@byzloey
|
İçimdeki sese ne kadar hak versem de sakinliğimi korudum. Üzerimi düzeltip kenardan peçete aldım ve ellerimi kurulayıp lavabodan çıktım. Korel kapının yanına yaslanmış kollarını birbirine bağlamış ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu. Bakışları gözlerimden aşağı indiğinde ''İyiyim. Sadece lavaboya gitmem gerekliydi.'' Diyerek önünden hızlı adımlarla sergi salonuna doğru ilerledim. Sessizce arkamdan gelmeye başladı. Adım sesleri boş koridorda yankılanırken sergi salonunun önüne geldiğimde etrafın sesi kesildi. Çünkü içeriyi dakikalar içinde büyük bir kalabalık sarmıştı, kalabalığın gürültüsünden Korel'in adım sesleri duyulmuyordu. Kafamı hafif çevirip arkama bakmaya yeltendiğim sırada Korel yanımdan rüzgâr gibi geçti ve en baştaki tablonun kenarına geçip bileğinde olduğunu yeni fark ettiğim saatine baktı. Sanırım belirlediği zaman gelmişti. Korel'i gören herkes teker teker sessizleşmeye başladığında yukarıdan gelen müzik sesleri tekrar ortamı güzelleştirdi. Korel açılış konuşmasını yaparken gözlerini bana kitlediğinde bedenimin kasıldığını hissettim ve arkadaki içeceklerin olduğu yere ilerleyip soğuk bir içecek aldım. İçeceği neredeyse kafama dikercesine içip dudaklarımı kolumla sildim ve Korel'in bitirdiği konuşmanın ardından açtığı ilk tabloya baktım. İlk tablo da Kentaurlar vardı. Kentaurlar Yunan mitolojisinde yarı insan yarı at görünümüne sahip yaratıklardı. Doğal yeşillik bir alanın içinde güneşin altında ciltleri parlak şekilde yan yana iki tane kentaur duruyordu. İlk resme gösterilen ilginin ardından Korel pek fazla beklemeden yanındaki tabloyu açtı. Bu benim ilk baktığım hayalet tablosuydu. Daha doğrusu benim için hayalet olan tablo... Kalabalıktan memnun ve korktukları belli olan bir uğultular duyulmaya başladı. Birkaç kişi Korel'in yanına ilerleyip sorularını sorarken uzaktan onu izlemeye devam ettim. İlgi odağı ona soru yönelten insanlar olduğu için yakalanmadan onu inceleyebilme imkânı bulmuştum. 1.85 boylarındaydı, gözü renkliydi ve saçı normal erkek saç boyundaydı. Ellerinde ve yüzünde hafif boya izleri vardı. Yüzündeki boya varla yok arasında göründüğü için bunu önemsemiyor gibi duruyordu. Üzerindeki gömleğin ilk üç düğmesi açıktı ve düğmenin içinden siyah birkaç çizgi vardı. Dövme gibi görünüyordu, burnumun dibine girdiğimde bunu nasıl fark edememiştim bilmiyordum. Boynunun aksine ensesinde zinciri görünen bir kolye takıyordu. Kolye uzun olmalıydı ki ensesinde zinciri görünmese asla varlığını belli etmezdi. Onu incelemem bittiğinde bakışlarımı yüzüne kenetledim, hissetmiş gibi onun da bakışları bana çevrildi. Kaşları kavisli ve orta kalınlıktaydı. Kaş ve göz hareketlerini oldukça çekici yapıyordu, gözlerini kısarak samimi olmadığını hissettiğim bir gülümseme yolladı bana. Ben de aynı şekilde ona karşılık vererek yanındaki diğer tabloya ilerlemesini izledim. Benim gördüğüm tabloları açtığı için dikkatimi tablolara veremiyordum, merak duygum sönmeye başlamıştı. Çünkü onu baskılayan ve söndüren başka bir merak duygusu harlanıyordu, o merak Korel'di. Son yudumunu da bitirdiğim kadehi masaya geri bıraktıktan sonra yaslandığım duvarda dikleştim, kulağıma hoş gelen melodi adım sesleriyle git gide azalırken göz ucuyla yanıma gelen kişiye baktım. Kızıl saçlı bir kadın gayet şık ve gayet öz güvenli şekilde yanımda durdu. Kadehlerden birini aldı ve nazik nazik içmeye başladı. Bir yandan gözleri Korel'deydi. Ya da tablolarda, o kısmı tam kestirememiştim. ''Kasabamıza hoş geldin.'' Direk bana olan ilgisine işkillenerek bedenimi çok az döndürdüm, gözlerim hala onda değil Korel'deydi. Kadının durduğu camın önünde bir karartı gördüğümde göz ucuyla kadının arkasındaki cama baktım. Artık emindim ya hayal görüyordum ya da bir kuzgun beni takip ediyordu. İlgimi göz ucuyla gördüğüm kuzgundan tamamen çekerek karşımdaki kadına döndüm. ''Nerden... Kasaba küçük, herkes herkesi tanıyor doğru.'' Diyerek alaya aldım ve tekrar gözlerimi Korel'e çevirdim. Gözleri yanımdaki kızdaydı, kaşları belli belirsiz çatılmıştı. Mimiklerine olan kontrolüne tam bir hayranlık besleyerek anında yüz hatlarını toparlamasını izledim. Her bir hareketinde bir gariplik olduğuna daha çok inanmaya başlamıştım. ''Doğru, çabuk öğrenmişsiniz.'' Öz güvenine içimde oluşan öfkenin sebebini anlayamasam da onu asla ciddiye almadığımı belli etmek adına yüzüne yine dönmeden alaycı tavırla gülümsedim. ''Aslında