Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@byzloey




Gözlerim gözlerindeydi.

Siz hiçbir şeytanı korkmuş gördünüz mü? Bu mümkün mü?

Belki mümkün, belki değil. Gözlerim her şeyi gördü, belki bu kez yanılmıştır. Ya da gerçekten kaçmak için yine bir bahane uyduruyorumdur.

''Eva'yı...sen...mi öldürdün?'' diye tekrarladım sorumu. Cevabını duymak istemeyen birine göre oldukça ısrarlı soruyordum. Yutkundum, cevabı duymadan boğazım düğümlenmişti bile.

Birazdan duyacağım cevap her şeyi değiştirecekti.

''Evet.'' Dedi keskin bir sesle. Dudaklarımı ısırıp yüzümü çevirdim. Gözlerim dolmuştu, yine ve yine zayıflık bedenimi ele geçirmişti.

''Ama-''

''Çık dışarı.'' Aralanmış dudakları öylece kaldı, gözlerinde adlandıramadığım bir his vardı. Ne olduğundan tam olarak emin değildim. Sadece soğuğu ve içimdeki acıyı hissediyordum.

Israr etmedi, konuşmak için bir harekette bulunmadı, kurumuş dudaklarını yaladı ve önümde eğilmeyi bırakıp doğrularak ''Peki.'' Diye mırıldandı.

Dudaklarım siktir olup gitmesini söylüyordu ama içimden bir parça da kalmasını istiyordu. ''Bekle.'' Dediğimde duraksadı, kapının önünden bana döndü.

''Kolyem.'' Ellindeki kolyeyi geri dönüp elimin üzerine bıraktığında gözleri gözlerimdeydi.

Sertçe yutkundum, bu kadar yakın olmamız iyi değildi.

Yüzümü çevirdiğimde hızlı adımlarla geri döndü ve odadan çıktı. Bense dolu gözlerimle arkasında karanlıkta oturuyor ışığın geldiği yöne, Korel'in gittiği yöne bakıyordum.

Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı, kollarımı dizime sardım ve yüzümü dizlerime gömerek ağlamaya başladım.

Şaka gibiydi, tüm bu olanlar şaka gibiydi.

Bu nasıl mümkün olabilirdi, bir şeytana karşı nasıl bir şeyler hissedebilirdim.

Bir şeytan nasıl bana öyle cümleler kurabilirdi, bu nasıl mümkün olabilirdi?

Gözlerim tüm gün ağlamaktan inanılmaz derecede acıyordu, her tarafımda bir ağrı hissediyordum. Midem yanmaya devam etti, gözlerimden yaşlar akmaya devam etti ve en kötüsü artık kalbim de ağrıyordu.

Derince bir nefes aldım, gözlerim acıdan ve ağrıdan kapanıyordu. Gözlerim karanlık odada kapanmaya başladığında kırılan kapının, az önce olanların ve daha önceki yaşadığım her şey önemini kaybetti.

Şu an tek önemli olan şey karanlığın beni çağırması ve ona gidersem her şeyi geçici süre de olsa yok edeceğini söylemesiydi. Bu acıya dayanamayan ben ise onun açtığı kollara koşa koşa gitmiştim.

Yıllar önceydi, yıkık dökük bir evdeydim. Küçücük boyum üzerimde elbisemle yasaklı bölgede tellerle çevrilmiş evin içindeydim. Karşımda birçok çizim duruyordu, hepsini daha önce görmüştüm. Küçük Efnan bunların ne olduğunu bilmese de ben biliyordum.

Sencer'di, Azura'ydı, Lilith'ti ve silüetlerdi.

Yıkık dökük evin kapısı açıktı, 666 sayısı yere düşmüştü. İçeri bir sürü karga girmeye başladı. Ben ise küçük Efnan olarak bağırmaya ve yüzümü korumaya çalıştım ama bir tanesi bana saldırdı, hem de öyle korkutucu ki sivri ağzı yüzümü çizmişti. Beni yere düşürdüğünde ellerim sarsılmayla yüzümden çekildi ve yanağımdan bir noktayı ısırdı. Ben acıyan yanağımı tutarak ağlıyor bir yandan da çığlık atıyordum.

Neler olduğunu bilmiyordum, o karganın neden bana musallat olduğunu da. Sonra garip bir şey oldu, bir kuzgun kapıda duruyordu gözleri renkliydi. O kapının önüne geldiğinde tüm kargalar kaçarcasına evden çıkmıştı. Küçük Efnan, yani ben ise yanağımı tutarak ağlıyordum.

Evden çıkmak için ayaklandığımda küçük bir masaya çarptım, düşen şeyin ne olduğuna bile bakmadan kuzguna korkuyla bakarak yanından geçerek evden çıktım. Kargalar gök yüzünde gürültülü şekilde uçuyorlardı. Onları gördüğümde korkarak koşmaya başladım.

