Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@byzloey

Bir yaprak, ağaçsız ve dalsız ne kadar havada rüzgâra karşı dayanabilirdi, saniyeler mi? Yoksa saniye bile sürmeyen bir sürede mi? Ailem öldükten sonra kendimi bir yaprağa benzetmeye başlamıştım. Sonbahar da solan ve kırılan bir yaprağa, aynı şimdiki gibi.

Dün Arkun'a yanıt olarak 'Kendimi bildim bileli dikkat etmek zorundaydım zaten.' Demiştim. Çünkü öyleydi. Ölsem arkamdan dualar okuyacak, beni özlemle kalbinden sökemeden her gün hatırlayacak bir ailem yoktu çünkü. Kendime sadece kendim dikkat edebilirdim.

Gecenin karanlığı süresi bittiğinde artık etrafı aydınlatmıştı, saat ne kadar erken olursa olsun artık önümüzü görebilir haldeydik ama gece yaşanan olayların karanlığı hala gece gibi üzerimdeydi. Tüm gece yatakta dönmüş durmuş hem yerimi yadırgamış hem de cesetteki deliklerin sebebini aklımda düşünmeden edememiştim. Her türlü teoriyi üretmiştim, hatta yazar olsam her teorim için ayrı bir kitap yazabilirdim.

''Neyse ki yakından uzaktan alakam yok.'' Diye mırıldanarak gülümsedim aynadan kendime. Sadece tez hazırlayan bir felsefe öğretmeniydim. Geceyi zor da olsa atlatmanın ardından sabahı sabah etmiş erkenden arkadaşlarımla hasret gidermek için hazırlanmaya başlamıştım. Saat oldukça erkendi çünkü hepsinin gitmesi gereken bir işi vardı. Aralarında bir güne mahsus bir tek ben işsiz kalmıştım.

Otel odama gelen güzelliğine dayanamayıp anında bitirdiğim kahvaltıya göz ucumla baktım. Makyajımı bitirmemin ardından yarım kalan çayımı içerek yatağın üzerindeki Mitoloji hakkındaki kalın kitabımı, çantamı ve ceketimi elime aldım. Bileğimdeki saatime baktığımda Arkun'un gelmek üzere olduğunu fark edip odamdan çıktım.

Ben inene kadar anca gelir gibi görünüyordu, üstelik en son gördüğümde beklemekten nefret ediyor bekletildiği zaman çok asabi çekilmez bir huysuz oluyordu. İlk günden onun huysuzluğunu da çekmek istemiyordum, istediğim tek şey bir yere ait hissetmek ve arkadaşlarımla özlem gidermekti.

Koridorun ortasına geldiğimde 6.Katta olan asansöre basıp ceketi çantanın kollarının arasına sıkıştırdım. Asansörün kapısı tatlı bir melodiyle açılır açılmaz kafamı kaldırmadan içine girdim ve çantamı biraz daha omzuma çekerek tuşa basmak adına elimi uzattım ama benden önce zaten basılmıştı.

Kafamı çaktırmadan sağıma doğru çevirdiğimde siyah bir kumaş pantolon ve altında klasiğe kaçan bir ayakkabı gördüm. ''Günaydın.''

Sağımdan gelen tanıdık sesle kafamı sesin sahibinin ayakkabısından yüzüne kaldırdım. Bu yüze hakimdim, hatta bu yüz tarafından dün gece utanç verici şekilde alaya alınmıştım.

İlk günden bir komşuma oldukça kötü bir izlenim bırakmıştım.

Ah! Çok utanç verici...

''Size de günaydın.'' Diyerek gülümsedim ve asansörün aynasında kendime göz attım. Alnımdaki çizik makyajdan dolayı görünmüyordu. Bunun için rahatlayıp yüzümü tam karşıma kaldırdım. Asansör kapısından bedenlerimiz yan yana ışıklar arasında yansıyordu.

Gözleri benim gibi tam karşıya bakıyor, üzerinde keten bej rengi bir gömlek altında ise siyah kumaş bir pantolon ile hem rahat hem de şık bir tarzda duruyordu. Sağ taraftaki elinde bordo renk bir çizik görünce kısa bir bakış atıp açılan asansör kapısı ile yüzümü elinden çektim, dün gece de siyah bir çizgi görmüştüm. Gördüklerimi önemsemeden asansörden indim yan yana aynı hızda çıkışa doğru oldukça sessiz yürüyorduk ama elimde olduğunu tamamen unuttuğum kitabım onun dikkatini çekmiş olmalıydı ki bana elimde olduğunu hatırlatan bir soru yöneltti.

''Mitolojiyle mi ilgileniyorsunuz?''

Yüzümü onun gibi çevirip yüzüne odakladım. Yaşının büyük olduğunu tahmin ediyordum, yüzü bunu asla belli etmiyordu. Sadece sesinden ve duruşundan göründüğünden büyük olduğunu hissediyordum. ''Evet, uzun zamandır ilgi alanım.''

''Anlıyorum, buna sevindim. Öyleyse sizi akşamki sergiye davet etmem de sakınca var mı?'' Otelin otomatik kapısı açılıp aniden rüzgâr esince yüzümü onunkinden çekip otelin girişine çevirdim. Arkun'un arabası hala görünürde yoktu.

''Hangi sergi?''

Kapının kenarına doğru yolu kapatmamak adına ilerledim, cevap vermeden önce cebinden arabasının anahtarını çıkardı ve eski ama şık olan model arabasını açtı. Arabası siyah ve önünde çizgiler olan oldukça göz kamaştıran bir modeldi. Şu an onun arabasının önünde durmuştuk, arabasına yaslanıp tam önüme yüz hizama geldiğinde arabayı inceleyemeden yüzümü onunkine çevirdim.

