Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@byzloey




Gecenin bu saati bölüm mü attın gerçekten demeyin uyumayıp attım gerçekten ve bölümü yazma sebebim az önce ki bölüm sonunun pişmanlığı sizden aldığım tepki ama bu bölüm sonu da hiç farklı olmadı ne olacak şimdi? Neyse uzatmadan geçelim bölüme çünkü aklımda hiç olmayan şeyler oluyor yazarken sözde şimdiye bu kitap bitmişti ama geri gelen yeni bir kaç karakterimiz var onlarla biraz hasret giderelim, yavaş yavaş zaten sona yaklaşıyoruz...

İyi okumalar!

Instagram : Byzloey

Beğenmeyi ve Yorum yapmayı unutmayın, hepsini tek tek okuyorum. ^^

33. Bölüm | Bilinmezliğin Izdırabı

Blinding Lights | Loi

'Onu avcının kollarına atıyorsunuz efendim.'

'O benden başka kimsenin kollarına gitmez.'

'Ama avcının yolunu açtınız, Efnan'ın peşini kolay kolay bırakmayacağını söyledi.'

'Annemin yarattığı bu iradesiz hali ona bunları söyleten, ama bırakacak. Er ya da geç...'

Uğultu... kulaklarımda bir yabancının sesinin uğultusu.... Belki de kulaklarımda değil. İçimde, en derinimde.

Bir kulak uğultusu değil bu hayır, zihin uğultusu. Bu duyduklarım her ne ise kesinlikle kulaklarımla duyduğum bir ses değil.

Boğuk bir hava yayılmış etrafa ve her yer karanlık, bir şeyler eksik. İçimde büyük bir şey eksik, ne eksik?

Yangın mı? Yoksa karanlık mı?

Adlandıramadığım büyük bir nokta sol tarafımda eksik olan. Kalp, işini yapıyor musun? Bana hiç öyle gelmiyor çünkü ağrıyorsun. Belki de ağlıyorsun, neye ağlıyorsun?

Gözlerim neden aralanmıyorsunuz aydınlığa? Neden hala karanlıktasınız birini arar gibi?

Ya burnum, neden güzel koku almıyorsun? Sanki başka bir koku arıyorsun.

Kirpiklerim neyse ki siz kıpırdıyorsunuz, neyse ki siz normal davranıyorsunuz anormal olan bu bedende.

Boğazım da bir kuruluk var, ne bu gariplik böyle? Anlayamıyorum, bedenim neden böyle yapıyor?

Uyanmalıyım, uyanmalıyım ve dedemin mezarına gitmeliyim. Dedem beni bekliyor, bana çok kırgın çünkü onun yanına hiç gitmedim uzun zamandır.

Zorluyorum gözlerimi açılmaları için çünkü ben zorlamazsam açılmayacaklar, fısıldıyorlar bunu bana ama sonunda yenilerek açılıyorlar. İlk gördüğüm şey içeri sızan öğlen güneşi ve görüntüsü yavaş yavaş netleşen karşımda masama kalçasını yaslayarak kollarını birbirine bağlamış beni izleyen Semum.

''Günaydın.''

''Günaydın.''

Boğazımın kuruluğu o kadar belli olmuştu ki Semum masanın yanındaki sürahiden su doldurup hızlı adımlarla baş ucuma gelmişti. Yatağımdaydım, odamda yatıyordum.

Saat kaçtı? Neden bu kadar çok uyumuştum anlayamıyordum.

''İyi misiniz?'' gözlerini kısmış beni izleyen Semum'a kirpiklerimle onay verdiğimde bitmiş suyu baş ucuma bırakarak yataktan kalktım. İlk başta dengemi kuramamıştım, son anda gardolabımdan tutunduğumda Semum bana yeltenmek üzereydi ama tutunduğum için yerinde kalmıştı.

''Başım ağrıyor biraz...'' Elim şakaklarıma gitti, ağrımak hafif kalırdı. Çok zonkluyordu.

''Ben...niye pek bir şey hatırlamıyorum?'' gözlerim kapalı pencereyle kesiştiğinde içerinin bu havasızlığı yüzünden düşünmeden oraya yönelip camı açtım sonuna kadar.

Her zaman kaldığım oda, neden bu kadar yabancı gelmişti birden bana?

Elim ağrıyan kalbime gittiğinde bir kez daha yalpaladım. Bu da neyin nesiydi böyle? Aklıma bu kadar güçlü etki bırakabilecek tek bir şey geliyordu... ''Yine birileri mi geçiyor? Yer yüzüne silüet mi indi?''

