Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@byzloey

Kaçtım, evet resmen kaçtım!

Ne yapacaktım, ölecek miydim dediği gibi nefessiz kalmaktan. Ya da hayal görüp görmediğimi sorgulayarak karşısında tam bir aptal mı olacaktım? Ellerim yanaklarıma gittiğinde aldığı alev düşündüğümden fazlaydı. Beni şaşkınlığa uğratması bir yana aynadaki görüntüm de alev aldığını belli eder şekilde kızarmıştı.

Son andan sonra evden resmen kaçmıştım, hem de hayatınızda duyabileceğiniz en saçma bahaneyle.

'Kahve makinesini açık unuttum.' tamamen kaçmak istiyorum demenin üstü kapalı haliyle.

Eve geleli tam kırk beş dakika olmasına rağmen yanaklarımdaki dinmeyen aleve küfürler yağdırdım. Umarım Korel beni buradan da duyabilme kabiliyetine sahip değildi. Perdeyi çekip Semum'un burada olup olmadığını kontrol ettim.

Sonuçta o da duyduğunu sahibine iletiyordu, bu durumda yine dudaklarımda ya da başka bir yerimde o alevi hissetmek istemiyordum, en azından dudaklarım hariç.

''Eee, ne zaman dinecek bu?'' söylenerek mutfağa ilerledim, dondurucudan iki tane buz çıkardım ve yanaklarıma yerleştirdim. 'Şeytan ateşinin buzla söneceğini düşünmek mi?'

İçime tam bir Korel kaçmıştı, aptallığıma gülümsedim.

Gözlerim masanın üzerinde duran dedemin günlüğüne kaydığında her şeyi bilmenin verdiği rahatlıkla yazılanları anlayabileceğimi düşünerek masaya ilerledim. Buzlardan birini masanın üzerine bırakırken diğerini yanağımda tutmaya devam ederek masanın üzerindeki deri defteri alıp yatağıma oturdum, defterin herhangi bir sayfasını açıp okumaya başladım. Sanırım beni köprü konusunda bilgilendirebilecek biri varsa o kesinlikle dedemdi. Benden önceki köprü olarak.

Defterin muhtemelen yarısından daha önceki sayfalardan birinde durdum, yine altında bir sürü karamalar vardı. Cesetler, silüetler, boynuzlar ve daha niceleri...

İlk kez bir günlüğünde sözün aksine kendi diliyle anlattığı yazılara denk geldiğimde kaşlarım belli belirsiz çatıldı. Sonunda dedemin ne kadar şey bildiğini ve nasıl baş ettiğini ondan dinleyebilecek öğrenebilecektim.

'Günlerden 11 Mart. Köprü nedir, şeytan kimdir, yaşamamın amacı nedir her şeyi öğrendiğim ve şeytanı resmen hissettiğim ilk gün. Şeytanın yer yüzüne doğduğu gün. Gözlerinin renkli olması beni şaşırttı, cehennemin karanlığını taşır içinde alevler olur sanıyordum. Ama yanılmıştım, mavi gözlere sahipti, yer yüzünde cehennemi yansıtmayan bir duruşu ve bir görünüşü vardı. Belki de insanlar arasında bu şekilde kamufle olmak daha kolaydı. Çünkü ben de her insan gibi şeytan denildiğinde karanlık ve sert duruşlu korkutucu birini hayal etmiştim. Esmer, kara kaşlı ve kara gözlü. Korkutucu ve ürkütücü bir sima beklemiştim. Aksine herkesin dikkatini çekebilecek bir güzelliğe ve gözleriyle kendine hapsedebilecek bir zarifliğe sahipti. Başta her yerden geldiğini hissettim bu sıcaklığın. Şeytandan geliyordu ama şeytan her yerdeydi, en azından ben öyle sanıyordum. O ise bana yanlışımı göstermek için gelmiş gibi karşıma oturmuştu. Benimle sohbet etti, bu karanlıkta parlayacak kadar temiz olduğum için bana saygı duyduğunu söyledi. O bir şeytandı, ama şeytana hiç benzemiyordu.'

Gözümü defterden kaldırdım ve mezarlıkta Korel ile yaptığım konuşmayı hatırlamaya çalıştım. Toprak altında akrabası olmadığını ama saygı duyduğu insanlar olduğunu söylemişti, şimdi anlıyordum demek istediğini.