''Hoşunuza gideceğini düşünüyorum, doğa üstü var olduğuna inanılan yaratıklar sergisi. Mitler hakkında da diyebiliriz.'' Kitabı iki elimle tutup göğsüme yaslayarak bu teklifi gözden geçirdim. Normalde olsa asla gitmezdim, yabancılara karşı hep mesafeli olmuştum. Ne kadar işime yarayabilecek bir sergi olursa olsun Efnan Özdal asla böyle bir teklifi kabul etmezdi.

Ama bir yanım nedense sanki karşımdaki adını bile bilmediğim bu adamı tanıyor gibi hissediyordu. Sanki ona güvenmeli gibi hissediyordum, sanki... Sanki onu kendime çok yakın hissetmiştim.

Ben gözlerimi kısmış içimde teklifi düşünürken bir gülüş sesi duydum. ''Eğer gelmek istemiyorsanız bunu direk söyleyebilirsiniz. Israrcı bir adam değilimdir.''

Ben de onun gülüşüne karşılık güldüm. ''Hayır aslında tam tersi. Normalde pek sosyal bir insan değilimdir ama gelmek isterim.''

Cevabımdan memnun olmuş bir ifadeyle kafasını aşağı yukarı salladı ve yaslandığı yerde doğruldu. ''Öyleyse iki saat sonra sanat binasında sizi bekliyor olacağım. Gideceğiniz yere bırakmamı ister misiniz?'' Ben sanat binasının nerde olduğunu düşünürken, o Arabanın şoför koltuğuna doğru ilerlemeyi kesmiş kafasını kaldırarak benden yanıt bekleyen ifadeyle yüzüme bakıyordu.

Tam cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada arkadan bir ses yükseldi. ''EFNAN!'' camdan kafasını çıkarmış Arkun'u görünce gülümseyerek karşımdaki adama döndüm. O da aynı nezaketle gülümsedi ve arabasına bindi.

Arkun ise yeni aldığını söylediği Jeep'inden bana bakıyordu. Hızlı adımlarla gidip arabaya bindim ve kitabımı arabanın arkasına koyup kemerimi taktım.

''Kendine komşu mu edindin?'' dedi alayla. Ben de aynı seviyede alayla güldüm ve ''Kes sesini ve sür.'' Diyerek açtığı kulak kanatan müziği değiştirdim.

''Eva çoktan gitti, hatta bizim yerimize sipariş bile vermiş.''

''İyi yapmış, en azından beklemeyeceğiz.'' Diyerek gülümsedim. ''Dün seninle konuştuktan sonra ikinci cinayet yerine gittik, Bil bakalım kim yine bizi engelledi.''

Gözümde dün gece tekrar canlandığında tüylerimin ürpertisine mâni olamadım. ''Sencer mi?''

Arkun kızgın ifadesiyle kafasını aşağı yukarı salladı ve hafif öksürdü, üşütmüş gibi duruyordu burnunun kızarıklığını gayet net şekilde görebiliyordum. Geçen kısa sessizliğin ardından hızı biraz arttırarak otelin kavşağından döndü. ''Sövmeyeyim sövmeyeyim diyorum ama sabrımı sınıyor.'' Diye mırıldandı.

''Onun yüzünden çok daha parlayabilecek kariyerim ilerlemiyor.''

''Belki şansına buradan gider, tayini çıkabilir ya da işi bırakabilir.''

''Ya da başına bir iş gelebilir bir anda gece yatağında ölü falan bulunur mesela.'' kahkahama engel olamayıp Arkun'a döndüm. Gerçekten karakterinde hiçbir değişiklik görünmüyordu. Şakası ve siniri hala aynı düzeydeydi. Onunla böyle sohbet etmeyi özlemiştim. Telefondansa yan yana edilen sohbet çok daha iyi gelmişti.

''Sen daha kapının önüne gitmeden seni ensenden yakalar o bir amir.'' Dedim ve önüme döndüm. Otele oldukça yakın hem kafe hem de bar olan Yeşil limanın önüne geldiğimizde bahçede oturup rahatça kahvesini içen Eva anında gözüme çarptı. Yine şık giyimiyle etrafa ışık saçıyordu. Üstelik sarı maşalı saçlarının kokusunu buradan bile alabiliyordum.

''Sence bana alındı mı?'' diye mırıldandım kemerimi çözerken, Arkun da kemerini çözüp önce karşımızda oturan Eva'ya ardından bana baktı. ''Sonuçta ölümden döndü ve ben sonrasında ona sadece çiçekler yolladım, ziyarete gelmedim.''

Arkun elini direksiyona koyup derin bir nefes verdi. ''Aslında ilk zamanlar yanında kimseyi aramamıştı zaten, başta kimseyi hatırlamıyordu. Oradaki tüm sağlık ekibi şaşkındı, öldüğüne emindi. Kalbi atmıyordu hem de dakikalarca ama bir anda uyandı ve uzun süre çoğu kişiyi hatırlamadı, sonrasında da garip davranışları oldu ama bence sana gönül koymamıştır, koysaydı bundan haberimiz olurdu biliyorsun.'' Diyerek gülümsedi. Ben de onu onaylayarak gülümsedim ve arabadan indim.

Eva ile küçüklüğümden beri yakındım. Bir gece ansızın trafik kazasında ölüp hayata tekrar dönmüştü ve benim bundan ertesi gün haberim olmuştu. Gelmem gerekliydi ama ben gelmemiştim. Ailemin ölümüne yeni alışmış burayı görüp tekrar yalpalamak istememiştim. Gelmediğim için Eva'nın gönül koyacağına emindim ama şaşırtıcı şekilde koymamıştı ve nedense bu içimde kötü bir hisse sebep olmuştu. Konuşmalarımızda eskisi kadar bana samimi davranmıyordu.