ben size hoş geldin demeliyim. Çünkü kasaba küçük herkes herkesi tanıyor, ben buradan yıllar önce ayrıldığımda sizi tanımıyordum. Demek ki aslında bu kasabaya sonradan gelen sizsiniz.'' Hoş bir gülüş sergilemekten başka hiçbir tepki vermediği gibi başka bir kelime de etmedi. '' Adım Azra. Tanıştığımıza memnun oldum.'' Elindeki kadehi bıraktı ve Korel'in yanına doğru ilerledi ona yanıt vereceğimden değildi ama yanıt beklemeden yanımdan gitmesi daha sinir bozucu olmuştu. Az önce yaptığına bir anlam veremediğim gibi şu an yaptığına da hiçbir anlam veremeden öylece baka kaldım. Benim korkudan nefesimin kesildiği tablonun önüne geçti ve örtünün uçlarından tutup yüzünü sola doğru çevirdi. Dudaklarında memnun olduğunu yansıtan bir tebessüm taşıyordu. ''Bu serginin en özel parçası, Lilith ve Gölgeler.'' Diyerek örtüyü indirdi. Tablonun önüne durdu ve yüzünü kalabalığa dönerek Korel'in konuşmasını devraldı. Bu görüntü karşısında tek tahminim onun da burada Korel gibi resim bölümünde çalıştığıydı. ''Bu tablonun hikayesi Lilith ve oğulları hakkında. Söylenene göre Lilith'in iki oğlu, Şeytanın yer yüzündeki gölgesiymiş. En azından öyle olması gerekiyormuş ama Lilith oğullarından sadece birinde şeytan ateşini taşıyabildiğini görmüş. Diğeri öyle değilmiş, annesine ihanet etmiş. Annesi de bu ihanetin karşılığında ona lanet okumuş.'' Kalabalık tüm sessizlikle onları dinlerken bu hikâyeden herhangi bir yerde duyup gördüm mü diye kendimi yokladım ama bu bilginin bir tanesinden bile haberdar değildim. Hiçbir mitoloji de Lilith hakkında böyle bir efsane yoktu. Korel'in gözleri tamamen üzerime kenetlenmiş yüzümü incelediği sırada Azra'nın da gözleri benimkini buldu ve duraksadığı yerden içten bir gülümsemeyle devam etti. ''Tabi anne bedduası almak kötü bir şey, Lilith'in bir oğlu içinde şeytan ateşi olan kardeşini öldürmekle görevlendirilmiş. Hem şeytan hem de Lilith tarafından. Bu ihaneti bildiği ve kardeşini korumak için sustuğu şeytanın gölgesi olan kardeşi de direk şeytan tarafından yer yüzüne gölgesi olması için gönderilmiş.'' Kaşlarım Azra'nın kurduğu cümlelerle bir havaya kalkıyor bir çatılıyordu. Çünkü bu hikâye korkunç bulduğum sayılı hikayelerden biri olmuştu. ''Tabi bu tabloda bir kişi eksik. Lilith, kendi gibi tıpa tıp her şeyiyle kendine benzeyen bir kız çocuğu yaratmış. Biri avcı olmakla diğeri de şeytanın gölgesi olmakla görevlendirilen kardeşlerin bir kız kardeşi olmuş. Adı da Azuraymış. Azura da iki kardeşi gözetlemekle, aralarındaki dengeyi kurmakla yükümlüymüş. Hiç çocuklar gözetmensiz bırakılır mı?'' Azra'nın gülmesiyle kalabalıktan sessiz gülüşler yayıldı. Korel'in hala gözleri üzerimdeydi, bu kadar hikâyeyi nerden bildiğini inanılmaz merak ediyordum. İlgi alanı resim olmalıyken nasıl benim bölümüm hakkında benden çok bilgiye sahip olabiliyordu? Korel'in gözlerinde gördüğüm o kırmızı kıvılcım tekrar geçmeye başladığında gözlerini gözlerimden madalyon kolyeme indirdi. Bir anda boynumun yandığını hissettim, acıyla çığlık atarak kolyeyi çıkardım ve yanımdaki masaya bıraktım. Kalabalık tüm ilgisini Azra'dan bana çevirirken Azra hızlı bir şekilde yanıma geldi ve saçlarımı arkaya atıp boynuma baktı. ''İyi misin?'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak masaya bıraktığım kolyeme baktım. O bana dedem ve ananemden hediyeydi. Onu aldığım günden beri asla çıkarmadan takmıştım çünkü beni tembihlemişti. Azra elini omzuma koyduğunda hissettiğim o korkunç hisle bir çığlık daha attım. Bedenime dokunduğu an tüm bedenimin resmen acı çektiğini hissetmiştim. Bu nasıl olabilirdi? Gerçekten kafayı mı yiyordum? Hızla geri çekildiğimde Korel Azra'yı kolundan geri çekti ve yanıma gelip boynuma baktı. ''Yanmış, lavaboya gitmek ister misin?'' Korel'in gözlerine dikkatle baktığımda kıvılcımın geçtiğini gördüm, benden cevap beklediğini hatırlatır şekilde elini yüzümde sallayınca kafamı sallayarak kenardan peçete aldım ve kolyeyi peçeteyle tutup cebime koydum. ''Ben eve gitsem iyi olacak.'' ''Ben...'' ''Teşekkür ederim kendim giderim.'' Korel'in cevap vermesini beklemeden yanından kaçarcasına geçtim ve asansörü beklemeden merdivenlere yöneldim. Boynum gerçekten yanmıştı, elimi kolyemin olduğu yere götürdüğümde ufacık kabarmış gibi hissettim. Acıdan gözlerim dolmuştu, neden bu kasabada bana dokunan herkes canımı yakıyordu. Bu psikolojik değildi, olamazdı. Kolyem nasıl bir anda boynumu yakabilirdi? Çantamdan