Sayfanın soluna döndüğümde bir mezar gördüm, mezarın üstünde isim yazmıyordu. Baş ucunda bir kuzgun duruyordu. Tek anlaşılan buydu.

Resmin üstünde kalan yazıları merakla okumaya başladım. 'Bir rüya gördüm, bir kâbus. Yıllardır çocukları olmayan oğlum ve eşinin hamile olduğunu öğrendikten hemen sonra görmem tesadüf gibiydi. Sonra rüyayı bir kez daha gördüm, fark ettim ki ilk gördüğümde birçok şeyi hatırlamamışım. Çünkü torunumun babası kızımın eşi değildi ve torunum olması soyumun devam etmesi anlamına geliyordu ve soyun devam etmesi de bir sonraki köprünün o olacağını gösteriyordu. Küçücük bir çocuğun boynuna bunca yükü vermek çok acımasızca.

Peki hangisi daha kötü, bu dünyaya hiç gelmemesi mi?

Yoksa boynunda cehennemle cennetin anahtarını tutması mı? '

Kanım dondu, kelimenin tam anlamıyla dondu. Yanağıma tuttuğum buz sertçe yere düştüğünde sesle irkildim. Ardından elimden defter düştü, sadece kanım değil kalbim de donmuştu.

Babam... gerçek babam değil miydi? Ben gerçek babamı tanımıyor muydum ve dedem beni öldürmeyi düşünmüştü, ne kadar hala hayatta olsam da beni öldürmeyi düşünmüştü. Hem de hayatta en sevdiğim insan diyebileceğim kişi, sebebi her ne olursa olsun. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bedenimin soğukluğunun aksine onlar sıcaktı çünkü.

Bu soyun nasıl devam ettiğini açıklıyordu, annemin neden benimle beraber babamın soy adını almadığını da açıklıyordu. Bunun tercih meselesi olduğunu söyleyerek beni kandırmıştı. Dedem babamın mezarına bile bizim soy adımızı yazdırmıştı. Bunlar tercih değildi, onların işlediği bu günah soyun devam etmesine sebep olmuştu. Dudaklarımı ısırırken dolan gözlerimi sildim. Babamla o kadar yakın olmadığıma sanırım ilk kez seviniyordum, çünkü şimdi kalbimde oluşan ağrı bile canımı yaktıysa yakın olduğum zaman muhtemelen beni öldürürdü.

Gözlerimin önünden babamla olan sayılı ve hatırladığım anılar geçti.

Korel bunları biliyor muydu? Annemin nasıl hamile kaldığını biliyor muydu?

Dedemin ölümüyle de alakası olmadığını söylemişti.

Cehenneme yollamayacağını da söylemişti.

Teknik olarak hala göndermemiş olması sözünün doğruluğunu kanıtlıyordu ama içimden bir ses bu konuda Korel'e güvenip güvenmemek arasında oldukça kararsızdı. Dedemi öldürmek için bu yeterli bir sebep miydi? Beni yıllarca bekleyen adam, beni öldürmeyi düşündüğü için dedemi öldürmüş olabilir miydi?

Peki ya en kötüsü hangisiydi?

Babamın gerçek babam olmaması ve gerçek babamın hala hayatta olabilme ihtimali mi?

Babam annem yerine beni büyüten adamın, ismimi koyan adamın henüz doğmadan beni öldürmeyi düşünmüş olması mı?

Yoksa âşık olmaya başladığım şeytanın onu öldürmüş olabilme ihtimali mi?

Bedenim titredi. Kendi inandığım gerçeklerle değil, bilinmezliğin verdiği duyguyla titredi.

Yere düşen buz ayak uçlarıma erimeye başlayan suyu yaymaya başlamıştı, Defterin de kenarı muhtemelen ıslanıyordu. Bense hala gözlerim boşluğa dalmış dolu şekilde düşüncelerimde boğuşuyordum.

Gözümden akan yaş yerde birikmeye başlayan suya düştü. Burnumu çektim ve gözlerimi silip defteri yerden aldım. Kendimi teselli etmek için her türlü düşünce aklımda yankılanıyordu.

