@byzloey
|
Yorum atmayı, unutmayın hepsini tek tek okuyacağım. İyi okumalar, paragraf aralarını boş bırakmayın ^^ 30. Bölüm | Tacenda Afraid | The Neighbourhood Saldırıyorlardı. Acımasızca, korkusuzca asla bir taviz göstermeden saldırıyorlardı. Yıllardır nefret ettiğim tek bir şey varsa bu da savaştı. Savaşmak demek savunmak zorunda kalmak demekti. Savaşmaktan nefret ederdim, herkes öleceği için. Savaşmaktan nefret ederdim, eninde sonunda sevdiklerime zarar vereceği için. Savaştan nefret ederdim, arkasında onarılmayacak enkazlar bıraktığı için. Sadece yer yüzünde birbirine açılan savaşların sonucu bile böyleyse, böylesine nefret edilesiyse eğer... Ben cehennem ile yer yüzü arasında açılacak savaşın ardında bırakacağı enkazları düşünemiyorum. Çünkü cehennem bedeni cezalandırmakla kalmıyor, ruhu da cezalandırıyor. En çok onu cezalandırıyor. En çok ona saldırıyor. Ne kadar şu an cehennemde olmasam da bir kere giren bir daha ruhen çıkamıyordu bunu biliyordum. Ben de çıkamamıştım. Çıkmış mıydım? Çıkmamıştım hem de köprü olmama rağmen. Hala cezalandırılıyordum. Şeytanın kolları arasında olmama rağmen. Çünkü bu öyle bir şeydi ki, öyle bir izdi ki göğe de çıksan, yer yüzüne de çıksan silinmezdi. Silinmiyordu da. Bunu hala içimde korkudan titreyen, ruhunun kırık parçalarını toplayan Efnan'dan görebiliyordum. O hala silememişti o izi. O hala ağlıyordu çektiği için. O hala kendi içinde aşkı ve canı arasında kavga veriyordu ama her seferinde aşk canıma baskın geliyordu. Bu savaşta tek sırtını dayayabileceğin kişi o diyordu aşkım bana. Aşkıma karşılık kendini düşün aptal diye bağıran yanımsa dayadığımın sırtımın yanıklar içinde kalacağını enkazlardan korkarken kendi enkazımı yarattığımı söylüyordu, aşkım için. Elbette olacaktı savaşlar ve zaferler. En çok yenilgiler olacaktı hem de. Ama Korel bana demişti ki kazanmak için tek bir ihtimalimiz var, eğer Kaderi söylersem değişir. Tek kazanma ihtimalimizi riske atamam. Kazanacak mıyız öyleyse? Sus Efnan! Kaderini riske atma, düşünme sadece yaşa ve olacakları gör. Gerekirse tekrar öl ve tekrar diril ama kadere karışma. Aynanın karşısında omuzlarım düşük göz altlarım çökmeye başlamış görüntümü inceledim saçımı toplarken. Ellerim hala at kuyruğu yaptığım saçlarımda, tokam ise hala bileğimdeydi. Gece'nin bir yarısı uyanmıştım o tatlı uykumdan, Korel bana koruma kalkanı sağlayacak kremi sürmüştü. Artık kimsenin aklıma giremeyeceğini ve bana görüntüler gösteremeyeceğine inanıyordu. Umarım öyle de olurdu. Bileğimdeki tokayı at kuyruğuma doladıktan sonra elimi ıslatıp enseme ve boynuma sürdüm. Gece'den beri ikimizde ayaktaydık, ben uykudan ara ara gözlerime hâkim olamasam da kendime gelmiştim. Gece'nin bir saati kapıya Semum gelmişti yine kuzgun olarak. Yardımına ihtiyacımız olup olmadığını sorup tekrar gitmişti. Ben ise onun arkasından pencere önünde perde arasından dışarıyı izlemiştim öylece. Belki eski anıları güzel anıları hatırlamak bana iyi gelir diye düşünmüştüm, tüm gece geçmişi düşünmüştüm. Çocukluğumdan buraya gelişime kadar. Lavabonun kapısı açıldığında ara ara kapanan göz kapaklarım aralandı. ''Kahvaltı?'' ''İştahım yok. Hem de hiç.'' Gözleri yüzümde gezindikten sonra dudaklarını ıslatıp peşine ısırmıştı. ''Hava almaya çıkmak ister misin?'' ''Olur.'' Ona yöneldiğimde kapıyı açmıştı tamamen, ikimizde onun dolabına doğru yürümüştük yan yana. Aynanda dolabın sol kapaklarını açtığımızda aynanda sözleşmiş gibi kıyafetlerimizi çıkarıp kapatmıştık kapıları. Sessizce üzerimizi değiştikten sonra üzerimize ceketlerimizi giydik ve odadan çıktık. Gözlerim hala yanıyor ve acıyordu. Uyku yoktu, göz yaşı dinmiyordu, acı ve ağrılar her zerreme virüs gibi sızmıştı. En kötüsü ise bu yara sarılamayacak bir yaraydı. Asansör geldiğinde