Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. Bölüm

@byzloey

Hiç beğenememek ve silip baştan yazmayı düşünmekle beraber bölümü yayınlıyorum. Bilemedim tam olarak içime sinmedi ama eğer yorgunluktan değilse bu düşüncem ve yarın hala böyle düşünüyorsam tekrar yayınlar size bildiririm şimdilik bu bölümü yayınladım gitti, merak etmeyin bu ayrılık çok uzun sürmeyecek çünkü finale yaklaştık. Hatta kavuşmalarından hemen sonra final veriyoruz, bu yolda yanımda olduğunuz için hepinize çok ama çok teşekkür ediyorum. Daha nicelerine diyelim çünkü yeni kurgularıma geçmek için de oldukça heyecanlıyım, fazla uzatmadan sizi yeni bölüme uğurluyorum.

Oy vermeyi ve yorum atmayı unutmayın, hepsini tek tek okuyorum. ^^

İyi okumalar !

Instagram: Byzloey

 

34. Bölüm | Siyah Gölge

 

Still Beautiful | Tanae

 

Denize düşen gerçekten sarılır mıydı yılana? Gerçekten yeri geldiğinde dost olabilir miydi düşmanımız dediklerimiz. Elbette olurdu, cehennemi gören herkes oraya bir daha dönmemek için herkesle dost olurdu. Yapması gereken her ne ise yapardı, buna yeri geldiğinde cehenneme gönderdiği birini korumak da dahil.

Eğer Grim bile Azura gibi yer yüzüne çıkmış canı pahasına savaşmaya ve beni korumaya gelmişse gerçekten risk her zamankinden fazla demekti ve bu risk o kadar büyüktü ki yer altının tüm varlıkları aynı taraftaydı siyah gölgelere karşı, gececilere karşı. Azura ve Grim bile bizim tarafımızdaydı.

Yer altının hizmetkarları ve yer altından kaçan silüetler arasında bir savaş.... Ve bu savaş yer yüzünde, bu savaş insanların arasında ve insanların bedeninde.

Savaşan her ne kadar ruhlar olsa da...

Bu muydu kaderimiz, bu muydu dünyanın bu zamanında yaşanması gereken şeyler, önce silüetlerin yer yüzüne çıkması, cehennemin yer yüzüne inmesi ve en sonunda gececilerin kendileri için yağdırdıkları yağmurla çaktıkları şimşekle burada sonsuzluğu araması mıydı kader?

Sahi neydi bu kadar korktukları kader, neden herkes görüp bilirken ben görüp bilemiyordum? Neden hepsi cehennemin dibini boyluyordu ve neden kader sürekli değişip duruyordu? Kimin yüzünden, benim yüzümden mi?

Kader seçimlerimizle değişir sanıyordum, neydi bu kadar değişen seçimim?

Hangi seçim beni cehennemin ateşine atan ruhlarla yan yana getirtmişti? Buna değer miydi? Grim dediğim o acımasız varlığın bile beni koruması gereken bir noktaya getirmişti bu seçim.

Ve şimdi Semum nasıl Suzan'a güvendiyse ben de şimdi Grim'e güvenmek zorundaydım. Çünkü bana zarar vermeyeceğini içimde hissedebiliyordum, amacı zarar vermek değil korumaktı. Yanımda olmaktı ve tek düşündüğü şey kendisiydi.

Çünkü ben ne seçim yaptıysam... bu seçim yer yüzüne mal olmuştu.

Aynı zaman da yer altına da...

''Gel, çıkmamız gerek buradan, burada kalamazsın.''

Kanla yıkanmış elini asansörün kapısından bana uzattığında yüzü çok daha yumuşak bir hale bürünmüştü, acele etmem gerektiğini haykırıyordu ama bir yandan da sindirebilmem için bana zaman tanıyordu.

Tam o sırada resepsiyondaki kadın önündeki ipi indirerek bize doğru adımladığında gözlerim Grim'in kan akan elinden ona dönmüştü, gözlerinin rengi değişiyor çok daha parlamaya başlıyordu. Grim'in hemen arkasındaydı ve Grim onu fark etmemiş hala ısrar edercesine uzattığı elini sallıyordu. Onu uyarmak için dudaklarımı aralamak istedim ama o an da otelin tüm elektriği bir anda kesildi ve otel neredeyse deprem olurcasına gök gürültüsüyle sertçe sallandı.