Sen daha doğmamıştın Efnan

Senin hiçbir şeyden haberin yoktu Efnan

Seni korumak istemiştir Efnan

Onun çektiğini çekme diye öyle söylemiştir Efnan.

Derin bir nefes aldım, devamını titremeye başlayan elime aldırmadan okumaya devam ettim. Tam tahmin ettiğim gibi, defterin kenarı ıslanmıştı.

'Kıyamadım, henüz doğmamış sabiye kıyamadım. Canımdan birine kıyamadım. Doğmadan hissettim onu, kıyamadım. Kız olacakmış, bu haberi aldığımda ağlayacak kadar sevindim. Belki ağladım da sahi ne önemi varsa... Çok güzel bir isim düşündüm. Efnan, cennetteki güzel gözlü kız. Belki yer yüzüne geldiğinde köprü olacak olabilir ama benim için o hep cennette olacak. Eğer gidebilirsem onu orada bekleyeceğim. Ömrüm az kaldı, bunun farkındayım hissedebiliyorum. Ölümü hissedebildiğimi biliyordum ama kendi ölümümü hissedebileceğimi hiç düşünmemiştim. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilmiyorum, sanırım bunu öldükten sonra öğreneceğim. Her şey gibi bunu da öğrendiğimde geç kalmış olacağım.'

''İnanamıyorum... kendi ölümünü mü?'' gözüm alttaki mezar taşına kaydığında şimdi nedenini anlamıştım. Dedem öleceğini hissetmişti.

Defterin en arka sayfasını açtım.

Koca sayfada yazan tek cümle vardı.

'Efnan'ım, sana bıraktığım bu yükler için affet. Elimden geleni yaptım ama iblislerin temizlenmesi için ömrüm yetmedi, sana tek bırakabileceğim şey bir yol. O yolu sana çizdim, hem de her zerresiyle. Seni götürdüğüm parkta, kaydırağın hemen altında seni bekliyor. Seni cennette bekliyorum güzel kızım, cennete gideceğimi nerden bildiğimi sorarsan sana köprü hakkında en önemli bilgiyi vereyim. Köprü sadece öleceğini değil ölmeden önce nereye gideceğini de hissedebiliyor. Beni fazla bekletme cennette seni bekliyorum.'

Defteri yatağımın üzerine bıraktım ve ağrıyan şakaklarımı ovmaya başladım. Köprü nasıl bu kadar şey bilebilir hissedebilirdi. Ben neden hiçbirini hissetmiyordum. Sıkıntıyla derin bir nefes verdim.

Korel bana bunlardan bahsetmemişti, hem de hiçbirinden. Kaşlarımı çattım ve ayağa kalkıp üzerime ceketimi geçirerek odamdan çıktım. Eğer son sayfada bile böyle bir bilgi varsa dedemin bana hazırlamış olduğu hızlandırılmış köprü olma ders defterinde daha niceleri vardır diye düşündüm.

Sanırım gerçekten ne olduğumu bana anlatabilecek tek kitap oydu. Ne kütüphaneden çaldığım kitap ne Korel ne de başka bir şey bana kendim hakkında bir şey söylemiyordu. En azından söylenmesi gerekenleri söylemiyordu.

Korel'e bunların her birini sormalıydım, biliyor muydu? Yine mi benden bir şeyler saklıyordu? Dahası var mıydı?

Büzüşen dudağım ve dolan gözlerime aldırmadan otelden çıktım. Kimseyle göz teması kurmamıştım bile, hızlı adımlarla otelden çıkar çıkmaz koşmaya başlamış dedemin beni götürdüğü parkın yolunu tutmuştum.

Görmek istemeyeceğim okumak istemeyeceğim yazıların ve resimlerin olması beni ürkütüyordu, içimde korku esintileri fink atıyor beni nefes nefese bırakıyordu.

Hayatımda hiçbir zaman kalbimin kırılma noktasında çarptığını hissetmemiştim. Şimdi ise çatlamaya başlamış kalbimin gürültüsü dışarıdaki tüm gürültüyü bastırabilecek güçteydi.

''Bunlar en kötüsü olsun.... Bu duyduklarım en kötüsü olsun.'' Parkın köşesine vardığımda kaydıraktan kayan çocuğa baktım. Hemen yanında annesi onu izliyordu, kadın bana döndüğünde yutkundum.