Korel geçmem için öncelik tanımıştı, sessizce girdim içeri yine. Gözleri üzerimdeydi, derin nefesler alıyordu. Sonra avucumun içine parmakları usul usul girdi ve parmaklarıma dolandı. ''Zaman var...'' diye fısıldadı. ''Zaman geçmiyor...'' diye ekledi peşine. ''Ne?'' ''Sen varsan zaman var... ve bu zaman dün gece bir türlü geçmedi.'' Asansör açıldığında önden çıkarak parmaklarına dolanan parmaklarımla sözlerine devam etmeden beni çıkışa çekiştirdi. Sanırım o çekiştirmese kaplumbağa yavaşlığında ilerleyeceğimi biliyor gibiydi. Beni gören tanımayan bir insan bile bunu fark ederdi gerçi. Çünkü yorgundum, dışarıya çıkmanın bana iyi geleceğini düşünmemin tek sebebi pencereden alamadığım havayı alabileceğimi ummamdı. Korel kapımı açıp parmaklarını benimkilerden çektiğinde ''İnsan gözüyle bakıldığında çok daha katlanılmaz acılara şahit oldum... Hiçbiri dün ki çaresizlik kadar oynamamıştı acı duygumla.'' Yüzümü bedenimle ona döndüğümde ellerini saçlarıma oradan da yanağıma çıkardı. ''Daha önce de elimizden hiçbir şeyin gelmediği savaş geçti başımızdan... Bende olmayan şey sende sen de olmayan şey bendeydi, şimdi her şey hem ikimizde hem de hiçbirimizde.'' Diye mırıldandığımda kısılan gözleri benimkilerdeydi. ''Demek istediğim...'' diyerek yüzümü ona yaklaştırdım, gülümsemiyordum. Gülümsemek içimden gelmiyordu, isterdim ama gülümsemeyi. ''Önümüzdeki savaşa bizi hazırlayan birçok savaş atlattık.'' Derin bir iç geçirdiğinde eli gömleğinin yakasına gitmişti, bir düğmeyi açtı ve çevirdiği yüzünü tekrar bana döndürdü. ''Yenilsek de bir yolunu buluruz.'' ''Yol bulmak değil önemli olan, eğer yolun karanlıksa o yolda yürüyemezsin.'' Dediğimde güldü. Gülüşü gerçekti. ''Allah Allah , öyle mi?'' ''Bizim kazandığımızda önümüze serilecek yol o, karanlık yol serilecek önümüze. O yolda da herkesten iyi yürürüz, neden biliyor musun sevgilim?'' az önce yaptığım gibi yüzünü yüzüme yaklaştırdığında gergince nefes aldım. Uykusuzluk bedenimde dengesizlik yaratıyordu. Belki de sığındığım uykusuzluk yalanının gerçeği Korel'in yakınlığıydı. ''Çünkü biz kimsenin görmediği o karanlığız. Çünkü ruhumuz her birbirimize dokunuşumuzda daha kararıyor. Aydınlık herkesin, karanlık bizim.'' Yüzünü geri çektiğinde cevap vermemi beklemeden beni arabanın içine bindirip kapımı kapatmıştı. Ne kadar bana güven verse de her şeyin iyi olacağını söylese de konuşurken boynundaki gerilen damarlarını gözümden kaçırmamıştım. Etrafı kolaçan ederek arabaya binişini ve geceden beri gözünü kırpmadan beni izlediğini de öyle. Evet söylediği şeyler inandığı şeylerdi ama aklım bunların doğruluğunu hala tartıyordu. Araba otelin parkından çıkarken üstü yavaşça açıldı. En son kapatmıştık üstünü dumandan dolayı, gözlerim dolu doluydu. Bahane uydurmuştum duman diye. Ağlamamı saklamamıştım ama bahanemi saklamıştım. Arabanın yolu Yeşil Liman'a döndüğünde ona döner gibi oldum ama yine de dönmedim. Nereye giderse gitsindi. Pek önemi yoktu. Araba tam da tahmin ettiğim gibi yeşil limanın önüne gelene kadar sessizdik. Ben dışarıyı izliyordum o da bazen yola bazen bana bakıyordu. Baktığını hissedebiliyordum. 'Ne zaman dinecek bu acın?' diye sormuştu kendi kendine. Duymadığımı sanmıştı ama duymuştum. Cevabını bilmediğim için duymamazlıktan gelmiştim. Sonra 'Onlara daha fazla acı çektirmek yaramamış hiçbir işe, bununla hafiflemezmiş acın.' Demişti. Ben öylece dışarıyı izlediğimde ise sessizlik devam etmişti aklından başka hiçbir düşünce geçmemişti. Bazı zamanlar şarkı mırıldanmıştı muhtemelen benim silahımla beni vuruyordu. Uykusuzdum. Tek istediğim gönül rahatlığıyla korkmadan uyuyabilmekti. Kapım açıldığında belli belirsiz gülümseyerek inmiştim. Tam önümde mekânı kapatır şekilde duruyordu. ''Seni buraya oturup kahve içmeye