@byzloey
|
İnsanlar çığlık çığlığaydı, çığlıklar ne kadar güçlüyse sesleri o kadar baskındı. Yine de kimse onları duymuyordu. Belki çığlıkları yeri göğü inletecek kadar fazlaydı, belki de benimki kadar fazlaydı ama onlar birbirinin çığlığını, kendi çığlıklarıyla örtüyordu. Cehennem dediğinizde akla sadece ateş ve yanan insanlar gelirdi, ama cehennem bundan ibaret değildi. İndiğimde cehennemin bundan ibaret olmadığını ve hayatımda gördüğüm en korkunç yer olduğunu anlamıştım. Canım yanıyordu, bedenimin her zerresinde alevleri hissedebiliyordum. Tek gördüğüm ve hissettiğim cehennem ateşiydi. Söylenildiğinden daha korkunç hayal edilemeyecek bir eziyetti. İnsan bedeninin en ufak zerresine kadar işliyordu. Tenimin altına, içine kalbime kadar sızıyordu. Güneşin uzaktan bedenimize verdiği sıcaklığa bile dayanamayan insan bedeni buradaki bilinen en yüksek ateşte yanıyor ama asla şekil değiştirmiyordu buna rağmen bedenden çok ruhum görünüyordu. Bedenim görünürde vardı ama ondan çok gördüğüm tek şey parçalanan ruhumdu. Tenim yandı, acılı çığlığım diğer günahkarlara karıştı. Burada çığlıktan başka hiçbir ses yoktu. Kimseyi görmüyordum ama acı dolu haykırışlarını duyabiliyordum. Hepsi kulağımdaydı ve benimkiyle birleştiğinde içimi titretiyordu. ''Cennetin kapılarının sonsuza kadar kaçırdığına pişman mısın Efnan? Şimdi bir Şeytan'a âşık olduğun için pişman mısın?'' Pişman mıydım? Korel'i sevdiğime ve bunun için sadece ruhumu vermeyi değil cehennemin sonsuzluğunu da kabullendiğime pişman mıydım? Lilith'in kahkahası kulaklarıma dolduğunda ruhumun canı yandı. Ben yer altına iner inmez Sencer girdiği cehennem hapishanesinden çıkmıştı, ruhu paramparçaydı. Onun çıktığı yere Azura beni yerleştirmişti, onun acısını hissetmemi istiyordu. Onun neler yaşadığını hissetmemi istiyordu. Sencer buraya indiğinden beri onun için bir kere bile ağlamadığım için beni suçluyordu. Çünkü Sencer buraya benim yüzümden inmişti ve söylediği her şeyde haklıydı. ''Yine de ben son bir şans vermeyi severim, Azura'ya tanıdığım ikinci şansı sana da tanıyacağım... '' ruhum alevlerin sardığı o hapishanede kaçmaya çalıştı. Hiçbir şey duymadım, algılayamadım. Tek duyduğum ateşin her saniye daha çok harlanışıydı. Buraya geldikten sonra anlıyordu insan, insan bedeninde ihtiyacımız olan her şey bomboştu. Kalp atışı, nefes alışı ve damarlarındaki kanın dolaşımı. Hepsi tamamen boştu, tek ihtiyacımız olan temiz bir ruhtu. Ruhumuzu kirletmemeliydik, yalanlarla ya da başka yasaklarla. Her işlediğimiz suçlar günahlar sadece bir deftere yazılmıyordu, ruhumuzu karartıyordu ve her bir adımda kararmaya başlayan ruh temiz olmaktan git gide daha çok uzaklaşıyordu. Çünkü karanlık seni kendine çeken bir girdaptı. Ateşler ruhumda azalmaya başladığında karşımda dikilen Lilith'in yer altındaki silüetini gördüm, bu görüntü bir kez daha gözlerimi yaktı. Hislerim yoktu, eğer olsaydı şu an korkunun bambaşka bir zirvesini hissediyor olurdum ama hislerim bile sadece ateşi hissetmem için kapanmıştı. Tamamen ateşten kadın bedenine benzeyen bir silüet. Gözleri yok ama bakışı içime işliyor, sesi yok ama kulaklarıma sözleri