Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@byzloey




''Hadi ama...'' diye söylendim odanın içinde tur atarken.

Telefonu şarja takmış tam beş dakikadır açılmasını bekliyordum, üzerimi bile değiştirmemiştim. Baş ağrım için ilaç bile içmemiştim, geldiğimden beri nasılsam şimdi de öyleydim.

Aklımda sadece bunu kimin yaptığını bulmak vardı, acımı hırsımla kapatmaya çalışıyordum.

Diğer türlüsü benim için çok zordu, yutkunmak bile çok zordu.

Dudaklarımı ısırarak odayı aydınlatan ışığa doğru koştum ve yatağa yaslanarak yere oturup açılan telefonu elime aldım.

Bir sürü mesaj gelmişti, gelen hiçbir mesajı okumadan ve önemsemeden yavuzunkine girdim.

Sayfaları çevirmiş bana hemen altını işaretleyerek hangi yazı hangi sayfaya ait açıkça göstermişti.

Yaslandığım yerden doğrulup masanın üzerindeki kitabı aldım ve kıvırdığım sayfaları sırayla açarak yavuzun gönderdiği yazıları okumaya başladım.

İlk sayfa da siyahla yazılmış cümleler arasında kırmızıyla yazılmış kelimeler vardı.

Yavuzun resmini attığı sayfayı büyülttüm ve nefesim kesilmiş vaziyette biraz da endişeyle okumaya başladım.

Köprü, cennetin özünden oluşan dallarla kurulmuştur. Bu köprü yer altında asla sallanamaz, dengenin kurulması için yer yüzünde ise sallanır.

Köprünün bir ucunda Avcı diğer ucunda ise yer altının hükümdarı Orcus Morta yer alır.

Köprü herhangi bir nesne olabilir, köprünün en tehlikeli hali insan olmasıdır.

''Yine mi köprü?''

Orcus Morta yer altının hükümdarı, yer yüzünde ise hizmetkardır. Hizmet ettiği şey en tehlikeli insan varlığının çığlığıdır. Bu yüzden köprünün yıkılması, çığlıktan yer yüzündekilerin korunması gerekir.

Yer yüzünü iblislerden temizlemek iblislerin hükümdarı Orcus Morta'nın görevidir, Orcus Morta'yı tamamlayacak tek kişi ise köprüdür.

''Tamamlayacak tek kişi köprü mü? Yani köprü dedikleri kişi bir insan mı?'' dudaklarım şaşkınlıkla aralanmış vaziyette karanlığın içinde ışığı parlayan telefonuma baka kaldım.

Yani bunca zaman dedemin bahsettiği köprü bir insan mıydı? ''Yoksa...''

Köprü cennetin özünün dallarından yapılır. Laneti bağlayan bir soydur. ''Özdal...'' diye fısıldadım dedemin köprü olduğu gerçeğinin farkına vardığımda.

''Ama köprünün yıkılması?'' gözlerim yazıyı ikinci kez taradığında yutkundum.

Dedem toprağın altındaydı, o zaman eğer köprü dedemse köprünün yıkılmış olması gerekmiyor muydu? Merakla yazının devamını okumaya başladım.
Avcı'nın göreviyse, Orcus Morta'nın görevi bittiğinde kendiyle beraber Orcus Morta'yı yer yüzünden yer altına indirmektir.

''Avcı mı?''

Orcus Morta

Resimlerden çıktım ve Orcus Morta kelimesini internette arattım.

Orcus; yeraltı dünyasının ve ölümün tanrısıdır.

Morta; Ölü.

Yer altı dünyasının ve ölümün tanrısıdır.

''Sanırım katilini buldum Eva...'' gözlerim pencereye yöneldiğinde Kuzgunun kapalı camın dibinde durup içeri baktığını gördüm.

''Sen de mi doğa üstüsün acaba?'' kuzgun yine kafasını eğdi ve birdenbire gözümün önünde uçmadan kayboldu.

Sertçe yutkunarak geriye doğru düştüm, gözümün önünden bir anda kaybolmuştu, aynı boynuzları olan Orcus gibi.

Elimden düşen telefon yüz üstü düştüğünde içerisi karanlık oldu, sadece kapalı perdenin ufak kalan aralığında dışarıdan yansıyan ışık görünüyordu. Işığın vurduğu duvarda bir silüet gördüğümde çığlık atarak geriye doğru süründüm.

Hiçbir şey yoktu, sadece gölgeden ibaretti. Aynı Korel'in tablolarındaki gibi bir silüetti.

Bir gölge bile nasıl bu kadar gerçek hissettirebilirdi?

Elimi arkaya attım ve abajuru yaktım. İçerisi boştu, gölge kaybolmuştu.