Masada yanıma oturanlardan biriydi, gözleri tamamen karanlıkla kaplandı ve ardından şaşırtıcı hızla tekrar beyaza döndü. Tekrar yutkundum, uçarak omuzumun üzerinden bir kuzgun geçti ve kaydırağın başına kondu. Gözleri bana döndüğünde her zamanki gibi yine kafasını eğdi.

İblis çocuğunu aldı kucağına, çocuk bana döndüğünde onun da gözleri simsiyah oldu. Küçücük bir çocuğun bile içine nasıl girebilirlerdi? Bu nasıl bir canilikti?

Dişlerimi sıktım, Semum iblis uzaklaşana kadar oradaydı. Ben dikildiğim yerde onları izlerken iblislerin gitmesiyle Semum da uçtu gitti. Yavaş adımlarla etrafımı kontrol ederek kaydırağın altına doğru yürüdüm. Dakikalardır duraksamış olmama rağmen hala koşarken kaybettiğim nefesi telafi edememiştim.

Dakikalar sonra eğildim, kaydırağın altını tırnaklarımla kazmaya başladım. Toprak kokusu burnuma doldu, etrafta gezinen minik karıncalar görüş alanıma girdi. Umurumda değildi, hırsla ve içimdeki korkuyla daha hızlı kazmaya başladım. Korktuğum şey başka varlıklar ya da doğa üstü şeyler değildi, korktuğum şey doğru sandığım yalanlardı.

Neredeyse on dakikadır durmadan kazdığım toprağın altında elim bir sertliğe çarptı, bulmuştum. Defteri topraktan çıkardım, etrafını temizledim. Oturduğum yerde defterin ilk sayfasını açarak titreyen elimi defterin üzerine koyup parmağımla yazıları takip etmeye başladım.

'Güzel kızım, güzel gözlüm. Bu defteri umarım hiç bulmamışsındır ama eğer bulduysan şeytanla ve avcıyla tanışmış olmalısın. Sana seni öldürmeyeceklerini koruyacaklarını söyleyecekler, eğer çığlık atabilecek gücün yoksa buna inan ama eğer o güce sahipsen en son inanacağın kişiler onlar. Çünkü ikisi de bir hizmetkar, ikisi de onlara verilen emirleri uygulamak zorunda. Ben güvendim çünkü ben tehlikede değildim ama sen öylesin.'

Arka sayfayı çevirdim.

'Silüetler seni onlardan korumak isteyecek, gerçeği öğrenene kadar onların seni korumasına izin ver. Sen onların niyetlerini anlayabilecek güce sahipsin. Gerçeği öğrendiklerinde ve seni aramaya başladıklarında bunu hissedeceksin. Koca dünya da teksin biricik kızım. Kalabildiğin kadar temiz ve hayatta kalmaya çalış.'

Korel bana yalan mı söylemişti, yoksa dedeme mi yalan söylemişti? Hangisine inanmalıydım?

'Şeytan köprüye bağlı ve senin hizmetkarın ama unutma Lilith'e senden daha bağlı. Lilith güçlü bir insan arıyor, seni isteyecek kızım. Şeytanın seni cehenneme götürmesine izin verme.'

Yanımdaki kıpırtıyla gözlerimi defterden çektim ve soluma döndüm. ''Bana efendini çağır.'' Semum gözlerime baktı, anlamış şekilde kafasını eğdi ve tekrar uçtu. Dişlerimi büyük bir güçle sıktım.

Ben dedemin dediği gibi kaçacak bir insan değildim. Doğrular ya beni dakikalar sonra cehenneme götürecekti ya da dakikalar sonra içimi rahatlatacak ve hayatıma devam etmeme sebep olacaktı.

Gözümü tekrar deftere çevirdim ve okumaya devam ettim.

'Lilith yer yüzüne bir iblis gönderecek, adının Grim olduğunu duydum. Ben hayattayken çıkma gereği duymadı, çığlık gücü olan bir köprü arıyor. Eğer seni bulursa sana yaklaşmasına izin verme, seni zayıf noktandan vurmasına ve çığlık atabilmen için üzerine gelmesine izin verme. Çünkü istediği bu.'

Dudaklarımı ısırdım, zayıf bir noktam kalmamış görünüyordu. Beni tek vuracağı geçmişimdi.