doluyor, hiçbir duygusu yok ama nefreti hissediliyor. ''Sonunda olman gereken yere geldin...'' ses... kulağıma ses geliyordu ama nerden geliyordu? Karşımdaki görüntü de hiçbir değişiklik yoktu, dudakları bile yoktu. ''Sen buraya geleli sence ne kadar olmuştur? Saniyeler mi dakikalar mı? Senin zaman diliminden bahsediyorum tabi ki.'' Ne kadar olmuştu? Saniyeler mi? Dakikalar mı? Sayamamıştım. Belki çok kısaydı... ama benim için yıllar süren bir acıydı. Öyle bir acıydı ki bu, içimdeki Korel'i hisseden noktaya bile baskın geliyordu. Doğa üstü bağımıza bile baskın geliyordu. Yer yüzünden koptuğumda içimde bir burukluk oldu, sanki bir parçamı koparmışlar gibi acıyla iki büklüm olmuştum. Bu acı Korel'den ayrılmanın acısıydı. O da hissetmiş miydi? Neden hala gelmemişti? Çığlıklar bir kez daha acı içinde hissedilebilir gibi duyuldu. Kimlerdi, suçları neydi hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim onların da benim gibi ruhlarının ateş içinde parçalanmaya mahkûm olduğuydu. Kabir azabı dedikleri şey... söylediklerinden çok daha fazlasıydı ve kimsenin kolay kolay dile getiremeyeceği kadar korkutucuydu. İnsanlar görmediği şeyden kolay kolay korkmazdı ama buradan korkmalılardı. Çünkü nasıl görmeden inandığımız tanrıya sevgi besleyerek yardım için ona sığınıyorsak, görmeden inandığımız cehennem azabından da korkmalıydık ama biz korkmadan sonu olan bir sonsuzluğa inanıyorduk. Bu yüzden de zamanı geldiğinde bundan çok pişman olacaktık. Bunu çok derinden hissetmiştim çünkü bu gördüklerim bana gelecek hakkındaki birçok şeyi anlamamı sağlamıştı. ''Orcus'u bekliyorsun değil mi?'' bir kahkaha daha, ruhumu sızlattı. ''hiçbir insanın önünde diz çökmeyen Orcus Morta... Dünyanızda tam bir efsane...'' derin bir iç çekti, en azından onu algılayabilmiştim. Ama algılamam için bana izin verenin o olduğunu da biliyordum ve çığlıklarımın arasından onu nasıl duyabildiğim hakkında ise en ufak bir fikrim yoktu. ''Senin önünde diz çöktü ... ve senin için bana yalvarıyor...'' yine bir iç çekti. Ruhumun bir kısmını kaybettiğimi hissettiğimde güçlü bir çığlık daha attım. Eğer bedenim hala ruhumu içinde taşısaydı gözlerim yaşlardan görünmez, dudaklarım çığlık atmaktan asla kapanmazdı. Ama bir bedende değildim. Ateşlerin arasında karanlık bir ruh olarak duruyordum ve dudaklarımın olmamasına rağmen çığlıklar içinde çırpınıyordum. ''Ama onu indirmeyeceğim... Senin için ne kadar ileri gidebileceğini görmek istiyorum.'' Benim için ne kadar ileri gidecekti? Buraya inmesi için ne yapması gerekiyordu? Bu onun sınavı mıydı? Onun sınavıysa burada yanan neden bendim? Neden bu sınavda cezayı çeken bendim? ''Temiz bir ruhun kirlenmesi ölüm kadar ansız ve kolaydır ama kirli bir ruhun temizlenmesi cehennemden cennete yükselmek kadar zor ve imkansıza yakındır.'' Ruhumdan bir parça daha koptuğunda çaresizliği en acı, en derin şekilde hissettim. Duygularım paramparçaydı, benliğim paramparçaydı. Her noktam yanıyordu ama aslında yanan hiçbir noktam yoktu. Lilith gözümün önünden kaybolup yerine Sencer'in ruhu geldiğinde kendimi iki büklümmüş de doğrulmuş gibi hissettim. Sanki birileri yüzüne