Ne kadar koşarsam koşayım önemi yoktu, bacaklarım kısa ayaklarım küçüktü. Ben korkuyla kaçarken bana yaklaşan kargayı gürültüsünden anlayabiliyordum. Üzerimden uçup bana doğru gelmeye başladığında gözlerimi yumarak çığlık attım.

Koşa koşa geldiğim karanlıktan şimdi koşa koşa kaçıyordum.

Çığlıkla ter içinde gözlerimi araladım, karşımdan yüzüme olduğu gibi vuran ışık gözlerimi aldı. Kapı hala aralıktı, ben ise hala tam karşısında yatağa yaslanmış dizlerime kollarımı sarmış ter su içinde duruyordum. Elim acıyan yanağıma gittiğinde kanadığını gördüm, baş ucumdaki peçeteliğe uzandıktan sonra peçeteyi yanağıma bastırdım. Gördüğüm şey o kadar gerçekçiydi ki canım hala yanıyordu. Derin bir nefes alarak kurumuş dudaklarımı yaladım.

Şimdi hatırlıyordum, Sencer ve Korel'i nereden hatırladığımı onların bana nasıl bu kadar tanıdık geldiğini hatırlıyordum. Çünkü onları görmüştüm, hem de hepsini. Girdiğim ev Korel'in eviydi, hemen dibimizde oturuyordu. Dedemle de bu sebepten tanışıyor olmalıydı. Şimdi anlamlandıramadığım ne varsa hepsi anlam kazanmıştı. Her sorum cevaba kavuşuyordu. Yanağımı temizledikten sonra peçeteyi yanağımdan çekerek avuç içimde buruşturdum ve yanıma bırakmış olduğum kolyemi fark edip yerden alarak boynuma taktım.

Gözlerim cama kaydığında havanın aydınlanmak üzere olduğunu gördüm. Gözlerim hala ağrıyordu, derin bir nefes alıp gözlerimi ovuşturdum. Gözüm yerdeki kapı kulpuna kaydı, erimiş görünüyordu. Sanki yanmış eriyerek yerinden çıkmış gibiydi. Alnımdaki terleri sildim ve ayağa kalkıp kapı kulpunu elime aldım. Evet, yanmıştı.

Korel her şey gibi onu da yakmıştı.

Kapının üst kısmı sökülmüş her an düşmeye meyilli duruyordu. Elimdeki kapı kulpunu kenara bıraktım ve resepsiyonu arayıp kapının durumunu söyledim. Ama onlar bana bu durumdan çoktan haberdar olduklarını ve masrafın karşılandığını söyledi.

Kimin yaptığını sorma gereği duymadan telefonu kapattım ve yatağa oturup yorganı üzerime çektim. Üşüyordum, çok üşüyordum.

Üşüdüğüm kadar da korkuyordum.

Şu an olanlardan daha çok delirdiğimi düşünmeye başlamıştım. Dedem gibi kesinlikle delirmiştim, kafayı sıyırmıştım.

Gözlerimi yummaktan korktuğum için gözlerimi ovuşturdum ve boş boş tavanı izledim.

Havanın tamamen aydınlanmasını bekliyordum, belki de buradan gitmeliydim. En azından bu kasabadan, bu şehirden olmasa da bu kasabadan gidebilirdim. Biraz nefes alabilir sağlığım yerinde mi diye kendime zaman tanıyabilirdim.

Bu fikir aklıma git gide yerleşmeye başladı, bir süre sonra yarı kırık kapım tıklandığında gözlerimi tavandan çektim.

''Pardon efendim müsait misiniz?'' yatakta doğrulup yüzümü kapıya doğru uzattım. Elinde kahvaltıyla gelen oda servisi kapıda duruyordu. ''Evet'' elinde kahvaltıyla içeri girip kahvaltıyı bıraktı.

''Ben kahvaltı istememiştim.''

''Korel Bey bizi aradığınızda kahvaltınızı odanıza getirmemizi söyledi.'' Dediğinde gözlerinde ufak bir ateş parçası belirdi.

Söylememiş, emretmiş.

''Teşekkürler.'' Diye mırıldandım. Oda servisi arkasını dönüp odadan çıkarken kafamı yastığa geri koyacağım sırada kahvaltının üzerindeki not kağıdını görmemle duraksadım. Elim kolyeme gitti, ayaklarım yataktan sarkmaya başlamıştı bile.

Yataktan indim ve ağır adımlarla kahvaltının önüne oturup kâğıdı açtım.

Benden nefret ettiğini ve korktuğunu biliyorum cennetteki güzel gözlü kız, sana benden neden nefret etmemen ve edemeyeceğini söylemek için odamda bekliyorum. Ateşimden korkuyorsun, korkma. Çünkü bu ateşin sana zarar vermemesi için gerekirse söndürürüm. Sen sadece gel, seni odamda bekliyor yolunu gözlüyorum.

Not: Kahvaltı etmezsen tek kelime etmem.

Yazdığı mektuba göz devirerek tekrar katladım ve masanın önüne bıraktım. Tabi ki de tek lokma yemeyecektim.

