anlaşılmıyordu. Çamur olmuş topraktan adım sesleri duyulduğunda yüzümü döndüm. Sencer dudaklarını ısırmış bana bakıyordu. ''Seni bu halde bırakmak istemiyorum. Ama gitmem gerek.'' ''İp ucu mu?'' gözünün tekini kırptı. ''Ailevi bir şey diyelim.'' ''Anladım.'' ''Arkun'u çağırayım mı? Ya da yanlarına gideli-'' ''Gerek yok, git sen bende birazdan katılacağım onlara.'' Yüzünden kararsız kaldığı anlaşılsa da ısrar etmedi, koşar adımlarla arabasına yöneldi. Yağmur tüm üstümü ıslatmıştı, her başıma vuran damla başlayan baş ağrımı arttırıyordu. Sencer arabasıyla arkamdan geçtiğinde derin bir nefes verdim ve tabutu mezara indirişlerini izledim. ''Özür dilerim...'' diye fısıldadım mezara bakarken. ''Ne için özür diliyorsun yine?'' diye bir ses arkamdan duyulduğunda başıma akan yağmur suları duruldu. Ben kaşlarımı çatarak yüzümü çevirdiğimde bana bakan siyah takım elbisesi ve elinde şemsiyesiyle Korel'i gördüm. Yüzü son zamanlardaki gibi ciddiydi. Normalde olsa görmeye can atabileceğim ama şu an görmek istemediğim tek insan olarak karşımdaydı. Şu an ona bakmak bile istemiyordum ama ona bakmaktan kendimi de alamıyordum. Ona karşı öyle bir öfke ve kin besliyor içimde büyütüyordum ki bunun bana zarar verebileceğini bile düşünmüyordum. ''Eva'dan.'' Diye mırıldandım ağaca yaslanırken. Şemsiyenin dışında kaldığımda bana doğru bir adım daha attı. ''Başın sağ olsun.'' Ona cevap vermeden uzaktan kalabalığa bakmaya devam ettim. Orada nefes alamayacak kadar daralacağımı biliyordum ve hala kendimi iyi hissedemiyordum. Derin bir iç çektim, hala sessizdi. Sadece yanımda duruyor sessizce beni izliyordu. Yaslandığım ağaçtan omuzuma bir böcek geçince huysuzca böceği üzerimden atarak doğruldum. Korel ise hala sessizliğini koruyor beni izliyordu, yanımdan gitmesini istiyordum ama git diyemiyordum. Bu histen git gide daha çok nefret etmeye başlamıştım. Olduğum yerde durmama rağmen tekrar sendeleyip refleksle Korel'e tutunduğumda şemsiyeyi bıraktı ve elini belime dolayarak beni tuttu, o an ilk defa bana biri çarpmış gibi hissettiğimde bu kadar canım yanmıştı. Acıyla dudaklarımdan bir inilti çıktı. Ellerimi göğsüne yerleştirdiğimde yine canımı yakacak sanıp korkuyla çekilecektim ama bırakmadı ve bu kez canımda yanmamıştı. İki gündür ne oluyorsa hissettiğim her şey içimde durmasına rağmen dışımda canımı yakan ne varsa uçup gitmişti. ''İyi misin?'' kafamı kaldırıp endişeli yüzüne baktım, elim yine acıyan omuzuma gitmişti. ''Evet.'' Gözleri boynuma indiğinde ''Kolyen...'' diye fısıldadı. Ona döndüğümde kilitlenmiş gibi boynuma baktığını gördüm ve ellerimi göğsünden çektim. ''Kaybettim.'' ''Nerede?'' çatık kaşlarıyla benden cevap bekleyen yüzüne döndüğümde şaşkınlığımı saklayamamıştım. ''Bilmiyorum... Eva'yı bulduğum yerde olabilir.'' ''O yüzden mi gitmiştin oraya?'' Kafamı aşağı yukarı salladığımda dudaklarını ısırdı ve yere düşen şemsiyeyi alarak tekrar başıma akan yağmur sularının üstümüze yağmasını yine engelledi. ''Efnan!'' Kendimi toparlayıp yüzümü kaldırdığımda bana doğru gelen Erkan'la Korel'in kaşları çatıldı. ''İyi görünmüyorsun, gel hadi eve bırakayım seni.'' Kolunu bana doğru uzattığında kafamı olumsuzca salladım ama umursamadan elimi yakaladı ve beni yanına çekti. Korel hala çatık kaşlarla Erkan'a bakıyordu. ''Dua bile edemedim.'' Gözleri benimle üstü yeni kapatılmış mezara döndüğünde kafasıyla orayı işaret etti. ''Siz gidin, ben onu beklerim. Aynı yere gidiyoruz nasılsa.'' Erkan geldiğinden beri yüzüne bakmadığı Korel'e döndü. ''Gözüm arkada kalır, ben bırakırım.'' Korel