Titreyen ellerimi birleştirip nefesimi düzene sokmaya çalıştım. İşte böyle anlarda yalnız kalmak başıma gelen en kötü şeydi.

Nefesimi bir süre sonra düzene soktuğumda hala titreyen ellerimi yere bastırarak doğrulup su şişemi aldım. Dilim damağım kurumuştu, hala midem bulanıyordu ve her yerim hala ıslaktı.

Suyu titreyen ellerimle içtikten sonra kenara bıraktım ve telefonu elime aldım. Daha fazla okumam gerekliydi, daha fazla şeyler öğrenmem gerekliydi.

Gözlerimi oda da bir kez daha gezdirdikten sonra telefona döndüm ve yazanları okumaya devam ettim.

Avcı, Lilith'e itaatsizlikten cezalıdır.

Orcus Morta, Lilith'e itaatsizliğe ortaklıktan cezalıdır.

Azura ise onların gözlemleyicisi olmakla hükümlüdür.

''Azura, Orcus Morta ve Avcı...'' elimi saçıma saldırıp baş ağrıma aldırmadan çekiştirdim. Gerçekten sıyıracaktım, tam tamına bir nefes kadar yakındı çıldırmam.

Orcus Morta ateşin kendisidir, ateşi gözlerinde ve gölge vücudunun içindedir. Ateş sönerse Orcus Morta cezalandırılmıştır.

Ateş, Orcus Morta'yı yaratan şeydir. Tanrıçasının hizmetkarı olmakla hükümlüdür.

''Bir tanrıça eksikti...'' diyeceğim sırada Yavuzun tanrıça kısmından emin olmadığını anlamının ondan üstün bir varlık olduğunu söylediği mesajı gördüm.

''Yani yer yüzünde şeytandan daha üstün bir varlık mı var?''

İşte bu okuduğum en şaşırtıcı şeydi. Çünkü doğru çevirdiyse şu an yer yüzünden Şeytan'dan daha üstün olan bir tanrıça olmalıydı. Şeytan'ın bağlı olduğu bir tanrıça, onun hizmetkarı olduğu bir tanrıça.

Belki de bu Azra'ydı?

Bir saniye bir saniye...

Ayağa kalkarak perdeyi sonuna kadar açtım, karşımda Korel'den sonra tekrar duvara astığım şüpheli listem duruyordu. Gözlerim telefonuma indi,

Azura ise onların gözlemleyicisi olmakla hükümlüdür.

''Yer altında Azura, yer yüzünde ise Azra ha?'' dedim öfkeyle.

''Yakaladım birinizi...'' Elime bulduğum kalemi alıp Azra ismini Azura olarak değiştirdim.

Eğer Azra'yı bulduysam, eğer o yer altından yer yüzüne Şeytanla avcıyı gözetlemek için çıktıysa ikisinin de onun yakınında olması gerekliydi.

Öyleydi, öyle olmak zorundaydı.

Tabi o iki kişiyi bulmak gibi Azra'nın yakınında gezmeme gerek yoktu, çünkü artık yapboz parçaları yavaşça etraftan içeri doğru yerleşmeye başlıyordu.

Resmin yüz kısmı hariç hepsi artık daha belirgindi. Düğümün bir ucunu tuttuğum gibi devamı da çözülmeye başlıyordu. Çözülmeye başlayan ip, içimde bir duyguyu harladı.

Başından beri şüphelendiğim kim varsa, hepsi birbirine bağlıydı. Bu yüzden Sencer Korel'in arabasıyla yanıma gelmişti. Bu yüzden geçen gece beraber oturuyorlardı.

Aptal ben bunu görememiştim.

''Sencer... Azra'yla kardeşse...'' Elimi alnıma götürüp sıvazladım.

''Ama Sencer şeytan gibi değil...''

Peki ya Korel?

''Ama Azra'yla kardeş olan Sencer...'' diye mırıldandım.

Hangisi avcıydı? Hangisi şeytandı?

''Salak kafam... aptal kafam... geri zekâlı kafam.... Beyinsiz-'' derin bir nefes verip kafama bir tane geçirdim.

Korel isminin anlamı neydi?

Ateşli olan kimse.

Ki ona ne şüphe...

Sencer isminin anlamı neydi?

Kılıç tutan, kılıç saplayan kimse.

Her şey gözümün önündeydi, apaçık ortadaydı.

Sadece ben görememiştim, her hareketlerini izlememe rağmen, her yanlışlarını görmeme rağmen fark edememiştim.

Yine de emin olamadan kesin sonuca varamazdım, yüzde birlik ihtimal tersi olabilirdi ve o yüzde bir ihtimal içimi kemiriyordu. Bir anlık kararla telefonu şarjdan çıkardım ve ıslak üstüme aldanmadan oda kartımı alıp gireli çok olmayan odadan çıktım.