Bazen eskiden olan anılarla ilgili imalar yapıyordum ama anlamıyordu ya da anlamamazlıktan geliyordu. Bunu bana olan kırgınlığına yoruyordum. Eva'nın yanına vardığımızda gülümseyerek ayağa kalktı ve kollarını boynuma doladı. ''Efnan! Hoş geldin.'' Ben de onun gibi kollarımı dolayarak tahmin ettiğim gibi uzaktan duyabileceğim kokusunu içime çektim.

''Hoş buldum canım arkadaşım. Seni çok özledim, nasılsın?'' sarılmamızın ardından ayrıldığımızda onu baştan aşağı süzdüm. Eskisinden daha canlı duruyordu ama nedense içimde bir burukluk bir üzüntü vardı. Sanki dün geceki kötü his tekrar bedenimi sarmıştı. Bu kasabayla ilgili miydi? Yoksa kişilerle mi?

İçimdeki sesi susturdum ve özlediğim arkadaşıma doya doya bir daha sarılıp öptüm. ''Tekrar çok geçmiş olsun.'' Diyerek ondan ayrılıp yerime oturdum. ''Teşekkür ederim, kazadan sonra uyum sağlamam zor oldu. Hala bazı şeyleri hatırlayamıyorum ama dediğin gibi geçti artık.''

''Garip olan şey doktorun normalde bu kadar uzun vadeli bir unutkanlık olmaması gerektiğini söylemesi.'' Diyerek ekledi Arkun, Biz Eva'yla konuşurken o da önünde ona söylenmiş hala sıcaktan tüten buharı görünen çayını eline alıp yudumladı ve Yudumlar yudumlamaz yere tükürüp gürültülü bir şekilde öksürmeye başladı. Ben anın verdiği panikle ayaklanmış Arkun'a yardımcı olurken Eva da endişeyle önündeki suyu uzattı. Arkun ise Eva'nın uzattığı suyu görmezden gelerek ellerini yüzüne doğru kızaran boynuna uzattı.

''Ne çayı bu, Zencefil mi var içinde?'' sorusunu direk Eva'ya dönerek çok sert bir dille sordu. ''Evet Zencefilli. Üzerimde kırgınlık var demiştin iyi gelen sadece bu varmış.'' Dedi cevapladı Eva korkmuş ve kısılmış sesiyle.

Arkun ve ben şaşkın ve anlamsız bakışlarımızı Eva'ya yöneltmişken onun böyle bir şeyi nasıl unuttuğunu düşündüm. Arkun küçüklüğünden beri içinde Zencefil olan şeyler içmez ve yemezdi çünkü alerjisi vardı. Hatta bir kere Eva'nın hastayken çayından içtiği için hastaneye kaldırılmıştı. Bunu nasıl unutmuş olabilirdi?

Arkun'un bakışları Eva'dan bana dönünce ben de karşılık olarak ona döndüm. İkimizin de gözlerinde aynı anlamsız ifade yer alıyordu. Durumu toparlayabilmek için yalandan öksürdüm ve dudaklarıma yalancı bir tebessüm yerleştirerek yerime geri oturdum. ''İyi misin? Sana başka çay söyleyelim.''

Arkun beni reddederek ''Sadece su içeceğim.'' Dedi ve Eva'ya hiçbir şey söylemeden arkasına yaslandı.

Eva ise sus pus oturduğu yere iyice sinmiş kaçamak bakışlarla Arkun'a bakıyordu. Bakışlarında beni şaşırtan öfke gördüğümde kaşlarım çatıldı. Neden ona bu şekilde kızgın bakabilirdi kendi kabahatli olmasına rağmen?

Bakışlarını Arkun'dan çekip bana döndüğünde anında ifadesi değişti ve gülümsedi. Ben de bu ani değişimine bir şey demeden arkama yaslanarak ortamın havasını değiştirmek için Arkun'a döndüm. ''Ee anlatın bakalım, kasabada ben yokken neler oldu?''

Arkun sessiz kalırken Eva hemen normale dönmüş ellerini masa da birleştirerek bana doğru eğilmişti. ''Yeni büyük bir hastane açıldı, eski üniversite yıkıldı yerine de sanat binası yapıldı. Üniversite de hastanenin yakınında yeniden yapıldı.''

''Erkan da mezun olduğunda buraya geri dönecek, yeni yapılan hastaneye işe girmek için.'' Diye ekledi Arkun. Erkan tıp okuyordu, Arkun ile araları çok sıkıydı, normal kardeşlerden çok daha iyi anlaşıyorlardı. Erkanın bizden tek farklı fazla sessizdi, çok fazla konuşmazdı ve her zaman mesafeliydi. O yüzden biz üçümüz bir tık daha yakın kalmıştık birbirimize. Ben buradan gittiğimden beri Erkanla hiç konuşmamıştım bile.

''Çok sevindim.'' Diye mırıldandım. Benden sonra masa da bir sessizlik oluşmuştu, açabileceğim başka bir konuyu düşünürken masada duran telefon büyük bir gürültüyle çaldı. Eva ani çalan müzikle irkilip daha fazla dikkat çekmeden telefona cevap verdi.

Arkun cebinden sigara çıkarıp yaktığı sırada gözlerimiz kesişti, bana gözleriyle Eva'yı işaret ettiğinde demek istediğini anlayarak dudak büzdüm. Eva telefonu kapattı ve mahcup bir ifadeyle bize döndü. ''Efnan çok özür dilerim, hastaneden çağırıyorlar. Bu gece nöbetteyim ama yarın yanına gelebilirim. Beraber özlem gideririz, olur mu?'' Kafamı sallayarak ''Önemli değil, daha zamanımız bol. Artık buradayım sonuçta.'' Dedim ve gülümseyerek ayağa kalkıp ona sarıldım. Arkun ile de vedalaştıktan sonra hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı.

