Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@byzloey

Bu bölüm @remKlocu 'ya ithafen yazılmıştır. Yanımda her zaman desteğini esirgemediğin için sana minnettarım. Bölüm sana benden ufak bir hediye, beğenmen dileğiyle.

Ne diyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Bir şeytana ne diyebilirdiniz size iltifat ederken? Siz ne derdiniz bilemiyorum ama ben dudaklarımı bile kıpırdatamadım, resmen dilim tutuldu.

''İnsanlar böyle şeyleri seviyorlar sanıyordum, yer yüzünde herkes böyle iltifatlar ediyor.'' Diye mırıldandı dudaklarını birbirine bastırmadan tam beş saniye önce.

Ben yine cevapsız şekilde yüzüne bakarken burukça gülümsedi, neden dudaklarımı kıpırdatamadığım hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Konuşma isteği içimde fink atıyordu ama gelin görün ki dudaklarım mühürlenmiş gibiydi.

''Daha fazla üşüme, gidelim mi?'' Kalkıp elini bana uzattığında gözlerim gözlerinden uzattığı eline kaydı. Aptal gibiydim, bu az bile kalır aptalın önde gideniydim.

Dudaklarımı ısırarak uzattığı eli tuttum ve beni nazikçe kaldırmasına izin verdim. Defter hala diğer elimdeydi, yavaşça yürümeye başladığımızda gözüm etrafta arabasını aradı. Bu kadar hızlı gelmesini arabayla gelmesine yormuştum ama görünen o ki Semum gibi o da ortadan kaybolarak gelmeyi tercih etmişti.

''Geldiğimde burada iblisler vardı... Semum'u görünce gittiler.'' Diye mırıldandığımda gülümsedi.

''Yakınında olmalarını istemediğini söylemiştin.''

''Sende istemezsen olmazlar demiştin, teşekkür ederim.'' Dedim onun gibi gülümseyerek. Yanımda olmadığı her an bile gözleri üzerimdeydi ve bu hoşuma gidiyor kendimi güvende hissettiriyordu. Çünkü bedeni olmasa da gölgesi her zaman arkamdaydı.

''Nerede olmama ihtiyacın olursa orada olurum Efnan. Arkanda, önünde ya da yanında. Ne zaman, nerede istersen.'' Yüzümü ona döndüğümde gözlerindeki alevlenme karanlıkta parıl parıl parlıyordu.

Herkesin gördüğünde kaçabileceği bu korkunç görüntü beni ise sadece gülümsetiyordu. ''Sanırım silüetler peşimi bırakmayacaklar...''

''Öyleyse her daim yanında olmama mı ihtiyacın var?'' kaşları belli belirsiz kalktı, dişlerini dudaklarına geçirip umut dolu bakışlarını benimkilere çevirdi.

''Öyle görünüyor...'' cevabıma sesli güldü. Bu gülüşü yakalayamayacağım kadar kısa sürmüştü, buna üzüldüm. Nadir çıkan gülüşünü görmek isterdim, karanlığı bile aydınlatacağına emindim.

''Eğer bana karşı şüphe duymayacaksan ve seni korumama izin vereceksen her daim yanında olacağım. Şimdiye dek olduğum gibi.''

''Ya yine sana olan inancım sarsılırsa?'' öyle sesli ve derin bir iç çekti ki, bir an çekmediği her anın acısını çıkarıyor diye düşündüm.

''Yine korumaya devam ederim, buna mahkumum ama kendi isteğimle. Sadece senin güvende olduğunu hissetmemen beni daha çok şeytana dönüştürebilir.'' Anlamsız bakışlarım alevlenen gözlerine kaydığında ''Nasıl yani?'' diye mırıldandım.

''Sen benim ruhuma bağlısın Efnan. Senin hissettiğin her şey bende de gelişir, ben şeytanım benim duygularım olmamalı. Ama sen... ruhuma duyguları öğretiyorsun. Benim hislerim senden ibaret, Korkarsan korkar, öfkelenirsen öfkelenirim. Eğer seversen... Bende severim.''

Yürürken son cümlesinde parmak uçları benimkine çarptı. Affedersin, çarpmadı. Bir damla ateş aktarımı parmak uçlarımdan vücuduma yayıldı.

Bilerek yapıyordu, kesinlikle bilerek yapıyordu!

''Yani sen... bana bağlı olduğunu söylerken her şeyinle bağlı olduğunu mu kastettin.'' Kafasını aşağı yukarı salladı.

''Bedenimle, ruhumla, içimdeki ateş bile sana bağlı. Şeytanı söndürebilen ve tekrar alevlendirebilen sadece iki kişi var. Biri Lilith...''