Semum kaşlarını çatmış kafasını olumsuzca sallamıştı. ''Hayır, kapılar kapalı. Bizzat kapattım.''

''Ama nasıl?'' Semum yaslandığı yerden doğrulurken bir su da kendine doldurdu, su içmeye ihtiyacı var mıydı ki? Ya da sorumdan mı kaçmıştı?

''Emir aldım.''

''Kimden?'' kafasına diktiği bardağın ardından bir su daha doldurdu, kesinlikle kaçıyordu.

''Şeytandan, kapılar kapalı. Bir başka emire kadar açılmayacak.'' Bu nasıl mümkün oluyordu ki?

''Ama kaderde kapıların kapanması.... Değişmesine sebep olmaz mı?''

''Olur, oldu da.'' Kaşlarım hayretle kalktığında Semum derin bir nefes alıp bıraktı. Öyle güçlü alıp vermişti ki nefesinin yüzüme çarptığını hissettim bir an.

Daha fazla soru sormak için dudaklarımı araladım ama Semum'un ifadesini gördüğümde bundan vazgeçmiştim. Çünkü bana hiçbir şey söylemeyeceğini ve bu konuşmanın daha fazla uzamaması gerektiğini gösteren sert bakışları bunu söylemişti.

Aklımda tonla soru dönüp duruyordu, eğer bu ağrı geçit olduğumdan ötürü değilse neden ötürüydü? Eğer kader değiştiyse yeni kaderim neydi? Eğer kader değişecekse Şeytan neden cehennemin kapılarını kapattırdı?

Saçımı kaşıyarak lavaboya girdim, aklımda bir sürü sahne canlanıyordu ama o kadar eksik ve o kadar nedensizdi ki... suyu açıp yüzüme vurmaya başladığımda ilk aklıma düşen an Sencer'i yakasından tutup tehdit etmemdi. Yakarım seni diyordum ama neden diyordum?

Yüzümü havluyla kurularken başka bir anım vardı, karanlıkta yıldırımın düştüğü bir gece de yıldırıma doğru koşuyordum, neden yıldırıma koşuyordum?

Lavabodan çıkıp üzerimi giyinirken otelin odasında pikap çaldığını duyuyordum ama oda benim odam değildi. Dans ediyordum ama neden tek başıma dans ediyordum?

Anlayamıyordum, hiçbir şey anlayamıyordum.

Bu da mı lanet olası kaderin oyunu?

Semum hala yaslandığı yerde beklerken dolaptan birkaç parça kıyafet alıp tekrar lavaboya yöneldim. ''Dedenizin mezarına mı?''

''Evet, götürürsün değil mi?''

''Götürürüm. Öyleyse ben aşağıdayım.'' Semum kapıya yönelirken kafamı sallamıştım sadece. Ardından üzerimi değişip saçlarımı tarayarak düzeltip yüzüme de çeki düzen verip kartımla telefonumu almıştım.

Odadan çıkarken göz gezdirdim unuttuğum bir şey var mı diye ama kendi odam bana yabancı gelmişti anlamsız biçimde. Sanki uzun zamandır burada değildim, sanki uzun zaman sonra şehir dışından ilk döndüğüm gündeydim.

Kafamı sağa sola sallayarak odamdan çıktığımda kapanmak üzere olan asansöre yetişmeye çalıştım. Tam yetişemeyeceğimi düşünerek umutsuzca duraksıyordum ki bir el uzandı asansöre ve asansör açıldı. Bir an gözümün karardığını hissettim.

Yine bir asansör açılmıştı ama burada değil. Dengemi kaybeder gibi olduğumda tutundum yanıma.

''İyi misiniz?''

Ve o karanlıkta başka bir ses yankılandı asansörün içinde 'İyi misiniz?'

Derin bir nefes alarak elimi yaslandığı yerden çektim asansöre ilerlerken. Kendime gelmeliydim, bana her ne oluyorsa kendime gelmeliydim.

''İyiyim, teşekkürler.''

Asansörün içindeki yaşlı ama takım elbiseli adam anlayışla önüne döndüğünde ben de önüme dönüp kapanan kapıları izledim. Yanımdaki yaşlı adamın yerini başka bir beden almıştı kısa bir an. Kafamı sağa sola salladım, görüntü düzelmişti.

Bana ne oluyordu bilmiyordum ama bu hiç hoşuma gitmemişti. Kalbimde bir çarpıntı olduğunda elim oraya gitti, sıvazladım asansör açılana kadar.