''O çoktan yer altına geri döndü dede...'' diye mırıldandım. Korel sayesinde dönmüştü, Korel beni ondan kurtarmıştı.

Peki ya Lilith'den?

''Seni kendimden koruyabiliyorsam, Lilith'den de koruyabilirim.'' Arkamdan gelen sesle gözlerimi defterden çektim. Bu kadar hızlı gelmesini beklemiyordum ama gelmişti. Defteri kucağıma bıraktım.

''Yine bana yalan mı söyledin?''

''Hayır, yine senden bir şey sakladım. Yine senin iyiliğin için.'' Kafamı sağa sola sallayarak defteri elime aldım ve ayağa kalktım, yüzümü ona döndüm. Elleri cebindeydi, siyah üstü ve gri pantolonuyla yine ciddi bir görüntü veriyordu.

''Bana doğru söyle Korel, kime hizmet ediyorsun. Sen kimin hizmetkarısın?'' dudaklarında tebessüm oluştu. ''Senin.'' Söylemekten gurur duyuyor gibi görünüyordu. Gözlerindeki parıltıları görebiliyordum.

''yer yüzünde benim, ya yer altında?''

''Yer altında değiliz.'' Diyerek elini cebinden çıkardı. ''Peki annen ölmemi isterken sen ne yapacaksın? Ona hizmet edip onu mu dinleyeceksin yoksa söylediğin gibi bana hizmet edip beni koruyacak mısın?'' Defteri tutan elim yine titremeye başladığında ellerimi arkama çektim.

''Saklamana gerek yok.'' Dedi ve bana doğru ilerledi.

''Bana inanmıyorsun.'' Cevap vermedim. Bir yanım güvenirken diğer yanım sorgulamaya ve güvensizlik oluşturan şeyler kafamda bas bas bağırmaya devam ediyordu. Kafasını aşağı yukarı salladı ve bana doğru yürüdü.

Tam önüme geldiğinde dizini kırarak eğildi ve önümde diz çöktü.

''Şeytan... tanrıçanın hizmetkarıdır. Her daim Maniam.'' Gözleri gözlerime çıktığında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, yutkundum. Defter elimden gürültüyle düştü.

Elini kırdığı dizinin üzerine yaslamıştı ve yüzünde gururdan memnuniyetten bir damla bile azalmamış bir ifade vardı. Gözlerindeki cehennem ateşi parıltıyla karışık bakıyordu.

''ama şeytan... bir insanın önünde diz çökmez...'' tebessümü genişledi. Neredeyse dişlerini görebilecektim. ''Şeytan olarak... bir insanın önünde diz çökmeyi hiç bu kadar istememiştim.''

O an tüm dünya durdu, tüm varlıklar ve var olmayanlar.

Belki cehennemin ateşi, belki cennetin nefesi, belki de dünyanın akışı. Her şey o anda gözümde gölgeden ibaret görünen şeytanın önümde diz çökmesinden ibaretti.

Bana aşkla, bağlılıkla bakmasından ibaretti.

Üzerindeki kıyafetler gitti, her yeri gölgeyle şekilsiz bir hal aldı. Gözleri yine ateşle sarılmıştı ve bana parıldayarak bakıyordu.

''Benden korkuyor musun Efnan?'' elimi gölgenin içine uzattım. Onu insan olmayan vücudunda bile insanmış gibi hissetmeye çalışıyordum çünkü diğer türlüsünü aklım almıyordu.

Elimi gölgenin içine uzattığımda gözleri elime indi. Teni gölge olsa da hala sıcaktı, elim kızardı ama acımadı.

Ateşi beni yakmıyordu.

''Ateşim herkese zarar verir, herkese... Bir tek seni yakmaz benim ateşim.'' Dedi daha önce söylediği repliği tekrarlayarak. Doğruydu, ateşi herkesi yaksa da beni yakmıyordu.

Artık ona dokunduğumda canım yanmıyordu. Artık ona dokunduğumda sadece onu hissediyordum.

''Babamın... gerçek babam olmadığını biliyor muydun?'' diye mırıldandım elimi yavaşça geri çekerken. ''Biliyordum.'' Bedeni yavaşça tekrar insan bedenine dönüşmeye başladı. ''Soyu devam etmesi yaptıkları günahın bedeliydi.'' Dediğinde titreyen çenemi ondan saklayamadım. ''Neden cezasını ben çekiyorum?''

