@byzloey
|
Uzun ve güzel geçtiğini düşündüğüm bir bölümle tekrar merhaba... Diğer bölümlere göre uzun ama tadında bir bölüm olduğunu düşünüyorum ve baştan söyleyeyim bu Efnan'ın Korel'i hatırlamadığı son bölümümüzdü, sonraki bölümde artık aklımıza takılan soru işaretlerini öğrenmeye başlayacağız çünkü finale geldik sayılır... Çok tutmadan sizi bölüme uğurluyorum, iyi okumalar ! Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, tüm yorumları okuyorum. ^^ Instagram : Byzloey
35. Bölüm | Saklambaç
All I Need | Within Temptation
Kapılar aralanıyor, cehennemin kapıları. Alevler içinde aralanıyor çok güçlü bir sesle, sahi güçlü mü o kadar bu kapı? Öyle olmasa nasıl içine sığdırır ki bunca çığlıkları? Elbette güçlü, herkesten ve her şeyden güçlü... Çünkü o bir ateş, o çığlıkları bastıran bir ateşten yapılma ama aynı zamanda ateşin aydınlığını bastıran bir karanlığa sahip. Birçok mümkün olmayan ya da görünen şeyleri açıklanamayacağı noktalarda gezindim. Mesela bir yer altı iblisi düşman oldu bana, Lilith'in emriyle. Lilith ve kızı musallat oldu bana nedenini hatırlayamadığım bir sebepten ötürü. Cehennemin kapıları kapandı, şeytanın emriyle. Kasırgalar sardı etrafı, yağmur dinmedi saatlerdir ve yıldırım sağlam bir yer bırakmadı etrafta. Çünkü gececiler ve şeytan oradaydı. Yer yüzünü yıkmışlardı, özellikle de bu kasabayı. Kasaba da insan kaldıysa da yaşanacak bir yer kalmamıştı, önce kül olmuştu her şey sonra yarılmıştı yer ve gürlemişti gök yüzü. Öyle sağlam sallanmıştı ki altımızdaki yer ve tutunduğumuz duvarlar ailemin altında kaldığı deprem tekrarlanıyor onların kaderini yaşıyorum sanmıştım. Ve bu son zamanlarda kader kelimesinden nefret etmiştim. Herkesin ağzında bir kader kelimesi geziyordu ve ne olduğunu sadece benim bilmediğim kader nasıl kader olabilirdi? Herkes görürken ben neden göremiyordum? Herkes gördüğünde de o kader değişmiyor muydu? Yoksa onların her şeyi görerek harekete geçmesi de mi kaderdi? ''Kaderin seçtiğin yollarla şekillenir. İyiyi seçersen aydınlığa kötüyü seçersen karanlığa düşersin.'' Ellerim yastığın üzerinde geziniyordu bir süredir. Her kitapta ya da mutlu sonla biten film sahnelerinde olan bir sahneyle açmıştım gözlerimi, yüzüme güneş ışığının vurmasıyla. Gözlerimi açmıştım açmasına ama zihnim açılmış mıydı buna hiç emin değildim. Çünkü uyanalı tahmini birkaç saat olmasına rağmen yatakta öylece uzanıyor sadece yastıkta kendi kendime iki çizgi çiziyordum. Ne çizdiğimi bile bilmeden, burnuma gelen kokunun etkisiyle iki çizgi çiziyordum hafif kıvrımlı. Gözlerimi yumduğumda sahneler geliyordu gözlerimin önüne ama tek gördüğüm iki karanlık ruha ait anıların kesitleriydi. Bir oda da mum ışığında, bir sergide ve birçok yerde... Vücudum sarsılıyordu içimde hissettiğim ateşle nedensizce. O karanlık ruhun teni tenime değdiğinde olmuştu bu sıcaklık, tenime öyle bir sızmıştı ki bir kıvılcım gibi. Şimdi zorlanıyordum söndürmekte, neden bu kadar yanıyordu bilmeden hem de. Eksik yanım harlıyordu belki de bu ateşi, kine dönüşüyordu boşluk. Çünkü şeytan fısıldardı kulağa, eksiği günahlarımızla kapatmamızı söylerdi, onu duyalım isterdi ve boşluğumuzdan yararlanırdı. İnsanların akıllarının karışık olmasından yararlanırdı, görevi buydu. Ve insanlar onu dinleyerek günaha girdiğinde, ona uyduğunda çekecekleri azabın farkına geç varır suçu şeytana atarlardı. Şeytan dürttü, Şeytan söyletti, Şeytan doldurur... Daha nicelerine sebep oldu insanların şeytanın üzerine attığı bu suç, sığındığı bu bahane. Yaptıkları şeylerin suçlarını başkalarına atanlar iradesiz insanlardır... Çünkü güçlü ve iradeli insanlar esen rüzgârdan bile etkilenmezler. Ya sen Efnan? O rüzgâr savuruyor mu seni? O şeytan fısıldıyor mu kulağına senin de günahları? ''Fısıldıyor...'' Ellerim hala yastıktaydı, kıvrımlı çizgiler çiziyordum hala, güneş de gözüme giriyordu ama aldırmıyordum. Tek istediğim burada kalmak ve yatağa sinen kokuyu içime çekmekti. Günün geçmesini beklemekti. Çünkü bu yataktan kalkmak demek sonunda bana nefes veren yerden kalkıp altında ezildiğim bu kader kelimesinin istediği rolü oynamaya devam etmek demekti. Benim ise tek istediğim her şey olup biterken bu tozlu, güzel kokulu ve melodili odada yatmaktı, her şey bitene kadar. Sabah doğan güneşi akşam çıkan ayı izlemekti, gözlerimi yumarken karanlıkta beliren iki aşığın kesitlerini görmekti. Bu kadar isteğimin karşısında istemediğim tek şey de kalbimdeki oluşan boşluğu hissetmemekti. Hatta belki de hissedemediğim duygularımın, cehennemin ruhumu parçaladığı kısımların bir an önce düzelmesiydi. Kapım tıklandığında gözlerimi güneşin vurduğu yastıkta gezinen parmak uçlarımdan ayırmadan ''Gel.'' Diye mırıldandım. Boğazım kuruduğu için güçsüz çıkmıştı sesim, kapı gıcırdayarak açıldığında hemen yanına yaslanarak kollarını birbirine dolamış Grim göründü kapıda. ''Köprülükten istifa edip kış ayısı olmaya mı karar verdin?'' Dudaklarım belli belirsiz kıvrıldı, boşluğuma gelmişti. ''Hayır, insan olmaya karar verdim. Yaralı ve yorgun bir insan. Hem istifa edebiliyor muyum?'' Boğazım konuştukça yırtılıyor gibi hissediyordum. ''Hayır.'' verdiği cevaba gram tepki göstermeden boğazım yüzünden yüzümü