Telefonumu çıkarıp Arkun'u arayarak yatağıma oturdum ve karşımdaki aynadan yüzümü inceledim. Son bir hafta da tam bir silüete dönmüştüm. Yüzüm çökmüş göz altlarımdaki kemikler neredeyse belirginleşmişti.

Telefon üçüncü çalışınca yorgun bir sesle açıldı. ''Efendim.''

''Arkun, beni şehre götürebilir misin?'' birkaç hışırtı geldi, yataktan kalkıyor olmalıydı.

''Neden? Ne işin var ki şehirde?'' su sesi gelmeye başladığında yüzünü yıkamaya kalktığını anladım. ''Bir süre buradan gitmek istiyorum.''

''Bir süre mi, tamamen mi?'' dediğinde ses çıkarmadım.

''Yine mi gideceksin?'' dedi memnuniyetsizlikle. Biraz da öfke sezmiştim, suçluluk duygusuyla sessizliğimi korudum.

Çünkü bu zamanda onu yalnız bırakmak yaptığım en kötü şeydi, ama burada kalmaya daha fazla dayanabileceğimi iyi olabileceğimi düşünmüyordum.

Geceleri bile uyuyamıyordum.

''İyi değilim Arkun, aklımı sıyırmak üzereyim. Biliyorum berbat bir arkadaşım berbat bir zamanda gidiyorum ama...'' gözlerim dolduğunda sesimin titremesi karşıya ulaşmıştı.

Arkun derin bir nefes verdi. ''ama gitmen lazım... Nerede iyiysen orada olmanı isterim. Sorun değil. Hazırlan geliyorum.''

İşte Arkun'u bu yüzden çok seviyordum çünkü ne olursa olsun beni anlıyordu, her zaman anlardı.

''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldanarak telefonu kapattım.

Hava aydınlanmıştı, muhtemelen erken saatlerdi ama önemi yoktu. Buradan ne kadar erken gidersem o kadar erken nefes alabilirmişim gibi geliyordu.

Dolabı açıp en altında duran çanta şeklindeki bavulu çıkardım ve içine en gerekli olanları doldurmaya başladım, en çok dedemin günlüklerini ve fotoğraflarımızı aldım.

En acil ne varsa etrafta gezerek onları bulmaya çalışıyordum, bir anda camın önünde bir karartı oluştuğunda gözüm cama döndü. Kuzgun oradaydı, bir saniye bile durmadan gözümün önünden yine kayboldu.

Aklımı daha fazla bulandırmadan gözlerimi camdan çektim ve son kalan eşyaları da bavula koyup üzerimdekileri çıkardım. Yeni kuru ve beni sarıp sarmalayarak kıyafetlerimi üzerime geçirdikten sonra çantayı elime aldım, tam zamanında Arkun da mesaj atmıştı.

Kırık kapının arasından geçip odadan çıktığımda arkama bile bakmadım, etrafı korkuyla kolaçan ederek asansörün önüne geldim ve asansörü beklerken camdan dışarı baktım. Arkun'un arabası görünüyordu.

Asansör beni fazla bekletmeden gelmişti, binip giriş kata basacağıma elim altıya gittiğinde sessiz bir küfür savurdum. ''evren misin her neysen kes şunu.''

Girişe bastıktan sonra aşağı inene kadar öylece ayna da çökmüş görüntüme baktım.

Görüntüm açılan asansörle yok olurken elimdeki çantayı sıkı tutarak otelden çıktım, Arkun arabaya yaslanmış sigara içiyordu. Beni gördüğünde sigarayı dudaklarının arasına aldı ve elimden çantayı kapıp bagaja koydu.

Bagajın kapağını kapattığında bana uzanan kollarına karşılık bende kollarımı ona sardım. ''gerçekten kötü görünüyorsun. Gitmek yerine bize de yerleşebilirsin.'' Dediğinde sesindeki umuda karşı gülümsedim.

Ben de onu bırakmak istemiyordum ama buranın bana iyi geleceğini düşünerek yanılmıştım. Evet burası bana kendimi bir yere ait hissettirmişti ama ait olduğum yer korkutucu görünüyordu.

Beni delirtiyor, beni, her zerremi yok ediyordu.

''Belki döndüğümde size yerleşirim.'' Dediğimde keyifsizce homurdandı. Kollarımı ondan ayırarak arabaya bindim, sigarasını yere attı ezdikten sonra o da binip arabayı çalıştırdı, radyo da otomatik açılmıştı.

''Nerede kalacaksın?'' dudaklarımı büzdüm. ''herhangi bir otelde.'' Bun hiç düşünmemiştim, vaktim de olmamıştı. Ani kararla kalkışmıştım, nasıl düşünebilirdim ki?
"İş ne olacak?"

"Cenaze için zaten iznin vardı, gerisini ben hallederim dert etme."

