Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@byzloey

Cehennem, korkutucuydu. Nefes kesiciydi, soğuğun adını unutturacak kadar sıcak, sıcağı öğrendiğinize pişman olacak kadar yakıcıydı. Cehennemin en kötü yanı bildiğimiz gibi bedenimizi cezalandırmıyordu, ruhumuzu cezalandırıyordu. Bizi biz yapan ruhumuz yanıp yanıp diriliyor, tekrar tekrar küle dönüyordu. En kötüsüyse bunun bir sonu olmamasıydı.

Çünkü cennet nasıl sonsuzsa, cehennem de bir o kadar sonsuzdu. Cennet ne kadar temizse cehennem o kadar kirli, cennet ne kadar aydınlıksa cehennem de bir o kadar karanlıktı.

Cehennemin ruhumu paramparça eden sahibi şeytansa hepsini içinde barındırıyordu. Cennet kadar aydınlıktı, cehennem ateşiyle.

Can yakıyor ruhumu parçalıyordu, cehennem ateşiyle.

En kötüsü ise o da sonsuzdu, her şeyiyle.

''Günaydın.'' Diye fısıldadı o kızaran dudakları, gözlerimi açar açmaz ilk gördüğüm dudaklarıydı.

Elleri en son hatırladığım yerde, saç tellerimdeydi. Saçlarım parmak uçlarının sıcaklığı altında yumuş yumuş olmuştu. Yanağım da hala parmağının izini hissedebiliyordum. Gece boyu bana söylediği cümleleri hayal meyal de olsa hatırlıyordum, fısıltısını ve dokunuşlarını da öyle.

''Günaydın.'' Diye fısıldadım gözlerimi ovuştururken. Bedenlerimiz birbirine neredeyse yapışıktı, bunu sevmemin en büyük nedeni onun kokusunun tüm kokuları bastıracak kadar yakınımda olması ve nefesime bile karışmasıydı.

''Erken uyandın.''

''Ne kadar uydum ki?'' gözleri duvara döndüğünde daha önce fark etmediğim küçük duvar saatini gördüm. ''on iki saat.'' Diye mırıldandı.

Şaşırmadım, o kadar yorgunluk ve uykusuzluğa göre dediği gibi erken bile uyanmıştım. Kafamı yastığa tekrar gömdüğümde odanın içindeki sessizlikte karnımın guruldaması dolaştı.

Korel bu halime gülerken ben ise kafamı yastığa daha çok gömdüm. ''Fit mi kalmaya çalışıyorsun?''

''Ben zaten Fitim.'' Diye karşılık verip kafamı yastıktan kaldırdım.

''En son ki kahvaltı da pek öyle görü....'' Kararmış gözlerim ona döndüğünde cümlenin devamını getirmeyi kesip dudaklarını birbirine bastırdı ardından ''Maşallahın var.'' Mırıldanarak cümlesini düzeltti.

Dudaklarımda belli belirsiz tebessümle yataktan kalkarak lavaboya ilerledim. Eğer yüzüme soğuk su vurmazsam kesinlikle ayılamayacaktım. Çünkü uyku beni öylesine sevmişti ki kollarını üzerimden çekmiyordu.

Elime çarpan soğuk su irkilmeme sebep olurken yüzüme vurduğum soğuk su da ayılmama sebep olmuştu. Soğuk suyu anında buz tutan ellerimle kapatıp kenardaki havluyla yüzümü kuruladım.

Lavabonun kapısı açıldı, kapının arasından bana bakan mavi gözler gülümsedi. ''Semum bizi çağırıyor.''

Havluyu yerine astıktan sonra aralık bıraktığı kapıdan çıkarak arkasından ilerledim. Asansöre değil merdivenlere yönelmişti. Bir kat için asansör beklemeye bence de gerek yoktu.

Yüzüme gelen saçları saçımın arkasına sıkıştırdıktan sonra Korel'in açtığı kapıdan içeri girdim.

Semum sadece on iki saat içinde gerçekten de her şeyi halletmiş görünüyordu. Yerdeki kargalar toplanmış, zemin silinmiş ve yeni halı gelmişti.

En önemlisi ise ağır ve mide çalkalayan koku artık yoktu. Odanın içine tamamen girdiğimizde gözlerim etraftan Arkun'a döndü. Uyanık ve daha iyi görünüyordu. Saçları nemli, yüzü temizdi. Duşa girmiş olmalıydı, önünde bitmiş bir kahvaltı tepsisi duruyordu.

''Nasılsın?'' kollarımı ona doladığımda o da kollarını bana sararak kafasını omuzuma yasladı. ''İyiyim, hatta neredeyse dün hiç olmamış kadar iyiyim.'' Duş jelinin kokusu burnuma dolduğunda açlıktan dolayı midemde bir çalkalanma oldu.

Dünden beri hiçbir şey yememiştim, karnım bir kez daha sessizliğe rakipmiş gibi guruldadığında bu kez dudaklarımı ısırarak utançla geri çekildim. ''Sen hala bir şeyler yemedin mi?''

''Henüz fırsat olmadı.'' Arkun'un gözleri Korel'e döndüğünde derin bir nefes aldı. ''Azra... ona ne oldu?''

Korel'in bakışları bana döndükten tam beş saniye sonra Semum'a çevrildi. Semum ne demek istediğini anlayarak çıkışa doğru ilerlerken Korel de geriye doğru bir adım attı. ''Efnan sana düne dair her şeyi aktaracaktır. Ben çıkayım, sizin konuşacak çok şeyiniz var.'' Arkun Korel'e kafasıyla onay verdi, Korel bir geri adım daha attıktan sonra gözden kayboldu. Muhtemelen kapıya ulaşmıştı bile.