''Çünkü ödülünü de sen alacaksın:'' gözlerim parıltıyla ona baktığında elini çeneme koydu. ''Ölümümü ve öldükten sonra nereye gideceğimi hissedebiliyormuşum.'' Söylediklerime karşı kafasını salladı ve titreyen çenemi okşadı. ''Sence bende dedem gibi cennete mi gideceğim?''

''Bilmem. Umarım...'' dediğinde durdu, dudaklarını birbirine bastırdı.

Eğer gidersin deseydi yer yüzünden silindiğimizde ayrılacaktık, eğer gitmezsin deseydi beraber olacağımız yer cehennem olacaktı.

Susmasının nedeni kalbimi sızlattı. Çünkü ikisi de bize zarar veriyordu.

''İnsanlar gelip geçicidir bu dünyada, hiçbir insan için üzülme. Ne geçmişte kalanlar ne de gelecekte hayatına girenler için.'' Eli çenemden yanağıma çıktığında gözleri yere düşen deftere döndü. ''Aklını karıştıran orada yazanlardı değil mi?''

''Evet.'' Elini yanağımdan çekti ve eğilip defteri alarak tekrar bana uzattı.

''Devamını okumamışsın.''

''Devamın da ne yazıyor?'' deftere gözüm kaydı, yine de bir şey söylemedim. Eğer doğru söylüyorsa bunu zaten görecektim, eğer yalan söylüyorsa dedemi dinleyerek kaçabildiğim kadar kaçacak hayatta kalabildiğim kadar kalacaktım. Belki de dedem gibi Cennete gider orada ona kavuşarak bu ızdırabın ödülünü alırdım. Belki de cehenneme gider orada işlemediğim günahların cezasını çekerdim.

Tek işlediğim günah doğmak olurdu, çünkü ben doğmasaydım Köprü de olmayacaktı.

''Sen olmasaydın ben de yarım kalacaktım. Birbirimize olan bağlılığımızı unuttun mu?''

''İçimdeki düşünceleri hissedememenin bir yolu var mı?''

''Yakınında olmamam?'' derin bir nefes verdim ve baygın bakışlarla ona baktım.

''Devamında ne yazıyor?'' ısrarcı soruma karşılık elini ilerdeki banka uzattı. Ellerimi sonunda tamamen önüme çektiğimde kaşları belli belirsiz çatıldı. ''Acıdı mı?'' gözlerini indirdiği elime baktığımda üstünün soyulduğunu gördüm.

Hiçbir şekilde hissetmemiş, fark etmemiştim. ''Pek sayılmaz. Görene kadar fark etmedim.'' Elini uzattığı banka doğru yürürken defteri sıkıca tutmayı ihmal etmedim.

Şu an olmayan kolyemin yerine tek dayanağım oydu çünkü.

''Deden bana hiç bağlanmadı, o yüzden köprü ve şeytan arasındaki bağın neye benzediğini tam olarak bilmiyor. Eğer tam olarak bilseydi onun yer altını birbirine katacağımı da bilir sana ona göre başta yönlendirme yapardı.''

''Neden onla kuramadığın bağı benimle kurabildin?''

''Çünkü sende çığlığın gücü vardı. Annen ilk hamile olduğunda bunu hepimiz biliyorduk.''

''Nasıl?'' gözlerim merakla onun yüzünde gezindi. Çünkü daha önce bahsi hiç geçmeyen ve konusu hiç açılmamış birçok sır gün yüzüne çıkıyordu.

''Her çığlık bir çığlıkla gelir. Sen annenin karnına düştüğünde annen acıyla bir çığlık atmıştı, o çığlık yer yüzüne çıkan tüm iblislerin kulağını kapatacak kadar şiddetliydi.''

''Annem mi?''

''Aslında annen aracılığıyla senindi. Herkes yıllardır seni bekliyordu, ben daha sen doğmadan sana bağlanmıştım.'' Kolunu sıyırmaya başladığında gözüm açık renk tenine döndü.

İnsan bedeni fazla kusursuzdu.

