@byzloey
|
İhtiyacım olan şey nefes değildi... 'Şeytanın nefese ihtiyacı olmaz, bu isteğime bağlıdır.' Sözler beynimde yankılanıyordu. Bozuk plak gibi ya da kapanmayan alarm gibi yirmi dört saat boyunca kafamın içinde aynı cümle tekrarlanıyor her tekrar da o anı ilk kez yaşıyor gibi nefesimi kesiyordu. Bu haksızlıktı, o nefes almak zorunda değildi ama ben zorundaydım. Aynanın karşısında yüzüme baktım. Dün yeteri kadar yakınlaşmış yeterince şey hakkında konuşmuştuk. Arkun'un beni kontrol için araması dolayısıyla şaşırtıcı hızla kapısı yapılmış odama geri gelmiş geldiğim gibi uyumuştum. Hem de ertesi güne kadar. Uyandığımda saat sabahın yedisiydi. Yedisinden bu yana ne yaptığımı ben bile tam bilmiyordum, saat öğle sularına geliyordu. Bugün dersim öğleden sonraydı, çökmüş yüzüme makyaj ile çeki düzen vermeye başlarken bir yandan da enseme su vurdum. Kendimi hala hasta hissediyordum, içimde hala huzursuzluk çanları çalıyordu. Yine de evde yatıp depresyona girmektense derse gitmem gerektiğini düşünerek hazırlanmaya başlamıştım. Çünkü ne kadar erken alışabilirsem hayata o kadar erken devam edebilirdim. Göz altlarımda üçüncü kez kapatıcı uyguladığımda sonunda korkunç görüntüden kurtulmuştum. Saçlarımı taradım ve gömleğimin yakasını düzelterek kuruyarak çatlamış dudaklarıma nemlendirici sürdüm. Okula son gittiğimde öğretmen imajım sarsılmıştı, normalde cana yakın sakin bir öğretmenken son gittiğimde bir zavallıya benziyordum. Çocuklara bağırıp çağırdığım için suçluydum, henüz okuldan aranmadığıma göre ya arkadaşımın ölümü dolayısıyla maruz görülmüştü ya da çocuklar ağızlarını açmamıştı. Ne türlü olursa olsun bugün derslerime özür dileyerek başlamam gerekliydi. İşin kötüsü dün Korel'den resmen kaçarken bugün okulda aynı saatlerde dersimizin olmasıydı. Yani mecburen aynı ortamda, yan yana olmamız gerekecekti. Yüzümü ekşiterek banyodan çıktım ve çantamı omuzuma taktım. Evet dün söylediklerim yüzümü kızartmıştı, o benden uzaklaşırken ben ona adım atmak için çırpınmıştım. Sabah ondan kaçarken akşam dibinde bitmiştim ve bu ikilem berbat bir utanç bırakmıştı. Daha da kötüsü bu ikilem hala devam ediyordu. Bir yanım ondan kaçmak isterken diğer yanım acaba asansörde karşılaşır mıyız diyordu. Alnımı ovuşturarak odamdan çıktım ve kartı çantama atarak asansöre ilerledim. Asansör açıktı beni bekliyordu, gülümseyerek bindim ve giriş katına bastım. Altıncı kat yine basılı görünüyordu, içimdeki kıpırtıyı duymazdan gelerek aynada göz altlarıma baktım. Kapatıcının pütür pütür kalan yerlerini düzelttim. Asansörden geldiğimizi hatırlatan hoş müzik gelmeye başladığında arkamı dönmemle elleri cebinde karizmatik bakışlarla bana bakan Korel'i görmem bir olmuştu. ''bende seni bekliyordum.'' ''Ö...öyle mi?'' asansörden çıkarken gülümsemeye çalıştım ama tam bir orangutana benzemiş olmalıydım. Dudaklarımı ısırarak kendime bir azar çektim. Karşısında tam bir aptala dönüşüyordum. ''Karşılaşmamızı istemiyor muydun?'' Hayır, hayır hayır hayır. Olamazdı bu olmazdı! Aralanmış dudaklarım ve muhtemelen morarmaya başlamış yüzümle ona döndüğümde dudaklarından sadece ikinci kez gördüğüm kahkahası duyuldu. Beyaz dişleri ilk defa bu kadar dikkat çekmiş güneşten bile daha fazla ışık saçar olmuştu. ''Yakınımda değildin...'' diye mırıldandığımda otelin kapısı açıldı. Saçlarım rüzgarla omuzumdan arkama düşmüştü. Korel arabanın anahtarını cebinden çıkardı. ''Ben değildim, Semum öyleydi.'' ''Ne?'' kapımı nazikçe açtığında çatık kaşlarımla ona bakmaya devam ederek arabaya bindim. ''Pencerenin