Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@byzloey

Instagram: Byzloey

Yorum atmayı, unutmayın hepsini tek tek okuyacağım.

İyi okumalar, paragraf aralarını boş bırakmayın ^^

29. Bölüm | Parlak Işık

Middle Finger | Bohnes

Söyler misiniz? Karanlık nedir?

Işığın olmadığı bir yer mi?

Yoksa ışığın bile aydınlatamadığı yer mi?

Hangimiz gerçek karanlığı gördük, buna mahkûm kaldık?

İçimden bir ses karanlık sandığımız şeyin karanlığın sadece buz dağının görünen kısmı olduğunu söylüyordu bana, çünkü karanlık dediğimiz birçok nokta aslında karanlık değildi.

Işıkların kapalı olduğu bir odada kollarımızı bacaklarımıza doladığımızda karanlık odadayım deriz kendimize. Peki ya dışarıdan gelen ışıklar? Ya perdenin arasından sızan ay ışığı?

Dünya da neresi karanlıkmış? Nereye ışık vurmuyormuş?

Ben size söyleyeyim, o ışık ruhlara vurmuyor.
Kararan bir ruhu ne ay ne güneş aydınlatamıyor.

Yer yüzünde miyiz, öyleyse hiçbir zaman karanlıkta değiliz. Işıkları kapatsak bile...

''Söylesene gerçekten aşkından mı körsün, yoksa doğa üstü bağından mı Efnan? Hiç düşündün mü bunu?''

Sencer'in sözleri bedenimde öfke dalgalanması geçiriyordu. Aklımı karıştırmaya çalıştığının farkındaydım, beni Korel'den uzaklaştırmaya ya da kendi tarafına çekmeye çalıştığının farkındaydım.

Sadece neden birden bunu yapmaya başladığını anlayamıyordum.

''Karanlığı gördün ve sevdin, ama aydınlığı görmeden reddediyorsun Efnan?'' kafamı sağa sola sallarken çatılmış kaşlarım ve altında kalan o kara bakışlarımla Sencer'e baktım. ''Sakın beni Korel'e karşı kullanmaya çalışma Sencer. Yakarım seni.''

Dudaklarında acı bir tebessüm belirdi, kafasını aynı Semum'un yaptığı gibi eğmişti.

''Cennet hakkında hiçbir fikrin olmadığı için bu kadar kolay reddediyorsun.'' Yüzünü gökyüzüne kaldırdığında ellerini dua edermişçesine açmıştı. ''Gel sana göstereyim orası nasıl bir yer.''

Gözleri birden bembeyaz oldu, parmakları aralıklarla bir anda şakaklarımla gözlerime baskı uyguladığında çığlık atmama ramak kalmıştı ki kapanan gözlerimin önünde bembeyaz bir sayfa açıldı.

Her şey ışıktan ibaretti, karanlık hiçbir şey yoktu. Renkler bile yoktu, her şey pasparlaktı. Sanki bir çocuğun eşsiz hayal gücünü izliyormuş gibiydim. ''Ne görmek istiyorsun Efnan? Sana şans verilse nerede olmak isterdin?'' sesin geldiği yöne, soluma döndüğümde Sencer'i görmüştüm.

Üzerinde bembeyaz kıyafetler vardı ve yüzü daha bir aydınlıktı, bana gülümsüyordu.

''Söyle bana, seni nerede olmak istiyorsan oraya götüreyim.''

''Evimde, ailemle.'' Diye fısıldadığımda yüzünü sağına döndü. Onunla beraber yüzümü sağa döndüğümde parlaklık gitmişti.

Evdeydim, ailem yanımdaydı yaşıyordu. Ev yıkılmamıştı, duvara asılı aile fotoğrafımız bile oynamamıştı. Dedem ve ninem birbirlerine gülüyorlardı, annem kumandadan izlediği programı değiştiriyordu. Babam ise annemin kucağında uyumuştu gündüz olmasına rağmen.

Gözlerimin dolduğunu ve sızladığını hissettim. Canım yanmıştı, canım son zamanlarda bu acıya alışmıştı.

''Anne?'' annemin kafası koltuktan olabildiğince döndüğünde kaşları çatıldı. Beni görebiliyor muydu?

''Efnan, ne oldu kızım?'' Babamın kafasını yastığa yerleştirip ayaklandığında gözümden bir damla düştü, burnuma babamın parfüm kokusu geliyordu.

Dudaklarımdan hıçkırık kaçmaması için sertçe ısırdım ama hiçbir şey şu an kriz geçirme aşamasına gelmeme engel olamaz gibiydi.

Annemin kolları bana sarıldığında aklımı kaçırmak üzereydim.

''Ne oldu Efnan'ım neden ağlıyorsun?''

Bunlar gerçek miydi? Tenime değen teni gerçek miydi?

Babamın burnuma dolan kokusu gerçek miydi?

Hayır hayır bunlar gerçek değildi, kafamı sağa sola sallayarak annemin kolları arasından çıkmaya çalıştım. Bu sırada gözüm etrafta gezindi.

Her şey yerli yerindeydi. Antika ev telefonumuz, duvarda asılı aile fotoğraflarımız, benim çocukken yaptığım resimleri yapıştırdığım yerler renkli renkli aynı yerdeydi.

Hayır bunlar gerçek değildi! Bunlar tamamen aklımda gördüklerimdi.

