Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@byzloey

Hala nefret ediyor muyum?

Hiç edebildim mi? Sana karşı koyabildim mi? O kadar nefretin içinden bile temiz, ak şekilde nasıl çıkabildin?

Belki de her zerremle sana çekilirken nefret edemediğim için kendimden nefret ettim?

Sessizliğim karşısında gözleri kısıldı ve neredeyse üzgün diye adlandırabileceğim bakışlarla beni izlemeye başladı. Arkun odada tur atmayı bırakıp tekrar yanıma siyah deri koltuğa oturmuştu. Ortamdaki sessizlikle gözlerim odanın içinde gezindi. Duvarlarda birçok silüet içeren tablolar asılıydı, hepsi Korel'in eseri olmalıydı.

Nevresimi gri tonlarındaydı, duvarlar da açık griydi. Yerde de siyah ince kadife bir halı mevcuttu ve etrafta neredeyse hiçbir şey yoktu, sadece Korel'in arkasında kalan kitaplık baştan sona doluydu.

''Kazı çalışmalarında bir sürü cesetler bulundu, onları yapanda sendin öyleyse.'' Dakikaların saatleri kovaladığı süre içinde sessizliğini koruyan Arkun sonunda sessizlik grevini bırakmış ağzındaki baklaları çıkarmaya başlamıştı.

Korel kafasını sallamakla yetindi, gözlerini hala üzerimden ayırmıyordu. ''Ne zamandır yer yüzündesin?''

''50 yılı aşkındır.'' Bu soruyla derin bir iç çekti, Arkun yüzünü Sencer'e döndü.

''Sizde mi?'' Sencer onaylarken ''Azra ara sıra gelir, yer yüzünü bizim kadar sevmiyor.'' Diye ekledi.

Azra kolyem takılıyken dokunsa benim de canımı yakabilir beni korkutabilirdi ama artık biliyordum ki canımı yakamazdı, ama Arkun'un canını çok kötü yakabilirdi ve bu yüzden ondan nefret ediyordum. Aramızda nefret içeren bir çekim oluşuyordu, belli bir nedeni yoktu sadece sezgilerim aramızdaki bağın nefret olduğunu fısıldıyordu.

''Peki büyücüler, onlar ne oluyor?'' dediğimde Sencer ve Korel'in bakışları birbirine döndü. ''Büyücü mü?''

''Geçmiş yıllarda taşındığım bir şehir de büyücü vardı, her yerde Eva'nın odasındaki gibi garip çizimler ayinleri vardı. Üstelik istedikleri şeyi de uçurabiliyorlardı.'' Sona doğru benim sesim kısılırken Sencer'inki zıt bir şekilde yükselmiş kahkahası odayı doldurmuştu. Korel ise masumca gülümseyerek bana bakıyordu.

Şeytan ve masumluk... Ne harika bir ikili ama?

Korel ''Büyücü diye bir şey yoktur.'' Diye eklediğinde Arkun da dudaklarını ısırıyor gülmek ve gülmemek arasında kalmış gibi görünüyordu. ''Onlar da silüetler, kendini saklama gereği duymayan silüetler.''

''Harika.'' Diye fısıldayarak son ısırığımı aldım. Yani etrafımda aslında gerçek insan olan tek kişi Arkun'du. Neyse ki o da hepsine bedeldi.

Arkun'un telefonu çalmaya başladığında ekran da Erkan yazısını göz ucuyla gördüm. Telefonu açtı, Erkan genelde kısık tonlarda konuştuğu için ne dediğini telefon yakınımda olsa da duyamamıştım. Arkun geleceğini söyleyerek telefonu kapattı.

''Ne oldu?'' telefonu cebine koyarken ayaklandı, gözleri karşısındaki iki kardeşe kısa bir bakış atıp tekrar bana dönmüştü.

''Erkan'ın yanına gitmem gerekiyor, sen...'' tepsiyi kenara bırakıp son lokmamı yuttum. ''Sorun değil sen gidebilirsin, benim daha sormam gereken şeyler var.'' Arkun ikna olmamış bakışlarla bana baktı, ''Emin misin?'' ben kafamı sallarken Sencer yine araya girmişti.

''Kargalara yem etmeyiz merak etme.'' Onun alayla söylediği cümle bizde mimik bile oynatmamıştı. Arkun benimle vedalaşıp giderken arkasından bir süre baktım. Eh beni yalnız bıraktığı için endişelenmesi anlaşılırdı.

Beni bir şeytan bir avcıyla bırakıyordu.

