Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Bölüm

@byzloey




Bu bölüm dün doğum günü olan @heraa_z adlı kişiye ithafen yazılmıştır. Doğum günün tam da inandığın gibi seni hayata yeniden başlatsın, mutluluklar getireceğine daima inan. İyi ki doğdun, umarım bölümü beğenirsin. Umarım beklediğine değmiştir, sevgiler...

Instagram : Byzloey

Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın, yorumların hepsini tek tek okuyacağım.

İyi okumalar. ^^

31. Bölüm | Litost

My Mind | Jellis

Savaştan nefret etme sebebim tam da karşımda ki görüntüydü. Hava hisseder gibi aniden kararırdı, yıldırımlar çakardı hiç hak etmeyen yerlere. Ardından büyük bir korku yaşardı insanlar evlerinde. Korkarlardı, suçlarlardı belki de kendilerini. Ya da pencerenin ardından ellerinde kahveleriyle bu anda huzur ararlardı.

Ama karanlığın ve savaşın ardından ne gözle bakarsanız bakın huzur bulamazdınız. Çünkü insan en çok savaşı hissederdi. Yaklaştığı anı ve başına gelebilecek kötü şeyleri hissederdi.

Tam olarak o hissin ortasında kaybolduğum yerde, arabanın içinde bakıyordum sevdiğim adama. Vicdan azabıyla ve kendimi suçladığım bu düşüncelerle bakıyordum.

Suçlu o değildi, bende değildim aslında. Suç sadece kaderimizdeydi. Çünkü bizi imkânsız kılan oydu.

Korel'e 'Seni sevdim.... Ve bu sevgi tüm yer yüzüne mal oldu.' Diyeli sadece saniyeler geçmişti.

Cevap vermeden döndü önüne, hissetti. Hissettiğini hissettim.

Ben de önüme döndüm sanki hiç az önce olmamış gibi. Yutkundum sertçe, üşüdüm içeri giren rüzgarla. Arabanın üstü kapalı olmasına rağmen üşüdüm. Korel ile aramızda oluşan bu soğukluk üşüttü beni.

''Sana her zaman söyledim, ben iyinin tarafında değilim. Sadece senin tarafındayım. sevgime mal olan yer yüzü senin için karşısında duracağım dünyanın binde biri bile değil. Benim için hiçbir şey ifade etmiyor.''

Sesi sertti, keskin ve toktu. Söylediğim onu incitmiş miydi? İncitmiş olmalıydı çünkü incinmiş hissediyordum. Ya da kendimce fazla empatiye kapılıyordum, bilmiyorum.

''Buna şüphem yok, ben de senin tarafındayım. Her zaman.'' Diyerek elimi onunkinin üzerine uzattım biraz olsun yumuşatabilmek adına.

Hiç bilmediğimiz bir yoldan, kasabadan fazla uzaklaşmadan ilerliyorduk aynı hızda. Çünkü yıldırım peşimizi takip ediyor gibi arkamızda, çok yakınımızda çakıyordu.

Korel hızını biraz daha arttırdığında yıldırım hemen arkamızda bir daha çaktı, gözleri arkamıza düşen yıldırıma dönmek yerine aşağıda kalan elime kaymıştı.

Dudaklarında tebessüm oldu ve cümlemi tekrarladı. ''Buna şüphem yok.'' Elinin altındaki elim bir anda onun avucuna kaydı ve okşandı baş parmağı tarafından.

Tam o an arkamıza bir yıldırım daha düştü. İçerideki soğukluk yavaşça sıcaklamaya başladı.

''Nereye gidiyoruz?'' diye mırıldandığımda gözüm benzin göstergesine kaymıştı, benimle beraber Korel'in de.

''Silüetlerden kaçmak mümkün mü?''

''Onlar ne kadar silüet olursa olsun insan bedenindeler, benim gibi istedikleri yerde kaybolup çıkabilme gibi bir ayrıcalıkları yok. Hızlı olabilirler ama bizim kadar değil.''

Belli belirsiz kafamı salladığımda benzinin bitmek üzere olduğunu gördüğümden içimdeki huzursuzluğa yenik düşmüştüm.

Kara bulutlar sanki yılın en fırtınalı gecesiymiş gibi sarmıştı etrafı ve tek görünen ışık yıldırımdı.

Burnuma yağmurdan dolayı havayı saran toprağın kokusu gelmişti varla yok arası.

Aradan bir yerden içeri hava sızıyor olmalıydı. Araba git gide yavaşlamaya başladığında ileride gördüğüm küçük bir evle derin bir nefes aldım. Oraya sığınabilirdik, orada saklanabilirdik.

En azından silüetler bizi bulacaksa da dışarıda yıldırımın üzerimize düşme ihtimali olan yerde bulmayacaktı.