önündeydi, o yakınındayken de seni duyabiliyorum.'' ''Onu görmedim.'' Dediğimde ''Perden aralıktı. O mesafeden göremezdin.'' Dedi ve arabayı çalıştırdı. Yüzünden keyif akıyordu, dünün aksine gergin görünmüyordu. Gözlerimi ondan çekip cama çevirdim. Aklımda bir soru vardı, sadece nasıl soracağımı bilmiyordum. Yine içimi okumasını ya da düşüncelerimi hissetmesini dileyerek Ebru'yu düşündüm. Nasıl ölmüştü, kaçmış mıydı yoksa Korel onu yakalamış mıydı? Dudaklarımı kemirmeye başladığımda fark etmeden iç kısmını ısırarak kanattım. Dudaklarımdan kısık bir inleme çıksa da Korel bunu duymuş ani bir frenle beni neredeyse öne uçurmuştu. Kemerim olmasa çok net camdan uçardım. ''Bir sorun varsa bunu açıkça sor. Kendine zarar verme.'' Yüzümü ona döndüğümde dudağımda kanı hissettim. Baş parmağını uzattı ve dudağıma bulaşan kanı çatık kaşlarıyla dikkat kesilerek temizledi. ''Boğularak ölmüştü.'' Diye mırıldandı. Ben hala az öncenin etkisinde yumuşak bakışlarla ona bakıyordum. O ise hala çatık kaşlarıyla yüzünü yola çevirmiş yolun ortasında durmamız umurunda değilmiş gibi görünüyordu. ''Yüzme bilmiyordu, denize düştü ve öldü. Yerine de başka bir silüet girerek kıyıya çıktı.'' ''peki sen...'' kafasını sağa sola salladığında sorumu soramadan cevabımı almıştım. ''Henüz değil, kaçması için avans veriyorum.'' Gözlerim gözlerine dönse de onunki bende değildi. Yola bakıyordu, arabayı tekrar çalıştırdı ve sessizlik yine aramızda bariyer kuruyordu. Kısa süren yolun ardından okula vardığımızda ben inmeye bile yeltenmeden Korel geldi ve kapımı açtı. ''Teşekkürler.'' Gözlerinden teşekkürümün karşılığını aldığımda belli belirsiz gülümsedim. Zil sesi tüm bahçeyi sarmıştı, gençler içeri girmeye başlarken bize bakıp muhtemelen yakıştırma yapan kızlar ise gözlerini bizden ayırmadan okula yürüyordu. Okuldan içeri girdiğim anda yeni olmama rağmen bana baş sağlığı dilemek ve sevgilerini göstermek için gelenlerle görüşmek zorunda kaldım. Baş sağlığı almak nefret ettiğim bir şeydi, bana unutmak zorunda olduğum şeyleri hatırlatıyordu ve etmem gereken bir vedayı. Öğretmenler odasına girmek bile istememiştim ama almam gereken kitaplar yüzünden girmek zorundaydım. Gergin bir nefes alıp elimi kapının kulpuna koyduğumda elimin üzerinde bir el varlığını hissettirdi. ''Rahat ol.'' Nefesi kulağıma çarptığında rahatlamaktansa daha fazla gerilerek içeri girdim. Sanki istediği rahatlamamdan çok, gerginliğime gerginlik katmaktı. Kimseyle göz teması kurmamaya özen göstererek dolabıma yöneldim. Arkası dönük oturanlar henüz beni görmemiş, önü bana dönükler de ellerinde ilgilendikleri şeylerden bana dikkat kesilmemişlerdi. Elimi çabuk tutarak dolaptan almam gerekenleri aldım ve koşar adımlarla odadan çıktım. Benim peşime gülüşü sessiz olmasına rağmen kulağıma gelen Korel'de hemen arkamdaydı. ''Sen içeridekilerden benden daha çok korkuyor gibisin.'' ''Baş sağlığı duymaktan hoşlanmıyorum.'' Özellikle ömrüm boyunca duyduğum için en nefret ettiğim cümle, başınız sağ olsun. ''Anlıyorum.'' Merdivenlerden çıkmaya başladığımızda koridorun sessizliği bizi yine sessizliğe itmişti. Sınıflarımız çapraz olduğu için beraber yürüdüğümüz yol benim sınıfımın önüne gelmemle ayrılmıştı. ''İyi dersler.'' ''İyi dersler.'' Kapıyı açtığımda bakışlarım arkasından gölgesini takip etti. O da kapıyı açtığında bana dönmüş masum bir gülümsemeyle benden önce içeri girmişti. Bana her ne oluyorsa, bu hemen bitmeliydi. Çünkü ben şeytanın ateşine çekiliyor, yanmayı göze almaya başlıyordum. 