Arkun gittikten sonra en merak ettiğim şeyi sordum. Onun yanında sormak istememiştim. ''Ben Eva'yı nasıl bulabildim?''

''Sen Köprüsün hem yer yüzüne çıkanları hem de yer yüzünden silinenleri hissedebilirsin. Kitapta kendini bulamadın mı?'' dediğinde kafamı olumsuzca salladım.

''Mania, ölüm meleği.'' Korel'in dudaklarında yine masum bir tebessüm oluştu. ''Ben ölümüm, sende ölüme yani bana çekiliyorsun.''

''O da ne demek?'' Sencer memnuniyetsiz ifadeyle Korel'e baktı. Bu söyledikleri hoşuna gitmemiş gibi görünüyordu.

''Köprü ve Orcus birbirine bağlıdır demek istiyorum.'' Dediğinde Sencer araya girdi. ''Avcı da öyle, Avcı da Köprüye bağlıdır.''

Avcı köprüye bağlı, ama köprü ona bağlı değil.

Orcus ve Köprüyse birbirine bağlı...

''Her melek öldüğünde yeni melek görevlerini öğrenmeye, gerçekleri görmeye başlar. Sende dünya arasındaki köprü görevini gören meleksin. Bu yüzden bana ve ona dokunduğunda bizi hissettin. Diğerlerini de öyle.''

Allak bullak olmuş kafamı duvarlara vurma isteğimi yutarak gergince deri koltuğa yaslandım, Sencer'in deri ceketinin tenime temas ettiği gibi hissetmiş soğukluğuyla irkilmiştim. Yemeğin iyi gelmediğini söyleyemezdim. En azından midem de oluşan kramplar azalmış, sesler kesilmişti.

''Gideceğimi nerden biliyordun, nasıl yerimi bulabildin?'' Konuşma da Sencer'den çok Korel'e yönelmem yine onu rahatsız etmiş görünüyordu. Deri ceketini çıkardı ve sandalyeye asıp silahıyla rozetini masaya bıraktı.

Kasları ve kolundaki dövmeler göz alıcıydı, daha önce dikkat etmediğimi fark ettim. Korel boğazını temizledi ve ''Senin olduğun her yerde gözüm var benim.'' Diyerek yutkundu.

''O da ne demek?'' Pencerenin yanına gitti, kan olmuş camı açtı ve elini camdan uzattı. Bir saniye bile geçmemişti, gözlerimi bile kırpmamıştım. Peşimdeki kuzgun uzattığı elinin üzerindeydi ve renkli gözleri gözlerimdeydi. Sertçe yutkunarak oturuşumu düzelttim.

''Tanıştırayım, Semum. O da benim buradaki gözüm kulağım.'' Dediğinde gözlerim kısıldı, ''Hizmetkarın?'' kafasını aşağı yukarı salladı.

''Yani bunca zaman...''

''Seni izliyordum. Hem de her dakika.'' Dediğinde nefesimin kesildiğini hissettim, ağlayışlarımda aklımı kaçırışlarımda ve birçok anımda... Kuzgunu her gördüğümde aslında bir kuşa değil Korel'e bakıyordum.

Dudaklarım aralık kaldı. Semum... onun hakkında bildiğim şey ateş ile ilgili bir anlamı olduğuydu. Kulağa çok mantıklı geliyordu. Kurumuş dudaklarımı yaladım. Kuzgun Korel'in omuzuna çıktı, Korel ayakta elleri cebinde dik duruşuyla bana bakıyordu. Ben ise sormam gereken yüzlerce sorudan sadece birini hatırlamaya çalışıyordum ama içimden bir ses bunun mümkün olmadığını fısıldıyordu.

Neden aklımdaki her şeyin bir anda silindiğini hissediyordum, odanın sıcaklığı da artıyordu ve dikkatimi toparlamakta zorlanıyordum.

İnanış yaşamı etkileyen en önemli unsurdu, inancınız sarsılınca yolunuzu kaybederdiniz. Çünkü bildiğiniz her şey doğru olmaktan çıkmıştır. Aynı şu an benim kaybolduğum gibi...

Aklım dağınık, geleceğim bulanıktı. Bundan sonrası ne olacaktı, neler yaşanacaktı?

''İyi misin?'' Korel'in daha fazla dayanamadan bozduğu sessizliğe ''Evet.'' Diye mırıldandığımda Sencer de ''Hah! Dili varmış.'' Diyerek sandalyeyi çekti ve karşıma oturdu.