''İlerideki küçük eve gidebiliriz, en azından bu hava durulana kadar.''

Gözleri evi bir süre kısık şekilde izledi, araba yavaşlamaya başlamıştı. Eve on dakikalık yürüme mesafesi kaldığında araba duraksadı. Korel gözlerini yumarak derin nefes vermiş direksiyonu tutan parmaklarını gevşetmişti.

''Sen geç, ben etrafı kolaçan edeyim, güvenli olduğuna emin olduğumda dönerim.''

Arabanın kapısını açıp dışarı çıktığında ben de kapımı açarak dışarı çıkmış dolu gibi yağan yağmuru başımdan aşağı hissetmeye başlamıştım. Yağmaya başlayalı sadece bir dakika olmasına rağmen bu kadar hızlı yağması beni şaşkına uğratmıştı.

Çünkü benzin bittiğinde yeni yağmaya başlamış şimdi saniyelerle yarışır gibi doluya dönmüştü.

''Bu onların 'biz geliyoruz.' Deme şekli mi?'' diye bağırdım yanına doğru yürürken. Yağmur sesinden ötürü beni duyamıyor olduğunu düşünmüştüm. Ya da az duyabileceğini.

''Onların bedene girmelerini doğa bile reddeder. Yer yüzüne çıkıp bedenlere dağıldıklarında ise gittikleri yerde canlıları ele geçirdikleri için doğayı sömürürler, doğa da onlara karşılık verir. Bunca zaman yer yüzünde olanlar vardı ama doğadan bu kadar şiddetli bir karşılık alıyorsak bu hepsinin buraya geldiğini gösterir.''

''Neden hepsi buraya geldi, bir anda?'' elimi avucunun arasına aldığında gözlerim sırılsıklam olan bedenine dönmüştü. Saçları önüne düşmüştü, damlalar yüzüne oradan da yere dökülüyordu. Üzerindeki kıyafet içimde alevlenme yaratan vücuduna yapışmıştı.

Saçlarımın yüzüme yapıştığını hissettiğimde benim de ondan pek bir farkım kalmadığını anlamıştım. Birbirine geçirdiğimiz parmaklarımızdan bile durmaksızın sular akıyordu.

İçim sırılsıklam olmuştu, hava sert ve soğuktu. Tokat atarcasına çarpıyordu. Adımlarımız kulübeye yaklaştığında tam arkamıza bir yıldırım daha düştü.

Arabanın içinde olduğumda bu kadar yakından hissetmediğim ve sesini bu kadar net duymadığım için fark etmediğim o korkutuculuğu şimdi fark ettiğimde olduğum yerde sıçradım.

''Çok yakındı...''

Korel'in bakışları kısa bir an bana döndü, ardından adımlarını hızlandırdı.

''Hepsinin buraya birdenbire tesadüfen geldiğini düşünmüyorsun değil mi?'' kafamı olumsuzca salladığımda ''Güzel.'' Diye mırıldandı.

Kulübenin bir camından zayıf bir ışık görünüyordu. Mum yakılmış olmalıydı, bu da demekti ki içeride biri vardı. Umarım bizi içeri alırdı.

''Lilith'in parmağı olduğunu düşünüyorum bunda, en son onun cezalandırılmasına sebep olmuştum. Sizin dilinizde intikam almak istiyor olabilir. İçeri gir, üzerini değiştir ya da kurut hastalanmamak için ne yapman gerekiyorsa...''

Adımlarım evin önünde durduğunda ''Sende gel içeri, yalnız bırakma beni.'' Diye mırıldandım kaşlarımı hüzünle yukarı kaldırırken. Ayrılmak istemiyordum, ben içerideyken onun dışarda bu havada iblis avlamasını istemiyordum.

Ellerini başımın iki yanına koyarak alnıma öpücük bıraktığında dudaklarında tebessüm vardı. ''Geleceğim meleğim, o kadar hızlı geleceğim ki gittiğimi bile anlamayacaksın.''

''Yalancı.'' Diyerek aniden ifademi değiştirdim. Kaşlarımı çatmış ona kötü kötü bakıyordum.

''tamam biraz daha ilerileri kontrol edebilir ve gecikebilirim ama güvende olduğunu bilmem gerek.''

''Yanımda olursan güvende olurum.'' Diye direttiğimde elimi koluna koymuştum.

Eliyle yüzümdeki damlaları sildiğinde bir elini omuzumun üzerinden kapıya uzatıp iki kez tıklattı.

''Söz elimden geldiğince hızlı geleceğim yanına.''