''Diğeri ben miyim?'' duraksayan adımlarım onu da duraksattı. Şaşkınlık bedenimde ateş parçası gibi dalgalandı. Bu kadar büyük bir rolüm olmasına rağmen ben nasıl kendimi bu kadar normal hissediyordum?

İçimdeki ateş geçiciydi, ölümlerin acı veren hisleri ve tüm kasabanın ruhunu hissetmem geçiciydi.

Tek kalıcı olan şey Korel'e karşı sıcaklayan bedenimdi.

''Sensin.'' Beni onayladıktan sonra parmak uçları tekrar parmak uçlarıma çarptı. Bilerek yaptığını söylemiştim! Beni kışkırtıyor.

Otelin ışıkları uzaktan gözümü aldığında yüzümü Korel'e daha çok çevirdim. ''Peki nasıl söndürebilir ya da alevlendirebilirim.''

''İkisinin de olma ihtimali yok, kafanı bunlarla doldurma. Hadi... artık odamıza gidelim. Bugün yeterince sarsılmış görünüyorsun.'' Elini önüne geçmem için uzattığında onu onaylar mırıltılarla yürümeye devam ettim.

Bugün yeterince sarsılmıştım bu doğruydu.... Ama garip olan bir şey vardı. Bu kasaba da zaten gariplik asla bitmiyordu.

İnsani hayatıma ait tüm duygularım artık arka planda kalmıştı, babamın gerçek babam olmadığı gerçeği ve dedemin beni öldürme düşüncesi beni yerle bir etmeliydi ama benim için sadece geçmişte kalmış bir şey gibi geliyordu.

Artık Korel'in dediği köprü kimliğime bürünmeye başlamış buna alışmaya başlamıştım. Önden yürürken bir anda düşercesine sarsıldığımda Korel belimden yakaladı ve beni göğsüne çekti.

Göğsüm yine çarpma etkisiyle sızladı, elim ikimizin göğsünün arasına girdi. ''İyi misin?''

Kafamı aşağı yukarı sallasam da içimin sızısı hala tazeydi.

''Biri daha çıktı.''

''Fark ettim.'' Eli kıyafetimi biraz daha aşağı indirdi ve çarpılan göğsümün üstündeki kızarıklığa baktı.

Bu kızarıklığı daha önce hiç fark etmemiştim, kaşlarımın çatıldığını gördüğünde bunu anlayarak ''İblisler çıktığında bu normaldir. Eğer kızarıklık geçmezse bana haber ver.'' Dediğinde ''Neden?'' diyerek üstümü kapattım.

''Normal iblislerin çarpma etkisi uzun sürmez ama eğer bu etki uzun sürerse geçen kişi basit bir iblisten ziyade...''
''Güçlü bir varlık olabilir, Grim gibi...''

Korel memnuniyetsiz bir tavırla etrafı taradı. ''Bugün... bir cinayet daha olacak mı?''

''Neden?'' otelin önüne geldiğimizde adımlarımı yine durdurdum. ''Bugün sessiz bitse çok güzel olurdu... Cinayet olmadan.''

''Bu isteğin insanlar için tehlikeli biliyorsun değil mi? İblisler insanların arasında geziyor.'' Dudaklarımı ısırarak yüzümü eğdim. Biliyordum, istediğim şey bencillikti bunun farkındaydım.

Ama iblisler ne kadar hayatta kalırsa, Korel'de o kadar uzun süre yanımda kalacaktı.

Üzgünüm, bencilin önde gideniyim.

''İnsanlara zarar veriyorlar mı?'' sesimdeki titremeyi fark etmemesi için içimden dualar ettim, eğer fark ettiyse de hissettiğinden ötürü belli etmedi, sadece elini yine çeneme koydu ve yüzümü yerden kaldırdı. Ben de cevabını dinlerken gözlerimi kaçırabilmek için yürümeye devam ettim, bir yandan ona kaçamak bakışlar atarak vereceği cevaptan korkuyor bir yandan da otele doğru parmak uçlarımız birbirine değerken sakin kalmaya çalışarak yürüyordum.

''Ruhlarını emebiliyorlar, bu riskli çünkü ruh emerlerse güçlenirler. Onların gücü onları daha fazla açığa çıkarır.'' Öyleyse cevabı evetti, karşımda iki seçenek vardı.

Ya Korel görevini yapacak, insanları kurtararak yer altına geri dönecekti.

Ya da görevini uzun zamandır yaptığı gibi aksatacak ve insanlığı riske atsa da yanımda kalacaktı.

İkinciyi istediğim için kötü oluyorsam kötüydüm, bencil oluyorsam bencildim.

Ama eğer Korel birinciyi seçip cehenneme erken gidecekse, sanırım bende onunla gidecektim.

Çünkü ne burada ne de orada beni bekleyen kimseyi onun önüne koyamıyordum.