''Ben doğa üstü bir varlığım anladığıma göre... ama doğa üstü olan hiçbir varlık hasta olmaz insani davranışlara ihtiyaç duymaz. Ben hasta oluyorum, acıkıyorum...'' Karışık bir yüz ifadesiyle onlara baktığımda Sencer yine söylediklerimi alaya aldı.

''Eminim tuvalete de gidiyorsundur.'' Bu alaycılığı sinirimi bozmaya başlamıştı. ''Komik mi olmalıydı?''

Korel bizim atışmamızı kesmek adına araya girdi ve derin bir nefes vererek ''Hala bir tarafın insan, insan bedenindesin hasta olman çok normal aynı tuvalete gitmen gibi.'' Sencer gülmemek için dudaklarını ısırırken ona kötü kötü baktım.

''Ben bir kahve yapayım.'' Eğer biraz daha o sinir bozucu yüzüne bakmaya devam etseydim muhtemelen kafasını patlatacaktım. Fazla gergindim ve hala kalbimin bir tarafı sızlıyordu.

Ne kadar ölen kişi arkadaşım olmasa da bir yandan öyleydi de.

Sıkıntıyla nefes verip küçük mutfağa geldiğimde kahve makinesinin yanındaki kutudan kahve çıkardım. Sadece kendimi düşünerek sert bir kahve yapacak sinirlerime hâkim olmuş şekilde yanlarına dönecektim. Yoksa bu gidişle karşılarında hiçbir sorumu hatırlamadan gergin bir Efnan olarak oturuyor olacaktım.

Ensemde bir nefes hissettiğimde irkilerek yüzümü çevirdim. Korel tam arkamda enseme nefesi çarpacak kadar yakınımda duruyordu. Kuzgun omuzunda değildi ve gelirken ölüm sessizliğiyle gelmiş asla kendini belli etmemişti.

''Seni izinsiz takip ettiğim için bana kızgın mısın?'' yüzümü ona dönmeden ''hayır.'' Diye mırıldandım.

Aslına bakarsanız cevabını bende bilmiyordum.

''Pek öyle görünmedin.'' Kahve makinesini çalıştırdığımda ona döndüm, yüzlerimiz yine yakındı. Son zamanlar da uzak kalamıyorduk ve bu yakın olmak için berbat bir zamandı.

''yer yüzünde şeytanım demiştin arabada, ya yer altında?'' yüzümü hafif yana çevirdim çünkü dudakları bu kadar yakınımda beni cezbediyor dikkatimi dağıtıyordu. Rahatsız olduğumu anlamış olsa gerek ki bir adım geri attı. ''Yer altında şeytana çalışan bir hizmetkarım, Lilith ve Şeytan'ın oğlu.'' Lilith ve Şeytan'ın oğlu.

Bir çekim hissetmek için milyonlar arasından şeytanın oğlunu seçmem inanılır gibi değildi.

''Peki neden burası? Burada olma nedenin ne?'' dediğimde dudakları kıvrıldı. Makine öttüğünde arkamı dönerek kulağımı k9 gibi diktim ve cevabını dikkatle dinlerken makineyi kapattım.

''Burası senin doğduğun benim ise yer yüzüne indiğim ilk yer.'' Böyle bir tesadüf...

''Tesadüf değil ben sana çekildim, Yer altından. Önce soyuna sonra ise sana.'' Kafamı belli belirsiz sallarken kahveyi ilk çekmeceden bulduğum kupa doldurup parmaklarımı kupa sardım.

Korel'den sonra hiçbir sıcak, sıcak gelmiyordu. Garipti, belki de aramızdaki bahsettiği çekimden dolayıydı.

Bana içeriyi işaret ettiğinde önden geçerek bardağı masaya bıraktım ve lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım, açılmam lazımdı. Aklım da ki şu an unuttuğum tonla soruları hatırlamam ve kendime gelmem lazımdı. Şu an unuttuğum tonla soruları hatırlamam ve kendime gelmem lazımdı. Yüzümü tekrar koltuğa oturdum, kuzgun yine gözlerden kaybolmuştu.

O sıra da bir şey dikkatimi çekti, Kuzgun Korel hariç kimleysem karşıma çıkmıştı. Sadece Korel varken karşıma çıkmamıştı. Buradan tahmin etmeliydim!

Sencer'in gözü içeri girdiğimden beri üzerimdeydi. Gergin bir nefes daha aldım. ''Peki sen, sen Eva'yı nasıl buldun?'' evet biraz da olsa dikkatimi toparlayabilir aklımdaki soruları hatırlayabilmiştim. Sanırım yüzüme vurduğum soğuk su bedenimdeki ateşi biraz da olsa söndürmüştü.