Eğer duyguları olan Efnan olsaydı, şu an yere çömelip hüngür hüngür ağlıyor olurdu. Çünkü o Efnan karanlıktan ve gök gürültüsünden ürkerdi çünkü ona göre yer yüzü hiçbir zaman karanlık olmazdı. Mutlaka bir sokak ışığı bir ay ışığı aydınlatırdı bir yeri, ama şu an kapkaranlıktı. Ne ayın ışığı ulaşıyordu ona ne de sokakta bir lamba yanıyordu.

Şimdi ise her yer karanlıktı, tek görebileceğim parlak şey gececinin gözleriydi ve onu görmektense karanlıkta kalmayı tercih ederdim ama seçim hakkım yoktu, o gözleri görmüştüm.

Ben dudaklarımı aralayana kadar gececi Grim'in arkasında belirmiş şaşırtıcı hızda o parlak gözlerini gözlerimin içine ruhuma çevirmişti, bir an nefesimin kesildiğini hissettim çünkü o sadece benim ruhuma bakmıyordu kendi ruhunu da bana açıyordu.

O an onun yerine geçmiş gibi onun anılarını gördüm zihnimde.

Kendiyle beraber beş ruh yan yanaydı, birinin etrafını sarmışlardı. Altı ruhlardı, tam olarak altı.

Tam o sırada iki tanesinin içinden bir kılıç geçti ve tam arkalarında çok daha karanlık bir ruh belirdi gözleri ve bedeni alevlerle sarılıydı. Bu karanlık ruh beni düşerken kucağına alıp kurtaran ruhtu.

İşaretlenen Gececilerin ruhuna boynuzlarını geçiyor onları havada süzülen ateş parçalarına döndürüyordu. O altı kişiden geriye sadece bu gececi kalmıştı. Çünkü avcı ve o karanlık alevlerle sarılı ruh kalan hepsini avlamıştı.

''EFNAN!'' Bir anda gözümün önündeki görüntüler yerini karanlığa bıraktığında gececinin sert bir darbeyle camdan dışarı savrulduğunu gördüm. Işıklar dakikalar sonra geri gelmişti, Grim asansörün içinde hemen önümde duruyordu, Gececiyi fırlatarak bana seslenen ise Suzan'dı.

''Hemen gidiyoruz. Seni bekleyemeyeceğim.'' Grimin kolları bacağımın ve sırtımın üzerinden geçtiğinde kendimi bir anda hava da bulmuş yalpalamıştım. Gözlerim etrafı bulanık görüyordu, az önce ilk defa bir ruhun içine bakmıştım. Bu mümkün olabiliyor muydu?

Bu nasıl mümkün olabiliyordu?

''Semum... o nerede?'' diye mırıldandım tutamadığım başımı Grim'in omuzuna düşürürken. Bir anda tüm enerjim çekilmiş gibi hissetmiştim, bedenimi gerçekten hissedemiyor kontrol edemiyordum.

''K9 olma görevini o üstlendi, dua et ki biz de yer yüzüne indik yoksa hiçbiriniz bu savaştan sağ çıkamazdınız.''

Bu söylediğine gülmeden edemedim, etrafı hala bulanık görüyordum. Ellerim Grim'in omuzundan sarkıyordu. ''Bunu en az gececiler kadar bana saldıran birinden duymak komik.''

''Daha önce de söylediğim gibi köprü, ben emir kuluyum.''

Bir arabanın kapısı açıldı, sarı kıvırcık saçlarından kapıyı açanın Suzan olduğunu anlayabiliyordum. ''Ne oldu ona?'' diye sorduğunda Grim beni arabanın arkasına bırakmış şoför koltuğuna geçmişti, Suzan da hemen yanına.

''Köprü rekora koşuyor, bir ilki daha başardı.'' Grim'in alayla söylediği cümle kaşlarımı çatmama sebep olmuştu, otelin ışıkları bir kez daha gittiğinde bulanık gördüğüm etraf şimdi tamamen karanlık olmuştu, bir kez daha.

''Bir gececinin ruhuna baktı, o yüzden şu an insan bedeni ruhuyla arasındaki dengeyi kuramıyor.'' Bu da ne demek oluyordu? Bugün hiçbir şey bilmediğimi daha önce de söylemiş miydim?

