Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@byzloey




İnsanlar çığlık çığlığaydı, çığlıklar ne kadar güçlüyse sesleri o kadar baskındı. Yine de kimse onları duymuyordu. Belki çığlıkları yeri göğü inletecek kadar fazlaydı, belki de benimki kadar fazlaydı ama onlar birbirinin çığlığını, kendi çığlıklarıyla örtüyordu. Cehennem dediğinizde akla sadece ateş ve yanan insanlar gelirdi, ama cehennem bundan ibaret değildi.

İndiğimde cehennemin bundan ibaret olmadığını ve hayatımda gördüğüm en korkunç yer olduğunu anlamıştım.

Korel'in elleri kollarımı sardı, beni koruyabileceğine dair bir şeyler söylemek istiyordu ama dudaklarından yalan barındırmayan bir cümle çıkamayacağı için hiçbir şey söylemedi. Onu anladım, onu hissettim. Elinin üzerine elimi koyarak tenimdeki sıcaklığı hissetmesini bekledim.

''Beni düşünme, ben kendimi koruyabilirim. Rolleri değiştik unuttun mu? Artık şeytan benim.'' Son cümlemi alayla söylemiştim. Gülmesi için ama o gülmedi. Yüzünde ciddiyet ve endişe izleri taşıyordu. ''Korel...''

Elini kolumdan indirdi ve ensesini kavradı. Sıkıntıyla nefesleniyor odanın içinde tur atıyordu.

''Bana inanmıyor olabilirsin ama...''
''İnanıyorum.'' Diye mırıldandığında yüzünü bana doğru dönmüştü. O mavi gözleri ateşsiz her zamankinden soğuk görünüyordu. İçine girdiğinizde sizi üşütecek bir deniz gibi, soğuk ve ıssız.

Yanına ilerleyip ellerini tuttum, parmak uçlarımız yine ikimizi tamamlayacak derecede sıcaklık aktarımı yapıyordu. Bu kez sıcak olan benken soğuk olan oydu ama kimin soğuk kimin sıcak olduğunun hiçbir zaman önemi olmamıştı. Çünkü tenlerimiz birbirine değdiğinde ikimizde sadece sıcağı hissediyorduk, çünkü ikimizde birbirimizin teninde yanıyorduk.

''Şeytan denildiğinde herkes korkudan kaçmaya başlar ama şu an ortada korkabilecekleri bir şeytan görmüyorum... Özellikle de seni isteyen iblislerin.'' Yüzü tekrar yere doğru eğildiğinde parmaklarımla çenesinden yakalayıp yüzünü kaldırdım.

''Sen cennetten kovulmuş bir meleksin, senin tenin, gözlerin, varlığın ateş. Hepsi senden korkuyor, korkmak zorunda. Sen ateşini kaybetmedin Korel, o ateş hala derinlerinde. Eğer o ateş senden kopsaydı hala yaşıyor olamazdın.''

''Sönen bir ateş durduk yere tekrar yanmaz.'' Dediğinde gözlerim kısıldı.

''Belki de ateşini yeniden yakmalıyız.'' Kafasını sağa sola salladı. ''Annemi bir daha yer yüzüne indirmeyeceğiz.'' Dudaklarımda sinsi bir gülümseme oluştu. Aklımda şeytanın düşünceleri fink atıyordu. Kalbimin karanlıklarla sarıldığını hissedebiliyordum. Ona ait olan her şey bana aitti, bu karanlık artık beni korkutmuyor bana yabancı gelmiyordu. ''Annenden bahsettiğimi kim söyledi?''

''Seni şu an öldürecek güce sahip olamayabilirim ama bu güce sahip biri hala yer yüzünde geziyor. Belki de iki kişi...'' dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Haklıydı, biri Azra'ydı. Eğer kendimi son anda korumasaydım şimdi cehennemin derinliklerinde Sencer'in yanında yer alıyor Lilith'e yalvarıyordum.

Bir an bu düşünce içimi titretti. ''Haklı olabilirsin.''
''Haklıyım ve seni riske atmayacağım. Ne ateş için ne de başka bir şey için.'' Bu korumacı ve keskin tavrı ne kadar hoşuma gitse de içinin ateş özlemiyle yandığını hissedebiliyor bunun için üzülmeden edemiyordum.

''Bir yolunu bulacağız.''

