Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@byzloey

Gün ağardı, her zamankinden daha karanlık şekilde.

Yağmur yağmaya meyilli olduğuna dair görüntü veriyor, çiselemeye başlıyordu. Üstten açık bırakılmış camdan duyulan o naif ses içeriyi doldurdu. Korel hala kollarımda uyuyordu, hareket etmeden.

Ara sıra nefes alıyor bana daha çok sokuluyordu ama hala gözlerini açmamıştı, hala üşüyordu.

Bense tam bir saattir yağmurun yağmasını bekleyerek cama bakıyor burada uzanmış ellerim Korel'in saçında düşüncelerimle boğuşuyordum. Ne yapabiliriz diye düşünüyor, elimizden ne gelir diye kendimle beyin fırtınası yapıyordum.

Ama yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığına karar vermiştim.

Aklımdan dedemin günlüklerine bakmak geldi ama dedem benim kadar güçlü olmadığını yazmıştı ve o Lilith'i hiç görmemişti. Bu konu hakkında bilgi sahibi olamazdı.

Umutsuzluk içinde derin bir nefes verdim. Nefesim Korel'in yüzünü okşadı, kirpikleri kıpırdadı.

Yine de gözleri aralanmadı, plak hala çalıyordu.

Sabaha kadar aynı şeyi duymak başımı ağrıtmıştı ama ne ses çıkarmış ne de ufacık hareket etmiştim. Korel'in rahatını bozmak istemiyor daha fazla üşümemesi için yanından ayrılmıyordum. Ara sıra karnım guruldasa da Korel'in duymaması için açlığımı bastırmaya çalıştım. Dün akşam yemeği yememiştim, açlık karnımda garip sesler çıkmasına sebep oluyor aklımı çalıştırmamı zorlaştırıyordu ama şu an kalkıp yiyebilecek bir durumda değildim.

Yatağın içi bedenimi ısıtacak ve dışardan gelen soğuğa karşı beni koruyacak kadar sıcaktı ama Korel hala üşüyordu, yatakta biraz daha bana kaydığında yüzü göğsüme daha çok sokuldu, yanağı köprücüğüme yaslıydı. Boğazından bir hırıltı çıktı, kurumuş olmalıydı. Gözüm baş ucundaki su bardağına baktı, bir kalksam hem pencereyi hem plağı kapayabilir hem de ona su getirebilirdim ama.... ''Kal.'' Diye bir fısıltı kulaklarıma ilişti.

''Hepsi kalsın.'' Diye eklediğinde Korel'in sersemce uyandığını fark ettim, gözlerini hala açmamıştı.

''Anca ısınabildim.'' Yorganı daha da üstüne çekip benim üstümü de örttüğünde gülümsedim. ''Dereceyi yükseltelim mi?''

''Onun için de kalkman gerekli.'' Diye mırıldandığında ona hak vererek sustum. ''Senin burada hizmetkarlara ihtiyacın olabilir ama yer yüzünden insanlar hizmetkar yerine hizmetçi tercih ediyor onların yapması gereken işleri yapması için. Hizmetçin olsaydı her şeyi hallettirebilirdik.''

''Otel odası için hizmetçi mi tutsaydım?'' dediğinde gözleri aralandı, bu düşüncenin saçmalığı açlıktan dolayı geç dank etti. ''Doğru...'' diye mırıldandım.

Korel kıpırdandı, yorganı açtı ve içinden çıkarken arkasında çatık kaşlarla beni bıraktı. Önce resepsiyonu arayıp kahvaltı istedi, ardından pencereyi kapatıp mutfağa ilerledi.

Plağı kapatmamıştı, bende yatağın ucuna uzanıp plağı kapattığımda ne kadar rahatladığımı ve sessizliğe ihtiyacım olduğunu fark ettim. Korel bu şekilde nasıl uyuyabilmişti şaşıyordum. Ben sadece birkaç saat uyuyabilmiştim, rahatsızlık tüm bedenimde kan gibi dolaşıyordu.

Korel dudaklarında kalan suyu temizlerken dolabı açtı ve üzerine kalın bir şey giydi. ''Yakında istediğin olacak...''

''Ne? Ne olacak?''

''Hizmetçi...'' söylediği şakaya gülerek yatağa geri uzandım. ''Üstelik sende onu çok yakından tanırsın, benden çok onunla vakit geçirdin desem yeridir.''

''Ha sen ciddisin?'' bakışlarım alaycı bakıştan ciddi bir bakışa büründüğünde Korel'in dudaklarında tebessüm oluştu.

''Günaydın.'' Korel dolabı kapatırken kapı çaldı, yüzümü kapıya doğru uzattığımda hazırlanan kahvaltı beni şaşkına çevirirken gözlerim irileşmişti. ''Ne çabuk?'' Korel kahvaltıyı içeri çekip kapıyı kapatırken kahvaltıyı benim olduğum tarafa yatağın ucuna getirdi.

''Benim isteklerimi bekletmiyorlar, malum şeytan tüyü.'' Dediğinde aklıma dank etti.