''Ne yaptı dedin? Ne denge kurması bu kızın ruhu nasıl hala yer yüzünde? Bir gececinin ruhunu ancak şeytan görebilir.... '' sesinin sonlara doğru kısılması bana cevabı bildiğini fısıldıyordu, onun aksine ben bu cümlenin devamını bulamadığımda merakla ona eğilip ''Ne... Bu ne demek?'' diye sordum ama aldığım tek cevap kafasını olumsuzca sallamasıydı.

''hiçbir şey ben sadece fazla tepki gösterdim.'' Grim'in ona attığı bakışlarla tepkisini kısıp koltuğa sinmesi içimi oldukça huzursuzlaştırmıştı ve aynadan bana attığı bakışlar içimdeki soru alevini daha fazla körüklüyordu.

''Bu alevlerle sarılı olan.... Karanlık ruh kim oluyor?''
''Gececinin zihninde mi gördün?'' Grim bir kez daha arkayı kontrol ederken gözlerini aynadan bana kaydırdığında kafamı aşağı yukarı salladım. ''Şeytandı değil mi o?''

''Evet, şeytandı.''

Şeytan... Şeytan dediğimizde elbette boynuzları gelirdi ilk aklımıza. Günahları ve insanları günaha teşvik etmesi ama ben şeytanın kollarında onu neden böyle görememiştim.

Normal bir insanın bedenine baktığımızda sadece bedenine bakardık, gözlerine baktığımızda sadece harelerini ve kirpiklerini görürdük. Ben neden şeytanın gözlerinin ardında kendimi görmüştüm?

Elimi saçlarıma geçirdiğimde cevapsız soruların bedenime yaydığı öfke ve endişeyle geriye yaslandım.

Grim de Suzan da sadece belli sorulara cevap veriyorlardı, onlara cevap verebilecekleri şekilde sormalıydım sorularımı. Gözlerimi ovuşturarak görüşümün netleşmesini beklerken araba yavaşladı ve çok sürmeden durdu, karanlığın tam ortasında.

Sadece araba farlarının önümüzü aydınlattığı yolda farın önünde dikilen bir beden gördüm. Semum'du. Bize doğru geldi ve aralık camdan yüzünü içeri uzattı. ''Neyi var?''

Yüzü bana baksa da sorusu bana değildi, yüzünü Grim'e çevirdiğinde bu düşüncemi doğrulamış oldu. ''Hayırlı olsun, tarihin en güçlü köprüsüne hizmet ediyorsun.'' Semum anlamsız bakışlarını Suzan'a çevirdiğinde yutkundum. Neden konuşamıyordum? Görüşüm de hala netleşmemişti.

Aynı cehennemden döndükten sonra yalpaladığım zamanlara benziyordu. O anları bile hala net hatırlayamıyordum ama nasıl hissettiğimi hatırlayabiliyordum.

''Gececinin ruhuna baktı, bedeni dengeyi kuramıyor.''

Semum'un eli çenemi kavradığında kendime gelmiştim ama hala net göremiyordum. ''Sana ateş lazım...'' diye fısıldadı. Ardından elini gördüğüm kadarıyla dudaklarını ısırıp istemediği bir cümleyle devam etti. ''Seni kendine getirebilecek tek kişi var... onu sana getireceğim.''

''Vakit dar, eğer bedeni ruhunu içeride tutamazsa...''

''Biliyorum Suzan.'' Semum küfreder gibi bir öfkeyle elini çenemden çekip ortadan kaybolduğunda çenem boşluğa düşmüştü. Grim arabayı tekrar çalıştırdı ben ise hiçbir şey anlamadan öylece arkada kala kaldım.

''Eğer bedenim ruhumla dengemi kuramazsa ne olacak?''

''Arafta sıkışabilirsin.'' Cevap Suzan'dan gelmişti tam da tahmin ettiğim gibi. Grim hem önüne bakıyor hem de arkasını kontrol ediyordu.

Yıldırım ileride önümüze düştüğünde yıldırımın düştüğü yeri sollayarak yola devam etti, biraz sallanmıştık ama Grim oldukça iyi bir şekilde hakimiyet kurmuştu. Gergindi ve gözleri fıldır fıldır etraftaydı. Büyümüş gözlerini bulanık da olsa görebiliyordum.