''Yeni bir yol aramıyorum Efnan...'' derin bir nefes verip ellerimi tuttuğunda ani değişimi aklımı karıştırdı. Gergin görünüyordu, çene kasları kasıldı. Damarları beyaz teninde fırça darbeleri gibi dağınık ve güzellikle gözler önündeydi. Gözlerini yana çevirip dudaklarını ısırdı.

Bir derin daha nefes vererek bana döndüğünde söylenmesi bu kadar zor olan şeyin ne olduğu hakkında düşüncelerim birbirine giriyordu.

''Ben bu yolda kalmak istiyorum.''

''Ne?'' hiçbir şey anlamamış ifademle ona bakmaya devam ettim, kalbimin teklediğini o bile duyabilirdi.

''Ben burada seninle kalmak istiyorum. Ne zamanı gelince dönmem gereken bir cehennemi ne de ateşi istiyorum. Her şeyi geri de bırakırım.... Her şeyi. Bir tek seni bırakamam.'' Elleri ellerimi sıktığında şaşkınlık içinde bir adım geriledim. Eğer elleri izin verseydi bir adım daha gerileyebilirdim, vermedi.

''Yer altında yeterince zaman kaybettim. Artık yer yüzünde seninle geçireceğim zamanları kazanmak istiyorum.''

''Korel...'' fısıltım öyle zor öyle sessizdi ki, bir an konuşmadığımı düşündüm. Boğazımı temizlediğimde şimdi sesim daha duyulur haldeydi. Ne diyeceğimi bilmiyordum, gitmesi bu dünyada istediğim en son şeydi. Yer altına inmeyi bırakın otelden dışarı gitmesini bile istemezdim. Öyle bir bağlılık, öyle bir karanlıktı bu.

Her zerremi karanlık sarsa da her noktamı doldursa da her nefesime karışsa da yine onu isterdim. Beni öldüren karanlık olsa, öldükten sonra bile onu görmek isterdim.

Ama bu dünya da kalırsa, yine cehenneme dönecekti. Şeytan olarak onun için zaman kavramı yoktu, ister kıyamete kadar isterse de işi bitene kadar kalırdı ama cehennemde acı çekmez sadece günahkarlara acı çektirirdi.

Şimdi ise, günahkarlardan biri olmayı istiyordu, benim için.

''Korel... Bunu yaparsan yine bir zamana bağlı kalacaksın. Benim zamanıma...''

''Benim için zaman senden ibaret... Seninle geçireceğim bu zamana geçmişimi ve geleceğimi veririm. Ateşimi aldılar. Zamanımı aldılar... Almadıkları ne varsa alsınlar, zaten her şeyimi verdim. Karşılığında istediğim tek şey sınırlı bir ömür.''

Her zaman Korel'in vücudunda gezen ateş, şimdi benimkinde geziniyordu. Kalbimden binlerce parlaya ayrıldı ve her zerreme yayıldı. Parmak uçlarıma, saç tellerime, gözlerime, dudaklarıma...

Şeytan yine benim nefesimi kesmişti, yine şeytanlığıyla aklıma girmişti.

Bunu hep yapıyordu, hep aklımı karıştırıyor beni şaşkına çeviriyordu. ''Korel... Neden korkuyorsun?'' gözlerindeki korkuyu görebiliyor kalbimin derinliklerinde hissedebiliyordum.

Korel bu kadar şeyi durduk yere söylemezdi, ona bunu söyletecek bir şey olmalıydı.

''Eğer... ben yanında olmazsam ve çığlığın yer yüzüne inerse...''

''Evet?'' tek kaşımı kaldırarak meraklı bir ifadeyle ona baktım. ''Sende ölürsün.''

Elleri gevşediğinde parmak uçlarım yavaşça onunkilerden kaydı.

''Ve ölüm sana ilk defa bu kadar yakın.'' Diye fısıldadı.

Şeytan artık şeytan değildi ama iblisler hala iblisti. Ben de hala köprüydüm ve beni hala arıyorlar peşime takılıyorlardı. Ölüm söylediği gibi ilk defa bana bu kadar yakındı. Bunu zaten saatler önce boynuma dolanan ateşli ipi hissettiğimde anlamıştım ama dillendirmek bambaşkaydı. Dillendirmek gerçekle yüzleşmekti.

''Yine de bu kısacık zaman için her şeyden vazgeçiyorsun.'' Diye fısıldadım. ''Vazgeçtim.'' Diye fısıldadı.