''Sencer!'' diye seslendim, dedem ve nenem bana dönmüş annem de şaşkınca yüzüme bakmıştı. ''Çıkar beni buradan. Gerçek değil bunlar çıkar beni.''

Annem ''Kızım neyin var?'' dediğinde kulaklarımı kapatarak geri adımlar attım, akan göz yaşlarıma hâkim olamıyordum.

''Sencer!''

Bir anda ev ayaklarımın altından kayıp gittiğinde her yer yine bembeyaz olmuştu. Karşımda dikilen beyazdan başka gördüğüm tek renk Sencer'in ten rengi ve saçlarının siyahlığıydı.

Nefes nefese ellerimi kulaklarımdan çektiğimde göz yaşlarımı titrek ellerimle sildim.

Sencer bana yaklaşarak kollarını bana sardığında ittirecek gücü kendimde bulamamıştım. Beni mahvetmişti! Beni mahvetmişti!

Cehennemde çatlayan ruhum burada kırılmıştı.

Sencer ellerini yavaşça üzerimden çekip yanağıma uzattığında ne kadar yakınımda olduğunu dolu gözlerimi sildiğimde fark etmiştim.

''Bu en basiti Efnan. Orası nerede istersen olabileceğin, kimi istersen görebileceğin bir yer.'' Derin bir nefes alarak devam etti. '' Sen seç Korel sana her şeyi vaat etmiş olabilir ama sana istediğin şeyi vaat edemez. Ben ise tek bir şey vaat ederim ama istediğin şeyi vaat ederim. Sana hiçbir kötü duygunun, kötülüğün olmadığı bir yer vaat ederim Efnan.''

Sertçe yutkunduğumda nefes alamadığımı fark ettim, bedenimle değil, ruhumla alamadığımı hissediyordum.

Sesi fısıltıya döndü. ''Şimdi... aklın sana ne fısıldıyor? Damarlarında kim akıyor Efnan? Şimdi ne düşünüyorsun?''

Gözlerim kararıyordu. Öfkeden ve nefretten gözlerim kararıyordu. Öfkem onlaraydı, beni zayıf noktamdan vurmalarıydı. Nefretim kendimeydi, zayıflığımı gösterip onlara yenilmemdendi.

Gözlerimi büyük bir nefretle ona kaldırdım, bedenimde tırnak ucumdan saç diplerime kadar ruhumdan bir uçtan bir uca kadar nefret ateşiyle dolmuştum. Çünkü fark etmeden beni öyle mahvetmişti ki kararan ruhumun, şeytanın bu kinini ilk kez bu kadar derinimde hissetmiştim.

Hayır gözlerim kararmıyordu, gözlerimden alevler çıkıyordu. Cehennem ateşleri çıkıyordu.

Derin ve sesli şekilde nefes alarak yakın yüzüne daha da eğildim. Öyle ağır ve nadir nefesler alıyordum ki, bir an bu kişinin kendim olduğuna emin olamamıştım. ''Damarlarımda akan şeyi... görmek ister misin Sencer? Tekrar çığlıklarında boğulmak ister misin?''

Sertçe yutkunduğunu hareket eden âdem elmasından gördüğümde gülümseyerek devam ettim.

''Aklım bana kimi fısıldıyor biliyor musun? Şeytanı... Şimdi ne düşünüyorum biliyor musun?'' diye fısıldadığımda geri çekilmeye kalktı ama yakasından tutmamla daha da yakınıma gelmişti.

''Şimdi seni cayır cayır yakmayı düşünüyorum.''

Gözlerindeki korku ve dehşetin kokusu burnuma geldiğinde bedenimdeki elleri bir anda çekildi.

Başım da ki eller kayboldu. Gözlerim bir an etrafı noktalar halinde gördü. Arkamdaki duvara ellerimle tutunmasam kesinlikle yere kapaklanacaktım. Ayaklarım yere basıyordu, artık o ışıkta değildik. Yer yüzünde az önceki sokaktaydık.

Elim boğazıma gittiğinde boğazımın yanmasıyla çığlık attım. Gözüm avuç içime kaydığında bedenimin ateş içinde olduğunu görmüştüm, bu ateş Korel avucumu yaktığında geçmişti.

Bu ateş Sencer'i yakmıştı. Olduğumuz yer ise Cennet değildi, karanlık ruhlar cennete gidemez orada ateşi kullanamazdı. Biz araftaydık, Sencer sadece arafın bile nasıl bir yer olduğunu göstermişti bana. Amacı cennettin hayal bile edilemeyecek kadar güzel olduğunu bana göstermekti.

Öyleydi de, cennetti kimse kötü bilmezdi ki?

Cennet bildiğimiz en temiz en güzel yerdi.

Ama benim yerim cennet değildi, insanlar kararan ruhunu temizleyebilirdi iyilikleriyle ama ben insan değildim. Ben doğa üstü bir köprüydüm ve şeytana bağlanmayı seçtiğimde bunu kaybetmiştim.

Gözlerim sonunda etrafı görür hale geldiğinde yerde ufak bir not gözüme çarpmıştı. 'Ne olursa olsun seni bu karanlıktan kurtaracağım Efnan.'