''Yani zarar vermezler...'' kendimi avuttuğum bu cümleye gülerken gözleri yanımızdan geçenlere döndü. ''Hangi cevabı duymak istiyorsun? İstediğin cevabı duymak için cevabı verebileceğim soruyu sormalısın.'' Bakışları bana döndüğünde ve elleri ellerimi kavradığında bedenime geçen ateşi net olarak hissedebiliyordum, dudaklarım kendince utançla dişlerimin arasına kaçtı.

''İşini oyalanarak yaptığını söylemiştin, burada daha çok kalmak için...'' asansörün önüne geldiğimizde Korel tuşa bastı, gözlerim etrafta dolandı. Kalabalığa girdiğimiz için konuşmamı üstü kapalı yapmaya çalışıyordum.

Asansör açılıp içeri girdiğimizde Korel kata bastı ve bana döndü.

''Daha fazla... oyalanabilir misin?'' asansörün her tarafı ışıkla çevrili olmasına rağmen her yerin karardığını ve tek ışığın o olduğunu hissettim. Bana doğru bir adım attığında her yer daha çok karardı, yutkundum. Sırtım zaten asansöre yaslıydı ve burada kaçabilecek bir delik görünmüyordu.

Olsa kaçar mıydın Efnan?

Harika soru!

''Ne kadar mesela?'' bana doğru bir adım daha attığında ayakkabılarımız birbirine değdi. Elleri asansörün demirine uzandığında yine etrafımı sarmıştı. ''Ne kadar oyalanabilirsin ki? Bir sınırın yok mu?''

''Sana karşı yok.'' Yüzünü yüzüme eğdiğinde dişlerimi gerginlikle sıktım.

''Bana zaman verme, sen gitmemi isteyene kadar gitmeyeceğim. Bu seni rahatlattı mı?'' kafamı aşağı yukarı salladığımda güldü. ''Öyleyse neden hala dişlerini sıkıyorsun?''

Asansör açıldığında bakışlarını açılan asansörle çekeceğini düşündüm ama öyle yapmadı, aksine yüzünü daha çok yaklaştırdı.

''Sıkmıyorum...'' dişlerimi sıkmayı bıraktığımda gülümsemesi hala yüzünde bakışları hala üstümde durmaya devam etti. ''Eğer sana kıyamıyor olmasaydım... ''

Yanağıma doğru yanaştı ve fısıltıyla ''Günah defterin baya kabarıktı güzelim.'' Diyerek ellerini etrafımdan çekti, ceplerine yerleştirerek bana gülümsedi.

''İyi geceler.'' Ben titreyen dudağımı dişlerimin arasına alarak ona el salladığımda kahkaha atmamak için kendini sıktığını gördüm. Konuşabilecek halim yoktu, gerçekten yoktu.

Defteri nasıl düşüremediğimi anlayamamış şekilde odama doğru yürürken asansörün kapanma sesi duyuldu.

İçeri girdim ve defteri masaya bırakıp lavaboya yöneldim.

Uyku yavaş yavaş bastırmaya başlamıştı. Bir yanımsa uykuyu asla hissetmiyor içten içe cayır cayır yanıyordu. ''Hep bilerek yapıyor.''

Suyu açıp buz gibi olmasına aldırmadan yüzümü yıkamaya başladığımda bir kez daha ''Hep bilerek yapıyor, beni kışkırtmak için.'' Diye söylendim.

Bunca şeyle kaçırmadığım aklımı, Korel ile kaçıracaktım. Kesinlikle benim sabrımı sınamak için bilerek böyle davranıyordu. Çünkü aklımı kaçırmama sebep oluyordu.

Gergince nefes verip yüzümü havluyla kuruladım. Ardından ıslak mendili çekmeceden alarak toprak olan defterin yanına bıraktım. Üzerimdekileri çıkarırken gözüm camda Semum'u kontrol etti, neyse ki özel anlarıma saygı duyuyordu.

Üstümü değiştikten sonra defterin dışını ayak üstü temizleyerek yatağıma uzandım ve orta kısmından herhangi bir sayfasını açtım.

Açtığım sayfa son zamanlarda kafayı taktığım ve en ilgimi çeken konu üzerinde yazılarla doluydu.

''Azura...'' fısıltım sessiz küçük odamda rüzgâr gibi esti. Yorganı üzerime çekerken baş ucumdaki ışığı yaktım ve defteri baş parmağımı ortasında tutacak şekilde yüzümün hizasında tutarak okumaya başladım.