''Kimseye diz çökmeyen şeytan senin önünde diz çöktüğünde vazgeçti.''

''O zaman seçimini yapmıştın.'' Dediğimde beni onayladı. Elleri yanağıma çıkıp, elinin tersiyle okşadığında teni ilk defa günler sonra sıcaktı.

Bu sıcaklık benim parmak uçlarımdan ona geçen sıcaklıktı ama sıcaklık ondan başka kimseye bu kadar yakışmıyordu.

''Arkun'un yanına gitmedin değil mi?'' diye fısıldadı, gözlerime bakıyordu. Yalan söyleyeceğimi bildiği için gözlerimden bunu yakalamayı umuyordu. Yalan söylemedim, onun gibi sadece gerçeği sakladım.

''hayır, işi çıkmıştı. Odama uğrayıp geldim, bir saat içinde gitmem gerek.'' Dediğimde gülümsedi. Yalan söylememem onu gülümsetmişti.

''Öyleyse sen gelene kadar resmimi bitireyim. Bu gece güzel bir gece olsun, büyülü bir gece.'' Gözlerindeki ateş gitse de onun açığını kapatan parıltısı hala oradaydı. Gözlerinin içinde pırıltıların yanında hala sadece ben vardım. Benim de gözlerimde sadece o vardı, çünkü gözlerim sadece onu görüyordu.

Hırsım, öfkem, mutluluğum ve diğer tüm duygularım onunla var oluyordu.

Bu bağın nasıl bir şey olduğunu her geçen gün daha derinde hissediyordum. Bu bağ hayat bağından bile daha kuvvetliydi. Sanki biz bir ruh iki bedendeydik.

''Bu gece güzel bir gece olsun...'' diye tekrarladım fısıltıyla.

''Öyleyse çabuk git ki, çabuk gel.'' Gülerek kafamı salladım. Teni tenimden ayrıldığında tekrar üşümeye başladığını biliyordum.

''Özle beni.'' Diye alayla kapıya doğru ilerlediğimde dişleri görünürcesine gülümsedi, işte beni öldüren o gülümseme.

''Özlemimden ölmeden gel.'' Dudaklarımdan sesli bir gülüş çıktığında gözlerinde beliren pırıltılar etrafı aydınlattı. Gözlerimi gözlerinden çekmeden derin bir nefes alıp iç çektim.

Arkamı döndüm ve kapıyı çekerek otelin asansörüne doğru ilerledim. Dudaklarımda bir tebessümle, aklımda bu gece geçecek geceyle, kalbimde bir şeytanla.

Asansör dakikalar içinde geldi.

İçeride açık tenli, kahve tonlarında gözlere ve saçlara sahip olan bir adam duruyordu. İçeri girdim, gözüm basılı olan giriş katına baktı.

Saniyeler sonra kapı kapandı, içeri de sessizlik oluştu. Adam kapanan asansör kapısından yansımamıza bakıyordu. Benim de gözüm aynadaki görüntümüze kaydı. Kırklarında görünüyordu, benzerliğimiz dikkatimi çekti. İçimi garip bir rahatsızlık duygusu kapladı, biraz kıpırdandım.

Asansör kapısı açıldığında görüntü kayboldu, önemsemeden asansörden inip otelden çıktım.

Uzaktan buraya gelen taksi dikkatimi çekti, yola doğru yürüyerek elimi uzattım ama o zaten çoktan önümde durmuştu. ''Efnan Hanım?''

''Evet?''

''Otelden aradılar, buyurun.'' Gözüm otele kaydığında arayanın otel değil, Korel olduğunu anladım.

Taksinin arkasına bindikten sonra koltuğa yaslanarak derin bir nefes verdim. Taksi Yeşil Liman'a doğru gitmeye başladığında Arkun'a mesaj çekip gözümü pencereye çevirdim.

Asansörde hemen yanımda duran adam şimdi de hemen yanımızdaki arabadaydı. Gözleri bana çevrildi, dudaklarında varla yok arası bir gülümseme oluştu.

Rahatsızlık duygusuyla tekrar kıpırdandım.

Rahatsızlık duygusunun neden kaynaklı olduğunu pek anlayamasam da içimdeki sese kulak verdim ve gözlerimi yanımızdaki adamdan çektim.

Yol boyu göz ucuyla yanımızda aynı hızla geldiğini görebiliyordum, yine de bakmamakta ısrarcıydım.