ekşiterek yaptığım şeye devam ettim, göz kapaklarım bazen kapanır gibi oluyor geri açılıyordu ve artık kesitler görmüyordum. ''Efnan.'' ''Efendim.'' Gözleri parmaklarımın üzerindeydi, derin bir nefes aldığında göğsü de aynı şekilde kalkıp inmişti. Suzan neredeydi bilmiyordum, Semum gelmiş miydi, avcı ve şeytan gececilerin ne kadarını avlamıştı bilmiyordum. Tek bildiğim bunun uzun sürmeyeceğiydi, perşembeye kadar sürmeyeceği. Çünkü onlarda zaman kavramı yoktu ve avladıkları zaman dilimi benim zamanımda oldukça kısa bir ana denk geliyordu, mesela perşembeye kadar. ''Boynuz çizdiğinin farkında mısın?'' Ellerim Grim'in sözleriyle duraksadığında gözlerim parmaklarımın arasındaki boşluktan onunkilere baktı. Boşluk... Şeytan boşluğu doldurur, şeytan kulağınıza fısıldar ve şeytan her daim içimizdedir. Ama onu çıkarmak ya da sonsuza dek susturmak bizim elimizdedir, çünkü kader buna göre şekillenir. Ya şeytana uyar cehenneme gidersin ya da şeytanın söylediklerini kulağını tıkar boşlukları kendin doldurur kaderini değiştirirsin. Bu böyledir, herkes için. Ve şeytan fısıldadı, boşluğuma fısıldadı, içime fısıldadı. Çünkü içerideki boşluğun ne kadar büyük olduğunu görmüştü, görmüş olmalıydı. ''Sana bir soru sorabilir miyim?'' diye mırıldandım vereceği cevaba güvenmesem de. Kollarını çözerek cebine yerleştirdiğinde hafifçe kafasını sallamıştı ama hala duvara yaslanıyordu, pozisyonunu bozmamıştı. Evden başka ses gelmediğine ve Suzan bize katılmadığına göre evde yalnızdık. Grim ve ben... Mükemmel bir ikili. Hava da uçuşan tozlar güneşle gün yüzüne çıkarken yatakta düz dönerek tavana diktim gözlerimi. ''Ruhumu görebiliyor musun? Yani karanlık mı aydınlık mı yoksa arafta mı? Sonumu söyleyemezsin biliyorum ama cehenneme indiğim anları hatırlıyorum kesik kesik, bir şeyler eksik onu da hissediyorum. Sormayacağım ne diye çünkü yine kader diyeceksiniz ve ben bu kelimeden o kadar nefret ettim ki artık merakımı bile geçiyor bu nefret. Sadece ben neyim neredeyim onu bilmek istiyorum. Bunu bana söyleyebilir misin Grim?'' ''Bunu köprü olan kız mı soruyor, yoksa Efnan mı?'' ''Ne fark var ki?'' diye mırıldandığımda gülümsedi. ''Eksik anıların da.... '' derin bir iç çekti. Bu kez tozlar tavanın önünde uçuşuyordu, el ele kutu kutu pense oynayan çocuklar gibi görünüyordu. ''Çok şey fark ediyor ama benim için senin için haklısın bir farkı yok. Yine de cevabını duymak isterim.'' Kurumuş dudaklarımı yalayıp boğazımı temizledim, acıyordu gerçekten de. ''Efnan, bu soruyu Efnan soruyor.'' Gözlerim beni kör eden güneşe döndü, yalancı güneş. Şeytan seni de mi kandırıyor yoksa? Çünkü ne kadar kör edecek kadar aydınlık olsan da tüm gece ve sabah gürledi gökyüzü, senin sıcaklığın kurutamadı yerde biriken su birikintilerini ve ıslak kaldırımları. ''Efnan bu cevabı kendisi alacak, çok yakında alacak.'' ''Ya köprü?'' ''O zaten nerede durduğunu biliyor, çok iyi biliyor.'' Tavana döndüğüm yüzümü tekrar ona dönerek yatakta yan dönerken kaşlarımı çatmıştım, köprünün bildiğini Efnan nasıl bilmezdi? Saçmalıktı. ''Biliyor mu?'' diye sordum söylediğinin doğruluğunu görmek istercesine. Kafasını bir kez daha salladı gülümseyerek. ''Sadece dediğin gibi... Eksik parçalar.'' ''ne zaman tamamlanacak bu parçalar?'' Sessizlik, yine. ''Anladım.'' Hiçbir bok anlamadım! Ama içinde kader geçecekse yine anlamasam da olur, en azından mental sağlığımın kalanını koruyabilirim bu ruhların arasında. En azından hayatta kalabilirim bu yağan yağmur ve düşen yıldırımın arasında, en azından nefes alabilirim her şey bittikten sonra. ''Kalkmayacak mısın?'' ''Kalkıp ne yapacağım ki?'' umursamazca sorduğum sorunun ardından bir ayak sesi duyulduğunda gözlerimi havada uçuşan tozlardan kapıya çevirdim. Her kim geliyorsa ağır adımlarla geliyordu ve bir o kadar da aceleciydi. Kısacası dengesizdi. Ve dördüncü adımda kapıda bedeni göründü, üstünde deri ceketi ve uzun saçları, heybetli vücuduyla kapıda dikiliyor çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Göz altları insan bedeninin yorgunluğundan çökmüştü ve içleri kızarmıştı. Acaba şeytanın bedeni nasıldı? Mavi gözleri o kızarıklığın içinde kaybolmuş gibiydi ve kaşları çatıldığında çok daha kalın duruyordu. Bana olan bakışlarının ardından Grim'e döndü. ''Bu yatıyor mu hala?'' ''Yalnız ben buradayım. Hala'' diyerek gözlerimi devirdiğimde kaşlarını hayretle kaldırdı. ''Bu saate kadar kalkmadıysan eğer ya ölmüşsündür ya da beni duyamayacak kadar umursamazsındır.'' ''Her ikisi de. Teknik olarak dün gece ruhum bedenimden ayrıldı.'' Gözlerimi kısarak verdiğim cevaba karşılık ellerini beline koyarak gergince nefes aldı, burnundan solumuş gibi görünüyordu. Tüm gece gececi avladığını varsayarsak bu çok olasıydı. ''Teknik olarak hala yaşıyorsun ve umursamaz olmak için hiç iyi bir gün değil, en son ne zaman yemek yedin?'' Guruldayan karnım tam da sorunun kendisine yöneltildiğini anlamış gibi cevap verdiğinde bakışlar sessizliği gök gürültüsü gibi bölen karnıma indi. Eh eğer cevap aldıysa konuşmama gerek yoktu, ki kafasını sağa sola olumsuz şekilde sallayışı cevabını aldığını gösteriyordu. ''Kalk hadi, bendensin yemek ısmarlayacağım sana.'' Ona umursamazca