getirmedim.'' ''Neden getirdin?'' ''Sana iyi gelebilecek biri var burada.'' Önümden çekildiğinde elleri cebinde bana bakan, gayet iyi görünen Arkun'u gördüğümde dudaklarımdan çıkmayan gülümseme bir anda fırlamıştı. Ayaklarım sevinçle öne atılmış kollarım boynuna dolanmıştı. Onu çok özlemiştim, normal olmayı çok özlemiştim. ''Arkun!'' ''Bende senin gibi mi cıyaklayayım Efnan! Diye.'' Dediğinde taklidimi yaparak gerçekten ciyaklamıştı. Onun bu kadar çabuk toparlanması ve özüne dönmesine sevindim. Bunda Korel'in ya da Semum'un parmağı olduğunu biliyordum, onu bu savaştan oldukça uzak tutmuş olmalılardı. Yoksa Arkun'un şu an ki ifadesi asla böyle olmazdı. ''Kötü görünüyorsun, göz altın çökmüş. Uyumadın mı sen?'' elleri yüzüme uzandığında ona engel olarak eline vurdum. Gözüm yeterince acıyordu bir de yanlışlıkla parmağını soksa sanırım önümüzdeki birkaç gün daha zırıl zırıl ağlar, uykusuz kalırdım. Bazen gözler acıdığında insanı uyutmuyordu, yumduğunda dayanılmaz bir acı veriyordu. ''Dün gece zor geçti biraz.'' Dedi hemen arkamda duran Korel tahminimce Arkun'a bakarak. Sesinde bundan hazzetmemiş tınısı çok net anlaşılıyordu. Arkun'un bakışları Korel'e döndüğünde fark ettim der gibi kafa salladı. Oturmak için arkasını dönüp boş bulduğu masaya yöneldiğinde Korel'in parmak uçlarımdan yakalamasıyla duraksayıp ona döndüm. ''Sizi baş başa bırakmamı ister misin? Kalabilirim dersen yani.'' Kaşlarım çatılmıştı. Şimdi nereye gidiyordu? Neden gidiyordu? Çok mu gerekliydi? Gitmese olmaz mıydı? ''Bir yere mi gideceksin?'' diye sorduğumda kaşlarımın endişeyle kalkmasına engel olamamıştım. Bu ifadem yine kirpiklerini titretmişti. ''Boş ver, gitmesem de olur.'' ''Nereye gidecektin?'' dediğimde Arkun'un oturmuş bizi izlediğini görüp geliyorum der gibi el hareketi yaparak Korel'e döndüm. ''Azura'nın yanına.'' ''Azura mı? Nerede ki?'' Yanımıza birden havadan süzülen bir kuzgun gelip ayaklarımızın yanına konduğunda ikimizin de bakışları ayak ucumuzda duran Semum'a dönmüştü. Efendisini çağırıyordu. ''Sana çok uzak, bana çok yakın bir yerde.'' Diye cevapladı Korel Semum'u gönderdikten hemen sonra. ''Çok uzun sürer mi?'' Aralarında geçen o beş saniye onlara ne ifade ettiyse bunu kaçırmıştım, sanırım artık duyularım geç basıyordu. ''Önemi yok, boş ver.'' Diyerek masaya yöneldiğinde kolundan tutarak durmasını sağladım. ''Kalabilirim, hem beni koruyan bir kalkanım var unuttun mu?'' dediğimde belli belirsiz gülümsedi, aklında dönen intikam tilkilerini ve kararsız kalmış halini hala görebiliyordum. ''Gece yarısından önce gelmezsen seni odaya almam ama.'' Dediğimde bu kez oldukça belirgin gülümsemişti. Sonunda! ''Seni almaya gelirim, hava bile kararmadan.'' Bu söylediğine sevinerek yanağına ufak bir öpücük bıraktım. Ben öperken gözlerini yummuştu, dudaklarımı çekmemin ardından açtığında ise belimden beni kendine çekerek aynı şekilde yanağıma öpücük bıraktı. Benim kadar yavaş ve benim kadar hassas davranarak. Ardından dudakları ve eli aynanda tenimden çekildi arkasını döndü, arabasına binerek bana son bir bakış atıp direksiyonu sertçe kavrayarak yeşil limanın önünden geçip gitti. Onun arabası göz hizamdan çıkar çıkmaz arkamda birinin olduğunu hissetmiştim. Ama korkmama fırsat bile kalmadan sesini duyduğumda arkamı bile dönmeme gerek kalmamıştı. Semum gelmişti, insan bedeniyle. Eh! Korel yoksa gölgesi vardı. Onun geldiğini anladığımı hissettiğinde yanımdan geçerek Arkun'un hemen arkasındaki masaya oturdu. Arkun kendine sipariş vermiş gözleri bendeyken içeceğinin yarısını bitirmiş haldeydi. Bu kadar sabırlı beklemesinin tek sebebi benim gerçekten kötü görünüyor olmam olmalıydı. Çünkü Arkun beklemekten nefret ederdi! ''Bir ayrılamadın.'' Dedi yarı alayla bana bakarken, ardından