O yüzde doksan dokuz yüzde yüz olmalıydı. Böyle oturarak ya da kendimi kedere vurarak bunu yapanı bulamazdım.

Her zamanki yaptığımı yapıyordum, gerçeklerden kaçıyordum. Acılardan da öyle...

Gözlerimden akan yaşları sildim, asansörü beklemeden koşar adımlarla merdivenlerden inmeye başladım. Evet hala kendimi berbat hissediyordum, evet her an düşüp bayılacak gibiydim ama buna lüksüm yoktu.

Daha önce bir şeyleri sonraya atarak hayatıma bakarak geç kalmıştım, bu kez kalmayacaktım.

Bu kez zaman kaybedemezdim, çünkü yatağa girdiğimde uyuyamayacağımı kendimi parçalayacağımı biliyordum. Eva toprağın altında o soğukta bir başına yatarken ben sıcak yatağımda yatamazdım. Buna imkân yoktu.

Otelden çıktığımda gözüm etraftaki hiçbir şeyi görmedi, hızlı ve sarsılan adımlarla yürümeye başladım. Neredeyse otelin girişinden çıkmam bile bir dakikamı almıştı.

Gözlerimi ovuşturdum ve hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Okula gidiyordum, çünkü elimden en son kaçırdığım ip ucu okuldaydı.

Peşinden gitmediğim için yol boyu kendime küfürler yağdırmıştım, öfkeliydim ve öfkemi kimseye zarar vermemek için kendimden çıkarıyordum.

Derin derin nefesler aldım, ara sıra durmak zorunda kalmıştım çünkü başım dönüyor midem bulanıyordu. Yine de pes etmeden devam ettim.

Okul uzaktan da olsa göründüğünde dudaklarımı ısırdım, tüm akli dengem alt üst olmuştu.

Aklıma durup durup Eva'nın yerde ateşlerin arkasında yatan görüntüsü geliyor gözlerim doluyordu.

Dolan gözlerimi sildim ve burnumu güçlükle çekip okulun bahçesine girdim.

Etrafta öğrenciler vardı, ben okuldan içeri girdiğimde zil çaldı.

Ders ziliydi, teneffüs bitmişti.

Ebru'nun olduğu sınıfa doğru ilerledim. Şu an berbat göründüğüme ve öğrencilerin bana garip baktığına onları görmeden emindim ama hiç mi hiç umurumda değildi.

Sınıfa girdiğimde herkes daha yeni içeri girmişti, sınıfta konuşmalardan dolayı oluşan gürültü beni sınıfın duymasını engelliyordu. Konuşmak için iki kez dudaklarımı araladım ama sınıf o kadar sohbete dalmıştı ki konuşmama bile müsaade etmemişlerdi.

Derin bir nefes aldım ve öfkeme hâkim olamadan

''EBRU!'' diye bağırdım. Sıranın üzerinde oturup arkayı kapatanlar korkuyla sıçrarken diğeri de şaşkınlıkla kapıda dikilen bana dönmüştü.

''E...ebru gelmedi hocam.'' Kirpiklerini hızlı hızlı kırpıştırarak nefes nefese korkuyla bana dönen öğrenciye doğru ilerledim ve sırasına ellerimi yasladım.

''Ona ulaşabileceğim numara ya da adresini bilen...''

Çoğu kişi kafasını olumsuz salladığında kızlara döndüm. ''Hiç mi biriniz yakın değildiniz, hiç mi grubunuz yok?''

Kızlardan biri dudaklarını ısırırken diğeri bacaklarını toparlamış yüzünü eğmişti. ''Hocam benim tek duyduğum kaydını aldırdığı, sizinle olan dersten sonra bir daha gelmedi.''

Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Gözlerim yine dolmuştu ama bu kez üzüntüden değildi, öfkedendi. ''Haber alırsanız mutlaka bana ulaşın.'' Diyerek arkamı döndüm ve sınıftan çıktım.

Dersleri her neyse, öğretmenleri hala gelmemişti.

Merdivenlerden koşarcasına indim, müdürün odasına gözüm kaysa da kafamı olumsuzca sallayarak dışarı çıkmıştım. Çünkü içimden bir ses bu şehirden değil bu dünyadan gittiğini söylüyordu.

Aynı Eva gibi.

Öfkeyle tırnaklarımı ellerime geçirerek yürümeye devam ettim. Saat ilerliyordu, akşam olmaya yaklaşmıştı. Hava erken karardığından gökyüzü koyulaşmaya başlamıştı. Umursamaz, etrafıma bakmaz şekilde ilerleyerek okulun köşesinden döndüm.

İçimden nedensizce bir durma isteği geçti, duraksadım.