Yerdeki kâğıdı ayağımla ezerek dükkâna gitmek için arkamı döndüm. Ellerim titriyordu, öfkeden ve gördüklerimden ötürü ellerim titriyordu. Bir anda içime doğan bir hisle yüzümü sağıma çevirdiğimde beni izleyen kuzgunu görmemle başımdan kaynar sular döküldü.

O gördüyse Korel'in de bunu hissetmesi ve öğrenmesi çok da uzun sürmeyecekti.

Dudaklarımı ısırdım, o sıra da Semum'un düşüncesi içimde yankılanmıştı yine.

'Doğru olanı yaptınız.'

Kafamı belli belirsiz sallayarak önüme döndüğümde derin bir nefes verdim.

Doğru muydu yaptığım? Ne kadarını görmüş, hissetmişti? Yukarı da olanları ya da aklımda olanları da görmüş müydü?

Onun için doğru yaptığım şey neydi? Hangisiydi?

''Dedemle konuşamadım...'' diye fısıldadım kitapçıya doğru yürürken.

''En çok konuşmak istediğim oydu...'' kitapçının merdivenlerinden inerek içeri girdiğimde hala kapının kapalı olduğunu görmek içimi rahatlattı. Önce gözlerimi güzelce temizledim, ardından yere düşürdüğüm kolyeyi elimle temizleyerek yerine bıraktım.

Sanki hiç gitmemişim gibi,

Sanki az önce ailemin yanında evimde hissetmemişim gibi,

Sanki vücudum ateşle sarılıp ruhum sarsılıp geri dönmemişim gibi.

Ellerimle boğazımı kaşıyarak etrafa bakındım. Her şey o kadar eski ve sadeydi ki içim kıyılmıştı.

On dakika kadar daha orada dikildiğimde sonunda kapının aralanma sesi duyuldu.

İçeriden önce Korel sonra o yaşlı adam çıkmıştı.

Korel'in elinde aynı adını anmak istemediğim o şahısın ki gibi bir kutu vardı.

''Eyvallah ihtiyar.'' Korel adamla tokalaştıktan sonra bana döndüğünde gözlerinin kısa bir an titrediğini hissettim. Kirpiklerinden bunu görmüş gibiydim ama emin olamıyordum.

Burnumu çektiğimde gözleri gözümde ve elimde gezinmeye kalktı ama elimi ışık hızında cebime sokarak hedefini saptırmıştım. ''Uzun sürdü.''

''Sıkıldın mı?'' diyerek yanıma geldiğinde kafamı aşağı yukarı salladım.

Elini belime dolayarak yaşlı adama döndü, eski köprüye.

Sadece baş selamı vererek arkasına dönmüş beni de peşinden kitapçının dışına sürüklemeye başlamıştı.

''O ne?'' diye mırıldanarak peşinden merdivenlerden çıktım.

''bu... sana zarar vermek isteyenlerden seni koruyacak bir mucize.'' Dedi elindeki kutuyu sallarken.

''Sadece son bir gece... Sonra bir daha yanında ben varken de yokken de bunu kullanacaksın, doğa üstü olan kimse bir daha zihnine ya da duygularına hükmedemeyecek.''

Gözlerim hayretler içinde aralandığında kremi almak için eline atıldım ama o gülerek kolunu çekmiş yolun ortasına vardığımız için gelen arabayla beni kenara çekmişti.

''Dur bakalım... Öyle hemen vermem.''

''Nedenmiş? Hem sadece son bir gece derken?''

Arabanın kilidini açıp yolcu kapımı açtığında ''Yarına kadar beklemesi gerekiyor.'' Diyerek beni zorla arabaya bindirip kapımı kapattı.

Ardından krem kutusunu cebine atarak şoför koltuğuna binip arabayı çalıştırdı.

Bakışları durgunlaşarak bana döndüğünde bir şeylerden şüphelendiğini hissettim. Sanki bir şeyi öğrenmiş ve kırılmıştı.

Önüne döndüğünde bunun benim paranoyam olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım.

Eve varana kadar düşüncelerimden birini okumaması için şarkı mırıldanmıştım. Çünkü aklımda dönen düşüncelere sözümü geçiremiyordum.

Bakışları ara ara bana ve yola dönse de dudaklarını aralamamıştı.

Hala etrafta ağır dumanlar olan yollardan geçmeye başladığımızda arabanın üstü birden kapanmaya başladı. Gözlerim gelen dumandan yine sulanmıştı ve artık gerçekten fazla yanıyordu.

İşaret ve orta parmağımla peş peşe gözlerimi sildiğimde ellerim yine hafiften titremeye başladı. Gözümün önünden o parlaklığın içinden çıkan ailem gitmiyordu. Annemin o ses tonu ve telaşlı sesi, tenime değen teni gitmiyordu.

Sertçe yutkunarak damlamaya devam eden göz yaşlarımı silerken Korel'in arabayı durdurmasıyla geldiğimizi fark ettim.

Kontağı kapattı ve derin bir nefes vererek bana döndü. Tabi ki de bu kadar ağlamamı ve saklayamadığım ellerimin titremesini gözden kaçıracak değildi. Aptal bir adam değildi, aksine fazla zeki ve nerede konuşup nerede susmasını bilen bir adamdı. Şeytanın bir insan bedenine bu kadar ayak uydurabilmesi şaşırtıcı geliyordu bazen.

''Şey... duman çok kötü kaçtı.''