''Anneme mi sana mı hizmet ettiğimi sormuştun.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Koluna diğer eliyle baskı uygulamaya başladığında yüzünü buruşturdu. ''Siktir siz bu yanık acısına nasıl dayanıyorsunuz?''

Kolundan gelen sesle kaşlarım çatılırken elimi onunkine refleksle uzatmış engel olmaya çalışmıştım ama o çoktan tüm tenini yanığa çevirmişti.

Bedeninin üzerinde birbirini tamamlayan bir sürü damgalar vardı. Şekli tarif edilemezdi ama tüm bedenini kolundan omuzuna kaplıyordu. ''Bunlar annemin ona itaatsizliğim sonucu verdiği ufak bir hediye. Şeytanın üzerinde bıraktığı bir iz.''

''Hangi itaatsizliğin.''

''Seni ona getirmemi istedi, ilk doğduğun andan beri. Götürmedim, bana zaman vermişti.''

''Ne zamanı?'' kolunu kapatmaya başladığında teninin iyileşmeye başladığını gördüm. Bu inanılmazdı.

Bir de terzi kendi söküğünü dikemez derler.

''Seni ona götürmeyeceğimi anladı. Sen gücünü toplayamadan, o raddeye gelmeden önce götürmem gerekiyordu. Verdiği zaman senin gücünü toplamana bağlıydı.''

''Nasıl toplayabilirim ki?'' kirlenmiş elimi avucunun içine aldığında içime ateşin yayıldığını hissettim. ''Benimle toplayabilirsin... Aynı geçen gece yaptığın gibi.''

Anlamamış ifademe karşı güldü, dişlerini tekrar görmek içimi soğutuyordu.

''Arkun'un elini yaktığın gece, öpüştüğümüz gece... Benim yakınımda olduğunda tamamlanabilmek için birbirimizi dengelemek zorundayız. Sen gücünü benden alıyorsun, bende senden.''

Arkun'un elini yaktığım gece... onun yanındayken oluyor sanmıştık...

Onun yanında olduğumdan değildi, onun içindeki ateş bana geçtiğindendi.

''Bende mi artık... dokunduklarımı yakıcam?''

''Sadece benim yakınımdayken. Senin ateşin bizimki gibi kontrol edilebilir bir ateş değil o ateş seni güçlendiren şey. Ben her yanında olduğumda bu ateş kontrolsüz bir hal alıyor.'' Neden herkesin beni tehlike olarak gördüğünü anlayabiliyordum. Çünkü benim her zerremde onlara zarar verebilecek şeyler vardı.
Sesimde, dokunuşumla, hissedişimde...

Ben sadece kasabama geri dönmek isteyen bir kızdım. Her şey bundan ibaretti, öyle kalmalıydı.

''Gelmek kaderinde vardı. Bugün olmazsa yarın olacak kaçınılmaz bir gerçekti.'' Öyleydi, Korel kaçınılmaz bir gerçekti.

Kaçmak istediğim o değildi, hiçbir zaman da o olmamıştı. Kaçmak istediğim şey iblislerdi, Azra'ydı, Grim'di.

''Azra başınıza ateşler yağacağını söylemişti. Annenin verdiği süre dolduğu için mi? Beni götürmen gerektiği halde götürmediğin için mi öyle söyledi?''

''Evet.'' Umuyordum ki başımıza ateş yağma konusu mecazi anlamdaydı. Gerçi Lilith ve Azura'nın pek esprili varlıklar olduğunu düşünmüyordum ama bir yanım korku içinde buna inanmak istiyordu.

''Zamanım doldu.''
''Ne zaman?'' yüzünü bana aniden yaklaştırıp dudaklarıma bir öpücük bıraktı. Geri çekilse bile hala dudağı dudağıma temas edebilecek yakınlıktaydı. ''Seni ilk öptüğüm zaman.''

Fısıltısı bedenimi delip geçerek içime işledi. ''Çünkü sana son noktayı ben koydum. Öpücüğümle son kalan fitili ateşledim.''

''Neden yaptın? Annen beni bu kadar isterken?'' geri çekilmemesi yetmiyormuş gibi dudaklarını ısırdı. Bilerek yapıyordu, kesinlikle bilerek yapıyordu.