''Sana garip demiştim.''

''Evet, normalde de garipti ama bu...'' diye mırıldandığım sırada Arkun gülümsedi ve cümlemi tamamladı. ''Bu cidden garip.''

Ben de gülerek kafamı aşağı yukarı salladım ve sandalyemi Arkun'a doğru hafif çapraz şekilde çevirdim. ''Sana bir şey sorabilir miyim?''

Sor dercesine kafasını sallayıp sigarasını tekrar dudaklarının arasına yerleştirdi. ''Sencer neden haber yapmanı engelliyor. Tamam başlıklarında kısıtlanmış olabilirsin ama kendi işini yapamayacak kadar kısıtlama hakkı nasıl olabilir?''

Arkun güldü, hem de oldukça sesli bir şekilde gülümsedi. Gözleri yüzümden arkama döndüğünde gülüşü arttı. ''kendi cevaplasın.''

''Ne?'' diyerek arkamı döneceğim sırada omuzlarımda bir el hissetmemle irkildim.

''Kimsenin işini baltalamıyorum Öğretmen Hanım. Sadece kendi işimi yapıyorum.'' Sencer'in nefesini saçlarımda hissederken elleri de sıcak vücudumda soğuma etkisi yapmış dün geceki kötü his tekrar tüm bedenimi sarmıştı.

Arkun hem alayla hem de öfkeyle Sencer'e bakıyordu. ''Ondan mı dün gece haberimi engelledin, ayrıca ben senin işini baltalıyor muyum amirim.''

Arkun bitmiş sigarasını yola fırlatırken Sencer ellerini omuzumdan çekmiş Eva'nın kalktığı solumdaki sandalyeyi işaret etmişti. ''izin var mı?''

Arkun kafasını sallar sallamaz sandalyeyi çekti ve oturup gözlerini doğruca benim gözlerime dikti. Siyah dar pantolonu bedenine cuk oturmuştu, belindeki rozeti ve silahı parlıyordu. Üzerinde yine deri ceketi vardı ve saçları nemli duruyordu.

''Burada işler sizin bildiğiniz gibi yürümüyor maalesef.'' Gözlerini benden çekip Arkun'a kitledi. ''keşke baltalayabilseniz.'' Resmen karşısına geçmiş onunla alay ediyordu. Arkun'un gözlerini kısmış avını izleyen bir şahin gibi onu izlediğini görünce ortamın ne kadar gerildiğinin bir kere daha farkına vardım. Gözlerimi onlardan alarak etrafa çevirdim, ikisinin bakışlarıyla birbirlerine uyguladıkları fantezileri düşünmekten çok daha iyiydi. Önce yolu ardından oturduğumuz kafeyi incelerken üst kattaki camın açık ve içeriden gelen müziği fark ettim. Gözüm camdan saniyeler içinde ayrılıp tekrar döndüğünde camın önüne konan Kuzgunu gördüm. Bu dün geceki gördüğüm kuzgundu, buna emindim.

Çünkü normal kuzgunların göz rengi siyah olurdu ama onun siyah değildi, renkliydi hatta delirdiğimi düşünmesem maviye yakın bir renk olduğunu söylerdim. Ben kaşlarımı çatmış kuzguna odaklanmışken Sencer'in sesini duymamla kendime geldim ve gözlerimi binanın üst katından ayırdım.

''Öğretmen Hanım?'' yüzümü ona çevirdiğimde onun da kafasını kaldırıp baktığım yere baktığını gördüm. ''Üst katı mı gözetliyorsunuz?'' dedi gülümseyerek. Gözlerimi tekrar yukarı kaldırdığımda kuzgunun orda olmadığını fark ettim. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında Arkun Sencer'i tamamen duymazdan gelerek lafa girdi. ''Bir şey mi gördün?'' Kafamı sağa sola salladım ve önümdeki bir türlü içemediğim için soğumuş kahveden yudum aldım. Geldiğimden beri gerçekten bu kasabada çok garip şeyler oluyordu. ''Alnınız geçmiş sanırım.''

''Çok ciddi değildi, makyajla kapattım.'' Diyerek elimdeki bardağı istemsizce sertçe tabağına bıraktım. Sencer geldiğinden beri kötü hissediyordum. Nedense bu histen hiç hazzetmemiştim onunla yakın durumda bulunmak istemiyordum. Bunu hissetmiş gibi oturuşunu dikleştirdi ve kalkma pozisyonuna geçti.

''Anlıyorum, öyleyse müsaadenizle ben kalkayım.'' Arkun ile aynanda kafamızla selam verdik. Sencer de aynısını yapıp yanımızdan giderken Arkun da onun gitmesini bekliyor gibi kalkmak için hareketlenmişti. ''Sabah sabah tüm keyfim kaçtı.'' Diye mırıldandı sıkıntıyla nefes verirken. Eva'nın yaptığı ve ardından Sencer'in gelişini düşününce ona hak vererek elimi omzuna koydum. ''En azından en sevdiğin arkadaşın kasabaya döndü, buna sevinebilirsin.'' Diyerek güldüm. O da benim gibi güldü ve kafasını sallayıp hesabı el işaretiyle istedi.

''Arkun.''

''Efendim.'' Gelen hesabın içine parayı koyup kot ceketini giyerken bana döndü. ''Sence bu cinayetler gerçekten bir hayvan tarafından mı işleniyor, yoksa kasaba da bir ruh hastası seri katil mi var?''