Gözlerimi yumruk yaptığım ellerimle düzgünce sildiğimde hızlı hızlı kırpıştırarak görüşümün netleşmesini bekledim. Korel'in ifadesini tam olarak göremiyordum ama tahmin etmek hiç zor değildi. Muhtemelen son göz göze geldiğimiz an gibi bir şeyler için kırılmış ama sessiz kalmaya çalışıyor gibi bakıyordu hala.

''Ben sileyim mi?'' diyerek ellerini yüzüme uzattığında ellerimi indirdim ve göz yaşlarımı silmesine izin verdim. Sanırım kendim ellerimle bile silemediğim o göz yaşlarım Korel'in dokunuşunu istemişti. Çünkü Korel sildikten sonra göz yaşlarım bir daha akmamıştı.

''Gel hadi. Odamızda dinlenelim.'' Arabanın kapısını açarak hızlı adımlarla benimkinin önüne geldiğinde uzattığı elini tutarak dudaklarımda buruk bir gülümseme ile arabadan indim.

Dünya telaşı şu an her zamankinden çoktu, çünkü cehennemin küllerini temizlemeye çalışıyorlardı.

Gözlerim onlara döndü, hepsi telaşlı ve yorgun vaziyette kül bir olan şehirlerini yeniden inşa etmek için uğraşıyorlardı. Belki de Korel'in dediği gibi bu onların da işine gelmişti, çünkü farkında olmadan kendileri de bu şehri defalarca küle çevirip tekrar inşa ediyorlardı.

Bir süre sonra kendi elleriyle inşa ettikleri şehirleri, kendi elleriyle küle çeviriyor birçok nedenlerle üstünü kapatarak şehirleri daha iyi yapacağız vaadi ile tekrar inşa ediyorlardı, komiklerdi.

Korel asansörün düğmesine baktığında göz ucuyla ona baktım, elleri elimdeydi ama çıtını çıkarmıyordu. Ben de onun gibi sessizce dikiliyordum yanında, asansör açıldığında aynı adım sayısıyla, aynı hızda içeri girdik.

Altıncı kat yine basılıydı.

İkimizin de bakışları basılı düğmelerden kapanan kapıya döndü. İkimizde birbirimizi izliyor ses çıkarmadan yan yana dikiliyorduk.

Dilimiz laldi ama zihnimiz birbirine esirdi. İkimizin de düşünceleri birbirimiz hakkında kendi içimde yaptığımız tartışmalarla doluydu. Onun da benim gibi olduğunu hissettiğim için bunu rahatlıkla söyleyebiliyordum.

Ellerini yakasına götürüp hafifçe çekiştirdiğinde açığa çıkan âdem elması gözümü esir aldı.

Evet, ikinci sevdiğim noktasıydı. Saçma ve basitti ama benim içim hoştu.

Asansörün kapısı açıldığında aynı adımla asansörden çıkarak kapısı yeni takılan odamıza ilerledik. Odamıza.

İçerisi kararmak üzere olan ışığı doğrudan içeri alıyordu, Korel'in duştan önce çıkardığı gömleği kenarda duruyordu. Yatak hala dağınık, kahvaltı hala yatağın kenarındaydı.

Gözlerim ona döndüğünde üzerini çıkardığını ve dolabına ilerlediğini gördüm.

''Kahve?''

Kafasını aşağı yukarı salladığında üzerine kıyafetini geçiriyordu. Saçları dağıldığı için eliyle düzeltti.

Gözlerimi ondan alarak mutfağa ilerledim, yerini bildiğim kahveyi makineye bırakıp düğmesine bastıktan sonra iki bardağı çıkararak önüne bıraktım.

O kadar uyumama rağmen hala uykum olması normal miydi?

Ya Hala her tarafımın sanki acı yerine ağrı çekmiş gibi bana işkence çekmesi?

Elim ağrıyan enseme gittiğinde sol elimle ensemi sıvazlayarak düğmesi öten kahveyi bardaklara dökmeye başladım. Elimin üzerinde ensemin tam üstünde sıcak bir el hissettiğimde irkilerek omuzumun üzerinden yüzümü çevirdim.

''Benim. Başka kim olabilir?'' diye mırıldandığında ensemden kayan elimin yerine elini yerleştirerek ovmaya başladı. Diğer eli belimi sarmalamıştı bile.

''Bugün fazla mı yorgunsun?''

''hiçbir şey yapmadım, arabayla gittik arabayla döndük.'' Dediğimde nefeslenircesine güldü. Nefesi ensemdeydi. ''Bazen seni en yoran şey dışarda olan değil içeri de olanlardır.''

Kahve makinesini kapattıktan sonra yüzümü ona döndüğümde elleri ensemden boynuma doğru kaydı. Gözlerinden söylemek istediği çok şey olduğunu görebiliyordum ama dudakları tek kelime etmeyeceğini daha net gösteriyordu. ''Evet bazen öyle olur.'' Diye mırıldandım.

O an gözlerinde bir şeyler kırıldı sanki, ona gerçeği söylememi bekliyordu. Bunu hissetmiştim.

Gözlerimi yumarak derin bir nefes verdiğimde diğer elini de boynumdan belime indirdi.

''Ailemi gösterdi... Ne yaptı bilmiyorum parmaklarını gözlerime ve başıma yerleştirdi. Bir anda oldu her şey anlamadım. Sonra bir anda kendimi bir yerde buldum. Neresiydi bilmiyorum tek gördüğüm şey ışıktı. Bana ne görmek istediğimi sordu ailem dedim ve.... Gösterdi.''