''Ben bir avcıyım, senin gibi ölümlere çekiliyorum. Çünkü bende sana bağlıyım.''

Evet, gerçekten bu hiç rahatsız edici değildi.

''Peki bu hikâye nasıl başladı, sergide Azra'nın anlattığı gibi mi? itaatsizlikten mi cezalandırıldınız?''

Elime tekrar kupamı alıp parmaklarımı doladım, Sencer Korel'e döndüğünde anlatması gerekenin o olduğunu anlayarak tüm dikkatimle ona döndüm. ''Yer altında işler yolunda gitmiyordu, kaderinde senin soyunun tükenmesi vardı. Dedenden sonra gelen olmayacak yer altından kaçanlar Grim tarafından yer altına geri gönderilecekti. Sana saldıran silüet tarafından yani...'' derin bir nefes aldı ve Sencer'in yanındaki sandalyeyi çekip yanına oturdu.

''Şeytanın hizmetine girebilmek için içindeki ateşin belli bir düzeye çıkması gereklidir, o ateş doğduğunda yanmaya başlar zamanla ya yükselir ya da söner. Bu bizim irademizle olur.'' Dediğinde Sencer güldü. ''Siktiğimin iradesi.''

Korel ona aldırış etmeden devam ettiğinde neden öyle dediğini anlamıştım. ''Eğer ateşi söndürür ve şeytanın tarafından çekilmek istersek şeytana sırt çevirmiş oluruz. Sencer'in ateşi zamanla söndü, çünkü onda kötülük ateşi yoktu. Gözü kibirle, hırsla ve nefretle dolmamıştı. Gözü hep yer altında değil, gök yüzündeydi. Şeytana sırtını döndü, onu cezalandırması gereken şeytanın gölgesi olarak benim görevimdi. Ben de yapmayarak sırt döndüm, annemde onun beni öldürmesini emretti. İşim bittiğinde.'' Onun beni öldürmesini emretti, işim bittiğinde...

Korel'in öldüğünü düşünmek midemde kasırgalar yarattı, onu öldürerek yer altına geri gönderecek kişinin kardeşi olması ise midemin yanmasına sebep olmuştu.

''Her avcı, doğanın dengesini korumak için yaratılır. Benim de bu dengeyi korumak için yer yüzündeyim, yer altındakilerin yer yüzüne çıkmamaları için. Çıkanları işaretleyerek, Orcus'u işin sonunda görevinden Azad etmek için.''

''Bu korkutucu.'' Diye mırıldandım, Sencer dudaklarında buruk bir gülümsemeyle bakışlarını yere indirdi. ''peki sen? Onun görevi bittiğinde sen ne olacaksın?''

''Bende onunla beraber öleceğim.''

''kendini mi öldüreceksin?'' dediğimde kafasını olumsuzca salladı. ''ben değil, çürükler beni öldürecek.'' Dediğinde anlamsız bir ifadeyle bakışlarım ona döndü.

Çürükler... henüz yeni gördüğüm ve nerdeyse ölüyormuş gibi görünen yaralardan mı bahsediyordu? Evet sanki aklımda tonla soru yok gibi bir yenisi daha eklenmişti.

''Vücudum çürüklerle dolu.'' Dediğinde gözümü vücudunda gezdirdim. Kaslı kollar, bedenine yapışarak baklavalarını ortaya çıkaran dar siyah kısa kollu, altında siyah bir pantolon ve kollarındaki dövmeler...

''Öyle mi? Hiç belli olmuyor.'' Korel tekrar boğazını temizledi ve kurumuş dudaklarını yaladı, Sencer'in ise dudaklarında belli belirsiz bir sırıtış vardı.

''Olmaz, çünkü görünmesini engelliyorum.''

''Nasıl?'' ceketinin cebinden bir kutu çıkardı, bu arabasının arkasında gördüğüm krem kutusuydu. ''Cennetten, öz daldan yapılma kremle. Yaralarımı görünmez kılıyor, gerçek yüzümü saklayarak insan bedeni görüntüsünü koruyor.'' Dudaklarım şaşkınlıkla bir kez daha aralandı.

Demek o yüzden bu kadar çabuk iyileşebilmişti. ''Neden çürüklerle dolu vücudun?'' dediğimde Korel ''Benim yüzümden.'' Diye mırıldandı.