Arkamdaki kapı açıldığında onu ikna edemeyeceğime emin olmuştum. Yenilgiyle omuzlarımı düşürerek arkamı döndüm. İçimde kötü bir his vardı, gitmesini istemediğimden olduğunu düşünsem de onunla alakası yoktu. Bu insan yanı baskın olan Efnan'ın hissi değildi, bu şeytana âşık olan köprünün hisleriydi.

Ona zarar verileceğinde, ya da sevdiği doğa üstülere zarar verileceğinde bunu anlayan köprünün hisleriydi.

Açılan kapının önünde yaşı tahminen ellilerinde beyaz saçlı, kafasında şapka olan ve elinde mumla dikili olan bir kadın bize bakıyordu. ''Merhaba, arabamız arızalandı acaba bizi hava düzelene kadar içeri alabilir misiniz?'' Kadının gözleri Korel'de neredeyse hiç durmadan bana kaydığında baştan aşağı bedenimi süzdü.

''Sırılsıklam olmuşsunuz, geçin hemen içeri.''

Kadın geriye çekilerek mumu yüzünün önüne getirdiğinde arkama dönüp Korel'e baktım. Bana içeri geçmemi işaret ediyordu. Yanağına uzanıp bir öpücük kondurduktan sonra sertçe yutkunarak kulağına eğildim.

''Üstümdekiler kurumadan gel.'' Yüzümü kulağının yakınından çektiğimde içeri adımımı atmıştım, gözlerim hala arkamda kalan Korel'deydi. Gülümseyerek kafasını salladı.

Saçları önüne düşünce çok daha masum ve çok daha sevilesi duruyordu.

Bu anı çok daha güzel bir yerde, peşimizde silüetler olmadan aşkla yaşamak isterdim... ama kader bizi sadece imkânsız kılmıyor, güzel olan her anımızı elimizden alıyordu.

Geri döndüğünde bu sevimli yüz hatlarını okşayıp ıslak alnına düşmüş saçlarla oynayacağımı düşünerek teselli ettim kendimi içeri ikinci adımı atarken. Ben de geleyim deseydim buna izin vermeyeceğinden emindim, benimle gel dediğimde bile gelmediyse dışarı beraber gitmeyi asla kabul etmezdi.

Korel içeri girdiğimde ''Benim sesimi duymadan kimseye kapı açtırma.'' Diyerek tembihledi. Kadın arkamda kalmış sabırla beni beklerken kafamı salladığımda içeri uzanarak kapıyı kulpundan tuttu ve kapattı. Böylece içeri giren soğuk kesilmişti, Korel'in burnuma dolan kokusu da öyle.

Kapanan kapının ardından gergince yüzümü elinde mum tutan kadına döndüğümde bana gözlerini kısarak gülümsedi, içimi garip bir korku huzursuzluk kapladı.

''Geç canım içeri.'' Eliyle sağımdaki odayı işaret ettiğinde saçlarımı elimle sıkarak sırtıma geri bıraktım içeri adımlarken. Gözlerim penceredeydi, Korel'in gölge yüzü camın önünden fırtınalı karanlığa karışmıştı.

İçeri geçtiğimde ortadaki masanın üstünde yanan mumun aydınlattığı kadar etrafa bakabildim. Sadece iki eskimiş kanepe vardı. Gözüm kanepenin arkasında, mum ışığının vurduğu gölgeye kaydı. Çarşafa benziyordu, üstü tozlu bir çarşafa.

Gözüm hemen solumdaki televizyona kaydı, onun da üstü tozluydu.

Derin bir nefes alarak kanepeye oturdum, karşımdaki kanepenin altında bir böcek geziyordu.

Nasıl oluyordu da bu kadın burada yaşamasına rağmen ev bu kadar kötü olabiliyordu?

''Ben sana havlu getireyim.'' Dediğinde teşekkür ederek ellerimi muma doğru uzattım. O kadar soğuktu ki, titretiyordu.

Dişlerimin takırtısı ile kalbimin atışı birbirini geçip duruyordu.

Gözüm cama tekrar kaydığında tek gördüğüm belirsiz yerlere düşen yıldırımdan ibaretti. Yıldırım haricinde dışarısı karanlıktı ve saat henüz yeni akşama ulaşmıştı.

Bir dakika sonra bir elinde mum diğer elinde havlu ile yanıma gelen yaşlı kadını terlik sesinden anlamıştım.

Uzattığı havluyu alırken gülümsemeye çalıştım ama olmadı, ısınamamıştım ve içimden ona gülümsemek gelmemişti. Ne kadar nazik ve yardımsever olsa da güler yüzle baksa da kısık bakan gözleri bana avını izleyen avcıyı anımsatıyordu.

Avcı deyip aklına getirme unutmak istediğin anıları.