Neden durduğumu bilmiyordum, sadece durdum ve yüzümü çevirdim.

Kuzgun yoldaydı, seke seke yoldan ilerledi. Kendimi bir anda onun peşine giderken buldum.

Amaçsız bir insan, bulduğu her yoldan giderdi çünkü.

Bende gittim, Yeşil Liman'ın tam arkasındaydık. Önüne geldiğimde gözüm siyah klasik arabaya kaydı kuzgun yine gözümün önünde tuzla buz olup kayboldu.

Önüne geldiğim kafe insanlarla doluydu, bugün her zamankinden daha kalabalıktı. Gözlerim birini arar gibi etrafta gezindi ve bir çift kara gözde durdu.

Tanımadığım bir adam bana oldukça ürkütücü bir ciddiyetle bakıyordu. Dudaklarının emin olamadığım şekilde kıvrılışını gördüğümde önüne döndü ve gazetesini önüne kaldırdı.

''Efnan?'' ismimi duyduğumda kafesinin köşesinde dikildiğimi hatırlayarak kendime geldim.

Sesin sahibi bana derin bir iç çektirdi, onun sesi son zamanlarda kalbimi parçalara ayırıyordu.

Çünkü kalbim anlaşamayan iki parça olarak bölünmüştü.

Bir tarafım ona çekiliyordu, sesine gözlerine ve sıcak tenine.

Diğer tarafım ise ona hesap sormak sonra ise yüzünü bir daha göremeyeceğim bir yere kaçmak istiyordu.

Dudaklarımı ısırarak yüzümü ona döndüm. Ayaktaydı elinde cüzdanı ve arabanın anahtarıyla bana bakıyordu, aynı Eva'nın ondan kaçtığı gün gibi bir sandalyeyi büyük bir nezaketle çekerek oturmam için eliyle işaret etmişti. Muhtemelen o da yeni gelmişti.

Gözleri sıktığım elime indi, kaşları belli belirsiz çatıldı.

Sandalyeyi tutan eli teması kesti, bana doğru gelmeye başladığında geri adım atmak istedim ama atamıyordum. Neden atamıyordum?

''Rengin solmuş...'' diye fısıldadı. Elleri kollarımı tuttuğunda ateş gibi yakacağını düşündüm ama yakmadı.

''Benimle oturur musun?'' gözlerimi gözlerine çıkardım.

Kimsin sen?

Orcus Morta mı, yoksa Avcı mı?

Gerçekte nasıl görünüyorsun?

O gölge sen misin, o boynuzlar senin ruhunun bir parçası mı?

Benden cevap alamadığında dudaklarını ısırdı ve ''Lütfen...'' diye fısıldadı.

Tekrar sandalyeye ilerledi ve çekip oturmamı bekledi.

Ağır adımlarla ona doğru ilerlerken omuzumun üzerinden kara gözlü adama baktım. Bana bakıyordu, içimde bir şeylerin kaynadığını hissediyordum.

O adam da bir şeylerin ters olduğunu hissediyordum.

Neden bilmiyordum ama bunu her zerremde hissedebiliyordum.

Yutkunarak oturduğum, Korel ''Hemen geliyorum.'' Diyerek içeri gittiğinde masa da tek kaldım.

Kafenin hemen üstüne birkaç karga gelmeye başladı, gürültüleriyle tüm dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi.

Gözlerim art arda buraya uçan kargaya kaydığında bir tanesi gökyüzünden aşağı doğru uçmaya başladı, tam olarak bana doğru.

Ben ne olduğunu anlayamadan yüzüme doğru uçtuğunda korkuyla hareket etmeye çalıştım ama yüzüme çarpmıştı. Üstelik etimin ısırıldığını hissetmiş yere büyük bir çığlıkla düşmüştüm.

Birkaç masadan ayaklanıp başıma toplanma sesleri dışarıyı doldurduğunda birinin endişeli sesi duyuldu. ''Efnan!''

Kalabalığı yarıp yanıma çöken Korel'le gözlerimi açtım. Elleri muhtemelen kanayan yanağıma yerleşti ve etrafa bakındı.

''Ne oldu?''

''K...karga.'' Diye mırıldandım gözümden akan yaşı silerken. Canım yanmıştı, gerçekten sivri bir ısırığı yanağımda hissetmiştim.

Korel orayı baş parmağıyla temizlerken gözleri etrafta gezindi. Benimse gözlerim onun tam tersi yere döndü, takım elbiseli ve kara gözlü bakışları beni rahatsız eden adam arkasını dönmüş yürüyerek kafeden çıkıyordu.

Dudaklarımı ısırarak Korel'in yardımıyla ayağa kalktım.