Gözlerimi araladığımda o kırgınlığı yavaşça harelerinden kayboldu. Evet benden bekliyordu, biliyordu ama benim söylememi istemişti. Benden duymak istemişti.

Bana kızmamak, kırılmamak için bahane duymak istemişti. Dudaklarını dümdüz tutmaya devam ettiğini gördüğümde kurumuş dudaklarımı yalayarak devam ettim yarım bıraktığım yerden.

''Ben de yalan olduğu için tadını bile çıkarmadan kaçtım, çıkarmasını istedim. Sonra ise... bazı şeyler söyledi... Bu da içimde kalan ufak bir şeytan ateşini kıvılcımladı...''

''Sende onu yakasından tutup ona karşılık verdin.'' Dedi sonunda konuşup beni bu azaptan kurtarırken. Söylerken dudaklarına geniş bir tebessüm yaymıştı, gözlerinde ise gururlu ve mutlu bir ifade yer almıştı.

''Boynunda iz bırakmışsın... Yakasından tutarken. Şeytan ateşinin izi.''

''Bu mümkün mü?'' diye sorduğumda kaşlarım çatılmış sesimden şaşkınlığım ortaya çıkmıştı.

''Eğer benim ateşim birinin vücuduna değerse, o dokunuşun orada izi kalır. Şeytan ateşinin tende kalan izi uyarıldığına işarettir. Eğer birinin bedeninde ateş izi görürsen uyarılmış anlamına gelir.''

''Öyleyse ben nasıl...'' elleri saçlarıma çıktığında ensemden beni tutarak kendine çekip alnıma öpücük bıraktı. ''Sen de benden aldığın ateşle uyardın onu... Ruhun da az da olsa beyaz ışık var ama bu ruhunun bana ait olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Eğer ruhumuz birse bunu yapman şaşırılacak bir şey değil.''

Bu sorum anlamsız ve aptalcaydı, belki yeni saat olmuş bir süre önce bedenimde en çok da gözlerimde gezinen o ateşi hissetmemiş miydim? Hissetmiştim. Ya şeytanın o kinini nefretini kusmamış mıydım Sencer'in üstüne? Hem de deli gibi kusmuştum.

Ben bir anlığına Korel olmamıştım. Ben artık Korel'in Efnan'ı olmuştum. Cehennemin sonsuzluğa giden köprüsü olmuştum. Bu köprü onun yolu alacaktı, altında sallanmadan onun yürümesini sağlayan ve ondan başkasının bu köprüde yürümesine izin vermeyecek bir köprü olacaktı.

''Bizi ayırmak için ne kadar sert saldıracaklar?'' diye fısıldadım harelerine bakarken. Uzun zamandır gözleri, gözleri değil ruhuydu.

Ya da ben artık gözlerine değil, gözlerinin içine bakıyordum.

Bu yüzden ruhunu saklayan bu bedene değil içinde saklanan ruhunu görüyordum.

''Ne kadar sert mi davranacaklar?'' dudaklarından bir kahkaha döküldüğünde anlamsız bakışlarım yüzünde gezindi. Bir soru için bu kadar gülmesi neden bana hiç normal gelmemişti?

''Sevgilim...'' diye mırıldandı ilk kez bana. Sevgilim... Bu sözcük nasıl olur da herkesin kurduğu cümlelerden biriyken sanki daha önce hiç kullanılmamış bir kelime gibi gelir kulağıma?

''Onlar ister sert ister yumuşak saldırsınlar...'' Dudakları dudaklarıma yaklaştığında tam üzerinde durdu, gözlerinin içindeki o haylaz varlık benimkilere kenetlenmiş tehlikeli şekilde gülümsüyordu.

''Bizi o kadar bağlamıyor ki...'' dedi iç çekerek. Hala hiçbir şey anlamadığımı haykıran gözlerime bakıyor yine de cümlelerini ağır kullanmaya devam ediyordu.

''Çünkü onların tüm çabayla yapabildikleri o saldırı.... Bizim ne tenimize değecek ne de ruhumuza.''

Bir eli kulağımdan yüzüme düşen tutamı tekrar kulağımın arkasına atarken şimdi gözlerindeki tehlikeli gülüşün sözlere dökülmüş hali ortaya çıkmıştı. Bunları duymak beni hem rahatlatmış hem de daha fazla strese sokmuştu.

Çünkü bu bir saldırı daha olacağını gösteriyordu.

Ve eğer bir saldırı olacaksa mutlaka bir savunma da olacaktı.

Tenime değmeyecek o saldırının hiçbir önemi kalmasa da beni korkutan bu değildi, beni korkutan savunabilecek halde olup olmadığımızdı.

Çünkü ben kırık dökük bir oyuncaktan başka bir şey değildim, her şey fazla geliyordu. Daha doğrulamadan ayağıma tonlarca çelme takılıyordu.

Korel'in eli saçlarımdan tenime doğru kaydığında yumuşak hareketi kendimi mırıldanan kedi gibi hissettirmişti. Dudaklarını kısacık dudaklarıma değdirip geri çekildi. Etraf sessizlikle kuşandı, arkada dumanı tüten kahveler şimdi buz kesmiş olmalıydı.