bakmaya devam ettiğimde Grim ile beraber bir bakışmalarını yakaladım. ''Kalkıyor musun yoksa prenseslik moduna fazla mı alıştın, çünkü ayakların bir süredir yere basmıyor.'' Grim'in hemen ardından Sencer sırıtarak ''Yürümeyi mi unuttun yoksa?'' dediğinde seslice nefes vererek doğruldum. Başım ağrıyordu ve bu kokudan uzaklaşmak istememiştim, ki baş ağrımın açlıktan ötürü bir yandan da gece boyu düşen yıldırımdan ötürü olduğunu biliyordum ama gecenin bir yarısı dalıp dalıp uyanmış yıldırımın düştüğü noktaları takip etmiştim. Şimdi ise buradan uzaklaşmak bana iyi hissettiren tek yerden uzaklaşmak gibi hissettirmişti o yüzden gitmek istememiştim ama bu iki çeneyle daha fazla başa çıkamazdım. Yataktan ayaklarımı sarkıtarak saçımı elimle düzelttiğimde ikisi hala kapıda dikilmiş bana bakıyordu, ne bekliyorlardı? Geri yatacağımı falan mı düşünmüşlerdi, eğer öyleyse bu komikti çünkü kalkmıştım artık ve geri döneceğimi sanmıyordum çünkü karnım dün geceki gök gürültüsünü gündüz devam ettiriyordu. ''Gececiler avı ne durumda?'' Kapıya doğru ilerlerken plağın kapağını kapatmıştım. Ne ara durmuştu yoksa bozulmuş muydu bir fikrim yoktu, aklım öylesine uçmuştu. ''Gece olmasına rağmen güzel temizlikti.'' Dedi ellerini birbirine çırparken, ikisinin önüne geldiğimde çekilmeleri için onlara zaman verdim ama ikisi de tam bir aptal gibi önümde dikilmeye devam ediyorlardı. Derin bir nefes alarak omuzlarımı geri düşürdüğümde onların anlamasını beklemek yerine kendim geçmeye karar verdim ve ellerimi ikisinin omuzuna koyup onları ileri doğru iterek açtığım yerden kendim çıktım. ''Geriye az bir gececi ve sayılı sülietler kaldı diyebiliriz ama önemli olan silüetler değil gececiler.'' ''Öyleyse bugün bitecek, değil mi?'' ellerimle göz pınarlarımdaki çapakları temizlerken bir yandan da açık kalan dış kapıya doğru yürüyordum. ''Evet, yarına dek bitecek. Bitmek zorunda.'' Kafamı onaylar biçimde aşağı yukarı sallarken dışarıya adımımı atmıştım. Her yer, tam da gece boyu gördüğüm gibi siyah küçük çukurumsu deliklerden ibaretti. Yol denen bir şey kalmamış denebilirdi. Anlaşılan kasabayı baştan bir kez daha inşa etmek zorunda kalacaklardı. Çünkü bu kasabanın kaderi sürekli toz olmaktı. Sencer'in jeepinin önüne geldiğimde kapıyı açması için ona baktım, elini cebine attı ve kilidi açarak sürücü koltuğuna yöneldi. Grim hala duruyordu, tam o sırada ona baktığımda sinsice gülümsedi. ''Benim görevim burada devam ediyor köprü, biliyorum yerimi doldurmaz ama nöbeti arkandaki yakışıklıya devrediyorum.'' Ben sözlerini dinlerken arkamda beliren bir karartıyla olduğum yerde sıçramak zorunda kaldım. O kadar sessiz gelmişti ki, rüzgâr onun tenine çarpıp bana sekmese hissedemezdim bile geldiğini ama Semum'un huyu buydu. Böyle sessiz ve karanlıkla gelirdi. Bir anda önümdeki kapı açıldığında Semum'un ciddi yüz ifadesine baktım uykulu suratımla. Hala aynı takım elbisesiyleydi onu dün arkamda bırakarak Grim ile devam etmiştim yola ve şimdi buradaydım. ''Buyurun efendim.'' Açtığı kapıya bir elimi yaslarken yüzümü yüzünde gezdirdim, onun da insan bedeninden ötürü göz altları çökmüştü ve göz kapakları şişmişti. Ruh ne olursa olsun beden bedendi ve belirtileri her daim görürdük. ''Umarım gece senin için çok zor geçmemiştir.'' Diye mırıldandım, etrafımda güvenebileceğim biri varsa eğer bu kişi sadece Semum'du. Çünkü eksik anılarımda net hatırladığım tek kişi oydu, her daim yanımdaydı ve tek niyeti beni korumaktı. Söylediği gibi beni koruyor bana hizmet ediyordu ve ben onun bu hislerini derinlerimde hissedebiliyordum. O yüzden eğer birine karşı güvenmem ya da birinin iyiliğini düşünmem gerekirse bu kişi istisnasız Semum olacaktı. ''Geçmedi, aksine düşündüğümden daha rahat oldu her şey.'' Bana geçmemi bir kez daha gözleriyle söylediğinde ikiletmeden kafamı onaylar biçimde sallayarak bindim. Kapım kapandı ve arka kapı açıldı. Sencer arabayı çalıştırmış bizi bekliyordu, bir eli viteste bir eli direksiyondaydı. Gözleri üzerimde gezindikten sonra çenesi ve kaşlarıyla bana kemerimi işaret ettiğinde aynı zamanda ''kemerini bağla. Olası bir ani saldırı olursa diye.'' Demişti. Dediğini yaparak kemerimi taktıktan sonra gözlerimi sadece kırpmıştım ve o an aklıma birkaç görüntü daha geldi. ''Kemer.'' ''Şeytanın kemer takmasını beklediğini söyleme.'' ''Ben neden taktım o zaman?'' ''Sen benden daha insansın, ayrıca taktım. Oldu mu?'' ''Oldu.'' ''Efnan, iyi misin?'' ellerim şakaklarıma giderken sertçe ovuşturmaktan geri durmadım, başımı sola doğru yatırmış yüzümü ekşitmiştim çünkü uğultulu ve bulanık anılar yine kafamdaydı ve beni bitiriyordu. ''Yok bir şey, eksik anılar. Devam et.'' Diye mırıldandım gözlerimi aralarken. Madem böyle görüneceksiniz nereye kayboldunuz, neden kayboldunuz? Sencer'in gözleri aynadan Semum'a döndüğünde dudağını ısırmış arabayı sürmeye başlamıştı, yerlere düşen yıldırımdan ötürü hafif sallanarak bazen de yukarı aşağı ilerleyerek gidiyorduk ama yapacak bir şey yoktu. ''Sağlam bir yer kaldı mı ki gidiyoruz ama?'' diye mırıldandığımda Semum koltukların arasındaki boşluktan öne doğru hafifçe eğildi. ''Sağlam kalan yer sadece otel ve Yeşil Liman, otel de dün geceden