''Hemen geliyorum.'' Arkun'un yanından kalkıp hızlı adımlarla kapıdan çıktığımda Korel geleceğimi biliyor gibi bana döndü. Semum da hemen arkasında duruyordu.

''Sen nereye?''

''Grim, yeni bir bedene yerleşmiş.'' Semum'a döndüğümde onaylar şekilde kafasını salladı. Elleri ceplerindeydi, kısarak baktığı gözleri Korel ve benim aramda gidip geliyordu.

''Ne yapacaksın?'' diye mırıldandığımda ellerini cebine yerleştirip o tehlikeli bakışlarını ortaya çıkardı. ''Ona hak ettiği cezayı vereceğim söylediğim gibi ne eksik ne fazla.'' Yüzümü hafif eğerek ona baktığımda omuz silkti.

''Bu gece gelmeyecek misin?'' gözleri arkasında duran Semum' a kısa bir bakış attıktan sonra dudaklarını birbirine bastırarak bana doğru birkaç adım attı. Semum bir adım daha geri çıkmıştı, bunu hissetmesem de Korel'in söylediğine emindim.

''Merak etme, gözlerini yummadan gelmiş olacağım.''

''Çok geç, erken gel.'' Dediğimde dudaklarındaki gülümseme genişledi, dişleri görünecek kadar.

''Ya da ben yanına geleyim.'' Kafasını sağa sola sallarken dudaklarını ısırdı. Dişleri de en az gözleri kadar güzel ve göz alıcıydı. ''Eğer gece yarısına kadar beni beklersen sana bir ödülüm olacak.'' Fısıltısı yüzüme çarptığında gözlerimi kısarak mavi parıl parıl parlayan gözlerine baktım. ''Cezam ne?''

''Hem ödül hem ceza.'' Diye fısıldayarak geri çekildiğinde gözlerim arkasında bıraktığı rüzgârda takılı kaldı. ''Ayrıca... Gece yarısı çok da geç değil.''

''Sabah gel istersen.'' Söylediğime alayla gülerken Semum'un yanına ulaşmıştı bile, Semum'un da dudakları yukarı kıvrıldı. Gülmek istiyor ama bir yandan da gülmemek için direniyor gibi görünüyordu.

''Eğer gece yarısını geçersen odaya seni almam.'' Asansöre giden adımları durduğunda dudaklarım kıvrıldı. ''Gün perşembe olmadan geleceğim.'' Adımları asansöre doğru devam ettiğinde arkasından gülümseyen bir ifadeyle bakmaya devam ettim. Asansör açıldı, ikisi de ağır adımlarla asansöre bindi ve bana döndü.

Korel'in dudaklarında benimki gibi bir gülümseme yer aldı. Saçları dağınık, üstü kırışmıştı. Elleri hala cebindeydi, boynunda dövmesinin ucu görünüyordu, düzelttiği dövmesinin ucu.

Asansörün kapısı yavaşça kapandığında yüzümü hemen solumda kalan odama çevirdim. Şimdi onların uğraşması gereken bir Grim vakası benim ise uğraşmam gereken bir Arkun vakası vardı.

Soruların ardı arkası kesilmeyecekti, muhtemelen soruların yarısında kaçmak zorunda kalacaktım.

Acele etmeyen adımlarla odama doğru ilerledim, içerisi tamamen Arkun'un şampuanı ve vücut kokusuyla dolmuştu. Düne nazaran kendine has bağımlı edebilecek kokusu bana nefes aldırıyordu.

Yanına geldiğimde gözleri boşluktan bana döndü, yatağın kenarına oturarak elimi elinin üzerine koydum. Ona mahcuptum, ona borçluydum ve ona karşı suçlu hissediyordum. Nedeninin ben olmadığımı biliyordum, bilerek yapacağım bir şey değildi ama benim yüzümden onu kullanmışlardı.
İstesem de istemesem de bu hale gelmesinde en büyük pay bana aitti.

''Çok özür dilerim Arkun, başına gelen her şey için.'' Gözleri yüzümü inceledikten sonra dudaklarından derin bir nefes aldı, ardından yorgunca nefesi bıraktı.

''Gece yarısı korku içinde uyandım, bedenim cayır cayır yanıyordu. Hemen yanımda da sen vardın, tüm bedenin alevler içindeydi, siyaha dönük bir ruhun vardı. Çığlıkların karanlıkta yankılanıyordu ama asla ne azalıyor ne de kesiliyordu. Çok korkunçtu, elim ayağım titredi korkudan. Kendim için değil senin için korktum. Gözlerimi açtığımda da hizmetkar mı her neyse o adamla konuştum. Öyle bir şeyin olmayacağını söyledi.'' Gözlerim gözlerindeki korkuda takılı kaldı. Bakışları, kirpikleri bile titriyordu.

''Dün gece yaşadıklarım gördüğüm rüyanın yanında bir hiç kaldı. Ama seni iyi gördüm ya o, artık bugün yeniden doğmuş gibi geçmiş hiç olmamış gibi davranmak istiyorum. Bunlar benim baş edebileceğim şeyler değil çünkü.''

Kafamı aşağı yukarı sallarken elini sıktım. ''Merak etme, artık Semum'un gözü senin üzerinde olacak. Yani sana kimse zarar veremez. Keşke elimden daha fazlası gelse...''

''Ressam, her şeyi senin için yapıyor değil mi?'' gözlerimi onunkilerden kaçırarak kafamı belli belirsiz salladım. ''Yer altı ve yer yüzü arasında bir savaş başlatıyorsunuz Efnan.''

''Bunları sana Azra mı söyledi?''

''sadece annesini senin yüzünden kızdırdığını söyledi, Sencer'in orada olmasının sebebi sizmişsiniz.'' Adını duymak bile kan akışımı hızlandırsa da sakin kalmaya çalıştım, kadın gerçekten tam bir şeytandı.