'Bugün gerçek olamayacak güzelliğe sahip bir kadınla tanıştım. Onu hissetmeme gerek bile kalmadan Lilith'e benzetmiştim. Saçları, gözleri, bakışları ve hareketleri tamamen annesinin aynısıydı. Alacakaranlığın kızı Azura... Orcus Morta'dan öğrendiğime göre Lilith'in yarattığı doğmamış bir varlık, ama görünüşe göre Azura ikisinden çok daha şeytani. Orcus Morta nasıl Şeytanın yer yüzündeki gölgesiyse Azura da Lilith'in gölgesi. Bu çok ürkütücü çünkü onunla nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyorum, o diğerleri gibi değil. Annesi ne isterse onu yapan bir hizmetkardan ibaret. Hiçbir mantığı, duyguları yok. Aynı silüetler gibi, sadece bir hizmetkar.'

Kocaman açılmış ağzımla esneyerek sayfayı çevirdim.

'Omuzumun sızısı gözlerimin dolmasına sebep oluyor, Azura'yla ilgili bir şey öğrendim. Onun içindeki ateş ona ait bir ateş değil Efnan'ım. Onun ateşi Lilith'e ait, yani sana zarar veremez ama sen ona verebilirsin. Bugün Orcus Morta ile temasımda içime bir ateş parçası geçti. O ateş Azura'yı yaktı.'

Sayfanın soluna gözüm kaydığında işte burada yazılanlar Korel'in söylediklerini doğruluyordu.

'Azura beni öldürmeye çalıştı, ama korkma Efnan'ım. Korel bana otururken temas edip içime bir ateş düşürdüğünde nedenini anlamamıştım ama sonra Azura bana saldırdığında onu yakarak kendimi koruyabildim. O zaman anladım ki Korel annesine bir şey belli etmeden yer yüzündeki dengeyi ve beni koruyor. Seni bekliyor güzel kızım... Lilith gelecekte bir çığlığın yeryüzünü yaracağını söylüyor. Kimse bu kişinin sen olacağına inanmasa da Korel bu kişinin sen olacağına inanıyor. Herkes bu çığlığın gelmesi için, böyle bir gücün doğabilmesi için en az beş yüz yıl geçmesi gerektiğini savunuyor ama ben ve Korel biliyoruz ki bu kişi sensin.'

Sayfayı çevirdim.

'Nereden bildiğimizi soracaksın... Anlatması zor... Korel seni hissetti. Bize geldiği gün anneni ilk ziyaretiydi. Elini annenin karnına koyduğunda senin fısıltıyla çıkmaya başlayan çığlığını duydu. Seni korumaya dair bana yemin etti, yeminine inanmamıştım. Ta ki sana olan bağını gözlerinde görene kadar... Bunu söylemekten utanıyorum, seni öldürmeyi düşündüm. Benim çektiğim dayanılmaz acı ve sızıları hissetme istedim ama Korel bunu hissettiğinde beni cehennem ateşiyle yaktı. Asla mümkün olamayacak bir ilkti bu, cehennem ateşi ilk defa bir köprüyü yaktı. Seni öldüremediysem... Bu Korel sayesinde. Bu hayatta ondan başkasına güvenemezsin, bana bile...'

Defter elimden kayarken gözlerim kapanıyor aklım gerçeğin sızısıyla göz yaşlarımın akmasına izin veriyordu. Ne kadar uykuya kendimi kaptırmaya başlasam da okuduklarımı algılayabilmiş tepki verebilmiştim. En sonunda duyularım yavaşça kaybolmaya başladı.

Ve ben ucunda beni Korel'in beklediğini düşündüğüm karanlığa kendimi son derece rahat şekilde teslim ettim.

9 saat sonra

Tık...Tık...Tık...

Lanet olası alarm! Ah bir saniye... Benim alarmım böyle çalmaz.

''Bu da ne?'' gözlerimi zorlukla aralayarak yorganı ayağımla savurdum. Yorgan aşağı düştüğünde üzerime vuran soğuk bir anlığına bedenimi titretse de aldırmadım. En azından soğuk bedenimi ayıltmama yardımcı olmuştu. Gözlerim sesin geldiği yere, cama döndüğünde Semum'u gördüm.

Onu görmezden gelerek yastığı kafamın üstüne çıkardım ve bastırdım. Uyumak istiyordum, gözlerim uyku diye bağırıyordu. Semum cama daha sert vurmaya başladığında yastığı daha fazla bastırdım.

Uyumak istiyordum, sadece uyumak istiyordum!

Ses daha da hızlı şekilde duyulmaya başladığında yastığı bağırarak fırlatıp yataktan asabi şekilde kalktım ve camı öfkeyle açtım. ''Ne var ne! Bir uyutmadın'' Semum bana bakıp kafasını yine eğdi, bu hareket ne manaya geliyordu hala bilmiyordum.

''Uyuyacağım, git Korel'in camına vur.'' Camı kapatıp perdeyi çektiğimde tekrar cama vurulma sesiyle masadaki telefonumu aldım.