bakabilmem için beni doğrultmuş beni yüzüne bakmam için zorlamıştı. ''Neden bir kere bile beni kurtarmayı düşünmedin Efnan?'' ruhu dimdik duruyordu, karanlıktı ama beyaz noktalarla sarmalanmış bir karanlığa sahipti. Cennete gitmek isteyen noktaları çok güzel görünüyordu. Yüzünü aynı ilk tanıştığımız zamanlar gibi gökyüzüne kaldırdı. ''oraya beraber gidebilirdik Efnan.'' Tekrar indirdiğinde yüz yüzeydik, ben sadece çığlık atabiliyordum. Onun baktığı yere bakmak istedim, cennetle aramızda ne kadar mesafe var görmek istedim ama hareket bile edemiyordum. Ona söylemek istediğim çok şey vardı ama elimden gelen tek şey çığlık atmaktı, sözlerim çığlıklarıma sığmıştı. Kurtarın Beni! Canım yanıyor! Bir daha.... Yapacak mıyım? Yapamayacak mıyım? ''Şimdi siz yukarda mutluyken benim burada çektiğim azabı çekiyorsun... Bunu hak ettin mi Efnan?'' Sadece sevdim demek istedim. Sevmenin bedeli bu kadar ağır olmamalı demek istedim. Ondan nasıl ayrılabilirdim diye sormak istedim. ''O senin parçandı... ama bende parçan olabilirdim, seni karanlıktan uzaklaştırabilirdim, bana izin vermedin koşa koşa karanlığa gittin.'' Silüeti olumsuzca sallandı. Bir kafası var mıydı emin değildim ama eğer olsaydı olumsuzca sallanan şeyi kafası olurdu. Gördüklerimi tarif etmek çok zordu, akıl almaz görüntülerdi. ''Eğer bir kere beni düşünseydin, eğer benim için bir kere dua etseydin bu kadar yanmayacaktım. Sana bağlı bir avcı olarak senin beni anman buradan daha baskın gelecekti ama sen beni anmadın.'' Sesinde acı seziyordum, en az benimki kadar güçlü bir acı. ''Bu kadar çok mu aşıktınız? Aşkınız size gerçeği unutturacak kadar fazla mıydı?'' cevap veremiyordum, aslında vermek istediğimden de emin değildim. Çünkü ne cevap vereceğimi bilmiyordum. ''Beni bir kere bile hatırlayamayacak kadar mutlu muydun gerçekten?'' Ateş harlandığında canımın acısı sayısını bilmediğim kadar katlandı. ''Üzgünüm Efnan, benim kadar acı çekmeden buradan çıkamayacaksın.'' Hiç mi çıkamayacağım? Ne kadar sürecek? Ne kadar acıyacak? Sorularım, çığlıklarım hiçbiri duyulmadı. Kimse beni duymadı. Korel olsaydı duyardı. Korel olsaydı burada olmazdım. Korel olmasaydı bunların hiçbiri olmayacaktı. ''Efnan'ı hemen korkutma oğlum...'' Sencer'in yerini yine Lilith aldığında sızladım. Onu görmek bile acıma acı katıyordu. ''Eğer abin gelirse... onu burada kimse tutamaz.'' Lilith, geleceği en az Korel kadar bilen tek kişi. Lilith, Korel'in gelip gelemeyeceğini bilen tek kişi. Ama neden... neden gelmeme ihtimali var gibi konuşuyorlar. Anlayamıyorum, acıdan düşünemiyorum... Hiçbir şey hissedemiyorum. ''O kadar olamaz.'' Lilith'in yanında Azra ve Sencer göründüğünde ruhumun parçalanmaya devam etmesiyle bir acı daha attım. Çığlığımın ardından acım fark edilmeyecek kadar az ama fark edilecek kadar etkili şekilde hafifledi. Sencer, Azra ve Lilith karşımdaydı. Hepsinin silüetleri birbirinden korkunçtu. ''Merak ediyorsun değil mi Efnan... Orcus'un neden gelmeme ihtimali olduğunu?'' Ruhumdan bir tutam daha koptu ne tepki verebiliyordum ne engel olabiliyordum. Bir insanın eli kolu bağlı şekilde derisinin tek tek yüzüldüğünü düşünün