''Efnan.'' Solumdan gelen ince sesle bana uzatılan suyu almak için elimi uzattım ama dokunuşumla hissettiğim şey suyun yere düşüp bardağın kırılmasına sebep olmuştu.

Dokunduğum ten Suzan'ındı ama değildi de. Onun bedenini değil, ruhunu görmüştüm.

Bir silüetti, silüetini görmüştüm.

Dudaklarım korkuyla aralandığında o da hissetmiş gibi iri gözleriyle bana baktı ve elini çekerek gözlerini Korel'e çevirdi.

Ellerimin titremeye başladığını hissediyordum, boğazını temizledi ve ''Yenisini getireyim.'' Diyerek içeri girdi.

Titreyen ellerimin üzerine sıcak bir ten kondu, Korel'in gözleri bana ilk defa şefkat ve endişeyle bakıyordu.

''İyi misin?'' diye fısıldadı başımızdaki kalabalık dağılırken.

Tamamen kalkıp doğrulduğumda belli belirsiz başımın döndüğünü hissedip sendeledim ama düşmeme izin vermeyen o sıcak ten beni dimdik ayakta tuttu. ''Yavaş, sakin ol.''

Fısıltısı kulağımdaydı, kafamı aşağı yukarı salladığımda içerden Suzan tepsiyle geldi.

Tepsi de yara bandı, yiyecek ve su vardı.

''Rengin solmuş, bir şeyler yemelisin.''
''İstemiyorum.'' Diyerek istemeden de olsa sert olan bakışlarımı üzerinde gezdirdim.

Onu da hissediyordum, o da normal değildi.

O da Eva gibiydi.

İstesem de istemesem de ona kötü bakıyordum, bunun farkındaydım.

''Bırak sen.'' Suzan Korel'in söylediğiyle sessizce tepsiyi bıraktı ve ağır adımlarla içeri girdi.

Elim yanağıma gitti, kanıyordu. Korel beni oturturken, Tepside olduğunu yeni fark ettiğim peçeteyi almayı düşündüm ama Korel benden önce uzandı ve peçeteyle yanağımı temizledi.

''Bir anda üzerime geldi.'' Diye mırıldandım.

''birkaç karga daha vardı ama bir tanesi...'' gözleri gözlerime çıktığında dudaklarımı birbirine bastırdım.

''Merak etme, bir daha böyle bir şey olmayacak.'' Dediğinde kaşlarım çatıldı. ''Nereden biliyorsun?''

''Öyle hissediyorum.'' Tek kaşımı kaldırmış ona bakarken bana masumca gülümsedi.

Temizlemesi bittiğinde peçeteyi kenara bıraktı, yara bandını çıkardığında kafamı olumsuzca salladım. ''Kalsın.''

''Öyleyse...'' diye mırıldanırken tepsiyi önüme doğru ittirdi.

Gözlerim üzerindeydi, onun gözleri de benim üzerimdeydi.

''Eğer yersen sana bir hediye vereceğim.''

''Ne hediyesi?'' bana çarpık şekilde gülümseyerek yemeği işaret etti.

''Yersen dedim...''

''Bende ver değil ne hediyesi dedim.'' Gülüşü genişlerken oturuşunu düzelterek bana yaklaştı.

''Çok isteyeceğini düşündüğüm bir şey.'' Diye mırıldanarak tekrar arkasına yaslandığında bir kez daha bana tepsiyi işaret etmişti.

Sıkıntıyla nefes vererek gözümü ondan ayırmadan sandviçten büyük bir ısırık aldım.

''Evet, hediyem?'' bu söylediğime gür bir kahkaha attı.

Bense hala soğuk ve hissiz ifademle, hala yanmaya devam eden gözlerimle ona bakıyordum.

''Bitecek.''

''Öyleyse hediyeyi göreyim, ona göre yemeye devam ederim.'' Bana gözlerini kısarak bakarken bir elini cebine attı.

Parmaklarının arasında dolanmış bir zincir, zincirin ucunda da madalyon kolyemi görmemle dudaklarım aralandı, elim direk kolyeye uzanmıştı ama Korel geri çekti.

''Önce yemek.''

''Çocuk gibisin.'' Diye mırıldandığımda kaşlarını hayretle kaldırdı.

''Ben mi? Şu an yememek için mızmızlanan ben değilim.'' Dediğinde ona ters bir bakış atıp sandviçi yemeye devam ettim.

Her yediğim lokma bir yerlerime batıyor gibi hissetsem de yemeye devam ettim, doğruya doğruydu. Buna ihtiyacım vardı, midem ne kadar çalkalansa da en azından kendimi biraz daha dinç hissetmeye başlamıştım.

Yanağım hafif acıyınca yüzümü buruşturdum.

Bir karga neden bana saldırırdı?

O adam kimdi?

Neden aramızda garip bir etkileşim olmuştu.