''Daha önce de söylediğim gibi, ben seni daha çok istiyorum.'' Bu kez dudaklarımı ısıran bendim. Hem de içine kadar, ama kanatmamaya özenle dikkat ediyordum çünkü bir daha dudaklarımda yanık acısını hissetmek istemiyordum.

''Eğer cehenneme gidersek... Ne olacak? Ben yanacağım sende izliyor mu olacaksın?''

''İşte tek bilinmeyen nokta... Sen cehenneme inersen ceza çekmeye mi ineceksin yoksa başka bir yere mi onu kimse bilmiyor... Annemden başka.'' Harika!

Sanırım günün en güzel haberi.

Saatin geç olmasından dolayı esen rüzgâr bedenimde bir titreme dalgası yarattı. Bugün duyduklarım ve gördüklerim beni öyle bir şaşkına öyle bir dalgınlığa maruz bırakmıştı ki dışarıdan gelen her şeyi daha yeni hissediyor gibiydim.

Esen soğuk rüzgârı, elimin sızlamasını, uzaktan gelen havlama seslerini...

''Peki ya gerçek babam... Onu...'' Sorumu tamamlamadan cevabını kafasını sağa sola sallayarak verdi. ''hiçbir fikrim yok. Özdal soyu annenden gelen bir soy.''

O yüzden bilebileceği her şey anne soyumla ilgili... ''Anlıyorum. ''

''Annen sana hamile kaldığında buraya inmiştim. Sanırım o zaman babanı gördüm.''

İçimde bir şeyler kıpırdandı. Merak içimi kemiriyordu, burnumun direğinin sızladığını hissettim. ''Nasıl...bir adamdı?''

''Kendi halinde, sanırım sağlıkçıydı. Üzerinde formayla gördüm. Günahkâr ,biri değildi, tek günahı zinaydı. Esmer ve güler yüzlüydü, kaş ve göz yapını ondan almışsın. Saç ve göz rengin ise annenin aynısı.''

''Annemle tanışıyor muydun?'' kafasını gülümseyerek salladı. ''Deden henüz senin üvey babandan olmadığını öğrenmeden hemen önce tanıyordum. Sonrasında aralarında uzun bir süre gerginlik oldu. Deden eskiden beni sık sık eve davet ederdi.''

''Aklını kaçırdığını söylediklerinde inanmalıydım.'' Söylediğim ona kahkaha attırdı. ''Deden ona zarar vermeyeceğimi biliyordu, köprüler kendine zarar verip verilmeyeceğini hissedebilirler.''

Aynı dedemin de yazdığı gibi...

''Sana ilk oyuncağını ben almıştım eve son gelişimde. İyi ki de almışım.'' Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken dudaklarımda aralanmış hafif bir gülüş kaçırmıştım. ''İnanmam.''

''İlk çocuk hediyesi alan bendim. Pembe iki tane ev var evlerin arasında da bir köprü ama o evler söküp takılabiliyordu. Sevmediğini söyleyemezsin parkta hep onunla oynuyordun.''

''Sen...'' dudaklarımdan bir kahkaha koptu. ''O oyuncak durmuyor ama artık... Kaybettim.''

''Kaybetmedin, parkta unuttun. Bende onu eve götürdüm.''

''Sende mi?'' kafasını aşağı yukarı salladığında bankta ona daha çok yaklaştım. ''Odamda duruyor.''

''Ama geldiğim süre boyunca hiç görmedim.''

''Çünkü dolabın içinde. Sen hiç şeytanın odasında pembe oyuncak ev gördün mü?'' bir kez daha dudaklarımdan kaçan gülüşe engel olamadım.

''Daha önce şeytan gördüğümü sanmıyorum.''

''Ben de daha önce senden daha güzel bir şey gördüğümü sanmıyorum...''

Korel bu aşk böceği hallerin alışkanlık yapacak, şeytansın sen kendine gel...

Bu kadar aşklı sahneler yeter diye düşünüyorum, dibini şu anlık sıyırdık. Artık gelelim cehennemi yer yüzüne indirmeye...

Hazır mısınız? Yerin altını üstüne getiricez...

Ama sonraki bölümlerde.

Lütfen sövmeyin :)

Bölüm hakkında paylaşımlarım için takip etmeyi unutmayın

Instagram - Byzloey

 

Loading...
0%