Ah! Korel ve şeytan tüyü hiç iyi bir ikili değildi.

Yatakta oturur hale gelerek yorganı ittirdiğimde Korel de yanıma oturdu ve çatalı eline alarak ufak ufak yemeye başladı. Normal oda kahvaltısına göre daha çeşitli ve daha büyüktü, çaydanlık bile vardı.

Çatal bıçağımı bile almadan demliği alıp Korel'e çay doldurduğumda güldü. ''Kahvaltıdan sonra uyumak ister misin? Gece boyu uyumadın.'' Elime çatal bıçağımı alırken ona döndüm. ''Sen nereden biliyorsun derin uykudaydın?''

''Hissediyorum, aynaya baksan bunu kendin de anlayabilirsin zaten.'' Dediğinde ellerim yüzüme gitti. Kesin yüzüm çökmüştü ve öcüye benziyordum. ''Kahvaltı kahvaltı...'' dudaklarındaki tebessümü bozmadan kahvaltısına devam ettiğinde bende ona çatık kaşlarımla bir bakış attım ve kahvaltı yapmaya devam ettim.

Gerçekten ne kadar acıktığımı ağzıma attığım ilk lokmadan bile öylesine anlamıştım ki, kahvaltıdan sonra belki bir çözüm bulabilirim umuduyla daha hızlı yemeye başladım.

Kahvaltı için gelen her şey bitmişti, bu kadar nasıl yiyebildiğimizi düşündüm. Son lokmamı yutarken Korel bana döndü ve gülmeye başladı.

''Nasıl mı yedik? Sen çok iştahla yedin.'' Dediğinde çatalı bırakarak ağzımda kalanları çiğneyişimi yavaşlattım. ''Sadece ben mi yedim?''

Korel çayı kafasına dikerken 'Yemedin mi?' dercesine bir bakış attı. ''Yemedim demiyorum ama senin yediğinin yanında pek yemiş gibi kalmadım.''

''Sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?'' dudaklarında yine o güzel gülüşü oluşurken kafasını olumsuzca salladı. ''Bir tane daha getirtebilirim.''

Alaylı sorusuna ters bakış atarak kalktım, ''İstemez. Doydum.'' Ardından onu bilerek çarpıp lavaboya girdim. O ise arkamdan hala keyifle gülüyordu.

Yüzümü soğuk suyla güzelce yıkadıktan sonra yüzümü havluda kurulayıp dağılan saçıma ve üstüme çeki düzen verdim. Korktuğum kadar da öcüye benzemiyordum.

Sonuçta geceden beri pek hareket ettiğimde söylenemezdi.

Sonunda yüzüme bakılır hale geldiğine emin olunca lavabodan çıktım, oda servisi bitmiş kahvaltıyı götürmüştü bile. İçerisi ısınmaya başlayınca Korel'in sıcaklığı yükselttiğini fark ettim.

O hala üşüyor görünüyordu ama ben üzerimdeki uzun kolluyla sıcaklamıştım.

Yine de bir şey söylemeden yatağın ucuna oturdum. O ise masasında oturuyordu.

''Artık sanat binasına gitmiyorsun...'' dediğimde bana döndü. ''Okullar başladığından ötürü öğrenci yok.'' Anlayışla kafamı salladım. Ardından yatağa uzanıp elimi kafama destek verircesine yaslayarak Korel' e döndüm.

''Elli yılı aşkındır yer yüzündesin, hep burada mıydın yoksa şehir dışına çıktın mı?'' sandalyesini bana doğru çevirdiğinde içeriden bir şey öttü. ''Geliyorum hemen.''

Öten şey kahve makinesiydi, Korel mutfağa gidip elinden kahve bardaklarıyla çıkınca buna sevinerek uzattığı bardağı parmaklarıma doladı.

''Genelde evet, sadece seni izlemeye geldiğim zamanlar buradan ayrılıyordum.''

''Ne kadar sıklıkla geliyordun izlemeye?'' kahveden bir yudum alırken gözlerim üzerindeydi. ''Hafta da üç kez.'' Dediğinde kahveyi biraz tükürdüm. Şaşkınlığıma engel olamamıştım. ''Hafta da üç kez mi?'' ve ben şimdiye dek onu nasıl fark etmezdim? Kafasını salladı.

''Okul için şehir dışına gidene kadar buradaydın, seni her gün görmeye alışmıştım. Uzaklaşınca alışmak zor oldu.'' Diye mırıldandı ve kahvesinden büyük bir yudum aldı.

''Peki ben doğmadan önce? O zaman?''

''O zamanlar da dedeni izliyordum, yetişip nasıl bir adam olduğunu ve köprü olduğundaki yaptıklarını. Her daim onun yanındaydım, onu koruyordum. Çünkü cezamızın bitmesi için onun eceliyle ölmesi gerekiyordu, iblisler onu da bulmuştu. Deden de çığlık atacak güç olmadığı için ölmesi gerekmiyordu. Zaten sonra da sen doğdun.''