2 saat 35 dakika sonra Son zil çaldığında gülümseyerek masamdan kalktım. Bugün ki ders beklediğimden keyifli geçmişti, derslerin nasıl geçtiğini bile anlamamıştım. Bugün üç dersim olduğu için biraz zor geçeceğini düşünmüştüm ama aksine yorgunluğumu hissetmeden keyifli bir ders olmuştu. Masadaki kitapları kucağıma alıp sınıftan çıktım, Korel'in bir dersi vardı. Muhtemelen çoktan gitmişti, dersi blok yaptığım için teneffüste onu görememiştim. Öğretmenler odasına inip kitaplarımı dolaba koyarken dilenen baş sağlığını gülümseyerek aldım ve çantamı masadan alıp omuzuma takarak öğretmenler odasından çıktım. İlk teneffüste Arkun ile görüşme planı ayarlamıştık. Dün olanlar hakkında daha detaylı konuşmaya ihtiyacımız vardı. Aklı fazla karışıktı, benim de pek düzenli sayılmazdı ama ondan daha çok şey anladığım aşikardı. Özellikle bu işlerin içinde olan biri için bunları algılamak daha kolaydı. Sadece sindirebilmek ve alışabilmek için zamana ihtiyacım vardı. Okul binasından çıktığımda karşımda duran siyah klasik araba bana göz kırptı. Ona yaslanmış kollarını birbirine bağlayarak bakışlarını üzerimde gezdiren Korel ise beni gördüğünde dudaklarına tebessüm yaymış kapıyı açarak yanına gitmemi beklemişti. ''Gittin sanıyordum.'' ''Seni almadan mı?'' bakışları 'Hadi ama?' der gibi sinsice gülümsüyordu. ''Peşinde Lilith'in gönderdiği bir iblis olduğunu unutuyorsun sanırım. Galiba gerçekten sana b12 almalıyız.'' Kapıyı örttüğünde kafamı camdan çıkardım ve ona kaşlarımı çatmış öfkeli bakışlarımı gönderdim. ''Sende yanımda bir şeytan olduğunu unutuyorsun sanırım. Sana da mı b12 alsak?'' bana gülerek karşılık verirken elini başımın üzerine koydu ve arabanın içine ittirdi. Sonuçta Semum da onun hizmetkarıydı ve beni koruyordu, yani teknik olarak yalnız kalmıyordum. Şoför koltuğuna binip arabayı çalıştırdığında dudaklarından hala gülümseme silinmemişti. ''Kemer.'' Diye mırıldandığında kemerimi takıp ona döndüm. Ona döndüğüm için o da bana döndü. Üç dakikalık geçen sessizliğin ardından tekrar gülmeye başladı. Bu ara ne kadar da sık gülüyordu öyle? ''Şeytanın kemer takmasını beklediğini söyleme.'' ''Ben neden taktım o zaman?'' derin bir nefes alıp kemer taktığında alaycı ve gülen gözleri gözlerimdeydi. ''Sen benden daha insansın, ayrıca taktım. Oldu mu?'' ''Oldu.'' Bende gülümseyerek arkama yaslandım. Gülmemek için dudaklarımın içini ısırıyordum. ''Yalnız ben eve gitmiyorum, Yeşil limana gideceğim.'' Kafasını aşağı yukarı salladı ve arabayı otele doğru değil öbür aradan yeşil limana doğru sürmeye başladı. Yeşil limana girdiğimiz yolda hastanenin önünden geçtiğimizde gözlerim hastanede oyalandı. Derin bir iç çektim, Eva'nın buraya ilk girdiğindeki sevinçle bana fotoğraf atıp artık hemşireyim diye bağırması hala kulaklarımdaydı. ''Endişelenme, ruhu kurtuldu.'' Yine içimdekileri hisseden Korel, yardımıma yetişmişti. ''Arafta ne oluyor?'' hastaneyi arkamızda bıraktığımızda bedenimle beraber ona döndüm. ''Boşlukta kalıyor. Eğer günahkarsa karanlık bir sonsuzlukta, eğer değilse beyaz bir sonsuzlukta kurtulmayı bekliyor.'' ''Canı yanıyor mu?'' dediğimde kafasını olumsuzca salladı. ''Odanda olduğunu düşün ama odanda hiçbir şey yok, her şey beyaz renkten ibaret. Başka hiçbir şey yok.'' ''Ya zaman? Zaman nasıl geçiyor?'' gözleri kısıldı. Yeşil liman ileride görünmüştü. Arkun bahçede oturuyor sigara içiyordu. ''Zaman kavramı sadece bu dünyada var, yer altında ya da üstünde zaman diye bir kavram yoktur. Sadece gördüklerin ve hissettiklerin vardır.'' Araba durduğunda kemerimi çözdüm. O da benimle beraber kemerini çözüp