sonra elektrik sorunu yaşıyor zaten.'' Sencer onu kafasıyla onaylayarak uzaklaştığımız yoldan u çekerek döndüğünde ben de arkama yaslanmış dışarıyı izlemeye başlamıştım. Arazideki ağaçların yarısı devrilmiş yarısı ikiye bölünmüştü. Etraf o kadar dağınık ve içler acısı görünüyordu ki buna sebep olacak en ufacık şey yaptıysam diye üzüldüm içimden. Gözlerimin önüne getirdim kasabayı, cinayetlerle sarılmıştı her yandan sonra ruhlarla devam etmişti bu, ruhların hemen ardından yanmış kül olmuştu. Şimdi de her yer sel olacak kadar dolup taşmış yıldırımın düştüğü yerlerle ayak basılacak yer kalmamıştı. Şehir yerle bir olmuştu, ne için? Derin bir iç çekerek güneşe baktım yeniden, eee yalancı her yer hala ıslak ve esiyor? Ne kadar eserse essin rüzgârı hissetmediğim için gariplik duymadım, sanırım duymalıydım ama bedenim buna alışmış gibi hissediyordum. Arada bakışlarım bulanıklaşıyor ve kulaklarım sesleri uğultulu duyuyordu ama ilk anıma göre oldukça yol kat etmiş iyileşmiştim. En azından geceden itibaren. Sencer kaldığımız evin olduğu arazinin sonunda varmak üzereyken ben hala yerle bir olmuş ağaçlara bakıyordum o an ağaçların arasında uzaktan bir beden gördüm ama Sencer o kadar hızlı geçmişti ki gördüğüme emin bile olamamıştım. Tek yaptığım yüzümü boynuma kadar camdan çıkarıp arkaya bakmak olmuştu ama hiçbir şey görememiş Sencer'in adımı bağırmasıyla yerimde sıçramıştım. ''Kızım deli misin ne yapıyorsun? Cam dan mı atlayacaksın?'' Kafamı içeri sokarken baş parmağımı dişlerim arasına aldım. Birden bağırması beni gerçekten sıçratmış ve korkutmuştu. Grim ise sadece bana bakıyordu, onu hissedebiliyordum ama düşünceleri zihnime akmıyordu. Engelleyebiliyor muydu yoksa artık onu duyamıyor muydum? ''Bir şey gördüm gibi oldu.'' Diye mırıldanarak geri yaslandığımda artık araziden çıkmıştık. Bir şey değil, birini görür gibi oldun. Ama görmedim. Gördün. Görmedim. Gördün. Kes şunu! İçimden kendimle kavga etmeyi bıraktıktan sonra kemeri gevşeterek sırtımı daha çok yasladım koltuğa, gece boyu uykudan uyanıp durduğum için hala delicesine uykum vardı ama uyuyamıyordum. Uykudan gözlerim sulansa da uyuyamıyordum. Rüzgâr saçlarımı pencereye doğru savuruyordu ama gözlerim bir yere baksa da bir şey görmüyordu. Terlemeye başlamıştım, boynumdan akan damlaları hissedebiliyordum. Araba her araziden uzaklaştığında duygularım biraz daha yok oluyor gibi hissettim. Hissetmeyi özlemiştim, bir şeyleri hissetmeyi ve insanlık duygumu özlemiştim. Gözlerimin dolduğunu sıcak tenimde bile soğuk kalan göz yaşlarım yanağımdan aktığında anladım. Aslında dışarıdan akıyor gibi duruyordu ama dışarıya akmıyordu. İçeri akıyordu. Göz yaşlarımı içime akıtıyorum ama o bile yetmiyor söndürmeye bu ateşi. Sencer'in ya da Semum'un dikkatini çekmek istemediğim için esniyor rolü yaparak gözlerimi ovuştururken silmeye başladığımda Yeşil Liman uzaktan görünmeye başladı. Yine bulanıktı görüntüm ama yaklaştığımızda düzelmişti. Semum benden önce inerek kapımı açtığında ben de onunla beraber arabadan inerek Sencer'in ilerlediği masaya ilerledim. Ona karşı garip bir öfke vardı içimde ama ne olduğunu hatırlayamıyordum, ona karşı bir tersleme isteği içimde peydah oluyordu ama o ters cümleler dilimden çıkmıyordu. Bedenim dengesizdi. ''ne yersin?'' masaya oturduğumuzda Sencer'in bakışları doğrudan benimkini Semum'un bakışları da Sencer'i bulmuştu. O da bir şeyden rahatsızdı ama ne olduğunu anlayamıyor duyamıyordum. Gözlerimi bir kez daha ovuşturarak ''Fark etmez. Şu gürültüyü kessin yeter.'' Diye mırıldandım karnımı kastederek. Dudakları yukarı kıvrılırken garsonlardan birini çağırdı ve en hızlı hazırlayabilecekleri kahvaltı için uygun menüyü istedi. O sırada bakışlarım geldiğimiz yola döndü birden. Sebepsizce. Gözlerim orayı buldu ve bedenimdeki sıcaklık yükseldi. Bakıyordum, hiçbir şey yoktu ama bir şey hissediyordum. Sanki ateş beni çağırıyordu. Gözlerim Semum'a döndüğünde Sencer'le aralarında geçen iddialı bakışmaları görmüştüm, sandalyemi geriye çekerek ''Lavaboya gideceğim.'' Diye mırıldandığımda kalkmaya yeltenen Semum'un omuzuna elimle bastırarak onu engelledim. ''Lavabo dedim Semum, lavabo.'' Gözleri tereddütle bana baktı ardından az önce baktığım yere yola döndü ve bir anda kalkmaya yeltenmeyi bırakarak kafasını salladı. ''Lavabo.'' Diye mırıldandı. Anlamsız bakışlarımı bir süre üstünde gezdirirken dudaklarında oluşan belli belirsiz mini minnacık bir kıvrılmayı yakalamıştım ama o kadar kısaydı ki gerçek olup olmadığından şüphelenmiştim. Aldırmadan Yeşil Liman'ın içine girdiğimde gözüm onlara kaydı ikisi de arkası dönük oturuyordu. Yeşil Limanın arkasına ilerleyerek yolun öteki tarafına çıktığımda yüzümü önce sola ardından sağa çevirdim. Etrafı süzdüm, burası her daim boş oluyordu ve bu garipti. Omuz silkerek gözlerimi yumdum, ayaklarım sağa döndü. Adımlar attı birkaç kez ve gözlerim hala kapalıydı, hissedemediğim hislerim şimdi beni yönlendiriyordu. Sanırım hislerim gitmemişti, saklanmıştı. Derinlere bir yere saklanmıştı. Sola döndüm iki adımda ve bir kez daha. Ardından durdum, gözlerimi araladım. Önümde kimse yoktu ama bedenim cayır cayır yanıyordu. Boğazımı çekiştirerek arkamı döndüğümde çattığım kaşlarım gevşemişti çünkü köşeyi dönen bir beden görmüştüm ve dudaklarımdan ''Hey! Bekle!'' cümlesi dökülmüştü gür bir sesle. Adımlarım hızlıca döndüğü köşeyi döndü ama kimse yoktu. Hüzünle omuzlarım düştüğünde elim alnıma gitti. Sıcaktı, çok sıcak. Hızlı aldığım nefesler sokakta duyuluyor aldığım nefesten ötürü göğsüm inip kalkıyordu ve rüzgâr esmesine rağmen çok sıcaktı. Ayrıca etrafım boştu. Ama etrafım boş olmasına rağmen içimde bir ses yankılandı daha önce duyduğum ve kim olduğunu öğrenemediğim bir sesti. 