En sonunda taksi Yeşil Limanın önünde durduğunda kafamı kaldırdım ve parayı uzatıp indim. Araba sonunda gözden kaybolmuş, rahatsızlık duygusu benden uzaklaşmıştı.

Boş masalardan birine oturduğumda bana arkası dönük Suzan'ı fark ettim. Bir müşteriyle ilgileniyordu, Suzan'ı ilk defa dışardan bir müşteriyle özel ilgilenirken görmek beni şaşırtmıştı.

Belki de özel bir müşteriydi.

Adamın sadece takım elbisesi ve parlak ucu sivri ayakkabıları görünüyordu.

Sonunda Suzan içeri ilerlediğinde adamın gözleri anında benimle kesişti. Burada olduğumu ona baktığımı biliyor gibi gözlerini saniyesinde gözlerime kenetlemişti. Kafasını eğdi ve dudaklarına bir tebessüm yerleştirdi.

Neden kafasını eğdiğini anlayamamıştım. Gözlerimi rahatsızlık içinde ondan çevirdim. Esmerdi, ince kaşlara keskin bir göz ve çene hattına sahipti. Sadece yanağında bir kesik izi vardı ama o bile kursuz yüzüne kusur katamamıştı.

''Ne alırdınız?'' yüzümü sola çevirdiğimde elinde defter tutan garsona gülümsedim. ''Sade Türk kahvesi.'' Garson siparişi alıp gittiğinde gözüm yine esmer adama çevrildi. Hala bana bakıyor gözlerini benden ayırmıyordu.

Derin bir nefes aldım. Bakmamalıydım, dikkat çekmek istemiyordum.

Kalbimi saran o karanlık yine ortaya çıkmıştı. O adamda garip bir şeyler sezdim, silüet olduğuna emindim. Sadece ona karşı bir korku besleyemiyordum. Belki de kızarıklığın geçmemesine sebep olan kişi bu adamdı.

Önüme döndükten dakikalar sonra karşımdaki sandalye çekildi. ''Hala hayatta görünüyorsun, tek parça halinde.'' Arkun'un esprili haline gülümseyerek ona uzandım ve sarıldım.

Onun bu halini çok özlemiştim, arkadaşlığını da öyle.

''Sen bir de karşıdakini gör.'' Dudaklarında belli belirsiz gülümseme oldu. ''Güvende misin Efnan? Bak eğer değilsen Sencer'e falan haber verelim ekip falan göndersin ya da korunman için ne gerekiyorsa onu yapalım. İllaki bir şey geliyordur elimizden.''

Dudaklarım yine dişlerimin arkasına saklanırken Sencer'i hatırlatmak içimi titretti. Acaba orada tam olarak ne yapıyordu? Lilith gerçekten onu cezalandırarak cehennem ateşine mi atmıştı yoksa sadece yanına alarak görevinin başına mı koymuştu...

''Efnan?'' Arkun'un sesiyle kendime geldiğimde ''Şey... Sencer artık burada değil.'' Diye mırıldandım.

''Ne demek değil?''

''Lilith geldi... Annesi. Onu götürdü Arkun.'' Arkun bir süre sessizce yüzüme baktı. Öylece bakıyor ne konuşuyor ne de yaşam belirtisi veriyordu. ''Nereye?''
''Cehenneme.'' Arkun sandalyesini kenarlarından tutup bana doğru sürüklemeye başladı ve neredeyse burnumun dibine girdi.

''Dalga geçiyorum de.... Lilith nasıl buraya gelebilir, Sencer.... Niye?'' soruyu nasıl soracağını bile bilemiyordu. Şaşkınlığına hak veriyordum. Bunları algılamak onun için çok zordu.

''Yapması gerekeni yapmadığı için...''
''Bir daha geri gelmeyecek mi?'' diye mırıldandı. Gözlerindeki korku ve endişeyi görebiliyordum. Sencer için üzülmüştü. ''Gelecek ama ne zaman bilmiyoruz... Lilith beni istediğini söyledi, eğer ben gidersem Sencer'i salacakmış. Azra bana o yüzden saldırdı.''