arabadan indiğinde sorgulayıcı bakışlarım üzerindeydi. Gözleri Arkun'u bulduğunda kafa selamı verdi. Arkun selamı almadı, Korel Arkun'un bu davranışını görmezden gelerek yanından geçip içeri girdi ve Suzan'ın önündeki bar taburesine oturdu. Suzan'ın gözleri önce Korel'e ardından bana çıktığında yüzümü Arkun'a çevirdim. ''nasıl oldun?'' ''Biraz daha iyiyim. Sen?'' gözlerine bakılırsa o da dünden sonra uyumuş biraz daha dinlenebilmişti. Yüzü biraz daha toparlanmış kızarıklıkları geçmiş görünüyordu. ''Eğer bir üç harflinin arkasından ağladığım için aptal hissetmem kötü sayılmıyorsa... iyiyim.'' Söylediğine tebessüm ettim. ''Birincisi bende ağladım ve aptal falan da hissetmiyorum ikincisi de onun üç harfli olduğunu bilmiyorduk.'' Kafasını belli belirsiz sallarken sigarasını söndürdü ve dumanı bana gelmeyecek şekilde yana doğru üfledi. ''En azından senin içine girme ihtimalleri yok, bir daha aynı aptallığı yapmama gerek kalmayacak...'' buruk gülümsemesinin ardından yan masadaki garsona işaret verdi. ''İki espresso.'' Garson siparişi alıp gittiğinde ''Evet.'' Diye mırıldandım. Benim için bu durum söz konusu değildi ama Arkun ve Erkan için bu durum olabilirlik seviyesindeydi. Ve ben bir daha aynı şeyi yaşamak hissetmiyordum. Gözüm Arkun'dan içeri kaydığında Suzan'ı Korel'le konuşurken gördüm. Keyfi kaçmıştı ve gerginliği boğazındaki damarlarından belli oluyordu. Açık teni damarlarını daha çok ortaya çıkarıyordu. Uzaktan hissettiğim bir ürperti içimde titreme etkisi yarattığında gözümü etrafa çevirdim. Etrafta kimse görünmüyordu ama tenimden geçen ürperti tüylerimi diken diken etmişti. Gözlerimi fıldır fıldır etrafta gezdirdim, hiçbir şey görünmüyordu. Önüme konulan bardağın tabağa çarpma sesini işittiğimde gözlerimi etraftan çektim. Arkun bardağı eline alıp yudumlarken gözüm yine Korel'e döndü ama orada yoktu. Suzan işini yapmaya devam ederken Korel'in oturduğu tabure boş görünüyordu. ''Şimdi sen doğa üstüsün ve üç harfliler içinden mi geçiyor?'' Arkun bardağı tabağına bırakırken gözlerini bana kenetledi ve ellerini masa da birleştirip tüm odağıyla bana döndü. ''Peki sen onları hissediyor musun?'' ''Çıkarken biri bana çarpmış gibi hissediyorum. Yalpalıyorum genelde, ama yan yanayken silüet olup olmadığını hissediyorum. Özellikle de dokunduğumda.'' ''O yüzden diğerlerinle temas ettiğinde bana bahsettiklerin oluyordu.'' Sonunda bana inanmadığı her an gözüne canlandığında o da yapbozu benim gibi tamamlamaya başlamıştı. ''Şu takip eden kuzgun?'' sorduğu soruyla arkama yaslanıp yüzümü ekşittim. ''O... aslında Semum.'' ''Ne mum?'' ''Semum.'' Dediğimde kaşlarını çattı ve benim gibi arkasına yaslandı. ''Kendisi Korel'in hizmetkarı.'' ''Sikerler öyle işi, hayvanlar bile normal değil. Ben şimdi evdeki mamaları ne yapacağım?'' Arkun tam bir hayvan severdi, her gün işe gider ya da dönerken köşelere mama bırakırdı. Sanırım bu fikri bugün biraz sarsılacaktı. ''Yani seni izleyen de oydu.'' Kafamı aşağı yukarı sallarken kahveden bir yudum aldım. Gözlerim tekrar içeri kaydı, Korel hala görünmüyordu. Halbuki arabası da hala çaprazımda duruyordu. İçimden bir his aynı günler önceki gibi bir silüeti yakaladığını fısıldadı. Az önce hissettiğim ürperti daha da arttı. İçim içimi kemirmeye başladığında bacağımla ritim tutmaya başladım. Hiçbir faydası olmamıştı. ''ben bir lavaboya gidiyorum.'' Sonunda dayanamadan masadan kalktığımda Arkun da kafasını sallayarak kahvesini içmeye devam etti. Gözüm içerdeki Suzan'a döndü. Hala işiyle ilgileniyordu, onun meşgul olmasını fırsat