'Yine buldun beni, parçalamış ruhundan kalan kırık parçalarınla.' ''Buradasın değil mi?'' diye bağırdım etrafıma bakarken, kim olduğunu nerede olduğunu bilmiyordum ama beni izlediğini biliyordum. ''Buradasın ve saklanıyorsun?'' Ses gelmedi ne dışardan ne de içeriden. ''Yolda gördüğüm adam sendin değil mi? Ağaçların arasındaydın!'' sesim gürdü, duymamasına imkânı yoktu keza kulakları duymasa da derinlerinde duyardı söylediğimi ama cevap vermedi yine. ''Saklambaç mı oynuyoruz?'' diye bağırdım bir kez daha ama kimse yoktu, belki de gitmişti. ''Seni yine bulduğumu söylerken ne kastettin?'' Yine bir süre ses gelmediğinde boynumu kütleterek kendime küfür ettim. Tam bir aptaldım, duyduğum bir sesin peşinden buraya geliyordum ve elde ne kalıyordu, hiçbir şey. Harika! 'Bana geçmişten ders almamı söylemiştin.' Dedi uzun geçen sessizliğin ardından beni beklemediğim anda hazırsız yakalayarak. ''Aldığın ders saklambaç oynamak mı?'' Gözlerim etrafta fıldır fıldır geziyordu ama tek gördüğüm ilerideki varil ve çöp konteynırıydı ayrıca konteynırın kenarında gezinen kedi. Yol ve sokak sessizdi, tek konuşan ve dışarıdan deli gibi görünen bendim. Ben kovalıyordum, o kaçıyordu. Ben onu arıyordum, o saklanıyordu. Şu an resmen beş altı yaşlarındaki çocuklardan farkımız yoktu, affedersin onun düşüncelerini hissedebildiğimi unutmuşum. 'Aldığım ders riskleri ortadan kaldırmak.' ''Ama geldin, riske girdin değil mi buraya gelerek? O yüzden saklanıyorsun?'' Sorum sokakta yankılandığında fark etmediğin bağırdığımı anlayıp dudaklarımı ısırdım. Umuyordum ki yemeğim çok da hızlı gelmemişti yoksa bu konuşmayı bölebilecek iki insan şu an buraya geliyor olabilirdi. İçimdeki sıcaklık biraz daha yükseldiğinde yüzümü sıvazladım ve pantolonuma sildim. Çok sıcaktı, çok ama çok hem de. 'Geldim. Yine de geldim ama bir önemi yok çünkü sen gideceksin.' ''Ne? Nereye?'' Çatılmış kaşlarımla sanki bir anda görebilirmişim gibi etrafa bakmaya devam ediyordum ama o beni görse de ben onu göremiyordum. İçimden bir ses de göremeyeceğimi söylüyordu zaten, bu konuşan her kimse onu sadece sesinden tanıyabiliyordum. Sesi kalın ama hoştu ve tınısı içimdeki alevlerin düzeyiyle oynuyordu. Önüme gelen saçlarımı arkaya atarak boynumu açtığımda kıyafetimle kendime hava vermeye çalışıyordum. Aynı zamanda da bir cevap bekliyordum ve o cevap fazla beklemeden gelmişti. 'Böyle bir savaştan kılına zarar gelmeden çıkıp açlıktan ölmemen için sana söylenen yemeğini yemeye.' Doğru söylüyordu, yemek şimdiye gelmiş olmalıydı ve dikkat çekmek üzere olduğum barizdi ama sormak istediğim o kadar sorunun ardından yine cevapsız dönmek beni daha da sinirlendirecekti bunu da biliyordum. Yine de bir şey yapamayacağım için ve sorularımın cevabını cımbızla aldığım için omuzlarımı düşürmüştüm. O cımbızla cevap alabileceğim kadar vaktim yoktu, dudaklarımı ısırarak etrafımı bir kez daha kontrol ettiğimde bir rüzgâr daha saçlarımı savurdu öylece. Ve ben etrafta sesinin tınısına kadar içime işleyen o kişiyi artık duyamadığımda gittiğini anlamış Yeşil Limana hızlı adımlarla geri dönmüştüm. Sadece köşeyi dönmüştü ve ben koşmuştum peşinden, örümcek adam mıydı bu adam nasıl birdenbire kaybolmuştu? Resmen toz olmuştu? Etrafımdaydı ve beni tanıyordu, eksik anılarımdan biri olduğunu açıkça söylemişti ama deşmemi de istemiyordu. Etraf bir kere daha bulanıklaşmaya başladığında elim şakaklarıma gitti, dengem sarsıldı ama bir yere düşmeden toparlayabilmiş masaya varabilmiştim. Tam da tahmin ettiğim gibi yemeğim gelmişti, Semum ben giderken nasılsa hala öyleydi ama Sencer oldukça öfkeli görünüyordu. Masaya oturduğumda ikisinin de bakışları bana dönmüş sorarcasına bakmıştı ama ona rağmen Semum ''Afiyet olsun.'' Diyerek tepsiyi bana uzatmış açıklama yapmamı istemediğini göstermişti. Biliyorsun, sen nereye gittiğimi biliyorsun. Bir yanıt gelmedi, kısarak attığım bakışlardan bir an olsun ayırmadı bakışlarını. Bu sebeple Sencer sessizliği boğazını yalandan temizleyerek bozmuş bana yemeğimi yememi söylemişti ama bu sırada kollarını birbirine bağlayarak çatık kaşlarla bana bakmaya devam ediyordu. İkisinden de gözlerimi çekerek yemeğimi yemeye başladığımda aklımda az önce duyduğum sesler bir bir tekrarlandı. Sanki plak bozulmuştu ve ben hep aynı seste takılı kalmıştım. 'Yine buldun beni, parçalamış ruhundan kalan kırık parçalarınla.' 'Bana geçmişten ders almamı söylemiştin.' 'Aldığım ders riskleri ortadan kaldırmak.' 