dudakları pipete uzandı. Bakışları bendeydi ama sorgulayıcıydı ve benden laf almadan buradan kalkmayacağının mesajını veriyordu. ''Sen mi başlarsın bir yerden yoksa ben mi tek tek sıraya soktuğum sorulara başlayayım.'' Elindeki içeceği masaya bırakırken bana doğru eğilmiş kollarını masanın üstünde birbirine dolamıştı. ''Hadi avans veriyorum sana, dök içini. Ne getirdi seni bu hale?'' Tabi ki de her şeyi anlatamazdım. Sadece bir düşündüm. Arkun'a 'Kalpten gitmeyeceksen anlatıyorum. Senin eski flörtün sağ olsun bana bir tur evlerini gezdirdi. Bunun için beni cehenneme indirmesi gerekti, sonra Korel bir bakmış ben yokum, beyaz atlı prens gibi yetişti imdadıma beni evime geri getirdi. Gelirken de aşağıya ateş sığmıyormuş ondan biraz getirdik bizde... Sonra annesi ve kardeşi taktı bana kafayı işkence etmeye karar verdi. Beni gelin olarak istemiyorlarmış. Daha doğrusu Korel'in eşi olacak gelin olarak istemiyorlarmış.' Sadece bunları dediğimi düşündüm bir an ve onun ağzının açabildiği kadar açılmış hali ile gözlerinin uyum sağlamış bir yüz ifadesiyle bana baktığını. Gülmemek için neredeyse zor duruyordum. Boğazımı temizleyerek anlatacaklarımı törpüleye törpüleye, düzenleye düzenleye dökülmeye başladım. ''Azra ile... Pek hoş olmayan birkaç anımız oldu.... Biliyorsun aramızdaki gerginliği.'' Kafasını aşağı yukarı sallarken masaya bıraktığı bardağı tekrar almış süt içen çocuklar gibi pipeti tutarak sessizce yudumlamaya devam etmişti. '' Sonra bazı suçlarından kaynaklı cezalandırıldı, Lilith de... Korel ile beraber olmamdan rahatsız... O sebepten o da bana bazı cezalar kesiyor.'' ''Ne gibi?'' pipeti ağzından çıkarır çıkarmaz kaşlarını çatmış gerginlikle bana bakmaya başlamıştı. İşte asıl sorgu sırası geliyordu, bu ifadesinden anlaşılıyordu ki birazdan beni sorulara boğacaktı. Ama benim sorguya değil sadece sarılıp bana uzun zamandır olmayan aile sevgisini hissettirmesine ihtiyacım vardı. Bana ailemi hatırlatmasına ihtiyacım vardı, ama hayalini değil gerçeğini. Arkun elimde kalan geçmişle aramdaki tek bağdı. Ailemle, çocukluğumla, eski Efnan'la. Küçükken bana abilik tasladığı günleri hatırlıyordum. Aramızda doğum günü olarak gün farkı vardı. Doğum günü bastığı gibi aramızdaki on iki gün boyunca bana abi dedirtirdi. Okulda da beni kız kardeşi olarak tanıtırdı, ona göre yalnız gezersem beni kaparlarmış. Beni korumak için böyle bir yola başvurmuş, kıskanç! Her şeyin yolunda olduğu çocukluğum gözümün önüne kısacık bir an için bile geldiği için mutlu oldum, içime bir huzur doldu ve birazdan kuracağım cümleleri duyduğunda koşarak uzaklaştı. ''Sencer'in aklına giriyor... Sencer'i seçerek Korel'i bırakmam için. Kafayı bana takmış durumda ve geceleri bazı kabuslar görüyorum... Görüyordum yani, Korel kabusların çözümünü buldu ama Sencer peşimi kolay bırakacak gibi görünmüyor.'' Sonunda içeceğinin sonuna geldiğinde çatık kaşlarıyla pipetinden çekmeye devam etti. Abuk subuk sesler çıkmasına rağmen hala çekmeye devam ediyordu. Arkama yaslanarak idrak etmesini ve tepki vermesini bekledim. Gözleri bedenimde ve yüzümde gezindikten sonra içeceği birden pat diye masaya bırakmış bana doğru eğilmişti. Bende bu hareketiyle sıçramıştım, birazcık. ''Ben baştan beri bu adama kıldım zaten. Balık baştan kokarmış.'' Kollarını birbirine doladıktan sonra benim gibi arkasına yaslanmıştı. ''Anmayalım uğursuzun adını... Kabuslar dedin, neler görüyorsun?'' Ellerimi birbirinin üzerine kapakladıktan sonra gergince nefes alarak doğruldum. Eğik oturduğumun farkında bile değildim. Bir anda iki büklüm olmamın sebebi kesinlikle gördüğüm rüyalardan bahsedecek olmamdı. Cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada sandalyemin arkasında iki el hissetmemle irkildim. Gözlerim bir anda çaprazımda