bilerek kafenin arka tarafına ilerledim ve ana caddeye çıktım. Şu an tek arayabileceğim yer en son koşarak kaçtığım dar sokaktı. Önceliğimi oraya vererek hızlı adımlarla ilerledim. Gece olduğunda görünmüyordu, peki ya gündüz? Gündüz nasıl ruhları avlayabiliyordu? Ellerimi birbirine kenetleyerek dudaklarımı ısırdım ve ilerledim. Hiçbir ses duyulmuyordu, tek duyulan iki ara ötede kalan dükkândan gelen seslerdi. Yüzümü yine duvarın olduğu yerden sadece gözlerim görünecek kadar uzattım. Sokak boştu, arkamı dönüp diğer sokağa baktım. Orası da boştu. Bir sonraki sokağa geldiğimde köşede takım elbiseli saçları kulak memesine gelen bir adamı sigara içerken gördüm. Arkası bana dönüktü. ''Yolunuzu mu kaybettiniz?'' Sigarasını yere atıp bana döndüğünde nasıl anladığını sorgulayarak gülümsedim. ''Hayır bir arkadaşı arıyordum aslında.'' Adımları bana doğru gelmeye başladığında ellerini cebine soktu, kocaman gamzesi olan renkli gözlü kumral saçlı bir adamdı. Boyu da oldukça uzundu ve takım elbisesi vücuduna özel dikilmiş gibi oturmuştu. ''Koreli mi?'' ''Evet siz...'' ''Tabi siz oraya hiç gitmediğiniz için, nasıl bir yer olduğu hakkında bir bilginiz yoktur.'' Geri geri ilerlemem sırtımın duvara yaslanmasıyla son bulduğunda nefesimin kesildiğini hissettim. İçimdeki kötü his, bedenimdeki ürperti artmış her zerremde zonkluyordu. ''Muhtemelen beni yakaladığında öldürecek, önemi yok. Çünkü ben zaten cehenneme aitim ve gitmeden yapmam gereken şeyleri yapacak insanları garanti altına aldım. Peki ya sen, sen cehenneme ait misin?'' anlamamış bakışlarla ona baktığımda istediğini almış gibi gülümsedi. ''Seni de zamanı geldiğinde cehenneme gönderecek. Dövmesini görmedin mi?'' Farklı beden de olması bir şey değiştirmezdi bu bakışlar, kara gözlerde gördüğüm bakışın aynısıydı. Küstah cümleleri de karşımdaki kişinin o olduğunu kanıtlıyordu. Söylediklerinin hiçbirinin önemi yoktu, gerçeklik payı da öyle. Söylediklerine kulağımı tıkayarak geri adım attım. ''Grim...'' ''Ah beni tanıdın, hem de farklı bir beden de olmama rağmen. Gurur duymadım desem yalan olur.'' Kendi kendine gülmeye başlarken nefesi nefesime çarpacak mesafeye gelmişti bile. Gözleri ne kadar renkli olsa da karanlık bakıyordu. İki kolunu yanlarımdaki duvara koydu ve beni kolları arasında sıkıştırdı. ''Yalan büyük günahtır, cayır cayır yanarsın.'' Dediğinde gözlerinin yeşili siyaha döndü. Korkuyla çığlık atacağım sırada aralanan dudaklarım boş sokakta yankılanan sesle geri kapandı. ''Evet, büyük günahtır. Cayır cayır yanarsın.'' Grim duyduğu sesle kollarını ateşe koymuş gibi çekerken arkasından görünen Korel'in gözlerinde yanan ateşi gördüm. Ama bu kez bir ilk yaşanıyordu. Gözünden alev geçmiyordu, gözleri tamamen alevle sarılıydı. ''Şeytanın vasıflarından biri de nedir biliyor musun? Yalan söyleyenleri cezalandırmak.'' Her adımda bize daha çok yaklaşıyordu. Grim geri adım atmadı ama bedeninin korkudan titrediğini görüyordum. Özellikle cebine koyduğu elleri zangır zangır titriyordu, sert yutkunuşu kulağıma geldi. ''Geldiğin yere geri dön şeytan, iblis avlamak benim görevim.'' ''Ah tabi ki öyle, hizmetkarım. Neden bu fikrini cehenneme döndüğünde anneme iletmiyorsun?'' Bir adım daha attığında ayakkabılarının ucu birbirine değiyordu. Gözleri Grim'den bana döndüğünde konuşmasına gerek kalmadan söylemek istediğini söyledi. Gitmemi istiyordu. Ayaklarım şimdiden geri geri adım atmaya başlamıştı bile. ''Cehennemde görüşürüz, Grim.'' Korel'in bedeni gölgeleşmeye başladığında adımlarım durdu. Boynuzları görünmeye ve ince