'Geldim. Yine de geldim ama bir önemi yok çünkü sen gideceksin.' Ve aklımdan az önce duyduğum tüm sözler yavaş yavaş uğultuya dönmeye başladığında elimde tuttuğum yemek tabağa geri düşmüştü. Başıma yine şiddetli bir ağrı girmişti. Ellerimi şakaklarıma yasladığımda acıdan inlememek için çok zor duruyordum. Sencer'in ve Semum'un ellerini omuzumda hissediyor seslerini duyabiliyordum ama duyduğum sesler uğultudan ibaret olana kadar zihnim işkenceye uğramış acı çekmişti. Ellerimi şakaklarımdan yavaşça çektiğimde sımsıkı yumduğum gözlerimi açmış yemeğime bakmıştım öylece ve az önce aklımda canlandırdığım konuşmalar bir uğultudan ibarete dönmüştü, sadece bununla da kalmadı. Bundan önce duyduklarımda uğultuya dönüştü birden aklımda. Bu adam her kimse basit bir iblis değildi, avcı ve iblisler buradaydı peki bu kadar güçlü geriye kim kalmıştı? Şeytan... Şimdi kulağıma kendini mi fısıldıyorsun, gerçekten şeytan denmeyi hak ediyorsun... Daha fazla diğerlerinin merakından ötürü başımda yükselen seslerine katlanamadığımı fark ettiğimde elimi kaldırarak ''iyiyim, bir anlık sancı.'' Diye mırıldandım. Zihin sancısı. İkisi de sessizleşmiş yine birbirine bakmıştı, bana neler olduğunu biliyorlardı ama söylemiyorlardı. Bunu biliyordum ve sorduğum hiç bir soruya cevap vermeyeceklerini de biliyordum. Önceden susuyor muydum yoksa her şeyi öğreniyor muydum hatırlamadığım için bilmiyordum ama şu an susmam gerektiğimin bariz farkındaydım, konuşacak pek halim de kalmamıştı zaten. İkisine aldırmadan yemeğimi elime alarak tekrar yemeye devam ettim. En hızlı yaptıkları yemek tosttu, bol kaşarlı çift katmanlı bir tost ve içinde yeşillikler eklenmişti. Yanında gelen meyve suyundan büyük bir yudum aldığımda kuruyan boğazımın yumuşadığını ve kendine geldiğini fark ettim. Sokakta bağırırken fark etmesem de buraya geldiğimde ve şu an nasıl yumuşadığını hissettiğimde acıdığını anlamıştım. Tostumun yarısına geldiğimde ikisinin garip ve bir tereddütlü bir sinirli bakışmalarını görmezden gelmeye devam ettim. Sencer hala kollarını birbirine dolamış oturuyordu, gözleri benimle Semum arasında gidip geliyordu. Semum ise bacak bacak üstüne atmış ellerini birbirine kenetleyerek bacağının üzerinde tam bir beyefendi gibi oturuyordu. ''Kalan lokmanı yolda bitirirsin, gidelim yavaştan.'' Bu sözleri söylerken yüzünü havaya kaldırdığında ben de onun gibi kaldırmıştım lokmamı yutarken ve yüzüme bir damla yağmur düştü. Çiseliyordu ve bu gececilerin kalanlarının da gelmek üzere olduğunun bir göstergesiydi. Hava yine henüz akşam olmasına vakit varken yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu ve yağmur çiselemesiyle bunu pekiştiriyordu. Tostun kalanını elime alarak meyve suyunun kalanını hızlıca yudumladıktan sonra Sencer'in arkasından Semum ile beraber bir yandan arabaya yürüyordum bir yandan ise tostumu yemeye devam ediyordum. ''Yine mi o eve gidiyoruz?'' ''Etrafını sardığımız için şu an güvenli tek yer orası, yer altından gelip bizim tarafımıza geçen tüm varlıklar iyi ya da kötü orada, yani savaş asıl orada dönüyor. Eğer çemberi genişletirsek bu kadar kısa sürmez ve çok daha fazla insan zarar görür. O yüzden çember ne kadar daralırsa her şey o kadar çabuk son bulur.'' Sencer'in sözleri bittiğinde kapımı açmış dikkatle bana bakıyordu ama ben ağzıma son lokmayı attığım için dolu ağzımla ona cevap veremiyordum. Semum ona göz devirerek arka koltuğa bindiğinde bende ön koltuğa binmiş yaptığı kaş göz işaretiyle kemerimi bağlamıştım. Ardından onun kendi tarafına geçip binişini anahtarı takıp arabayı Yeşil Limanın önünden sürmeye başlayışını izlemiştim ağzımdakini yutana kadar. Sonunda zor da olsa büyük lokmayı yuttuğumda ona dönerek ''Bu gece son değil mi?'' diye mırıldandığımda o da yüzünü bana dönmüş sola dönüş için yol boş olmasına rağmen sinyal vermişti. Bunu boşluğuna denk geldiği için yaptığını düşünmüştüm. Boşluk... Şeytan. Kes artık! ''Bu gece son.'' Beni onaylayarak yüzünü tekrar yola çevirdiğinde arabanın içindeki ekrandan tarihe baktım, Salı. ''Perşembe olmadan...'' diye mırıldandım. Yarın çarşambaydı ve Perşembe olmadan en azından gece perşembeyi vurmadan önce bitirecekleri manasına geliyordu ve bu, belki de her şeyin biteceği son noktaydı. Belki de bu savaşın sonunda yeni bir savaş açılmayacaktı artık, artık sadece Efnan olacaktım. Eksik ve yarım bir Efnan. Duygusuz bir Efnan. Kimsesiz bir Efnan. Ve aynı zamanda kendini bir yere ait hissedemeyen Efnan. Belki şu an gittiğimiz eve yerleşirdim baştan dizayn edip, günlerdir orada kalmamdan ötürü olsa gerek ki kendi odamdan daha çok evimmiş gibi hissettiriyordu bana. Sanki kendi odamdan çok daha fazla anılara sahiptim orada, bir gece bile çok şey ifade edebiliyordu bazen. Bir geceye bile gerek yok, bazen bir saniye olurdu ve tüm hayatınıza bedel olurdu. Tüm hayatınız boyunca görmediğiniz tatmadığını ve yarım kaldığını ne varsa tamamlanırdı birden. Bazıları bunu mucize diye tanımlardı bazıları aşk bazıları ise batıl inanç derdi buna. Mucizeler olmaz, insanlar da köprü olmazdı elbette ama olmaz demek bu dünya için fazla kesin bir kelime olur. Çünkü tanrı ol der ve olması gereken her neyse çoktan olmuştur. Çünkü insanlar seçim haklarından ibarettir. Onların bir sınırı vardır ve o sınır sevaplar ve günahlar olarak ayrılır. Çünkü insanlar ikiye ayrılır. İyiler ve kötüler, savaşta da ikiye