''Bak... Sencer'in orada olmasının sebebi Korel değil, Azra yüzünden orada. Aklına girmeye çalışıyor buna izin verme.'' Yatakta hafifçe doğrularak dizlerini kendine doğru çekti. ''Kimse sana karşı aklıma giremez, onların kardeş bağı nasıl bilmiyorum ama bizim bağımızın ne kadar kuvvetli olduğunu biliyorum. Sadece bana doğruları anlat Efnan. Neler oluyor?''

Omuzlarım gerçeklerin yükü ve anlatılacak şeylerin fazlalığıyla düştüğünde yorganı açtı ve kolunu kaldırarak göğsüne vurdu. Beklemeden yatağa uzanıp göğsüne yaslandım, yorganı üzerimize örttükten sonra elini elimin üstüne koydu. ''Beni öldürmeleri gerekiyordu Arkun, Lilith beni istiyor. Sencer ve Korel annesine karşı çıktı, ikinci kez benim için. Azra da annesine bunu şeytanlıkla aktardı, Lilith o yüzden yer yüzüne geldi ve Sencer'i cehenneme götürürken Korel'den de cehennem ateşini aldı. Artık tam olarak şeytan değildi. Bu onlara Lilith'in cezasıydı.''

''O yüzden mi iblisler geldiğinde Korel'i çağırmadın, yapabileceği bir şey olmayacağı için mi?'' onu onaylar şekilde mırıldanarak göğsüne daha çok yaslandım. Artık yorgunluğun ve bir şeyleri kaldırmanın verdiği ağırlık gözlerimi yakmaya başlamıştı. ''Sonra geçmişim hakkında bir şeyler öğrendim, normalde dedem son köprü olmalıydı. Ama annem babamdan çocuğu olmayınca başka biriyle olmuş... Bu günahın bedeli de köprü soyunun devam etmesi oldu.''

''Yani o yüzden sen de deden gibi köprü oldun... Aslında hiç doğmaman gerekiyordu.'' Kafamı aşağı yukarı salladım.

''Ya öz baban?'' Dudaklarım buruk şekilde kıvrıldı. ''İblislerden biri bedenine girmişti, iblis kendini öldürdü. Başka bir bedene girdi.''

Arkun'un elleri belime dolandı. ''Hayatında neden hiç güzel şeyler olmuyor?'' diye kendi kendine söylendiğinde yüzümü kaldırdım. ''Var... Korel var.''

Bakışları bir anda değişti. Şaşkınlık, öfke, üzüntü hepsi sırayla geçti. ''Bu nasıl güzel bir şey olabilir Efnan. O bir şeytan...''

''Bende bir köprüyüm.'' Sesim kısılmaya başladı, gözlerimden yaşlar akıyordu. Günlerin doluluğu içimde öyle birikmişti ki fazlasıyla boşalıyordu.

Arkun kafasını olumsuzca salladı. ''Şeytan, cennetten kovuldu Efnan. Onunla olursan cennete bir daha girebilecek misin?''

''Bana bir seçim sundu, ya onunla cehenneme gidecektim. Ya da onsuz yaşayıp ölerek cennete gidecektim...'' Arkun'un şaşkın bakışları şimdi tüm yüzüne yayılmıştı. ''Sakın bana Korel'i seçtiğini söyleme...''

''Arkun... benim için ondan başka bir seçenek yok.'' Dudakları dişlerinin arasında sıkıştı, bir eli ensesinden saçlarına çıkarken bir küfür savurdu. ''Seni kontrol falan mı ediyor? Yoksa tehdit falan mı ediyor ya da ne bileyim... ''

''Arkun, kimse beni kontrol etmiyor. Her şey benim kararımdı, her şey onun için değerdi.''

Kafasını yine olumsuzca salladı. ''Senin hayatın, hiçbir zaman karışmadım karışmam. Ne yaparsan yap yanındayım ama bu kararını asla onaylamıyorum.''

''Korel de her şeye, herkese rağmen beni seçtiği için Lilith bizi istiyor, İkimizi de.'' Elleri belimden çekildi, derin bir iç çekerek saçlarıma çıkardı. ''Bir kız kardeşimi daha kaybetmek istemiyorum...''

''Kaybetmeyeceksin, lütfen böyle söyleme.''

''Kaybedeceğim, şimdi değil ama çok uzakta görünmüyor.'' Kafamı sağa sola sallayarak onu fikrinin yanlış olduğunu söylemeye çalıştım ama elini dudaklarıma koyarak bunu engelledi. ''Belki de gördüğüm şey sadece bir rüya değildi.''

Gözlerimle ona reddedici bakışlar atsam da gözlerindeki kararlılık kilometrelerce öteden okunur nitelikteydi.

'' Umarım ben yanılıyorumdur.''

Elini dudaklarımdan indirdiğinde gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı, uykuya direniyordu. ''Yine de sonunda kendini bir yere ait hissetmene sev...indim.'' gözleri yavaşça kapanırken gülümsedim.

Evet, sonunda ait olduğum yere varmıştım. Korel'in de dediği gibi.

Bir yere ait hissetmek illa bir yere varmak anlamına gelmez. Bazen birine varmakta sana bir yere ait hissettirir.

Arkun'un kafası yastığa düştüğünde kabustan sonra uyuyamamış olduğunu düşünerek yorganı açtım ve elini göğsüne koyarak yastığı rahat edeceği şekilde aşağı doğru hafifçe çektim.

Çoktan uyku pozisyonuna adapte olmuştu bile, yataktan kalkıp yorganı üzerine örttükten sonra odanın çıkışına doğru ilerledim.