oturan Semum'a kaydığında hemen baş ucumda dikilen kişiye çatık kaşlarla baktığını görüp bende ondan arkamdaki kişiye dönme ihtiyacı hissetmiştim. ''Ailesini görüyor.... Görmek istediğini daha çok.'' Yüzümü döndüğüm an sesi kulaklarıma yakından, çok yakından ilişmişti. ''Senden iti an çomağı hazırla gibi bir tepki beklerdim.'' Dedi alayla Arkun'a. Gözleri bana döndüğünde sertçe yutkundum, benim de gözlerim Semum'a dönmüştü. Benden ufacık bir hareket bekliyordu. Ufacık bir hareket. Sadece bir göz kırpmam, dudaklarımı aralamam hatta nefes alışımı hızlandırmam bile yeterdi. ''Bana dadanmayı bırakıp arkadaşıma mı dadanmaya başladın. Bilmem farkında mısın, Bir ağaçtan başkasına atlayan maymuna benziyorsun.'' Arkun'un çatık kaşları ve sert bakışları Sencer'i ufacık bile etkilememişti. Onunla irtibatı az önceki kadardı. Az ve öz. Şimdi tüm odağı bendeydi, hemen tepemden kaçırdığım gözlerime bakıyordu. Ellerini sonunda sandalyemden çekerek yanıma oturmaya yöneldiğinde tutmaya yeltendiği sandalye bir başkası tarafından çekildi. ''maalesef, bu sandalye dolu.'' Semum çektiği sandalyeye oturup bacak bacak üstüne atarak ellerini birbirine kenetlemiş Sencer'e dönmüştü. Sencer bu harekete sadece gözlerini kısarak gülümsedi. ''Buraya sizin saçma sapan korumacı tavrınızı izlemek için gelmedim beyler... Efnan'la konuşmam gereken önemli bir konu var o sebeple geldim.'' ''Ah Korel varken korumamıza pek gerek kalmıyor.'' Arkun'un kısılmış düşmancıl gözleri Sencer'de gezindiğinde benim de onda 'sen ne ara Korelci oldun?' bakışlarım gezinmişti. Ama bunu neden yaptığı apaçık ortadaydı, Sencer'den nefret ediyordu. ''Oturacak sandalye kalmadı diye de arkamı dönüp gidecek değilim.'' Diyerek Semum'a ters bir bakış attığında diğer masadan bir sandalye çekmiş hemen önüme oturmuştu. Öne doğru eğilmesi kucağımdaki ellerime olan mesafesini kısaltmıştı ama aldırmamıştım. Çünkü buna cüret edemeyeceğini biliyordum. ''Efnan, bak reddedeceğini biliyorum ama yine de denemek zorundayım. Benimle gelmelisin, güvende değilsin.'' ''Ne demek güvende değil?'' Arkun ortaya atıldığında hepimiz ona ters bir bakış atmıştık, şu an ortaya atlamanın hiç sırası değildi. Arkun dudaklarını birbirine bastırarak Sencer'e kötü bakışlar atmaya devam ettiğinde bakışlarımızı ondan çekerek tekrar önümüze döndük. Semum'la gözlerimiz kesişmişti, gerginliğini hissedebiliyordum. 'Siz gergin olduğunuz için gerginim.' Diye fısıldadı bana, ona cevap vermek için düşüncelerimde kelimeler birleşene kadar Sencer konuşmaya devam etmiş dikkatimi kendine çekmeyi başarmıştı. ''Gececiler geliyor, onlar sandığın ruhlara benzemez Efnan. Onları tek durdurabilecek şey Avcı.'' ''Günah defterine bir yenisi daha eklendi.'' Diyerek Semum araya girdiğinde ellerimi havaya kaldırdım. ''Bir dakika bir dakika, gececiler de kim?'' ''Gececiler ölmemiş kişilerin ele geçirilmiş ruhlarına deniyor.'' ''Yani içine in cin giren kişilerden mi bahsediyorsun?'' Aklımdaki soru Arkun tarafından dile döküldüğünde pür dikkat Sencer'e bakmaya devam ettim. Çünkü uzun zaman sonra ilk defa onu dinleyebileceğim şekilde konuşuyordu. ''Tam olarak onlardan bahsediyorum, anlaşma yaparak ruhlarını onlara veren insanlar. Bu ruhlar gece ortaya çıkar ve görülmezler Efnan. Onları bulmak mümkün olmaz, onları sadece sana saldırdıkları an değişen göz renklerinden görebilirsin.'' ''Neden bana saldırsınlar?'' derin nefesler alarak sorduğum bu zor soru beni ürkütmüştü, gözlerim tekrar Semum'a döndüğünde kısık gözlerle her Sencer'in her hareketini izlediğini gördüm. Sanki onun için şu an anlattıklarından çok anlatırken girdiği bu hali önemliydi. ''Çünkü çığlık dudaklarından kaçtı bir kere, onları yer yüzünde sabit tutabilecek bir güç kalmadı. Ama eğer sen ölürsen başkası