Bir süre geçen sessizlikten sonra yüzümü Arkun'a döndüğümde dudaklarımı ısırdım. Onu Korel hakkında bir şey söylemeden nasıl uyarabilirdim?

''Arkun.'' Gözleri yol ile benim aramda gitmeye başladığında kurumuş dudaklarımı yaladım ve tüm bedenimle ona döndüm.

''Ben gittikten sonra Korel, Sencer ya da Azra'yla elinden geldiğinde görüşme. Her gün seni arayacağım ama senden tek isteğim bu, onlardan uzak dur.'' O da artık bir şeylerden şüphelenip bana inanmaya başladığı için olsa gerek ki kafasını salladı ve yola döndü.

''Azra baş sağlığı için aradı açmadım, mesaj attı. Hala dönmedim.''

Bu hareketi şaşırmama sebep olsa da gerçekleri bilmeden önceki Korel'e karşı olan tavrımı hatırlayınca onu daha iyi anladım. Radyodaki ses git gide bozulmaya başladığında şüpheyle bakışlarımı radyoya çevirdim, cızırtı git gide yükseldiğinde yola döndüm, yolun ortasında duran takım elbiseli bir adamla Arkun ani fren yapmak zorunda kaldı. Sarsılarak durduğumuzda dudaklarımdan kaçan çığlıkla yüzümü kaldırdım.

Yolun ortasında arabanın önünde korkusuzca ve keskin bakışlarıyla duran kişi Korel'di.

''Siktir.'' Arkun'a dönüp ''Geri geri sür, durma Arkun.'' Dediğimde kaşları çatıldı. Sorgular şekilde bana döndüğünde endişeyle ''Dediğimi yap!'' diye bağırdığımda geri geri gitmeye başladı ama saniyeler sonra tekrar fren yapmak zorunda kaldığında bu kez dudaklarından küfür kaçan oydu.

''Siktir.''

Gözüm aynadan arkaya döndüğünde aracın arkasında duran elleri belinde Azra'yla kaşlarım çatıldı.

''Ups!'' dedi ve dudakları yana kıvrıldı. Korel kollarını birbirine bağlamış bize bakıyordu.

Dudaklarımdan yenilgiyle derin bir nefes kaçtı. Arkun'la aynanda arabadan indiğimizde Azra bize doğru yürümeye başladı. ''Ben de aramalarıma neden cevap vermediğini merak ediyordum.'' Arkun ona boş boş bakarken elindeki anahtarı kaptı ve gözlerini kısarak ''Önlem.'' Diye fısıldadı. Ben ise Arkun'un elini tutmuş Azra'ya tersçe bakmıştım.

Azra'nın gözleri elini tuttuğum elime kaydı. Gözleri Korel'e döndü ve yanımızdan geçip onun yanına ilerledi.

''Seni odamda bekliyordum.''

''Geleceğimi mi düşünmüştün?'' dediğimde kaşları çatıldı. ''En azından kaçacağını düşünmemiştim.''

Azra ve Arkun sessizce bize bakarken gergince bana öfkeyle bakan Korel'e döndüm.

Ellerim yine titremeye başlamıştı.

''Senin yanında durmak istemiyorum, duramam.'' Dediğimde Azra ilk defa sessizliğini bozmuştu. ''Neden?''

Gözlerim Arkun'a kaydığında dudaklarımı ısırdım. Gözlerim lanet olsun ki yine dolmuştu. Ağlamamak için verdiğim savaşı kazanarak Azra'ya döndüm. ''bence sebebini biliyorsun, değil mi Azura?'' Dudakları şaşkınca aralandığında tahminim tamamen doğru olduğuna emin oldum.

Evet, hepimizin bildiği alacakaranlığın ve Lilith'in kızı karşımdaydı ve ben ona kafa tutuyordum.

Allah'ım! Tamamen canıma susamıştım.

Öfkeli bakışlarımı ondan Korel'e çevirdiğimde ''Beni dinlemedin bile.'' Diye mırıldandı, sesinde hayal kırıklığı vardı.

''Azura?'' Arkun konudan tamamen bağımsız Azra'ya döndü.

''Ben de sana bir şeyler açıklamalıyım, biraz uzaklaşalım mı?'' Arkun olumsuz yanıt verdiği sırada Korel bir adım atıyordu ki Azra Korel'in kolunu tuttu.

Korel durdu ve ellerini ceplerine yerleştirerek bana döndü. İçimden bir ses yalnız kalmamız için bana sinyal verdiğini söylüyordu, yutkunarak Arkun'a döndüm.

''Sorun değil, gerçekten.'' Arkun benimle Azra arasında kısa bir bakıştı, ''Görüş mesafesinde kalacağız.'' Azra memnuniyetle elini ilerlemesi için yönlendirirken Arkun memnuniyetsiz ifadeyle önüne geçti ve yürümeye başladı. Ben de arkamdaki arabaya gergince yaslandım.

Gözlerine bakmamak için ölesiye direniyordum. Çünkü bakmamak çok zordu.