Geçmemişti, önemsemeden otelden çıktığımda bordo 666 MLK plakalı araba hemen önümde duruyordu, sürücü koltuğunda Semum oturmuş beni bekliyor elindeki sigarayla keyif yapıyordu. Dövmeleri her zamanki gibi gözler önündeydi.

Yan koltuğun kapısını açarak öne bindiğimde beni yeni fark ettiğini irkilmesinden anlamıştım, dalgın mıydı? Neden dalgındı?

Sorsam da cevap vermezdi, vermeyeceğini biliyordum. O yüzden sormadım, kemerimi taktım ve otelden mezarlığa gidene kadar sessizce dışarıyı izledim.

Her yer o kadar farklıydı ki, çocukluğumdaki yer ile şu an ki yerin aynı yer olduğuna inanmakta güçlük çekiyordum. Hala yıkımlar devam ediyordu, sanırım yıkmak için her yeri yakmışlardı çünkü her yer yangın izleriyle doluydu. Kalabalık binaların etrafında kalabalık oluşturmuştu.

Mezarlığa gelene kadar Semum'un bakışlarını üzerimde hissetmiştim, neden bu kadar sık baktığını anlayamamıştım ama beni germişti. Çünkü Semum bana hiç bu kadar uzun bakmazdı.

Araba durduğunda mezarlığa geldiğimizi anlayarak kemerimi çözüp inerken Semum'a baktım. ''Getirdiğin için teşekkür ederim.''

Kafasını salladığında aldığım cevapla dedemin mezarına doğru yürümeye başladım. Biraz yukarıdaydı. Yavaş yavaş çıkarken derin derin nefesler alıyordum, nedense içimde değişik bir sıcaklık vardı.

Saç uçlarımı parmaklarıma dolamıştım, neden yapmıştım bilmiyordum sadece yapmak gelmişti içimden. Ardından gelmiştim mezarın başına...

Yavaşça mezar taşının kenarına oturdum, burnum akmaya başlamıştı. Gözlerim ne ara dolmuştu?

''Merhaba dede... Bana çok kırgınsın biliyorum, çünkü gelmedim uzun zamandır...''

Diye mırıldandım taşın başını okşarken.

''ama gelmek için yolumu bulmam lazımdı, bulmaya çalıştım bulamadım dede... diyeceksin ki nasıl geldin o zaman? Hala kayıp bir kız olarak geldim... hala evsiz ve hala benliğim olmadan geldim yanına. Çünkü bulabilecekmiş gibi gelmiyor artık, sanki bir şeyi kaybettim artık bunlara inanmak için...''

Derin bir nefes alarak elimi toprağın üzerinde gezdirdim bu kez. Gözlerim etraftaydı, mezarlık sessizdi ve tek duyulan şey kargaların sesiydi. Kargalar son zamanlarda sık sık mezarlığa dadanmıştı.

''Neden.... Neden hala bir yere ait hissedemiyorum dede?'' diye fısıldadım.

Bu soruyu daha önce de sormuştum dedeme ama net hatırlayamıyordum. Gözümden bir yaş düştüğünde bir ses duydu kulaklarım... hayır kulaklarım duymadı. Bir cümle duydum ama kulaklarımla değil.

'Bir yere ait hissetmek bir yere varmak anlamına gelmez, bazen birine varmak da bir yere ait hissettirir.'

Yemin ederim duydum, bir düşünce duydum ama Semum'un değildi. Ona ait değildi duyduğum bu ses. Mezarlıktan ayağa kalkarak etrafa baktım. Kimse yoktu, hiçbir şey görünmüyordu.

Bomboş mezarlıkta olmayan bir ses duymak beni ürküttü birden, mezarlığın köşesine geri oturmadan yutkunarak mezara döndüm tekrar. ''Biliyor musun dede, uyandığımdan beri iyi değilim. Bir şeyler oluyor bana, kalbim ağrıyor dede. Büyük bir boşluk var zihnimde ve içimde. Anlamlandıramıyorum ne bu... Görüntüler kesik kesik canlanıyor aklımda ama bedenim tuhaf davranıyor. Burnum bir koku arıyor, gözlerim korktuğum karanlıktan geçemiyor aydınlığa, evim bana yabancı geliyor dede... Hiçbir şey hissedemiyorum başka... Sanki elimde tek bir şey kalmış parçalanmış ruhumdan ve o da kayıp gitmiş...''

Elim akan göz yaşlarıma gitti, öyle hızlı akıyorlardı ki silmeye yetişemedim ve sonunda bıraktım silmeyi, yenileri akacaktı daha. Çünkü beni paramparça eden beni bu hale getirdiğini düşündüğüm konuya gelmiştim şimdi.