uzun olarak şeytanı temsil etmeye başlamıştı. Bedeni tamamen gölgeden ibaretti, aydınlıkta bile fazla karanlık ve fazla görünmezdi. Hiçbir silüeti yoktu. Gözlerindeki ateş cehennemi gösteriyordu. Korel kafasını eğdi, gözleri Grim'i hipnotize etmiş gibiydi. Grim tek kelime etmedi, Korel'in boynuzları omuz bölgesine girdiğinde beden diz çöktü. Ellerim titremeye başlamıştı, dudaklarım aralandı ama ne bir çığlık kaçtı ne de bir söz. Korel burada olduğumu gitmediğimi biliyordu, bildiğini biliyordum. Bu nasıl oluyordu bilmiyordum ama hissediyordum. Beden tamamen yere yığıldığında boynuzlar birden yok oldu, gölge yerini kıyafetlere ve insan silüetine bıraktığında Korel yakasını düzeltti ve kafasını cesetten kaldırmadan dudaklarını yaladı. ''Neden gitmedin?'' ''Görmek istedim.'' Birbirimizden uzaktık, yine de yakınımdaymış gibi duyabiliyor ateşini buradan hissedebiliyordum. ''Bu kadar mıydı?'' dediğimde ''Bu kadar kolay olmamalıydı.'' Diye mırıldandı. ''Belki de kolaydır, her şeyi zor düşünmemeliyiz.'' Gözlerini bana çevirdiğinde titreyen ellerimi arkamda sakladım. Adımları bana doğru döndü ve gelmeye başladı. ''Sana zarar verdi mi?'' Attığı büyük üç adımın ardından önümde durdu ve ellerini cebine yerleştirdi. ''Ellerini saklamana gerek yok.'' ''B-'' Siyah ucu sivri mat bir topuklu, siyah ucu sivri klasik bir ayakkabı. Korel'in eli cebinden çıktı, yanağıma uzandı ve dokunuşu tüm bedenimi bir kez daha titretti. Gözlerim gözlerine geldiğinde durdu ama parmaklarını çenemden çekmedi. ''hiçbir zaman başını öne eğme.'' Derin bir nefes verdi ve ellerini çenemden çekerken ''Sözünü kestiğim için özür dilerim.'' Diye mırıldandı. ''Sorun değil. Grim... başka bedene mi geçti yoksa...'' ''Eğer öldüren Sencer olsaydı, yer yüzünde başka bedene geçerdi.'' ''Ama şeytan boynuzlarıyla öldü.'' Dediğimde gülümsedi. ''Ellerini hala arkanda tutuyorsun.'' Ellerini arkamdaki ellerime uzattığında yüzünü yüzüme eğmiş bulundu. Yine dudak dudağa bir mesafede kesilmiş nefeslerimizle gözlerimizin içinde birbirimizin yansımasına bakıyorduk. Gözlerinin arkasında cehennem olmalıydı, orada herkes cehennemi görüyordu. Bense gözlerinin arkasında sadece kendimi görüyordum, cehennem ateşi yoktu sadece ben vardım. 'Gerekirse bu ateşi söndürürüm.' Mektuptaki cümle beynimde yankılandığında dudaklarımı ısırdım. İçimdeki ateş yine harlanmıştı, yine bedenimi sarıyordu. Elleri ellerimi tuttuğunda titremem kesildi. Nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. ''Benden korkuyor musun Efnan?'' ''Korkmam gerekiyor mu?'' ''Böyle sorarsan cevap değişir.'' Diye fısıldadı. ''Bana zarar verecek misin?'' dediğimde ''Asla.'' Diye karşılık verdi. Hipnoz olmuş bakışlarım gözlerinde kayboldu, içinde kendimi bile bulamıyordum. ''Bu kez kaçmadım.'' Diye fısıldadığımda gözlerini yumdu, dudaklarında bir gülümseme oluştu. ''kaçmadın.'' Tekrar eden fısıltısı beynimin içinde bir süre oyalandı. ''Bana, zamanı geldiğinde beni cehenneme göndereceğini söyledi.'' Dediğimde ellerinden birini ellerimden çekti ve saçıma uzattı. Gözleri yüzümde, saçlarımda, dudaklarımda, gözlerimde her zerremde özlemle gezindi. ''Senin için cehennemi yer yüzüne indiririm. Ne cehenneme göndermesi?'' Söylediği cümle dudaklarımı bir kez daha ısırmama sebep oldu. Elleri saçımdan dudaklarıma indi ve dudaklarımı dişimin arasından çekti. ''ama kendi canını yakmaya devam edersen göndermeyi düşünebilirim. Bu da günah sonuçta.'' Dudaklarımdan bir kıkırtı çıktığında onun da dudaklarında bir tebessüm oluştu. O sıra da aklıma beni kafede bekleyen