Çıldırmak üzereydim, uyku tüm bedenimi ele geçirmişti. Tek istediğim oydu, siyah bir kuşsa camımı alarm çalar gibi deliyordu.

Korel'i aramaya bastığım gibi telefon açıldı.

''Günaydın uykucu.''

''uykucu mu? Şu kuşuna söyler misin beni rahat bıraksın uyumak istiyorum.'' Bir gülüş sesi duyulduğunda bedenim daha fazla öfkeyle uyarıldı. ''Sana haber getirmişti, istemiyorsan gitsin tabi.''

''ne haberi?'' meraklı tonum onu bir kez daha güldürdü. ''Aç kapıyı.''

''Önce kuş gitsin.''

''Kuş deme, alınıyor.'' Tam küfretmek için dudaklarımı aralamıştım ki anlamış gibi ''çı çı çı.'' Diye mırıldandığında susmak zorunda kaldım.

''Korel!''

''Tamam tamam, uykucu bu haline fazla nazik kalmış.'' Diye mırıldandığında telefonunun ekranına sanki beni görebilir gibi ters ters baktım. Üstelik bir gözüm hala tam olarak açılmış sayılmazdı.

Bedenim uyku diye yalvarıyordu. Sonunda Semum'un vurduğu camdaki tıkırtı kesildiğinde kapıyı açtım, kapıda kimse yoktu.

''Eeee. Açtım.''

''Beni mi bekliyordun?'' dediğinde benden cevap alamaması ona gür bir kahkaha attırdı. ''Yere bak.'' Gözlerimi aşağı indirdiğimde pembe köprüsü olan evi görmemle gözlerim açıldı.

''Ama bu...''

''Eğer istemiyorsan gidip yatabilirsin, kalsın orada.'' Şakasını duymazdan gelerek telefonu omzuma sıkıştırdım ve oyuncağı alıp kapıyı örttüm.

''Beni beklediysen beş saniye içinde gelebilirim. Geri yatacağım diyorsan sen bilirsin tabi.'' Telefonu hoparlöre alıp yatağa bırakarak oyuncağa baktığımda kocaman gülümseyerek aradaki köprüye baktım.

''Hayır, uykum kaçtı.'' Sökülüp takılan kısmı burasıydı, oyuncağa ek olarak köprünün başında bir küçük erkek oyuncak görünce gülmeden edemedim.

''Eeee uyumayacaksan... Beni daha ne kadar kapıda bekleteceksin?''

''Ne?'' oyuncak elimden düşmeden son anda yakalayarak kapıya döndüm.

Tık, tık, tık...

Oyuncağı yatağa bırakarak kapıya ilerlediğimde telefonu kulağından indirdi ve cebine koyup gülümseyerek bana baktı. ''Müsait mi?''

Gözleri içerisiyle benim aramda gidip geldiğinde kapının kenarına kayarak içeri girmesine izin verdim. ''Gerçekten geleceğini düşünmemiştim...''

''Bana da Semum'a bağırdığın gibi bağıracak mısın?'' gülüşü kulağıma dolduğunda bedenimdeki öfkenin anında dindiğini hissettim. Nasıl dinerdi? Resmen yarı yolda bırakılmıştım.

''Dalga geçme, uykum vardı.'' Kafasını aşağı yukarı sallayarak yatağın üzerine bıraktığım oyuncağı aldı. ''Eklentim nasıl, bana benziyor mu?'' erkek oyuncağı çıkarıp yüzünün yanına tutarak bana döndüğünde dudaklarımdan bir gülüş kaçtı.

''Sabah ki korkutucu Efnan'a bak bir de şimdi ki Efnan'a.'' Alayla oyuncağı geri köprünün üstüne koyarken dün gece elimden yere düşen defteri aldı ve bana uzattı. ''Nereye kadar okudun?''

Dün gecenin son anları aklımda bir bir baştan canlanırken dudaklarımı ısırdım. ''Hayatımı kurtardığın yeri okudum... Dedemin de beni öl...''

''Seni sevmediği için değildi, bu zorlukla savaşmak zorunda kalma diyeydi.''

''Biliyorum, neden... sen neden kurtulmak varken beni yaşatmayı seçtin?'' yatağımın ucuna oturup beni yanına çağırdığında önünde durdum. Elleri belime yerleşti, gözleri gözlerimdeydi.

Dokunuşu tenimi yaktı, içerisi tekrar sıcaklaşmıştı.

''Sana ihtiyacım vardı... Daha önce yer yüzünde beni tamamlayan kimse olmamıştı.'' Nefesi yüzüme çarptığında bende ellerimi omuzuna koydum. Ne kadar çekinsem ve ağır şekilde hareket etsem de beni sabırla bekledi.