Gececilerin geleceğini söylediği gerçeği beynimde aynı dışarıdaki yere düşen yıldırımlar gibi yıldırım düşürdüğünde gözlerim irileşti.

Tam da onun bahsettiği gün bunun gerçek olması tesadüf olamazdı tabi ki! Hala ona gitmem, ondan yardım istemem için bize tüm gücüyle saldırıyordu.

Lilith'in desteğiyle.

Şu an tek iyi bir şey düşünecek olursam bu Azura ve Grim'in artık oyun dışı olması olurdu.

Derin bir nefes alarak saçlarımı kuruladığım havluyu kenara bırakıp ayaklandım. Elinde mumla yaşlı kadın hemen kapının yanında dikiliyordu.

''Buradan pek gidilecek bir yol yoktur, şehir dışına mı gidiyordunuz kızım?''

Ben pencereye giderken içeri girmiş az önce kalktığım yere oturarak elindeki mumu diğerinin yanına bırakmıştı. ''Sayılır.''

Kaçıyorduk! Tam da sizin kuytu köşede kalan evinizin olduğu bölgeyi saran gececilerden kaçıyorduk!

Elim aralık kalan perdeye uzandığında dışarıdaki yağmurun camı boğumlu hale getirdiğini ve tek görünenin yıldırım düşmesi olduğunu bir kez daha görmüş sıkıntıyla nefes vermiştim.

Ne zaman gelecekti? Gececilerden birini yakalamış mıydı? Ya da birden fazlasını?

Düşünmek bile gerginliğimi arttırıyordu. Elim boynuma gitti, nemli kalmış ve soğumuş boynuma. Tenim soğuktu çünkü Korel yanımda yoktu.

Gözlerim karanlığın arasında çok daha karanlık olan bir noktayı arıyordu.

Ama etrafta hiçbir görüntü, hiçbir gölge yoktu. Sadece yağan yağmur ve yıldırım vardı.

''Erkek arkadaşın bu havada dışarda ne yapacak?'' diye sordu arkamdaki kadın. Sesinde titreme vardı ama bu normal bir titreme değildi. Sanki bilerek yapmıştı, beynimde alarmlar ötüyordu.

''Arabaya bakmaya gitti.'' Diyerek yalan uydurdum göz ucuyla onu izlerken.

''Bu gece kalsaydınız burada yarın bakardı.'' Diyerek ayaklandığında doğruldum, tehlike sezmiştim.

Belki de paranoyak olmuştum.

Bana doğru geldiğini pencereden yansıyan görüntüsünden görmüştüm.

İçimi bir korku kaplamıştı durduk yere. Tırnaklarımı avuç içime bastırdığımda gözlerim pencerenin yansımasındaydı, sık aldığım nefeslerin duyulmaması için bedenimi üstün bir güçle sıkıyordum.

İçeri de ki ağır koku zaten aldığım nefesi bana haram ediyor midemi bulandırıyordu.

Pencerede takılı kaldığım arkamdaki yaşlı kadının yansımasında bir parlama olduğunda kaşlarım çatıldı, gözlerinden bir an bir şey mi geçmişti ben mi yanlış görmüştüm.

Aklımda Sencer'in sabah söylediği cümle yankılandı. 'Onlar sadece sana saldırdıkları an değişen göz renklerinden görebilirsin.'

Saldıracak mıydı? Beni evine alan rastgele evine sığındığım kadın bir gececi miydi? O kadar mı sarmışlardı etrafımızı? Elimi yumruk yaparak arkamı döneceğim sırada kapının çalınmasıyla bana doğru attığı adım durduğunda aklımda yankılanan düşünceler de o adımla beraber durmuştu.

''Erkek arkadaşın geldi sanırım.'' Diyerek gülümsediğinde arkama dönmüş korkulu ifadeyle yüzünü incelemiştim. Normaldi.

Gözleri hatta göz bebekleri bile, her şeyi normaldi. Gözleri siyah renk olduğu için bir an bana mı öyle gelmişti? Fazla mı paranoyak olmuştum?

Yaşlı kadın masa da ki mumdan birini alıp odadan çıktığında hala Korel'in sesinin duyulmadığını fark ettim, eğer o gelseydi seslenecekti. Sesimi duymadan kimseye kapı açtırma diye tembihlemişti beni.

Gelen gececilerden biri olabilirdi, Korel'in elinden kaçıp beni bulmuş olabilirdi.

Korkuyla odadan çıkıp koridora çıktığımda aralık dudaklarım çoktan aralanan kapıyla öylece kalakalmıştı. Söyleyeceğim sözcükler öylece içime geri kaçmıştı.

Kapının hemen ucunda baştan aşağı siyah giyinmiş elinde siyah şemsiye tutan ve şemsiyeden yüzü görünmeyen bir adam duruyordu. Korkuyla aldığım nefeslerin hızı yükseldiğinde göğsüm hızla inip kalkmaya başladı.