çıkamaz yer altından ama çıkanlarda içeri giremez. O cehennem kapıları kapanırsa içeriden nasıl biri çıkamıyorsa dışardan biri de içeri giremiyor.'' Siktir! Dudaklarım yeni yüklenen korkuyla aralandığında elim tekrar kalbime gitmişti, son zamanlarda fark etmeden birkaç kez yapıyordum bunu. Elim hep kalbime gidiyordu, kalbim çok sık ağrımaya başlamıştı, Korel yokken. Endişeli halde gözlerimi çekmediğim Semum'dan bir şeyler söylemesini bekledim. Söyleyecekti, tetikte bekliyordu. Hatta Sencer'in bitirmesini bekliyor desek daha doğru olurdu. Konuşacak hali bir dakika daha yüzünde belirdi. Ardından oturduğu yerde doğrularak gözlerini benden Sencer'e çevirdi. Bendeyken yumuşak bakışları benden ayrılır ayrılmaz sert, aşındırıcı bir dalgaya dönmüştü. Gerçekten tam olarak Korel'in gölgesiydi. ''Bir, Gececiler yeni varlıklar değil kullanabileceğin en ezik bahaneler. İki, onları şeytan dururken sadece senin avlaman oldukça komik, keza onları ben bile öldürme gücüne sahibim...'' Dediğinde Sencer gülerek kafasını olumsuzca salladı. ''Bir hizmetkara göre bana kafa tutacak kadar korkusuzsun Semum, ama unutma ki Korel'in içindeki ona hizmet etmene sebep olan ateş bende de var. Yani konuşurken bunun bilincinde ol.'' Bir anda ortam da ki gerginlik arttı. Arkun ve ben sanki yokmuşuz gibi sessiz ve korkmuş şekilde sandalyemize sinmiştik. Arkun'dan garip bir ses geldiğinde ikisinin birbirine attığı o keskin bakışlar kesilerek Arkun'a döndü. Stresten içeceğinin bittiğini unutmuş tekrar pipetinden yudumlamaya çalışmıştı ama tek yaptığı bu gerginliğin içine etmekti. ''Ben size cehennemin kapılarını kapatmış adamım, hizmet ettiğim yol ve varlık bellidir. O ateş yıllardır var yalnız bir kere bile size hizmet ettiğimi hatırlamıyorum, ayrıca benim yolum sizinkinin yakınından bile geçmiyor. Siz de unutmayın ki cehennem kapılarını açıp kapatmak da hükmü olan tek varlık benim. Yani konuşurken bunun bilincinde olun, bilincinde olun ki o kapılar gün geldiğinde ikinci kez yüzünüze kapanmasın. Çünkü bir daha kapanırsa, o kapıları geri açmayacağım.'' Sencer Semum'un her cümlesinde kaskatı olmuştu. Ortam sessizleşti, gerçi gerginliğin çığlığı bu kadar kulak kanatırken sessiz demek yanlıştı ama. Sencer sonunda elini boynuna attığında gözlerim açık boynuna kaydı. Onu yakasından tutup çektiğim zaman tenine değdiğim kısımların izi kalmıştı. Belli oluyordu, kızarmış ve kabartmıştı. Hemen o yaranın altında çürükler gördüğümde nedensizce içim sızladı. İnsan yönün yüzünden, vicdan yapıyorsun! Bakışları bana döndüğünde baktığım yeri gördü ve kıyafetinin önünü düzelterek boğazını temizleyip ayaklandı. ''Onları sen öldürebilirsin belki ama sen öldürdüğünde cehenneme gitmeyecekler başka bedenlere geçecekler. Onların yakalanması için işaretlemem gerek, onları ancak avcı görebilir. Belki de bilgilerini tazelemelisin Semum.'' Kalktığı sandalyeyi yerine bırakırken bedeniyle bana dönmüş derin bir nefes vermişti. Elleri belinde bakışları bendeydi. ''Seni hiçbir zaman zorlamadım, zorlamayacağım da. Çünkü seni şu süreç için tek koruyabilecek kişi benim. Umarım bunu fark ettiğinde geç olmaz Efnan, yine.'' Yine. Altında tonla imaların yattığı bir kelime... Yine. Arkasını dönerek ağır adımlarla uzaklaşan Sencer'in arkasından bakışlarımla onu takip ederken dudaklarımı yaladım. ''Gececi dediğiniz ruhlar hakkında ne biliyorsun?'' Bakışlarımı Semum'a çevirdiğimde o da oturduğu yerden kalkmış sandalyeyi içeri doğru ittirmişti. ''Tek bildiğim hiçbir bedenin kalıcı olarak onları kaldıramayacağı, güçleri fazladır bana kafa tutabilecek kadar. Çünkü insanları en büyük günahlardan birine sokuyorlar bu da onlara büyük bir güç sağlıyor. Avantajları da tam olarak bu, biz öldürsek de başka bir ruhla anlaşma yapabilirler. Avcı'nın