Dudaklarında muzip bir gülümseme vardı, gözleri ışıl ışıl bana bakıyordu.

''Senin için hangi hayat daha güzeldi, yer yüzünde mi? Cehennemde mi?''

''Senden öncesini mi soruyorsun, sonrasını mı?'' dediğinde yutkundum. ''Çünkü zaman benim için artık ikiye ayrılıyor.''

Nefesim kesildi! Nefesim... Kesildi.

Bilerek yapıyor, bilerek yapıyor...

''Korel...''
''Cehennem daha kolay, ama en güzeli burası... Tam olarak burası.'' Dediğinde beni kendine çekti ve kollarını belime sıkıca dolayarak kafasını göğsüme yasladı.

İçimde bir yerlerin incindiğini hissettim. İncinen ben değildim... ama incindiğimi hissediyordum.

''Korel... Bir şey mi oldu?''

''Sence bir şeytan korkabilir mi?'' fısıltısı çarpan tenimi ürpertti. ''Ne gibi bir şeyden?''

''Kendinden daha güçlü birinden...''

''Annen gibi mi?'' kafasını salladığında derin bir nefes verdim. Ellerim saçına ürkekçe çıktı ve parmaklarım o yumuşak tellerin arasında gezindi. Kokusu burnuma doldu, dudaklarımda tebessümle ona baktım.

''Sana zarar vereceğinden mi korkuyorsun?''

''Bana değil, ben tüm zararlara razıyım.'' Daha fazla soru sormak istesem de alacağım cevaptan korktuğum için sormadım. Nedense içimden bir ses Korel'in de cevap vermek istemediğini söylüyordu.

''bende tüm zararlara razıyım.'' Diyerek kafamı onunkine yasladım ve kollarımı boynuna doladım.

Korktuğunun ne olduğunu biliyordum, korktuğu kişi annesiydi. Kendine gelecek zarardan değil bana gelecek zarardan korkuyordu.

Eli belimi okşuyordu, gözüm hemen yanımızda duran oyuncağa kaydığında nefeslenircesine güldüm.

''Neden bebek değil de bir ev?''

''Eva'nın oyuncak evini çok beğenmiştin. Ondan istediğinde vermedi diye ağlamıştın.'' Cevabına kahkaha atarak kafamı yasladığım kafasından kaldırdım.

''Hatırlamıyorum... ama Eva yapmıştır.''

Onunla geçmişimizi tekrar hatırladığımda gözlerim yaşardı. Onu özlediğimi fark ettim, eskiden her daim beni darlayan arkadaşım şimdi yoktu ve ne kadar fark etmiyor gibi dursam da fark ediyordum. Sadece hayatıma zor yetişmekten onun için üzülemiyordum.

Üzülmek için çok fazla sebebim vardı, gülmek içinse tek bir sebebim. Ve gülmeme sebep olan o tek sebep tüm üzüntüleri bastırıyordu. Hemen yanımda, her daim arkamdaydı.

''Peki ben buradan gittiğimde... beni neden burada bekliyordun? Neden başka yerde karşılaşmadık?''

''Kaderimiz buradaydı... hem burada beklediğimi de nereden çıkardın. Mezuniyetinde seni izliyordum, ilk aldığın mitoloji kitabını da uzaktan görmüştüm. Heyecanını dışardan görmeliydin. Bahçede okurken ki tepkilerini yıllarca izleyebilirdim.'' Sesindeki hoş ton içimde bir şeyleri titretti.

Her şeyi içime dokunuyordu ve bu berbat mı yoksa harika mı karar veremiyordum.

''Yani sen beni yıllardır...''

''izliyordum, bu arada eski erkek arkadaşlarının hepsi şu an cehennemde.'' Dediğinde hayretle geri çekilerek ona baktım. O ise surat ifademe öyle bir kahkaha attı ki kafası yatağa düştü.

Oda da kahkahası yankılanıyordu. ''Şaka yapıyorsun?''

''Onlar da kime dokunduklarını bilselerdi.'' Dediğinde ''KOREL!'' diye bağırdım.

''Şaka yapıyorum... Sadece parmaklarını yaktım. Ama biri gerçekten cehennemde, trafik kazası.'' Dediğinde yüzünü buruşturdu. ''Hangisi?''

Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. ''Sarışın vardı çirkin bir tane.''

Tabirine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. ''O benim ilk sevgilimdi.''

Korel memnuniyetsiz şekilde bana bir bakış attı. ''Şu an gerçekten bunu konuştuğumuza inanamıyorum.'' Kendime gülerek ayağa kalktım ve içerinin sıcaklığına dayanamayarak pencereyi açtım.

Gerçekten şu an bir şeytanla eski sevgililerim hakkında konuştuğuma inanamıyordum. Ah! bu adam beni aptala çeviriyordu.