Gözlerim Arkun'a son kez döndü, evet onun için aşkım da yaptıklarım da yanlıştı.

Ama her yanlış kötü diye bir şey yoktu. Herkes için kötü olan benim için en iyi olandı.

''Üzgünüm Arkun, bu aşk için her şeyden, herkesten.... Kendinden bile vazgeçebilecek tek kişi Korel değil.'' Kapı kulpunu tuttuğumda bakışlarımı Arkun'dan çektim ve odadan çıkarak asansöre doğru yürümeye başladım.

Hava da hala Korel'in kokusu dolaşıyordu, bir kez daha yanımda değilken bile yanımdaydı.

Asansörün düğmesine bastığımda nerede olduklarını hiç bilmesem de kalbimin sesine kulak vererek açılan asansöre bindim. Giriş kata bastım ve aynada kendime döndüm. Önce elektriklenen saçlarımı düzelttim, ardından kurumuş dudaklarımı ıslatarak üzerimdeki kırışan kıyafetimi çekiştirdim.

Asansörün kapısı açıldı, ateş uzakta değildi. Yakınlarda alev alev yanıyordu, hissedebiliyordum.

Öfkesinin ve intikam ateşinin ne kadar yüksek yandığını derinlerimde hissediyordum.

Otelden çıktıktan sonra etrafa bakındım, önce sola sonra sağa. Sağ daha yakın geldi, oradan dönmem için rüzgâr bana fısıldıyordu. Sağa döndüm, yürümeye devam ettim.

Dümdüz, tam on dakika boyunca.

Yol ayrımına geldiğimde yine duraksadım. Bir sağ daha mı? Yoksa bu sefer sola mı?

Sola.

Sola döndüm, ağır adımlarım heyecanla daha da ağırlaşmıştı.

Dümdüz yürüdüğüm bir on beş dakika daha geçti, sonunda ateş sadece yakınımda değil artık içimde ve tenimdeydi. Bu ona çok yakın olduğumu gösteriyordu.

Yüzümü çevirdiğimde arkası dönük geniş omuzlarıyla yine gömleğinin kollarını kıvıran takım elbiseli Semum'u gördüm. ''Hoş geldiniz.''

Elindeki beden yere düştü, yüzünü bana dönmeden eliyle yakasını düzeltti. ''Korel nerede?''

Bir adım sağa kaydığında hemen önünde gölge içinde alevli gözler bana döndü. Yanık ceset önünde yatıyordu, bir kadın cesediydi.

Genç ve güzeldi, üzerindeki yeşil renkli formaya bakılırsa sağlık görevlisiydi. Boynunda stetoskop asılıydı, ayaklarında hastane terliği vardı. Eva'nınkilere benzeyen sarı dalgalı saçları vardı, gözlerini hayata veda ederek yummuştu, yanıklar içinde.

''Grim'i arıyorsunuz sanıyordum?'' Korel'in gölgesi tekrar bedenin içinde insan halini alırken gözlerindeki ateş yerini mavilerine bıraktı. ''Yakınlarda, birazdan ayağımıza gelecek.''

''O da ne demek?''

Semum sonunda yüzünü bana döndüğünde gözlerinin siyahlığıyla her zamankinden ürkütücü olmuştu. Yanağındaki yara insan bedeninde olduğundan daha da büyümüş ve kan içindeydi.

''Etrafı ruhların geçemeyeceği bir ateşle sarılı, insanların görmediği ve hissetmediği'' onun devamını Semum ''Yani kapana kısıldı.'' Diye tamamlayınca gözüm etrafta bir ateş aradı ama hiçbir şey görünmüyordu.

Bir anda arkamda bir beden belirince sıcaklığıyla beni kendine yasladı. ''Şimdi bak.'' Elleri boynumda gezinirken ateşi tenime geçti ama içime işlemeden geri döndü.

Gözlerim etrafta gezindiğinde şerit şeklinde yanan alevler göründü, neredeyse gök yüzüne kadar uzanıyordu.

Korel elini çektiğinde ateş vücudumu anında terk etti, az önce gözlerimin önündeki alevler kayboldu. Yerine güneşin aydınlattığı kaldırım geldi.

Korel ellerini boynumdan çekip belime yerleştirdiğinde bir anda irkildi, Semum kafasını kaldırıp arkamıza baktı ve o anda arkamızdan bir çığlık yükseldi.

Ben yüzümü arkaya dönene kadar Korel tekrar kaybolmuş çığlığın sahibi olan kızın önünde dikilmişti. ''Burada anormal hiçbir şey görmedin yerde de cesetler yok, sadece sevgililer ve onların arkadaşları var.'' Kız kafasını sallarken gözleri içinden geçen ateşle parladı. Ardından elinden düşürdüğü kutuyu aradı.

Bir saniye bile geçmemişti, Korel tekrar eski yerine hemen arkama geçip ellerini belime yerleştirdi. Semum ise gözlerini ayırmadan kıza bakıyordu. Esmer, koyu kahve saçlara ve bal rengi gözlere sahipti. Boyu uzundu, gül kurusu gömlekli bir elbise giymişti. Üzerindeki beyaz önlüğe bakılırsa doktordu.

Sonunda aradığı kutuyu yerde gördüğünde eğilip aldı ve bakışları bir saniye kadar ona kenetlenmiş Semum'a dönüp dikkat etmeden tekrar düşürdüğü kutuya döndü. ''Affedersiniz, dalgınlığıma gelmiş olmalı.''

Yerdeki ilk yardım kutusunu tekrar kucağına alıp Semum'a döndüğünde ''Hi! Yüzünüz...'' Semum yüzünü yana çevirse de çok geçti.