onları işaretlemesi, efendimin de onları öldürmesi gerekli.'' ''Ya bahsettiği ben öldüğümde kapanacak kapı? O neydi?'' dedim Arkun'un bakışlarını tamamen görmezden gelerek. Çünkü Semum gittikten sonra beni çekeceği sorguya bir yenisi daha eklenmişti, hatta birden de fazla. ''Siz öldüğünüzde, cehennem kapısı kıyamete kadar kapanır. Kıyamette onlar da insanlarla beraber gelecekler.'' ''Yani... Bu yüzden hepsi bana mı saldıracak? Öldüğümde kapıların kapanacağı hakkında hiçbir bilgim yoktu.'' Diye mırıldandım dudaklarımı ısırıp sakin olmaya çalışırken. Ama hiç değildim, nasıl olabilirdim? Henüz normal iblislerle bile zor başa çıkarken, Gececi denilen en güçlü iblislerle nasıl başa çıkabilirdim? Korel'e ihtiyacım vardı, hemen gelmeliydi. Sakin kalamıyordum, Sakin olamıyordum! ''Bizim de böyle bir bilgimiz yoktu, Lilith'in aşağı da zevkle söylediği son sözdü.'' Dediğinde altında yatan imayı anlamıştım bir kez daha. Lilith'in son 'Yer yüzüne de çıksan o azabı çekeceksin, vazgeçene kadar çekeceksin. Gün yüzü görmeden o çok sevdiğin ateşle kül olup gideceksin.' Sözleri üstü kapalı biçimde söylenmişti. ''Gececiler içimden geçmiyor ama.'' Diye mırıldandım gözlerimi yerden ona kaldırırken. Evet son zamanlarda kimse içimden geçmiyordu, cehenneme indiğim o süreçte zaten geçemezlerdi, çıkalı da çok olmadığını varsayarsak en azından bedensel bir acı hissetmemiştim. Gerçi bedensel bir acı olsa da hissedebilir miydim, bu sorunun cevabını bende bilmiyordum. ''Gececilerin köprüye ihtiyacı yoktur, dediğim gibi fazla güçlüler. Ben ve efendim de sizin içinizden geçmedik.'' ''Size ihtiyaçları olmadan yer yüzüne inebilecek kadar diyelim.'' Semum sonunda arkasını dönüp tekrar az önceki masasına ilerlediğinde önüne konulan kahveyi alıp yudumlamaya başlamıştı bile, gözleri hala bendeydi ve içinden tek geçirdiği şey korkmayın olmuştu. Ama bu söylediğine kendi bile inanmıyordu. İkimizin de tek inandığı şey bunu Korel'in halledebileceğiydi. Korel etraf kimsenin olmadığı ve karanlığın ortasında karanlığı bölmeyen bir ateşin olduğu bir yer gibiydi. O varsa her yer kararırdı, böylece ortada ne başkaları ne de tehditler kalırdı. Hepsi bir anda yok olurdu ve o karanlıkta yanan ateşin önünde dans ederdik beraber. Baş başa. Bunun için her ışığı söndürür, her sesi keserdi. Bunu biliyordum. ''Tamam aklımı sıyırmamam için ya da şimdi seni arabamın arkasına atarak buradan arkama bakmadan kaçmamam için bana bir sebep ver, ver ki burada kalıp seninle dertleşmeye devam edebileyim.'' ''Hm... Yapamazsın, Korel izin vermez. Bir de üstüne cezalandırabilir, bizi ayıranlara karşı bu ara fazla hassas.'' Dediğinde yutkundu. Ben ise varla yok arası gülümseyerek elindeki bitik bardağı almış daha fazla sinir bozmaması için masanın ucuna çekmiştim. ''Fazla ikna edici oldu.'' Evet, biraz fazla ikna edici oldu sanki? Dudaklarımda bir tebessümle ona baktığımda şimdi de tırnak etlerini yemeye başlamıştı. Sanırım ikinci seçeneği yapamayacağı için birinciye karar vermişti. Sıyırma aşamasındaydı. ''Tamam, kısa kesiyorum. Evet kabuslar görüyorum, dedem ve Korel arasında seçim yapmak zorunda olduğum kabuslar ve pek hoş bittiği söylenemez. Peşimde az önce duyduğun gibi iblisler geziyor ve tam da gördüğün gibi Sencer peşimden ayrılmıyor.'' Anlatırken öyle hararetli ve nefessiz anlatmıştım ki elim biri boğazlıyormuş da bunu engellemek istiyormuşum gibi hiddetle boynuma gitmişti. ''Özlüyorsun değil mi?'' diye sordu ellerini masanın üzerinden bana uzatırken. Ellerim yine masanın altındaydı, ellerini ellerime uzatmak için eğilmek zorunda kalmıştı. ''Aileni... En çok da dedeni.'' ''Ona daha önce hiç bu kadar ihtiyacım olmamıştı... Keşke yanımda olsa şimdi. Sorsam ona, desem ki dede ben aşığım. Öyle bir aşığım ki