ayrılır; kazananlar ve yenilenler. kazananlar ve kaybedenler, iyiler ve kötüler olarak sonuca ulaşacağımız günün akşamı. Yarına kadar sonuçlanmak zorunda, gün Perşembe olmadan. Çünkü tanrı ol der ve olur. Çünkü kader böyle yazılmıştır ve o an biz anlamadan gelip geçer, insanlar ise kaderi sadece seyreder. Ve sonunda düzen tekrar yerine oturur çünkü kıyamet düzenin koptuğu anda ortaya çıkar. Güneş tersinden doğar, sular olması gereken yerde olmaz birçok olmaması gereken şey olur ve olması gereken her şey yok olur. İnsanlar yok eder bunu ve fark etmeden her yok ettikleri şeyde kıyamete yaklaşırlar. Çünkü kıyamet düzenin bozulduğu gündür, çünkü cennet ve cehennem bu bozulan dünyanın kalan tüm parçalarını içine çeker, etrafımızı sarmıştır. Ve bu dünyanın düzeni bozulduğunda ikisi de girdap gibi bizi içine çeker. İyiler cennete kötüler cehenneme, araf denilen yer ise tam da dünya da kalanlar için söylenir. Çünkü burada her iki dünya da var. Cenneti görmek istersen cenneti, cehennemi görmek istersen cehennemi görürsün ve eğer iyi olursan sonsuz bir ödülün eğer kötü olursan sonsuz bir cezan olur. Ama her iki türlüde ışığı görürsün, karanlıkta asla kalmazsın. Arafın aksine, çünkü arafta iblisler geziyor. Çünkü arafta asla görebileceğime inanmadığım karanlık var, her yerde geziyor ve etrafımı sarıyor. Bazen de beni boğuyor. Elim bu düşünceyle boğazıma gittiğinde gerçekten boğuluyormuşçasına hissetmekten alıkoyamadım kendimi. Sencer'in bakışları kısa bir an için bana dönse de bir şey dememiş arazinin girişine varmıştı bile, yol yine bozulmuştu ve sallanmaya başlamıştık. Semum sessizdi, öylece bize bakıyor gibi görünüyordu. Emin değildim çünkü ona değil camdan dışarı bakıyordum, tekrar o kaçırdığım yüzü görebilme umuduyla bakıyordum. Onu nasıl bulabilmiştim? Nasıl duyabilmiştim onu başka kimseyi duyamazken? Ve ne söylediğini nasıl unutmuştum? Nasıl silinmişti zihnimden birdenbire, nasıl uğultuya dönmüştü her şey? Yine ağrıyordu, başım yine ağrıyordu. Baş ağrıması çok düşünen insanlarda olurdu peki ya çok düşünme sebebimiz çok susmamızsa? Ya çok sustuğumuz için düşüncelerimizde konuşuyorsak? Bu mu bizi hasta eden? Çok düşünmek değil çok susmak mı? Sallanarak ilerlediğimiz arazinin ortasında duran bir beden gördüğümde yine sessizliğin yol açtığı o baş ağrıtıcı düşüncelerimden kurtardım kendimi. Kızıl saçları, şekilli vücudu ve o nefret duygusu içimde harlanan kız yolun önünde ayakta duruyordu kollarını birbirine bağlamış vaziyette. Yağmur çiselemeyi bırakmış yağmaya başlamıştı, kızıl saçları nemli haliyle çok daha düz olmuş beline inen saçları omuzuna yapışmıştı. Üzerince siyah ince bir bluz altında da dar siyah bir pantolon vardı. Belinde gümüşten bir kemer uzun ince parmaklarında bordo oje ve gümüş renk yüzükler ile o keskin bakışlarıyla bize bakıyordu. Sencer onun hemen önüne geldiğinde araba durdu ve Azra yerinden kıpırdamadan dururken Sencer'in bakışları bana döndü. Biz iniyorduk ve inmemize sebep olan kişi Azra'ydı. Azra. Kemeri açarak arabadan indiğimde Semum'un da peşimden indiğini duymuştum açılan kapıdan. Bir adım atmamla Sencer'in yanında ve Azra'nın karşısında durduğumda içimdeki öfkenin harlanmaması için çok zor tutuyordum kendimi. O kesik anılar bile nefret edip onun üzerinde türlü türlü işkenceler yapma isteğimi uyandırıyordu. Bir de hatırlasam her şeyi, kesin yapar gibiydim. ''Abi.'' Diyerek gözlerini bizden Sencer'e çevirdiğinde Sencer aynı onun gibi ''Kardeşim?'' diyerek karşılık verdi. ''Diğer abimi bulamıyorum, onu bulmama izin vermiyor.'' ''Seni görmek istemiyor, gözüne gözükme.'' Diğer abi, evet? O da mı silinen kısımda? Harika! Gözlerim arkamda kalan Semum'a omuzumun üzerinden ona kaydığında hemen ensemde olduğunu hissettim, Azra'yı tehdit olarak mı algılıyordu yoksa koruma iç güdüsüyle mi böyle davranıyordu tam olarak karar veremesem de onun bu kadar yakınımda olması kendimi daha güvende hissettiriyordu. Gözlerimi Semum'dan Azra'ya çevirdiğimde şaşkın bakışları ve aralanmış dudakları ile Sencer'e baktığını görmüştüm. ''Seninle bile iş birliği yapıyor ama beni görmek istemiyor hem de azat ettikten sonra?'' ardından bir kahkaha attı, kolları gevşemişti ve yağmurun artması ıslanmamıza sebep olmuştu. Saçlarım nemlenmiş üstüm ıslanmıştı ama umurumda değildi, Semum'un gözleri etrafta dolanmaya başlarken bir yandan da üzerindeki ceketini çıkarmıştı. Gözlerini bana çevirmeden ceketi omuzlarımın üstüne bıraktığında parmak uçlarımla ceketi elinden alarak omuzumun üzerinde tuttum. Gözleri fıldır fıldır etraftaydı, tehlike mi algılamıştı? Ben de onun gibi etrafa şüpheli bakışlar atarken kulağımı köpek gibi dikmiş bir yandan da Azra ve Sencer'i dinliyordum. ''Uzatma Azra, rakip olabilirdin ama ona zarar veremezdin. Çizgiyi aştın.'' ''Ortada bir çizgi yoktu.'' Seslerinin tınıları yavaşça sertleşmeye başladığında dikkatimi etraftan çekip onlara yönelttim. Nedense her an kavga edebileceklermiş gibi hissediyordum, şu an zamanı mıydı? Saçlarımdaki damlalar pıt sesiyle ayak ucumda biriken ufak su birikintisine katılıyorlardı, tam arka kısmımıza yıldırım düştüğünde bu kez sıçramamıştım. Sencer hiç etkilenmeden ufak bir adım attığında