telefonumu çıkardım ve anında son arananlardan Arkun'u aradım. Neyse ki çok sürmeden cevap vermişti. ''Efendim.'' ''Arkun... Hemen buraya gelebilir misin? Ben.... Ben hiç iyi değilim. Ben sanırım kafayı yiyorum. Nolur hemen buraya gel.'' Art arda hızlı konuşmamın ardından derin bir nefes alıp merdivenlerden inmeye devam ettim. ''Dur bir sakin ol neler oluyor, neredesin sen?'' ''Gelince anlatacağım, sanat binasındayım.'' ''Tamam, hemen geliyorum.'' Suratıma kapanan telefonu cebime tekrar koydum ve girişte beni karşılayan kadını tamamen unutarak çıkışa ilerliyordum ki bana seslenmesiyle varlığını hatırlayıp duraksadım. ''Efnan Hanım. Sergiyi beğenmediniz mi?'' Yüzümü bana endişeyle bakan yaşlı kadına dönüp yarım yamalak gülümsedim. ''Pek benlik değildi.'' ''Korel Bey çok üzülmüştür.'' Dedi ve burnundan düşen gözlüğünü çıkarıp iç çekerek kıyafetinde silmeye başladı. 'Anlamadım, neden üzülecek?'' ''Bu tablolar onun en özen verdiği çalışmaları, yılda bir kere bu tablolarla bir sergi açar.'' ''Nasıl yani... Bu tablolar Korel'e mi ait. O mu çizdi?'' Yaşlı kadın sildiği gözlüğünü gözüne taktı ve iç ısıtan bir şekilde tebessüm etti. ''Elbette öyle, Korel Bey çok yetenekli ve yeteneğini nerede kullanması gerektiğini bilen bir ressam, herkes onda şeytan tüyü var der.'' Şeytan tüyü, Şeytanın gölgesi, şeytan... Yeter artık! Duymaya tahammül edemediğim şeylerden ötürü arkamı hırsla döndüm ve kapının önüne geldiğimde söylediği şeylerden biri yeni dank etti. Yine duraksadım ama bu kez arkamı dönmedim. ''Yılda bir kere açıyor dediniz, neden yeni çalışmalarını açmak yerine bu tabloları açıyor. Kimse görmesin diye de vakit gelene kadar üzerlerini örtüyor, daha önce muhtemelen gören çok insan olmasına rağmen.'' ''Korel bey bu konu da bana sadece, ihtiyacı olan şeyi bulmak için bunu yaptığını söyledi ama bu bir şey mi yoksa biri mi onu bilemem.'' Kadının konuşması bittiğinde kapının önünde bir araba ani frenle durdu, gözlerim endişeli gözlerin sahibi Arkun ile kesiştiğinde ''Teşekkür ederim.'' Diyerek binadan çıktım ve aceleyle arabaya bindim. Buradan ne kadar erken uzaklaşırsam kendimi o kadar iyi hissedecektim, en azından öyle umuyordum. Arabaya kendimi attığım an Arkun'un gözleri önce yüzüme sonra iz olmuş boynuma baktı. ''Boynuna ne oldu senin?'' ''Kolyem yaktı, lütfen hemen gidebilir miyiz?'' Arkun ikiletmeden arabayı çalıştırırken gözüm binaya kaydı, Azra ve Korel yan yana camdan bize bakıyorlardı, ikisinin ürkütücü ve ciddi yüz hatlarını görür görmez bakışlarımı kaçırdım ve arkama yaslanıp derin bir nefes verdim. ''Kolyen mi yaktı?'' ''Anlatacağım ve sen beni kesin olarak tımarhaneye götüreceksin.'' Arkun bu söylediğime güldü ve sanat binasını artık göremeyeceğimiz bir yola döndü. ''Anlatmaya başla, nedense içimden bir his anlatacaklarının uzun olduğunu söylüyor.'' Kolyemi çantamdan çıkarıp elime aldım, artık yakmıyordu tenimi. Bunun rahatlığıyla kolyemi boynuma tekrar taktım, ananeme bu konuda çok büyük yemin etmiştim ne olursa olsun bu kolyeyi takacaktım. ''Burada herkes çok garip Arkun, kim bana dokunsa bedenimde tuhaf şeyler oluyor. İlk başta Sencer bana dokunduğunda içim buz kesti, her şey birden soğudu hatta sanki bedenim çürüyor gibiydi ve ölüm soğukluğu hissettim. Sonra sergiye gittiğimde beni davet eden komşum, bana dokundu. Dokunduğu yer yanmış gibi kıpkırmızı oldu. Yemin ederim kızardı, üstelik o dokunduğunda yine içim de kötü hisler çığlık çığlığaydı ama bu kez ateşi hissettim. Her yer ateşti sanki, hatta bak az önce Bir kız geldi sergiye çok güzel kızıl saçlı, o dokunduğunda da sanki vücudumda her bir hücrem acı çekmeye başladı.'' ''Kızıl saçlı bir kız mı? Çok mu güzel? Bu güzel kızın adı Azra olabilir mi?'' Ben hızlı hızlı konuştuğum için kesilen nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum ki Arkun'un bu bilgiyi nerden bildiğini düşününce nefesim tekrar kesildi, irislerimin büyüdüğüne emindim. ''Sakın bana bahsettiğin kızın o olduğunu söyleme.'' Dudaklarını ısırıp boynunu kütletti, ardından bir yola bir bana bakarken, elini direksiyondan çekti ve omzuma koydu. ''Şimdi ne hissediyorsun?'' Omzumdaki eline göz ucumla baktım. Hiçbir şey hissetmiyordum, her şey normaldi. ''Demek ki sorun onlar da. Eğer bende de bir şey hissetseydin sorun sende derdim.'' Dudakları alayla kıvrılınca kaşlarımı çattım ve omuzuna vurdum. ''ben ciddiyim Arkun, kolyem de o ressamın bana