Arkun yüzünü geri çekerken derin bir nefes aldı. ''Bir taşla iki kuş hem Sencer'i korkutuyor hem de Sencer'i kurtaracağını bildiği için Azra'yı üstüne salıyor.'' Kafamı aşağı yukarı salladığımda gelen kahve için garsona teşekkür ettim. Arkun kendisine aynısından söyleyerek bana dönmeden önce bize dikkatle bakan yüzünde yaza izi olan adama baktı. ''Bu adam niye bizi dikizliyor?''

''Bilmiyorum...''
''İblis mi?'' diye mırıldandığında onaylar mırıltılar çıkardım.

''Korel'i çağırdın mı?'' dediğinde yüzümü ona döndüm. Korel'i çağıramazdım, bu onu sadece daha çok üzerdi.

''Gerek yok, bana zarar vermeyecek.'' Diye mırıldandım. Yalan değildi, köprüler kendine zarar verilip verilmeyeceğini hissederdi. Ben de hissetmiştim, o adam bana zarar vermek için burada değildi ama ne için burada olduğunu da hissedemiyordum.

''Nereden biliyorsun?'' dediğinde ''Hissediyorum.'' Diyerek karşılık verdim ve kahvemden bir yudum aldım. O sıradan hemen arkamdan bedenime bir rüzgâr esti, sertti ve içimi ürpertti.

Hislerim tehlike alarmları çalıyordu. Asansördeki adam yanımdan geçip tam çaprazıma oturdu. Garson yanına sipariş almak için gittiğinde onu başından savurdu. Saniyeler sonra Suzan içeriden çıktı, elinde bir alkol ve vişneli bir tatlıyla.

Tepsiyi önüne bırakırken gözleri bana kaydı, sık sık nefes alıyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde bana endişe içinde ve korkuyla baktı.

Ardından dudaklarını oynattı 'Abim.' Kaşlarım belli belirsiz çatılırken hemen yanımızdan gelen bardak kırılma sesiyle yerimde sıçradım. Gözlerini bizden ayırmayan, yüzünde yara izi olan adamdan gelmişti. ''Affedersiniz.'' Diyerek bize döndüğünde sertçe yutkundum.

Hemen solumda kendime benzettiğim beden Grim'di. Yer yüzüne çıkan tehlikeli varlık o olmalıydı.

Kızarıklığın sebebi olan kişi, oydu. Elim Arkun'un elini tuttu. ''Hemen buradan gitmeliyiz.''

''ne oldu?'' Benim ayaklanmamla Arkun da panik içinde ayaklandı. ''Efnan''

''Arkun, lütfen sadece buradan uzaklaşmalıyız.'' Arkun daha fazla soru sormadan elimi tuttu ve beni arabaya doğru sürüklemeye başladı.

Buradaki park alanları tamamen doluydu, Yeşil Limanın arka sokağına doğru yürümeye başladığımızda içimdeki alarmlar her zerremde çalmaya başladı. Tehlike geliyordu, tehlike çok yakındı.

Araba uzaktan göründü, yolun tam karşısındaydı. Yola atladığımızda yüksek korna sesiyle geri çekildik, o arabanın ardından bir daha karşıya geçmeye yeltendik ama başka bir araba daha korna çalmıştı.

Sonra Arkun bir küfür mırıldandı.

''Tekerlekler patlak.'' Gözlerim önümüzden vızır vızır geçen arabaların arasından Arkun'un tekerleklerine kaydığında elimi onun elinden kurtardım. Çünkü tehlike tam arkamdaydı.

''Arkun... Hemen kaç.'' söylediğimi algılayamadı, anlamsız bakışları yüzümde gezindi.

''Beni seviyorsan lütfen... uzaklaş benden.''

''Hayatta olmaz.'' Elimi tutmak isteyen elini ittirdim. Öfke ateşi bedenimde gezindi, özellikle de gözlerimde.

''Sana uzaklaş dedim. Bana bir şey olmayacak, söz veriyorum.''Arkun yanan elini geri çekerken sertçe yutkundu.

Yüzümü omuzumun üstünden çevirdim, Grim köşedeydi, bekliyordu. Kollarını birbirine bağlamış başka bir arabaya yaslanmıştı.

Derin bir nefes alarak yolun ters yönüne doğru yürümeye başladım. İçimden Semum'un yine beni kurtarmasını diliyordum, her zaman yanımda olan hizmetkarın yine yanımda olmasını diliyordum.

Ellerimi yumruk yaparak aradan döndüm. Arkun sözümü dinlemiş gelmemişti, belki de Korel'den bana sadece ateş değil şeytan tüyü de geçmişti. Her ne olduysa işe yaramıştı, Arkun güvendeydi. Bu da bana yetecekti.