''Benim öldürdüğüm, herkesin yarası Sencer'de açılıyor. Her çürük vücuduna yayılarak vücudunu kaplıyor. En sonunda çürümeyen tek bir noktası kalacak, beni öldürdüğünde o nokta da çürüyecek ve çürümüş bedeni yer yüzünde kalırken ruhu benimle beraber yer altına geri dönecek.''

Aman Allah'ım! Bu ürkütücüydü.

''O yüzden mi çürükler varken acı çekiyordun?'' dediğimde sesimin titremesine engel olamamıştım. Kafasını salladı ve gözlerini benden kaçırdı. Sanırım zayıflık hoşuna gitmemişti ama bu zayıflık değildi, bu onun cezasıydı. ''Anneniz sizi burada ruh avlamakla cezalandırmamış birbirinizi öldürmeniz için cezalandırmış.'' Diye mırıldandım. Neden bilmiyordum ama acıları gözlerinden okunuyordu ve gözlerimi doldurmuştu. Sencer'in acı dolu inleyişleri kulağımda yankılandığında bedenimden bir titreme geçti.

''Annemizin Lilith olduğunu hatırlatmama gerek var mı?'' dediğinde Sencer'e gülümseyemedim bile, bedenimden bir titreme daha geçti. ''gerekmedikçe anmayalım.''

İkisinin dudaklarında gerçek bir gülümseme yer alırken sert kahveden yüzümü ekşiterek bir yudum aldım. Hala akli dengemi sorguluyordum, hiçbiri hem gerçekmiş gibi gelmiyordu hem de bir o kadar gerçek geliyordu çünkü içimdeki sızılar hala oradaydı.

Sencer geçen sessizliğin ardından ayağa kalkıp ceketini sandalyeden aldı. ''Daha fazla sorun yoksa öğretmen hanım... Memur olarak soruşturmaya gitmeliyim.'' Diye mırıldandı. Sesinden keyifsizlik akıyordu.

''Benim yüzümden mi?'' Bakışları Korel ve benim aramda gidip gelirken belli belirsiz kafasını salladı. Bana cinayet resimlerini göstermediği zaman üstünün ona çektiği azarı hatırlıyordum. Beni sorguya alması gerektiği sırada eve gönderip bana zaman tanıdığı anı da öyle.

''Sorun değil hallederim.''

''Nasıl?''

''Tek şeytan tüyü Korel'de mi var? Ben de Şeytan'ın oğluyum unuttun mu?'' tekrar alaylı ifadesi yüzüne yerleşip gitmeye yeltenirken durdu ve dudaklarındaki sırıtışla bana döndü. ''Bir daha ki gelişimde sana b12 alacağım, senin alacağın yok.''

Bu söylediği belli belirsiz gülmeme sebep olmuştu. Sencer odadan çıktığında gözlerim baş başa kaldığımız Korel'e döndü. Gözleri bendeydi ve onun da dudaklarında bir tebessüm oluşmuştu.

Boğazımı temizledim ve kahveden bir yudum daha aldım. ''Soruma cevap vermedin.'' Diye mırıldandığında gözlerimi bardaktan Korel'in gözlerine kaldırdım.

''Efendim?''

''Benden hala nefret ediyor musun?'' Kafamı sağa sola salladım. Etmiyordum, bir şeytana yalan söyleyecek kadar aptal da değildim. Kulağıma yalanları o fısıldarken, onun fısıltısıyla onu nasıl kandırabilirdim?

Uzun sürmeyen sessizliğin ardından hareketlendi. ''Azra'ya güvenmemekte haklısın.'' Konunun ani değişimine şaşırsam da söylediği dikkatimi çekmişti. ''Annem onu sadık bir hizmetkar olarak yarattı, yani ne olursa olsun annemin tarafında olacaktır. O bizim öz kardeşimiz değil.''

''Ben sadece Arkun için endişeliyim.'' Kafasını anlayışla salladı. ''Ben o işi halledeceğim.''

''Nasıl?''

''Ben ne dersem onu yapmak zorunda, ikisi de.'' Ah tabi şeytan olmanın özelliği...

Sanırım buna alışmak zor olacaktı. Sadece buna değil, her şeye alışmak çok zor olacaktı. Biten kahvemle bardağı masaya bıraktım. Gözüm kahvaltı tepsisine gittiğinde duraksadım. Kahvaltı tepsisi bana birini hatırlatmıştı.

''Peki ya Suzan?''

''Ne olmuş ona?'' dedi ve arkasına yaslayıp yine kollarını birbirine kenetledi. ''Onun ruhunu gördüm.''

''Biliyorum, anlamıştık.'' Anladığınızı tahmin etmiştim...