''Dedem ben annemin karnındayken çığlığımı duyduğunu söylemiş, defterde.'' Kafasını yine onaylarcasına salladı. Bu nasıl mümkün olabiliyordu bilmiyordum ama aklımı kaçırmama yine ramak bırakmıştı.

''Elimi annenin karnına koyduğumda... sen de beni hissettin. Küçücük yeni oluşmaya başlayan elini benimkine karşılık sende annenin karnın koymuştun. Sonra fısıldadın ama senin fısıltın bile bir çığlıktı. Sadece benim duyabileceğim bir çığlık. İçimdeki ateş seni koruma ve tanıma arzusuyla harlandı.'' Derin bir nefes verip gülümsedi. ''Çok güzel bir bebektin.''

''Çocukken evine girmiştim, beni kovdun.'' Dediğimde sesli şekilde güldü.

''Evet çünkü meraklıydın ve özel alanıma girmiştin. O resimleri bu kadar erken görmemeliydin.'' Cevabına karşılık sessiz kalarak kahvemi içmeye devam ettim. ''Lilith dün... ruhunu paylaştığımı söyledi. Romantik anlar yaşamışsınız anlaşılan derken ne demek istedi?''

Kahveyi masaya bırakarak gözlerini gözlerime sabitledi. Bu bakışı özlemiştim, yumuşak ve durgun.

''Çığlığı almak için nasıl öpmek yeterliyse, ruhunu paylaşmak içinde öyle. Sen temizdin, benim için her zaman kirlenemeyecek kadar temiz...''

''Ama beni öptüğünde kirlendi değil mi? Bana söylemediğin şey buydu, ruhumun kirleneceğini bana söylemedin.'' Dudaklarını ısırdı ve bardağın kenarıyla oynamaya başladı. ''Kendimi engellemeye çalıştım, sana cennettin kapılarını kapattıracak bir günaha yöneltmek istemiyordum ama...''

''Ama artık benim için cennet sadece bir hayal oldu.''

Pişman mısın?

Hissim kuvvetle içimi yakmaya başladığında gözlerimi gözlerine diktim, kaçırıyordu. Onun dün verdiği cevabı bir an bile düşünmeden tekrarladım. ''Asla.''

Sonunda kaçırdığı gözlerini gözlerimle buluşturduğunda içini ısıtacak bir şekilde gülümsedim. Kahvesinden tebessümle bir yudum alarak arkasına yaslandı.

Sessizlik yine etrafımızı sarmaya başladı. Kahvemin son yudumunu aldıktan sonra yatakta doğruldum, içerisi git gide daha fazla sıcaklaşmıştı. Alnımda terlerden boncuklar oluşmaya başlamıştı.

Kahve bardağını mutfağa götürürken bir yandan da kolumla alnımı sildim. İçerisi gerçekten ateşlerle sarılı gibi geliyordu. Bardağı bırakıp su içtim, serinletmeye yetmemişti.

Alnımı ve çenemi bir kez daha sildikten sonra tekrar içeri döndüm. O sırada telefonum milyonuncu kez titredi. Korel uyanmasın diye gece boyu dualar etmiştim.

Neyse ki etkilememişti, ceketin altında kalan telefonumu aldığımda gece boyu arayanın kim olduğunu bilerek endişe içinde açtım. ''Kızım niye açmıyorsun?''

''Açamadım. Gece haber vermeyi unuttum özür dilerim.'' Arkun öfkeyle derin bir nefes aldı. ''Mesaj da atsan yeterdi, bu kadarını yapsaydın keşke.'' Öfkeli sesine karşılık sessizliğimi korudum, haklıydı. Haber vermemiştim, kızmasını sonuna kadar anlıyordum.

''İyi misin? Neredesin?''

''Odada...'' diyerek kaçamak cevap verdim. Korel'in kaşları hayretle kalktı, dudaklarında yine alaycı bir gülümseme oluştu. Ona aldırmadan yüzümü yana çevirdim. ''Bugün görüşüyoruz, dün neler oldu hemen anlatıyorsun. Hiç iyi görünmüyordun. İtiraz istemiyorum bugün dersin olmadığını da biliyorum. Bir saat sonra Yeşil limanda ol.''

Ben cevap veremeden telefon suratıma kapatılınca yanan ekrana öylece baktım. İtiraz edeceğimi biliyordu, bildiği için suratıma kapatarak emrivaki yapmıştı. Dudaklarımı ısırarak ekranı kapattım ve telefonu ceketin üzerine bıraktım.

''Üzerine kısa kollu ister misin?''

Terlerim yine alnımda birikmeye başlamıştı. ''Çok güzel olur.'' Kenardaki peçeteyi alıp alnımı bir kez daha sildim. ''İstediğini alabilirsin.'' Dolabı işaret ettiğinde peçeteyi çöpe atarak dolaba ilerledim.

Kapağını açar açmaz Korel'in kokusu yoğun şekilde burnuma doldu, bu dolabı hiç kapatmasa mıydık?