''Evet, nedir bu kadar söylemek istediğin şey.''

''Okuduklarından hiçbir şey anlamadın değil mi?'' dedi gözlerini kısarak.

''Efendim?''

''Çaldığın kitap, dedenin günlükler ve resimler sana hiçbir şey açıklamadı.'' Kaşlarım belli belirsiz çatıldı.

''Kahvaltını etmemişsin.'' Dediğinde kaşımın teki havalandı.

''Sana sadece en merak ettiğin sorunun cevabını vereceğim, devamını dinlemek istersen daireme gideriz. Çünkü burada duramayacağımız kadar uzun bir konuşma olacak.''

''Başla.'' Dediğimde tebessüm etti.

''Öldürdüğüm arkadaşın değildi, arkadaşının içine girmiş bir silüetti.'' Silüet, hayaletler...

Kaşlarım mümkünmüş gibi daha çok çatıldı.

''Orcus Morta'nın görevi nedir biliyor musun?''

''Yer altındaki iblisleri yakalamak?'' dediğimde gülümsemesi genişledi ve kafasını salladı.

''Eva o kaza da ölmüştü Efnan. Kaza da ölüp hayata dönülen insanlar aslında hayata dönmüyor.'' Dediğinde bakışlarım değişti, işte bu duyduğum her şeyden daha korkutucuydu ve ağlama isteğim yine kendini belli etmişti.

''Onlar silüet olarak dönüyorlar.'' Dediğimde onayladı. Biri nefesimi mi kesiyordu, yoksa gerçekler yüzünden bana mı öyle geliyordu.

''Yani...''

''Yani, senin gördüğün Eva değildi, benim öldürdüğüm de öyle. O bir silüetti.'' Çenem ağlama hissiyle büzüşürken yüzümü yana çevirdim.

Yani benim arkadaşım çok daha önce ölmüştü ve biz bunu fark etmemiş miydik? Gözümden bir yaş düştüğünde Korel derin bir nefes verdi ve bir adım daha bana yaklaştığında aramızdaki fark kapanmıştı. Elini yanağıma uzattı ve göz yaşını sildi. Tenime temas etmeden silmişti.

''Devamını dinlemek istiyor musun?'' kafamı aşağı yukarı salladım. Gözleri Azra'ların olduğu tarafa döndü ve eliyle işaret verdi.

Onlar hala konuşmaya devam ederek bize doğru yaklaşmaya başladıklarında Korel'e dönüp gözlerimi sildim. ''Ona ne anlattı?''
''Gerçekleri.'' Korel bu durumdan memnuniyetsiz görünüyordu.

İkisi de gergin ifadeyle yanımıza geldiğinde Arkun'un kolları etrafımı sardı ve kulağıma doğru eğildi.

''İyi misin?'' fısıltısına karşılık kafamı aşağı yukarı salladım.

Yüzümü çevirdiğimde gözlerinde öfke dolu bakışlarla Korel'e baktığını gördüm. Gerginliğinin sebebi bu olmalıydı, görünene göre Korel'in de dediği gibi Azra ona gerçekleri anlatmış olmalıydı. Şaşkınlığı hala yüzünden okunuyordu.

Arkun ile ayrıldığımızda Azra anahtarı Arkun'a uzattı ve beklemeden öne bindi.

Arkun da şoför koltuğuna bindiğinde Korel kapıyı açıp eliyle içeri girmemi işaret etti. Gözlerimi yüzünde fazla oyalanmadan çektim ve arabaya binip kaydım. O da yanıma binip kapıyı örttü ve üzerini düzelterek sırtını yasladı.

Arkun arabayı çalıştırıp yolun ortasından devam ederken arabada ölüm sessizliği hakimdi, gerçi böyle bir anda ölümü anmak ne kadar doğruydu bilemiyordum. Elim tekrar kolyeme gitti, gergindim. Korel'in gözleri boynuma indi, gözlerimi ona çevirdiğimde onunkilerde bana dönmüştü. ''Eva o yüzden mi senden kaçmıştı?'' sessizliği bozan Arkun ile bakışlarımız birbirimizden ayrıldı ve aynadan bize bakan Arkun'a döndü. Korel boğazını temizledikten sonra kafasını olumluca salladı. Elleri direksiyonu o kadar sıkı tutuyordu ki bembeyaz kesilmişti.

Azra kaçamak bakışlarla Arkun'a bakıyordu.

''Sen... şeytan mı oluyorsun bu durumda. Orsus mu ne her neyse ne olduğunu bilmiyorum.'' Gözleri yol ile ayna arasında bize gidip geliyordu. Korel hafif öne doğru eğilir biçimde oturdu ve yüzünü koltukların arasından az bir mesafeyle uzattı. ''Yer yüzünde evet.''

''Ya yer altında?'' dediğinde Korel'in dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oldu. ''Her şeyi otele vardığımızda anlatacağım.'' Arkun bundan memnun olmasa da kafa salladı ve hızını arttırarak otelin olduğu sokağa girdi.