''O da bir silüet. Sadece diğerlerinden daha güçlü.'' Bundan memnuniyetsiz görünüyordu, tavrı ses tonuna bile yansımıştı. ''Neden?''

''Suzan, Grim'in kardeşi.'' Dediğinde nefesim kesildi, kirpiklerim kırpmayı bile bırakmıştı.

Siktir! Etrafım tamamen cehennem ruhlarıyla dolmuştu.

Pek cehenneme inmeme gerek kalmamış gibi hissediyordum, etraf cehennemlik ruhlarla doluydu.

''Endişelenme, ben buradayken hiçbir ruh sana saldıramaz. İzin vermem.''

''Peki sen hiç... Azra gibi...''

''Gidiyor muyum?'' dudak büzdü ardından kafasını olumsuzca salladı. ''Ölmeden gitmem.''

Eh içim rahatlamadı desem yalan olurdu, her anlamda.

''Peki ne zaman öleceksin?''

''Benden bu kadar çabuk mu sıkıldın?'' dediğinde gözlerim hayretle büyüdü. ''Hayır... onu demek istemedim.'' Dudaklarına belirsiz yayılan tebessümü kısa sürmüştü. ''Ne kadar sürem kaldı bilmiyorum ama yakınlarda olmadığını biliyorum.''

''Nasıl?'' ben mi fazla aptaldım? Neden her cümleme, her soruma gülümsüyordu. Sanki gülümsemesi için konuşmam yeter gibiydi.

Bu kendimi aptal gibi hissetmeme sebep oluyordu. ''Çünkü iblisleri öldürürken oyalanıyorum. Şu an sadece burada beş yüze yakın iblis var.'' Beş yüz mü dedi o?

Evet artık emindim, cehenneme gitmeye gerek kalmamıştı. Cehennem yer yüzüne taşınmıştı.

''Kimler olduklarını biliyor musun?''

''Sence beni gördükleri anda kaçabildikleri için mi kaçıyorlar yoksa ben izin verdiğim için mi?'' Evet karar vermiştim. Her soruma gülüyordu çünkü aptal gibi sorular soruyordum. Tabi ki de bir şeytandan kaçmaları mümkün değildi, bunu nasıl düşünebilirdim.

''Yani eğer iblisleri avlar ve daha fazlası çıkamadan bitirirsen buradaki cezan bitmiş mi olacak?'' diye mırıldandım. Neden sesimde hayal kırıklığı vardı?

Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Ben gitmek istemiyorum, burayı sevdim.''

Cehennemden farkı olmayan bir yeri mi? Yağmurdan kaçıp doluya tutulmuşsun şeytan.

''Haklısın, farksız ama temiz ruhları görebilmek hoşuma gidiyor. Hala umut olduğunu bilmek güzel.''

''Bir şeytanın böyle konuşacağını hiç düşünmezdim.'' Dediğimde gür bir kahkaha attı. Onu ilk defa kahkaha atarken görüyordum. İçimde bir şeyler kıpırdadı.

Gerçekten gülüşü günlerce kulakta yankılanacak kadar güzeldi. Bu ortamı bozmama isteğime rağmen içimdeki başka bir soruya yenik düştüm. ''Siz gerçek ruhları, yüzleri görebiliyorsunuz... Ben de sizi görebilecek miyim?'' bu soruyu beklemediği afallayan yüz hatlarından belliydi.

Ciddileşti, kurumuş dudaklarını tekrar yaladı. ''Beni gördün sayılır zaten. Yakından korkabilirsin.''

''Yani görebilirim?'' dediğimde gözleri kısıldı. ''Kimi görmek istiyorsun. Beni mi, Sencer'i mi?''

Benim silahımı bana karşı kullanarak beni afallattı. Sadece merak ettiğim için sormak istemiştim, ''Seni, onu, Azra'yı.'' Diyerek lafı çevirdiğimde inanmamış bir ifadeyle bana bakıp dudaklarını ısırdı.

Sanırım az önce fena batırmıştım, yalan sayılmazdı. Tamam Azra'yı görmek istemiyordum ama Sadece ikisini söylemek de kulağa garip geliyordu.

İçimde kötü bir his belirirken ayağa kalkıp tabloların önünde gezmeye başladım. Aklımda sergi günü, Korel'in bana geldiği gece eli elimde tabloya dokunduğumuz anlar canlanıyordu. Bir anda yine nefesimi kesildiğini hissettim, umarım bunu fark etmemişti.

''Grim hakkında ne yapacağız?''