Gözlerim raflarda düzenle katlanan kıyafetlerde gezindi. Altta kazaklar, üstte kısa kollular vardı. Hemen solda kalan askıda da gömlekler ceketler ve pantolonları düzenle asılmıştı. Asla sıkışık ya da dağınık durmuyordu. Gözüme siyah kısa kollularından birini kestirip dolabı kapattım ve tekrar lavaboya yöneldim.

''Ha orada giyinmekte ısrarcısın yani?'' diyerek güldüğünde kapıyı açtım ve yüzümü kapıdan dışarı uzattım. ''Ha cehenneme gitmekte ısrarcısın yani?''

Gülüşü daha da arttığında kapıyı onun gibi gülerek kapattım ve kilitleyerek üstümü çıkardım. Kilit sesini duyduğunda gülmeye devam etmiş benimle alay etmişti.

Kendi kaşınıyordu.

Üstüme kısa kolluyu geçirdiğimde resmen rahatladığımı hissettim. Bileğimdeki tokayla saçlarımı toplayarak elimi yüzümü açtığımda gerçekten nefes aldığımı hissettim.

Korel'den ses çıkmadığına göre o anca ısınıyor olmalıydı. Gerçi onun ateşine yer yüzünde hiçbir ateş denk gelemezdi ama en azından normal sayılabilecek ısısına ulaşmış görünüyordu.

Kıyafetimi kirliye atıp kapıyı açtım. Korel elinde boya fırçasıyla dikiliyordu.

''Resim mi yapacaksın?'' daha önce hiç girmediğim içeriye bağlı odadan şövalye çıkarırken kafasını salladı. Gözüm aralık kapıdan içeri kaydığında yarım yamalak gördüğüm resimleri ve duvara yaslanan boy boy tuvalleri görmemle bu odayı resim odasına dönüştürdüğünü anladım.

''Ben... birazdan çıkacağım.''

''Arkun'a mı?'' kafamı belli belirsiz salladım. ''Tamam... Gelmemi ister misin? Yoksa baş başa mı konuşacaksınız?'' Onun gelmesini tabi ki isterdim ama konuşacağımız konu ona dünü hatırlatsın acısını tazelesin istemiyordum. ''Gerek yok hemen gidip geleceğim sadece hayatta ve iyi olduğumu görmek istiyor.''

Kafasını aşağı yukarı sallayarak yüzünü yere eğdiğinde ona doğru bir adım attım ve elimi çenesine yerleştirdim. Teni hala soğuktu, soğuğu içimi titretirken tüylerimi ürpertti.

''Sende yüzünü hiçbir zaman eğme...'' dudaklarıma masum bir gülümseme yerleştirerek gözlerine baktım. Onun bakışları hala yerdeydi, neden yüzünü eğdiğini anlayamamıştım.

''Seni korumanın bir yolunu bulacağım... Ateşimin sönmesi hiçbir şeyi değiştirmez. Gözüm her zaman üzerinde olacak.'' Kafasını yerden kaldırdığında eli belime yerleşti, kafası da boynuma.

''Korel...''

''Hiç kimse seni benden alamaz.'' Diye fısıldadı boynuma öpücük kondururken ellerim ani hareketi karşısında havada kalmıştı.

Yüzünü neden eğdiğini anlayabiliyor, şimdi hissedebiliyordum. Duygularını açmıştı.

Hislerim beni koruyamayacağını hissettiğini fısıldıyordu.

Kalbinin bir kez daha incindiğini hissedebiliyordum. Çünkü beni koruyamayacağını hissediyor bu düşünceyle kendini parçalıyordu, bunu ruhunda hissedebiliyordum.

''Senin ateşin sönmüş olabilir...'' İçimdeki öfke ve koruma iç güdüşü içimde hiç bilmediğim bir ateşi yaktı. Korel'den bana geçen bir ateş parçasını.

Korel'in gözlerinin içindeki yansımamdan gözlerimde beliren ateş parçalarını gördüm. ''Ama benimki hala derinlerimde... Ben hala senin ateşini içimde taşıyorum...'' yüzümü ona daha fazla yaklaştırıp kulağına fısıltıyla ''Üstelik sizi yer yüzünden silebilmek için dudaklarımı aralamam yeterli, yer yüzünde beni durdurabilecek kimse kalmadı.'' Diyerek geri çekildim.

Yüzünde gururlu ve rahatlamış bir ifade belirdi, dudaklarında gururun temsili bir sırıtış. ''Belki de artık sen beni korumalısın.''

''Rolleri değişme süremiz doldu sanıyordum.'' Dediğimde gülümsedi. ''Fazla geç kalma.''

''Kalmam.'' Yanağına ufak bir öpücük kondurarak ceketimi üzerime geçirdim ve telefonumu cebime koyarak odadan çıktım.

Gözlerimde hala ateş parçaları gezdiğini hissedebiliyordum çünkü o ateş hala içimde yanıyordu. Öfkelenmiştim, Korel ben öfkelenirsem öfkeleneceğini söylemişti.

Bende o öfkelendiğinde öfkeleniyordum. Onu böyle görmek beni öfkelendiriyordu.