''Biliyor musun cehenneme indim ben dede, Semum geldi şeytan izin vermiş çıkmamıza. Neden verdiğini bilmiyorum belki de cezamı çektiğimi düşündü ama neydi bu kadar uzun kalmama sebep olan ceza bilmiyorum... Ben kötü müyüm dede? Çünkü çok canım yandı, bak içimi görebiliyorsundur sen, görüyor musun o kırık parçaları dede. Görüyor musun kaybolan hislerimi... Hiçbir şey hissedemiyorum, neden hissedemiyorum? Ne zaman hissedebileceğim?''

Evet... hissedemiyorum. Bir şeyler oldu bana çok kötü bir şeyler...

Dudaklarım burukça kıvrıldı yukarı doğru, elim yine saç uçlarıma gitti, parmak uçlarıma doladım. Nedense bu hareket huzur vermişti bir an bana. Dedemin mezarına dolu suyu döktükten sonra son bir kez bakıp dua ettim ve Semum'un yanına doğru yürümeye başladım yere bakarak.
Aklımda hala o ses vardı, öyle uzaktan hem de öyle yakından gelmişti ki...

Elimle son göz yaşlarımı silerek kafamı kaldırdığımda çarptığım bir bedenle sarsıldım. Sarsıldığım için çarpan bedenin kolları beni tutmuştu. ''Acele etmen güzel ama keşke bir de önüne baksan.''

''Sencer?''

Sencer'in dudaklarında bir tebessüm olduğunda gök yüzü birden gürledi kara bulutlarla sarılırken.

''Çok mu sevindin beni gördüğüne?'' şaşkın ifademle geri çekildiğimde kaşlarını çatarak yüzüme baktı, hatta biraz daha çattı ve yüzünü yüzüme eğdi. O an gözlerim boynuna kaydı, boynunda biz iz vardı. Kaşlarım çatıldı belli belirsiz, anılarım çok kesikti ve eksik. Bunu daha önce gördüğümü düşünmüyordum, gözlerimi Sencer'in sesini duyduğumda boynundan çektim.

''Bir şey olmuş sana...'' diye fısıldadı gök bir kez daha gürlerken.

Aklımda yıldırımın peşinde koştuğum gece canlanmıştı bir an, neden koşmuştum nereye koşmuştum anlayamıyordum. Ellerim yine ağrıyan hatta zonlayan şakaklarıma gitti. Ağrı yavaş yavaş gözlerime vurmaya başlamıştı.

''Ne demek istiyorsun?''

Hava git gide kararmaya başlamıştı, saat ilerlemiş olmalıydı. Kara bulutların etrafı sarmasıyla gök bir kez daha gürledi.

''Boş ver ne demek istediğimi eve gitmen gerek hemen... Gececiler geliyor.''
''Ne?''

Sencer elimden tutarak beni Semum'un olduğu arabaya çekiştirmeye başladığında bir an aklımda dün gece gececilerden kaçtığım anlar canlandı. Sadece ruhum değil zihnimde parçalanmış gibi hissediyordum.

Hiçbir dengem kalmamıştı, hiçbir duygu kırıntım da öyle.

Semum'un arabası hemen aşağımızda göründüğünde Semum'un aynadan bakışları bize döndü ve kapıyı hiddetle açarak karşımıza dikeldi. Gözleri anında ellerimize kaymıştı ki elimi çekerek kendime geldim.

''Efnan'ı götür buradan.''

Semum bana kapımı açarak içeri girmemi işaret ettiğinde Sencer'e son kez bu aceleyi merak eden gözlerle baktım ama o Semum'a bakıyordu ve aralarında bir konuşma geçti, bunu sezdim. Çünkü Sencer kafasını sallamıştı ama ben ne konuştuklarını ne duymuş ne de hissetmiştim.

''Eğer gececiler geldiyse eve gidene kadar önümüze mutlaka birkaçı çıkacaktır.''

''Hemen arkanızdayız, gidin.''

Semum kendi tarafından binip arabayı çalıştırdığında Sencer de hemen arkasındaki devasa jeepine yönelmişti. Arkamı dönerek çatık kaşlarla ''Biz mi?'' diye seslendim ama beni duymadan arabasına binmişti.

''Arkanızdayız derken neyi kastetti?'' Semum arabayı mezarlıktan hızla çıkardığında arkadan gelen Sencer'i aynadan görebiliyordum. Araçta tekti, başka araçta gelmiyordu öyleyse kimden bahsediyordu?

''Avcı işaretler ateş ise öldürür. Gececileri ava çıkıyorlar.''