Ayaklarım bir adım geri gittiğinde kapıda dikilen kişinin sesi arkasına düşen yıldırımın hemen ardından evde yankılandı. ''İyi akşamlar.''

İçim de ki korku bir an da tuzla buz oldu, alamadığım o nefesler bir anda ciğerime doldu. Ardından şemsiye kapıdaki bedenin yüzünden yukarı doğru çıktı ve yüzünü açığa çıkardı.

''Efnan hanımı almaya geldim, araba tamir edildi.'' Semum Gözlerini kısmış karşısında elinde mumla dikilen kadına bakıyordu.

Yağmur öyle hızlı ve sert yağıyordu ki Semum'un şemsiyesine vuran damlaların sesini koridorun sonundan duyabiliyordum.

''Bu gece onu misafir edeceğim.''

Yaşlı kadın Semum'un önünde dikilmeye başladığında Semum'un gözleri kısıldı ve yaşlı kadının bedeninde, özellikle de yüzünde gezindi.

''Tekrar etmeyeceğim, Efnan hanımı almaya geldim.'' Gözleri kadının omuzundan bana döndüğünde ona doğru adım atmaya yeltendiğim sırada içinden 'Bekle.' Diyerek beni uyardı. Attığım adım duraksamıştı hem beni çağırıp hem neden gelmeme izin vermiyordu?

O da mı karşısında dikilen kadına karşı sezdiğim garipliği hissetmişti.

''Bu havada yola çıkmak oldukça tehlikeli bayım.'' Kadın ısrar ediyordu, benim gitmemem için ısrar ediyordu. Semum elindeki şemsiyeyi derin bir nefes alarak yere doğru eğdiğinde kadının adımları fark edilmeyecek kadar küçük geri basmıştı.

Şüpheli!

''Öyleyse beni de içeri alın.'' Diyerek şemsiyeyi kapatıp kapının iç kısmında kenara bıraktıktan sonra ceketinin önünde ki düğmeyi açtı.

Ardından ceketini çıkararak gözlerini kısıp ''Ceketim ıslandı da.'' Diyerek onu da içeri bıraktığında aslında ceketinin ıslanmadığını biliyordum. Elleri gömleğinin kol yakalarına gittiğinde bakışları bana döndü yine.

Kararmış vaziyette, uyarırcasına.

Bu onun kavgaya hazırlanma işaretiydi.

''Yabancı adamları eve almam bayım.'' Dedi kadın elindeki mum titrerken. Semum ise içeri bir adım atarak gözle görülür bir geri adım attırmıştı önündeki kadına.

Ve mum yere düşmek üzereyken son anda yakaladı, mum elinin içine düşmüş sönmüştü ve etraf bu kez tamamen karardı.

''Siz gececilerin numara kabiliyetini insanlar bir fark etse... sanırım televizyonları sizinle doldururdu.''

İşte o tehlikenin sözlere dökülmüş hali, gececi.

'Efendim... Kaçın.' Semum'un içindeki düşünceler içime aktığında panikle arkamda kalan odanın birine girdim. İçeri de ki her şeyin üstü örtülüydü ve öylesine havasızdı ki bir an boğulacağımı düşündüm. Gözüm bir pencere arıyordu. Elimi burnuma uzatarak köşedeki ayın ışığını içeri alan cama yöneldim.

Nefes alamıyor gibi hissediyordum, aralık kapıdan gelen gürültüleri ve kırılan eşyaları elimden geldiğince duymazdan gelerek dolan gözlerimi sildim. Görmemi zorlaştırıyordu, ellerim pencereye uzandı ve büyük bir güçle açmaya çalıştım ama mümkün olmamıştı. Pencere sıkışmış görünüyordu.

Zaten o saklanan örtüden anlamam gerekliydi, evin bu pisliğinden anlamam gerekliydi.

Her yer karanlıktı, bilemezdin. Diye avuttum kendimi ama hiçbir cümle beni şu an avutamazdı.

Tek suçlu bendim, benim aptallığımdı. Benim Korel'den ayrılmamdı.

Sonunda daha fazla dayanamayarak açılmayan cama dirseğimle vurduğumda tek duyulan şey darbe sesi oldu, cam kırılmadı. Güçlükle iki kez daha vurdum, dirseğim acımaya başlamıştı.

İçeriden büyük bir gürültü koptuğunda sertçe üçüncü kez vurdum cama ve dirseğimde hissettiğim sızıyla eş zamanlı kırılan camın sesi duyulmuştu sonunda.