''N...neden konuşurken zorlanıyorum, görüşüm...bulanık.''

Elim terleyen ensemdeki saçlarıma gitmek istedi, onları çekiştirmek istedi ama kaldıramıyordum. Şu an tek yapabildiğim konuşabilmekti. Görüşüm gittiğinde sesim gelmişti ama diğer duyularım eksikti, onları eksik hissediyordum.
Bana neler oluyordu böyle?

''Çünkü... sen bir seçim yaptın Efnan ve bu seçim sadece kaderini değiştirmedi ruhunu da değiştirdi. Çok daha fazla güçlendin, gececilerin ruhuna bakabilecek kadar...''

''Bunu ancak şeytanın yapabileceğini söylemiştin.'' Diye öne atıldığımda kafasını salladığını görebiliyordum zar zor, saçları kabarık olduğundan gölgesi görünüyordu önümdeki karanlıkta.

''Eğer arafta sıkışırsam ne olacak?'' soruyu sorarken içime yayılan korkuyu elimden geldiğince görmezden gelmeye çalıştım, çünkü cevabın çok kötü olacağını hissedebiliyordum. Cevabı amadan kötü olacağını hissediyordum ve bu içimde bir yerlerde cimciklenme duygusu uyandırıyordu.

''Kıyamete kadar orada kalırsın...''

Azdı, bu kötü his aldığım cevaba karşı azdı. Çok daha kötü hissetmeliydim, ölümle bu kadar yakın olan biri olarak çok daha kötü ve çok daha üzgün hissetmeliydim ama hissedemiyordum. HİÇBİR ŞEY HİSSEDEMİYORDUM!

Ben sadece yarım hissediyordum. Sadece ruhumun bir parçası kayıpmış gibi hissediyordum ve bu hissin nasıl son bulacağını hiç ama hiç bilmiyordum.

Gözlerimden yaş aktığını yanağıma vuran sıcaklığıyla hissetmiştim ama neden ağladığımı bilmiyordum. Eğer havanın soğukluğu tenime işlemeseydi göz yaşlarımın sıcaklığını da hissedemezdim. O kadar eksiktim işte.

Ufak bir rüzgâr Grim'in camından estiğinde, sadece ufak bir rüzgâr. Bedenim koltuğa yan şekilde devrildi, benden tamamen bağımsız ve tamamen kontrolsüz şekilde. İçimden çığlık atmak geliyordu, çığlık atarak kendime gelmek ama onu bile yapamıyordum.

''ABİ!'' Grim arabayı ani frenle durdurduğunda öne savrulur gibi oldum ama durmasıyla tekrar geriye kayıp koltuğa yaslanmıştım.

Bedenim devrikti, gözlerim açıktı ve dudaklarım kurumuştu ama duyularımı kullanamıyordum. Sadece etrafa bulanık gözlerle bakabiliyordum.
''Siktir! Orcus'u bul git Orcus'u bul. HEMEN!''

Kapıların açılma sesi uğultu halinde kulağıma ulaştığında bacaklarımın altında bir el hissettim, sıcaktı. Beni havaya kaldırdı ve rüzgârlı havanın arasına karıştırdı.

Elleri sıcaktı ama bedenimi ısıtmıyordu, sadece yolun ortasına beni getirmiş farların aydınlattığı o sessiz boş karanlık yolda yere yatırmıştı. Şimdi görüşüm gökyüzündeydi. Karanlık gökyüzünde.

''Neden bakıyorsun gözlerine sikeyim! Neden baktın ki gececiye?'' Önümde tur attığını görebiliyordum ama söylediklerini anlayamıyordum.

Gözlerim hafif hafif kapanır gibi olduğunda yanaklarımda eller hissettim. ''Köprü! Köprü sakın! Sakın yumma gözlerini!'' bağırıyordu, kulağımı kanatacak ve karanlıkta yankılanacak kadar bağırıyordu.

Ama kulağı tıkalı insana ne söylerseniz söyleyin ne kadar bağırırsanız bağırın, duymazdı.

''Köprü, uyan bak gelecek senin ilacın... gelecek saracak seni yine karanlığına. Sabret sabret yumma gözlerini.''