Elim diğer cebime gittiğinde hissettiğim kolyemi avucuma alıp asansöre bastım.

Asansör saniyeler içinde açıldı, gözlerimde hala ateş izleri vardı. Dindirebilir umuduyla kolyemi taktım, ateş yavaş yavaş sönmeye başladı.

Sonunda sakinleşebildiğimde aynadaki görüntüme baktım, normal görünüyordum. Asansör açıldı, arkamı dönmemle asansörün önünde bekleyen ayağıyla ritim tutan kişiyle gözlerim kesişti.

Gür dalgalı saçları, ateş saçan bakışları ve öfkeli nefes alışverişiyle kalkıp inen göğsü içimde tekrar nefret duygusunu harekete geçirdi. Kızıl saçları her zamankinden daha canlı görünüyordu. Bakışları benimkiyle kesiştiğinde içinde alevler gezindi.

Asansörden indim, gözlerimi ondan ayırmıyordum ama kulağım etraftaki insanlardaydı. ''Neden geldiğimi biliyor musun?'' diyerek gözlerini kıstı.

Kimse bizimle ilgilenmiyordu, bu beni rahatlattı. ''Bilmek istediğimi kim söyledi?'' diyerek otelin çıkışına doğru yürümeye başladığımda benimle aynı hizada çıkışa doğru yürümeye başladı. Derin nefesi ensemdeydi, aynı ölüm gibi.

''Abimi geri getirmek istiyorum, o yüzden buradayım.'' Otelin çıkışına attığım adım duraksadı, ayağım havada kaldı. ''nasıl?''

Azra'nın dudaklarında keyifli bir gülümseme yer aldığında soruma pişman oldum. ''Seni ait olduğun yere götürmediğimiz için onu götürdü, eğer sen gidersen o geri gelir.''

Biliyordum, bu konunun bana varacağını biliyordum.

''Başka bir yolu yok mu?'' ona döndüğümde bana olan bakışları hiç hoşuma gitmemişti. Gözleri etrafta dolandı, otelin arka tarafına doğru yürümeye başladı.

Bende sessizce arkasından ilerlerken etrafı bir kez daha kontrol ettim. Etrafta başka bir iblis olma ihtimaline karşı gözüm etraftaydı. Çünkü bir iblis peşime takılsa Azra bırakın beni korumayı, iblis görür görmez onların önüne atardı.

Sonunda arka tarafta bir yerde durduğunda bana döndü ve aynı abisi gibi kollarını birbirine bağlayarak itici, nefret ve tiksinti dolu bakışlarını benimkine çıkardı.

''Başka bir yolu yok.''

''Başka bir yolu yoksa neden beni buraya getirdin?'' bana doğru bir adım attı ve elleri omzumu sıkıca kavrayarak bastırdı. Tenim cayır cayır yanmaya başladığında acıyla inledim.

''Çünkü başka yol aramakla vakit kaybetmeyeceğim.'' Bedenim cayır cayır yanmaya başladığında aklıma boynumdaki kolye dank etti. Korel onu ne kadar yaksa da tesiri hala bozulmamış görünüyordu.

Elimi zorlukla aradan çıkarıp kolyeyi boynumdan kopardığımda tenimdeki acı gitti, hırsla ellerimi Azra'nın göğsüne uzatarak onu uzağa ittirdim. Kolye de Azra'yı ittirdiğim kadar uzağa savrulmuştu.

Şaşkın gözleri ve yalpalayarak gerilemesine bakmadan üzerine doğru yürümeye başladım. ''Tekrar dene istersen.'' Her zerrem nefretle kaynıyordu. Azra belinde kemer gibi kullandığı ipi çözüp çıkardığında gözlerim eline kaydı. Avuçlarının içindeki ateş her yerine yayılıyordu.

Korkmam mı gerekirdi?

Cevabı her ne olursa olsun hissettiğim şey korku değildi, beni cayır cayır kavuran bir şeydi.

''Olur.'' İpi bana doğru fırlattığında kolumu yaktı, ama acısını hissetmedim. İnsan bedenim yanıkla ipin izi şeklinde kızardı.

Öfkenin gözlerime yansıdığını hissediyordum. Korel'in son teması oldukça uzun sürmüştü, ateşi bedenimde kendimi koruyabileceğim kadar fazla yayılmıştı. Bu da bana bir süre yeter gibi görünüyordu, özellikle de şu an için.

''Bir daha ki boynuna dolanacak.'' Dediğinde ipi kendine çekti ve ipi daire şeklinde yan kısmında çevirmeye başladı. Kaşlarımı çatarak burnumdan soludum, öfkeden gözlerim dolu doluydu. Dizime vurduğunda sol dizim kırıldı ve diz çöker vaziyete geldim.

İpi tekrar bana doğru fırlattığında ip boynuma dolandı, boynum cayır cayır yanarken tenimin soyulmaya başladığını hissettim. Önce tenim, ardından boynumdaki damarlarıma kadar hepsi yanıyordu.