Derin bir nefes verip sandviçin son lokmasını ağzıma attım ve ellerimi birbirine çırptım.

''Gel.'' Korel yaklaşmam için işaret ettiğinde ''Ben hallederim.'' Diyerek elinden kolyeyi aldım ve görmeden takması çok da zor olmayan kolyeyi tekrar ait olduğu yere boynuma taktım.

Korel dudaklarını birbirine bastırmış mahcup bir ifadeyle bana bakmıştı.

Hava iyice kararmaya başladığında kafenin kenarlarındaki loş ışıklar yanmaya başladı.

İçeriden elinde tepsiyle çıkan Suzan'la bakışlarımız kesiştiğinde anında gözlerini kaçırarak Korel'e çevirdi.

Nedense içimden bir ses, ben ne hissettiysem onun da bunu hissettiğini söylüyordu.

Günlerdir yaptığım gibi yine sessizliğimi korudum ve sudan bir yudum aldım.

O sıra da sokakta müzik dinleyerek neredeyse dans ediyor diyebileceğimiz bir şekilde sallanarak gelen adama gözlerim kaydı.

Göz ucumdan gördüğüm kadarıyla Korel'in de kaymıştı.

Adam birden durdu, sanki hissetmiş gibi bize döndü ve gözlerimize baktı.

Yüzümü Korel'e döndüğümde gözlerinde tekrar alevlerin gezdiğini gördüm.

Biliyorum, hissediyorum, sen ateşin ta kendisisin.

Ama emin olamıyorum, bir umut besliyorum içimde.

Çünkü eğer ateşsen, beni yakarsın. Ben de senden uzak durmak zorunda kalırım ve bunu istemiyorum.

Korel'in gözleri birdenbire bana döndüğünde alevleri anında söndü.

Ona nasıl baktığımı bilmiyordum, bakışları anında yumuşadı ve elini yaramın üzerine koydu. Adam da arka tarafın girişine doğru hızlı adımlarla gitmişti.

Boğazını gergince temizledi ve neredeyse fısıltı tonunda ''Bir şey mi oldu?'' diye mırıldandı.

''Bilmem.'' Dedim aynı tonda.

Eli yanağımdan düşerken derin bir nefes verdi.

''Beni on dakika bekler misin? Hemen döneceğim.''

''Nereye?'' dediğimde ''Hemen geleceğim.'' Diyerek kaçamak cevap verdi ve sandalyeden kalkıp Yeşil Liman'ın arkasına doğru ilerledi.

Benim tam olarak geldiğim yöne, az önceki adamın da tam olarak gittiği yöne.

Korel'in görüş açımdan çıkmasını bekledim, gözüm içeri doğru döndü.

Suzan işine yoğunlaşmıştı, kolyeme parmaklarımı doladım ve sandalyeden sessiz olmaya özen göstererek kalkıp Korel'in gittiği yönden ilerlemeye başladım.

Hava tamamen kararmak üzereydi, bulutlar gök yüzünü gizlemişti.

Korkak adımlarımı hızlandırdım.

Korkuyordum, aklımdakilerin gerçek olmasından korkuyordum.

Asla affetmeyeceğim kişinin o olmasından korkuyorum.

Ben ne ara bu kadar kör oldum, ne ara bu kadar aptallaştım?

Nefes nefese geldiğim sokağın ortasında durdum. İki sokak lambası köşeleri aydınlıkta bırakıyordu, ama hışırtının geldiği solumdaki ara tamamen zifiri karanlıktı.

Suçların ve suçluların gizlendiği zifiri karanlık.

Adımlarımı sola döndürdüm ve yavaşça yürümeye başladım.

Bir uğultu gelmeye başlamıştı kulağıma.

Yutkunarak neredeyse nefes bile almadan ilerlemeye başladım.

Adımlarım ne kadar ileri gidiyorsa bir o kadar da geri gitmek istiyordu.

''Olmaz...'' diye fısıldadım kendime.

Köşeye doğru yanaştım ve sadece gözlerimin olduğu kısma kadar duvardan yüzümü eğdim.

Korel ve az önceki adam karşı karşıya duruyordu, ama Korel'in alev parçaları olan gözleri buradan belliydi ve nefesimi kesmişti.

Şimdi bir adım gitmek istemiştim ama bu kez de ayaklarım geri gitmemişti.

''Kimi öldürdün?'' diye sordu keskin bir sesle.

İlk defa ses tonunu bu kadar keskin ve korkutucu duyuyordum.

''Bir kadın, ruhu çok temizdi.'' Dedi adam.

Korel bir nefes bıraktı havaya.

''Neden hareket edemiyorum.'' Diye sordu adam korku içinde, sesi titriyordu.