Kaşları belli belirsiz çatıldı. ''Açıkçası bende bilmiyorum. Deliklere bakınca bir boynuza benziyor hayvan gibi ama art arda cinayetlerin olması ve tanık olmaması da pek hayvan saldırısına benzemiyor. Kimse bu konu hakkında bir yorum yapamıyor herkesin kafası çok karışık. Dediğim gibi sen yine de çok dikkatli ol.''

Kafamı aşağı yukarı sallayıp çantamı aldım ve omuzuma geçirdim. Umarım dün geceki gibi bir görüntüye tekrar şahit olmazdım. Çünkü beni diğer gördüğüm her şeyden çok daha fazla korkutmuştu. ''beni sanat binasının önüne bırakır mısın?''

''Sergiye mi?'' Arkun önden gittiği için yüzünü arkaya çevirip bana baktı.

''Evet, sen nerden biliyorsun?'' dudakları yukarı kıvrılınca adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim ve koluna girip ''Kime diyorum.'' Diye sesimi yükselttim.

''Belki tanıdığım biri de gidiyor olabilir. O yüzden duymuş olabilirim.''

''Kimmiş o tanıdığın biri? Bir kız olabilir mi?'' diyerek omuzumla onu dürttüm. Kahkaha attı ve kolundaki elimi çekip kapımı açtı. ''Buyurun Hanım Efendi.''

''teşekkür ederim ama önce cevap.'' Diyerek direttim. Derin bir nefes aldı ve kafasını salladı. ''Bana ne zaman anlatacaktın?'' diyerek ellerimi hesap soran abla misali belime koydum.

''Randevuya çıktığımızda?''

''Bu konu için seni sonra sorguya çekeceğim dua et yetişmem gereken bir sergi var.'' Arkun bana gülerek kapımı örttü ve sürücü koltuğuna geçip arabayı gelirken ki hızının aksine oldukça yavaş sürdü.

''Senin nerden haberin oldu sergiden?''

''Komşum davet etti.'' Diyerek güldüm. ''Bak sen...''

Arkun da benim gibi gülse de uzatmadım ve kafamı cama çevirip değişen kasabama baktım. Binaların çoğu yeniden yapılmıştı. Hepsi de birbirinden güzel duruyordu. Sanki eski yaşadığım yere değil de yeni bir yere yerleşmişim gibi hissediyordum.

Beni tek rahatsız eden şey içimde bedenimi kaplayan bu rahatsızlık hissiydi. Bu his ilk buraya geldiğimde başlamıştı, sonra Sencer ile temas ettiğimde şimdi ise Eva'yı gördüğümde tekrarlamıştı.

Belki de uyum sağlayamamıştım yeni geldiğim için böyle olmuştu çünkü Arkun'a karşı hiç de bir kötü his yaşamamıştım. Gayet mutluydum ve tanıdığım Arkun aynı Arkundu.

''yarın mezarlığa gideceğim işe gitmeden önce, gelmek ister misin?'' diye mırıldandım gözümü camdan çekerken.

''Olur, oradan seni yeni iş yerine bırakırım.''
''Teşekkürler.''

Yıllar önce yaşanan depremde enkaz altında kalan bir ailede Arkununkiydi. Babası alzaymır hastasıydı annesi de enkaz altında kalmış vefat etmişti. Ailemizin mezarı yan yanaydı, ben gelemediğim zamanlar kalan işlerle Arkun ilgilenmişti. Ona olan borcumu hiçbir zaman ödeyemezdim.

Bir kez daha arkadaşımın değerini fark edip geldiğimiz sanat binasına baktım. Dört katlıydı beyaz ve oldukça lüks bir binaydı. ''Sergi ikinci kattaydı yanlış hatırlamıyorsam.''

''Diğer katlarda ne var?''

''İlk kat eğitim gören öğrencilerin resim için. İkinci kat resim ve fotoğrafçılık sergileri için. Üçüncü kat müzik öğrencileri için özel ders veriliyor o katlarda. Dördüncü katta da müzik sergileri oluyor.''
Gerçekten adı gibi tam bir sanat binasıydı. ''Ne kadar hoş.'' Diye mırıldandım ve kemerimi çözüp arka koltukta bıraktığım kitabımı aldım.

''Teşekkür ederim, kolay gelsin sana.'' Arkunla vedalaştıktan sonra arabadan inip ona el sallayarak binaya doğru ilerledim.

Hala ismini öğrenemediğim garip komşumun arabası kapının önünde kendini belli ediyordu. Plakası KS 666 idi. 666 anlamı oldukça kötü bir sayıydı ama bilinçli yapmadığını düşünerek buruşturduğum yüzümü düzelttim ve içeri doğru hızlı adımlarla ilerledim.

İnceleyemediğim arabasını şimdi dikkatle inceleyebilmiştim. Siyah önünde beyaz çizgileri olan üstü açık bir Chevroletti. Arabadan gözlerimi çekip içeri girdiğimde oldukça şaşalı bir giriş beni karşıladı, girişte tatlı yaşı oldukça büyük bir kadın duruyordu. ''Merhaba hoş geldin hanım kızım.''

''Hoş buldum. Merhabalar. Ben 2.kattaki sergi için gelmiştim.''

Kadın oldukça güler yüzle ''İsmin nedir?'' dedi ve önündeki kağıtları kaldırıp tahminimce isim listesi olan isimlere göz gezdirdi.

''Efnan. Efnan Özdal.''

''İsminiz listede görünmüyor. Burada yeni olmalısınız.'' Dedi ve aynı samimi ifadesiyle bakışlarını önündeki kâğıttan yüzüme doğru kaldırdı.

''Evet, nerden anladınız?''

''Burası küçük bir kasaba herkes herkesi tanır.'' Kafamı aşağı yukarı güler yüzle salladım. ''Haklısınız, ben aslında biri tarafından davetliyim.''