''Kim, Sencer'le ava çıkan kim?'' Semum'un gözleri yoldan kısa bir an bana döndüğünde yanlış bir soru sormuşum gibi yutkunarak arkama sindim. Neden böyle bakmıştı ki şimdi?

''Başka bir yer altı varlığıyla.''

Peki, madem sorularıma cevap vermek istemiyorsun ben de çenemi tutarım, soru sormam.

Mezarlıktan çıktıktan dakikalar sonra otelin yoluna döndüğümüzde sanat binasının önünden geçmiştik. Bir an burada çıkan yangını anımsamıştım, gözlerimi ovuşturdum yandığı için.

Ardından ellerimi ovuşturduğum gözlerimden çektim, otele varmamız için sadece köşeyi dönmemiz gerekiyordu... köşeye çok yaklaşmıştık, dönecek kadar hem de.

Ama önümüze bir anda yıldırım düştüğünde Semum öyle sert bir fren yapmıştı ki, eğer eli belime sarılmasaydı arabadan öne uçmuş muhtemelen her yerim paramparça olana kadar yuvarlanıyor olurdum.

Korkmam gerekiyordu, şu anda deli gibi korkmam gerekiyordu ama ben neden hiçbir şey hissetmiyordum? Kolumu sertçe vurmuştum neden canım yanmıyordu?

Kalbim ağrıyordu ama?

Semum'un endişeli bakışları bedenimde en sonda yüzümde gezindiğinde ''iyiyim.'' Diye mırıldandım.

Bir yıldırım daha düştü hemen yanıma, bu kez sıçramıştım ama korktuğumdan değil. Beklemediğimden.

Sencer'in kapı çarpma sesinin kulağıma gelmesinin hemen ardından kapım açıldı. ''İyi misin? Yaralandın mı?'' Sencer sorduğu sorunun ardından cevap vermemi bile beklemeden çenemden tutup yüzümü ona çevirmişti bile, yüzü o kadar yakınımdaydı ki bir an nefesimi tutmuştum gerginlikten. Ardından rahatsız olarak elini çenemden ittirerek ona sert bir bakış attım.

''İyiyim...''

Sencer sert bakışlarıma aldırmadan koluma ve bacaklarıma baktı, sonunda kanayan ya da acıyan bir yerim olmadığını gördüğünde ikna olmuş olmalı ki derin bir nefes verdi.

Semum çoktan arabadan inmiş hemen yıldırımın düştüğü yerde etrafa bakınıyordu. Köşede öylece duran iki araç ve etrafına düşen yıldırımlar bakıldığında tabloda komik bir görüntü yer ediyordu.

Ya da ben bu durumda bile bir şeyler hissedemiyor gördüklerimi alaya alıyordum, o kadar duygusuzdum.

''Etraf temiz görünüyor.'' Dedi Semum yanıma geri gelirken.

Sencer ise eğildiği yüzümden geri çekilerek doğrulmuş her zamanki gibi üzerinde olan deri ceketini düzelterek etrafa bir göz atmıştı, ağzında sakız mı vardı onun?

''Siz gidin.''

Semum arabaya geri geleceği sırada dudaklarını ısırarak duraksadı. ''Bu araba gitmez.''

Yıldırım o kadar yakın düşerse bence oldukça normal?

''Benimkini al.'' Sencer cebindeki anahtarı çıkardığı sırada bir ve birden çok karartı rüzgârla bize savrularak bize doğru geldi. Önce Sencer'in etrafını sardılar, bir anda bulutlar gök yüzünün çok daha hızlı kararmasına sebep oldu. Gök çok daha fazla gürledi ve bulutlar bile ağlamaya başladı, halbuki içimdeki bu burukluğa rağmen şu an gözümden yaş akmıyordu.

Sencer'in elindeki anahtar yere düştüğünde Semum'un yüzü bana döndü. Sencer çembere alınmıştı ve görünmüyordu... Sadece fısıltılar vardı rüzgarla etrafa dağılan. Ürkütücüydü ama bende hiçbir duygu uyandırmamıştı.

''Kızın önünden çekil avcı...''

Semum elini ensesinden saçlarına çıkarırken bakışları Sencer'in arabasına kaydı. Koşarak oraya giderken yağan yağmurla çoktan ıslanmaya başlamıştı. Ben de öyle.

Semum arabadan büyük gümüş kılıcı çıkardığında anladım yapmaya çalıştığını, yere eğildi ve kılıcı yerden sürükleyerek o çemberin içine fırlattı. ''Avcı!''