Zaten zorumuz bir tek kahvelereydi. Hep dolduruyor buz gibi yapıyorduk, sonra ise içmeden doğru... lavaboya.

''Ufak bir oyun oynamak ister misin?''

''Ne gibi?'' diye fısıldadım onun gibi, dudaklarım çenesine değiyordu. Yine de mesafeyi ne uzatıyor ne kısaltıyordu.

''Sevdiğin şeyleri öğrenmek istiyorum. Sevdiğin şeylerde sıcak sevmediklerine soğuk de.'' Dudaklarımdan bir gülüş kaçmasına mâni olamadım. ''Bu oyunu çocuklar oynuyor, ne kadar böyle olmasa da.''

''Bu yetişkin hali?'' diyerek omuz silktiğinde elini çoktan omuzuma çıkarmıştı.

''Ilık.'' Diye fısıldadım. Sırtımın orta kısmına, kemiğe doğru uzandı. ''Hm... sıcak diyebilirim.''

''Öyleyse listenin en altına yazıyorum.''

''Hangi listenin?''
''Aklıma kazıdığım listenin.''

Eli boynuma çıktığında ''Yandı buralar.'' Dedim alayla gülerek. ''Bunu biliyordum.'' Diyerek elini enseme doğru uzattı. ''Soğuk.'' Eli omuzumdan koluma ve parmak uçlarıma indi. ''Ilık.''

Ilık cevabımın ardından tekrar parmaklarımdan koluma oradan çeneme ve dudaklarıma çıktı. ''Az önce öptüğüm için mi sıcak yoksa sevdiğin için mi?''

''Sanırım her ikisi de.'' Diye mırıldandım.

Dudaklarında yine o dayanılmaz gülümseme vardı. İlk kez, onun aksine ben ona yönelmek için öne eğildiğimde kapının tıklanmasıyla yerimde sıçradım.

Tükürüğümü yutmuştum!

Korkudan az daha boğuluyordum, hem de korktuğum şey sadece bir kapı tıklatılmasıydı.

''Efendim, akşam alın demiştiniz kahvaltıyı almaya geldim.''

Dilimi alt dudağımın içine sokuşturarak ısırdım. Eğer Korel şimdi çıkıp adama türlü türlü alevlerle fantezi yapsa gıkımı bile çıkarmayacaktım. Çünkü bir ilki ve güzelim anı mahvetmişti.

Kendime daha fazla hâkim olamayarak elimi tezgâha vurdum. ''Şeytan diyor aç kapıyı kahvaltı masasıyla beraber gönder cehenneme.''

''Öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum?'' Korel'in eğlenceli gülüşü kulağıma dolduğunda söylediğim cümlenin ve aldığım karşılığın bilincine yeni varmıştım.

Gergince nefes alarak Korel'e baktım. Hala gülüyordu.

Sabah bana baskın gelen gülme isteği sanırım şimdi ona geçmişti. Arkasını dönerek kahvaltıyı kapıya doğru çektiğinde arkamda kalan kahvelere bir bakış atıp yatağa doğru ilerledim.

Çünkü gerçekten uykum gelmişti ve gözlerim acıyordu.

Az önceki anın tadı tamamen kaçmıştı, o anın büyüsü camdan uçup gitmişti.

Hırsla yorganı açarak kendimi içine atıp uzandım. Tam yorganı üstüme çektiğim sırada Korel de beni görmüş yanıma gelmişti.

''Uykun mu geldi?''

Kafamı aşağı yukarı salladığımda sağımdan yorganı açıp yanıma uzanarak kolunu başımın altına yerleştirdi. Ben tüm bedenimle ona döndüğümde o da gözlerini bana çevirmişti.

Kararmış hava içeri pek de ışık seçeneği sunmuyordu ama ışık ihtiyacımız olan en son şeydi.

''Semum' a senin hakkındaki düşüncesini sordum bugün. Bana haber getirdiğinde.''

Diye mırıldandı, karanlık olduğunda bu sessiz konuşma alışkanlığı sanırım insan bedenine özeldi. Çünkü genelde herkes böyle yapıyordu. Belki de karanlık sessizliği getirdiğindendi. Bu sessizliği elinden geldiğince bölmemeye çalışıyorlardı.

''Ne dedi?'' diyerek fısıldadım onu bozmayarak.

''Senin beni geçebileceğini.'' Bu cevaba sessizliği ve karanlığı tamamen boş vererek seslice gülmüştüm.

''Korkmuş senden.'' Kahkahama bir tane daha eklendi. ''Şaka yapıyorsun?''

Kafasını sağa sola salladığını gördüm. Dudaklarında da bir tebessüm vardı.

O düşünceleri kendim de duymak isterdim, Semum gibi bir hizmetkarın bu düşüncelerini duymak hele ki ondan beni şaşkın uğratırdı ama bir o kadar da sevindirirdi. Çünkü bu düşmanlarımın karşısında dik durabildiğimi gösteriyordu.

''Seni korumak için müdahale etmek istemiş ama ben neden etmediğini sorduğumda gerek kalmadığını senin hallettiğini söyledi. Bu ondan şimdiye dek duyduğum beni şaşkına çeviren tek cümleydi.''

''O da ne demek? Sen bunların olacağını...''

''Hayır, sadece hayatımızın dönüm noktalarını görüyor biliyorum.''

Yine o üstü kapalı, şifreli konuşma. En sevmediğim.