Cevap konusunda benden sabırsız görünüyordu. Azra'nın yanına oturması beni daha da germişti, o kızdan hazzetmiyordum. Ondaki saf kötülüğü ta buradan hissediyordum ve hayatımda tek değerli kalan insanı da yem etmeye hiç niyetim yoktu.

''Ben... benim böyle olma sebebim ne?'' diye fısıldadım daha fazla dayanamayarak. Korel sorumla bana dönerken sabırsız halime hiçbir şey demedi. Aksine gayet ılımlı şekilde yanıtlamıştı. ''Sen köprüsün, yer altından gelen her şeyi, herkesi hissedebilirsin.''

Sıyırmıştım, kesinlikle kafayı sıyırmıştım. Buna emindim. Bir süre yüzüne boş boş baktıktan sonra seslice gülmeye başladım. Arkama yaslanmış elimi karnıma koymuştum. ''Ben mi?'' dedim ve tekrar güldüm. Arkun'un gözleri aynadan yine bize döndüğünde araba durmuştu. ''Köprü de ne?'' diye tısladı.

Ben ise aldırmadan hala gülüyordum, ''Dedemin deli olduğunu söylediklerinde inanmalıydım.'' Herkes arabadan inmeye başladığında Korel'de kafasını sağa sola sallayarak inmiş hatta saniyesinde benim tarafıma gelerek centilmence kapımı açmıştı.

Ben hala yüzümde kafayı yediğimi kanıtlar bir gülüşle arabadan inmiş otele diğerlerinin arkasından yürümeye başlamıştım. Gerçekten ben de kafayı yemiş olmalıydım, bu ihtimal duyduklarımdan daha inanılır geliyordu.

Ya da gördüğüm hissettiğim her şeyden daha inanılırdı. Çünkü çocukluk arkadaşımın içine giren bir iblis olduğu ve bizim bunu anlamamamız ya da komşumun şeytan olması ya da benim henüz ne olduğumu bilmesem de doğa üstü bir varlık olmam inanılır şeyler değildi. Doğa üstü varlık ararken kendim nasıl doğa üstü bir varlık olurda bunu fark etmezdim? Tamamen saçmalıktı!

Asansöre bindiğimizde yine asansörün hoş müziği içeri doldurdu, herkes sessizdi ben ise sesli gülmeyi kessem de kendimi delirdiğime ikna ederek gülümsüyordum.

Arkun ise yarı şaşkın yarı kafası karışık ifadeyle bakışlarını üzerimizde gezdiriyordu. Muhtemelen o da sıyırdığını düşünüyordu.

Asansörün kapısı açıldığında sessizce 66.odanın önünde durduk, Korel kartı okuttu ve kapıyı bizler için açık tutarak kenara geçti. Odaya ilk giren ben olarak hemen karşımdaki camın önünde yaslanmış Sencer'i de ilk gören ben olmuştum.

Şaşkın bakışlarım üzerinde dolanırken benim aksime sırıtarak bana bakıyordu. ''Rozet alma hakkını kaçmaya teşebbüs ederek kaybettin öğretmen hanım.'' Alaylı sözlerine karşılık bile veremeden Arkun arkamdan çıktı ve benden önce tepkisini ortaya koydu. ''Senin ne işin var burada?''
Korel kapattığı kapının ardından içeri girdi. ''Çünkü onun da anlatacakları var.'' Korel'e hayretle döndüm ve siyah deri koltuğuna keyifle oturup bacak bacak üzerine attım. ''Eee sen nesin?''

Bu tepkimi beklemediği suratından belliydi, ben burada değilmişim gibi Korel'e döndü. ''Onun nesi var?''

Korel kollarını birbirine bağlama geleneğini tekrar yerine getirirken yanındaki duvara yaslandı. ''Kafayı sıyırdığını düşünüyor.''

''Hayır düşünmüyorum, sıyırdım.'' Sencer dudaklarını ısırarak kafasını aşağı yukarı sallarken Korel'in de dudaklarında tebessüm oluştu. ''İşte senden duyduğum en mantıklı şey öğretmen hanım.'' Gözlerimi kısıp ona kötü bakışlar atsam da Arkun daha fazla dayanamamış yanıma oturarak ellerini dizlerinin üzerinde kenetlemiş söze girmişti.

''Konuşmaya başlayacak mısınız artık? Özellikle.... Eva hakkındaki şeyleri daha detaylı duymak istiyorum.''

Derin bir nefes alarak bacağımı indirerek ciddiyetimi takınırken aklımdan hala her şeyin hayal olmasını umuyordum, dün gece dahil, önceki geceler dahil her şeyin silinmesi kabulümdü.

Ama öyle olmadı, Korel gerçekleri anlatmak için dudaklarını araladı.