Saniyeler geçti, sadece saniyeler, tek bir kılıç darbesi vuran ışıkla parladı o karanlık ruhlarından arasından. Biri acıyla çığlık attı, Semum hızlı adımlarla yanıma adım attığında ise o dağılan karanlık benim çevremi sarmaya başladı. Rüzgâr çok daha sert esti ve birden Sencer'in etrafını saran karanlık neredeyse iki katı oldu, hatta belki de üç.

Bilmiyordum çünkü göremiyordum... ''Semum!'' diye bağırdım çemberin içinden. Sesim gidiyor muydu bilmiyordum ama yerin altımdan kaydığını hissedebiliyordum.

Uçmuyordum, toz oluyordum. Aynı cehennemdeki gibi, aynı Semum gibi... Gececiler beni de kendileriyle toz ediyorlardı. Sertçe yutkundum.

Elim gerginlikle saçlarıma geçti, oradan da uçlarına ve uçları parmağıma dolandı. O an garip bir şey oldu, bir kıvılcım işledi tenime, derinden ve hissedilir şekilde.

Bir an dudaklarım aralandı, içim alev alev yanmaya başladı.

Gözlerim yanıyordu, etrafımı saran gececiler yüzünden her yer karanlıktan ibaret olmuştu, ama tam karşımda bir ışık vardı kıpkırmızı, bunlar benim gözlerimdi. Yanıyordu, alev alev bakıyorlardı.

Korkuyla derin nefesler aldım, bu da neydi böyle?

Ben ne olduğunu anlayamadan korkuyla nefes alırken bir şey fark ettim, tek korkan ben değildim. O etrafımı saran karanlık titriyordu.

''Ateş...'' diye fısıldadı biri.

''Şeytanın köprüsü...'' diye fısıldadı biri daha...

Ne dediklerini anlayamıyordum. Tek yaptığım ellerimi onların kalbinin hizasına daldırmaktı ve bir ruh dağıldı. Ruhun dağıldığı yerden kendimi aydınlığa attığımda bir anda yüksekten düştüğümü hissettim. Havada mıydık? Hayır.

Yerde miydik? Hayır.

Fazla yüksek olmayan bir havadan düşmek üzere olduğumda birinin kucağına düştüğümü hissettim, gözlerimi sımsıkı yummuştum.

Çünkü gözlerimin içinde alevler geziniyordu ve tenime değen o eller her kiminse ateşi öyle bir harlamıştı ki artık ateş gözlerimde değil tüm bedenimdeydi.

Nefes bile alamıyordum çünkü o bile ateş karşısında kayboluyordu. Ellerim beni tutan kişinin omuzunu sımsıkı tutuyordu, hatta tırnaklarım etine bile girmiş olabilirdi. Dudaklarım aralıktı, nefes almaya çalışıyordum ama bu ilk defa bu kadar zordu.

Ve kalbim uyandığımdan beri ilk defa ağlamayı bıraktı, burnum ilk defa güzel bir koku aldı, karanlık ilk kez karanlık gelmedi.

Gözlerimi açtığımda acıyan harelerimi bile hissetmiştim, çünkü ateş hala oradaydı. İçeri de...

Ve karşımda dikilen o varlığın simsiyah ruhuydu beni tutan, gözleri benimkilerle aynı şekilde alevlerle sarılıydı. İkimize de yağmur damlaları düşmüyordu, çünkü düşer düşmez eriyorlardı.

İkimizin birbirine bakan alevli gözleri sabahtandır ağlayan o kalbime bir anda çığlık attığında kendi kalbimden korktum.

Ayaklarım ben kendime gelene kadar yere değmişti ve ne zaman doğrulduğumu bile anlamadım, o karanlık ruh bir anda toz olmuştu. Ayaktaydım ama dengem yoktu, kalbim çığlığı kesmiş bir anda sessizleşmişti.

Ve ben karanlığın ortasında sessiz kalbimle dengem olmadan ayakta kalakalmıştım.

''Efnan.'' Arkamdan bir elin beni kendine çekip sarıldığını hissettiğimde öylece gözümün daldığı yere bakmaya devam ettim, o vücudu karanlık ama ateşlerle sarılı gözleri benim gözlerimin yansıması olan ruhun gittiği yere.

''Çek elini kızın üstünden Avcı.'' Semum'un sert sesi kulağıma geldiğinde Sencer kollarını yavaşça üzerimden çekmiş ona bakmadığım için önüme geçmişti. O an arkasından baktığım yol bir anda yok oldu önümden, öfkelendim.

Ama öfken o kadar çabuk geçmişti ki öfkelendiğime emin bile olamamıştım.