bakışından sonra yaktı zaten tenimi. Yemin ederim çok garip şeyler oluyor aklımı kaçıracağım. Bir kuzgunun beni takip ettiğini de söylemeyi unuttum. İlk kaza da görmüştüm, sonra sizle kafede oturduğumuzda bugün de gördüm. Üstelik kuzgun dediğin hayvanın gözleri ne renk olur siyah olur dimi? Onunki renkliydi.'' Arkun tüm ciddi ifadesiyle nefes verdi ve bana döndü. ''haklısın, çok haklısın.'' Ben verdiği tepkiyi anlamadan yüzüne bön bön bakarken ''Doğru tımarhaneye gidiyoruz.'' Dedi ve tekrar önüne döndü. Ben ise en yakın arkadaşımın bana inanmamasına şaşırmayıp arkama yaslandım ve ellerimle yüzümü kapatıp boğuşma sesleri çıkardım. İçimden çığlık atmak geliyordu, insan nasıl bu yaşında bunardı? ''Bana inanmıyorsun, yemin ederim hepsi gerçek.'' Diye mırıldandım. Halime neredeyse ağlayacaktım, Arkun arabayı kenara çekti ve bir eli direksiyonda diğer omuzumda bedenini bana çevirdi. ''Seni eve bırakayım ister misin? Biraz yat uyu dinlen, belki de gördüğün ceset seni çok etkiledi. Ben de sen gelmeden senin kafana çok soktum burada doğa üstü olaylar var diye. Özür dilerim.'' Arkun'un ses tonunda ötürü ellerimi yüzümden çektim ve ona döndüm. ''Sana yemin ederim ondan değil.'' Arkun ne diyeceğini bilemez vaziyette yüzüme bakarken bir anda ortamızdaki telefonu çaldı, elini omuzumdan çekti ve telefonu aldığı sırada ekrandaki yazı Arkun'un üzerine atlamama sebep oldu. ''Efnan ne yapıyorsun?'' ''Kızıl şeytan kim? Sakın bana Azra deme.'' Dedim endişeyle. Elinden kaptığım telefonu uzağa doğru tutarken korkuyla Arkun'a baktım. ''Değil değil, ver şunu.'' ''Yalan söylüyorsun.'' Dedim ve kaşlarımı çatıp aramayı reddettim. ''Kızım ne yapıyorsun ya? Kız taş gibi bu fırsatı da kaçırırsam kuruyup gideceğim. 30 uma geldiğimde evlenmemiş olursam Eva'yla evlenmek zorundayım unuttun mu? Üzgünüm ama ona bu sözü verdiğim yıllar aşıktım sadece o yıl!'' Arkun kafasını arkasına yaslayıp söylenmeye devam ederken telefon bir daha çaldı. ''Hadi ver açayım.'' ''hayır, şimdi değil.'' Diyerek o aramayı da reddettim. Arkun kafasını kaldırıp bana çatık kaşlarla baktığı sırada telefon bir kez daha çaldı, tam Arkun'un bir kez daha üsteleyeceğini düşünüp kendimi savunmaya geçecektim ki kaşları daha çok çatıldı. ''Efnan.'' ''Arkun?'' aramayı direk reddetmek yerine tepkisini kestiremediğim için sessize aldım. ''Seni takip eden kuzgun, gözleri renkliydi değil mi?'' Kafamı aşağı yukarı sallarken konular arası nasıl böyle bir geçiş yaptığını düşündüm. Jetonu mu geç düşmüştü acaba? ''Şuradaki gibi değil mi?'' işaret parmağını kaldırıp arkamda kalan camı gösterince yüzümü cama doğru çevirdim. ''Nerdeki gibi?'' Yüzümü çevirdiğimde hemen yanımızda duran Kasabaya hoş geldiniz yazısının üzerinde duran kuzgunu gördüm. ''Acaba anormal olan mı biziz?'' dedi ve sertçe yutkundu. ''Anormal olan bu yer!'' dedim endişeli bir tonda. Kapıyı açtım ve yerdeki ince dalı alıp kuzguna doğru korkuyla savurdum. ''Kışt! Git buradan, kafayı bana mı taktın niye sürekli peşimdesin ya?'' ''Gir içeri geri zekâlı!'' Bağıran Arkun'u duymazdan gelerek Kuzguna ince dalı savurmaya devam ettim. Kuzgun yine gözlerimin içine baktı, kafasını eğdi. Ardından hızlı bir şekilde uçup gittiğinde elimde kalan Arkun'un telefonu bir kez daha çaldı. Yüzümü Arkun'a döndüğümde şaşkın ifadesine karşılık gülümsedim. ''Şimdi bana inanıyor musun?'' Kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra arabaya tekrar bindim ve kapımı örtüp telefonu Arkun'a uzattım. ''Şimdi aç bakalım, ne diyor. Hoparlöre al.'' Arkun dediğimi ikiletmeden telefonu açtı ve hoparlöre alıp ortamızda tuttu. ''Arkun, Ah neden açmıyorsun çok meraklandım.'' Arkun dilini yutmuş gibi bana bakınca onu dürttüm ve telefonu işaret ettim. ''Affedersin, araba kullanıyordum açamadım.'' ''Gördüm, arkadaşın iyi mi? Alel acele gitti aklım onda kaldı.'' Arkun ''Evet iyi.'' Dedikten sonra aramayı sessize aldı ve hala şaşkınlığını taşıyan gözleri benimkine kenetlendi. ''Bu kızın anormal olmadığını söyle lütfen.'' Dudaklarımı üzgün şekilde büzerek ona baktım. Ben de ne olduğunu bilmiyorken ona nasıl söyleyebilirdim, tek bildiğim normal olmadıklarıydı. ''Pek hoş bir tanışmamız olmadı. Akşam hep beraber buluşabilir miyiz?'' Azra'nın ikna kabiliyeti yüksek öz güvenli ses tonunu duyar duymaz Arkun'u dürttüm ve kafamı sağa sola salladım. ''Aaaa... Şey olmaz. O gelemez.'' ''Neden?'' Arkun bana baktığında sessiz kalmaya özen göstererek