Sessiz ve hiçbir yere bakmayan dar sokağa ulaştığımda adımlarımı durdurdum. Ben sokağın başındaydım, o ise arkamdan gelmesine rağmen karşımda sokağın sonundaydı.

''Şeytan'ın değerli köprüsü...'' diye mırıldandı, derin bir iç çekerek adımları bana doğru gelmeye başladı. ''Seni yalnız bulmak ne büyük nimet...'' dudaklarında eğlenceli bir gülümseme oluştu.

Ellerini birbirine çarparak çocuk gibi zıplarcasına yürüdü.

''Nasıl tekrar yer yüzüne çıktın?'' yolun ortasına yaklaştığında bir adım geriledim. ''Sevinmedin mi? Ben beni özlediğini düşünmüştüm. Yer yüzünün en kıymetli insanını hayal etmek çok tahrik ediciydi.'' Yumruklarım daha fazla sıkılaştı, neredeyse bembeyaz kesilmişti.

''Cehennemin dibinde çürümeni ummuştum.''

''Sencer gibi mi?'' dediğinde ifadem anında değişti, öfke ve nefret yerini suçluluk ve pişmanlığa bıraktı.

''Görünene göre onu özlemişsin. Merak etme, bugün seni onun yanına göndereceğim. Aşağıda seni tek hayal eden ben değildim. Onun için kendini feda etmeni bekleyen bir avcı, cehennemde acı çekmeni izlemeyi iple çeken bir anne de seni hayal ediyordu.'' Bana yaklaşmaya başladığında mesafeyi koruyabilmek için geri geri gitmeye devam ettim.

''Lilith neden beni bu kadar çok istiyor?''

''Lilith seni istemiyor köprü, oğullarını istiyor. Sen onun için sadece bir oyuncaksın, sadece oğullarının seni kıymete bindirip senin için annelerini ezmesi onu kızdırdı.''

Nefesim yavaş yavaş sıkılaştı, artık geri atacak adımım kalmadı. Grim bana doğru yürümeye devam etti. ''merak etme... Herkesin hıncını alma görevi bana düştü, ben işimin en iyisiyimdir.'' Sözünü bitirmek üzere olduğunda arkadan gelen yüksek bir araç sesi sokakta yankılandı. Grim sözünü bitirdiğinde araba ona sertçe çarptı ve Grim önüme kadar yuvarlandı. Dudaklarından kan geliyordu, karşımda kırmızı klasik bir araba durdu. İçinden çıkan yüz, bana kendimi güvende hissettiren kim olduğunu bilmediğim halde güvendiğim bir yüzdü.

Araçtan tüm asilliğiyle indi, yüzündeki yaranın verdiği farklı havasıyla arabanın kapısını örttü. Siyah parlak ayakkabılarının üstünde siyah takım elbisesiyle, uzun boyuyla karşımda dikiliyordu.

Elleri siyah gömleğinin yakasına gitti, yakasını düzelttikten sonra ceketinin düğmesini açtı. ''Bende işimin en iyisiyimdir... Gerçi sen bunu zaten bilirsin.'' Ceketi çıkarıp arabanın üstüne attıktan sonra gömleğinin kol düğmelerini açmaya başladı.

Grim'in dudaklarından bir gülüş çıktı, ağzından dişlerine kadar kan tiksindirici şekilde görünüyordu.

Ellerini yere yaslayarak destek aldı ve doğrulurken ağzındaki kanı yere tükürdü.

''Semum... Seninle karşı karşı gelmeyeli yıllar oldu.'' Semum...

Gözlerim şaşkınlıkla irileşti, hayatımın şokunu ilk kez burada yaşadım. Öğrendiğim hiçbir şey beni bu kadar şaşkına çevirmemişti.

Semum'un bakışları Grim'den bana döndüğünde gülümsedi. ''Geldim, efendim. Yardım istediğinizde, her daim gelirim.''

Kaşlarım hayret ve duygusallıkla yukarı kalktı, Yolda gelirken içimden Semum'a yaptığım çağrıyı duymuş, gelmişti. Her zamanki gibi yanımdaydı. Sadece artık kuzgun değildi, artık insan bedenindeydi. Yumruk yaptığım ellerim yavaşça çözülürken Grim'in bana attığı bakışla bir adım daha geriledim.