ama en acı şekilde, ağzınız bağlı ve çığlık atmaktan başka yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Sizi duyan yok, hisseden yok, kurtarmaya gelen yok. Acıdan bayılmıyorsunuz, diliniz damağınız kurumuyor ve bu asla son bulmuyor. ''Çünkü... Orcus Morta'nın yer yüzünden cehenneme inmesi için benim iznim gerekli. Eğer ben izin vermezsem... gelmesinin tek bir yolu var. Bunu yapması için de...'' Gerisini duymak istedim ama acı her şeyden daha baskın geldi. Korel'in inmek için ne yapması gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Gelmesinin tek yolu neydi, bunun ona bedeli ne olacaktı? Bedelini kabul edip benim için inecek miydi? Eğer ben buradaysam yer yüzüne daha fazla iblis çıkamayacaktı ve eğer iblis çıkamazsa Korel'in görevinin bitmesi daha kısa sürecekti. Çığlıklar devam etti, sayamadığım her zaman diliminde daha da yükseldi. Aynı ateş gibi. Ama kimse yardım etmedi, kimse duymadı. Herkes birbirini duyuyordu ama kimse kimseyi tanımıyordu. Herkes yanıyordu ama ne için yandığını bile hatırlamıyordu. ''İşte burası böyle bir yer...'' hemen yanımdan bir ses geldi. Sesin sahibi olan silüet hemen karşımda belirdi. Onu karanlık bakışlarından tanımıştım, ruhuna bile bakmadan. ''Şeytan senden önce inmeliydi...'' elinde bir mızrak vardı. Ruhu ateşlerin arasında gözle görülür bir karanlıktaydı. Burada aydınlık hiçbir ruh yoktu, sadece siyah noktanın içinde bulunan beyaz noktaya sahip olan Sencer vardı. Işığı göz kamaştırıyordu ve nerede olduğunu bilmesem de içeri de tek temiz ruhlu ışığın o olduğu belliydi. ''Kaderi değiştirdiniz Efnan... Ruhuna karışmasına izin vermemeliydin.'' Her zerreme dolmasına ve ışığımı karanlığa çevirmesine izin vermiştim. Şimdi göz yaşlarıyla tükenmeyen gözlerim onu arıyordu ama o yoktu. Belki de olmayan şey gözlerimdi, onu ben göremiyordum sadece. Dudaklarım onun ismini haykırıyordu ama o duymuyordu. Belki de benim sesim çıkmıyordu, ben konuşamıyordum sadece. Derin bir iç çekildi karşımdan, ruhu toza karışmak üzere gibiydi ama hala karşımdaydı gözlerime bakıyor bana acıyordu. ''Senin için geldiğimde bana teslim olmalıydın.'' Evet, yer yüzünde düşmanım olan kişi... Öz babamın bedenini öldürerek bana acı çektiren kişi şimdi karşımda bana öğütler veriyordu. ''Seni öpen kişi ben olmalıydım. Orcus Morta'ya izin vermemeliydin. Ne o yangın başlattığınız odada öpmesine, ne çığlığını içine çekmek için öpmesine ne de günler öncesinde tenine sızmasına izin vermemeliydin.'' Yine bir iç çekti ve devam etti, sesinde sitem vardı. ''Çünkü karanlık bir kez içine sızdı mı dağılmasına hiçbir aydınlık mâni olamaz.'' Tenime sızmasına izin vermemeli miydim, nefesiyle bile içime sızan birine tenimden sızmasına izin vermemem neyi değiştirirdi? Günler mi olmuştu buraya ineli? Bana daha uzun gelmişti. Bu acıyı çekeli çok daha uzun gelmişti, Korel olmadan geçen zaman uzun gelmişti. Benim için zaman senden ibaret demişti bir keresinde, demek istediği zamanı şimdi anlayabiliyordum. O yokken zamanın bir önemi yoktu, zaman kavramı yoktu. Zaman onunla var oluyordu. Onun yokluğunu acı devralıyordu. Her zerreme dolan onun karanlığı onun