''Öncelikle kaza anından başlayalım. Ölüp geri dirildiğini zannediyordunuz, yanılıyordunuz. Yer altından bazı silüetler yani ruhlar da diyebiliriz, kaçıyor ve taze ölmüş kişilerin bedenlerine yerleşiyor.''

''Siktir.'' Arkun'un ani tepkisiyle duraksayan Korel dudaklarını yaladı ve gözlerini bana çevirerek devam etti. ''Eva öldüğünde aslında tekrar dünyaya falan gelmedi, ruhu arafta sıkıştı çünkü bedeninde bir silüet yaşamaya devam ediyordu, artık ruhu kurtuldu. Silüetler çok fazla kılık değiştirebilir, insani duyguları var gibi davranabilirler. Onları ayırt etmek zordur.''

''Siz nasıl ediyorsunuz?'' dediğimde sözü Sencer aldı. ''Biz insanların gerçek ruhlarını görebiliyoruz, eğer içindeki ruh beyazsa temizdir. Eğer kan kırmızısına döndüyse silüettir. Bizi gördüğü anda onlar da bizim gerçek yüzümü görür ve kim olduğumuzu anlar.''

''Affedersin sen tam olarak ne oluyorsun?'' Arkun'un yine araya girmesiyle Azra kıkırdadı. ''O bir avcı.''

''Sen avcıysan o niye ruhları avlıyor?'' Ben olayı çözmüştüm. Sencer'in görevi silüetleri avlamak değildi, Korel'i işi bittiğinde avlamaktı.

Çünkü ikisi de itaatsizlikten bununla lanetlenmişti.

''Aynen öyle.'' Sencer ve Korel aynanda bunu söylediğinde dudaklarım şaşkınca aralandı. İkisinin de gözleri üzerimdeydi. Sencer de mi ne hissettiğimi, düşündüğümü hissedebiliyordu?

''Avcı sadece benim peşimde, bense yer yüzüne kaçan ruhların peşindeyim.'' Arkun kafası allak bullak onlara bakarken gözlerim Azra'ya döndü. ''Sen de onları gözetliyorsun.'' Kafasını aşağı yukarı salladı.

Gözlerimi Azra'dan Sencer'e çevirdiğimde rahatsızca kıpırdandım. ''Eva neden seni gördüğünde kaçtı?'' Korel'i gördüğünde neden kaçtığını anlayabiliyorduk ama Sencer'den kaçma sebebi neydi?

''Eğer silüetleri ilk avcı görürse onları işaretlemiş olur, bir bakışı işaretlemeye yeter. Ben işaretlerim Korel avlar.'' İşte bu bambaşka bir olaydı, gerçekten bambaşkaydı...

''Öyleyse siz...''

''Kardeşiz. Üçümüzde.'' Gözlerim Sencer'den Korel'e döndüğünde aklımın karışıklığını hissediyordu. Elim tekrar kolyeme gitti, endişeliydim ve ne diyeceğimi bile bilemiyordum.

''Peki, kolyem?'' Korel yaslandığı duvarda doğrulup bana yaklaştı ve avucunu uzattı.

''Artık onu takmak istemeyeceksin. Çünkü o senin köprü yanını bastırıyor, sana dokunduğumuzda bedeninin yanma sebebi de bu çünkü insan kısmın açıkta kalıyor. İçindeki sezgiler düzgün çalışmıyor, normalde silüetleri yaklaştığı anda hissedebilirken kolyen takılıyken bir temasa ihtiyacın oluyor.'' Elim hala kolyemdeyken uzattığı avucuna baktım.

''Kolyenin yandığı zamanı hatırlıyor musun? Sana onu geri getirmiştim.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Çünkü senin silüetleri hissedebildiğin gibi onlar da seni hissedebilir. O yüzden seni koruması için geri vermiştim ama her şeyi biliyorsun artık gerek yok.''

''Neden, asıl şimdi ihtiyacı yok mu?'' Arkun memnuniyetsizce ona döndüğünde Sencer yine unutmak üzere olduğumuz varlığını hatırlattı. ''Artık yanında biz varız, aptal kolyeye ihtiyacı yok.''

Bu sözleri dedemin hatırası olan kolyeye olduğu için ters bakışlarla ona döndüm. ''Hatırası var.''

''Affedersin.'' Elini kaldırıp yüzünü bozsa da umursamadım ve önümde diz çöken Korel' e döndüm. Avucu hala açıktı, ''Daha fazla acı çekmeni istemiyorum.'' Diye fısıldadı. İstemeye istemeye kolyemi çıkardım ve avucuna bıraktım.

''Bu basit bir madalyon kolyesi değil.'' Avucunu kapattı ve kolyeden pıt pıt sesler geldi. ''Ne yapıyorsun?'' avuç içini açtığında kolye aynı geçen gün ki gibi siyaha bürünmüştü, tek fark artık madalyon değildi. Bir tarafında boynuzlu bir gölge, diğer tarafında kılıç tutan bir gölge vardı. ''Bunlar...''