tamamen unuttuğum Arkun geldiğinde gözlerim irileşti. ''Arkun'u unuttum. Öldürecek beni.'' Korel şaşkın bakışlarıyla bana baktığında anın içine nasıl ettiğimi fark ettim. ''Hay Arku- '' boğazını temizlediğinde dudaklarımı birbirine bastırarak gülmemeye çalıştım. Elini uzattı ve ''Gidelim öyleyse, çok sevgili Arkun'un yanına.'' Diye mırıldandı. Huysuzluğu sesine yansımıştı, hızlı adımlarla sokakları döndüğümüzde kafenin arkasından Suzan göründü. Ağlamıyordu ama her an ağlayacak gibi görünüyordu. Yaklaştığımızda hemen arkasında kalan Azra göründü. Eli Suzan'ın omuzundaydı ve yüzünde kızgın bir ifade görünüyordu. ''Sen Arkun'un yanına geç.'' Azra bizi gördüğünde öfkeyle Suzan'ın omuzundaki elini çekti ve bize doğru gelmeye başladı. Korel'in bakışları sertleşip bana Arkun'u işaret ettiğinde sessizce yanından ayrıldım ama adımlarımı bilerek yavaş atıyordum. ''Sen ne yaptığının farkında mısın? Annemi kızdırıyorsun üzerimize ateşler yağacak!'' Korel ona sert bir bakış attığında Azra yerine mıhlandı. Gözlerine baktığımda attığı bakışın sert olmakla kalmadığını cehennem ateşiyle harmanlandığını gördüm. Azra sesini kestiğinde Korel göz ucuyla bana baktı. O an elimden bir şey gelmedi, adımlarımı hızlandırarak Arkun'un yanına oturdum. '' Depoyu boşalttın herhalde? Böbrekleri de salmadın umarım.'' Huysuz bakışları üzerimde gezinirken ona yakalandığımın farkında olduğumu gösteren bakışlar attım. ''İblis hissettim.'' ''Nerede?'' ''Öldü.'' Dediğimde elleriyle çenesini sıvazladı. ''İçeride olmamasından belliydi.'' Diye mırıldandı ve önündeki sudan büyük bir yudum aldı. ''Hep böyle mi olacak bundan sonra?'' ''Sanırım.'' Yüzüm mahcubiyetle eğileceği sırada Korel'in söylediği gözümde canlandı. 'hiçbir zaman başını öne eğme.' Sanki elleri yine çenemde gibi hissettim, yüzüm eğilmedi. ''Erkan geliyor, ona bir şey söylemedim. Eğer söylemek istemiyorsan, bozma.'' Elimi elinin üzerine koyduğumda gülümsedi ama gülümsemesi biraz sonra soldu. ''Efnan, elim yanıyor.'' ''Ne?'' elimi çektiğimde elinin hafiften kızardığını görmemle gözlerim irileşti. ''Sen... nasıl?'' ''ben özür dilerim, çok canın yandı mı?'' endişeyle eline baktığımda kafasını sağa sola salladı. ''Bekle.'' Elimi tekrar tutmaya çalıştığında elimi çekiyordum ki yakaladı. ''Siktir.'' Ettiği küfür elini tekrar yaktığım için diye düşünmüştüm ama değildi. ''ne oldu?'' Yüzü çaprazıma kaydığında Korel'in yanımızdan geçtiğini ve içeri girdiğini gördüm. ''Korel yanındayken mi oluyor bu?'' ''Neden bahsediyorsun?'' Üst üste koyduğumuz ellerimizi gösterdi. ''Az önce beni yaktın.'' Bakışlarım yumuşayarak üzgünce eline kaydığında ''Az önce Korel buradan geçti.'' Diye ekledi. Bende şeytan ateşi yoktu, ben nasıl olmayan bir ateşle yakabilirdim. Korel'e sormak için merakla ayaklandığım sırada ''Ayakta karşılanıyorum, onur duydum.'' Diye bir ses duyuldu. Arkamı döndüğümde gelen Erkan tüm planımı bozmuştu. Ona sarılarak yerime geri oturduğumda içimden bir küfür savurdum. Hava kararmaya başlamıştı, Arkun gelen aramayla ayaklandığında Erkan bana döndü. ''Nasıl oldun?'' ''İyiyim.'' Gözleriyle yüzümü incelediğinde söylediğime ikna olmuştu. ''Sen?'' ''Yorgunum ve hala şaşkın.'' Sertçe yutkundu ve Arkun'un suyunu alıp kafasına dikti. ''Yarın hastaneye başlıyorum. Bugün işlemler tamamlandı.'' ''Hayırlı olsun, çok sevindim.'' Gülümseyerek ona döndüğümde Arkun telefon görüşmesini bitirmiş yanımıza gelmişti. ''Gitmem lazım, bir cinayet daha olmuş. Ekip beni bekliyor.'' Sözlerini söylediği tüm saniye boyunca gözleri bendeydi. Erkan