bana bıraktığı acıyla doluyordu. Gelecek miydi? Ne zaman gelecekti? Gelmek için neyi feda edecekti? K O R E L Gitmişti, benliğim gitmişti. Şeytan'ın ne ateşi ne görevi kalmıştı. Hiçbiri umurumda değildi, hiçbiri gerekli değildi. Tek gerekli olan şey Efnan'dı. Yanımda olmasıydı. İyi olmasıydı. İçimdeki kötü şeyleri fısıldayan seslerin susmasıydı. Çünkü bu sesler içimdeki ateşin kontrolünü kaybetmeme sebep oluyordu. Efnan'ın yokluğunu hissettiğimde içim burkuldu. Öğretmenler odasından çıkar çıkmaz kendimi okulun arka bahçesinde buldum. Aklım bana ilerlememi fısıldıyordu, Efnan'ın izinin ilerde olduğunu söylüyordu ama gittiğini hissedebiliyordum. Cehenneme gittiğini hissedebiliyordum. Onu götüren ateşin varlığını hissedebiliyordum ve o ateşi öyle bir söndürecektim ki hiçbir güç bir daha yakamayacaktı. Elim kalbime doğru gitti, kalbimi sıkı sıkıya tutarak duvarın arkasına geçtiğimde yürümeye devam ettim. Gözlerim acıyla dolmaya başlamış alevlerin hissiyle yanıyordu. Bahçedeki ayak izinin olduğu yerde durdum, yağmur yağmaya başlamıştı ama Efnan'ın ayak izlerine yağmur damlaları düşmüyordu. Benim köprümün izine hiçbir damla düşemiyordu. Aklımda bir sürü korkunç ihtimaller belirdi. Annem ona orada neler yapabilirdi? İneli ne kadar zaman geçmişti? Canı ne kadar yanıyordu? ''Kötü düşünceler... Ne için susmuyorsunuz?'' Ayak ucuma sekerek gelen kuzguna baktığımda kafasını eğdiğini gördüm. Aklından geçenler zihnimde yankılandı. 'Azura...' ''Azura...'' diye tekrarladım acıyla. Efnan'ın ona olan nefret hissi her zerresiyle artık benim içimdeydi. Çünkü ondan ayrılmam onun yer yüzünde kalan hislerinin bana geçmesine sebep olmuştu ve bizi ayıran bu ismin ta kendisiydi. ''Lilith... İnmeme izin ver.'' Gözlerimi yumdum, ateşin bedenimi sarmasına izin verdim. 'Ben şeytanım, olmam gereken yer cehennem. Bana izin ver.' Semum ayaklarımın ucundan kaybolduğunda yüzümü eğdiğim yerden kaldırmadım. Yağmur göz yaşlarımı sakladı, Lilith cehenneme inmeme izin vermedi. Çünkü yalan söylediğimi biliyordu. Olmam gereken yer cehennem değildi Efnan'ın yanıydı ve bunu biliyordu. O yüzden inmeme izin vermemişti. Uzaktan yağmura basan adım sesleri kulağıma iliştiğinde yüzümü ağır ağır yerden kaldırmadan sağa doğru bana yaklaşan insan bedenine çevirdim. ''Ne kadar ileri gideceğinizi görmek istiyor efendim.'' Semum insan bedeniyle karşımda dikilmiş bana bakıyordu, benden emir bekliyordu. ''Gidiyor muyuz efendim?'' Yağmur hızlandı, Efnan'ın ayak izleri önümde sanki hala orada gibi ıslanmadan tüm kusursuzluğuyla duruyordu. Yaşadığı acıları tahmin etmek kalbime güçlü bir bıçak sapladı, kalbimi bir kez daha sıvazladım. Derin bir nefes alarak yüzümü kaldırdığımda artık bu ateşi hiçbir yağmurun ya da hiçbir soğuğun bastıramayacağı kadar harlandığını anlamıştım. Çünkü beni Efnan'ımdan ayırmışlardı. Ama bilmedikleri şey bu ayrılığın hiçbir zaman sonsuza dek sürmeyeceğiydi. ''Gidiyoruz Semum.'' ''Ama izin verilmedi.'' ''Artık izne ihtiyacımız yok.'' Üzerimdeki ceketi çıkartıp yere bıraktım. Semum etrafın sessiz ve kimsesiz kalmasını sağlamıştı. Ceketin yere düştüğünde çıkardığı ses bile içimi