yalandan öksürüyor gibi yaptım. Ardından ellerimi birleştirip kafamın altına uyuyor gibi gösterdim. ''Üşütmüş, hasta biraz. Eve bırakacağım şimdi onu, hem yarın işe başlayacak dinlenirse daha iyi olur. Başka zaman.'' Arkun'un söylediği ikna edici konuşmalardan sonra büyük bir rahatlamayla ona doğru eğilip alnından öptüm. ''Tamam öyleyse, haberleşiriz tekrar.'' Arkun Azra'ya veda edip telefonu kapattıktan sonra büyük bir rahatlamayla nefes verdi. ''Ne olacak şimdi?'' dedi ve gözlerini yumdu. ''Ben onlardan kaçabildiğim kadar kaçacağım, sense o kızla bir daha görüşmeyeceksin.'' ''Daha emin bile değiliz Efnan.'' Haklıydı, emin olduğum bir şey yoktu ama bu riski göze alamazdım. Arkun'a çok değer veriyordum. Onu nasıl bu kızla irtibatta bırakabilirdim? Hayatına engel olma hakkım da yoktu elbette ama onu korumak için her şeyi yapardım. Şimdi de yapmalıydım. ''Haklısın emin değiliz ama sende gördün söylediklerim yalan değil, ne olur bana güven bu konuda.'' Dedim ve mahcup bir ifadeyle oturduğum yere sindim. Onu ikna etmeliydim, zorla bir şeyi asla yapmazdı. İnatçı kişiliğine içimden sövüp saysam da kafasını aşağı yukarı sallamasına sevinerek içimdeki kötü hissi az da olsa bastırdım. '' Ben hala gördüğüme inanamıyorum. Belgesellerde hala türü bulunamayan bir sürü kuş olduğunu duymuştum ama bu bambaşka...'' gözü arkamda bir yere daldı ve sanki benimle değil kendiyle konuşuyor gibiydi. ''Bu bir tesadüf olabilir Efnan. Belki her şey üst üste gelmiştir. Yani bir kuş nasıl seni takip edebilir ki?'' Arkun'un bana inanma süresi bittiğinde elimi alnıma vurdum ve inledim. ''Delireceğim... Vallahi delireceğim...'' diye fısıldadım. İnsan görmediği bir şeyi nasıl kanıtlayabilirdi ki? Hislerimi ona nasıl kanıtlayabilirdim, bu imkansızdı. Hüsrana uğramış bir biçimde ona döndüm. Belki de gizemli komşumdan uzak durup sadece ölümlerle ilgilensem her şey düzelirdi. Bunu ümit ettim ve Arkun'a ''Beni eve bıraksana.'' Diyerek kemerimi takmaya yöneldim. Arabanın içi tamamen sessizleşti, Arkun alnını ovuşturarak arabayı geri geri sürerken ben de radyoya yöneldim ve sıkıntıyla nefes verdim. Otelin önüne gelene kadar ne Arkun'dan ne de benden çıt çıkmamıştı. Bu konu hakkında uzun süre sessiz kalacağa benziyorduk, çünkü başta bana inansa da şu an inandığını sorgulamış ve inanmaktan vazgeçmişti. Bunu gözlerinde görebiliyordum. İçimden bir sesin 'belki de haklıdır Efnan.' Demesini diledim ama içimde birbirinden bağımsız geçen hiçbir cümlede bu yoktu. Her bir hücrem 'Bu olanlar normal değil!' diye bağırıyordu. Sessizliğimi korudum, konuyu kapattım. Çünkü bu sadece Arkun'un darlanmasına sebep olacaktı. Ben kendi üzerime düşüp kötü hissetmeme sebep olan herkesten uzak duracaktım, Arkun'a da olabildiğince göz kulak olacaktım. Şu an elimden gelen tek şey buydu. Sessiz geçen yolculuğun on beşinci dakikasında araba yavaşça durdu, kararmaya başlayan havadan dolayı otelin etrafını saran ışıklar yanmaya başlamıştı. Otelin önünde, hatta şu an durduğumuz yerin tam önünde Korel'in arabası duruyordu. Gözlerimi anında arabanın üzerinden çektim ve bana endişeli bakan arkadaşıma sarılmak için öne doğru uzandım. ''Tamam bana inanmıyorsun, belki de ben yanılıyorumdur. En azından benim için kendine o kızın yanında dikkat et olur mu?'' dedim ve yanağından öpüp geri çekildim. Tek kardeş olsam da Arkun'u abim, Eva'yı da kız kardeşim olarak görüyordum. Başkası beni tek kardeş diye bilse de ben kendimi üç kardeş olarak görüyordum. ''Tamam, sende çok dikkat et. Ben de dikkatli izleyeyim bakalım seni haklı çıkarabilecek bir durum olacak mı.'' Kafamı aşağı yukarı salladım ve gülümseyerek arabadan indim. İçim biraz da olsa rahatlamıştı. Ben arabadan iner inmez Arkun otelin yolundan döndü ve gözden kayboldu. Onu da işinden etmiştim, neyse ki onu idare edebilecek tonla arkadaşa sahipti. Arkun'un gittiği yola gözüm dalmıştı, bir dakikayı geçen sürenin ardından telefonumun çalmasıyla gözümü yoldan çektim ve cebimden çıkardım. Arayan Eva'ydı. ''Efendim.'' ''Nasılsın balım?'' sesi oldukça enerjik ve neşeli geliyordu. ''İyiyim sen?'' Hastaneden gelen sesler bir süre Eva'yı duymamı zorlaştırınca ''Duyamıyorum.'' Diye mırıldandım ve içeri doğru yürümeye başladım. İçeri girdiğimde vücuduma hücum eden sıcaklıkla dışarının ne kadar rüzgârlı olduğunu fark ettim. ''İşteyim bende dedim, yarın evde misin geleyim diyecektim.'' ''Maalesef, akşam buluşabiliriz ancak. Yarın