Kanayan dirseğime karşı yüzümü buruşturarak aldırmadan pencerenin elimi kesmeyecek kısımlarından tutunarak aşağı atladığımda neredeyse sel oluşturacak bu yağmurun oluşturduğu çamura düştüm. Üstüm tamamen çamura batmış, dizim sızlamıştı.

Evden dışarı adımımı atar atmaz yağmur baştan aşağı beni yıkamaya başlamıştı zaten, bu çamurun akıp gitmesi bu hızla yağan yağmurda beş dakika bile sürmezdi.

Nereye gittiğimi bilmeden bulduğum ilk yöne koşmaya başladığımda kaçtığım evden yanan tek mum ışığı da sönmüştü. Şimdi etraf zifiri karanlıktan ibaretti.

Elim boğazıma gitti, yırtılıyordu. Gözlerime gitti, doluyordu. Sonra ise dirseğime gitti, acıyordu.

Nereye gidecektim, nereye gitmeliydim?
Korel'e seslense miydim? Duyar mıydı? Eğer duyarsa tek duyan kişi o mu olacaktı?

''Ne yapacağım?'' diye fısıldadım kendi kendime çamura gire çıka kaçarken. Nemlenen saçlarım yine sırılsıklam olmuştu. ''Nereye kaçacağım?''

Nefes nefeseydim, nereye koştuğumu bilmeden koşuyordum ve kulağıma gelen tek ses bastığım çamurdan geliyordu.

Her yer karanlıktı, Korel karanlık yol serilecek önümüze o yolda da herkesten iyi yürürüz çünkü biz o karanlığız demişti ama ben yürüyemiyordum. Ben o karanlık yolda yalnız yürüyemiyordum, karanlık olamıyordum. Beni karanlık yapan oydu, ben o yokken ne aydınlık ne karanlıktım. Hiçbir şeydim. O olmadan bu yolda yürüyemezdim, düşerdim. Kendi başıma düştüğüm yerden kalkabilen bir insan değildim, Korel varken hiç düşmemiştim ve buna hazır değildim. Düşmeyi bilmiyordum ki kalkmayı öğreneyim.

''Korel, ne olur bul beni...'' diye fısıldadım ağlayarak.

Ne arabamızı görebiliyordum Ne Semum'u ne Korel'i. Tanıdık hiçbir şey yoktu.

Dudağımdan bir hıçkırık kaçtığın da dirseğimi kestiğim elimi gözlerime çıkarıp sildim önümü görebilmek için.

Gerçi karanlıkta zaten bir şey göremiyordum.

Bir yıldırım daha çaktığında olduğum yerde hıçkırarak sıçradım. O an sanki o yıldırım yere değil aklıma çakmıştı.

Korel ile buraya gelene kadar yıldırım hep hemen arkamızda kalan bölgelere çakmıştı, belki de yıldırım Korel'in peşinden geliyordu, onu kovalar gibi onun ardından iz bırakıyordu. Belki de gececilere onun yerini bildiriyordu.

Öyleyse yerini bana da bildirirdi.

Yıldırım tam karşıda koşarsam on dakika da yetişebileceğim mesafede bir kez daha çaktığında düşünmeden soluma dönerek koşmaya başladım.

Umarım doğru düşünmüş doğru karar vermişimdir. Yoksa sonumu düşünmek istemiyorum...

''Bekledim ama gelmedin sevgilim...'' diye mırıldandım.

''Gelmen gerekiyordu gelmedin...''

''Neredesin...'' nefes nefese hıçkırıklarımın kestiği cümlem yanımdan geçen bir gölgeyle sona geldiğinde adımlarım durdu. Tam yanımda bir rüzgarla, bir karartı görmüştüm. Emindim buna, bu karartı Korel'e ait değildi. Onun değildi.

''Semum?'' diye fısıldadım korku içinde etrafa bakarken.

Gölge aynı yerden, aynı hızda bir kez daha geçti. Sadece bir saniye sonra tam sağımdan ikinci bir gölge geçtiğinde geri adım atıp ayağımın takıldığı taştan ötürü çamura geri geri kapaklandım. Ellerim çamura dayanmıştı sırt üstü düşmemem için ve bir kez daha acı bedenimde gezindi.

Tam bir saniye sonra gölgeler ikiden üçe, üçten dörde ve beşe çıktı.

Etrafımda daire kurmuş gibileri ama dönüyorlardı. Girdaba benzemek ister gibi dönüyorlardı.

Ne dudaklarım yardım istemek için aralandı ne de gözlerim kaçabileceğim bir nokta yakaladı. Yer yüzünde kaldığım sürece ilk defa ölüme bu kadar yakın hissettim.

İlk defa ölüm gözlerimin önünde gibi hissettim.