sızlatmıştı. Efnan'ın olmadığı bir yerde duymak istediğim hiçbir ses, görmek istediğim hiç görüntü yoktu. ''Eğer izinsiz gideceksek...'' Semum'un bakışlarında tereddüt yer aldı. Çünkü yapmam gereken şey belliydi. Yer altına inmem için Lilith'in sözünü çiğnemiş olmam gerekiyordu ve bunun ödülü nasıl cehenneme inmekse cezası da boynuzlarımı kırmak ve kendime saplayarak bu acıya katlanmaktı. Efnan'ın çekmiş olabileceği tüm acılar gözümün önünden geçtiğinde kalbim bir kez daha acı içinde sızladı. Bu acıyla İnsan bedenimin içinden ruhum sıyrılmaya ve aydınlık karanlığa dönüşmeye başladı. Onun çektiği acıların yanında şeytanın kendi boynuzlarını kırarak kendine saplaması acı bile sayılmazdı. Onun yer altında yandığı ateşte ben yer yüzünde yanacaktım. ''Efendim, emin misiniz?'' Ateşle sarılan gözlerim öfkeyle Semum'a döndüğünde yüzünü saygıyla eğdi ve bir adım geri çekildi. ''Sen... benimle geliyorsun. Sana orada ihtiyacım var.'' Bedenini bana sunmak adına geri attığı bir adıma karşılık ileri iki adım attı. ''Bedenim de ruhum da sizindir.'' ''Cehennemi özledin mi Semum?'' ''Sizin Efnan'ı özlediğiniz kadar değil.'' Sadece dakikalardı geçen süre... İnsanlar için dakikalardı. Ama ben insan değildim benim için zaman kavramı yoktu. Ya aynı yer yüzündeydik ya da farklı gök yüzünde. Boynuzlarımı Semum'un bana sunduğu bedene, sola doğru eğdim ve yaklaştım. İçimdeki ateş öylesine dengesizleşmişti ki, köprü öylesine sallanmıştı ki bana en sadık hizmetkarım tüm iblislerden daha büyük bir acıyla yer yüzünü terk etmek zorunda kalmıştı. Çünkü içimdeki ateş artık içime sığmıyordu. Bunca zaman yakmadığım bu şehri şu an yakabilirdim, yakacaktım da. Sadece şimdi değildi, benim meleğim aşağıda acı içinde beni beklerken değildi. Semum'un bedeni diz çöktükten tam bir dakika sonra devrildi, tüm bedeni yağmurdan sırılsıklamdı ama damlalar hala vücuduna giren ateşleri söndürebilecek kadar güçlü değildi. Devrilen bedende bir süre gözlerimi gezdirdim. Artık bir ruha sahip değildi, ya Efnan'ın ruhu? Onun ruhu ne kadar parçalanmıştı? Ne kadar eksilmişti. Elimin kolumun bağlandığını hissettim. ''Gün... Perşembe olmadan geleceğim meleğim.'' Yer yüzünde günün ne olduğunun önemi yoktu, onun hangi gün cehenneme götürüldüğünü bilmek istemiyordum. Çünkü öğrenirsem bugün her hafta benim için en kötü gün olacaktı ve ben Efnan'la döndükten sonra onunla geçen her günüm güzel olmasını istiyordum. Bir gün bile, bir saat bile kötü geçmemeliydi. Ruhum dizler üstüne çöktü, ele benzer silüetim boynuzlarıma uzandı ve alevlerle sarılan o simsiyah boynuz sallandı. Aynı yer altında acıyla sallanan köprü gibi sallandı. Gözlerim Efnan'ın ıslanmayan ayak izlerine kaydığında bir çığlık kulaklarımı kanatırcasına, beni devirircesine ve kalbimi sökercesine içimde yankılandı. Şeytan ikinci kez yer yüzünde acıyla iki büklüm oldu. Ellerim ruhuma acımadan boynuzlarıma gitti, o çığlıktan hissettiğim tek his olan acı öylesine kuvvetliydi ki benimkini bile bastırmıştı. Ve şeytan, ikinci boynuzunu kırdığında acı içinde yer yüzünde çığlık attı. Sevdiği kız yer altında çığlıklar içindeyken şeytan onu kurtarmak için yer