kardeşiyle burun buruna gelmişti. İkisinin de gözlerinden birbirine karşı ateş püskürüyordu. Neden birdenbire ortamın bu kadar gerildiğine asla bir anlam veremiyordum. Yağmur şiddetlenerek doluya döndüğünde arkama baktım omuzumun üstünden Semum yok olmuştu, ne zaman gitmişti? Neden gitmişti? Kaşlarım çatılmış vaziyette önüme döndüğümde Azra'nın ''Çizgiyi siz çektiniz, biri yüzünden.'' Diyerek bana baktığını gördüm. Ne yani bana mıydı bu laf şimdi? Sencer'in de bakışları omuzunun üzerinden ucuyla bana döndü ama bir şey demeden önüne dönmüştü tekrar ve öldürücü bakışları kız kardeşinin üzerinde geziniyordu. ''O çizginin öbür tarafına geçmek senin seçimindi ve geçtin. Seçimini yaptın cezasını da çektin artık dur Azura, artık savaşa dahil olma.'' ''Savaşın seyri benim sayemde değişti beni böyle yok sayamazsınız.'' Azra'nın hemen arkasından çok daha uzaktan bir beden kararmış havanın altında gölge gibi belirdiğinde ikisinin sesi tamamen kesilmişti. O beden gölgeden ibaretken Semum olduğunu düşünmüştüm ama hemen arkasına düşen yıldırım bir saniyelik bir görme şansı vermişti bana. Ve ben o bir saniyelik sürede buz mavisi gözleri görmüştüm sadece, başka hiçbir şey değildi gördüğüm. Sadece mavi hareler görmüştüm ve rüzgâr bana bir koku taşımıştı. Tanıdık bir koku, beni dün geceye rağmen uyutan bir koku. ''Ben seni azat ettim, seni affettim demedim Azura. Yani öylece yok sayabiliriz.'' Yine karanlığın ortasındaydı ve sesi uzaktı ama aynı zamanda yakındı, derinlerimde duyuyordum hem de bu kez dışarıdan. Gerçekten saklambaç mı oynuyorsun benimle? Gündüz görünmüyorsun çünkü her yer aydınlık gece ise ortaya çıkıyorsun her yer karanlık. Görmemi istemiyorsun ama hissetmemi istiyorsun, ne yapmaya çalışıyorsun? ''Bu savaş çizginin ötesinde ve gerisinde kalanlar için. Çizginin üstünde kalanlar, ölür.'' ''Sanırım o çizginin üstünde sadece ben varım.'' Azra'nın kısık sesi bana bile zor gelirken arkasında o kadar uzağında kalan adama nasıl gitmişti anlam verememiştim ama duymuştu, beni de duyabiliyor muydu? Azra'nın cevabına kafasını salladığında Azra kafasını eğdi ve yenilgisini kabul etti. ''Katılmayı isteme sebebim bir şeyi teyit etmekti ama madem istenmiyorum...'' Sencer ile aynanda kaşlarımız çatıldığında Azra kafasını olumsuzca sallıyordu, arkasında kalan gölgeyi göremiyordum ama rüzgâr bana hala kokusunu getiriyordu. Koku yastığımın üstüne sinen kokuydu, belki de kaldığımız ev ona aitti? Çatık kaşlarımla merakıma yenik düşerek Azra'ya bakmam gerekirken bile gözlerim arkasına kayıyordu ve buna engel olamıyordum. İçim de yine bir sıcaklık vardı ve yağan yağmur bile beni üşütmüyordu hatta ıslandığımı bile hissetmiyordum çünkü benim hissettiğim tenime değen her damlanın cız sesiyle buhara dönüyor olmasıydı. ''Neyi teyit etmekti amacın?'' bu içimdeki soruyu dile döken ses Sencer'indi. Azra yüzünü yerden kaldırdığında Sencer'e gülümsedi. ''Eğer kovmasaydınız gösterirdim belki...'' omuzunun üzerinden arkasındaki gölgeye baktığında gülümseyişi genişlemişti. ''Tebrik ederim abi.'' Arkamdan sert bir rüzgâr enseme estiğinde bir anlık irkilme ile arkama döner gibi oldum ama göz ucuyla simasını gördüğümde kim olduğunu anladığım kişiyle rahat bir nefes verip tekrar karşıma odaklandım. Gölge bir adım daha atmıştı öne doğru ama Azra bir anda gözden kayboldu, toz oldu. Tebrik ederim abi? Sanırım kaçmak abi kardeş en sevdiğiniz özellik... Her neyse.... Neydi, neyin tebriğiydi bu? Savaşın ve yıldırımlı bir gecenin ortasında neydi daha önemli olan ve onu buraya getiren? Merak yavaşça içimi kemirse de başka bir merak daha fazla baskın geliyordu buna, karşımda dikilen bene olan merakım. Yüzünü yere eğip ıslanmış vücuduyla arkasına döndüğünde öne doğru bir adım attım. ''Yine mi saklanacaksın?'' Henüz bir adım atmasına rağmen durmuştu, kafasını yine de yerden kaldırmadı ama derin nefes aldığını kalkıp inen omuzundan görebiliyordum, yani zar zor. Hemen önüne bir yıldırım daha düştüğünde bu kez bedenini görebilmiştim o bir saniye de. Keşke önü dönükken düşseydi o yıldırım... Hem de tam ortamıza, tabi bizi öldürmeyecek şekilde. En azından beni. Hadi yine konuş, içimden ya da dışımdan duyayım seni. Hadi rüzgâr es, getir burnuma onun kokusunu, bir yabancının kokusunu. Bir yabancı ama benim yabancım. Sen sadece bir yabancı değilsin değil mi? Sadece beni izlemekle kalmıyorsun, sen benim eksik parçalarımsın. ''Bugün günlerden ne?'' diye sorduğunda kafasını artık yerden kaldırmıştı. ''Salı.'' Yüzü sağa dönüp omuzunun üzerinden bana döndüğünde bir an yanlış söylediğimi düşündüm ama hayır yanlış falan söylememiştim. ''Güzel.'' Yıldırım bir kez daha düştüğünde dudaklarındaki tebessümü görmüştüm. Her yıldırımda bir noktası, her yıldırımda bir yapboz parçası. ''yarın... '' diyerek başladığında bir yıldırım daha düştü. ''gece yarısı... '' Bu kez da yağmur çok daha sesli ve şiddetli yağmaya başladı. ''plağı aç... '' Şimdi de gök gürledi. ''Mumları yak...'' Derin bir nefes alıp havaya bıraktığında çıkan dumana kaydı gözlerim. Ve bir yıldırım tam ortamıza, bizi öldürmeden düştü. Tam ortamıza, tam da söylediğim gibi. ''Ve sana bir yere ait hissettiren adamı bekle.''
|
0% |