Bu havadaki de neydi? Ruhum muydu? Tam gözlerimin önünde bana acıyarak bakan benim ruhum muydu? Benim ruhumdu.

Ama karanlıktı, benim ruhum neden karanlıktı?

Ben her zerremin kararmasına sebep olacak ne seçim yapmıştım?

Gözlerim yarı açıktı, ruhumu görebiliyordum ama bedenimde miydim değil miydim ayırt edemiyordum. Kafama yana düşmek üzere olduğunda gözlerim de kapanmak üzereydi ve ruhum bedenimden çıkmıştı.

Artık ruhumu hissedebiliyordum ve havada süzülüyordum. Gökyüzüne süzülmek üzereydim, yerde yatan bedenimi görebiliyordum.

Grim hayretler içinde baş ucumdaydı, ağlıyordu.

Ve o an öyle bir şey oldu ki, karanlık sandığım gök yüzü bile etrafımı saran bu karanlığın yanında aydınlık kaldı. Gök yüzünde etrafım bir karanlık tarafından sarıldı, aynı bir kafes gibi.

Kolları bana dolandı karanlığın, bedenimi sardı. Havada süzülen o ruhum aşağı doğru süzülmeye başlamıştı şimdide, bedenim ısınmaya ve ruhum tamamlanmaya başlıyordu.

Bu hissin ne olduğunu bilmiyordum, ben neredeydim ne yapıyordum bilmiyordum. Tek bildiğim kendimi uzun zaman sonra güvende hissettiğimdi.

Yavaş yavaş aşağı süzüldüğümdü, tam bedenimin üstüne.

Ve karanlık bir anda yine kayboldu, bedenimi ateş parçaları sarmıştı. Kimsenin ısınamadığı vücudum ısınmıştı ve ben artık gök yüzünde değildim. Bedenimi hissedebiliyordum, yerde ve soğukta uzanan bedenimi, başımda ağlayan Grim'in sesini duyabiliyordum.

Çünkü artık ruhum bedenime geri girmişti, beni ikinci kez kurtaran her kimse beni tamamlayan kişiydi. Bunu hissedebiliyordum, dokunuşunda özlem seziyordum ama asla onun kim olduğunu göremiyordum. Sadece alevlerle sarılı bir ruhtu benim için. Ona ait olan tek anım beni iki kez havada yakaladığıydı.

Ve gözlerimi açtığımda yine kaybolmuştu, yine saklamıştı kendini, kaçmıştı benden. Elleri üzerimden çekildiğinde yine o eksiklik oturdu içime ama duyularım yerine gelmişti. Grimin hemen yanında nefes nefese kalan Suzan'ı görmüştüm ilk gözlerimi açtığımda.

Grim korkuyla derin nefesler alıyordu.

Az önce ne olmuştu? Parçalanan zihnim filmin tamamını kaydedememişti, yine her şey kesitlerden ibaretti ve ben artık kesit izlemekten nefret eder hale gelmiştim. Bilinmezlik içimi yiyordu.

'' Tamam, tamam artık vakit kaybedemeyiz yola devam etmeliyiz hemen.'' Suzan önüme çökmüş Grim'i sarstığında ellerimi yere yaslayarak yavaşça doğruldum. Grim kendine zar zor geliyordu, Suzan ise onu beklemeden anahtarı almış şoför koltuğuna geçerek arabayı çalıştırmıştı. Grim'in gözleri yerden bana kaydığında ''Yürüyebilir misin?'' diye mırıldandı. Sesi çatallıydı ve sık sık yutkunuyordu.

Kafamı sallayarak ona baktığımda ayaklanıp uzattığı eli tuttum ve kalkmama yardımcı olmasına izin verdim. Tekrar arabanın arkasına bindiğimde içeride oluşan sessizlik gerilmeme sebep olmuştu. Camlar açıktı içeri soğuk vuruyordu ama soğuk tenime asla çarpmıyordu. Tenim sıcaktı, tüm duyularım ve tüm yarım kalan hislerim düzelmişti. En azından şimdilik.

Nereye gittiğimizi sormadım, sesimi çıkarmadan oturdum arkada yalnızca. Kısa geçen sürenin ardından küçük bir evin önünde durduk, ev eskiydi.