yüzünde çığlık attı. Birinin yer altında yandığı ateşte diğeri yer yüzünde yanarken, birinin de yer yüzünde yandığı ateşte diğeri yer altında yanmıştı. Çünkü âşık olan her varlık birbirini nerde olursa olsun tamamlardı. ''Gün... Perşembe olmadan.'' Aydınlık, karanlığa döndü. Ruhumun karanlığına değil, cehennemin karanlığına. Artık yer yüzünde değildim, artık yerin altındaydım. Cehennemin kapısındaydım. Semum karanlık bir ruhla ve üstünde bir pelerinle kapıda saygı içinde duruyordu. ''Hoş geldiniz.'' ''Hoş buldum, Malik.'' Cehennemin kapıları aralandı, içeriden birçok çığlık duyuluyordu ama benim kulağıma gelen onlarca çığlıktan sadece biriydi. Ruhumu parçalara ayıracak kadar acı içinde kulağıma gelen sadece biriydi. Kirlettiğim o temiz ruhun önünde geldiğimde siyahın içinde kalmış tek bir nokta güzelliğiyle gözlerimi kamaştırdı. Efnan'ın her zerresi benim karanlığımdı, sadece kalbinde bir nokta beyazlık kalmıştı. Tam karşısında olmama rağmen beni görmediğine emindim çünkü sadece acı çektiğini derinlerimde hissedebiliyordum, çığlıkları her birinde ruhumdan bir parça öldürüyordu. ''Hoş geldin Oğlum.'' Arkamda beliren şeytanı tek ürkütebilen varlığın rüzgârı estiğinde irkildim. ''Demek... cehennem azabını çekmeyi göze aldın.'' Zebanilerin gözleri bana döndüğünde Efnan'ın bir çığlığı daha ruhumu sızlattı. Evet bana bakıyorlardı, hayretle bakıyorlardı. Çünkü artık şeytanın boynuzları yoktu. Çünkü şeytan sevdiği kadın için boynuzlarından vazgeçmişti ve cehennemin melekleri şeytana duyguları olsaydı eğer şaşkınlık diyebileceğimiz bir duyguyla bakıyorlardı. Sonunda Efnan'ın çektiği cehennem azabının acısı azaldığında gelenin ben olduğumu görebildi. Ruhunun bir kısmını kaybetmişti, paramparça duruyordu. Üstelik henüz kalması gereken sürenin çeyreğine bile gelmemişti. ''Avcı nerede?'' ''Olması gereken yerde, yer yüzünde.'' Yer yüzünde... Karşılaşmamamızın tek ihtimali ben inerken onun çıkmış olması. ''Azura?'' ''Artık boynuzları olmayan bir şeytansın, kardeşini boynuzların olmadan cezalandıramazsın. Boynuzları olmayan bir şeytanın cehennemde hükmü geçmez.'' Ateşin bedenimi sardığı o karanlık ruhumla çok sevgili anneme döndüm. ''Şeytan her sadakati ödüllendirir.'' Söylemek istediğimden hiçbir haberi olmayan anneme karşı söylemek istediğimi daha açık bir dille ifade ettim. ''Şeytan senin yer yüzüne çıktığını biliyor mu Lilith?'' Ruhu korkmuştu, sorduğum sorunun cevabını ikimizde biliyorduk. ''Şeytan eminim senin yer yüzüne çıktığını öğrendiğinde, ödül olarak boynuzlarımı bana geri verecektir. O zaman önce Azura, Grim ve en özeli sen anneciğim... Şeytanın bahşettiği çok daha yakıcı olacak boynuzlarla cezalandırılacaksın ve Efnan'ın çektiği acının yanında çekeceğiniz bu acı tarifsiz kalacak.'' Ay Allah'ım Allah'ım neler oluyor öyle vallahi yazarken bitiremediğim tek bölüm olabilir... ama aklımdakinden çok daha güzel bir bölüm olduğunu söylemeliyim umarım sizin içinde öyle olmuştur. Bana ve kitaplarım hakkında ki paylaşımlarıma Instagram adresim Byzloey'den ulaşabilirsiniz. Hepinizi sandığınızdan daha çok seviyorum, bir sonraki bölümde görüşmek üzere...
|
0% |