Dudaklarımdan hıçkırıklar art arda çıkmaya başladığında ayın ışığı ilk defa göz görülür şekilde tepemde etrafı aydınlattı. Sanki ayı getiren şu an tam gölgenin arkasında elinde bir kılıçla dikilen adamdı.

Bir anda kılıç gökyüzüne kalktı ve etrafımı saran gölgelerden birinin içinden geçti. Gölge tuzla buz oldu.

''Devita...'' Diye fısıldadı. Kaçının diyordu, benden ölümden kaçının diyordu.

''Avcı.'' Diye fısıldadı ruhlardan biri hemen ensemden. Ardından kılıç solda kalan diğer silüete saplandı ve o da tuzla buz oldu. Diğer silüetler bağlarını kopardı, dönmeyi bıraktı ve gözden kayboldu.

Karşımda dikilen yağmurdan sırılsıklam olmuş, ay ışığında kılıcı parlayan, uzun saçları ıslandığından yüzüne yapışan Sencer bana doğru yaklaştığında titremeye başlayan ellerime hâkim olamadan tersiyle yüzümü silmeye çalıştım.

Az önce ölümüme ne kadar az kaldığını hissetmiştim, az önce ruhumun bir kez daha cehenneme gitme korkusuyla titrediğini hissetmiştim.

''Efnan...'' Sencer kılıcı yere bırakıp bana sarıldığında titreyen ellerim öylece omuzunun üzerinde hava da kaldı.

''İyisin... iyisin değil mi?''

Dudaklarımı cevap vermek için araladım ama öyle çok titriyordu ki cevaplar o titreyen dudaklarımı delip geçmedi. Bu yüzden dışarı çıkmayan sesim yerine kafamla onaylamak zorunda kalmıştım.

Bir eli sırtıma diğer eli bacaklarımın altına dolandığında kafamın olumsuzca salladım ama o beni tek hareketle kucağına almış çoktan yürümeye başlamıştı bile.

''Kes şu inadı anladık tamam sizi ayırırsam yakarsın, yaktın da zaten. Kurtulana kadar sessiz kal sonra istediğini yaparsın. Yakıyor musun dövüyor musun her neyse...'' sıkıntıyla üflediği nefes yüzüme çarptığında hava kadar soğuk olması içimi titretti. Üşüyordum, öyle çok üşüyordum ki zangır zangır titrediğimi hissetmiyordum bile. Sadece ayın aydınlattığı parmaklarımdan ve Sencer'in bacaklarımın altında kalan elinin sıkılaşmasından anlıyordum.

Derin nefes alma isteğim bile bu soğuk karşısında kafiyesiz kalıyordu. Çünkü çektiğim derin nefes beni çok daha fazla üşütecek hatta içime dondurucu soğukluğu yayacaktı.

Bu yüzden kesik kesik nefesler almaya devam ettim.

Tam o sırada Sencer'in adımları durdu. Bedenim ani duruşuyla sarılmıştı. Gözlerimi tam karşısında kalan noktaya çevirdiğimde bir bedenin dikildiğini gördüm karşısında.

''Kız bizim avcı.''

Gececi.

Sencer ''Öyle mi? Gel de al.'' Diyerek gözlerini kıstığında bedenimdeki ellerinin sıkılaştığını ve yakınında olmamdan dolayı boynundaki damarları görmüştüm zar zor.

''Sonucu belli olan savaşlara girme avcı, kızı bana ver.'' Sencer derin bir nefes aldığında bu soğukta nasıl üşümediğini sorguladım bir an. Ne titriyor ne de derin nefes almaktan korkuyordu.

Göğsü aldığı derin nefesle inip kalktı. ''Seni işaretlemeyeceğim gitmen için sana taviz gösteriyorum.'' Dediğinde karşısındaki adam güldü ve bir anda arkasında büyük alevlerle sarılı bir gölge belirdi, onu ensesinden yakaladığı gibi ateşini ruhunun içine daldırdı. Gececinin o gülüşü boğazına kaçmış gibiydi.

''Ben o tavizi göstermiyorum.'' Ruhu alevlerle sarılmaya başlayan gececinin bedeni diz çöker vaziyete geldiğinde Korel elini üzerinden çekerek ruhundan bedenine geri döndü, karanlık ruhu artık insan bedenindeydi ve Koşar adımlarla bana geliyordu.

Sonunda ısınacağım.
Sonunda karanlığa karışacağım.

Sonunda kokusunu duyacağım.

Korel'in adımları Sencer'in tam önüne gelip duraksadığında ikisinin bakışları benden çekilip birbirine döndü.

Sencer'in bedenimdeki eli Korel bir adım önümüze vardığında kaskatı olmuştu.