İlk Grim ve Suzan inerek evi kontrol ettiğinde ben de arabadan yavaşça inip etrafa baktım, yıldırım tam karşıma düşmüştü. Ağaçlıkların arasına ve uzaktan uğultulu çığlıklar duyuluyordu.

''Avlıyorlar...'' dedi ne ara arkamda durduğunu anlamadığım Grim fısıltıyla.

''Gececileri değil mi? Şeytan ve Avcı.''

Kafasını aşağı yukarı sallarken bana eve geçmemi işaret etmişti. ''Ne zaman bitecek, avları?''

''Yer altı varlıkları için zaman kavramı yoktur köprü, senin bir günün onlara bir saniye de gelebilir senin dilinde ama bu gece açılan bu savaş sadece gececiler ve bizler arasında değil. Gececilerin yanında yer altından kaçan diğer iblislerde var.''

''Yani kaçan tüm ruhlar birleşti mi?''

Suzan elinde mumla bize kapıyı açtığında içeri girmiştik, salonda ortada küçük bir masa vardı ve onun da üstünde bir mum yanıyordu.

''Evet, tüm ruhlar birleşti. Bugün ve yarın gece ve gündüz diye bir kavram yok bizim için. İki gün sadece avla ilgilenmek ve seni korumak zorundayız.''

''Neden iki gün?''

Derin bir nefes alarak oturduğunda sırtını koltuğa yaslanmıştı, tozlu koltuğa.

''Gün Perşembe olmadan bitmeli.''

''Perşembe'nin ne özelliği var?'' Arkama yaslanmak için bedenimi rahat bırakmaya yeltenmiştim ama etrafta katman olmuş tozlar gözüme batınca bu fikirden vazgeçerek dik durmaya devam ettim. Grim'in ve Suzan'ın hiç umurunda görünmüyordu çünkü onlar çoktan yaslanmıştı hatta Suzan masaya ayaklarını bile uzatmıştı.

''Bilmiyorum, gün Perşembe olmadan dedi.'' Diye mırıldandı, kim olduğunu söylemedin ama ben anladım, bunu diyenin Şeytan olduğunu anladım. Çünkü sen sadece şeytanın konusu açıldığında sessiz kalıyorsun, sanki bu sana emredilmiş gibi.

Grim de Suzan gibi kollarını birbirine bağlayarak gözlerini yumduğunda ikisini süzdüm, ciddi ciddi öyle uzanmış gözlerini yummuşlardı. ''Sabaha kadar böyle bekleyecek miyiz?''

''Sen yan odada uyuyabilirsin, biz nöbetteyiz. Sırayla etrafın güvenliğini sağlayacağız.'' Suzan gözlerini araladığında ayaklarını masadan çekmiş ayaklanarak kapıya ilerlemişti elindeki mumla. Kafasıyla bana gelmemi işaret ettiğinde onu dinleyerek Grim'e son bir bakış atıp ayaklandım.

''Tatlı rüyalar köprü, rüyanda silüetler görmen dileğiyle.'' Dudaklarının kıvrıldığını gördüğümde ona göz devirmekle yetindim. ''Sanki gerçekte görmüyorum. ''

''İşte rüyanda istediğin kadar gör de gerçekte bakma bir daha öyle uzun uzun. Rüyada başın derde girmez.''

Kafamı sağa sola sallayarak ona son bir bakış atıp Suzan'ın peşinden yan odaya girdiğimde gözüm kapının girişinde duran şimdi fark ettiğim şemsiyeye takıldı.

Bir anlığına sanki o şemsiyeyi daha önce burada görmüş gibi hissetmiştim ama yine tam hatırlayamıyordum.

Aldırış etmeden açılan kapıdan içeri girdiğimde camın tam karşısında bir yatak, baş ucunda bir mum ve çaprazında bir komodin görmüştüm. Komodinin üstünde kapağı açık bir plak vardı.

''Merak etme ikimizde buradayız, güvendesin. Rahatça uyuyabilirsin.''

Suzan yavaşça arkasını dönerken elinden tuttum, belki Grim'den cevap alamıyor olabilirdim ama bu Suzan'dan da alamayacağım anlamına gelmiyordu.

''Sizi yer yüzüne şeytan mı çağırdı?''