''Annem seni bekliyor köprü, yer altında işler yolunda değil. Yeterince yer yüzünde yaşadın.'' Elim ipin kenarını tuttuğunda kırılan dizimi kaldırdım ve ayağa kalkıp sol elimle de ipin diğer ucunu tuttum.

''Çok sevgili annen...'' ipi sıkılaştırdığında konuşmakta zorlandım. Sesim kısık çıkıyordu. ''Sanırım sana çok önemli bir şeyi söylemeyi unutmuş...'' sıkılaşan ipi var gücümle genişletmeye başladığımda Azra'nın kaşları çatıldı.

Ellerim kolum ve boynum yanık iziyle çevrilmişti. ''Neden bahsediyorsun?''

Dudaklarımda zafer gülüşüyle ipi kopardığımda Azra ipin elinden düşmesiyle birkaç adım gerilemek zorunda kaldı. ''ben artık temiz bir ruh değilim.'' Onun benden uzakta kaldığı dört adımı koşarcasına iki adımda geçtiğimde kaçmasına izin vermeden elimi boynuna doladım. Şimdi ateş bedenimin içinde değildi, dışındaydı.

Elimden Azra'nın boynuna geçen o ateşin sıcaklığını görebiliyor, Parmaklarımda hissedebiliyordum. İçime Korel kaçtığını söylediğimde şaka yapıyordum ama şimdi görünen oydu ki Korel her zerreme yavaş yavaş işlemişti.

''Sen...'' Azra devamını getiremeden insan bedeni benliğini yitirmek üzereydi. Ruhunu gördüğümde şaşkınlık elimi gevşetmeme sebep oldu. Bedeni tamamen kızıl ateşten kadın silüetine benziyordu ama kadın denemezdi.

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanmış nefesim kesilmişken göğsüme yediğim sert darbeyle geriye savrularak yere düştüm. Ateş tekrar içime kaçmıştı, gözlerimi yerden kaldırdığımda Azra yok oldu.

Avucumu yerden kaldırıp içlerine baktım, her yerim yanmıştı. Avuç içimde Azra'ya sardığım kısımlar neredeyse renk değiştirmişti. Avuçlarımdan hala dumanlar çıkıyordu, aynı bulunan cesetlerdeki gibi.

Gözlerim etrafa kaydığında kimsenin görünmemesine karşı rahatlayarak yerden destek aldım ve ayağa kalktım. Avuç içlerim çok kötü görünüyordu, elim boynuma gitti. Yanığın izini parmak uçlarımda hissedebiliyordum. Sessizce küfür mırıldandım. Böyle dışarı çıkmam çok riskli olacaktı, sıkıntıyla nefes vererek telefonu çıkardım ve Arkun'u aradım.

Üçüncü çalışta açmıştı.

''Dur tahmin edeyim, gelemiyorsun.'' Ses tonundaki huzursuzluğu sezdiğimde elim dudaklarıma gitti, kabukları tek tek soymaya başladım. ''Geliyordum, Azra önümü kesti.'' Bir sandalye sesi duyduğumda ''Dur dur, otur oturduğun yerde.'' Diyerek yüzümü gök yüzüne kaldırdım. Dakikalardır acısını hissetmediğim boynum sızlamaya başlamıştı. Bu gözlerimi doldurdu.

''İyi misin? Neredesin geliyorum almaya.''

''Henüz otelden ayrılmadım, otelin arkasındayım ama oraya gelebilecek durumda değilim.'' Arkun'un dudaklarından sıkıntılı derin bir nefes çıktı, Dudağımdan bir kabuk daha kopardığımda Korel'in bana her zaman kızdığı şeyi yine yapmıştım. Dudağım kanıyordu.

''Tamam, akşam yanına geleyim diyeceğim ama bu gece gelemem. Sadece iki saat vaktim var.''

''İki saat içinde gelmeye çalışırım olur mu?'' bana olur gibi bir şeyler mırıldandı, ardından arkasından gelen sesle ilgilenip bana döndü.

''Haber ver, ben gelip alayım.''

''Ben gelirim taksiyle. Aklın kalmasın, işine dön ben sana yazacağım.'' Beni onaylar onaylamaz bir daha ona seslenildi. Mecburen vedalaşıp telefonu kapattığında beni yoklamak için attığı mesaj, mesaj kutuma düşmeye başlamıştı bile.

Telefonu arka cebime koyarak otelin içine girdim, izlerimi saklayabileceğim bir şey yoktu. Asansöre kadar hızlı adımlarla ilerleyerek kimseye görünmemeye çalıştım. Dikkat çekmek istemiyordum.

Açık asansörü son anda yakalayarak içeri girdiğimde asansörden çıkanların boynuma attığı bakışı görmezden gelerek kendi katıma bastım.

Bu halde Korel'in yanına gidemezdim. Dün geceki konuşmalardan sonra olmazdı.

Önce odama gidecek boynumun geçmesini bekleyecektim. Daha öncekiler nasıl geçtiyse bunun da o şekilde bir süre sonra geçeceğini umuyordum.