Kadın çoktan ona doğru yürümeye başlamıştı bile. Korel sessizce elleri belimde kadına baktı, insandı. Silüet değildi, silüet olmadığını hissedebiliyordum.

Semum'un yanına varan kadın elini çenesine koydu ve yanağını kendisine çevirdi. ''Çok kötü durumda, hemen pansuman yapılmalı.''

''Gerek yok, teşekkür ederim doktor hanım.'' Semum yüzünü çevirse de gözlerini kaçırsa da kadın onu bir sözüyle bırakmayacaktı. ''Hastaneye gelmek istemiyorsanız, yanımda malzeme var.''

''Hiç hiç gerek yo...''

''Bekleriz doktor hanım sorun değil, burada yaparsanız çok seviniriz.'' Korel'in sözlerinin ardından Semum yüzünü ilk defa kadından tarafa çevirdi, bize bakmak için.

Şimdi içini okuyabiliyordum.

'Ne yapıyorsunuz Efendim?'

Korel omuz silkerek beni kenara çekti, o duvara yaslanmıştı bende ona.

Doktor kadın kutuyu kenara bırakıp kapağını açtığında Semum'un gözleri onu baştan sona süzdü. Sonra yüzünü yine çevirdi, yarası kadına dönük vaziyette.

''Kalıcı bir iz mevcut, ona aldırmayın. Sadece kanı temizleyin yeter.''

''İşimi bana mı öğretiyorsunuz.... Mafya kılıklı beyefendi.'' Semum itham edildiği sözle kadına çatık kaşlarla bakarken ''Mafya mı?'' diye mırıldandı.

''İsminizi bilmediğim için...'' ben gülmemek için dudaklarımı bastırırken Korel'in gülüşüyle karışık nefesi enseme çarpmıştı bile, şimdi neden buna izin verdiği anlaşılıyordu.

''İsmim Se...''

''Ah şey onun adı Se... Sergen.'' Diyerek atıldığımda Semum'un tek kaşı kalkık vaziyette garipseyen bakışları üzerimde gezindi. ''Sergen mi?'' kulağıma alayla fısıldayan Korel'i dirseğimle dürttüm. ''Kes sesini, kıza Semum mu diyeceğiz? Semum isimli hiç insan gördün mü sen?''

''Bizimki ilk olacak desene.'' Diye fısıldadığında tüm hücrelerim şaşkınlık içinde çalışmayı bıraktı, dudaklarım aralandı. Yüzümü ona döndüğümde gülüşü kesilmiş nefesimin süresini uzattı. Gözünün birini kıparak beni kendine daha çok çekti.

Doktor ''Güzel isim.'' Diye mırıldanarak pamuğa şişedeki tentürdiyot olduğunu tahmin ettiğim sıvıyı dökerek yarayı dikkatle temizlemeye başladı. Aralanan dudaklarımı kapattım ve gözlerimi kaçırarak Korel'e yaslanmaya devam ettim.

''Bu yara... nasıl oldu?''

''Kavga esnasında...'' diyerek kısa kesti, doktorun yüzü düştüğünde kurumuş dudaklarını yalayarak

''Düşündüğünüz gibi mafya değilim.'' Diye ekledi. Doktor temizlediği yaranın ardından pamuğu bırakırken bu cevabıyla ona dönmüştü. ''Böyle simsiyah falan giyinince... Genelde mafyalar giydiği için aklıma o geldi.''

Semum anlayışla başını salladığında doktorun gözleri dövmelere kaydı. ''Özel korumayım.'' Semum'un söylediğinin ardından ''Kimin?'' diye sordu.

Semum'un gözleri bize döndüğünde doktorun da bakışları belli belirsiz bize döndü. Dikkatli bakmamaya çalışıyor bir yandan da gözleri sürekli bize dönüyordu.

''Önemli insanlar yani?'' Semum sadece kafasını sallamakla yetindi, pansumanı bitmişti. ''Buralı değilsiniz sanırım.'' Kutuyu toplarken Semum'a yönelttiği soruyla bakışlarını yine ona daha çok dövmelerine çevirdi. Vücudunun kaplı olduğu dövmeleri tek tek inceliyordu.

''Hayır, çok kalmayacağımı umuyorum.''

''Buna üzüldüm.'' Kutunun kapağını kapatıp kucaklarken bakışları bize döndü, o sırada bileğinden düşen bileziği gördüm. Doktor düştüğünü fark etmeden tekrar Semum'a dönerek gülümsedi. ''benim adımda Selcen, bir daha görüşürsek diye aklınızda bulunsun.'' Semum belli belirsiz tebessüm ettiğinde doktor arkasını döndü ve cesetlerin arasından onlardan bir haber şekilde hastaneye doğru yürümeye başladı. Semum hala arkasından bakmaya devam ediyordu, gözü yere indiğinde doktorun düşürdüğü gümüş ince bileziği parmaklarının arasına sararak doğruldu.

Korel ise kafasını saçlarımın arasına yaslamış sessizlik içinde nefes alıp veriyor halinden memnun görünüyordu. Doktorun gitmesinin ardından oluşan sessizlik uzaktan gelen adım sesleriyle kesildi.

Ayakkabı ağır, keskin ve net bir ses çıkarıyordu. Korel kafasını kaldırdı, Semum doğrularak sesin geldiği yere döndü. Yüzümü çevirdiğimde yaşlı bir adamın bedenin de gözleri tamamen siyahla kaplanmış silüet gördüm, Grim.

''Korkunun ecele faydası olmadığını anlamışsın sonunda'' Grim Semum'a karşı gülümsemekle yetindi.

''Bu işi fazla uzatmayalım.'' Korel elini belimden çekerken enseme bir öpücük bıraktı ve yavaşça yanımdan uzaklaşarak Grim'e doğru yürümeye başladı.