Erkan'ın cevabına karşılık şemsiyeyi tuttuğu eli beyazlamış şekilde bir adım attı ve gözlerini Erkan'a kenetledi. ''Israr ediyorum, gözünüz arkada kalmasın.'' Gözlerinde yine o ateş parıltısının geçtiğini gördüğümde sertçe yutkundum. Erkan bir dakika kadar sessiz kaldıktan sonra kendine gelmek adına kafasını sağa sola salladı. Yüzünü bana döndüğünde bir adım geri atarak Korel'den uzaklaştım. ''Sorun olur mu?'' Erkan bana dönse de gözlerim hala Korel'deydi. ''Olmaz.'' Diye mırıldanarak Erkan'ın elinden elimi çektim. Bu da mı Şeytan tüyüydü? ''Peki o zaman, gittiğinde haber vermeyi unutma.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak Erkan'ın gidişini izledim. Yine de gözüm arkamda siyahlar içinde Azrail gibi dikilen Korel'e kaymıyor da değildi. Gergince bir nefes aldım, korkunun damarlarımda gezindiğini hissedebiliyordum. Çünkü her insanı korkuttuğu gibi beni de korkutuyordu. Erkan tamamen görüş açımdan çıktığında sessizce mezara doğru ilerlemeye başladım. Korel de hızlı adımlarla arkamdaydı, şemsiye hala yağmuru engelleyebilecek kadar yakındı. Mezarın başına geldiğimde eğildim ve artık Eva'ya ait olan toprağı o var sayarak gözlerimi yumup dua etmeye başladım. Onu çok özleyecektim, ama arkadaşı olarak ona bu saatten sonra tek yapabileceğim şey, ona borçlu olduğum şey buna sebep olanı bulmaktı. Kim olursa olsun. Dua ederken gözümden firar eden yaşları sildim, çünkü onları gizleyebilecek yağmur damlaları yüzüme düşmüyordu. Onu engelleyen siyah bir şemsiye tepemde duruyordu, aynı arkamda siyah takım elbisesiyle duran Korel gibi. Dualarım bittiğinde derin bir nefes aldım ve doğrulup yüzümü Korel'e döndüm. Şu an ondan arkama bakmadan kaçıp gitmem gerekirdi, çünkü şu an toprağın altında yatan arkadaşımın kanı onun ellerinde olabilirdi. Ya da ne olduğunu adlandıramadığım her neyse doğa üstü olduğu varlık neyse ondan kaçmam gerekirdi. Ama tek yaptığım ona kin duyarken bile yanında olmaktı. Kolunu destek alabilmem için uzattığında aynı Sencer'e yaptığım gibi görmezden geldim. Şemsiyenin altından çıkarak hızlı adımlarla arabaya ilerlediğimde şemsiyeyi kapattı ve arkamdan sessizce arabaya doğru yürüdü. Çamurdan gelen adım seslerini duyabiliyordum. Elimi arabanın kulpuna attığımda duraksayıp kafamı kaldırdım, bunu bekliyor gibi o da gözlerini anında benimkilere çevirmişti. ''O gün... Sencer bu arabayla gelmişti.'' O gün tam olarak bunun bilincine varamasam da şu an daha çok fark edebiliyordum. Sencer o gün yanıma Korel'in arabasıyla gelmişti. ''Evet, benimkini rica etti.'' Der demez kaçmak ister gibi arabaya bindi. Yine bir yalan! Şeytan tüyün bir bana işlemiyor sanırım Korel. Arabaya binmeden saç uçlarımı sıktım ve biner binmez kemerimi taktım. O sıra da telefonumun Arkun'da kaldığını hatırlayıp kendime bir küfür savurdum. Çevirisini istediğim yazılar o telefonda kalmıştı ve az kalan şarjının iki gün dayanabileceğini hiç mi hiç düşünmüyordum. ''Şey, telefonunu kullanabilir miyim?'' Anahtarı çeviren eli cebine gidip bana telefonu uzattığında ''Teşekkürler.'' Diye mırıldandım. Şifresi bile yoktu, elime alır almaz ekran açıldı. Arka planında bana hediye ettiği tablo vardı. Gözüm Korel'e kaydığında arabayı çalıştırmış odağını yola vermiş olduğunu görüp arama kısmına girdim. Ama karşıma çıkan sadece iki harf vardı, A ev S harfleri. Kaşlarım çatılsa da belli etmemeye çalışarak yüzümü hafif döndüm ve Arkun'un numarasını tuşladım. İkinci çalışta açmıştı, sesi telefonun öbür ucundan bile yorgunluğunu belli ediyordu. ''Efendim.'' ''Arkun