''Fazla tehlikeli, artık yanından ayrılmayacağız. Eğer o yer yüzüne çıktıysa muhtemelen başımıza dert olacaktır.''

''Ayrılmayacağız derken?'' bakışlarım tablodan ona döndüğünde ayağa kalktı ve bana doğru geldi, yüzünde yine memnuniyetsiz bir ifade belirmişti.

''Sencer ve ben. Bakarsın onun gerçek yüzünü de görürsün bu vesileyle.'' Ses tonundaki imayı sezdiğimde dudaklarımı ıslattım, gözleri dudaklarıma bir saniye kadar indi ve yüzünü çevirdi.

''Bana hediye ettiğin tablo da ismimin anlamı yazıyordu, önceden yazılmıştı.'' Kafasıyla beni onayladı ve duvara yaslandı. ''Elli yılı aşkındır seni bekliyordum çünkü, doğmadan bile önce.''

Doğmadan bile önce...

Neden her cümlesi nefesimi kesiyor, ürküttüğünden mi?

Hoşuma gittiğinden mi?

''Neden bana tanıdık geldiğini söylediğimde daha önce gördüğümü söylemek yerine alay ettin?'' bu sorum onu güldürmüştü, eh memnuniyetsiz ifadesinin aksine gülümseyen bir Korel içimi daha çok hoş ediyordu.

Daha dün nefret etmeye çalıştığım adama bugün bu kadar yakın olmam da son günlerde yaşadığım dengesizliklerin kanıtıydı.

''Ah tabi ki tanıdık gelirim, çünkü sen on yaşında beni gördün. Hem de gerçek yüzümü, belki boynuzlarım olmadığı için tam tanıyamamış olabilirsin.'' Bu hareketine karşılık bende güldüm.

Gerçekten sesini bir ton alçaltması ve mimikleri komiğime gitmişti, gözlerimiz sessizliğin arasında birbirimizin içinde geziyordu.

''Silüetler kırmızı, masumlar beyaz görünüyor demiştin. Sizin ruhunuz nasıl görünüyor?''

''Siyah. Gölge gibi.'' Elbette, yansımadan gördüğüm o gölge. Ben onun ruhunu görmüştüm, ateş saçan gözlerini ve korkutucu boynuzlarını.

''Eğer Semum senin hizmetkarınsa, beni karga saldırısında kurtaran...''

''bendim.'' Her daim beni izleyen ve beni kollayan sendin...

''Bunun için teşekkür etmem gerekiyor sanırım.'' Diyerek gülümsedim. ''Senin dudaklarından teşekkür duymak her zaman bir lütuftu.''

O an sadece kirpiklerim kırpmayı, oksijen içime girmeyi ve mimiklerim tepki vermeyi unutmamıştı. Tüm bedenim yaşamayı unutmuştu. Çünkü bu adam bugün beni öldürmek ister gibi art arda kalbimi durduracak şeyler söylüyordu. İyi ya da kötü.

Ne cevap vereceğimi bilemeden gülümsedim, gözüm tekrar tabloya döndü. ''Resimle birini aradığını söylemişti girişteki kadın. Neden resim?''

''Çünkü onları gördüğünde hatırlayacaktın, geçmişte gördüklerini hatırlayacak ve kendi benliğini hissedecektin. Senin doğa üstü yanını uyandıracaktı. Sanatım sana kendini hatırlatacaktı ve bana çekilecektin.''

''Peki tabloların yanması?''

''Artık ihtiyacım yoktu.'' Dediğinde şaşkınca ona baktım. ''Sen mi yakmıştın?''

''Kundaklanmış olduğunu mu düşünmüştün?'' gözlerine alaylı ifade yerleştirdi ve keyifle dudaklarını kıvırdı. ''Peki bir soru daha.''

Evet, en zor sorulardan biri... ama sormak zorundayım.

''Hay hay.''

''Dedemin ölümüyle...''
''Bir ilgim yok. Tamamen kendi eceliyle öldü.'' İçimde bir şeylerin rahatladığını hissettim. Gözüm tekrar göğsünün arasından çizgileri göründü. Parmak uçlarım o çizgilere dokunmak için resmen zonkluyordu. Üstündeki takım elbisesi onu oldukça ciddi ve çekici göstermişti, gömleği dardı ve vücut hatları kendini belli ediyordu. Anlaşılan iki kardeş de vücudunu sergilemekten çekinmiyordu. Gözüm kıvırdığı kolundaki damarlara kaydığında genzini temizlemeye çalıştı ama onu ilk defa yalpalamış görüyordum, çünkü boğazını temizleyememişti.