''Efnan gözlerin...'' gözlerimi yummuş muydum? Ne zaman yummuştum? Neden farkında değildim?

Sencer önüme geçtiği an yummuş olmalıydım, çünkü ondan sonrasıydı yine karanlık olan.

Sencer sertçe yutkunarak Semum'a döndüğünde yine aralarında garip bir bakışma geçti, konuştuklarını biliyordum ama neden ben duyamıyordum onu bilmiyordum.

Çünkü paramparçasın, eksiksin.

Sırılsıklam olan üstüme baktığımda gök bir kez daha gürledi ve yıldırım ilerideki arazının ortasına düştü. Neden aynı aklımdaki görüntü gibi oraya koşmak istiyorum? Ne var orada?

Koş

Koşma

Koş

Koşma.

''Efnan.'' Sencer bana arabasını işaret ettiğinde Semum yanıma gelerek elini belime yerleştirdi. Arabaya kadar yürümemde eşlik ediyordu çünkü ne halde olduğumu fark etmiş kulağıma eğilerek ''İyi görünmüyorsunuz.'' Diye fısıldamıştı.

''Bana bir şeyler oluyor Semum, ruhumu hissetmiyordum şimdi bedenimi de hissedemiyorum.''

Semum'un dudakları bir an aralanır gibi oldu ama geri kapanması uzun sürmemişti.

Gözlerimi kuracağı bir cümlenin merakıyla ona diksem de o dudakları bir daha aralanmadı. Sadece bana arka kapıyı açtı ve binmemi bekledi. Ben de öyle yaptım, ondan cevap beklemekten vazgeçerek arkaya bindim. Kapı kapandı ve Semum şoför koltuğuna geçti. Sencer burada duruyordu, yıldırım düşen arazinin hemen önünde.

Açık camdan yüzümü çıkararak ona baktığımda sırıttı. Neye sırıttığını bile anlamamıştım, araba çalıştı ve o kahrolası köşeyi döndü.

Kafamı geriye yaslayarak gözlerimi yumup derin bir nefes aldım, az önce ne olmuştu?

Bana fısıldadıkları ne anlama geliyordu?

''Ateş...''

''Şeytanın köprüsü...''

Şeytanın köprüsü... Neden bu kadar tanıdıktı? Sanki bu cümleyi birden fazla kez duymuş gibiydim. Yabancı değildi bana.

Belki de hala eksik olan anılarımdaydı.

Bilmiyordum, ben bugün hiçbir şey bilmiyordum.

Semum sonunda otelin parkına giriş yaptığında yumduğum gözlerimi araladım. Yorgun değildim ama yatağıma girip yatmak istiyordum, gözlerimi karanlığa yummak istiyordum.

Neden olduğunu bilmeden.

Semum arabayı durdurup anahtarı üstünde bırakarak inip kapımı açtığında ona sorgularcasına baktım. ''Gelip alır arabasını.'' Diyerek kestirip attığında bende bir şey demeden arabadan indim.

''Sen?''

''Ben etrafı kolaçan edeceğim. Siz gidip odanızda dinlenin.''

Kafamı aşağı yukarı sallayarak otelin içine yöneldiğimde Semum da dışına yönelmişti. İçimde bir huzursuzluk vardı, ne olduğunu hiç anlamadığım ve adlandıramadığım bir huzursuzluk.

Elimi saçlarıma geçirerek asansörü çağırdığımda içimde kötü ses yükseldi, bastırmak zor oldu ama gelen asansöre dikkatimi vererek içimdeki sesi susturdum.

Asansöre bindim ve katıma basarak arkama yaslandım. Asansör kapandı, bir anda yanımda olmayan bir bedenin görüsünü gördüm yine. Heyecanla yüzümü çevirdiğimde kimse yoktu ama gözlerim tuş takımına kaydı. Benim katım beşti ama bastığım kat altıyı gösteriyordu.

Kaşlarımı çatarak açılan asansör kapısına baktığımda karşımda dikilen ve bana bakan bedenlerle tuşa uzattığım elim havada kaldı. Bir sürü kişi asansörün önünde bekliyordu ve köprü yanım hissetti... onları hissetti... beni öldürmek istemelerini hissetti. Ardından arkalarından birinin sesini duydum.

''Efnan! Kapat asansörü!'' tanıdık kızın sesini duyduğumda panikle tuş takımına uzandım, tuşların neredeyse panikten yarısına basmıştım ve ben basana kadar iki beden içeri girmişti bile. Bunlar gececilerdi. Asansörün önünde dikilen gececilerin arkasından bana bağıran kadın ise Suzan'dı.