mezarlığa gideceğim oradan da işe.'' ''Aaa! Yarın ilk iş günün doğru. Nöbetler dengemi alt üst etti, yoksa asla unutmazdım.'' Gülerek ''Biliyorum.'' Dedim ve asansörü çağırdım. ''Peki o zaman, akşama plan yapma benlesin. İlk iş gününü kutlayalım.'' ''Tamam o zaman, görüşürüz öptüm.'' Asansöre girerken Eva'dan da ''Bende öptüm.'' Cevabı duydum ve telefonu kapatıp katıma bastım. Her yerim duygu değişimlerinden kas katı kesilmişti. Eve gidip erkenden yatmak istiyordum, zaten oldukça erken uyanmıştım. Akşam yemeği bile yemek istemiyordum, iştahım kaçmıştı. Asansörün açılış sesini duyunca bezgin şekilde odamın önüne geldim ve cebimden odanın kartını çıkarıp takmak için uzattım. Gözüm kapı koluna gittiğinde kart okuyucu öttü, kapı açılmadı. Kaşlarımı çatarak bir adım geri attım ve oda numarasına baktım. 66. Oda mı? Kafamı sağa ve sola çevirdim. Gerçekten de 60'lı oda numaralarının olduğu kattaydım. 6. Kata çıkmış olmalıydım. 6.Kat 66. Oda'nın önündeydim. Çatık kaşlarımla şaşkın vaziyette kapının önünde beklerken kapıdan bir ses geldi ve açıldı. Karşımda sabahtan beri kaçmayı kafaya koyduğum renkli gözler duruyordu. Kaşları belli belirsiz çatıldı, önce kart okuyucuya sonra bana baktı. ''Şey... Ben bir kat yukarı çıkmışım affedersin.'' Dedim kısık sesle. Kafasını aşağı yukarı salladı, sessizliğini koruyarak gözlerini önce boynuma indirdi sonra tekrar gözlerime çıkardı. ''Beğendin mi?'' gözlerinde gerçekten merak yatıyordu. Burada olmama takılmamıştı, gündüz kaçmama da takmamıştı. Sadece sebebini anlamadığım bir soru sormuştu. ''Neyi? Sergiyi mi?'' Gözlerime bakmaya devam ederken dudaklarını ısırdı ve ''Hayır, biraz acelem var. Geçebilir miyim?'' diyerek yanımdan beni hafif ittirerek asansöre ilerledi. Benim geldiğim asansöre binip inmesini öylece izledim ve kendime gelmek kafamı sağa sola salladım. ''Belki de gerçekten sorun bende.'' Korel'in indiği asansörün önüne geçtim ve asansörün gelmesini bekledim. Neyse ki çok beklemeden asansöre bindim ve kendi katıma indim. Kapımın önüne geldiğimde kapıya yaslanılmış küçük bir tablo gördüm. Beyaz bir kâğıt ile bantlanmıştı. Üzerinde de yapışkan bir not kâğıdı vardı. Not kağıdını çıkarıp yazana baktım. 'Görmeni en çok istediğim tabloydu, o kadar uzun kalmadın. Yeni ev hediyesi etmek istedim, umarım beğenirsin. -Korel' Elimdeki kartı okutup tabloyu diğer elime aldım ve odama girer girmez çantamla ceketimi yatağa fırlatıp ucuna oturdum. Görmemi bu kadar istediği resmin ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Bantları sökercesine çıkarıp kâğıdı yırttım ve tabloyu elime aldım. Gördüğüm en detaylı en ince çalışılmış tabloydu. En başarılı tablosu gibi görünüyordu, resim aynı diğerleri gibi korkunç görünüyordu ama kusursuz bir tabloydu. Yerde yatan bir sürü bedenler ve kemikler vardı, Ortasında duran bir kızıl ateşten bir adam vardı, kucağında ise simsiyah gölgeden ibaret ona yaslanmış bir kız duruyordu. Arkalarında ceset ve ateşler vardı, Ateşin içinde bir kılıç görünüyordu, gök yüzünde ise bir ışık görünüyordu. Sanki yer yüzüne inilen bir yol gibiydi. Göz kamaştıran bir tabloydu. Cesetlerin kenarında kırmızı ile arapça bir yazı yazılıydı. Yatakta uzanıp telefonumu aldım ve internetten resimle çevirme kısmına girdim. Yeni yazılmadığı belliydi, kurumuş bir boyaydı. Üstelik üzerinde cesetlerin gölgeleri vardı. Flaşı açarak resmi düzgünce çektim ve çeviri kısmına bastım. فتاة جميلة العينين في الجنة. (Cenetteki güzel gözlü kız.) Telefon bir anda elimden kaydı ve gürültüyle yere düştü. Gözümün önünde küçük yaştaki bir anım belirdi. ''İsmimin anlamı ne anne?'' 'İsminin anlamı, Cennetteki güzel gözlü kız demek. Bu adı sana deden koydu, Efnan.'' Bu yazı yeni değildi, ismimin anlamı da yeni olamazdı. Bu da mı tesadüftü yani? Bana az önce 'beğendin mi?' Diye sorduğu şey bu olmalıydı. Yere düşürdüğüm telefonu aldım, masanın üzerine bıraktım. Yatağın üzerindeki her şeyi yere attım ve üzerimi bile değiştirmeden yatağın içine girdim. Uyumak istiyordum, Sadece saatlerce uyumak ve bir günde başıma gelen onca şeyi unutmak istiyordum. Gözlerimi kapattım, uyku beni hazırda bekliyor gibi her yandan sarmaya başladı. O an aklıma ananemin bana eskiden söylediği sözler geldi, dudaklarımdan fısıltıyla döküldü. ''Bir gün ateş yer yüzüne düşecek, o zaman şeytan kaçının diye fısıldayacak. Masum olan kaçacak, iblisler ise parçalara ayrılacak.'' Gerçekliği olmayan, tamamen