''En son ki karşılaşmamız sadece üç saniye sürmüştü, bu kez daha uzun olması diliyorum.'' Grim Semum'a gülümseyerek kollarını iki yanına açtı. Semum düğmesini açtığı kollarını kıvırırken Grim'e doğru ağır ağır adımlar atıyordu.

Gömleğinin açıkta bıraktığı boyun bölgesi ve kollarında desenli dövmeler vardı.

''O zamanki bedenin kadındı. Bilirsin erkek bedenindeyken kadınlara dayanamıyorum. Hemen yumuşarım.'' Semum gür bir kahkaha atarken gözleri tehlikeli düzeyde kıstı. ''Yaklaş da erkekliğini görelim.''

Semum'un gözleri bana kaydığında bunu Grim'i benden uzaklaştırmak için yaptığını anladım. Gözleriyle bana benim için yaptığını söylemişti. Aynı Korel gibi onun da düşüncelerini hissedebiliyordum. Bana söylemek istediğini ve içinden geçenleri.

'Efendim sizi bekliyor. Gidin.' diyordu.

Gözleri Grim ile birbirini öldürürcesine kilitlendiğinde bir adım daha geriledim. Attığım son adım beni yolun ortasına sürüklemişti.

Bu ıssız yerden geçen olmazdı, o yüzden rahat rahat gidebildiğim kadar geriye gidiyordum.

Semum Grim'in dibine kadar geldiğinde durdu. Heybetli vücudu ceketini çıkarmasıyla ortaya çıkmıştı. İnsanları korkutacak bir bedene sahipti ama sorun karşısındakinin insan olmamasıydı. İkisinin vücudu değil ruhu savaşacaktı.

İkisi de karanlıktı, ikisi de cehenneme hizmet ediyordu ve ikisi de cehennemden geliyordu.

''Efendin cehenneme dönüp cezalandırıldığında onunla beraber sende cezalandırılacaksın biliyorsun değil mi?'' Semum onun dediklerini umursamıyordu. Sessizliğini korudu ve kısık gözleriyle cümlelerini bitirmesini sabırla bekledi.

''Seni cehennemde cayır cayır yakan ben olacağım, sende bir iblissin ve iblisleri cezalandırmak benim görevim.'' Grim'in cümleleri ve tehditleri bittiğinde Semum'un gözleri karardı.

İblisin siyahlığı siyah takım elbisenin içinde birbirine karışmıştı. ''Benim de görevim şeytana yer yüzünde hizmet etmek. Senin görevin aşağı da seni bekliyor.''

Kararmış gözleri Grim'den bana döndüğünde keskin bir dille gitmemi söylediğini anladım. Arkamı döndüm ve koşarcasına otelin yolunu tuttum.

Bir yandan da Arkun'a haber vermek, güvende olduğunu bilmek için telefonumu çıkarıyordum.

İlk çalışta açmadı, ikincisinde de açmadı. İçimde endişe çanları çalarken gözüm yeşil limana kaydı. Orada değildi, gözüm Suzan'ı aradı ama o da görünmüyordu.

Sessizce küfür ederek otele yürümeye devam ettim. Aklımdan tek geçen şey bunları Korel'e nasıl anlatacağımdı.

Korel aklıma düştüğünde gülümsememe engel olamadım. Yanımda olamayacağını düşündüğünde bile yanımda oluyordu. Her zerresiyle; öfkesiyle, ateşiyle, hizmetkarıyla...

Arkun'u bir kez daha aradım, yine açmadı. Belki de koşuşturmada telefonunu düşürmüştü.

Dönüp ona bakma fikri aklımda fink atsa da Semum Korel'in beni beklediğini söylemişti.

Korel Semum'un gördüğünü görüyor, hissettiğini hissediyordu. Belki de ona açıklamak zorunda kalmayacaktım, o her şeyi biliyordu.

Belki de sadece benim ne diyeceğimi duymak istiyordu.

Otel'in önüne vardığımda duvardan destek alarak duraksayıp nefes aldım. Koşmaktan ve duygudan duyguya girmekten nefessiz kalmıştım. Gözüm otele çıktı, nedeni yoktu. Gözüm sadece, ilk defa otelin camlarında gezindi.

Saniyeler sonra sebebini anlamıştım. Korel onu görmemi istediği için, beni beklediğini görmem için camdan beni gözlüyordu.