Gececiler bana yaklaştıklarında değişen göz renklerinden gerçek ruhlarını görmüştüm. Gözleri parlaktı ama renkli değildi, griye benziyor diyebilirdim belki ama o kadar bile bakamamıştım, ruhları ise o kadar hareketliydi ki kestirmek imkansızdı.

Geriye yaslandığımda asansör aşağı inmeye başladı, sertçe yutkundum. Şimdi ne olacaktı? Semum yetişebilir miydi? Ya da Sencer? Ya da o alevlerle sarılı karanlık ruh?

Birinin yetişmesi gerekliydi... Çünkü artık içimde ateşi hissetmiyordum. Bir anda rüzgarla uçup gitmişti sanki.

İki bedenden biri ''Köprü...'' diye fısıldadı elini saçlarıma uzatırken, öfkeyle vurdum uzattığı ele. ''Çek elini gececi.''

''Ne avcı ne şeytan var yanında, şimdi seni kim koruyacak?''

''Ben kendimi koruyabilirim, az önce birinizi cayır cayır yaktım. Siz birbirinizi hissedemiyor musunuz?'' Eğer korkuyorsam da bunu belli etmemeliydim, bunu göstermemeliydim.

Hem bir dakika şeytan mı?

''Avcı beni hissedebiliyor, Semum da öyle o yüzden gelmeleri uzun sürmeyecek ve eminim ki onlara gelene kadar da ben sizi yakmış olurum.''

Evet ateş, tekrar yayılsan mı vücuduma? Tekrar hissetsem mi seni?

Neredesin?

Elim ağrıyan kalbime gitti bir kez daha, ateş yoktu. Blöfümü yemeyeceklerdi, yemeyeceklerini anlamıştım ki asansörün tepesine biri atladığında asansörün birden sarsılmasıyla önümdeki iki beden arkasındaki aynaya yapıştı.

Asansör birden açıldı ve içeri biri atladı, tam önüme. Bir erkek bedeni, heybetli ve beni tamamen kapatacak kadar kaslı.

Gözlerim üstünde süzülen ruha kaydığında sertçe yutkundum. Bu... bu ruh...

Gözleri omuzunun üzerinden bana döndüğünde en az gececiler kadar arkamdaki aynaya yapışmıştım. O kara bakışları ve korkutucu kafasını eğme hareketi nefesimi kesmişti. ''Beni özlemedin mi Köprü? Yapma ama her vücudumda tanıyacak kadar alışmıştın bana, mutlaka sevmişsindir biraz.'' Alayla gülerek önüne döndüğünde kollarını sıyırıyordu. ''Grim...'' diye fısıldadığımda onun duyduğundan bile emin değildim çünkü kendi fısıltımı ben bile duymamıştım.

Yine başka bir bedendeydi ama bu ruhu nerde görsem tanırdım. Çünkü bende çok büyük korkunç bir yer edinmişti.

Önümdeki iki bedenin içine elini soktuğunda ruhlarının büzüştüğünü gördüm ve o an birinin içinden elini çekti, kan akan elini ceketinin içine uzatarak Lilith'den aldığı beden değiştirme izni olan bıçağı önümdeki iki bedene sapladı.

Vücutlarında delik açılmış, kanlar içinde asansörün içine yığılan iki ceset ayaklarıma düştüğünde kusmamak için kendimi ölesiye tuttum.

Grim ise ellerini iki yanına indirerek bana döndü, ellerinden kanlar akıyordu ve bu görüntü hiçbir duygu hissetmeyen bana bile korkuyu hissettirmeyi başarmıştı.

''Sen... sen neden... beni kurtardın neden?'' kelimeleri toparlarken o kadar zorlanmıştım ki bu onu güldürmüştü.

''Kaderle o kadar oynadınız ki... Herkesin rolü değişti köprü.''
''Bu da ne demek?''

Bana doğru bir adım daha attığında, geriye gidecek yerim olmadığı için küfür savurdum.

''Bu şu demek, denize düşen yılana sarılır köprü. Artık senin düşmanın ne Azura ne benim bundan sonra hepimiz seni korumak zorundayız çünkü savaş başladı.''

Denize düşen yılana gerçekten sarılırdı ama ben gececilerden kaçıp Grim'e sarılır mıydım onu bilmiyordum. Bir adım daha attığında artık burnumun dibindeydi.

''Artık hepimiz aynı taraftayız köprü, çünkü bu kader bir daha değişirse hepimiz cehennemin dibini boylarız, buna sende dahil.''

 

Loading...
0%