Nefret ettiğim konular her açıldığın da yaptığım gibi gözlerimi yumarak ona sırtımı döndüğümde arkamdaki şaşkına dönmüş bakışlarını tahmin edebiliyor gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.

''Bu neydi şimdi?''

''Ne neydi?''

''Şu an gördüğüm?''

''Sırtım.'' Dediğimde dudaklarımdan gülüşün kaçmasını son anda engellemiştim.

''Şu an gördüğüm muamele?'' diye düzelttiğinde uykudan ölüyormuş gibi mırıldandım. ''cevapsız sorular canıma tak etti, daha fazla aklımı bulandırmak yerine uyumayı tercih ettim.''

''Bu hala neden sırtını döndüğünü açıklamıyor.'' Diye hayıflanarak beni belimden kendine çekerek sırtımı göğsüne yapıştırdı. Yüzünü omuzuma koymuştu.

''Her neyse, böyle durursan sabaha kadar omuzunda kafamı taşımak zorundasın.''

Onu onaylar şekilde mırıldanarak gözlerimi yumduğumda hissettiğim acıyla neredeyse geri açacaktım.

Bugün o kadar ağlamış ve gözlerimle oynamıştım ki acısını kapatana kadar bu kadar hissetmemiştim. Son günlere bakarsak gözlerim de buna alışmakta haklıydı. Çünkü göz yaşlarım günlerdir durmak bilmiyordu.

Dakikalar geçtiğinde, gözlerim yavaş yavaş karanlığa alıştı. Bedenim yatağa kurulmuş ve bu rahatlığa alışmıştı. Omuzumun üzerine yatan Korel hareket etmeden duruyordu.

Bir eli tahminimce saçlarımdaydı çünkü varla yok arası bir kulağıma geliyordu.

Ama bir süre sonra yorgun bedenim uykuya esir düşmeye başladı. Bana bir türlü doyamayan karanlık bedenimi sarmaya başlamıştı.

Kulaklarıma bir nefes çarptığında devamı olan fısıltı beynimde zonkladı. ''Her beni seçtiğinde daha çok âşık oluyorum sana...''

Bedenimi sarmaya devam eden karanlıktan kaçmaya çalıştım kendimce, devamını duymak istiyordum. Korel'in geceleri başımda neler söylediğini ve içinde sakladığı sözleri duymak istiyordum.

Ama karanlık beni dinlemedi, bedenimi tamamen sardı. Uykuyu beklerken gördüğüm karanlık duyduğum uğultular hepsi gitmişti. Sadece son bir konuşma vardı kulağımda, o da uğultudan ve bilinmezlikten ibaretti.

''Çok sert saldıracaklar sevgilim... Kabuslarımız olacaklar... Belki bizi çaresiz yapacaklar. Yalan söyledim... Yalan söyledim çünkü seni uzun süre hiçbir doğru gülümsetemezdi. Hiçbir doğru ve gerçek seni mutlu edemez sana huzurlu hissettiremezdi. Bu yüzden yalan söyledim.

Zaten senin için cehennemi yer yüzüne indiren bir adamın, yalan söylemesine şaşırmazsın... şaşırmazsın değil mi?''

Bir ışık süzülüyor uzaktan. Aynı güneşin odamıza süzüldüğü gibi ama daha şiddetli ve daha yakın.

Ben... üstümde bembeyaz bir elbiseyle duruyorum bu ışığın altında. Etrafımda kimse yok, hiçbir ses yok. Yürüyorum ışığın altında.

Nereye yürüdüğümü bile bilmeden yürüyorum öylece. Sağım solum her yerim aynı, sadece bembeyaz bir ışık ama yürüyorum işte.

Bir ses duyuyorum uzaktan.

'Söyle bana, seni nerede olmak istiyorsan oraya götüreyim.'

Sencer'in sesi ama geçmişten duyuyorum bunu, uzaktan ve geçmişten.

Sonra bir ses daha geliyor kulaklarıma.

'Dedemle konuşamadım... En çok konuşmak istediğim oydu...'

Benim sesim, en az Sencer kadar uzaktan ve geçmişten yine.

Nereden geliyor, neden geliyor bilmiyorum.

Sadece duyuyorum.

Sonra ayaklarımın altında soğuk bir şey hissediyorum sallanan. Bir köprü, etrafım ikiye ayrılmış bir dünyaya dönüyor aniden. Bir tarafımda cennet bahçeleri, yemyeşil ama bildiğimiz yeşil değil. Sadece tabiri ona yakın. Bir tarafım sadece ateşlerle çevrili göklere uzanan.

Yüzümü bir arkama bir önüme dönüyorum, ikisiyle de mesafem aynı. İkisinin tam ortasındayım.

Sertçe yutkunuyorum. Ayaklarım o yeşilliğe dönüyor, dudaklarımda heyecanlı bir tebessüm oluyor.

Bir adım attığımda köprü sertçe sallanıyor beşikmişçesine. Ardından bir ses geliyor arkamdan.

Şimdiden ve çok yakınımdan.

''Efnan.'' Bu ses beni paramparça ediyor. Adımlarım duruyor, köprünün sallantısı da öyle. Arkama dönüyorum yavaşça.

Korel orada, alevlerin tam önünde köprünün başında. Bedeniyle değil ruhuyla, alevli gözleriyle bana bakıyor korku içinde.