''Eeee sen böyle mi geleceksin?''

''nereye?'' bileğindeki saate bakıp yüzünü bana kaldırdı. ''Bir saat sonraki iki saatlik felsefe dersine.''

Gözlerim irileşirken bileğini tuttum ve kendime çektim. Bugün dersim olduğunu tamamen unutmuştum.

''Bir de uyuyacağım diye yırtınıyordun Semum'a.'' Onu duymazdan gelerek dolabımı açtım ve ilk bulduğum kombinimi alarak banyoya ilerledim.

''Burada da giyinebilirsin!'' kapıyı kapatmadan yüzümü aradan çıkararak kaşlarım kalkık ona baktım. ''Sen cehennemi mi özledin?''

Cevap beklemeden kapıyı kapatarak üzerimi ışık hızında değiştim ve saçıma yüzüme çeki düzen vererek öğretmen ciddiyetine büründüğümde kapıyı açarak üstümdekileri kirliye attım.

''on beş dakikamız kaldı farkındasın değil mi?''

''Sen tüyünle halledersin.'' Diyerek çantamı aldığımda bana attığı bakışı tamamen görmezden gelerek kapıyı açtım ve elimle geçmesi için işaret ettim.

Bana yandan bir gülüş atarak odamdan çıkarken üzerini düzeltti ve asansöre doğru ilerledi. Bende odayı o dağınıklıkla bırakarak kapıyı çekip arkasından ilerledim. Yanına vardığımda açılan asansöre elini uzatarak geçmemi bekledi.

''Ne güzel hayat...'' yandan gülüşünü tekrarladığında ona döndüm. Kaşlarım yine hayretle kalktı, kapı açıldığında yine önceliği bana tanıyarak geçmemi bekledi.

''Teşekkürler.'' Önden giderken gözlerim üzerindeydi ve hala hayretli bakışlarımda bir değişiklik olmamıştı.

Arabayı açtığında kapımı açtı ve binmemi beklerken ''Kapını açıyorum, şeytan tüyümü kullanıyorum, hayat sana güzel...'' alaylı cümlesine karşın bende kapıya kolumu yaslayarak ona döndüm.

İlk defa onunla burun buruna gelmek için ben adım atmıştım. ''Ne o? Hizmetkarım olmaktan şikayetçi misin?'' gülmemek için dudağımın içini ısırdım. O damarıma basmak istiyorsa, oyun oynamak istiyorsa bende karşılık vermek istiyordum.

''Biraz daha yaklaşırsan cevabını alacaksın.'' Gözlerini kısması ve dudaklarına yaydığı tehlikeli gülüşü beynimde acil alarmlarını harekete geçirdi. Ona doğru attığım adımı geri basarken beni taklit ederek ''Ne o? Hizmetkarın olmamdan şikâyetçi misin?'' dedi ve bindiğim kapımı kapattı.

''Şeytanın hizmet ettiği insan olmak herkese nasip olmuyor, ben çok memnunum.'' Açık camdan kafasını uzattığında gözleri tam hizasında kalan gözlerime ateşli bir bakış attı. ''O belli, bende çok memnunum.'' Geri çekilerek şoför koltuğuna gittiğinde ellerimi birbirine kenetleyerek sırıtışımı belli etmemeye çalıştım.

Dudaklarımsa asla beni dinlemiyor ayrılabildiği kadar birbirinden ayrılıyordu. Korel binip arabayı çalıştırırken yüzümü onun tersi yönüne çevirerek gülüşümü serbest bıraktım. Çünkü içime sığdıramıyordum.

''Beni bundan mahrum mu bırakacaksın?'' elini koltuğumun arkasına koyup geri geri gelirken ona döndüm. Dudaklarım koluna çarptı, teni yine sıcaktı.

''Neyden?'' gözleri dudaklarıma indi, otuz iki diş sırıtan ifademi kaşlarıyla işaret ettiğinde yanaklarımın içini koparırcasına ısırdım. Gözlerini gözlerimden ayırmadığında bedenimi ateş bastı, elimi yelpaze olarak kullanmaya çalıştığımda daha fazla dayanamayarak

''Şey cam açsana... hava çok sıcak.'' Diye söylendim. Kaşları yine hayretle kalktı.

''Efnan.''

''Efendim.'' Dudaklarını ısırdı, ardından araba otelden çıkarken bana dönerek ''Bu arabanın üstü açık.'' Dediğinde kapıyı açıp kendimi yere atmama tam bir nefes çekmem kadar az kalmıştı.

''H..a evet.'' Keşke bir an ecelim gelse diye dua ederek gözlerimi dışarı çevirdiğimde Korel'in kendini tuttuğunu hissedebiliyor utançla ölmeyi diliyordum.