Asansör açıldığında cebimden kartımı çıkardım ve odama girdim. İlk yaptığım şey nefessizlikten ölmemek adına camları açmaktı. Ardından lavaboya ilerleyip kıyafetin yakasını biraz çekiştirerek boynuma baktım. İpin izi derimde desen çıkarmıştı ve derim soyulmaya meyilli duruyordu.

Sızısıyla inledim ve avuç içlerime baktım. Avuç içlerim iyileşiyor gibi görünüyordu.

Ne kadar beklemem gerektiği hakkında hiçbir fikrim olmadığı için elimi ve yüzümü soğuk suyla yıkadım. Su biraz daha iyi gelmiş sızımı hafifletmişti. Ardından avuç içlerime tekrar baktım, yanık tamamen kaybolmuştu. Hem de sadece elimi yıkayana kadar.

Gözlerim boynuma kaydı, henüz yeni yeni iyileşiyordu. Suyu daha çok boynuma elimle yaydım. Ardından gözlerimi aynadan çekerek banyodan çıkıp masama oturdum.

Korel'in hediye ettiği oyuncak tam önümde duruyordu. Elimi evin kenarına uzattım, tahtadan ama pembe renginde ne çok eski ne de çok yeni görünüyordu. Yıllar önce almış olmasına rağmen harika görünüyordu.

Oyuncağı kendime yaklaştırdığımda evlerden birinin kapısında yazan 666 yazısı beni güldürdü. Diğer eve baktığımda onunkinde de 555 yazıyordu.

''555... Melek sayısı... Tabi ya.... Mania, ölüm meleği.'' Kanın kurumuş olduğu dudağımı unutarak ısırdığımda dudağımın acısıyla çığırdım.

Korel boynumu ve ellerimi görmeyip kızamayacak olsa da dudağıma verdiğim zararı gördüğünde benim içimden geçecekti.

Elim tekrar boynuma gittiğinde artık parmak uçlarımda artık pütür pütür olma hissi yoktu. Buna sevinerek telefonumun ekranını cebimden çıkarıp kontrol ettim. Boynum geçmiş görünüyordu.

Masaya sandalyemi ittirerek odamdan çıkarken gözüm cama kaysa da kapatmamayı seçerek kapıyı örttüm ve asansörü beklemeden merdivenlerden bir katı çıktım.

Hemen sola döndüğümde 3. Oda Korel'indi.

Kapıya tıklatmak için elimi kaldırdığım sırada kapıdan bedenime çarpan rüzgarla kapının açık olduğunu fark ettim, kaşlarım çatıldı.

Korel'e bir anlık bir şey olduğunu düşünerek korkacaktım ama içeride olduğunu hissedebiliyordum. Onun yanına ne zaman yaklaşsam bedenimdeki sıcaklıkta bir dalgalanma oluyordu.

İçeri girdiğimde gömleğinin kollarını sıyırmış, yakasındaki üç düğmeyi açmış dövmelerinin uyumuyla göz kamaştıran Korel'i gördüm. Bir elinde fırçası vardı, diğer eliyle ise tuvali tutuyordu.

Gözlerini tuvale dikmişti ve keskin bir bakışla işini yapıyordu.

Yanağına gelen siyah çizgi bile onun güzel bedeninde kusursuz duruyordu.

''Biraz hızlı gelmedin mi? Bir saat bile olmadı.'' Gözleri hala tuvaldeydi. ''Kapıyı sen mi açık bıraktın?'' kafasını aşağı yukarı sallarken bakışlarını tuvalden benimkine kaldırdı ve eliyle kapıyı örtmemi işaret etti.

''Geleceğimi nereden biliyordun?''

''Sen merdivenleri çıkarken hissettim.'' Kaşlarım çatılırken tuvalinin hemen arkasında geçtim. ''Merdivenler...''

''Sesini duydum. Heyecanlı heyecanlı geliyordun.'' Dedi gülümseyerek.

Ben de onun gülümsemesine onunki gibi masumca gülümsedim. Elim yanağına doğru uzandı, boyayı silmek için parmak ucum yanağında gezindi.

Ama boya geçmemişti, kurumuştu. ''Kalsın.'' Diye mırıldandığında elimi çektim. ''Ne çiziyorsun?''

''Gel.'' Elimi tutup beni yanına çektiğinde gözlerim henüz yarısı boyanmış çizime kaydı.

Boyalı kısımda bir kadın vardı, arkası dönüktü. Saçlarının ucunda alevler vardı elleri aşağı sarkmış parmak uçları da alevlerle parlamıştı. Hemen önünde diz çöken bir adam vardı, adam gölgeden ibaretti, başının hemen üstünde boynuzları vardı, şeytan boynuzları.

Etraf cehenneme benziyordu, yerde cesetler etrafta ise silüetler vardı. O yangının ortasında bir kadın, kadının önünde diz çöken bir şeytan. Cesetler henüz boyanmamıştı. Tek boyalı kısım şeytan ve kadındı.