benim, telefonum sende kaldı. Bugün içinde getirebilir misin?'' birkaç hışırtı geldikten sonra sıkıntıyla nefes verdi. ''Otelin önünden geçiyoruz, bırakırım girişe.'' ''Teşekkür ederim.'' Göz ucuyla baktığımda Korel'in gözlerinin de bana kaydığını gördüm. ''Eve vardığında haber ver.'' ''tamam, dikkat et kendine.'' Telefonu kapatıp sanki hiç harfleri görmemiş merak etmemiş gibi Korel'e uzattığımda göz ucuyla bana baktı ve kafasıyla yanına bırakmamı istedi. Telefonu yanına bıraktığımda onun yola bakmasından faydalanıp gözlerimi üzerinde gezdirdim. Kolyesi yine içindeydi, görünmüyordu. Dövmelerinin ise sadece uç kısımları önünün açık kısmından görünüyordu. Arkama yaslanarak gözümü üzerinde gezdirmeye devam ederken kulağının arkasında ilk kez fark ettiğim dövmeyle kaşlarımı çattım. Kulağının hemen arkasında yan yatırılmış 666 yazılı bir dövmesi vardı. ''666'ya olan takıntın ne?'' diye mırıldandım fark etmeden. Çenemi tutamamıştım, görür görmez bir şeyleri ağzımdan kaçırma huyumdan nefret ediyordum. ''Anlamadım?'' diyerek gözünü yoldan bana çevirdiğinde yaslandığım yerde toparlandım. ''Yani, plakan dövmen falan. Hep bir 666 tamamlanıyor... Mesela 6.kat 66.oda falan.'' Dudaklarında tebessüm yakaladığımda yüzümü eğdim ve ona yaklaştım. İçimde ona karşı oluşan bir önyargı, öfke vardı. Bu hareketi ise içimde ona karşı oluşan öfkeyi yersiz yere harlamıştı. ''Dövme anlamlı, diğerleri denk gelmiş.'' Verdiği her zamanki kaçamak bakışa ters şekilde bakarak karşılık verdim ve yüzümü çevirip camdan dışarıyı izledim. ''Yine kızdırdım sanırım, özür dilerim.'' ''Hayır.'' Kısa kesmem ortamdaki gerginliği arttırırken konuşmayı da burada bitirmişti, Korel otelin önüne döndüğünde kemerimi çözdüm ve yüzüne bakmadan arabadan indim. Sanki bunun olacağını tahmin etmiş gibi, oldukça oyalandı ve arkamda kalmaya özen göstererek otele benden sonra girdi. Ama benden sonra girmesi hiçbir şey ifade etmemişti çünkü telefonumu almak için girişte oyalanmak zorunda kalmıştım. O asansöre benden bile önce binmişti, asansörün önüne geldiğimde ilk tanıştığımız an gibi kapanmak üzere olan asansörün arasına elini uzattı ve içeri girmemi bekledi. Sessizce içeri girdim, elini 5.kata basmak için uzattı ve boğazını temizleyip asansörün ucuna yaslandı. Son zamanlardaki bu hali beni daha da şüphelendiriyordu, aklımda inanmak istemediğim ses bana bu sessizliğin onu haklı çıkardığını fısıldıyordu. Gözlerim 5.kata gelene kadar üzerinde olsa da aldırmadı, öylece karşısına baktı. Kapı açıldığında ise ona hiçbir şey söylemeden asansörden indim ve telefonla beraber Arkun'un bıraktığı oda kartımı okutup içeri girdim. İçeri girer girmez sanki tüm kötü şeyler kapının arkasında kalmış bir rahatlama geldi, derin bir nefes bırakıp kapıya yaslandım ve dizlerimi kendime çekip kollarımı dizlerime sardım. İşte şimdi, umudun toprağa gömülüşünü daha çok hissediyordum. Kapı kapanıp içeri de yalnız kaldığımda tüm gerçekler beynimde yankılanıyordu, Eva artık yoktu. Ve ben eve onun katiliyle beraber gelmiş olabilirdim. Onun katiline.... Kafamı sağa sola sallayarak göz yaşımı sildim. Sakinleştiricinin etkisi tamamen geçmişti, bunu titremeye başlayan dizlerimden anlayabiliyordum. Akmaya başlayan burnumu çektim, akan göz yaşlarımı silerek kafamı kaldırdığımda içeri de sert bir rüzgâr esti. Cam açıktı, ıslanmış üstüm soğuktan titremeye başladığında yerden destek alarak kalktım ve pencereyi kapatıp kenarda duran şarj aletine telefonumu taktım. ''Sanırım artık gerçekleri öğrenmeme sadece 2 ya da 3 dakika kaldı.''
|
0% |