Yüzümün utançtan renk değiştirdiğine yemin edebilirdim. Hayatımın en utanç verici anıydı.

Derin bir nefes aldım, yetmedi bir daha aldım. O da yetmemişti.

''Ateşin sönmediyse... arkada soğuk su var.'' Sesindeki alay utancımı ikiye katladı. ''Yok...''

Gülmemek için yol boyu kendini tutuyordu farkındaydım ama o gülse ben saniyesinde kapıyı açarak kendimi yerden yere vuracaktım.

Sonunda daha fazla rezilliğime rezillik eklemeden okula geldiğimizde yüzüne bakmamaya özen göstererek o yetişemeden arabadan indim.

Ders zili çalmıştı ve derse nasıl olduysa yetişmiştik.

Onu beklemeden koşarcasına içeri girdim. İki saatlik dersim bloktu ve bugün Korel benden geç çıkacaktı. Onu beklemeden topuklamaya karar vererek ondan önce öğretmenler odasına girerek dolabıma yöneldim. Yanaklarımdaki utanç kızarıklığının hala geçmediğine emindim.

Ben dolabımı açtığım sırada kimsenin selamını almamıştım, Korel ise kapıyı açtı ve herkesin selamını alarak ben dolabımı kapattığım sırada bilerek beni ittirerek dolabına yöneldi.

''Kaç bakalım... izin verdiğim yere kadar.'' Fısıltısı kulağıma çarptığında bedenim irkildi.

''Şey... iyi dersler.'' Gülerek kafasını salladığında koşarak sınıfa çıktım ve nefes nefese öğrencilerin bana attığı garip bakışlara aldırmadan masama ilerledim.

Bugün utancım bana öyle bir güç vermişti ki ışık hızında hareket ediyordum.

Blok işlediğim ders boyunca da öyle olmaya devam ettim, konuları hızlı hızlı işliyor öğrencileri uzun uzun konuşturmadan yeni konuya geçiyordum. Çünkü derse aklımı vermekte inanılmaz zorlanıyordum.

En sonunda pencereyi açıp önünde ayakta durmayı tercih ederek dersin kalanını orada bitirdim. Bedenimin soğuğa ihtiyacı vardı yoksa her zerremin alev alması uzun sürmeyecekti.

Sonunda iki dersim de bittiğinde sınıftan çıktım. Korel şansıma ortalıkta görünmüyordu, nerede olduğuna aldırmadan kaçarcasına okuldan çıkarak Yeşil limana doğru yürümeye başladım.

Soğuk bir şeyler içmem gerekliydi. Yoksa içimdeki bu sıcaklık dinecek gibi görünmüyordu.

Silüet tehlikesi hala devam ettiğinden, yürürken birçok kez etrafımı kontrol etmiştim. Yeşil limana yaklaşana kadar ters giden bir şey yoktu.

Tek ters giden tek şey öylesine göz göze geldiğim bir adamın tam beş dakika önce peşime takılmasıydı.

Onu hissedebiliyordum, insan değildi. Bir Silüetti.

Adımlarımı hızlandırarak yeşil limana oturduğumda korkuyla etrafa baktım. Etrafta görünmüyordu, gözden kaybolmuştu. Derin bir nefes vererek arkama yaslandığımda garson çocuk bir anda elinde defterle önümde belirdi.

''Bir Frappe, karamelli.'' siparişi aldıktan sonra arkasını döndüğünde gözüm içeri kaydı, Suzan orada görünmüyordu. Gözlerimi içerden çekip etrafımı bir kez daha kontrol ettim. Az önceki silüet gerçekten kaybolmuştu.

Belki de Semum yine beni korumuş ben onu fark edemeden yok olmuştu.

Derin bir nefes alarak solumu da kontrol ettiğimde önümden çekilen sandalyeyle irkilerek yüzümü döndüm.

O an tüm nefesim kesildi, kesilme sebebi her şey olabilirdi.

Güzelliği, ürkütücülüğü, yer yüzüne çıkma sebebi, karşımda oturması ya da beni öldürme isteği.

Karşımdaki kızıl saçlı kadın renkli gözleriyle sert bakışlarıyla tenimi ateş gibi yakarken sandalyemde oturuşumu dikleştirdim ve titremeye başlayan ellerimi masanın altına koydum. Korel korkmakta haklıydı, bugün ki sözleri aklımda bir bir yankılandığında korkma sebebini iliklerime kadar hissetmiştim. Çünkü onun ateşi bir bakışla hissedilebilir cinstendi. Onu gördüğümde hiç birimizin onun kadar can yakıcı olamayacağı gerçeği içime işledi.

Tam da söylenildiği gibi, Her zerresi Azura'nın neredeyse aynısıydı.

''Lilith...''

 

Loading...
0%