Etrafta alevler çizilmişti ama bu resim bittiğinde hayatımda gördüğüm en güzel resim olacaktı, bu bizim resmimiz olacaktı.

Korel'in parmak uçları yine benimkine çarptı, oradan bileğime yumuşak narin dokunuşlarla çıktı. ''İster yer yüzünde ister gök yüzünde ister cehennemde. Ben her zaman diz çöken bir hizmetkar olacağım, sadece senin önünde...'' Nefesi kulağıma çarptığında bedenimden bir titreme geçti.

Her zaman ondan bana geçen şey sıcaklık iken bu kez soğukluğu geçti. Onun sıcaklığını her hissedemediğimde benim sıcaklığım da düşüyordu.

Elleri omuzuma çıktığında elini indirdi ve kafasını omuzuma koydu. ''Beğendin mi?''

''Büyülendim...'' diye mırıldandım. Gözlerimi hala resimden alamamıştım.

Dakikalar öncesi yaşadığım her şey sanki hiç yaşanmamış gibi büyülenmiştim, aklımdan hiçbir şey, hiç kimse geçmedi.

Ne Lilith, Ne Azura, ne başkası... sadece bu görsel gözümde tekrar tekrar canlandı.

Gözlerim bu görselin fotoğrafını çekmişti, artık bu resim unutamayacağım tek şeydi.

''Şimdi beni daha iyi anlıyorsundur...'' diye fısıldadı ve geri çekildi.

Ben büyülenmiş bakışlarımı beni büyüleyen diğer görüntüye çevirdiğimde gözlerini benden tuvale çevirdi. ''Eğer bitmemiş haliyle tepkin buysa... Bitmiş halini gördüğünde tepkini özel olarak görmek isterim.''

Son cümlesi bana sergideki ilk yakınlaşmamızı hatırlattı. Gözlerinden anladığım kadarıyla onun gözünde de aynı anı canlandı.

O zamandan bu zamana sadece birkaç ay geçmişti, mevsim bile değişmemişti. İlk geldiğim geceyi hatırlıyordum. Korel'in arkasında bıraktığı benim gördüğüm ilk cesedini, Korel'i gerçek yüzüyle gördüğüm ilk halini... Derin bir nefes aldım.

O zamanlar ona karşı duygularım çok karmaşıktı, ondan korkuyor onu bir şeylerle suçluyordum ama asla ondan nefret edememiştim. Bu bile bana geleceği fısıldıyordu ama kapanan kulak gerçeği duymazdı.

''Sen sevdiğin şeyi yapmaya devam et... Ben de sevdiğim şeyi izlemeye devam edeyim. Olur mu?''

Onu onun silahıyla vurduğumda bana olan bakışına gülmemek için neredeyse yaşam belirtilerimi durdurdum. Yoksa bu ifadesine gülmeyi bırakın yere yatarak kahkaha atacaktım.

Tuvale uzanan eli durdu, yüzü ağır ağır bana döndü. Gözleri ufaktan irileşmişti, fırça saniyeler sonra elinden düştü. Kirpikleri hızlı hızlı kırpıştı.

Sertçe yutkunduğunda gözüm âdem elmasına kaydı. Hep bilerek beni şaşkına çeviriyor bundan keyif alıyordu. Madem artık bende de şeytan tüyü, şeytan ruhu vardı. Artık bu keyfi bende tatmalıydım.

Gözleri yüzümden yavaşça boynuma indiğinde kaşları belli belirsiz çatıldı. Bu hareketiyle içimde korku duygusu hareketlenmeye başladı. Bana doğru dönüp adım attığında yutkundum, hayır... boynumdaki iz geçmiş olmalıydı.

Geçip geçmediğini kontrol etmiştim. Geçmişti, geçmemiş miydi?

''Korel...'' eli kıyafetimin yakasına gidip aşağı çekiştirdiğinde göğsümün üzerindeki kızarıklık ortaya çıktı. Bu Azra'nın yaptığı iz değildi.

''Kızarıklığın... hala geçmemiş.'' Diye fısıldadığında gözleri gözlerime çıktı, gözlerim açıkta kalan kızarmış tenime kaydı. Yediğim çarpma darbesi hala göğsümdeydi, aklıma Korel'in bunun için söylediği şey geldiğinde bedenim irkildi.

''Öyleyse... yer yüzüne inen şey, basit bir iblisten ibaret değil. Öyle değil mi?'' soruma kafasını olumsuzca sallayarak cevap verdi.

''Bu her kimse, hiç basit bir iblisten ibaret değil...'' o an Korel'in içinden geçen hisler benim de içimde yankılandı.

Gelen her kimse... ikimizden biri için geldi. Ya senin için ya da benim için...

Bu bölüm @bukemelek' e ithafen yazılmıştır, şimdi ve gelecek için her hayalimi paylaştığın gerçekleştirirken her duyguma ortak olduğun için sana sonsuz teşekkürler. Bu bölüm sana özel, umarım okurken her zaman ki gibi bu bölümü yazarken ki duygularıma ortak olmuşsundur...

 

 

Loading...
0%