bir küfür savururken bende bakışlarımı ondan kaçırdım. ''Siz yemek söyleyin, işim erken biterse gelirim yanınıza.'' Arkun bana yöneldiğinde sarılışına karşılık vererek kolumu boynuna doladım. ''Kendine dikkat et, sen benim tek kız kardeşimsin.'' Fısıltısı beni gülümsetirken ''Sende dikkat et.'' Diye fısıldadım. Geri çekilirken yüzündeki tebessümü görmüştüm. Erkan'la tokalaştıktan sonra arabasına yürümeye başladı. Gözüm arabasını ararken Arkun'un gittiği yönde arabayı buldum. Tabi arabanın önünde duran Azra'yı da görmüştüm. Azra'yı görmemle tüm kan beynime sıçrarken sinirle ellerimi yumruk yaptım. ''Sakin ol, sakin.'' Erkan'ın elini elimin üzerimde hissettiğimde bakışlarımı Azra'dan çekecektim ki bana döndü ve çok kötü bir bakış atarak göz kırptı. Nefret her zamankinden daha fazlaydı, nefret her zamankinden daha yakındı ve nefret her zamankinden daha sıcaktı. Cehennemden bile. Arkun ona aldırış etmeden arabaya binip gittiğinde yumruk yaptığım ellerimi açtım. ''Aç mısın?'' ''Evet.'' Derin bir nefes vererek Erkan'ın çağırdığı garsona sipariş verdim. Bakışlarım hala Azra'daydı. Suzan'ın yanına gitmişti. Korel ise etrafta görünmüyordu. Arkamdan bir araç sesi duyulduğunda gözlerimi ister istemez çevirdim. Gelen araç polis aracıydı, Sencer'in aracıydı. İçinden Sencer indi, beni gördüğünde yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oldu. Yanımızdan geçip giderken elinin göğsünün üstünde olduğunu gördüm Ah tabi! Bugün canı yanan tek Grim değildi, aynı zamanda Sencer'di. Üzgün bakışlarım arkasından onu izlerken Korel bir kapıdan çıktı ve adlandıramadığım bakışları üzerimde gezindi. Bakışlarım onunkiyle kesiştikten bir süre sonra gelen yemeklerle gözlerimi ondan çektim. Sencer ve Korel Azra'nın hemen yanına oturmuştu. ''Bu arada lisede öğretmenlik yapıyormuşsun. Bende sana hayırlı olsun diyeyim. Geç oldu ama.'' Sorun değil dercesine kafamı sallayarak tostumdan bir ısırık aldım. ''Lainlerle tanışıyor musunuz?'' ''Kimlerle?'' Erkan da tostundan bir ısırık alırken bana Sencer ve Azra'yı işaret etti. ''Lain kardeşlerle, Arkun'un flört ettiği kız ve abileriyle.'' Abileri... ben bu zamana kadar soy adlarını duymazken o nasıl bu kadar kısa sürede öğrenmişti? ''Evet, Korel de öğretmen.'' Kafasını aşağı yukarı salladı ve tostundan büyük bir ısırık daha aldı. Ben de tostumun kalanını yerken ''Eee sende var mı bir flört?'' diye mırıldandım. ''Yalnızlık en güzeli.'' Cevabına gülmeden edemedim. Erkan hiç değişmiyordu, sanırım bu gidişle gerçekten yalnız ölecekti. ''Sende? Var gibi geldi.'' Göz kırptığında bakışlarım Korel'e kaydı. Hissetmiş gibi bana döndü, belki de hissetmişti. Ben yüzümü çevirdiğimde o da arkasını döndü. Hepsinin arkası dönüktü. Suzan da bar kısmında görünmüyordu. ''Yok... Henüz.'' Yok derken bile dilimi ısırmıştım, ama var da denmezdi. Bu sadece doğa üstü bir bağdı. Nedense bunu söylemek boğazımda bir düğüm yarattı. ''Lavaboya gidip geliyorum.'' Erkan'ın kalkmasından bir süre sonra tanımadığım bir kız onun sandalyesine oturdu. Onun ardından Arkun'un oturduğu yere de başka bir adam oturduğunda irkildim. Sandalyeye sinerek oturanlara baktım. Yanıma kenardaki sandalyeler teker teker çekilmeye ve insanlar oturmaya başladığında korkuyla onlara baktım. Neredeyse çığlık atacaktım, çünkü tüm zerrem alev almaya başlamıştı. Aldığım nefes bile yakmaya başlamıştı. Bunlar insan değildi. Onlar silüetti. Allahım dört bir yandan kuşatılmışız.... Leza ve diğer kitaplarım hakkında paylaşımlarım için beni takip etmeyi unutmayın. Instagram ~ byzloey
|
0% |