''İşaretli iki ruh... şu tarafta.'' Sencer kafasıyla geldiğimiz yönü işaretlediğinde Korel ''İşaretli üç ruh...'' diyerek düzeltti ve arkasında kalan ruhu alevle sarılı acı içinde bağıran ruha döndü.

''Onu da işaretleyeceksin, ayrıca... ruhların ne tarafta olduğu sikimde değil.'' Ellerini bana uzattığında sabahtan beri titreyen ellerim benden bağımsız boynuna uzanmıştı.

Çünkü tenim bile biliyordu benden önce kime gideceğimi.

Kollarım sıcacık boynuna dolandığında derin bir nefes aldım, o bile soğuk gelmemişti bana. Soğuk ellerin yerini sıcak eller aldığında boynuna öyle hızlı ve kıvrılarak gömülmüştüm ki bu onun hafif gülmesine sebep olmuştu. Titreyen bedenim titremeyi kesmiş soğuktan zar zor aralanan dudaklarım boynundaki sıcaklıkla resmen çözülmüştü.

''Sana bir can borçluyum kardeşim.'' Korel'in sesi bir anda ciddileşip ıslak saçlarıma değen çenesi dikeldiğinde Sencer'in yalandan boğazını temizlediğini duydum.

''Yer yüzüne benimle indiğin an sana kurduğum cümle buydu, hatırlıyor musun? Şimdi ödeştik say, ödeştik say ki adil savaşabilelim. Çünkü o kızı sağlam bir savaş vermeden bırakmayacağım, bırakamam. Biliyorsun.''

Korel'in elleri de az önce Sencer'inkilerin olduğu gibi kasılarak sıkılaştığında bedenindeki sıcaklığın daha da arttığını hissettim. ''Eğer adil dövüşeceksek abin olarak sana gelecekten bir bilgi... Sonunda ne olursa olsun o yollarda çok fazla ateşe maruz kalacağını ve canının çok yanacağını bil.''

''Ateş artık kabulüm, nasıl olsa Efnan ateşe beni alıştırdı.''

Korel'in bedeni bir kez daha kasıldığında derin bir nefes daha çektim içime. Tam o anda Korel'in arkasında kalan, benim omuzunun üzerinden gördüğüm bize doğru adımlayan bedenin ayak sesleri duyuldu.

Kolları sıvalı, saçları yağmurdan alnına düşmüş düğmeleri açık derin nefesler alan bir beden geldi.

Ardından Korel gibi ayın aydınlattığı o öldürücü bakışlarını Sencer'e dikti.

''Gitmeniz gereken süreyi aşıyorsunuz avcı.'' Sesinde uyarı ve sertlik vardı.

Sencer nefeslenircesine güldü.

''Ben gitmek için bir adım atmadıkça kimse beni olduğum yerden gönderemez biliyorsun değil mi Semum?''

''Kaldığınız yollar ateşe döndüğünde kendiniz gitmek zorunda kalacaksınız o sebeple önden uyarmak istedim.''

Semum'un sert sesi ve sözleriyle Korel'in kasılan bedeni yavaş yavaş gevşemişti.

Sencer ardından tekrar güldü ve adım sesleri ilişti kulağıma. Semum'un yanına geldiğinde adımları durdu, şimdi yüzünü az da olsa görebiliyordum. Yine alaycı ifadesini takınmıştı, gözlerini kısarak Semum'a baktı ardından da Korel'e.

''Dirseğinde kesik, avuç içerinde yaralar var. '' sözleri bittiğinde Korel'in saç uçlarıma değen çenesi kasıldı. Sencer'in sadece konuşması bile son zamanlarda onu sinirlendiriyordu. Bunun sebebinin Lilith olduğunu biliyordum.

İki kardeşi birbirine düşürüyordu, gerçekten tam bir dişi şeytandı.

Akan burnumu seslice çektiğimde Sencer'in artık duyulmayan adım seslerinin yerini aldığımı ve dikkatleri üzerime çektiğimi fark ettim.

''Canın yanıyor mu? Üşüyor musun?'' diye fısıldadı kafasını eğerek, sıcak nefesi tenime çarpmıştı dudaklarım anında tebessüm etmişti bu özlediğim ateşe.

''Artık değil.'' Diye fısıldadığımda ''Özür dilerim.'' Diyerek beni tenine daha çok bastırdı. ''Geç kaldım.''
''Olsun.... Yine de geldin. Geç de olsa geldin.''

O sıcak dudaklarını alnımda hissettiğimde ben de soğuk dudaklarımı boynuna bastırdım.

Kokusu burnuma öyle bir dolmuştu ki, duyduğum tüm iğrenç kokular bir anda aklımdan silinmişti.

''Ben sana her zaman gelirim Efnan, tenimi bekleyen tenine her zaman gelirim.''

 

Loading...
0%