''Davet eden kişinin ismini alabilir miyim? Sergiler özel olduğu için belli sayı da insan alabiliyorum.''

İsmi... Çok güzel soru.

'' Şey... kapı da ki Chevrolet'ın sahibi.''

''Aa. Korel beyin davetlisisiniz. Kusura bakmayın haber vermişti aklımdan çıkmış, normalde sergiler halka açıktır ama bugün özel bir sergi olduğu için sayı kısıtlamamız var. Buyurun lütfen.''

''Teşekkür ederim.'' Karşımdaki kadına güler yüzle bir bakış atıp asansöre ilerlerken gözüm kapının önündeki arabaya gitti. Demek KS' de ki K harfi Korelindi. Soy adı da S ile başlıyor demek ki...

Neden bunu düşündüğümü bilmesem de kendi kendime gülüp açılan asansöre bindim ve 2.kata basıp aynadan tekrar yüzüme baktım. Makyajım akmamıştı, alnımdaki yara izi de açılmamıştı. Memnun bir ifadeyle asansörden inip çantamın arasına sıkıştırdığım ceketimi çıkardım ve üzerime giydim. Tüm camlar açık olduğu için biraz esiyor ve tamamen boya kokuyordu.

İçeri girdiğimde kimsenin olmadığını fark ettim içerisi oldukça geniş ve ferahtı, tabloların üzerinde örtüler vardı hepsi kapatılmıştı. Yukarıdan keman ve piyano sesleri geliyordu. Ortamı sevmiş ve oldukça beğenmiştim belki boş günlerimde bende gelirdim. Sadece tabloların üzerinin kapalı olması dikkatimi çekmişti ama normal olabilir düşüncesiyle bunu önemsememiştim, kenarda içecekler ve yiyecek şeyler bulunuyordu.

''Erkencisiniz.'' Arkamdan gelen sesle gözlerimi etraftan çekip arkama döndüm. Ellerini cebine koymuş yüzünde hafif boya kalmış Korel bey tam karşımda bana güler yüzle bakıyordu. Gözleri kısılmıştı, yutkundu ve beni baştan aşağı sabah görmemiş gibi süzdü.

''Biraz öyle oldu.'' Dedim onun gibi gülümseyerek.

''Üşüdünüz mü?'' gözleri ceketime odaklandığında kollarımı birbirine doladığımı fark edip kafamı aşağı yukarı salladım. ''Biraz.''

Ellerini cebinden çıkardı, sabah gördüğüm bordo boya ve dün gece gördüğüm siyah boya elindeydi. Demek oluyordu ki burada çalışıyordu, belki de resim öğrencisiydi?

Ben kafamda onun hakkında düşüncelere dalmışken yanımdan geçti açık olan camları aşağı indirip kapattı, sonuncu pencereye yöneldiğinde gözleri hafif bana kaydı. Üzerindeki keten gömlekle üşümüyor muydu? ''Burada öğrenci değilim, bende sizin gibi öğretmenim.''

''Anlamadım?'' son pencereyi kapattıktan sonra ellerini birbirine çırptı ve tekrar cebine koyarak duvara yaslandı. ''İlk kattaki resim kursunda öğretmenim.'' Öğrenci mi, öğretmen mi düşüncemin üstüne bu cevabı oldukça iyi denk gelmişti. Tabi anlamadığım bir şey vardı.

''Öğretmen olduğumu nerden biliyorsunuz?''

''Çünkü burada bir tane lise var ve ben de orada öğretmenlik yapıyorum. Yeni biri gelceği zaman haber hızlı yayılıyor.''

''Hem orada hem de burada mı?'' Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Okulda haftada sadece iki gün ders veriyorum. Burada da kalan diğer günler.''

Hayatımda hiç bu kadar çalışkan bir resim öğretmeni görmemiştim.

Şaşkınlığımı belli etmeden üzeri örtülü resimlerden birinin önünde durdum. ''neden örtülüler?''

''Herkesin aynanda görüp tepkilerini beraber incelemek istediğim için ama siz isterseniz açabilirsiniz.''

''Herkesin tepkisini aynanda görmek istiyorsanız benim açmamam daha iyi olmaz mı?'' diye mırıldandım. İçimdeki merak parmak uçlarımı karıncalandırmış 'Boş ver aç işte.' Diye bağırsa da kendime hâkim oldum. ''Sizin tepkinizi özel olarak görmek isterim.''

Nedense gözlerini kısıp beni inceleyen ifadesi içimde bir şeyleri harlamıştı. Tepki vermeden ellerimle örtünün ucunu tuttum ve aşağı çektim. İlk önüme çıkan bir ruha benziyordu, ruh veya hayalet olarak adlandırdığımız şeyler normalde beyaz olurdu. Hepimiz öyle bilirdik ama resimde ki ruh bordoydu, karanlığın içinde görülebilecek şekildeydi. Bordonun etrafında ateş renginde hafif bir çizgiler vardı.

Korku maskesi gibi gözleri geniş ve içi boştu, yerde yatan bir bedenin üzerinde duruyordu. ''Silüetler.'' Dedi derin bir nefes verirken. ''Bildiğimiz hayalet yani.'' Dedim resmi incelerken. Boş salonda kahkahası yankılandı. ''Mitlerle ilgileniyorsunuz sanıyordum. Daha şatafatlı bir isim söylersiniz diye düşünmüştüm.''

''tayflar?'' diyerek yüzümü tablodan ona çevirdim. ''doğru, ama resimdeki bir silüet. Silüetler insan bedeninden çıkan ruhlar değil, yer altından çıkan ruhların tam tersi insan bedenine girmesi anlamına geliyor.''