''Aslına bakarsan şeytan çağıracaktı ama ondan önce senin bir diğer nefret ettiğin kişi geldi. Bir kader izletti bize, kurtulmamız için elimizde olan tek şansı gösterdi. Eğer o olmasaydı şu an her şey güzel gidiyor olurdu ama sonunda hepimiz cehenneme giderdik. İki mutlu günün ardından sonsuz cehennem yerine iki cehennem günün ardından sonsuz bir huzuru seçtik. Merak etme gün Perşembe olmadan bu iş çözülecek.''

''Neden Perşembe?'' diye ısrarla sordum çenemi tutamadan, belki cevabını Suzan verirdi, eğer biliyorsa.

''Bir özelliği yok aslında, Şeytan için özel sadece bu gün nedendir bilinmez. Şimdi de kalan yirmi dört saatte yer yüzünde kalan gececileri temizlemek için dışarı da avcıyla gececi avlıyor.''

''Avladıktan sonra... hepsi avlandıktan sonra ne olacak?'' Suzan'ın dudaklarında bir tebessüm belirdi. ''Merak etme, öğreneceksin.''

Yine bilinmezlik, harika!

Suzan giderken kapıyı örttüğünde gözüm karşımda kalan pencereden içeri sızan ay ışığına döndü. Kendi odamın bile bana yabancı geldiği zamanda burası bana tanıdık geliyordu, garip.

Yatağa doğru ilerlediğimde burnuma hoş bir koku geldi, adımlarım hızlanmıştı. Yatağa eğilip kokladığımda içime sızan kokuyla içimde bir şeyler koptu. Hem güzel hem de incitici bir şeyler.

''Ne kadar tanıdık.'' Diye mırıldandım, uykum şu an yoktu. Gergindim ve elim sık sık kalbime gidiyordu bu aralar.

Derin bir nefes alarak karşımdaki plağa yürürken ruhumun bedenimden ayrıldığı anı düşündüm, korkunçtu ama o an sanki her şey normal gibi geliyordu. Hiçbir şey idrak edilemiyordu çünkü her şey çok hızlıydı.

Şimdi o anlara döndüğümde nefesim kesiliyordu, karanlık ruhun etrafımı sardığını hatırladığımda özellikle. Gözleri gözlerime değdiğinde birkaç saniye kadar, içime işlemişti o sıcaklığı.

Bedenimden ufak bir titreme geçti, hala üşümüyordum. İçeri rüzgâr sızmasına rağmen hem de.

Ellerim plağın üstüne geldiğinde şarkının melodisi duyuldu içeride. Melodi de en az koku kadar tanıdıktı ve içimi sızlatmıştı.

Dudaklarıma bir tebessüm yayıldı, yatağa doğru ilerlerken mum ışığından duvara yansıyan gölgeme baktım. Küçükken izlediğim çizgi filmlerde gölgeleri izlerdim, gölgelere bakar dış görünüşünü yorumlardım kendimce. Şimdi ise bedensiz gölgelere bakıyordum, küçükken oynadığım oyuna şimdi başka kurallarla devam ediyordum. Şimdi yorumladığım şey dış görünüşleri değil bana karşı olan niyetleriydi.

Yorganı kaldırarak içine girdiğimde odada çalan plak ve burnuma dolan koku gözlerimin önüne bir kesit getirdi. Karanlığın içinde dans eden bir adam ve bir kadın, adamın yüzü kadının boynuna doğru eğik, kadın gülümsüyor ama yine her şey bulanık.

Kim onlar bilmiyorum ama hissediyorum ikisini de derinlerimde. Gözlerim kapanıyor mumun ve ay ışığının aydınlattığı odanın içinde.

Karanlık sarıyor yine kollarını bedenime ama bu kez soğuk bir karanlık bu, ben ise sıcağa hasret duyuyorum, onu özlüyorum derinlerimde. Nedendir bilinmez bir huzur doluyor içime her nefes çekişimde. Bu koku mu bana huzur veren yoksa bu plak mı kulağıma güzel sözler fısıldayan. Bilmiyorum, ben hiçbir şey bilmiyorum.

Ben sadece karanlığı istiyorum.

Bilmediğim ama ona hasret duyduğum bedenimi saran o sıcak karanlığı.

 

Loading...
0%