''Bu kadar acelen ne, son anlarını daha eğlenceli geçirmek istersin diye düşünüyordum.'' Grim elleri cebinde kırışmış yüzünü yere eğerek bir adım attı.

''Son kaçınılmazdır.'' Dedi ve derin bir nefes vererek kafasını kaldırdı. ''Sizin için bile.'' Gözleri Korel'den sonra bana döndüğünde irkilmeme engel olamadım.

''Evet son kaçınılmazdır. Ama sonları yazan birinin sonu nasıl gelebilir ki?''

''Dün gece bir rüya gördüm, sonsuzluğun bir sonu olduğunu. Sonun ve sonsuzluğun ortasında kalan bir kadın vardı.'' Gözleri bana döndüğünde Korel bir adım sola kaydı ve Grim'in gözlerini üzerimden kendi üzerine çekti. ''Bir adamı bekliyordu, Sonsuzluğa arkasını dönüp kadına ilerleyen bir adamı.''

Derin bir nefes aldığını duydum, elleri hareketlenmişti ama ne yaptığını göremiyordum. ''Devamı da bana kalsın.... İki aşık cennet kapısının önünde mi bekliyordu, yoksa cehennemin dibinde mi çürüyordu? Kim bilir...'' dudaklarından hafif bir gülüş çıktı, etrafa yayıldı. Bu gülüş iliklerime kadar titretti. İçimden bir ses o iki aşığın sonunun iyi bitmeyeceğini söylüyordu.

Grim devamını getirmeyi bıraktığında ufak bir tıkırtı duyuldu, ardından Korel'in kapattığı yerden görebildiğim kadarını görmek için yüzümü eğdim. Gözleri arkamda kalan kısma bakıyordu, dudaklarına geniş bir gülümseme yaydı. ''En son beni yenmendeki etki neydi hatırlıyor musun Semum?'' Hemen solunda kalan Semum'un bakışları onun kenetlenen bakışlarının olduğu yere arkama kaydığında dudakları dişlerinin arasına sıkıştı.

''Çünkü karşımda zarif çekici bir kadın vücudundaydın, sana beni öldürme fırsatı verdiğim için zayıf olduğumu söylemiştin...'' gözüm arkamda kalan noktaya kaydığında koyu kahve saçları savrulan bal rengi gözleri hayretler içinde bize bakan doktorla göz göze geldim.

''Şey... bileziğim düşmüş de.'' Bakışları Semum'un elindeki bileziğe bakarken Grim bir anda kızın arkasında belirdi. Semum ayak sesleri bize doğru duyulmaya başladığında Korel'in emriyle durmak zorunda kaldı.

Korel'in bir sözü, elini kolunu bağlamıştı.

''Bakalım, sende benim gibi zayıf mısın? Yoksa sözünün arkasında duran bir adam mısın?'' grimin ceketinin içinden çıkardığı bıçağı görmemle doktorun nefesinin kesilmesi bir olduğunda ayaklarım geri adımlar atmaya başladı.

Onun kesilen nefesi kadar benimki de kesilmişti.

Her şey saniyeler içinde olmuştu. Gümüş bıçak saniyeler içinde kızın üstündekinin rengini kırmızıya döndürürken bal rengi gözlerini yavaşça yummasına sebep oldu. Ardından yere yığılmak üzere olan bedeni tutmayı bırakarak yere düşmesine izin verdi. ''Güzel beden... Bundan iyi.'' Dediğinde bakışlarıyla bize gülümsedi. Kan içinde kalan bıçak şimdi onun bedenindeydi. Karanlıkla sarılmış gözleri yerini kahverengilere bırakırken göğsünde bıçak olan beden diz çöktü. Ardından doktorun hemen yanına devrildi. Dudaklarıma dokunan ellerimi yere doğru sarkıtırken bedenimi arkamda kalan Korel'e ve Semum'a döndürdüm. Başka bir bedeni gözümüzün önünde öldürmesine nasıl izin verirlerdi?

''Neden bir şey yapmadın?''

''Elindeki hançer basit bir hançer değil, sadece Lilith beden değiştirmesi için insanları öldürme izni verebilir. O hançer izninin göstergesi.'' Adımları bana doğru geldiğinde birkaç adım uzağımda kalan beyaz gömleği kana bulanmış doktor bedeni derin bir nefesle yattığı yerden doğruldu.

Semum hala Korel'in gerisinde duruyor, üzgün demeye çok yakın bakışlarla doktorun yerdeki bedenine bakıyordu. ''Ne yani istediğini öldürebilecek mi? Ve siz hiçbir şey yapmayacak mısınız?''

''Beni durduracak tek kişi yanımda duruyor.'' Korel kulağımın dibinden geri çekildiğinde Grim yavaşça ayağa kalkmasıyla onu yakasından yakaladı. ''Bırak da hizmetkarlar birbirileri arasında çözsün bu işi.'' Korel Grim'e karşı gülümsedi.

''Ne dersin Semum? Son bir şans daha verelim mi?'' bakışları Semum'a döndüğünde ben de gözlerimi ona döndürdüm. Semum'un ilk defa bakışlarını bu kadar kara, bu kadar keskin olduğunu görmek beni ürkütmüştü. ''Eğer bu lütfu bana layık görürseniz.'' Korel Grim'in yakasından elini çektiğinde Semum'un beden hali değişmeye başlamıştı bile.

Hava yavaşça kararmaya başladı, her şey karanlıkken onun bize ayak uydurması burada garip olan son şeydi.

Korel yavaşça geri geri adımlar atarken Semum da onun aksine hızlı adımlarla Grim' e ilerliyordu. Onların arasında birkaç adım kaldığında, Korel yanıma ulaşmış ellerini belime yerleştirmişti.