''kim demiş bunu?'' dedim merakla. Çünkü bunca zamana göre böyle bir şey duymamıştım. Eliyle tablonun altındaki yazıyı işaret etti. Tablonun hemen altında fark etmediğim duvara montelenmiş bir cam vardı, camın üzerinde hangi mitolojiye ait olduğu ve resimdekinin hangi varlık olduğu hakkında bilgiler yazıyordu.

''Diğerlerine de bakabilir miyim?'' dedim içimdeki dürtüyü kontrol edemeyip, içimde bir şeylerin fokur fokur kaynadığını hissedebiliyordum. Bu heyecandan daha fazlasıydı.

''Elbette.'' Dedi dikkatli bakışlarını bir saniye bile üzerimden çekmeden. Elimdeki örtüyü tablonun üzerine özenle asıp ona doğru bir adım attım ve önümdeki tablonun üzerindeki örtüyü kaldırdım.

Bu tabloda ise karşımda vampire benzer bir yaratık vardı. Bir insanın üzerine çullanmıştı, kulaklarında sivrilik vardı. Çirkin bir yaratığa benziyordu, etraf kandı. ''Vampirler mi?'' diye sordum kendime. Arda kendi kendime konuştuğum olurdu. Yanımda başkasının olduğunu unutarak sorduğum bu soru cevap buldu.

''Aswanglar. Herkes bu yaratıkları vampir diye adlandırıyor. Ama işin aslında vampir diye bir şey yok, kan emici yaratıklar var elbette ama vampir değiller, isimleri bu değil. Filmlerdeki gibi kızları kendine aşık edebilecek bir tipleri de, İnsanı duyguları ve karakterleri de yok. Görenin kaçacağı bir tipleri ve ellerine düşeni de öldürebilecek bir kabiliyetleri var.''

Kulaklarım Korel'in anlattığında, gözlerim de tablonun altındaki yazıdaydı. Yazan bilgiler ve anlattığı şeyler aynıydı. Sadece birinci şahıs ağzından anlatım sağlıyordu. Bu konu da bu kadar bilgili olması beni şaşkınlığa sürüklerken bir yandan da aklımdakileri kurcalamıyor değildi.

İçimden bir ses aynı Sencer'in yanında olduğum zamanki gibi huzursuz bir şekilde 'O adamda yanlış bir şeyler var.' Diyordu. Diğer yanımsa gördüğüm herkese bunu söylediğimi düşünmeye başlamıştı.

Belki de kötü olan insanlar değil bu kasabaydı, öyleyse bu kasabaya neden çekilmiştim? Sadece merakımı körükleyen bir tez için mi?

''Sessizleştiniz.'' Dedi büyük bir sakinlikle. Belli belirsiz gülümsedim ve elimdeki örtüyle resmin üzerini örttüm. ''Şaşırdım biraz.''

''Yazılar için diyor olmalısınız, yazıları ben hazırladım. Hazırlamam uzun sürmüştü o sebeple...''

''Anlıyorum.'' Lafını istemsiz olarak kestiğim için dudaklarımı birbirine bastırıp ona döndüğüm sırada onun da lafı kesildiği için dudaklarını benim gibi birbirine bastırdığını fark edip karşı duvardaki tabloların önüne geçtim. Ona doğru attım her bir adım içimdeki kötü hissi körüklüyordu.

Bir diğer tabloyu açmak için elimi uzattım, nedense her bir tablo açışımda örtünün üzerinde elimin kalma süresi artıyordu. Göz ucuyla Korel'e baktığımda kollarını birbirine bağlamış yaslandığı yerden doğrulmuş ve dikkatle bana baktığını hissettim.

Ardından tabloyu açtım ve karşımda bir tanrıça misali duran bir kadın gördüm. Arkası dönük saçları uzundu, bir elinde güneş diğer elinde ise ay duruyordu. Bu görüntü aklımda bildiğim ismi yankıladı.

''Azura...'' diye mırıldandım resme hayran hayran bakarken. Korel de beni onaylar mırıltıyla yanıma ağır adımlarla ilerledi. ''Alacakaranlığın kızı...'' diyerek ekledi.

''Sonunda aynı bilgiye sahip olduğumuz bir tablo.'' Dedim nefes verirken. ''Bir yanındaki tabloya da bakın lütfen. Eminim onun içinde aynı şeyi söyleyeceksiniz.'' Yüzümü sola çevirdim ve Korel'in doğrudan gözlerine baktım. Gözlerinin içinde benimki kadar kabarmış bir merak vardı. Gözlerinin içinde ateş renginde hafif kıvılcımlar olduğuna yemin edebilirdim. Ona doğru bir adım daha attım, gözlerimin yanılıp yanılmadığına emin olmak istiyordum. Attığım adımdan bir saniye sonra Korel bir adım geri attı. ''Gözlerin...'' cümlemin devamını getirmemi beklemeden gözlerini yumdu ve sıkıntıyla nefes verdi.

''Affedersin, uykusuzluktan kızarmış olmalı.'' Kaşlarım söylediği karşısında belli belirsiz çatılsa da gözlerimin beni yanılttığını düşünerek bir adım geriledim ve arkamda kalan diğer tabloya yöneldim. ''Haklısınız, gördüğüm en çalışkan resim öğretmenisiniz.'' Söylediğime güldü ve gözlerini açıp hemen arkama geçebilecek büyüklükte üç adım attı.

Bu tablo diğerlerine göre daha büyüktü. Ellerim tabloyu açmak için yöneleceği sırada arkamdan beni sarma pozisyonuna geçen kollar tablonun üzerindeki örtüyü kaldırdı ve en karanlık çalışmalarından biri olan tabloyu gözlerimin önüne serdi.

''Aman yarabbi...'' bir adım gerilemek istediğim sırada sırtım Korel'in göğsüne çarptı. Nefes alışverişimin hızlandığını hissedebiliyordum.