anlattığı efsanelerden biriydi. Nedense bu aralar aklıma daha çok düşer olmuştu. Elim boynuma gitti, kolyeyi tuttu. Sonrası ise dipsiz karanlıktı. (11 Saat sonra) Gözlerimde derin bir ağrı hissediyorum, hatta sadece gözlerimde demek yanlış olur. Tüm bedenim ağrıdan kıvranıyor, sanki üstümden tır geçmiş gibiyim. ''Aaah!'' bağırarak bacağımı yorganın üzerine çıkarmaya çalıştım. Bacağım öylesine uyuşmuş ağrımıştı ki canımın yandığını hissetmiştim. Yorganın üst kısmındaki soğukluğu hissedince gülümsedim. Kafamı kaldırıp yastığı ters çevirdim ve soğuk tarafına yattım. ''Bunu yapmayı kaç yaşıma gelirsem geleyim seveceğim.'' Diye mırıldandım gözlerimi aralarken. Gün daha yeni aydınlanıyordu, hala karanlık olmasına rağmen bir ucundan gelen bir ışık etrafı mavi rengine boyamıştı. Yatak o kadar rahattı ki asla kalkmak istemiyordum. Kalkmasam da olurdu, çok erken kalkmıştım. İşe gitmeme saatler vardı, biraz daha uykum olsa tatlı tatlı uyumak isterdim ama uykumu almış olmalıydım ki gözümü geri kapatmak bile istemiyordum. Yatakta yan olan duruşumu düze çevirdim ve kollarımı açarak esnedim. Gerçekten her yanım ağrıyordu, zorlukla yataktan kalktım, dağılmış saçımı topuz yaptım ve ayağa kalkıp üzerimdekileri çıkardım. Uykusuz olduğumdan hissetmemiş olmalıyım ki bu kıyafetler beni şu an oldukça rahatsız etmişti. Üzerimdekileri kirliye attım. Bavuldan iş yerinde giyeceğim kıyafetlerimi çıkardım ve üzerime geçirdim. Ardından masanın üzerine kenarda duran bilgisayarı koyup açtım. Madem Arkun Arzu'da bir şeyler olup olmadığını gözlemleyecekti, ben de Korel'de gözetleyebilirdim, Uzaktan. Arama motoruna Korel yazıp soy adını bilmediğim için parmaklarım klavyenin üstünde, gözlerim ekranda öylece kalakaldım. Ardından ismin başına Ressam Korel diyerek arama kısmına tıkladım. Eh Ressam olan kaç kişi Korel ismine sahip olabilirdi ki? Facebook kısmından birçok sonuç çıkmıştı, önce oradaki Korel isimli insanlara baktım, tahmin ettiğim gibi pek insan yoktu ama aradığım onlar değildi. Görsellere girdim, yine sonuç sıfırdı. Hüsranla arama motorundan ismi sildim ve kasabadaki sanat binasını girdim. Belki oradan bulabilirdim. Binaya ait birkaç hesap buldum, takip edilenler paylaşılan fotoğraflar derken uzun uzun inceledim ama hiçbirinde Korel yoktu, Arzu da öyle. Belki de yeni gelmişlerdi? Yine elde sıfır vaziyette sekmeleri kapattım, ardından bilgisayarı kapatıp saçımı yapmak için banyoma ilerledim. Saçımın yarısı dalgalı yarısı düz duruyordu. Tipim de yine kaymış duruyordu. Önce elimi yüzümü güzelce yıkadım, ardından düzleştiriciyi prize takıp ısınmasını beklerken saçıma bakım yapıp taradım ve hızlı hızlı düzleştirdim. Düz saçı kendime hep oldum olası yakıştırmıştım. Düzleşen saçlarıma son kez bakıp prizden düzleştiriciyi çıkardım ve yüzüme hafif bir makyaj yaptım. Eh, şu an daha yüzüme bakılabilirdi. Etrafı dağınık gösteren her şeyi kaldırıp saçlarımın üzerinden tarakla geçtim, içeri girer girmez kapı tıklanınca gözüm duvardaki saate gitti. Kahvaltı saatiydi. Oda servisinden kahvaltımı alıp teşekkür ettim ve bilgisayarı ittirip oturdum, bu otel gerçekten mail de bahsettikleri kadar iyiydi. Bir otelin kahvaltısı nasıl bu kadar çeşitli, şekilli ve lezzetli olurdu. Kahvaltıyı gecenin de verdiği büyük bir açlıkla yedim. Hatta en hızlı yediğim zamanlardan biriydi muhtemelen, son lokmamı yutarken masanın kenarında geceden beri duran telefonum hoş melodiyle çalmaya başladı. ''Efendim.'' ''Hazır mısın? Vakit yaklaşıyor, mezarlığa gidecektik.'' Arkun benden cevap beklerken tekrar saate baktım, haklıydı vakit yaklaşıyordu. ''Geldin mi?'' ''Evet, aşağıda bekliyorum.'' ''Tamam iniyorum hemen.'' Cevap vermesine izin vermeden telefonu kapattım, şarjımın yeterli olup olmadığını kontrol ettikten sonra kol çantalarımdan birine alel acele ihtiyacım olabilecek şeyleri atıp ceketimi aldım ve odamdan çıktım. Artık dağınıklığı gelince toplardım, tabi üşenmezsem... Asansöre ilerlerken özellikle 6. Katta olup olmadığına dikkat ettim. Çünkü kaderin ya da adı her neyse bizi karşılaştırma gibi bir huyu olmuştu. Giriş katta olan asansöre basıp sabırla bekledim. Asansörün kapısındaki yansımamdan kendime baktım, ben yine bendim ama ben gibi hissetmiyordum. Sanki bir başkasının hayatını izliyor gibi hissediyordum daha çok. Asansörün kapısı hoş melodiyle açıldı, içi boştu. Bindim ve giriş katına basıp asansör inene kadar boş boş düğmelere baktım. 