''Biziz.'' Dediğinde kolyeyi bana geri verdi. ''Kolyeyi geçen gün yakmıştım, o zaman çalışmaz hale geldi. Şimdi de bir işe yaramaz.'' Elime bıraktığı kolyenin ardından ayağa kalktı ve tekrar az önceki duvara doğru ilerledi. Gözüm onun gittiği duvara kaydığında duvarda büyük siyah bir gölge belirdi, gölge büyüdü büyüdü ve bir anda bana doğru geliyor gibi canlandı.

Çığlık atarak gerilediğimde Arkun'a çarparak sendeledim. ''Ne oldu?'' Arkun korkuyla bana bakarken Sencer de doğrulup duvarın olduğu yere ilerlemiş Korel hemen yan odayı kontrol etmişti. Azra ise kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

''Sorun ne?''

Korel ve Sencer elleri boş şaşkınca birbirlerine bakıp bana döndüklerinde etrafta hiçbir şey olmadığını fark ettim, o sırada cama çarpan bir şeyle yerimde sıçrayarak neredeyse Arkun'u yere düşürüyordum.

Bir kargaydı, cama o kadar sert çarpmıştı ki camda kanlar oluşmuştu, karga kayarak aşağı düştüğünde Azra'nın dudaklarından bir küfür çıktı. ''Daha önce başına ne geldi?''

''N...nasıl yani?'' Korel hızlı adımlarla tekrar önüme diz çöktüğünde Arkun küfürler yağdırarak ayağa kalktı ve ellerini saçlarına geçirdi.

''Efnan, kafedeki karga saldırısından başka bir şey oldu mu?''

Rüyamda saldıran kargalar,

Artık doğa üstü olduğuna emin olduğum o esmer takım elbiseli adam,

Duvarda gördüğüm gölgeler...

''Evet, rüyamda da saldırmıştı kargalar. Karabasan sandım, kafede de bir adama karşı garip bir his oluşmuştu, size oluştuğu gibi.'' Korel gözlerini yumup dudaklarını ısırdığında Azra kızgınca ''Size söylemiştim, onu dinleyecektiniz.'' Dedi ve bana ölümcül bakışlar atmaya başladı.

''Kimi?'' Arkun'un sorusuyla ona döndü ve öfke püskürten gözleriyle ''Annemi! Onları uyarmıştı!'' diye bağırdı.

Annemi...

Lilith mi? ''N..neden uyardı?'' diye sordum titreyen sesimle.

Korel yutkundu, Sencer ise saçlarını çekiştiriyordu.

''Önemi yok.'' Korel'in cevabı Azra'yı delirtmiş gibi güldürdü.

''Önemi yok... Yanacaksınız. Orayı hiç bilmiyor gibi konuşuyorsunuz, yan-''

''Yeter Azura!'' Sencer'in ilk defa duyduğum ürkütücü tonundaki sesi etraftaki tüm sesleri kesmişti.

Azra onlara iflah olmazlar bakışı atarak odadan çıktı, kapıyı öyle sert çarptı ki yerimde sıçradım.

''Korel'in de dediği gibi önemi yok.'' Arkun Sencer'e ters bir bakış atarak ''Öyle görünmüyor.'' Dediğinde ona katıldım.

''Bu sana dadanan, karabasan değil. Sana dadanan yer altının en güçlü yaratıklarından biri. Cenaze de yalpalamamıştın, içinden geçmişti. Yer yüzüne o zaman çıkmış olmalı'' Diye mırıldandı. Eğer ben köprüysem söylediği gibi yalpalamıyordum, ruhlar yer yüzüne çıkmak için içimden geçiyordu. Sencer Korel'in sözüne ek olarak ''kendisi annemin hizmetkarı.'' Dediğinde nefesim kesildi.

''Adı Grim, onu yer yüzüne annem yollamış olmalı.''

''Neden benim peşimde?'' titreyen sesim Korel'in gözlerinde tekrar alevler oluşmasını sağlarken Sencer'in öfkeyle bir yeri tekmelediğini duyabiliyordum. Arkun endişeyle bizi izliyor muhtemelen idrak edebilmek için sesini çıkarmadan dinliyordu.

''Silüetleri kökten çözmemiz gerekiyor, o yüzden bizi uyarıyor sadece. Seninle bir ilgisi yok inan bana.'' Elleri ellerimi okşadığında içimin nedensiz şekilde rahatladığını hissediyordum. Konuyu dağıtmak ister gibi sahte bir gülümsemeyle doğruldu.

''Şimdi her şeyi anlattığıma göre...'' yan odadan yemek dolu tepsiyi getirdiğinde dudaklarımı aralamama bile izin vermeden ''Bu bitecek.'' Dedi ve tepsiyi kucağıma bıraktı.

Ben karşımdaki yemeğe karnımın guruldamasına rağmen aç olmayan bakışlarla bakarken Korel yine duvara yaslandı ve bana baktı.

''Hala benden nefret ediyor musun?''

 

Loading...
0%