''Tablodaki kadın kim, Efnan?'' Korel bana ilk kez ismimle hitap etmişti. İsmimi arkamdan fısıltıyla duymak tenimi ürpertirken karşımdaki görüntü tüm bedenimi yakıyordu. Gözlerimi tablodan alamıyordum, ilk kez bu kadar detaylı ve bu kadar korkunç bir çizimini görmüştüm ilk kadın olarak bilinen kişinin.

''Lilith.'' Diye fısıldadım. Tablonun her tarafında ateşler vardı, tahta benzeyen bir koltukta oturuyordu kızıl saçlı gözleri neredeyse yok diye bileceğim siyahlıkta yüz hattına sahip olmayan bir vücuda sahipti. Oturduğu yerin hemen önünde diz çökmüş iki karanlık gölge vardı. Kafaları eğikti, Ateşin yakmadığı her yer zifiri karanlıktan ibaretti ve neredeyse üç boyutluya benzeyen resim beni öylesine etki altına almıştı ki korkudan ellerim boynumdaki kolyeye gitti. Bir madalyon kolyesiydi, ananemden bana kalmıştı. Ona da dedem hediye etmişti ve dedemin ananemden tek isteği bu kolyeyi bana vermesiydi.

Bu kolyeyi ne zaman tutsam içimdeki kötü hisler ya da etrafımda gelişen olumsuz şeyler kısa süreliğine de olsa son buluyor gibi hissediyordum.

Şimdi de öyle olmasını umdum ama aklımı toparlayamıyordum. Kafamın hemen üzerinde saçlarıma karışan Korel'in çenesi ve sırtımdaki nefes alan göğsünün hareketi dikkatimi dağıtıyordu. Ellerimi kolyemden çektim ve tabloya arkamı döndüm. Korel ile aramızda mesafe yok denecek kadar azdı, ben arkamı döner dönmez Korel bir adım geriye çekildi ve aramıza mesafe koydu.

''Bu kadar etkileneceğinizi düşünmemiştim. Görmenizi istediğim birkaç tablo daha vardı.'' Yüzü sabitti, gözlerinden hala dinmeyen merakını görebiliyordum. ''Bu tabloları yapan kişinin akıl sağlığından şüphe etmeye başladım.'' Dedim korkumu gizlemeye çalışıp gülmeye çabalarken.

''Beğenmediniz mi?'' dedi sesinde bir alınganlık tınısıyla. ''Hayır aksine çok başarılı buldum. Hatta tabloyu yapan kişiyle tanışmak isterim. Görünüşe göre benim dalımla benden daha çok ilgileniyor ve tezimde bana çok yardımcı olurdu.''

''Tez?'' dedi kaşları hayretle kalkarken. ''Evet. Biliyorsunuz ki ben felsefe öğretmeniyim ama asıl merakım doğa üstü bilimlerdi ama geçerli bilgiler ve teoriler olmayınca bu çok zor. Bende yüksek lisansım için bu konuda tez hazırlayacağım. Amaçsız bir şekilde kanıt peşinde koşmam çok saçma olmaz mıydı?'' Korel'in yüzü olduğundan daha ciddi bir hal alırken asansörden gelen bir ses ile Korel saniyeler içinde elindeki örtüyü tablonun üzerine geçirdi. Bunu yaparken aramızda nefes alabilecek bir mesafe bile bırakmamıştı. Aniden üzerime gelmesi beni gerileteceği sırada belimden tuttu ve tabloya çarpmamı engelledi. Yukarıdan gelen keman sesi git gide yükselirken bedenimin buz kestiğini hissettim. Göz bebeklerim büyümüştü, bunu hissedebiliyordum.

Burunlarımız birbirine değiyordu. Nefes almadığını yüzüme çarpmayan nefesinden hissedebiliyordum, çünkü bende alamıyordum. Boğazını temizledi ve belli belirsiz gülümseyen bir ifadeyle gözlerime baktı. Belimdeki dokunuşu belimde gerçek anlamda ateşe değmiş bir acı bırakırken gözlerinden bir daha geçen kıvılcımı gördüm. Mecazi değildi, gerçekti ve oradaydı. Yüzünü hafifçe çevirdi ve kulağıma doğru eğildi. Ben nefessiz kalmaya daha fazla dayanamayıp almaya başlamama rağmen onda hala tık yoktu. Nasıl nefessiz bu kadar durabiliyordu.

''Kusura bakma, tolerans geçtiğimi kimse görmemeli.'' diye fısıldadı ve geri çekildi. Belimdeki acı hala ordaydı. Gerçekten yanmış gibi hissetmiştim. ''Sorun değil, şey ben bir lavaboya gideyim.'' Diyerek yanından hızla geçtim. İçeri girmeye başlayana kalabalıktan gelen gürültüler artmaya başlamıştı, yukarıdan gelen piyano keman seslerinden artık eser yoktu.

Hızlı adımlarla geniş kapıdan çıkıp sağ tarafta kalan lavaboya doğru ilerledim. Belim hala sızlıyordu, koşar adımlarla içeri girer girmez suyu açıp enseme ve boynuma elimle su vurdum. Ardından suyu kapatıp ellerimi kurulamadan belime sokuşturduğum üzerimi çıkarıp belime baktım, kıpkırmızı olmuştu. Aynı yanmış gibi kıpkırmızıydı. Kaşlarım çatılırken lavabonun kapısı tıklandı.

''İyi misiniz?'' Kapıdan gelen Korel'in sesiyle anlık bir paniğe kapıldım ve üzerimi büyük bir telaşla örttüm.

İçimde patlayan sese artık beynimin içindeki seste hak veriyordu. O adam da yanlış bir şeyler vardı...

 

Loading...
0%