hem de yerim yurdumdan oldum. Yerim gökyüzü mü yer yüzü mü yer altı mı bilmiyorum ama umurumda olmayacak kadar aşığım... ama korkuyorum çünkü aşkıma attığım her adımda seni arkamda bırakıyorum. Ben çok mu kötü bir torunum, seni bıraktığım için hayal kırıklığına uğruyor musun... anlatsam onları sorsam ona bana cevap verse...'' Gözlerimin dolduğunu anladığımda işaret parmağım ve baş parmağımla göz pınarlarımı sildim. Arkun tek elimi masaya kaldırmış destek verircesine sımsıkı tutmuştu ama o bile iyi gelmiyordu. Ruhumun paramparça olduğu yerlerin en büyüğü geçmişim ve aile bağımdı, bunu geç fark etmek benliğimi ne kadar zedelese de bunu Arkun'a belli etmemeye çalıştım. Çünkü o bile iyi gelmiyorsa bu dünya da bana iyi gelebilecek sadece Korel kalmıştı. Henüz saat akşam olmamasına rağmen, gökyüzü kapalı gri bulutlarla sarılmaya başlayıp kendini fark ettirmeden havayı karartmaya başladığında hemen arkamda kalan bir arabanın fren sesi duyuldu. Hızlı ve ani bir fren sesi. Ardından hava maviden laciverte dönmeye başladı, tek bir yerde ışık süzülüyor kalan her yer git gide daha çok kararıyordu. O ışığın süzüldüğü nokta da gür bir şimşek çakmaya başladığında olduğum yerde sıçradım. Arkun da korkudan elini peçeteliğe çarparak düşürmüştü ve aniden bir rüzgâr esti. Yönü ve geldiği yer belli olmayan sert bir rüzgâr. Yapraklar etrafa savruluyor toz insanların gözlerine giriyordu. Arkamdan bir bağırış sesi çakan şimşekle aynanda kulağıma ulaştı. ''Efnan!'' elimi yüzüme gelen tozlardan korumak amaçlı kaldırdığımda sandalyemden kalktım ve arkamı dönerek arabayı görmeye çalıştım. Tam o sırada belimden bir el beni destekleyerek arabaya doğru sürüklemeye başlamıştı. ''Neler oluyor?'' ''Gitmeni gerekli efendim, hemen!'' ''Arkun...'' Semum kapıyı açarak beni arabaya bindirdiğin üstü kapalı araba beni tozdan ve uçan yapraklar korumuş, gözümü açabilmemi sağlamıştı. ''Onla ben ilgileneceğim.'' Kapım kapandığında Semum'un adımları hızlanarak Arkun'a ulaştı ve ardından onu arkamızda kalan aynadan yeni fark ettiğim bordo klasik arabaya doğru götürdü. 666 MLK Malik Arkun'un arabaya sağ salim bindiğini gördüğümde bir şimşek daha gürültüyle çakmış bizde olduğumuz yerden ayrılmıştık. Nefesimi düzene soktuktan hemen sonra yüzümü Korel'e döndüğümde üstünün sırılsıklam olduğunu gördüm. ''Fırtına bazı bölgeleri buradan erken sardı.'' Diyerek başladı söze. ''Bu basit bir fırtına değil değil mi?'' Kafasını olumsuzca sallarken sertçe yutkunmuştu, gözlerim önce âdem elmasına ardından cama yaslayarak saçlarına geçirdiği ellerine kaydı. ''Sencer'in bahsettiği gececiler... Onlar geliyor.'' ''Bu fırtına onlar yüzünden mi?'' dediğimde hayretle oturduğum yerde doğrulmuş ona doğru eğilmiştim. Hava zifiri karanlığa dönmek üzereydi, şehrin elektriği bir anda kesildiğinde her yer karanlıktan ibaret oldu. Araba farları bile sönmüştü, tek ışık nereye ineceği belli olmayan ve her an içime girebilecek bir yıldırımdı. ''Karanlık...'' diye fısıldayarak koltuğuma sindim korkuyla. ''Ne dedim sana... '' azarlar tonuyla kelimeler dudaklarından döküldüğünde sabah kurduğu cümleleri içinden tekrarladı. 'Karanlık yol serilecek önümüze. O yolda da herkesten iyi yürürüz, neden biliyor musun sevgilim? Çünkü biz kimsenin görmediği o karanlığız. Çünkü ruhumuz her birbirimize dokunuşumuzda daha kararıyor. Aydınlık herkesin, karanlık bizim' ''Bu kasabada... hiç insan kalmadı değil mi?'' diye mırıldandığımda ''Sayılı.'' diyerek hızını arttırdı. ''Hepsi... ölecek.'' ''Ölecek.'' Diyerek beni onayladığında nefes alışverişim yine hızlanmıştı. Gözlerimi ona döndüğümde o da sürdüğü o hıza rağmen gözlerini bana dönmüştü. O an içimden tek bir cümle döküldü onun zihnine. 'Seni sevdim... ve bu sevgi tüm yer yüzüne mal oldu.'
|
0% |