Elinde ki viski bardağını parmak uçlarıyla tutarak kolunu aşağı sarkıttı. Öfkelendiğini buradan bile görebiliyordum, öfkesi bana değildi kendineydi.

Elimi duvardan çekerek otelin içine doğru yürüdüm. Her attığım adımda Korel'in öfkesi daha çok artıyordu. İçimde ki ateş titreşti, Korel ile bir hissetmek bazen yakıyordu.

Asansöre bindikten sonra 6. kata bastım ve her katta ritim tuttum.

İçimden bu konu hakkında konuşmak geçmiyordu ama ilk sözü benden bekleyeceğinden emindim.

Asansör açıldı, odaya yürürken bile attığım adımlar ileri gitse de ayaklarım geri gidelim diye bağırıyordu. Nedenini biliyordum, Korel'in kendini yetersiz hissetmesi onu bitiriyordu. Onu bitiren her şey beni de bitiriyordu.

sonunda adımlar tükendi, kapı yine aralıktı.

Kapıyı ufak bir boşluk kalacak şekilde ittirip aradan geçtim.

Korel arkası dönük elinde viski şişesini sıkarak omuzları gergin vaziyette duruyordu. Kafası eğikti, viski şişesini sıkan parmakları kızardı.

Saniyeler içinde viski bardağı patladı, camlar her yere patır patır döküldü. Çıkan ses korkuyla sıçramama sebep oldu.

''Sana zarar verdi mi?''

''hayır.''

''Semum yetişti mi?''

''Evet.'' dediğimde kafasını kaldırıp derin bir nefes verdi. ''Şükürler olsun.'' fısıltısı odanın içinde gezindi.

Ruhunun rahatladığını hissettim. ''Cehenneme indiğimde onu, ona özel bir ateşle yakacağım. Her zerresini, zaman kavramı olmadan.''

Sesinde ki tehlikeli ton yutkunmama sebep oldu. ''Benim güçsüzlüğümü duyan herkes başına üşüşmeye başladı. Bense aptal bir otel odasında resim yapıyorum.'' parmaklarında kalan camları umursamadan elini yumruk yaptığında akan her kan benden akıyormuşcasına canım acıdı.

''Korel... bana ne dediğini hatırlıyor musun?''

Omuzunun üzerinden kafasını bana döndü, kan hala avuç içinden halıya damlıyordu.

''Yanımda olmadığını düşündüğünde bile yanımdasın.. benim ruhum artık temiz değil.''

''Sana ilk ve son kez bir seçim sunacağım. Kararını beni unutarak vermelisin. Şu an ruhunu temizleyebilirim, tüm kirleri alır seni tekrar tertemiz bırakabilirim. Cennette seni bekleyen dedene kavuşabilirsin.''

Umutla öne atılarak ''nasıl?'' diye sorduğumda yüzünü bana döndü. Gözlerinin titrediğini gördüm, yansımasından kendi gözlerimi görebiliyordum. Gözlerimin içi umut duygusuyla parıldıyordu. Bu görüntü onun canını yaktı.

''bana veda ederek.'' o da sorduğum sorunun intikamını almak istercesine cevabıyla canımı yaktı.

''Eğer ruhunu bana teslim edersen en sonunda ruhunu paramparça edebilirim. Karanlık ve aydınlık birbirine karışır.''

''Önemi yok.'' sözünün devamını dinlememe bile gerek yoktu, çünkü benim için önemsizdi. Önemli olan tek şey yanımda olup olmayacağıydı.

''Eğer cenneti ve dedeni reddedip beni seçersen sonun cehennem olacak.''

''Hala önemli bir şey göremedim.''

Yalanımı hissetti.

''Eğer beni seçersen geri dönüşü olmayacak, tek gördüğün ışık ve hissettiğin şey cehennem ateşi olacak.''

''Korel, bu soruyu neden soruyorsun? Aklında ne var?'' tüm bedeniyle bana döndüğünde yüzünde ki gülümseme ve gözlerinin içinde ki o tehlikeli bakış hiç hoşuma gitmemişti.

''Eğer içimde ki cehennem ateşi alındıysa, eğer cehenneme inenler yer yüzüne geri çıkıyorsa.... Belki de cehennemi yer yüzüne indirmem gerekiyordur. ve eğer cehennem yer yüzüne inerse korkmamız gereken kimse kalmaz.''

 

Loading...
0%