''Bakışların yine yanlış anlaşılıyor.'' Diye fısıldadı zorlukla.

''Affedersin.''

''Bana değil, Sencer'e.'' Sencer mi?

Yutkundu, âdem elması dikkatimi çekmişti. Gözlerimi ondan uzakta ne varsa oraya çevirdim. Çevirirken gözlerinden geçen alevi fark etsem de sesimi çıkarmamıştım.

''Görmek istediğim sendin.'' Diyerek itirafta bulundum.

''Efendim?''
''Gerçek yüzünü... görmek istediğim sendin.'' Diye mırıldandım. O bana dönse de ben hala ondan uzakta ne varsa ona bakıyordum.

Mesela masasının kenarındaki pikaba. ''Görmemen daha iyi.''

''Neden?''

Gözümü merakla ona çevirdiğimde buruk tebessüm şimdi onun dudaklarındaydı. ''Bu güzel bedene bile bakmıyorsun, o yüze nasıl bakacaksın?''

''Sahtesine baksaydım, bakışlarım da sahte olmaz mıydı?'' dediğimde duraksadı. Bu kez masumca gülümseyen bendim. Afallayarak tüm zerresi duraksayan ise oydu.

''Dün gördüğündeki halini hatırlıyorum. Bugün kaçmaya çalıştın.'' Dedi yine zorlukla. Gerçekten konuşurken zorlanıyor muydu?

''Kaçtığım sen değildin, daha az önce kimsenin senden kaçamayacağını ima etmemiş miydin?'' dediğimde ona bir adım daha atmıştım. Kaçtığım şey o değildi, bu kadar şeyi kaldıramamamdı.

Ona doğru attığım bir adım mesafeyi kısaltmak içindi ama o bir adım geri attı ve mesafeyi korudu, gözleri gözlerimdeydi ve yine nefes almıyordu.

Hem de tam üç buçuk dakikadır.

''ya kaçabilseydin?''

''Kaçmazdım.''

''Dün kaçtın.'' Dediğinde gözlerini kıstı, bana inanmıyordu.

''Çünkü delirdiğimi düşünüyordum, bir de arkadaşımı öldürdüğünü.'' Yüzünden anladığım kadarıyla yine ikna olmamıştı. Daha fazla zorlamadım, yüzümü ondan çevirdim.

Gerçekten ne yapıyordum böyle? Neden üzerine gidiyor o uzaklaşırken ben yakınlaşmaya çalışıyordum?

Şeytan tüyü bana da mı işliyordu?

Belki de doğa üstü çekim kolyeden sonra daha çok karşı konulamaz olmuştu, eğer bu doğruysa çok kötüydü. Çünkü yakınında daha önce hiç hissetmediğim görünmez bir ateşi bedenimde hissediyordum.

''Benim ruhum...'' diye mırıldandığımda dikkatini tekrar bana verdi. Bu sessizlik beni germişti, bir son vermek en iyisiydi yoksa işler tuhaf bir hal alacaktı.

''Benimki nasıl görünüyor?''

''Ruhunu nasıl gördüğümü mü soruyorsun?'' dedi teyit etmek ister gibi, omuzumun üzerinden köprücüğüme düşen saçları işaret ve orta parmağını birleştirerek geri attığında şaşırtıcı şekilde bir adım öne geldi.

''Evet.'' Ah kahretsin! Neden romantik bir anmış gibi fısıldamıştım ki?

Anın büyüsüne kapılmış gibi açtığı boynuma doğru eğildi, dudaklarının yumuşaklığını kulağımda hissediyordum, nefesi saçlarımı okşuyordu. Sanırım on dakikaya yakın bir sürenin ardından ilk kez nefes almaya ihtiyaç duymuştu.

''Kirlenemeyecek kadar temiz... bir de... ihtiyacım olan şey nefes değildi.''

Ayyyy, sanırım Leza'nın en ateşli bölümünü yayınlanmış bulunmaktayım arkadaşlar... Yorumlarınızı acayip merak ediyorum.

Leza ve diğer kitaplarım hakkında paylaşımlarımı Instagram hesabım Byzloey'den yapıyorum, dilerseniz takip edebilirsiniz.

Buraya Korel ve Sencer gıybeti yapmak isteyenler için yazıyorum, yorumlarınız beni çok eğlendiriyor. Teorilerinizi ve gıybetlerinizi buradan okuyacağım... Sonraki bölümde görüşmek üzere, sevgiler...

 

Loading...
0%