''Son bir şans derken ne demek istedin?'' Bakışları arkasında kapışan iki karanlık ruhtan bana döndü.

''Semum onu öldürdüğünde yine başka bir bedene geçecek. Ben de o zaman onu hak ettiği şekilde cezalandıracağım...''

''Neden sonraya erteledin ki, Semum için mi?'' kafasını sağa sola sallarken beni çekiştirdiği arabasının yolcu kapısını açtı. ''Hayır, sana söz verdiğim büyülü geceyi daha fazla ertelememek için.''

Bakışları haz dolu bir şekle bürünerek üstümde gezindiğinde belli belirsiz kaşlarım çatıldı, çünkü bu gece sadece mecazi olarak değil her anlamda büyülü bir gece olacaktı ve ben buna hazır değildim.

Korel'in eli omuzumdan bastırarak arabaya binmeye sebep olduğunda tırnak etlerimi dudaklarımla yolmaya başladım. Hayır, kesinlikle hazır değildim. Çok ani olmuştu, üstelik bu kadar şey atlatmışken ve hala hiçbir şey son bulmamışken, Ateşin ortasında daha ateşli bir geceye hazır değildim.

Korel'in dudaklarındaki kıvrım sesli şekilde genişlerken camı açarak yüzümü onun tersi yönüne çevirdim. Bir şey düşünmemeliydim, bir şey düşünmemeliydim!

Aklımdan rasgele ortaya karışık müzikler düşünürken bir yandan da otele varır varmaz ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Önce kesinlikle bir duşa girmeliydim, ardından beni güzel gösterecek özel bir gece için özel bir elbise giymeliydim. Neyse ki parıltılı uzun askılı bir elbisem vardı, ayrıca güzel bir makyaj yapmalıydım.

Odada mı olacaktık yoksa dışarı mı çıkacaktık?

Yemek mi yiyecektik yoksa bir şeyler mi içecektik?

Hangisi ödül hangisi ceza olacaktı?

Dudaklarımı şiddetle ısırdığımda bir gülüş daha geldi kulağıma. Utanç içinde ona döndüğümde duyduklarından şüphelenerek korku içinde gözlerine baktım. ''Sen şarkı mı mırıldanıyorsun?''

''Evet neden?''

''Müzikle bastırman gereken ne düşünüyorsun merak ediyorum.'' Yüzümün ne hale geldiğini kestiremesem de attığı kahkahadan tahmin etmem hiç zor değildi, çünkü duymasını korktuğum düşüncelerimden çok duymadıklarından korkmuştum.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmanın bu kadar kötü olabileceği aklıma hiç gelmezdi. Sertçe yutkunarak ne diyeceğimi bilmeden dudaklarımı araladığımda Korel'in ''Öğrenmem uzun sürmeyecek, geldik bile.'' Demesiyle dudaklarımı geri kapattım. Sanırım normalden hızlı gelmiştik ve bu, bu geceye özeldi.

''A...ama Arkun?'' kaşları kalkık şekilde bana dönerken kapısını açtı ve yine benden önce davranarak kapımın önüne gelerek kalkık kaşlarıyla bahanemi duymayı bekleyen bir ifadeyle yüzüme baktı.

''Ona uğramayacak mıyız? Ben bir uğrayayım.''

''Uğra.'' Bu kadar çabuk kabullenmesine şaşırdığımda ''ama geç kalma.'' Diyerek kapıyı kapattı. Otele girdiğimizde yüzümü ona dönerek gülümsedim ''Merak etme gözlerini yummadan gelmiş olacağım.''

''Eğer gece yarısını geçersen odaya seni almam.'' Değiştiğimiz rollere anında adapte olarak ona yandan bir gülüş attım.

''Gün Perşembe olmadan geleceğim.'' Asansör açıldığında ikimizin de yüzünde dışardan hoş karşılanmayacak ama kendi içimizde birbirimizi yakacak bir gülümseme vardı.

İçeri girdik, Korel beşinci ve altıncı kata bastı. Asansör yukarı çıkmaya başladı.

Benim katıma geldiğinde öten asansörle Korel derin bir nefes verdi.

''Yemek soğumadan gel, yoksa seni kendim getiririm.'' Bakışları benimkine döndüğünde ''Hizmetkarım değil misin? Gel de al.'' Diyerek açılan kapıdan çıktım.

''Yangına körükle gelme istersen

, benim ateşim seni yakmaz ama bu şehir hala yanabilir.'' Söylediğine sadece omuzumun üzerinden bir bakış atarak karşılık verdim ve kapanan asansör kapısına yüzümü dönerek odama doğru yürümeye başladım.

İçimdeki heyecan çığlıkları asansörden beri susmuyordu. Kartımı okutarak içeri girdiğimde Arkun'un hala uyuduğunu gördüm. Ara sıra horlaması onun ne kadar yorulduğunu gösteriyordu.

Ses çıkarmadan dolabımdan yeni kıyafetlerimi aldım ve banyoya ilerledim. Suyu ısınması için açar açmaz dolaptan bakım malzemelerimi çıkarıp üzerimdekileri kirliye attım ve kabine girerek her zerremi özenle yıkadım.

Ruhum kirlenmiş olabilirdi, ruhum hiçbir şeyle temizlenemeyecek olabilirdi. Ama tenim ruhumun aksine ter temiz olacaktı. Kimse dışardan gördüğünde böyle temiz bir tenin kirlenmiş olduğuna inanmazdı ama asıl gerçek inanmadıklarımızdı.

Vücudumu ve saçlarımı güzelce yıkadığımda duştan çıktım ve saçımı sararak yüzümü güzelce bakım malzemelerimle temizledim, ardından dolabın içindeki makyaj çantamı çıkararak cildime sade ama hoş duran bir makyaj yaptım.