6. Tuş yanıktı ama ne yukarı çıkıyordu ne de yukarı çıkan biri olmuştu. Dudağımı öylesine büzdüm ve asansörden inip otelden çıktım, hızlı adımlarla Arkun'un arabasına doğru ilerledim. Yorgun görünüyordu, yan koltuğuna oturdum ve kemerimi takarken yüzüne daha yakından bir kez daha baktım. ''Günaydın, ne bu halin?'' ''Dün bir şey oldu.'' Kemerimi taktıktan sonra kafamı kaldırıp merakla ona baktım. ''Ne gibi?'' Üzerindeki gömleğin kolunu sıyırdı ve parmak izi olan yeri işaret etti. Kızarmış ve kabarmıştı, sanki yanmış gibiydi. ''Bu da ne, nasıl oldu bu?'' elimi yanığın olduğu yere uzattım, kabarıklığı daha hissedilirdi. Diğer elim refleksle boynuma gitti. Ne bir kabartı ne de bir iz vardı, Tertemiz duruyordu. ''Azra ile beraberdik, sanat binasında ufak bir yangın çıkmış. Ben de gitmeye yeltendim, Azra gitmemem için diretti ama ben dinlemeden kalkınca kolumu tuttu. Sonuç bu.'' ''Azra mı yaptı bunu?'' dedim şaşkın bir vaziyette. Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Bu nasıl mümkün olabilir?'' ''hiçbir fikrim yok.'' Diye mırıldandım arkama yaslanırken. ''Krem falan sürdün mü? Neden sarmadın.'' Burnunu kıvırdı ve ''Geçer.'' Diyerek önemsemeden arabayı çalıştırdı. ''Sanat binasında yangın çıkmış dedin...'' ''Giriş katta sergide gösterilen tüm tablolar alev almış. İçeri de de kimse yokmuş, yangını gören de üstelik kim tahmin et.'' Ben kim olduğunu tahmin edememiş ona 'Kim?' der gibi kafa sallarken o gülümsedi. ''Eva. Söylediğine göre yangını pencereden yansıyan ateşle görmüş, pencerenin önünde de bir kuzgun duruyormuş.'' ''Sen şaka yapıyorsun.'' Diye mırıldandım ve ellerimi yüzüme geçirdim. O ise kafasını sağa sola salladı. ''Hastane ile sanat binası yakın ya, markete gitmiş. Ben de polisten önce onunla konuşabildim. İtfaiye yangını söndürürken ondan öğrendiklerimle bir haber hazırladım sabaha kadar.'' ''Bina da hasar var mı?'' kafasını yine sağa sola salladı. Daha fazla konuşmadan gözlerimi pencereye çevirdim. Nasıl olurdu da sergideki tabloların hepsi alev alabilirdi ki? Korel'e düşman biri mi yapmıştı, ya da resim atölyesinde yangına sebep olacak bir şeyler mi unutulmuştu. İçim içimi kemirse de mezarlığa gelene kadar düşünmemeye çalıştım, özellikle etrafta açan çiçekleri bile düşünüyordum. Aksi halde aklım delirmeme sebep olacak konulara gidecekti. Yarım saat gibi bir süre de mezarlığın önüne geldik, ben başıma bir baş örtü örttüm ve Arkun'un peşine mezarlığın ilerisine doğru hızlı adımlarla ilerledim. Ailelerimizin mezarlıkları aynı hizadaydı, önce onunkilerin önüne vardık. İkimizde avucumuzu açtık ve dualar edip mezarı kenarda dolu bırakılmış şişelerle temizledik. Arkun annesinin mezarının önünde biraz bekledi, derin bir iç çektikten sonra bana kafasıyla işaret etti. İki mezarlık sonra annem ve babamın huzur içinde yattığına inandığım mezarın önüne geldik. Emel ve Tuncay Özdal. Buruk bir tebessümle açtım ellerimi ve en içten dualarımı edip kenarda dolu duran şişeyi alıp mezarda dikili çiçekleri sulamaya başladım. Arkun da mezarın kenarlarını temizliyordu. Mezar tertemiz olana kadar yıkadı, gülümseyerek omuzuna elimi koydum ve ''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım. Arkun olmasa her şey benim için daha zor olabilirdi, neyse ki bu hayatta yalnız kalmamı engelleyen sayılı insanlardan biriydi. ''hadi gidelim yavaştan.'' ''Sen arabaya geç ben de dedeme uğrayıp geleceğim.'' Arkun bir şey demeden ıslak ellerini pantolonunda kurutarak arabaya doğru ilerlemeye başladı. Ben de mezarı daha yukarda kalan dedeme doğru ilerledim. Tepeye çıkmak beni yorsa da sonunda çıkabilmiştim, Ellerimi dizlerime koydum ve derin bir nefes verdim. Mezara bakmaya bile halim kalmamıştı, Arkun'u bekletmemek için acele edip şu an buna pişman olmuştum. Derin derin nefesler aldıktan sonra ellerimi dizlerimden çektim ve mezara doğru ilerlemeye devam ettim. Arkası dönük uzun boylu keten gömlek ve kumaş pantolonlu bir adam dedemin mezarının önünde duruyordu. Elleri cebindeydi, kafası hafif eğik duruyordu. Kaşlarım tanıdık gelen bu bedene karşı çatıldı. Her adımımda, ona yaklaşmamda içimdeki beni huzursuz eden his tekrar kendini belli etti. Ona yakın olmak hem içimden geliyordu hem de içimdeki huzursuzluğu çıkarmış bana ölümü hissettirmişti. Karşımda mezarın başında dikilen silüete üç adım kala durdum, sessiz gelmeme rağmen omuzunun üzerinden bana doğru döndü. ''Benden kaçtığınızı düşünüyordum?''
|
0% |