''Çünkü ben öyle istiyorum.'' Korel yüzünü tam olarak kaldırdı ve yüzünün hizasında olacak şekilde karşısına geçti. Alev gözleri tam anlamıyla ateş saçıyordu.

Bir günah işlediğinizde, yakalanmamanız gereken tek kişi şeytandır.

Çünkü kötüleri kimse sevmez, şeytan bile.

Bedeni birden kuzgun gibi, o gölge gibi rüzgâra karıştı ve yerini o siyah gölgeye bıraktı.

Bu kez korkuyla ayaklarım o geri adımı atmıştı.

Hatta geri adım atmakla kalmamıştım, o gölgesini gördüğüm boynuzlar tekrar ortadaydı ve korkutucuydu. Ağzımı elimle kapatarak arkama döndüm ve koşmaya başladım.

Çığlık atmamak için çok zor duruyordum, nefes nefese kalsam da durmadan otele kadar koşmaya devam ettim.

Evet, korkum gerçekleşmişti.

Korel, aradığım kişiydi.

Arkadaşımı öldüren, bir sürü hayatları yer altında cehenneme gönderen bir şeytandı.

Sertçe yutkundum ve nefes almaya çalıştım.

Bana dokunduğunda bedenimi yakmasından anlamalıydım,

Gözlerini gördüğümde anlamalıydım.

Tam bir aptaldım!

Bunca zaman yanı başımdaydı, hemen üstümde oturuyordu.

Aynı yerde çalışıyorduk, ah! Ebru... Ebru'nun kayıp olmasıyla bir ilgisi var mıydı?
Tabi ki de vardı! Kesin o yapmış olmalıydı.

Dudaklarımı sertçe ısırarak otele kadar koşmaya devam ettim.

Bacaklarımda derman kalmamıştı, nefesim karanlık sokakta yankılanıyordu.
Ben ise arkama bile bakmadan kaçıyordum.

Bir insan Şeytan'dan kaçabilir miydi?

Nefesi ensemizdeyken ondan nasıl kaçabilirdik? Benim şu an yaptığım aptallık mıydı?

Kesinlikle aptallıktı.

Ne yaptığımı bile bilmiyordum, ellerim ayaklarım zangır zangır titriyordu.

Sonunda yolun sonunda oteli gördüğümde karanlığın arasından zor gördüğüm karganın sesi duyuldu.

Yüzümü çevirdiğimde yine bana doğru uçan kargayı görmemle ellerimi yüzüme kaldırıp savunma yapmıştım ki başka bir ses duyuldu.

Karga gelmedi, aksine can çekişir gibi bağırdı.

Ellerimi yavaşça indirip nefes nefese karanlıkta etrafıma baktım ve ona çarpan kuzgunu gördüm.

Gözleri bu karanlıkta bile belirgindi, nasıl yaptığını bilmesem de görmesem de ölü karga ayaklarımın dibindeydi.

Kuzgunsa tam karşımda bana bakıyordu, Neydi neden peşimdeydi bilmiyordum.

Dudaklarımı araladığımda kuzgun uçmaya başladı ve sokağın ucundan bir motor sesi geldi. Arabanın ışığı ileriden göründü, arabayı seçebildiğimde korkuyla az kalmış otele doğru elimden gelen hızla koşmaya başladım.

Gelen araba Korel'indi.

Sonunda o garaja girmeden otele girebildiğimde nefes almak için bile beklemeden asansörü çağırdım. Nasıl bu kadar hızlı gelebilmişti?

Buraya geldiğimi nereden biliyordu?

Asansör şansıma açıldığında titreyen ellerimle önce altıya sonra yanlışlıkla bastığım kata küfrederek beşe bastım.

Tüm hayattaki şansımı kullanarak asansörün hızlıca kapanışını izledim ve rahatça bir nefes verdim.

Beşinci kata gelene kadar stresten her yerimi yemiştim, dudaklarımı, tırnaklarımı...

Asansörün kapısı açıldığında ceketimin cebinden kartıma baktım, ilkinde yoktu.

Bir küfür savurarak diğerinden çıkardım ve odaya girip kapıyı çarparcasına kapatıp arkasına yaslandım.

Nefes nefeseydim, koşmaya başladığımdan beri tek duyduğum şey nefesimdi.

Korku tüm bedenimi ele geçirmişti.

Neyden korkuyordum?

Yanmaktan mı?

Şeytandan mı?

Cehennemden mi?

Yoksa arkadaşımın katiliyle yüzleşmekten mi?

Gözlerimden yaşlar düşmeye başladığında asansörün sesi, sessiz koridorda yankılandı. Kapıya yaslandığım için asansörün sesini duyabilmiştim.

Kapıdan aşağı doğru kaydığımda dudaklarımı ısırdım, kalbim ağzımda atıyordu.