Ben bunları yapana kadar saçım nemlenmiş, vücudum kurumuştu. Bornozu kenara bırakıp saç havlusunu saçımdan çıkardım ve iç çamaşırlarımı üstüne de elbisemi giydim.

Şimdi sadece saçımı kurutmak kalmıştı, saçlarımı güzelce taradıktan sonra Arkun'u uyandırmaktan korktuğum için saçımı kurutmadan nemli taranmış şekilde bıraktım.

Ayna da son kez kendime baktıktan sonra hazır olduğuma karar vererek son kez vücuduma parfüm sıktım ve sessizlik içinde önce banyodan sonra odamdan çıkarak merdivenlere ilerledim.

Her adımda heyecanım artıyordu.

Sonunda inmem gereken merdivenler bittiğinde kalbim ağzımda atmaya başladı, hazırlanıp inmem ne kadar sürmüştü bilmiyordum ama hava kararmıştı. Henüz gece olmasına vardı ama hava bizim için geceyi erken başlatmıştı.

Yer yüzünde her şey bize hizmet ediyordu.

Kapısının önüne geldiğimde kırmızı bir gül arada duruyordu, hemen kapı kolunun arasında.

Kapı her zamanki gibi aralıktı. Gülü gülümseyerek alıp çeri girdiğimde ortaya çekilmiş masayı gördüm. Üstünde iki mum ışığı duruyordu, güzel ve farklı çeşitlerle donatılmış yemekler masaya renk katmıştı. Tabakların hemen yanında iki kadeh duruyordu. Peçetenin hemen yanında bir gül daha vardı. Sandalyemin üstünde de bir gül vardı. Bakışlarımı çevirdiğimde yatağın üstünde de bir gül gördüm.

Korel'in camın önünde dikilen bedeni yavaşça bana döndü. Onun da elinde bir gül vardı.

Beş oldu.

Bakışları önce bedenimi baştan aşağı süzdü, ardından yüzümü ve saçlarımı inceledi. Benim de gözlerim onun gibi bedenine kaydı. Siyah bir gömlek, siyah bir pantolon, boynunda her zaman orada olan zinciri ve pantolonundaki deri kemeri. ''Hoş geldin.'' Sesi boğuk ve kısık çıkmıştı.

''Çok beklettim mi?'' kafasını olumsuzca sallarken bana doğru bir adım attı, gül olan elime elindeki gülü yerleştirdi. Gülün dikeni yoktu, hepsi özenle sökülmüştü.

''Önce yemeğe mi oturmak istersin yoksa sürprizi mi görmek istersin?''

''Sürpriz.'' Dudakları yavaşça kıvrıldı, elleri belime yerleşti ve ona arkamı döneceğim şekilde bedenimi döndürdü. Hemen arkamda duvarda asılı Korel'in son çalışması bitmiş haliyle ay gibi karanlıkta parlıyordu. Tablonun hemen üstündeki ışık onu her aydınlıktan soyutlamıştı.

Resim tam bir şaheserdi. Her fırça darbesi her renk tonu ve her anlatmak istediği mesajla tam bir şaheserdi. Detayları incelemek için daha dikkatli bakmak istedim ama aklım Korel'in sıcak parmak uçlarının açıkta kalan sırtımda gezinmesiyle kesildi. Dokunuşu yakıyordu, her zamankinden daha çok yakıyordu.

''İnceleyebiliyor musun, yoksa çekeyim mi parmağımı?''

Onaylar mırıltılarım sessiz odada yankılandığında parmağını çekti, ilk sorusuna evet demiştim ama sonuncuya anlamış olmalıydı ki elini çekmişti. Ben yanlışı düzeltmek için dudaklarımı araladığımda eli tabloya uzandı, tablonun arkasına sakladığı gülü çıkarttı ve iki gülü tutan elime üçüncüyü koydu.

Altı oldu.

Altıncı gülü elime koyduktan sonra tekrar yakan parmak uçları sırtımda gezindi, keşfetmek ister gibi sağa sola ve saç tellerimin arasına kayıyordu.

''Sana nefes almayı unutturamayabilirim belki... ama bu gece yemek yemeyi unutturabilirim. Bu gece her şeyi benim için bırakır mısın?''

Belimdeki eli beni kendine döndürdüğünde ''Nasıl?'' diye mırıldandım. ''Tabloya dair hislerini unut, açlık hissini unut, günlerdir yaşadığın tüm hisler unut. Tüm duyguların benim olsun bu gece, bu gece sadece beni hisset istiyorum.'' Eli elbisemin fermuarına gittiğinde kesilen nefesimle dişimin arasına sıkışan dudaklarım tüm duyularımı kapatmaya öncülük etmişti. Diğer eli omuzumun üstünden tablonun yanındaki düğmeye uzandı, tablonun üstündeki ışıkta sönmüştü. Etraf karanlığa mahkûm olduğunda içeriyi aydınlatan tek ışık onun gözleriydi.

''Bak... her şey sessiz, sadece beni duyman için. Etraf karanlık, sadece beni görmen için. Duyguların kapalı, sadece beni hissetmen için.''

Fermuarımı indirdiğinde elbise üzerimden aşağı süzüldü.

''Korel...''

Nefes alamıyordum, nefes alamıyordum! Dudakları dudaklarımın üzerine kapanmadan bir saniye önce ateşle sarılmış bakışları benimkilere çıktı ve dudaklarıma tenime çarpan nefesiyle fısıldadı.

''İhtiyacın yok, benimki ikimize de yeter.''

~ Efnan'ın elbisesi

~ Efnan'ın elbisesi

Bana Byzloey hesabımdan ulaşabilirsiniz.

 

Loading...
0%