''Korel...'' diye fısıldıyorum, içimi çok daha büyük bir heyecan kapsıyor. Çok daha mutluyum.

İleri attığım adımımı geri çekiyorum ve ona doğru dönerek adımlar atıyorum.

Bir anda üstümdeki elbisenin üçleri siyahla boyanmaya ve her adımımda yukarı doğru yayılmaya başlıyor. Köprü çok daha sert sallanıyor, düşmemek için kenarlardan tutunmaya çalışıyorum ama elimi değdirdiğim gibi çığlık atarak çekmek zorunda kalıyorum çünkü orayı saran o ateş canımı yakıyor.

Sonra yere düşüyorum acıyla. Hiçbir yere dokunmadan zar zor kalkıyorum sertçe bir kez daha yutkunurken ve bir adım daha atıyorum ona.

Karanlık belime ulaşıyor, aramızda beş adımlık mesafe kalıyor.

Ama arkamdan hayatımda özlem duyduğum tek insanın sesi yankılanıyor, yine şimdiden ve yakından.

Korel'den gözlerimi çekiyor ve dişlerimle gülümseyerek arkamı dönüyorum.

Orada, Cennet bahçesinin hemen önünde kollarını açmış hasretten dolmuş gözlerle bana bakıyor.

''Beni çok beklettin kızım, gel artık.''

''Dede...''

Bana kafasını sallayarak elleriyle gelmemi işaret ediyor.

Ama arkamda bir adam var. Beni ben yapan, benim için dünyayı ateşle saran, benim için boynuzlarından vazgeçen, benim için savaş açan ve canı pahasına savaşan.

Ellerimi yaş akan gözlerime çıkarıyorum.

Çünkü karşımda da dedem var. Özleminden yarım kaldığım, yaralarımı sarabilecek, elinde büyüdüğüm adam var. Beni cennetin kapısında bekliyor kucak açarak.

''Ben...'' diyorum ama ne ileri gidebiliyorum ne geri. Kalıyorum öylece.

Yarıya kadar batmışım karanlığa ne karanlığa batmak istiyorum ne karanlıktan çıkmak istiyorum.

''Lütfen beni buna mecbur bırakmayın.'' Diyorum güçsüzce.

İkisi de sadece bakıyor.

Sonra köprü sallanıyor sertçe ama hareket eden ben değilim.

''Beraber adım atalım birbirimize.'' Diyor arkamdaki adam. Karanlığından vazgeçiyor bana gelmek için.

''Bana dur diyene dek, sana yürüyeceğim Efnan.'' Bir adım daha atıyor ve köprü yıkılırcasına sallanıyor. Ardından üstümdeki elbise siyaha dönmeye devam ediyor.

Dur lafı çıkmıyor ağzımdan, ama ona adım atmıyor ayaklarım.

Sadece dedeme bakıyorum.

Bana bakıyor, sanki Korel'i görmüyor gibi bana bakıyor sadece, hiçbir şey söylemeden.

Sonra arkamı dönüyorum ağır ağır bana doğru yürüyen adamı görmek için.

Bana geliyor, bakışları titriyor ama gelirken.

Sonra bir adım daha atıyor ve hemen önüme gelmesine bir adım kala duraksıyor, elbisenin sadece bir kısmı beyaz kalıyor. Öyle ufak ki neredeyse görünmüyor.

''Sana hala vazgeçme şansı veriyorum. Ya arkanı dön git ya da o adımı at ve sonsuza dek benim ol.'' Yüzümü eğiyorum yere.

Sonra onu kurduğu bir cümle geliyor aklıma.

Ben cennetten vazgeçmiş adamım, onun için cehennemden de vazgeçerim.

Vazgeçermiş sahiden.

Yüzümü tam da onun söylediği gibi kaldırıyorum ve içimden fısıldıyorum kendime.

Ben de cennetten vazgeçmiş kadınım, onun için şansımdan da vazgeçerim.

Zaten dedemi bir kere kaybetmiştim, çekmiştim acısını uzun süredir ve o acı dinmişti. Korel tüm acılarımı dindirmişti.

Önümüzdeki son adımı attığımda köprü iki yandan da koptu, altımdaki yer artık yerde değildi.

Bedenime birden ruhu sarıldı Korel'in. Aşağı düşüyorduk ama aşağıda nereye düşüyorduk bilmiyordum.

Cehenneme mi? Yoksa yer yüzüne mi?

Işık git gide yükseliyor, bedenimi saran eller sıkılaşıyor ve ışık öyle hızlı yükselmeye devam ediyor ki gözlerimi yumuyorum ve güçlü bir çığlık kaçıyor dudaklarımdan.

Ardından bedenimi saran o eller üzerimden çekiliyor, nefes alıyorum.

Sonra gözlerimi aralıyorum.

Evdeyim yatakta Korel'in hemen yanındayım. Bana endişe içinde bakıyor ve nefes nefese kalmış ışığı açmaya yeltenmişti.

''Neler oluyor bana?'' diye fısıldadım gözümden bir yaş daha düşerken. Ellerini saçlarımın etrafına dolayıp çenesini kafamın üstüne koyuyor, elleri sıcacık.

''Yakında geçecek bir şey oluyor sevgilim, çok yakında geçecek bir şey. Bilmemenin daha iyi olduğu bir şey...''

 

Loading...
0%