Kapım iki kere tıklandığında elimi dudaklarıma götürdüm.

''Efnan.''

O boş sokaktaki ciddi tonuyla kapımın hemen önündeydi.

''Sana beklemeni söylemiştim.'' Dedi bu kez de.

Sessizliğimi korumaya devam ettim.

''İçeri de olduğunu biliyorum Efnan. Ya kapıyı aç ya da arkasından çekil.''

Arkasında olduğumu nereden bilebilirdi, imkânı yoktu. Blöf yapıyordu.

''Çekilmezsen kıracağım, zarar görmeni istemiyorum. Blöfte yapmıyorum.'' Dediğinde yutkundum.

Aklımı mı okuyordu?

Neler yapabiliyordu? Ne güçleri vardı?

Titreyen ellerimi birbirine kenetledim. Bir darbe sesi geldi, kafasını kapıya vurmuş olmalıydı.

''Efnan...'' diye fısıldadı.

''Çekil kapının arkasından, lütfen.'' Dediğinde titreyen ellerimi ayırdım ve yerde sürünerek kenara doğru kaydım.

Neden söylediğini yapıyordum bilmiyordum, içimde bazı sesler yapmamı söylüyordu. Bunu istemsiz mi yapıyordum yoksa istiyor muydum ondan bile emin değildim.

Bu da mı Şeytan tüyüydü?

Bir ses geldiğinde oturduğum yerde sıçradım, kapının kolunu mu kırmıştı?

Kapıya bir tekme attığında kapı açıldı.

Gerçekten kapıyı kırmıştı.

Sürünerek geri geri gitmeye başladım, kapının önünde durdu. İçeri girmedi.

''Korkma... ben sana zarar vermem.'' Dedi acı çeker gibi.

''Seni gördüm.'' Dedim bende nefes nefese korkuyla.

''Sana beklemeni söylemiştim.'' Dedi bir kez daha.

Gözlerini yumdu ve derin bir nefes verdi. Gözüm pencerenin aydınlattığı yere kaydı, boynuzlar oradaydı.

Korel'in gölgesindeydi.

''Sen...''

Diye mırıldandım.

Devamını sesli getiremedim, sadece cümleyi içimden tamamlayabilmiştim.

Orcus Morta'sın.

''Evet, Orcus'um.'' Dediğinde titreyen ellerimi arkama sakladım.
''Sen...'' dedim bir kez daha.

''Seni hissedebiliyorum Efnan, yakınındayken ne düşündüğünü hissedebiliyorum.''

Kaşlarım belli belirsiz çatılırken bana doğru bir adım attı.

Ben hala yerde oturuyor sırtım yatağa çarpmış vaziyette korkuyla ona bakıyordum.

''Yer yüzündeki herkese zarar verebilirim, herkese...'' Diye mırıldandı bir adım daha atarken.

''Ateşim herkese zarar verir, herkese...''

Bir adım daha attı ve önümde eğildi. ''Bir tek sana vermem.... Bir tek seni yakmaz benim ateşim.'' Dediğinde kafamı sağa sola salladım.

Yalandı, yakmıştı.

''Evet, yandı.'' Dedi yine beni duyarak. ''Peki hiç kolyen boynunda değilken yandı mı?''

Kaşlarım belli belirsiz çatıldı, elim kolyeme gitti.

Elini bana uzattığında arkasında kalan açık kapıdan içeri vuran ışık gözümü aldı.

''Dokun bana.'' Korkakça arkama sakladığım elimi uzattım.

Parmak uçlarım avucuna yaklaştığında gözünde o alev parçaları belirdi ve parmak ucum yandı.

Yanmıştım işte, yakmıştı.

''Kolyeni çıkarır mısın?'' şüpheli ve korkak bakışlarım üzerinde gezindi.

Elim hala kolyemdeydi, cevabımı beklemeden kolyemi parmak uçlarıyla çekti ve boynumdan kopardı.

''Bir daha dokun...'' diye fısıldadı şefkatle.

Kafamı sağa sola salladığımda elimin üzerine elini koydu.

Gözleri ne kadar gölgelese de ateş hala oradaydı ama bedenim yanmıyordu.

''Kolyemle bunun ne alakası var...'' diye fısıldadım korku içinde.

''Ne sorarsan sor cevaplayacağım, söz veriyorum. Sadece... Lütfen benden korkma.''

Elimi elinden çektiğimde akan yaşlarımı sildim ve kararlı bir ifadeyle yüzüne baktım, kaşlarım çatıktı ve ne kadar korksam da ellerim titrese de korkunun yerine vücudumu saran duygunun öfke olduğunu biliyordum.

''Eva'yı sen mi öldürdün?''

 

Loading...
0%